CENAZE AHKAMI 2
Ölümü Hatırlamak. 2
Sekerata Giren Kişiye Yapılması Gereken Şeyler 2
Ölen Bir Müslümana Yapılması Gerekenler 2
Ölen Müslümana
Yapılması Vacib Olanlar 2
. Ölünün
Yıkanması 3
B.
Ölünün Kefenlenmesi 3
C. Cenaze
Namazı 4
D.
Cenazeyi Defnetmek. 5
Cenaze Teşyî'nin Âdabı 6
Cenazeleri Teşyîde Bid'at Olan Hususlar 6
Düşük Sakt) ve Şehid'in Hükmü. 7
Kabirleri
Ziyaret Etmek. 8
Kabir
Ziyaretinin Âdabı 8
Her insanın ölümü çok
hatırlaması sünnettir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Lezzetleri kaçıran
ölümü çokça anın
Genç, yaşlı, sağlıklı,
hasta herkesin tevbe etmesi ve Allah için istikâmet sahibi olmak suretiyle
ölüme hazırlanması sünnettir. Çünkü ecelin vakti, Allah katında kesin olarak
tayin edilmiştir. Ölüm gençten yaşlıya, sağlıklıdan hastaya daha yakın
değildir. Nice gençler vardır ki ölüm onları, gençlik hallerine daldıkları bir
durumda ansızın alıp götürüyor. Nice yaşlılar da bugün-yarın ölümü bekleyip
durdukları halde ömürleri uzayıp duruyor. Hastalık, bir insanın üzerine çöktüğü
zaman, onun ölümü daha çok anması ve daha çok ölüme hazırlanması elzemdir.
Hastada, ölüm halinin
belirtileri görüldüğünde şu hususların yerine getirilmesi gerekir.
1. Hasta
sekerata girdiğinde, ailesinin yapması
gereken şeyler şunlardır: Hasta sağ kolu üzerine yatırılıp yüzünün kıbleye
döndürülmesi gerekir. Eğer sağ kolu üzerine yatması zor ise sırtüstü
yatırılarak başının altına bir yastık koymak suretiyle yüzünün kıbleye
döndürülmesi, ayaklarının iç kısımları da kıbleye gelecek şekilde yatırılması
gerekir. Bunları kıbleye döndürmek sünnettir.
2. Şehadet kelimesini telkin etmek sünnettir.
Şehadet kelimesi 'Lâ
ilahe illallah' sözüdür. Ancak bu telkin güzel bir şekilde yapılmalıdır.
Şehadet getirmesi için hastaya ısrar edilmemelidir. Hastanın kulağına,
işitebileceği şekilde Lâ ilahe illallah sözünü tekrar etmek gerekir. Ancak
hastaya 'Sen de söyle' diye baskı yapılmamalıdır. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Ölümü yaklaşan
kimselere 'lâ ilahe illallah' sözünü telkin edin.
3. Ölümü
yaklaşmış olan kişinin yanında Yasin sûresini okumak sünnettir. Çünkü Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ölümü yaklaşan
kimselerin yanında Yasin okuyun.
Hadîste geçen
'ölüleriniz' (=mevtâkum) tabirinden murad, sekerat-ı mevt'e giren
müslümanlardır.
4. Ölümün
belirtilerini hisseden hastanın, Allah hakkında hüsn-ü zanda bulunması
sünnettir, Hasta, günahlarını arkasına atarak bütün günahları bağışlayıcı olan
rabbe yönelmelidir. O'nun yanına gittiğini düşünmelidir. Evet, kişi imanını
korudukça Allah tüm günahlarını affeder. Bir hadîs-i kudsîde şöyle buyuruImuştur:
'Ben kulumun zannı üzereyim'.
Bir müslüman öldüğünde
yapılması sünnet olan hususlar şunlardır:
1. Gözleri
kapatılıp, ağzının açık kalmaması için çenesi temiz bir bezle bağlanmalıdır.
- Ümmü Seleme şöyle
anlatıyor: 'Hz. Peygamber, Ebu Seleme'nin (ölümünü müteakip) yanına girdi. Onun
gözü açık halde idi. Hz. Peygamber onun gözlerini kapattı'.
