ARİYE. 2
Âriye'nin
Tarifi 2
Âriye'nin
Meşruiyeti 2
Âriye'nin Meşruiyetinin Hikmet
ve Sebebi 2
Âriye'nin
Hükmü. 3
İare Akdinin Rükûnlan. 3
2. Mustair
(İare Yoluyla Eşya İsteyen Kişi) 3
3. Âriye
Akdinde Siga. 4
- 4. İare
Olarak Verilen Mal (Mustaar) 4
Âriye ile
İlgili Hükümler 4
1. Âriye Olarak Alınan Maldan İstifade Etmenin Sınırı 4
2. Âriye Olarak Alınan Mal Üzerinde Mustair'in Eli 5
Tazminat
Gerektirmeyen Bir Hususta
Tazminat Şartı Koşmak, Tazminat
Gerektiren Hususta Tazminat Olmamasını Şart Koşmak. 5
3. Âriye Olarak Alınan Malın Masrafları Kime Aittir?. 5
4. Âriye Olarak Alınan
Malı Geri Götürmek. 6
Âriye
Olarak Verilen Arazinin
İade Edilmesi 6
5. Âriye Olarak Alınan Malın Nasıl İade Edileceği Hususu. 7
6. Âriye
Veren Kişi ile Alan Kişi Arasında İhtilaf Çıkması 7
7. Âriye Akdinin Sona
Ermesi 8
Lugatta âriye, geçici
olarak ve iade edilmek üzere alınan nesnedir. Bu mânâyı tazammun eden akde de
âriye denir. Âriye kelimesi, tedavül anlamını ifade eden teavür kelimesinden
alınmıştır. Bu ise 'elden ele intikal etmek' anlamına gelir. Âriye'nin
ıstılahı anlamı ise malın aslı sahibine ait olmak üzere yararlanılması helâl
olan bir malından yararlanmayı başkasına mubah kılmaktır. Bu bakımdan âriye
akdi, malı emanet olarak alan kişi için aldığı maldan istifade etmeyi
içermektedir: Malı emanet olarak alan kişi sadece ondan istifade edebilir, onu
başkasına kiralayamaz, hibe edemez, vakfedemez, satamaz. Sadece kendisinden
yararlanılması mubah olan bir nesneyi emanet olarak vermek sahih olur.
Bu nedenle domuzu veya
lehv (oyun) aletlerini âriye olarak vermek sahih oimaz. Hayızlı veya lohusa bir
kadına âriye olarak mushaf vermek de
sahih değildir. Çünkü
hayızlı veya lohusa
bir kadın mushafa dokunamaz, (mushaftan) Kur'an
okuyamaz. Ancak kullanmakla yok olmayan
nesneler âriye olarak verilebilir. Bunun izahı âriye'nin rükûnla-rından
bahsederken yapılacaktır. Kullanıldığında sabun gibi yok olan şeyleri âriye
olarak vermek sahih olmaz.
Âriye'nin meşru
olduğuna Kur'an, Sünnet ve İcma delâlet etmektedir.
Veyl o namaz kılanlara
ki namazlarından gafildirler; onlar ki gösteriş yaparlar. Onlar ki mâun'u (en
ufak bir yardımı) menederler. (Mâun/4-7)
Allah Teâlâ mâun'u
menetmeyi; azaba, helake uğrayan kişilerin sıfatı olarak zikretmiştir. Bu
ayetler, mâun'u (çanak, çömlek, iğne, balta gibi şeyleri emanet olarak)
vermenin meşru ve matlub olduğuna delâlet eder, Müfessirlerin hemen tamamı
mâun'dan maksadın, bir kimsenin komşusuna kırbaç, iğne, bakraç, balta, keser,
makas, ve benzeri şeyleri âriye olarak vermek olduğunda ittifak etmişlerdir.
Bunların mânâsında olan herşey de bunlara ilhak edilmiştir.
Âriye'nin meşru
olduğunun Sünnett'en delili ise Enes'in-rivayet ettiği şu hadîstir: 'Hz.
Peygamber, Ebu Talha'dan âriye olarak bir at aldı ve ona bindi'.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Her kimin işletmediği
bir arazisi varsa onu hibe etsin veya âriye olarak (müslüman bir kardeşine)
versin.
Konuyu işlerken birçok
hadîs zikredilecektir. Bu hadîsler âriye'nin meşruiyetine delâlet ettikleri
gibi, âriye'nin hükümlerini de açıklamaktadırlar. Kur'an, ve Sünnet'in
meşruiyetini bildirdiği âriye, umumidir. İslâm âlimlerinin tümü âriye'nin meşru
olduğu hususunda ittifak etmişler ve müslümanlar her asırda âriye akdi yapmışlardır.
Âriye'nin meşru
kılınmasının nedeni, Allah Teâlâ'nın müslümanlar arasında emrettiği
yardımlaşmanın âriye yoluyla tahakkuk etmesidir.
İyilik etmek ve
(fenalıktan) sakınmak hususunda birbirinizle yardımlasın.
