DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BAŞKASININ YERİNE VEKİL (BEDEL) OLARAK HACCETMEK
I- HACCA KİM VEKİL (BEDEL)
GÖNDERİR?
Hac
görevini kendisi yapabilecek durumda olanların haccı bizzat yapmaları gerekir.
Bunlar bir başkasını vekil (bedel) göndererek hac yaptıramazlar.
Üzerine hac farz olduğu halde bu farzı yerine getirmeyip ölümle karşı karşıya
kalan kimsenin, vefat etmeden önce, bıraktığı maldan kendisi adına hacca vekil
gönderilmesini vasiyet etmesi gerekir.
Böyle bir kimsenin geriye bıraktığı malın üçte biri, onun adına hacca vekil
göndermeye yeterse, bununla vekil gönderilir. Yetmezse, varisleri diledikleri
takdirde kendi mallarıyla gönderebilirler. Vasiyet olmasa bile varisleri onun
adına hac yapsalar, bu kimse hac sorumluluğundan kurtulur.
Aynı şekilde haccın farz olmasının şartlarını taşıdığı halde haccetmeyip daha
sonra yaşlılık, iyileşme ümidi olmayan hastalık, görme veya yürüme yeteneğini
kaybetme gibi bir sebeple, bizzat hac yapamayacak duruma düşen kimselerin de
hacca vekil göndermesi veya kendisi adına vekil gönderilmesini vasiyet etmesi
gerekir. Haccın farz olmasının şartlarını taşıdığı halde baştan beri bizzat hac
yapamayacak durumda olanlar da böyledir.
II- VEKİLİN (BEDELİN)
GÖREVLENDİRİLMESİ
Hacca bedel gönderecek kimse (ölmüşse yakınları), haccın nasıl yapılacağını
bilen ve hac yapabilecek nitelikleri taşıyan, aklı başında, tercihen daha önce
hac yapmış ehil bir kimseyi kendisi adına hac yapmak üzere vekil tayin eder.
Normal olarak hac masraflarını karşılayacak parayı kendisine verir. İfrad, Kıran
veya Temettu haclarından hangisini yaptırmak istiyorsa o hacca niyet etmesini
ister.
III- VEKİL NASIL HAREKET EDER?
Vekil, bedel gönderen kimsenin öngördüğü şartlar doğrultusunda hareket eder.
Gönderen hangi haccın yapılmasını istemişse onu yapar. Vekil, hacla ilgili
görevleri (menasiki) yaparken hep gönderen adına niyet eder. İhrama girerken,
tavafa ve sa’ye başlarken, Arafat ve Müzdelife vakfelerinde, şeytan taşlarken,
kurban keserken niyetini hep gönderen adına yapar. Aynı şekilde, öncelikle
gönderen adına dua eder. Kendisi ve diğer müslümanlar için de dua edebilir.
Mesela gönderen, ifrad haccı yapmasını istemişse, vekil ihrama girerken;
"Allah’ım! Senin rızan için ..........(40)
adına hac yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle" diye niyet eder ve
"Allah’ım! ......... adına, Lebbeyk! Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerike leke
lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk. Lâ şerike lek." diyerek
telbiye getirir.
Diğer niyetlerde de aynı şekilde hareket eder ve "Haccın Yapılışı" konusunda
anlatıldığı şekilde haccı eda eder.
Gönderen, Temettu haccı veya Kıran haccı yapmasını istemişse, onun adına şükür
kurbanı keser.
Vekil, kendisini gönderen adına tüm hac görevlerini yerine getirdikten sonra
dilerse kendisi için umre yapabilir.
Vekil, haccı yapıp dönünceye kadar masrafları için kendisine verilen parayı
israf etmeden normal olarak harcar. Artan miktarı, dönüşünde gönderene iade
eder. Gönderen kimsenin, artan parayı almayıp vekile bağışlamasında bir sakınca
yoktur.
Hac, ibadet olduğundan vekilin, normal hac masrafı dışında bir ücret istemesi
caiz olmaz.
Hacca vekil gönderen kimsenin, üzerine farz olan hac yükümlülüğünden
kurtulabilmeleri için, vekil olarak gönderdiği kimsenin hac masraflarını
karşılaması gerekir.