2. Ölünün kollan, bacakları hareket ettirilerek
her âzası normal şekline getirilmelidir.
3. Karnının şişmemesi için üzerine bir ağırlık
konmalıdır. Çünkü karnı şiştiğinde şekli çirkinlesin Ayrıca tüm bedenini hafif
bir örtüyle örtmek mendub'dur.
4. Ölünün tüm elbiseleri çıkarılmalıdır.
Cenazeyi bir tahta veya benzeri birşeyin üzerine koymak gerekir. Bu esnada
sekerat anında olduğu gibi yüzünü kıbleye çevirmek gerekir. Bütün bu işleri,
mahremlerinden en şefkatli olanının yapması uygun olur.
Ölen müslütnanın bir
an önce yıkanması, kefenlenmesi, namazının kılınması ve defnedilmesi tüm
müslümanlara farz-ı kifaye'dir. Ölünün memleketinde yaşayan müslümanlardan
herhangibir kişi bu görevi yerine getirmezse, o beldede oturan bütün
müslümanlar günahkâr olur.
Teçhizin başlangıcı
ölünün yıkanmasıdır. Yıkamanın iki keyfiyeti vardır:
Birinci Keyfiyet:
Guslün, tahakkuk eden en az derecesidir ki böyle bir gusulle dahi günahlar
ortadan kalkar. Bu gusül, ölünün bedeninde bulunan necasetleri temizledikten
sonra tüm bedeni yıkamak ve üzerine su dökmekten ibarettir.
İkinci Keyfiyet: Bu,
sünnetin tahakkuk ettiği en mükemmel şekildir. Gassal'm (ölüyü yıkayan
kimsenin) aşağıdaki hususlara dikkat etmesi gerekir:
1. Ölü, tenha ve yüksek bir yere konmalı, avreti
örtülmelidir,
2. Gassal
Ölüyü yıkamak için onu geriye doğru eğik tutarak teneşir üzerine oturtmalı ve
sağ dizine dayandırmak, sağ elini omuzuna, baş parmağını da ensesine
koymalıdır. Sonra karnında herhangibir şey varsa çıkartmak için sol eliyle
karnını iyice sıvazlamahdır. Sonra sırtüstü yatırıp sağ eline bir bez sararak
ön ve arka tarafını yıkamalıdır. Sonra elindeki bezi değiştirerek yeni bir bez
sararak ağzını, burnunu temizlemeli ve abdest aldırmalıdır.
3. Ölünün yüzünü ve başını sabunlamak, saç ve
sakalını taramalı, saç veya sakalından düşen kılları muhafaza etmeli ve
kefenlendiği zaman onları kefene koymalıdır.
4. Ölünün
önce sağ tarafı, sonra sol tarafı yıkanmalı, sonra sol tarafına doğru çevirip
arka yönünden sağ tarafı, sonra sağ tarafına doğru çevirip arka yönünden sol
tarafı yıkanmalıdır. Böylece tüm beden
yıkanmış olur. İşte bu bir yıkamadır. İkinci ve üçüncü defa bunun tekrarlanması
sünnettir. Son yıkama yapılırken suya, kâfur gibi kokulu bir madde katılarak
yıkama yapılmalıdır. Yalnız ihramda ölen kimse için kâfur gibi kokulu birşey
kullanmak caiz değildir.
Bu geçen hükmün
delili, Ümmü Atiyye'nin rivayet ettiği şu hadîstir: Biz kızım yıkamakla meşgul
bulunurken Hz. Peygamber yanımıza girip şöyle buyurdu:
Kızımı su ve sidr ile
üç, yahut beş, hatta gerekiyorsa bundan daha fazla da yıkayınız. En son yıkayışta
kâfur yahut kâfur nev'inden bir koku kullanınız. Yıkamaya sağ tarafı ile ve
abdest azalarıyla başlayınız
Ölen kişi ihramda ise,
bedenine kâfur ve benzeri kokulu maddeleri sürmemek şartıyla diğer ölülerin
yıkandığı gibi yıkanması gerekir.