(Mâide/2)
Halkın çoğunun; ev
eşyası, giyecek, mesken, tarla-bahçe gibi muhtaç oldukları şeylerden.yoksun
olduklarını görüyoruz. Bunun fakirlik,
malın çarşı ve pazarlarda olmaması veya az bulunması veya insanların
meşguliyetlerinden ötürü bazı ihtiyaçlarını unutması gibi çeşitli sebepleri
olabilir. İnsan bazen -gece veya gündüzün herhangibir saatinde- bu eşyalara
ihtiyaç duyabilir. Bunu elde etmenin tek yolu da komşusundan veya dostundan
âriye yoluyla istemektir. Özellikle kocası seferde olan veya ihtiyaç anında
evde bulunmayan hanımlar bu tür eşyalara daha çok ihtiyaç duyarlar. Çünkü tek
başına olan bir kadın yemek hazırlamak, çocuklarının ihtiyaçlarını
karşılamak ve benzen durumlarda
ihtiyaç. duyduğu eşyayı elde etme imkânına sahip değildir. Bu durumdaki kişinin, ihtiyaç duyduğu
şeyleri komşusundan âriye (emanet) olarak istemekten başka çaresi yoktur.
İslâm dini de
kolaylığı ve yardımlaşmayı genel prensip olarak kabul ettiği için halka
yardımlaşmayı emretmiş ve kolaylık olması için âriye'yi meşru kılmıştır ki
insanlar birbirlerinin eşyalarından istifade etsinler. Ancak bu, mal sahibinin
izni ve rızası dahilinde olmalıdır. Âriye'nin meşru kılınması maslahatı celb,
belayı defetmek, sıkıntıyı ortadan kaldırmak, yoksulluk sebebiyle insanları
felakete düşmekten korumak içindir. Halk birbirlerinin yardımına koştukları
müddetçe Allah da onlara yardım eder. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kul, kardeşinin
yardımına koştukça Allah da onun yardımına koşar.
Halk birbirinin
yardımına koşmakla, dünyada yapılan iyilik ve ihsandan başka hiçbir şeyin
yarar sağlamadığı bir günde kendilerini azap ve ikabdan korumuş olurlar. Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
- (Zekât ve diğer) haklarını ödemeyen deve,
sığır ve davar sahipleri kıyamet gününde, onlar (tarafından çiğnenip
boynuzlanmak) için düz ve geniş bir alana oturtulacak. Sert ayaklıları sert
ayaklarıyla onu çiğneyecek,
boynuzlu olanları da boynuzlarıyla onu süsecekler. Boynuzluların arasında o gün hiç
boynuzsuz veya boynuzu kırık bulunmayacaktır.
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlardaki hak nedir?
- DöIIük olan erkeklerini ihtiyaç vaktinde
emanet vermek. Kova ve bakraçlarını âriye olarak vermek. İhtiyaç sahiplerine bu
hayvanların sütü', yünü ve iş yapmasından faydalanmaları için muayyen bir
müddetle emaneten vermek. Sürüler su başlarına getirildiğinde orada bulunan
muhtaçlara ve yolculara sütlerinden ikram etmek. Allah yolunda sırtlarına binmek,
bindirmek ve yük yükletmek.
Âriye'nin meşruiyeti
hususunda zikredilen ayet ve hadîsler onun müstehab ve mendub olduğuna delâlet
etmektedir. .Âriye, İslâm'ın ilk zamanlarında vacibdi, Maun Sûresi'nde
görüldüğü gibi âriye'den me-nedenler şiddetli bir tehditle karşı karşıya^
bulunmaktaydı. Fakat bu hükmün neshedildiği hususunda icma vardır, ve âriye müstehab
olarak kalmıştır.
Âriye müstehab olmakla
beraber bazen vacib olur. Şöyle ki harbî olmayan bir kişinin hayati tehlikede
olursa, meselâ helak edici bir sıcak veya soğukta elbiseye muhtaç olursa, ona
elbise vermek vacib olur ya da boğulmak üzere olan bir kişinin kurtulması ipe
bağlıysa, âriye olarak ip vermek vacib olur veya kan kaybeden bir yaralıya, ilk
yardımda kullanılan malzemeyi vermek vacib olur veya hürmetli, muhterem bir
malın korunması için âriye vermek de vacibdir. Meselâ ölmek üzere olan bir
hayvanı kesmek için âriye olarak bıçak vermek vacib olur. Çünkü bıçak
verilmezse o hayvan mundar olur, dolayısıyla mal zayi edilmiş olur. Oysa malı
zayi etmek şer'an haramdır.
Bazen de âriye vermek
haram olur. Meselâ öldürücü bir aleti, zann-ı. galibe göre katil olabilecek bir
kimseye âriye olarak vermek haramdır. Hayızh veya lohusa bir kadına âriye
olarak mushaf vermek haramdır.
Âriye vermek bazen de
mekruh olur. Meselâ mekruh bir işte kullanılacağı kanaati hasıl olursa, o
malzemeyi âriye olarak vermek mekruh olur.
İare akdinin dört
rüknü vardır:
1. Muir (eşyayı iare'ye veren kişi)
2. Mustair (iare yoluyla eşyayı isteyen kişi)
3- Siga
.