Hac organizasyonlarında görev alanların hac yolculuğu masrafları genellikle
organizasyonca karşılanmaktadır. Bu durumda görevlinin bir başkası adına vekil
olarak haccetmesiyle adına hac yaptığı kişinin hac borcu ödenmiş olmaz.
Görevlinin annesi babası gibi varisi olduğu kimseler bundan müstesnadır.
IV- BAŞKASI ADINA NAFİLE OLARAK
YAPILAN HAC
Bir
müslümanın, yaptığı her türlü ibadet, taat ve hayrın sevabını, ister sağ, ister
ölmüş olsun, bir başka müslümana bağışlaması caizdir. Buna göre, bir kimse vekil
edilmese bile, başkası adına nafile hac yapar ve sevabını ona bağışlayabilir.
Başkası adına yapılacak nafile hac için, vekilin ehil olması ve adına haccettiği
kimse için niyet edip ihrama girmesi yeterlidir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
UMRE
I- UMRE NEDİR ?
Umre
kelimesi, ziyaret etmek anlamına gelmektedir. Dini bir terim olarak umre,
"Belirli bir zamana bağlı olmaksızın ihrama girerek Kâbe’yi tavaf etmek, Safa
ile Merve arasında sa’y yapmak ve tıraş olup ihramdan çıkmaktan” ibarettir.
Umrenin iki farzı vardır: İhram ve tavaf. Bunlardan ihram şart; tavaf, rükündür.
Vacipleri ise sa’y ile tıraş olup ihramdan çıkmaktır.
Ömürde bir defa umre yapmak sünnettir.(41)
1- Umrenin Fazileti
Umrenin pek çok fazileti vardır. Özellikle Ramazan ayında yapılan umrenin sevabı
pek çoktur. Hz. Peygamber umre hakkında şöyle buyurmaktadır :
"Umre, diğer bir umre ile arasındaki günahları siler"(42)
"Ramazanda yapılan umrenin sevabı bir haccın sevabına denktir."(43)
2- Umrenin Zamanı
Umre için belirli bir zaman yoktur. Her zaman yapılabilir. Ancak, Arefe günü
sabahından bayramın dördüncü günü akşamına kadar yapılması mekruh görülmüştür.
3- Umrenin Yapılışı
Umre yapmak isteyenler, gerekli hazırlıkları yaptıktan ve iki rek’at ihram
namazı kıldıktan sonra, "Allah’ım! Senin rızan için umre yapmak istiyorum. Bunu
kolaylaştır ve kabul eyle" diye niyet edip "telbiye" söyleyerek ihrama girerler.
Bu şekilde ihrama girdikten sonra Kâbe’yi usulüne göre tavaf ederler. Nihayet
Safa ile Merve arasında sa’y yaptıktan sonra tıraş olup ihramdan çıkarlar.
Böylece umre tamamlanmış olur.
Umrenin ihramına, bu kitabın "İhrama Girmek" konusunda belirtildiği şekilde
girilir.(44)
Umrenin tavafı, sa’yi ve tıraş olup ihramdan çıkılması da yine bu kitabın,
"Tavafın Yapılışı" ve "Sa’yin Yapılışı" ile "Tıraş Olup İhramdan Çıkmak"
konularında tarif edildiği şekilde yapılır.(45)
Mikat sınırları dışında kalanlar umre için ihrama, Mikat sınırlarında veya daha
önce girerler. Harem Bölgesinde bulunanlar, Harem bölgesinin dışına çıkarak
ihrama girerler. Harem Bölgesi ile Mikat sınırları arasında (Hıl Bölgesinde)
olanlar ise bulundukları yerden ihrama girerler.
Ülkemizden gidip de, Mekke’de bulundukları süre içinde umre yapmak isteyenler,
genellikle Medine-Mekke otoyolu üzerinde ve Harem-i Şerif’e yaklaşık 5 km.
uzaklıkta bulunan "Ten’im"e giderek ihrama girmektedirler. Bugün burada "Hz.
Aişe Mescidi" bulunmaktadır.
Umrede Kudüm tavafı, Arafat ve Müzdelife vakfeleri, Şeytan taşlama ve Veda
tavafı gibi görevler (menasik) yoktur.
Haccın ihram, tavaf, sa’y ve tıraş gibi menasikinde, rükün, şart, vacip ve
sünnet olan hükümler, umrenin menasikinde de söz konusudur.