İbn Abbas şöyle
rivayet ediyor: Bir kişiyi devesi sırtından attı ve çiğneyerek Öldürdü. Hz.
Peygamber şöyle buyurdu:
Onu su ve sidr ile
yıkayın, iki elbise ile kefenleyin, başını örtmeyin. Sakın onun bedenine koku
sürmeyin. Çünkü Allah Teâiâ onu kıyamet
gününde saçları karışmış olarak (bir rivayette "telbiye okuduğu
halde") huzura getirir.
Erkek ölüyü erkeğin,
kadın ölüyü de kadının yıkaması vacib'dir. Nitekim bu daha önce geçen
hadîslerden anlaşılmaktadır. Ancak erkek, karısını, kadın da kocasını
yıkayabilir. Eğer kadını yıkamak için yabancı bir erkekten başka kimse yoksa
veya erkeği yıkamak için yabancı bir kadından başka kimse yoksa, gusül vazifesi
sakıt olur, onun yerine teyemmüm yaptırılır.
Ölüyü yıkamak, onu
şereflendirmek ve temizlemek için teşrî kılınmıştır. Bu bakımdan ölen her
müslürnanı yıkamak farzdır. Ancak savaş alanında şehid düşen müstesnadır. Onun
hükmü ileride gelecektir.
İstenilen kefenin en
azı, ölünün tüm bedenini kapatacak bir kumaşla sarılmasıdır. En sahih görüşe göre
vacib olan kefen, avret yerlerini örten bir elbisedir. Kefenin en mükemmel
şekli ise şöyledir: Eğer ölü erkekse üç beyaz kefene sarılmalıdır. Bunlar onun
tüm bedenini örtecek kadar uzun olmalıdır. Beyaz olmayan kumaşları kefen olarak
kullanmak tıpkı iç gömleğe benzer birşey ile kefenlemenin veya sarığa benzer
birşey ile başı örtmenin mekruh olduğu gibi mekruhtur.
Hz. Aişe şöyle der:
"Hz. Peygamber üç beyaz kefene sarılarak kefenlendi. Onların içerisinde
ne gömlek, ne de sarık vardı".
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Beyaz elbise giyin,
çünkü beyaz elbise giyeceklerin en hayırlılarındandır. Ölülerinizi de beyaz
kefene sarınız.
Eğer ölen kadın ise
onu beş tane beyaz kefene sarmak sünnettir. Bunlar şu şekilde sarılmalıdır:
Göbeğinden aşağısını kapatan bir peştemal, göbeğinden yukarısını kapatan bir iç
gömlek, başını kapatan bir örtü ve bunları kapatan, tepeden tırnağa kadar
uzanan iki uzun kefen. Çünkü Hz. Peygamber'in, kızı Ümmü Gülsüm'ün bu şekilde
kefenlenmesini emrettiği rivayet edilmiştir.
Bu şekil kefenleme,
ihramh olmayan kişiler içindir. Nitekim bunu daha önce belirtmiştik. Eğer kişi
ihramda ise onun başını açık bırakmak farzdır.
Çünkü Hz. Peygamber,
devesi tarafından tepilip
öldürülen
kişinin, başının
açıkta bırakılmasını emretmiştir. İhramda olan kadının da başı açıkta
bırakılır.
Kefenin kumaşı,
giyilmesi caiz olan kumaşlardan olmalıdır. Bu bakımdan erkekler, ipek kefene
sarılamazlar.
Şu hadîs, cenaze
namazının meşruiyetine delâlet etmektedir: 'Hz. Peygamber, Necâşî'nin vefatını,
Necâşî'nin öldüğü gün insanlara haber verdi. Müteakiben halkı musallaya çıkarıp
dört tekbir aldı'.
Cenaze namazı, ancak
ölü yıkandıktan sonra sahih olur. Cenaze namazının kılınma şekli şöyledir:
1. İhram
tekbiri alınıp niyet edilir.