4. İare olarak verilen mal
.
Bu rükûnlarm
herbirinin de şartları bulunmaktadır. Şimdi bu şartları beyan edelim:
1. Muir (Birşeyi Âriye Yoluyla Başkasına Veren Kişi)
Âriye, mülkünde veya
korumasında olan bir malı, İstifade etmek üzere başkasına mubah kılmaktır.
Âriye veren kişide şu şartların bulunması gerekir:
a. Âriye veren kişi verdiği malın menfaatine
sahip olmalıdır.
Bu, o mala bizzat
sahip olmakla ve başka yollarla olabilir. Meselâ kiraladığı bir malı veya
kendisine vasiyet edilen bir malı âriye olarak verebilir. Çünkü bunların
menfaati onun mülküdür. Burada âriye menfaate dönüşür. Bu nedenle mustair
(âriye yoluyla birşey isteyen kişi), almış olduğu malı
istiare yoluyla başkasına veremez.
Çünkü kendisi onun menfaatine
sahip değildir. Kendisine sadece ondan yararlanmak mubah kılınmıştır.
b. Teberru ehliyetine sahip olmalıdır.
Çocuğun veya delinin
malını âriye olarak vermesi sahih değildir. Sefihliğinden veya iflastan Ötürü
hacr altına alınan kişinin de malını âriye olarak vermesi sahih değildir. Çünkü
malını âriye olarak vermek, menfaati teberru etmek anlamına gelir. Bu kişilerse
teberru ehli değildirler.
c. Malını âriye olarak veren kişi, kendi rızası
ile vermelidir.
Malını âriye olarak
vermeye zorlanan kişinin âriyesi sahih değildir. Çünkü menfaat bir maldır ve
bedeli vardır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir müslümanın malı
başka bir müslümana ancak kendi rızasıyla verirse helâl olur.
İare" yoluyla
eşya isteyen kişide bulunması gereken şartlar şunlardır:
a. Akidle kendisine yapılan teberruya ehil olmalıdır.
Yani sözü şer'an
muteber olmalı, âkil-bâliğ almalıdır. Delinin veya çocuğun iaresi sahih olmaz,
çünkü bunların sözleri şer'an muteber değildir. İnsanlar bunların iaresine
muhtaç olduklarında, velîleri onların
adına mallarını iare
yoluyla verebilir.
b. Kendisine
âriye verilen kişi belli olmalıdır.
Meselâ âriye veren
şahıs iki kişiye 'Kitabımı herhangi birinize âriye olarak verdim' veya bir
cemaate 'İçinizden birine kitabımı âriye olarak verdim' dese, âriye sahih
olmaz. Çünkü burada mustair belli değildir.
Siga, icab ve
kabul'den oluşan âriye akdine delâlet eden lafızdır. Âriye akdinde, âriye veren
ile âriye'yi talep eden kişilerin ikisinin birden lafızları şart değildir.
Onlardan birinin lafzı, diğerinin de o malı kullanmayı kendisine, helâl
kıldığına delâlet eden fiili yeterlidir. Eğer âriye veren kişi 'Şu kitabı al,
oku' veya 'Bu kitabı sana âriye olarak verdim' dese, mustair de onu teslim
alsa, iare sahih olur veya mustair 'Bana şu kitabı âriye olarak ver' dese,
kitap sahibi de kitabı ona teslim etse, âriye sahih olur. Âriye'de akdin sahih
olması için taraflardan birinin lafzı şarttır. Eğer âriye olarak birşey isteyen
kişi onu konuşmaksızm alırsa, mal sahibi de konuşmadan verirse, âriye sahih
olmaz. Sigada tetabuk şart değildir; yani biri 'Bana şu malı âriye olarak ver'
dese, diğeri de bir müddet sonra verse, âriye isteyen kişinin onu reddettiğine
delâlet edecek birşey yoksa, âriye sahih olur.
Bir vakitle
sınırlandırılan veya bir şarta bağlanan iare de sahih olur. Meselâ mal
sahibinin bir kişiye 'Eğer İçinde oturan adam çıkarsa, şu v evimi sana bir
-sene oturmak üzere âriye olarak verdim' dese, âriye sahih olur. Çünkü iare,
temlik akdi değildir. Bu nedenle de şart ve sınırlamayı kabul eder. Zira âriye, sadece menfaatin mubah
kılınmasıdır.
Mustaar, iare
talebinde bulunan kişiye, menfaati mubah kılınan maldır. Bu malda da şu
şartların bulunması gerekir:
a. İare yoluyla verilen malın menfaati, veren
kişinin mülkü olmalıdır.
Bunu daha önce
belirtmiştik. Bu bakımdan bir malı iare yoluyla alan kişi onu başkasına iare
olarak veremez.
b. İare yoiuyîa verilen mal, kendisinden
yararlanılması mümkün olan mallardan olmalıdır.