II- HACDAN SONRA UMRE
Hac
yapıldıktan sonra bir süre daha Mekke’de kalacak olan hacılar, imkân buldukları
takdirde, isterlerse bayramın dördüncü günü akşamından itibaren umre
yapabilirler. -Özellikle ifrad haccı yapanların, hacdan önce umre yapmadıkları
için, hacdan sonra umre yapmaları uygun olur.
Temettu haccına niyet edenlerin hacdan önce ikinci, üçüncü... umre yapmaları
caiz ise de, o günlerdeki izdihamı da dikkate alarak, bunun yerine bol bol
nafile tavaf yapmaları ya da mümkün mertebe vakitlerini Harem-i Şerif’te
geçirmeleri daha iyidir.
ALTINCI BÖLÜM
MEDİNE-İ MÜNEVVERE’Yİ ZİYARET VE
MEKKE-İ MÜKERREME’DEKİ BAZI ZİYARET YERLERİ
I- Medine-i Münevvere’ye
Yolculuk
Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmek, mescidinde namaz kılmak, Onun ve
Ashabının yaşadığı yerleri görmek üzere Medine’ye doğru yola çıkan bir hacı, bu
ziyaretiyle yalnızca Allah’a yakınlaşma amacı gütmelidir. Çünkü hacının İslami
duyarlılığını daha da artıracak olan bir kutlu yolculuk, gerçekten Cenab-ı
Hakk’ın rızasını kazanmanın önemli bir vesilesidir. Zira Cenab-ı Hak,
Peygamberini ziyarete gelenleri sever ve onların, onun huzurunda yapacakları
duaları geri çevirmez. Hz. Peygamber de kendisini ziyarete gelenlere şefaat
edeceğini bildirmiştir.
Yolculuk esnasında, bol bol salatu selam getirilmeli ve Medine’ye yaklaştıkça bu
daha da artırılmalıdır. Hacı, bu ziyaretin sıradan bir ziyaret olmadığını
düşünerek büyük bir tevazu, saygı ve vakarla Medine’ye girmelidir.
Medine’ye girerken "Rabbim! Gireceğim yere dosdoğru girmemi sağla; çıktığım
yerden de dosdoğru çıkmamı sağla. Bana katından, yardımcı bir güç ver"(46)
duasını okuması güzel olur.
Evlere yerleşip gerekli ihtiyaçlar giderildikten ve hazırlıklar yapıldıktan
sonra, Mescid-i Nebi ve Hz. Peygamber’in kabri ziyarete gidilir.
II- MESCİD-İ NEBÎ’Yİ VE HZ.
PEYGAM - BERİN KABRİNİ ZİYARET
1- Mescid-i Nebî’yi ve Hz. Peygamberin Kabrini Ziyaret Etmenin Önemi
Medine-i Münevvere, İslam nurunun yeryüzüne yayıldığı Peygamber şehridir. Her
karışı, İslam’ın aydınlığını insanlığa ulaştıran Allah Rasûlünün ve Sahabenin
hatıralarıyla doludur. Sinesinde İslam’ın en büyük önderlerini barındırmaktadır.
İslam’ın güzelliğini insanlara ulaştırabilmek için Peygamber Efendimiz buraya
hicret etmiş, İslâm devleti burada kurulmuş, İslâm’ın mesajı insanlığa buradan
ulaşmıştır.
Rasulüllah İslâm’ı tebliğ görevini tamamladıktan sonra burada vefat etmiş ve
buraya defnedilmiştir. Böylece Medine, Allah’ın en sevgili kulunu ve insanlığın
gelmiş geçmiş en büyük önderini bağrında taşıma şerefini elde etmiştir.
Asr-ı Saadet, en parlak şekilde bu şehirde yaşanmıştır. İnsanlık tarihinin en
güzel, en mutlu, en adil, en hakkaniyetli örnek ve model toplumu, Peygamber
Efendimizin terbiyesinde bu şehirde oluşturulmuştur.
Böylece bu şehir dünyada adeta cennet misali bir hayatın yaşanabileceğine
tanıklık etmiştir.
Tarih, Rasulüllah’ın sohbetine nail olan bu Sahabe neslinin oluşturduğu toplum
kadar güzel bir topluma bir başka yerde ve bir başka zamanda şahid olmamıştır.