Niyetin keyfiyeti,
dört tekbirden ibaret olan namazı farz-ı kifaye olarak şu ölünün üzerine
kılmaya içinden niyet etmek şeklindedir.
2. Tekbir alındığında, normal namazlarda olduğu
gibi eller bağlanıp Fatiha sûresi okunur.
3. Fatiha'yı tamamladıktan sonra ikinci tekbir
alınır, eller kulak memelerine değecek kadar kaldırılır, sonra eller bağlanır.
Sonra Hz. Peygamber'e salât ve selâm okunur. Bunun en efdali ise içinde Hz.
İbrahim'e salât ve selâm okunanlardır. Bunlar namazın hükümleri bahsinde
geçmişti.
4. Sonra üçüncü tekbir alınır ve ölü için dua
edilir. Zaten cenaze namazındaki en büyük maksat duadır.
Talha b. Abdullah b.
Avf şöyle rivayet etmiştir: İbn Abbas'ın arkasında cenaze namazı kıldım.
Fatiha'yı okudu ve sonra şöyle dedi: 'Onlar Fatiha okumanın sünnet olduğunu
bilsinler'.
Ebu Usame b. Fahr'dan
şöyle rivayet edilmiştir: 'Cenaze namazında sünnet olan-, imam tekbir aldıktan
sonra Fatiha'yı gizlice okumak, sonra Hz. Peygamber'e salât ve selâm getirmek,
ölü için dua etmek, tekbirlerden sonra birşey okumamak, sonra da gizlice selâm
vermektir'.
Cenaze namazının bu
şekilde kılınması şöhret bulmamıştır.
Duanın en azı 'Yârab!
Ona rahmet et' veya 'Yârab! Onu affet' demektir. Duanın ekmeli ise Hz.
Peygamber'den rivayet edilen şu duayı okumaktır:
Ey Allahım! Dirimizi,
ölümüzü, hazır olanımızı ve olmayanımızı, küçüklerimizi, büyüklerimizi,
erkeklerimizi, kadınlarımızı bağışla! Ey Allahım! İçimizden
yaşamasını dilediğini İslâm
üzere yaşat, içimizden ölmesini
dilediğini de iman üzere öldür.Sonra
şöyle dua etmelidir: Alhhumme hazâ abduke ve ibnu abdeyke. (Ey Allahım! Bu
senin kulundur ve iki kulunun da evladıdır). Eğer ölü, kadın olursa şöyle dua
edilmelidir:
Yârab! Şu senin kulun
ve şu da iki kulunun kızıdır. Eğer kadınsa;
Allahım, bu cariyendir
ve cariyenin kızıdır. Dostlarını bırakarak dünyanın genişliğinden çıkıp kabrin
karanlığına girmiştir. Kabird mülâki olacak şeylerle başbaşa kalmıştır. O,
senden başka ilah olmadığına ve
Muhammed'in, senin kulun ve
rasûlün olduğuna şehadet ederdi. Sen onu bizden daha iyi bilirsin.
Yârab! O, senin misafirindir, sen, ağırlayanların en hayırhsısın. O, senin
nimetine muhtaç olmuştur. Sen ona azap etmekten müstağnisin. Biz sana
yalvara-rak geldik, ona şefaat ederek geldik. Ey Allahım! Eğer iyilik işleyense
iyiliğini artır. Eğer kötülük işlemişse kötülüğünden vazgeç. Onu rahmetinle,
rızanla karşı karşıya getir. Onu kabir fitnesinden ve azabından koru. Onun kabrini genişlet. Onun yanlarını yerden
uzak tut. Rahmetinle onu emniyete kavuştur. Azabından emin kıl. Ta ki onu
cennetine koyacağın zamana kadar. Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Eğer ölen, çocuk
olursa şöyle dua edilir:
5 Ey Allahım! Bu çocuğu anne ve babasına öncü kıl.
Şeref, nasihat, ibret ve şefaatçi kıl. Onların kalplerine sabır ihsan eyle.
Onları, evlatlarından sonra fitneye düşürme, çocuklarının ecrinden mahrum
etme!