Bu bakımdan güneşin
hararetinden, soğuktan korumayan, avret yerlerini kapatmayan, yırtık-çürük elbiseleri iare yoluyla vermek sahih olmaz. Müzmin bir
hastalığı olan bîr hayvanı veya motoru olmayan bir arabayı binilmek üzere âriye
olarak vermek de sahih değildir. Zira âriye akdi, menfaat üzerine olur.
Bunlarda ise menfaat yoktur. Bunları âriye olarak vermek, olmayan bir malı
âriye olarak vermek gibidir. En sahih görüşe göre âriye olarak verilen malın
menfaatinin verildiği anda mevcut olması şart değildir. Eğer küçük bir tay
binilmek üzere âriye olarak verilirse, akid sahih olur. Zira âriye mutlak
olduğunda veya bir zamanla sınırlandırıldığında, tay o zaman içinde binilecek
duruma gelir. Giyilmeye elverişli olmayan ve fakat ıslahı mümkün olan bir
elbiyesi âriye olarak vermek sahih olur.
c. Âriye
olarak verilen maldan yararlanmak
şer'an mubah olmalıdır.
Bu yüzden lehv (oyun)
aletlerini âriye olarak vermek sahih değildir. Bir kadına, yabancıların yanında
süs olarak kullanılan süs eşyalarını âriye olarak vermek sahih değildir. İçki
koymak için bir kabı, domuzu kesmek İçin bıçağı, masum bir kişiyi öldürmek için
bir silahı âriye olarak vermek sahih değildir. Çünkü maldan bu şekilde istifade
etmek şer'an yasaktır.
. '
Âriye akdinin sahih
olması için âriye olarak verilen mal, elbise, ev, kap ve benzerleri gibi
eksilmeyen mallardan olmalıdır. Eğer âriye olarak verilen mal kullanmakla
eksiliyorsa, âriye sahih olmaz. Bu bakımdan mumu, sabunu ve benzeri maddeleri
âriye olarak vermek sahih değildir. Çünkü bunlardan istifade etmek ancak onları
eksiltmekle, yoketmekle mümkün olabilir.
Âriye olarak bir mal
alan kişi o maldan sahibinin izin verdiği ölçüde yararlanabilir. Sahibinin izin
vermediği yerlerde onu kullanamaz. Ancak âriye aldığı malı kullandığı yer,
mala, sahibinin kullanılmasına İzin verdiği yerden daha az etki yaparsa,
kullanabilir. Eğer mal sahibi, verdiği malın kullanılmasına mutlak şekilde izin
vermişse, bu hususta herhangibir sınır koymamışsa, o maldan normal bir şekilde
istediği yerde istifade edebilir. Mal sahibi kullanılmayacak yerleri
belirtirse, orada kullanmak mala daha az etki yapsa dahi orada kullanılamaz.
Zira malın sahibi o malın menfaatinin de sahibidir ve onu teberru etmiştir.
Dolayısıyla malının nerede kullanılıp-kuüanılmayacağını belirtme hakkına da
sahiptir.
Mal sahibi arazisini
mutlak şekilde âriye olarak verirse, âriye alan kişinin o araziye bina yapması
veya ağaç dikmesi veya ekin ekmesi caizdir. Çünkü arazi sahibi araziyi mutlak
şekilde âriye olarak vermiştir.
Arazi sahibi 'Şu
araziyi sana verdim' dese, fakat 'Ondan istifade et' demese, en yaygın görüşe
göre âriye sahih olmaz. Arazi sahibi arazisini bina yapmak veya ağaç dikmek
üzere âriye olarak verse, o araziye ekin ekilebilir, çünkü ekin, ağaç veya bina
kadar araziyi yıpratmaz.
Araziyi en fazla
yıpratacak şeye izin verilmesi, daha az yıpratacak şeye izin vermek anlamına
gelir. Ancak arazi sahibi, arazisini âriye olarak verirken ekin ekmeme şartıyla
vermişse,.ekin ekemez. Arazi sahibi arazisine ekin ekmek üzere âriye vermişse,
o araziye ağaç dikilemez, bina yapılamaz. Çünkü ağaç dikmek ve bina yapmak,
ekin ekmekten daha fazla .araziyi yıpratır. Arazi sahibinin'arazisinin az
yıpranmasına razı olması, çok yıpranmasına da razı olduğu/olacağı anlamına
gelmez. Arazi sahibi arazisini belli çeşit ekinler için âriye vermişse, İzin
verdiği ve benzeri çeşitleri veya araziyi onlardan daha az yıpratan ekinleri
ekebilir. Araziye onlardan daha fazla zarar veren ekinleri ekemez.
Bu hükümler, âriye
olarak verilen her mal için geçerlidir. Binmek üzere âriye verilen otomobil, yük
taşımada kullanılamaz. Hafif malları taşımak için âriye verilen araba ile
demir, çimento ve benzeri gibi ağır maddeler taşınamaz. Bir malı âriye olarak
alan kişi bizzat ondan istifade edebildiği gibi vekili de ondan istifade
edebilir. Çünkü o malı ister âriye olarak alan kişi çalıştırsın, ister vekili
çalıştırsın, malın menfaati onu âriye olarak alan kişinin olur. Ancak vekilin
malı yıpratması, âriye olarak alan kişinin yıpratmasından fazla olmamasıdır.