İşte Medine-i Münevvere bu güzel insanların gelip geçtiği ve pek çoğunun
bağrında yattığı kutsal şehirdir.
Bu sebeple büyük bir engel olmadığı sürece hacıların, Medine’ye giderek Hz.
Peygamberin kabrini ziyaret etmeleri ve mescidinde namaz kılmaları büyük önem
taşır. Bu ziyaret İslâmî duyarlılığın bir göstergesidir.
Sırf Allah için, İslam’ın aydınlığının insanlığa ulaştırılması yolunda
çalışmanın, fedakarlığın ve gayretin en güzel örneğini vermiş insanların gelip
geçtiği bu mübarek şehri ziyaret etmekle hacı, bu aydınlığın, yeniden muhtaç
olanlara ulaştırılması yolunda bir şuur ve azim kazanabilirse, ziyaretindeki
amaç gerçekleşmiş sayılır.
Vefatından sonra kendisini ziyaret edenler hakkında Peygamberimizin:
"Beni vefatımdan sonra ziyaret eden sağlığımda ziyaret etmiş gibidir."(47)
"Kabrimi ziyaret eden şefaatimi hak eder"(48)
"Kalbinde beni ziyaretten başka hiçbir düşünce olmaksızın kim beni ziyarete
gelirse, Kıyamet gününde şefaatimi haketmiş olur."(49)
buyurduğu rivayet edilmektedir.
Bu itibarla hacıların Medine-i Münevvere’ye giderek Peygamber Efendimizin
kabrini ziyaret etmeleri, mescidinde namaz kılmaları, Peygamber sevgisini
yenilemenin ve onun sünnetine bağlılığı kuvvetlendirmenin önemli bir
vasıtasıdır.
2- Mescid-i Nebî ve Hz.
Peygamberin Kabri Nasıl Ziyaret Edilir?
"Mescid-i Nebî", Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra ilk
iş olarak inşa ettiği camidir. "Mescid-i Nebî", Peygamber Mescidi demektir.
İçinde namaz kılmak üzere uzak yerlerden yola çıkılacak üç mescitten biridir.(50)
Bu üç mescidin diğer ikisi ise, "Mescid-i Haram" ve "Mescid-i Aksa" dır.
Mescid-i Nebî’nin içinde namaz kılmak çok sevaptır. Hz. Peygamber burada kılınan
namazın sevabı hakkında şöyle buyurmuştur: "Benim şu mescidimde kılınan bir
namaz, Mescid-i Haram dışında, diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha
faziletlidir."(51)
Mescid-i Nebî ve Hz. Peygamber’in kabrini ziyaret ederken bazı usul ve adaba
riayet edilir.
Bunlar şöyle özetlenebilir:
Mescid-i Nebî’yi ve Hz. Peygamber’in kabrini ziyaret etmek isteyen kimse abdest
alır, mümkünse gusleder ve temiz bir kıyafet giyinir.
Ziyarete giderken yol boyunca çokça salevat-ı şerife getirir. Mescid’e
vardığında mümkünse "Babu’s-Selam" dan sağ ayağını atarak edep ve tevazu ile
içeri girer. Girerken "Allah’ım! Günahlarımı bağışla. Rahmet ve lütuf kapılarını
bana aç" diye dua eder. Kerahat vakti değilse iki rek’at "Tahiyyetu’l Mescid"
namazı kılar. Bu namazı mümkünse "Ravza-i Mutahhara" da kılar. "Ravza-i
Mutahhara", Hz. Peygamberin kabri ile minberi arasında kalan kısımdır. Hz.
Peygamber çoğu zaman namazlarını burada kılardı. Burası hakkında Hz. Peygamber:
"Evimle minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir."(52)
buyurmuştur.
Daha sonra bu ziyaret nasib olduğu için isterse iki rekat da şükür namazı kılar
ve bu mübarek yerlere gelmeyi kendisine nasip eden Allah’a şükreder, dua eder.