Bu duaları, İmam Şafii
birtakım rivayetlerden seçmiştir. Çoğu zaman aynı mânâyı ifade eden lafızları
kendisi kullanmıştır. İmam Şafii'nin öğrencileri de bunları güzel görmüşlerdir.
Bu husustaki en güçlü
rivayet, Avf b. Mâlik'in rivayetidir: Hz. Peygamber, bir cenaze üzerine namaz
kıldırdı. Ben de onun duasından şunları ezberledim. Hz. Peygamber şöyle
diyordu:
Allahım! Ona mağfiret
et, ona merhamet eyle ve onu her türlü belâ ve kötülüklerden selâmette kıl. Onu
affet. Vardığı yerde ona ikram eyle, girdiği yeri (kabrini) geniş kıl. Onu su,
kar ve dolu ile yıka. Ve onu beyaz elbiseyi kirden temizlediğin gibi hatalardan
temizle, ona dünyadaki mekânı karşılığında ondan daha hayırlı bir mekân, aile
ve akrabası yerine dünyadakilerden daha hayırlı bir aile ve akraba, eşinden de
daha hayırlı bir eş ver! Onu cennete koy ve kabir fitne-siyle cehennem
azabından koru!
Avf b. Mâlik şöyle
demiştir: "Bu duayı işitince 'keşke bu ölünün yerinde ben olaydım' diye
temennide bulundum".
5. Sonra
dördüncü tekbir alınıp şu dua okunur:
Ey Allahım! Bizi onun
ecrinden mahrum etme. Ondan sonra bizi saptırma. Hem bizi, hem de onu bağışla!
6. Sonra
sağa ve sola -diğer namazlardaki gibi- selâm verilir.
Abdullah b. Mes'ud
şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Peygamber, cenaze namazında, diğer namazlardaki
selâm gibi selâm veriyordu'.
Bütün bu
söylediklerimizden, cenaze namazının ayakta kılındığı ve kılınması gerektiği
anlaşılmaktadır.
a. Cenaze,
kokusu duyulmayacak ve yırtıcı hayvanların cesedi parçalamasına engel olacak
kadar derine, yüzü kıbleye dönük olarak gömülmelidir. Kabir'in en uygunu, orta
boylu bir kişinin ellerini havaya kaldırdığı boydaki bir derinlikte olmasıdır.
Kabir'in genişliği ise 1 zira ve 1 karış olmalıdır. Hz. Peygamber Uhud
şehidleri hakkında şöyle buyurmuştur:
Kabri derin kazın,
genişletin ve güzelleştirin!
b. Ölüyü sağ kolu üzerine yatırıp yüzünü kıbleye
çevirmek vacibdir.
Eğer ölünün yüzü
kıbleye çevril memişse, onun üzerine toprak atılıp kapatılmış - olsa da
-cesedin bozulmadığı kanaati varsa- kabri yeniden eşip ölüyü
kıbleye çevirmek vacib,
yüzünü toprağa koymak
ise mendubdur.
c. Eğer toprak sert ise kabire Iahd yapmak
sünnettir.
Çünkü Sa'd b. Ebî
Vakkas, ölüm hastalığı esnasında şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber'in kabrine
yapıldığı gibi, benim kabrime de Iahd yapın ve üzerime tuğla koyun'.
Lahd, kıble
tarafındaki duvarın altını, cesedin sığabileceği kadar oymaktır. Toprağın,
cenazenin üzerine atılmaması için lahd'in önü ince ve uzun taşlarla
kapatılmalıdır. Eğer toprak gevşekse, şak yapmak men-dubtur. Şak, kabrin tam
ortasında cenazenin sığabileceği kadar bir çukur açmak, o çukurun iki tarafını
da tuğla ve benzeri şeylerle yükseltip -cesedin üzerine toprak düşmemesi için-
üzerini taşla örtmektir.
d. Ölü, teneşirden aşağıya ve kabre
indirilirken baş tarafından tutulup indirilmelidir.
Haris, namazını
Abdullah b. Zeyd'in kıldırmasını vasiyet etmişti. Abdullah onun cenaze
namazını kıldırdı. Sonra onu ayakların geldiği taraftan kabre soktu ve 'Bu
sünnettendir' dedi.