Meselâ kişi âriye olarak aldığı bir motosiklete vekilini veya işçisini bindirip
ondan o şekilde istifade edebilir. Ancak vekili veya işçisi kendisinden daha
ağır olmamalıdır.
Âriye olarak alınan
mal üzerinde mustair'in eli tazminat elidir. Bu bakımdan âriye olarak alınan
mal, âriye olarak alan kişinin zimmetine girer. Eğer âriye olarak aldığı mal
telef olursa, -ister kendisi kullanırken olsun, ister başka sebeple olsun,
ister onu korumada kusurlu davransın, ister davranmasın- ödemesi gerekir. Çünkü
o başkasının malını kendi menfaati için almıştır.
Umeyye b. Saffan'ın
babası Saffan'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a) Huneyn
savaşı için ondan ödünç olarak birçok zırh almıştı. O 'Bu zırhları gasben mi
aldın ey Muhammed?! dedi. Rasûlullah 'Hayır, ödenmesi borç olan emanet olarak
aldım' buyurdu"
Herhangibir malı âriye
olarak alan kişi, malın telef olduğu günkü kıymetini ödemek mecburiyetindedir.
İsterse, mal, semavî bir afetle telef olsun hüküm değişmez. Fakat izin verilen
şekilde kullanılan malda meydana gelen yıpranma tazmin edilmez. İzin verilen
sahanın dışında kullanılan malda meydana gelen yıpranma ve eksiklik, âriye alan
kişi tarafından telafi edilmelidir. Yine âriye olarak aldığı malı, kullanılması
normal olmayan bir yerde kullanır da bundan dolayı malda bir eksiklik, bir
kusur meydana gelirce, âriye alan kişinin bunları telafi etmesi gerekir. Meselâ
oturmak için bir evi âriye olarak alan kişi orada demircilik veya marangozluk
yaparsa veya yemekte kullanılan kaplan âriye olarak alıp onlarla kum veya taş
taşırsa, malda da bir eksiklik, bir kusur meydana gelirse, bunun zamini olur.
Yine mal sahibi malını
istedikten sonra âriye alan kişi onu kullanmaya devam ederse ve malda bir
eksiklik- meydana gelirse veya telef olursa, malın zamini olur. Hatta mal
sahibi istedikten sonra, veya kullanma müddeti bittikten sonra normal şekilde
kullanırken malda meydana gelen eksiklikleri de âriye olarak alan kişi ödemek
zorundadır. Çünkü malı izinsiz olarak kullanmıştır.
Âriye olarak alınan
mal, izin verilen sınırlar dahilinde kullanıldığında, onda meydana gelen
eksikliklerin telafi edilmesi, telef olduğunda ödemesi gerekmediğini
söylemiştik. Yine âriye olarak alınan mal, izin verilmeyen yerde kullanılır da
telef olursa ödenmesi gerektiğini de belirtmiştik. Bu bakımdan âriye akdinde
bunun aksi şart koşulursa o şart manasızdır; yerine getirilmesi gerekmez, ancak
âriye akdi sahih olur. Alimlerin bazıları böyle şart koşulduğu takdirde âriye
akdinin fasid olacağını söylemişlerdir.
Âriye olarak verilen
malın masrafı, meselâ çalıştırmak üzere verilen bir hayvanın yem masrafı veya
oturmak üzere verilen evin tamir masrafı, malı âriye olarak veren kişiye
aittir. Malı âriye olarak veren kişi ister o malın sahibi olsun, ister onu
kiralamış da âriye olarak vermiş olsun hüküm değişmez. Çünkü malın masrafı
mülke tâbidir. İare ise mâlik tarafından malın menfaatinin teberru edilmesi demektir.
Malın mâlikine âriye karşılığında birşey vermek vacib değildir.
Âriye alınan malın
kulîanma müddeti sona erdiğinde veya âriye akdi fesholduğunda, malı
götürüp sahibine teslim
etmek vacibdir. Âriye olarak alınan malın geri götürülme
masrafı olursa, o masraf âriye alan kişiye aittir. Çünkü onu götürüp sahibine
teslim etmek, âriye olarak alan kişinin üzerine vacibdir ve o malı kendi
menfaati için almıştır. Vacibi yerine getirmek için gereken şey de vacibdir.
Malı geri götürmek ancak bu harcamayı yapmakla mümkün oluyorsa, bu harcama da
vacib olur. Hz. Peygamber'in şu sözü de buna delâlet etmektedir:
Bir şeyi emanet olarak
alan kişi, onu sahibine verinceye kadar
ondan sorumludur.
Yani aldığı malı
sahibine teslim edinceye kadar, yapılan masraflar ona aittir. Safvan b.
Umeyye'den rivayet edilen bir hadîste Hz. Peygamber Safvan'a şöyle demiştir:
Geri vermek üzere
emanet olarak aidim.