Nihayet edep ve sükunetle Hz. Peygamber’in kabrine yaklaşır. Başı hizasına
gelerek yüzünü Hz. Peygamber’e çevirir. Alemlerin sevgilisi Hz. Muhammed’in
huzurunda olduğunu düşünür. Hz. Peygamber’in, kendisini görmekte ve sözlerini
işitmekte olduğunun şuur ve idraki içinde:
"Es-Selâmu aleyke yâ Rasûlallah
Es-Selâmu aleyke yâ Habîballah
Es-Selâmu aleyke yâ Nebiyyallah
Es-Selâmu aleyke yâ Hayre Halkillah
Es-Selâmu aleyke yâ Hâteme’n-Nebiyyîn
Es-Selâmu aleyke yâ Seyyide’l-Mürselîn"
şeklinde selâm verir, dua eder. Hz. Peygamber’in huzurunda yapılan duaları
Allah’ın geri çevirmeyeceğini düşünerek ihlas ve samimiyetle içinden geldiği
gibi dua eder. İsteyen Dua kitabında yer alan "Hz. Peygamber’in Kabrini Ziyaret
Ederken Okunabilecek Selâm ve Dua" yı okur.
Kendisi Hz. Peygamber’e selam verdikten sonra başkaları tarafından Hz.
Peygamber’e emanet edilmiş olan selamları: "Ya Rasulellah! Falan, falan....
kimselerin de selamları var. Allah katında senden şefaat diliyorlar. Onlara ve
bütün müslümanlara şefaat eyle" diye tebliğ eder.
Sonra bir metre kadar sağ tarafa ilerleyip Hz. Ebu Bekir’in başı hizasında
durarak:
"Es-Selâmu aleyke yâ Ebâ Bekri’s-Sıddîk
Es-Selâmu aleyke yâ Halifete Rasulillah
Es-Selâmu aleyke yâ Sahibe Rasulillah" şeklinde selam verir, dua eder.
Daha sonra bir metre kadar daha ilerleyip Hz. Ömer’in başı hizasında durur. Ona
da:
"Es-Selâmu aleyke yâ Ömer
Es-Selâmu aleyke yâ Emire’l-mü’minîn
Es-Selâmu aleyke yâ Faruk" şeklinde selâm verir, dua eder.
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in başında selâm ve dua konusunda da, isteyen Dua
kitabındaki ilgili selâm ve duaları yapabilir.
Bundan sonra mescidde uygun bir yere çekilerek bol bol dua edilir.
Daha sonraki ziyaretler de aynı usul ve edep dairesinde yapılır.
Hz. Peygamber’e hayatında nasıl hürmet ve saygı göstermek gerekli ise,
vefatından sonra da aynı şekilde hürmet ve saygı göstermek gerekir. Bu bakımdan,
Peygamberimizin kabri ziyaret edilirken, yüksek sesle bağırılmaz; hürmeti bozan,
edebe aykırı davranışlarda bulunulmaz; duvarlara ve demir parmaklıklara el
sürülmez; bunlar öpülmez, etrafında tavaf yapılmaz, karşısında eğilinmez, secde
edilmez. Bütün bunlar bid’at ve mekruhtur.
Medine’de kalınan süre içinde beş vakit namazın Mescid-i Nebî’de kılınmasına
özen gösterilir. Beş vakit namazın dışında nafile namazlarla da meşgul olunur.
Halk arasında, Medine’de sekiz gün kalıp kırk vakit namaz kılmanın gerekli
olduğu kanaati yaygındır. Ancak İslami kaynaklarda bu konuda bir hüküm mevcut
değildir. Önemli olan Medine’de kalınan sürenin ibadet ve dua açısından verimli
bir şekilde değerlendirilmesidir.
Medine’de kaldığı süre içerisinde ayrıca ziyaret yerleri de ihmal edilmemelidir.
Uygun bir zamanda oralar da ziyaret edilir.
Medine’den ayrılırken Hz. Peygamber tekrar ziyaret edilerek dua ve salatu
selamlarla Medine’ye veda edilir.
III- MEDİNE-İ MÜNEVVERE’DEKİ
DİĞER BAZI ZİYARET YERLERİ
1- Baki Mezarlığı
Mescid-i Nebî’nin doğu tarafında bulunan Baki Mezarlığını ziyaret etmek
müstehaptır. Peygamber Efendimizi görme şerefine nail olan, sesini duyan, onunla
namaz kılan ve İslâmiyet uğrunda hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen on bin
civarında sahabi bu mezarlığa defnedilmiştir. Üçüncü halife Hz. Osman, Hz.Abbas,
Hz.Aişe, Hz. Fatıma, Sad b. Ebi Vakkas, Hz.Hasan gibi sahabe ile İmam-ı Malik
gibi Tabiundan bir çok büyük zevat burada bulunmaktadır.