Ölünün en yakın erkek
akrabalarından bir veya iki kişinin, düzeltmek için kabre inmeleri sünnettir.
Ölüyü lahd'e yerleştiren kişi 'Bismillah! ve ala sünneti rasûlullahi' (Allah'ın
ismi ve Peygamber'in sünnetiyle) demelidir. Çünkü Hz. Peygamber böyle demiştir.
İbn Ömer'den şöyle
rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber, cenaze kabre konulduğu vakit şöyle derdi:
'Allah'ın adıyla ve Rasûlullah'ın sünneti üzerine...'
Cenaze Teşyî'nin Âdabı
ve Bu
Husustaki Bid'atlar
Cenazeyi kabre kadar
teşyî etmek, erkekler için müstehabdır.
Berâ b. Âzib şöyle
rivayet etmiştir: 'Hz. Peygamber, cenazenin arkasından gitmemizi, hastaları
ziyaret etmemizi, aksıran kişiye 'yerhamu-kellah' dememizi, davete icabet
etmemizi, mazlumun yardımına koşmamızı emretti'.
Ölü defnedildikten
sonra mezarlıktan ayrılmak müstehabdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim cenaze namazı
kılınıncaya. kadar cenazede hazır olursa ona bir kırat, kim de gömülünceye
kadar cenazede hazır bulunursa ona da iki kırat vardır. 'İki kırat nedir?' diye
sorulduğunda, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'İki büyük dağ kadar sevap
vardır, demektir.
Kadınlara gelince,
onların cenazeyi teşyî etmeleri müstehab değildir. Belki kadınların cenazeyi
teşyî etmeleri sünnetin terki demektir. Çünkü Hz. Peygamber'in tavsiyesine
aykırıdır.
Ümmü Atiyye şöyle
demiştir: 'Biz kadınlar, cenazeleri takip etmekten nehyolunduk. Cenazenin
arkasından gitmek bizim üzerimize farz kılınmadı'.
Hz. Ali'den şöyle rivayet
edilmiştir: Hz. Peygamber, bazı kadınların oturduğunu gördü ve dedi ki:
- Neden burada oturuyorsunuz?
- Cenazeyi bekliyoruz.
- Cenazeyi siz mi
yıkayacaksınız?
- Hayır.
- Cenazeyi siz mi
taşıyacaksınız?
- Hayır.
- Onu kabre indirecekler arasında bulunacak
mısınız?
- Hayır.
- O halde dönün!
.
1. Cenazeyi yürüyerek teşyî etmek. binmekte bir sakınca yoktur.
Sevban şöyle rivayet
ediyor: Bir cenazeyi teşyî ederken Hz. Peygamber'e bir binek getirildi. Fakat
Hz. Peygamber, binmekten imtina 1 etti. Dönüş sırasında tekrar bir binek
getirildi, bu defa ona bindi. Kendisine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Niçin böyle
yaptın?1 diye sorulunca, şöyle cevap vermiştir: 'Melekler yürüyerek gidiyorlardı.
Onlar yürürken, benim bineğe binmem uygun olmazdı. Ancak onlar gittikten sonra
bindim'.
Cabir b. Semure'den
şöyle rivayet edilmektedir: 'Hz. Peygamber, İbn Dahdah'ın cenaze namazım
kıldırdı. Sonra eğersiz bir at getirildi. Bunu bir kimse Peygamber için tuttu,
Rasûlullah da ata bindi. At hemen süratle seyirtmeye, sıçramaya başladı. Biz de
onu takip ediyor ve etrafında koşuyorduk'.
2. Cenazeyi, laubali bir şekilde yüklenip gitmek
veya düşüp düşmemesini umursamadan tehlikeli bir şekilde taşımak haramdır.
Cenazeyi bir tabut içerisinde taşımak sünnettir.
Eğer cenaze kadın
olursa, tabut içerisinde taşımak daha da gerekli olur. Çünkü Allah Teâlâ,
insanı şerefli kılmıştır.