Eğer kira ile bir
araba alınır da kira müddeti zarfında başkasına âriye olarak verilirse, araba
kiralayan kişiye değil de mal sahibine teslim ediliyorsa, geri götürme masrafı
mal sahibine ait olur. Çünkü âriye olarak alan kişi burada malı götürme
hususunda onu kiralayan kişi gibidir. Öyleyse malı geri götürme masrafı
kiracıya değil, mal sahibine ait olur.
Âriye akdi, her iki
taraf için de caiz bir akiddir; yani malını âriye olarak veren veya o malı
âriye olarak alan kişilerden biri istediği zaman -diğerinin haberi ve rızası
olmasa dahi- âriye akdini feshedebilir. Bu bakımdan malını âriye olarak veren
kişi istediği zaman malını alabilir, hatta malını belli bir vakit için âriye
olarak verse dahi o vakit gelmeden önce malını isteme hakkına sahiptir.
Bir malı âriye olarak
alan kişi de, istediği zaman malı götürüp sahibine iade edebilir. Taraflardan
hiçbiri âriye akdini devam ettirmek zorunda değillerdir. Çünkü âriye olarak
verilen mal, şefkat, hayır, sevap ve kişiye iyilik olsun diye verilmiştir.
Burada her iki tarafa da herhangibir mecburiyet yüklemek uygun düşmez. Ancak şu
husus bundan istisna edilmiştir. Arazisini mezarlık olmak üzere âriye yoluyla
veren kişinin ve ölü sahiplerinin bu âriye akdini feshetme yetkileri yoktur.
Arazisini mezarlık
olmak üzere âriye yoluyla veren kişi onu geri alamaz, araziyi âriye yoluyla
alıp da ölüsünü defneden kişi de defnedilen ceset çürüyüp toprak oluncaya,
ondan hiçbir eser kalmayıncaya kadar onu geri veremez. Çünkü defn izinle
olmuştur ve izinle defnolunan ölünün mezarını açıp onu başka yere nakletmek
insanlık hürmetini yıkmak olur.
Şu husus da bu
hükümden istisna edilmiştir: Malını belli bir işte kullanmak üzere âriye
olarak veren kişi, malı âriye olarak alan kişinin zarar göreceği bir zamanda
malını isterse, malı âriye olarak alan kişinin işini bitirmeden malı iade etme
mecburiyeti yoktur. Meselâ eşyalarını taşımak için âriye yoluyla bir gemi alsa,
eşyalar gemiye yüklenip gemi denizde yol almaya başlasa, tam bu sırada gemi
sahibi 'malımı ver' dese, gemiyi âriye olarak alan kişinin gemiyi o anda verme
mecburiyeti yoktur veya eşya taşımak için bir kamyonu âriye olarak alsa, mal
sahibi, başka bir arabanın bulunmadığı -meselâ sahra gibi- bir yerde malını
geri istese, onu âriye olarak alan kişinin malı sahibine, zarar görmeden teslim
edebileceği bir yere gelinceye kadar teslim etmesi gerekmez. Ancak mal
sahibinin malı istediği andan malı teslim etme anma kadar ki süre için, âriye
alan kişinin mal sahibine ücret-i misil vermesi gerekir.
Arazi; ağaç dikmek,
bina yapmak veya ekin ekmek üzere âriye olarak verilebilir.
Eğer arazi sahibi
arazisini bina yapmak veya ağaç dikmek için âriye vermiş, bina yapıldıktan veya
ağaç dikildikten sonra malını istemişse ve arazisini âriye olarak verirken
dikilen ağaçların veya yapılan binanın kaldırılmasını şart koşmuşsa, şartlara
uyulması vacib olur. Çünkü Hz. Peygamber 'Müslümanlar şartlan üzerindedirler'
buyurmuştur; yani koşulan şartları yerine getirmek mecburiyetindedirler. Eğer
-sökülme veya yıkılma şartına rağmen- araziyi âriye olarak alan kişi yaptığı
binayı veya diktiği ağaçları kaldırrnazsa, mal sahibi onları söker,
• Arazi sahibi bina yıkılıp ağaçlar söküldükten
sonra arazinin tesviye edilmesini de şart koşmuşsa, bu, iki halde de onu ilzam
eder ve fakat şart koşmamışsa onu ilzam etmez.
Eğer arazi sahibi, âriye alan kişiye yapılan
binayı veya dikilen ağaçlan kaldırmayı şart koşmamışsa, araziyi âriye olarak
alan kişi istese yapılan binayı veya dikilen ağaçlan söker, isterse bırakır.
• Yaptığı binayı veya
diktiği ağaçlan kaldırdığında onların kıymeti eksilirse, mal sahibinden hiçbir
hak talep edemez. Çünkü bu onun kendi mülküdür, onları söktüğü zaman zararına
razı olmuş demektir.