Mezarlığın içerisine girmek şart olmamakla birlikte kapısı açık olduğunda içeri
girilerek; kapalı olduğunda dışardan ziyaret edilebilir. Ziyarette orada
yatanlara selâm verilir ve dua edilir. İsteyenler Dua kitabındaki mezarlıkları
ziyaretle ilgili selâm ve duayı okuyabilirler.
Peygamber Efendimiz zaman zaman Baki Mezarlığını ziyaret eder ve orada medfun
bulunan mü’minler için dua ederdi.
2- Kuba Mescidi
Peygamberimiz Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicretleri esnasında, Medine’ye
5 km. mesafede bulunan Kuba’da 14 gün kalmıştı. Bu süre içinde Peygamberimiz
orada bir mescid inşa etti ve burada namaz kıldı. Kur’an-ı Kerim’de takva üzere
yapıldığı bildirilen ve İslâm âleminde cemaatle namaz kılınmak için yapılan ilk
mescid budur.
Kuba Mescidini ziyaret etmek ve burada iki veya dört rekat namaz kılmak
müstehaptır. Bu mescidin ziyareti ile ilgili olarak Hz. Peygamber şöyle
buyurmaktadır: "Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra, başka
maksatla değil de sadece namaz kılmak için Kuba Mescidine giderse umre sevabı
alır."(53)
Hz. Peygamber sağlığında, Cumartesi günleri Kuba Mescidini ziyaret eder ve
burada namaz kılardı.
3- Uhud Şehitleri
Uhud, Medine’nin 5 km. kadar kuzeyinde bir dağın adıdır. Hicretin üçüncü yılında
(M.625) müslümanlarla müşrikler arasında burada yapılan savaşta, Ashab-ı
kiramdan 70 kişi şehid olmuş ve buraya defnedilmişlerdir. Peygamberimizin amcası
ve şehidlerin efendisi Hz.Hamza da bunlar arasındadır.
Hz.Peygamber, her yıl Uhud şehitlerini ziyaret eder ve onlara dua ederdi. Uhud
şehitlerini ziyaret etmek de müstehaptır.
Uhud şehitleri de ziyaret edilirken selâm verilir ve dua edilir. Arzu edenler
Dua kitabındaki "Mezarlık ziyaretinde okunacak selam ve duayı " okuyabilirler.
4- Kıbleteyn Mescidi
İslam’ın ilk yıllarında namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya doğru
kılınıyordu. Peygamber Efendimiz Kıble’nin Kâbe olmasını, yani namazların
Kâbe’ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah’tan gelecek
emri bekliyordu. Hicretten 18 ay kadar sonra Şaban ayının 15. günü (Berat
Kandilinde) Hz. Peygamber, Seleme oğulları mahallesinde öğle veya ikindi
namazının farzını kıldırdığı esnada, ikinci rekatın sonunda aşağıdaki âyet-i
kerime indi:
"... Seni elbette, hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde hemen Mescid-i
Haram’a (Kâbe’ye) doğru dön. (Ey mü’minler) siz de nerede olursanız olun,
(namazda) oraya doğru dönün."(54)
Bunun üzerine Hz. Peygamber, namazı bozmadan hemen Kâbe istikametine döndü,
cemaat de saflarıyla birlikte döndüler. Böylece Kudüs’e doğru başlanan namazın
son iki rekatı Kâbe’ye yönelinerek tamamlandı. İşte bu bakımdan bu mescide
Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid) denir. Bu mescidin yerinde şimdi büyük
bir cami yapılmıştır. Bu camii ziyaret edilerek iki veya dört rekat
Tahiyyet’ül-Mescid namazı kılınması ve dua edilmesi güzel olur.
5- Yedi Mescidler
Hendek savaşının yapıldığı bölgede bir birine yakın küçük küçük yedi mescid
bulunmaktadır. Bunlara " Yedi Mescidler" denir. Medine’ye gelenler tarafından
buraların da ziyaret edilmesi âdet haline gelmiştir.