3. Cenazeyi teşyî ederken ağıt yakmak, karışık,
kalabalık bir şekilde konuşmak mekruhtur.
Sünnet olan; okumamak,
zikretmemek ve başka bir şekilde sesi yükseltmemektir. Bunların yerine ölümü
ve ölüm sonrasını düşünmek gerekir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: .
Cenaze, sesle ve
ateşle takip edilmez.
4. Cenazeyi
teşyî ederken, cenazenin önünde ve ona yakın bir şekilde yürümek en güzelidir.
Çünkü onlar Allah
katında, cenaze için şefaatçidirler. Bu nedenle onların önde olması daha
münasiptir.
Abdullah b.
Ömer'den şöyle rivayet
edilmiştir: 'Rasûlullah'ı,
Ebubekir'i ve Ömer'i cenazenin önünde yürürken gördüm.
Hz. Peygamber şöyle
demiştir:
Binekli olanlar
cenazenin arkasından yürürler. Yaya olanlar ise önünde, arkasında, sağında,
solunda ona yakın olarak yürürler.
5. Müslüman, yakın akrabası olan kâfirin
cenazesini teşyî edebilir.
6. Ölünün ailesine, ölümünden itibaren üç gün
içinde taziye verilmesi sünnettir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Bir musibet nedeniyle
din kardeşine taziyette bulunan hiçbir mü'min yoktur ki Allah Teâlâ kıyamet
günü ona keramet elbiselerinden bir elbise giydirmesin.
Taziyetten maksat,
sabır tavsiye etmektir. 'Allah ecrini artırsın, Allah affetsin* şeklinde dua
etmektir.
Mukim olanlar için üç
günden sonra taziyette bulunmak mekruhtur. Ancak mukim olmayanlar üç günden
sonra da taziyette bulunabilirler. Çünkü üzüntü, üç günde sona erer. Üç günden
sonra taziyette bulunmak ise onları üzmek demektir. Taziyette bulunmayı tekrar
etmek de mekruhtur. Taziye en erken definden sonra olmalıdır. Çünkü ölünün
ailesi definden Önce defin işleriyle meşguldürler. Ancak üzüntüleri çok fazla
ise, definden önce taziyette bulunmak -onlara sabır tavsiye etmek için- daha
iyi olur. Taziyette bulunurken A'zemehahu ecrake ve ahsene azabeke ve gafere H
meyyitike ve avvedekeîîahu an musibetike hayren (Allah senin ecrini artırsın,
sabrını güzelleştirsin, ölünü affetsin. Musibetine karşılık sana hayırlar
versin) demek mendubtur.
1. Yukarıda belirttiğimiz teşyî edeplerine
aykırı olan herşey bid'attır.
Meselâ cenazeyi
binekii olarak teşyî etmek veya sesleri
yükseltmek gibi şeyler,
2. Cenazeyi çiçek ve benzeri şeylerle taşımak.
Bu, haram bir
bid'attır. Bu davranış, kâfirlerin cenaze merasimlerini taklid etmektir. Bunun,
malı zayi etmekten, gurur ve kibirden başka faydası yoktur. Bu 'Falan çiçek
getirdi' denilsin diye yapılır. Oysa ölümden ibret almak gerekir.
3. Lahd veya şak yapılması mümkün olduğu halde
yapmamak bid'attır.
4.
Kabirleri, bina şeklinde yapmak mekruhtur.
Kabrin içinde veya
dışında ateşle temas etrniş olan çimento, kireç ve benzeri maddeler kullanmak
da mekruhtur.
Cabir b. Abdullah
şöyle rivayet etmiştir.- 'Hz. Peygamber kabirleri ki-reçlemeyi yasakladı'.
Kabrin mermer ve
benzeri taşlarla yapılması haramdır. Çünkü bu, Hz. Peygamber'in yasakladığı
birşeydir. Ayrıca bunda malı zayi etmek sözkonusudur, bu da şer'an yasaktır.
Bir de bunda fakirlere karşı bir gurur, Allah'ın dininde buğzedilen bir şöhret
sözkonusudur.