En sahih görüşe göre
araziyi teslim aldığı şekil üzere teslim etmesi gerekir; bu nedenle de araziyi
tesviye etmelidir. Zira yaptığı binayı veya diktiği ağaçlan kendi isteğiyle
sokmuştur, eğer sökmek istemeseydi ona zorla söktürülemezdi. Bu yüzden yaptığı
binayı veya diktiği ağaçlan söktükten sonra araziyi tesviye ederek
(düzelterek) sahibine teslim etmesi gerekir. Araziyi âriye olarak alıp ona
bina yapan veya ağaç diken kişi yaptıklarını sökmek istemezse, arazi sahibi üç
şeyden birini yapmakta serbesttir.
a. Bina ve ağaçlan olduğu gibi bırakır, ücret-i
misil alır.
b. Bina ve ağaçları yıkar. Yıkılmamış haliyle
yıkılmış hali arasındaki kıymet farkını mustair'e verir. Bina ve ağaçlan yıkma
masrafı da kendisine ait olur.
c. Bina veya
ağaçları söküleceği günkü kıymetiyle sahibinden satın alır. Bu, icab ve kabul'ü
kapsayan bir akid ile olmalıdır.
Muhayyerlik mal
sahibine aittir, çünkü ihsan eden, malın sahibi oian odur. Eğer arazi sahibi bu
üç seçenekten birini tercih ederse, mustair yaptığı binayı veya diktiği ağaçlan
kaldırmaya zorlanır. Arazi sahibi bu üç seçenekten birini tercih etmezse -en
sahih görüşe göre- kadı, onlar sulh yapıncaya veya mal sahibi bu üç seçenekten
birini tercih edinceye kadar onlardan yüzçevirir. Bazıları şöyle demişlerdir:
Hâkim, araziyi ve arazide bulunanları satar, parayı onlar arasında mallarının
kıymeti nisbetine göre paylaştırır. Böyle yapılmasının sebebi de husumeti
ortadan kaldırmaktır.
En sahih görüşe göre
mal sahibi arazisini ister mutlak şekilde âriye versin, ister bir zamanla
sınırlandırsın mesele değişmez. Ancak mutlak olarak âriye verilen araziye,
âriye alan kişi bina yaparsa veya ağaç dikerse,, sonra da onları yıkarsa,
ikinci bir kez bina yapması veya ağaç dikmesi ancak yeni bir izinle mümkündür.
Eğer izinsiz olarak yaparsa, yap-tıklarını yıkıp araziyi tesviye etmeye mecbur
edilir. Allah hakikati daha iyi bilir. Bir zamanla sınırlandırılarak âriye
verilen araziye, ise -arazi sahibi malını istemedikçe ve müddet bitmedikçe- ara
ara fidan dikmek, bina yapmak meşrudur. Arazi sahibi malını geri isterse, daha
önce zikredilen hükümler tatbik edilir.
Arazisini ekin için
âriye veren kişi, ekin henüz olmadan arazisini geri isterse, -en sahih görüşe
göre- araziyi âriye olarak alıp ekin eken kişi ekin yetişip tarladan
kaldırincaya kadar araziyi sahibine teslim etmek zorunda değildir. Çünkü ekin
yetişmeden önce kaldırılırsa kıymeti düşer, belki zayi olur.
Oysa ekin muhterem bir
maldır. Bu nedenle ekin yetişinceye kadar beklenir,
arazi sahibinin malını istediği andan ekinin yetiştiği ana kadar geçen süre
için ücret verilir.
Burada âriyenin mutlak
şekilde verilmesiyle bir zamanla sınırlandırılması arasında fark yoktur. Ancak
arazi bir zamanla sınırlandırılarak âriye verilmişse, ekin de tayin edilen
zaman içinde yetişmemişse, bu da âriye alan kişinin kusuru nedeniyle olmuşsa,
meselâ tohumu geç atmışsa veya kar ve sel nedeniyle tohum atması gecikmiş de
tayin edilen zaman içinde yetişmeyecek bir ekin ekmişse, arazi sahibi, âriye
alan kişiyi ekinini kaldırıp araziyi tesviye etmeye -âriye alan kişi bundan
zarar görse dahi- zorlayabilir. Çünkü araziyi âriye olarak alan kişi, sınırı
aşmış, zulüm işlemiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Haksız yere başkasının
yerine ağaç dikenin orada hakkı yoktur.
Âriye olarak alınan
mal, örf ve âdette nasıl teslim ediliyorsa, sahibine. öyle teslim edilmelidir.
Âriye olarak alınan malların teslim edilme şekilleri değişiktir. Meselâ
kıymetli mücevherler genellikle sahibinin eline teslim edilir. Bazı eşyalar ise
genellikle sahibinin evine götürülür veya sahibinin vekiline teslim edilir.
Âriye olarak alınan
ev, arazi ve benzeri gibi gayr-ı menkullerin tahliye edilmesi, sahibine teslim
etmek sayılır.
Âriye veren kişi ile
alan kişi arasında bazı hususlarda ihtilaf çıkabilir. Onlardan bazılarını şöyle
sıralayabiliriz:
a. Geri
verme hususunda ihtilaf çıkması
Meselâ âriye alan
kişi, aldığı malı mal sahibine verdiğini iddia ederse, mal sahibi de bunu inkâr
ederse, yeminle beraber mal sahibinin sözüne itibar edilir. Çünkü inkâr eden
odur.