IV- MEKKE-İ MÜKERREME’DEKİ BAZI
ZİYARET YERLERİ
Mekke’de, Hz. Peygamber ve onun değerli ashabının izlerini taşıyan bazı yerler
vardır. Mekke’ye gidenler buraları ziyaret etmektedirler. Bunlardan bazıları
şunlardır:
1- Hz. Peygamber’in Doğduğu
Ev
2- Mu’alla Mezarlığı :
Hz. Hatice validemiz burada medfundur.
3- Hira Mağarası: Hz.
Peygamber’e ilk vahyin geldiği yer olan bu mağara, Nur Dağının tepesinde
bulunmaktadır.
Resim-21 Hira Mağarasından
Bir Görünüş
4- Sevr Mağarası :
Hicret esnasında, Hz. Peygamber ile Hz. Ebu Bekir’in gizlendikleri mağaradır.
Sevr Dağında bulunmaktadır.
5- Cin Mescidi : Cin
Sûresi’nin indiği yerde inşa edilmiş olan mescittir.
Zikredilen bu yerleri ziyaret etmek haccın menasikinden (Farz, vacip, sünnet)
olmayıp, yıllardır bir gelenek olarak yapıla gelmektedir.
YEDİNCİ BÖLÜM
HAC DÖNÜŞÜ VE SONRASI
I- HACDAN DÖNÜŞ
Hacının dönüşünü ailesine haber vermesi dinen güzel kabul edilen bir
davranıştır. Sünnete uygun olan da budur. Bu itibarla hacı haber vermeden aniden
çıkıp gelmemeli, mümkün olduğu takdirde dönüşünü ailesine bildirmelidir. Bu
şekilde ailesinin bazı hazırlıklar yapmasına fırsat vermiş olur. Peygamber
Efendimiz, uzun yoldan gelenlerin haber vermeden önce eve dönmelerini uygun
görmezdi.
Aile efradının da hacıyı karşılaması güzel olur. Ancak bu karşılama, mütevazi
olmalı ve aile çapında kalmalıdır. Gösteriş ve övünme imajı verecek sahnelere
dönüşmemelidir. Bazılarının yaptığı gibi bir çok arabayla konvoy oluşturarak
alayişli karşılamalar organize etmek dinen doğru değildir.
Hacının, dönünce iki rekat namaz kılarak bu önemli ibadeti eda etmeyi nasip
ettiğinden dolayı Cenab-ı Hakk’a şükretmesi uygun olur.
II- HACI ZİYARETİ
Hac
vazifelerini yerine getirip memleketlerine dönen hacıların eş, dost, komşu ve
arkadaşları tarafından ziyaret edilmesi güzel olur. Ziyarete gelenler "Allah
haccını kabul etsin, günahlardan korusun. Bu yolda yaptığın masrafların yerini
doldursun..." gibi sözlerle hacıyı tebrik ederler. Hacı da onlar için dua edip
Cenab-ı Hakk’ın onları affetmesini ve bağışlamasını diler, onlar için istiğfar
eder. Peygamber Efendimiz:
“Allah’ım hacıyı ve hacının bağışlanmasını dilediği kimseleri bağışla!”(55)
buyurmuştur. Bu bakımdan hacının duasını almak güzel olur.
Hacı, kendisini ziyarete gelenlere hacda şahit olduğu güzellikleri anlatmalıdır.
Karşılaştığı bir takım olumsuzluklardan bahsetmemelidir. Hacda kendisini
gösteren birçok feyzi, bereketi ve muazzam sahneleri gözardı ederek anlatacak
şikayetten başka bir şey bulamayanların, hacdan gereken istifadeyi
sağladıklarını söylemek mümkün değildir.
Hacının, kendisini ziyarete gelenlere imkânları ölçüsünde ikramda bulunması da
dinen güzel olur.
Hacdan önce veya sonra ziyafet vermek dini bir görev değildir. Bu bazı yörelerde
âdet haline getirilmiştir. Gösterişe kaçılmadığı, külfete girilmediği, özellikle
fakirlerin davet edilmesine itina gösterildiği takdirde böyle bir ziyafetin
dinen bir sakıncasının olmayacağı açıktır. Ancak bir takım insanların imkanları
da yeterli olmamasına ve kendileri için ağır bir külfet teşkil etmesine rağmen
illa da böyle bir ziyafet vermeye kalkışmaları ise dinen doğru değildir.
III- HACCIN KAZANDIRDIKLARININ
KORUNMASI
Hac
yapmak kadar hacdan döndükten sonra, kazanılan güzel hasletlerin kaybedilmemesi
de önem taşır.
Kıyamete kadar insanlığın yoluna ışık saçacak aydınlığın ilk çıktığı Kutsal
mekanlarda hac yaparak günahlarından arındıktan sonra bu arınmışlığın korunması,
sürdürülmesi ve geliştirilmesi için gereken gayreti göstermek hacının en başta
gelen görevidir.
İnsanlar hacıyı örnek müslüman olarak görmek isterler. Bu bakımdan bilhassa
olumsuz tutum ve davranışlarının İslam’ın aleyhinde propaganda malzemesi
yapılacağını gözönüne alarak hacı, kesinlikle doğruluktan, dürüstlükten taviz
vermemeli, hakkı hukuku gözetmelidir.
Her müslümanın görevi olmakla birlikte özellikle hacı, İslâm’ın güzelliğini
yaşantısıyla fiili olarak göstermelidir. Bu sebeple İslâm’a aykırı düşecek tavır
ve davranışlardan şiddetle sakınmalıdır. Bunun için yalan, haksızlık, hıyanet,
ahde vefasızlık, aldatma, kandırma, eksik ölçme ve tartma... gibi gayr-ı ahlâkî
tutum ve davranışlardan daima uzak durmalıdır. Hac bitip de memleketine
döndükten sonra sırf menfaat, makam, mevki hırsı gibi birtakım basit
düşüncelerle hacda kazandığı safiyeti bulandırmamalıdır.
Gerek dürüstlük, doğruluk, özü sözü bir olmak... gibi ahlâkî nitelikler
açısından ve gerekse İslâmi bilinçlenme noktasından bir hacının, hacdan sonraki
İslâmi hayatının hac öncesinden daha ilerde olması, makbul (mebrur) haccın en
açık belirtisidir.
Yaptığı hac, Allah’a saygısını, takvasını ve Ahiret hayatına daha iyi hazırlanma
şevkini ne derece artırmışsa haccı, Allah nezdinde o derece kabul görmüş
demektir.
Bundan dolayı hacı, hacdan sonraki hayatını, hac günlerinde konsantre olduğu
İslami yaşantı doğrultusunda sürdürme çabası içinde olmalıdır. Allah’a verdiği
sözü daima hatırında tutarak kötülüklerden, İslâm’ın onaylamadığı her türlü söz,
fiil ve davranıştan uzak durmalıdır. Ahdini bozmamalıdır. Çünkü Hacer-i Esvedi
istilam, bir sözleşmedir. Bu hareketiyle müslüman, bundan böyle Allah’ın emir ve
yasaklarına karşı gelmeyeceğine söz vermiş olmaktadır.
Bu itibarla hacı, yaptığı bu sözleşmeyi ihlal edecek her türlü söz, fiil ve
davranıştan uzak kalmaya özen göstermelidir.
Şeytanın veya heva ve hevesinin peşine takılarak ahde vefasızlık etmemelidir.
Hac, müslümana, müslümanların derdini dert edinme bilincini kazandırmış
olmalıdır. Çünkü müslümanların derdini dert edinmeyen, onlardan değildir.
Kâbe’nin etrafında, Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da müminler denizinden bir
damla olarak onlarla aynı kalıba girip de hacdan sonra bu denizin bir damlası
olmayı reddetmek, bir hacı için nasipsizliğin en büyüğü olur. Bu yüzden hacının
gönlünde kalbinde müslümana karşı, imanlı insanlara karşı en ufak bir kin,
husumet ve nefret kalmamalıdır.
Müslümanların, damlaları birbirinden ayrılmayan bir okyanus gibi olmaları
gerektiğini düşünerek, kendisini bu okyanusun bir damlası olarak görmeye devam
etmelidir. Bu okyanusun içinde birtakım olumsuzluklara şahid olmuşsa, okyanusun
bir parçası olarak bu olumsuzlukların nasıl bertaraf edilebileceği üzerinde kafa
yormalıdır.
Hacı, Allah Rasûlünün 23 yıl boyunca canını dişine takarak İslam’ın aydınlığını
insanlara nasıl ulaştırdığını gözü önüne getirip bu kutlu hizmetin, onun
aydınlattığı yolda yeniden geliştirilmesinde hizmet alabilme azmi ve gayreti
içinde olmalıdır.
|