Kaideye göre şahit
getirmek müddei'ye, yemin etmek de inkâr edene düşer; yani müddei, malı iade
ettiğine dair şahit getirirse müddei'nin sözüne itibar edilir. Çünkü âriye
olarak verilen malın, mustair'in eîinde olduğu sabit olmuş, fakat malı
sahibine teslim ettiği sabit olmamıştır. Bu durumda malın onun elinde olması
asıl kabul edilir. Mal sahibi malı aldığını inkâr etmekle asıl olana
sarılmıştır. Yeminle beraber söz asıl olana sarılanın sözüdür.
b. Malın telef olması durumunda çıkan ihtilaf
Âriye olarak verilen
mal telef olsa, âriye olarak alan kişi de izin verilen yerlerde ve normal
olarak kullanırken telef olduğunu iddia etse, mal sahibi de bunu reddederek
izin verilmeyen yerlerde kullanıldığı için telef olduğunu İddia etse, yeminle
beraber malı âriye olarak alan kişinin sözüne itibar edilir. Çünkü âriye
olarak alınan malın halkın gözü önünde kullanılması adet değildir ki âriye alan
kişinin şahit getirmesi gereksin. Bu durumda şahit getirmek imkânsızdır. Ayrıca
tazminatta aslolan beraat-ı zimme'dir. Burada mal sahibi tazminat iddiasındadır,
mustair de aslolana' yapışarak bunu inkâr etmektedir.
Bu durumda yeminle
beraber inkâr edenin (mustair'in) sözüne itibar edilir. Nitekim bunları daha
önce belirtmiştik. Mustair doğru söylediğine dair yemin eder ve tazminattan
kurtulur.
c. Akdin aslında ihtilaf etmeleri
Mal sahibi 'Ben malımı
sana âriye olarak değil, icar olarak verdim' dese, diğeri de 'Sen bana âriye
olarak verdin' dese veya mustair 'Malı bana âriye olarak verdin' dese, mal
sahibi de 'Sen onu benden gasbettin' dese, -en sahih görüşe göre- yeminle
beraber mal sahibinin sözüne itibar edilir; yani mal sahibi 'Ben malımı icar
olarak verdim' diye veya 'Falan kişi malımı gasbetti' diye yemin ederse, onun
sözüne itibar edilerek hakkı verilir. Çünkü aslolan, malından yararlanmaya
ancak karşılıklı olursa izin verilmesidir.
Mal sahibi yemin
ettiği zaman -ücret gerektiren bir zaman geçmişse-ücret-i misil almaya hak
kazanır. Mal mevcut ise sahibine teslim edilir, mal telef olmuşsa, ondan
faydalanan kişi zamin olur. Mal sahibinin iddia ettiği tazminat, maldan
yararlanan kişinin iddia ettiği tazminattan fazla olursa, bu fazlalık için mal
sahibinin yemin etmesi gerekir.
Âriye olarak verilen
mal telef olursa, telef olduğu günkü kıymetine göre tazmin edilir. Gasbedilen
mal telef olursa, gasbedildiği günden telef olduğu güne kadar olan süre
içindeki en fazla fiyatı ne ise ona göre tazmin edilir. Eğer kıymet eşit ise
ikisi ittifak etmiş olurlar. Aksi takdirde mal sahibi fazlalık için yemin eder.
Çünkü taraflar onun üzerinde ittifak etmemişlerdir.
Âriye akdi şu
durumlarda sona erer:
a. Mal sahibi âriye olarak verdiği malı isterse,
âriye akdi sona erer. Mal sahibinin âriye olarak verdiği malı, âriye müddeti
bitmeden
önce veya bittikten
sonra istemesi hükmü değiştirmez. Çünkü âriye akdi, taraflar için vacib plan
bir akid değil, caiz olan bir akiddir.
b. Akdi yapan kişilerden birinin delirmesi veya
baygınlık geçirmesiyle âriye akdi sona erer.
Âriye verenle alan
kişide bulunması gereken şartların farklı olduğunu söylemiştik. Zira âriye
veren kişi teberru ehliyetine, alan kişi de teberru'yu kabul etme ehliyetine
sahip olmalıdır. Deli veya baygınlık geçiren bir kimse ise buna ehil değildir.
c. Âriye veren veya alan kişilerden birinin
ölümüyle âriye akdi sona erer.
Çünkü âriye akdi,
malın menfaatinin mubah kılınmasıdır. Malını âriye olarak veren kişi ölürse
mal sahibi yok sayılır, malı âriye olarak alan kişinin ölmesiyle de kendisine
verilen izin ve yararlanma ortadan kalkmış olur.
d. Âriye veren veya alan kişinin sefihlikten
ötürü hacr altına alınmasıyla âriye akdi sona erer.
Hacr altına alman kişi
teberru etmeye veya teberru'yu kabul etmeye ehil değildir. Bu bakımdan onun
yaptığı âriye akdi fasid olur.
e. Arazi sahibinin üzerine iflas nedeniyle hacr
konursa, âriye akdi sona erer.
İflas nedeniyle hacr
altına alman kişinin malını teberru etmeye yetkisi yoktur. Ona teberru
yetkisinin verilmemesi, alacaklılarının maslahatı içindir.