5. Bugün bazı çevrelerde yapılan mermerli, süslü
kabirler gibi kabrin tesnim edilmesi ve üzerine bina yapılması tahrimen
mekruhtur. Kabir, yerden ancak bir karış kadar yükseltilebilir,
Rivayet edildiğine
göre Hz. Ali, Hayyac el-Esedî isimli zata 'Hz. Peygamber'in beni gönderdiği
birşey için seni göndereyim mi?' dedikten sonra şöyle devam etti: 'Hiçbir
heykeli bırakma, hepsini yık ve parçala, bina gibi yapılmış hiçbir kabir
bırakma, tümünü yık'.
Hadîsin metninde geçen
timsal kelimesi, resim ve suret demektir. Burada ruh sahibinin resmi ve heykeli
kastedilmektedir.
6. Ölünün
sıfatlarını saymak suretiyle matem yapıp yas tutmak haramdır. Ölüme razı
olmamaya delâlet eden her söz, her fiil -göğse vurmak, elbiseleri yırtmak ve
benzeri şeyleri yapmak-
haramdır. Hz. Peygamber kesin
ibarelerle bunları yasaklamıştır. Bunlar, Allah'ın kaza ve kaderine teslim
olmamak anlamına gelir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Ölünün arkasından
feryad u figanla ağlayan kadın, ölümünden önce tevbe etmezse kıyamet gününde
üzerinde katranlı bir elbise ve âdeta uyuz (yaraların)dan oluşmuş bir gömlek
olduğu halde kaldırılır.
Kim yanaklarını
yumruklar, elbiselerini yırtar, cahiliyye ehlinin yaptıkları gibi yaparsa
bizden değildir.
Ancak şefkatten ve
kalbin rikkate gelmesinden ötürü ağlamakta bir beis yoktur.
Enes b. Mâlik'in
rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber, oğlu İbrahim'i can çekişirken gördüğünde
gözlerinden yaşlar akmış ve bunu müteakip şöyle buyurmuştur:
Göz ağlar, kalp mahzun
olur. Biz rabbimizin razı olacağı sözden başka bir kelime söylemeyiz. Vallahi
yâ İbrahim! Biz senin ayrılığınla hakikaten pek hüzünlü ve pek kederliyiz.
Ebu Hüreyre şöyle
demiştir: 'Hz. Peygamber, annesinin kabrini ziyaret edip ağladı,
etrafındakileri de ağlattı'.
7. Ölünün
ailesinin yemek hazırlayıp halkı davet etmesi bid'attir Malesef günümüzde böyle
yapanlar mevcuttur. Bu, Sünnet'e aykırıdır. Sünnet olan bunun tersinin
yapılmasıdır; komşular veya akrabalar yemek hazırlayıp cenaze evine götürmeli
veya cenaze sahiplerini evlerine davet edip onlara yemek hazırlamalıdırlar.
Hazırlanan yemeğin, o gün cenaze sahiplerine yetecek kadar çok olması
müstehabdır.
Cafer'in ölüm haberi
geldiğinde, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Cafer'in ailesi için
yemek hazırlayın; çünkü başlarına, kendilerini meşgul edecek bir durum geldi.
Matem tutan kadınlar
ve benzerleri için yemek hazırlamak haramdır. İsterse onlar
ölünün ailesinden olsunlar.
Çünkü onlar, günahta yardımlaşmakta ve matemin uzaması
için şiirler okumaktadırlar. Ölünün ailesinin 'ölünün üzerinden kırk gün veya
50 gün geçti' diyerek yemek hazırlayıp halkı evlerine davet etmeleri bid'attır.
Eğer bu yemek varislerin malından yapılırsa ve onların içinde baliğ"
olmayan varsa, bu yemekten yemek, haramların en büyüğünü yemek demektir. Çünkü
yetim malı yenmiş, yetimin maslahatı olmayan bir yere malının sarfedilmesi
suretiyle onun malı zayi edilmiş olmaktadır. Bu yemeği hazırlayanlar da,
yiyenler de bu harama ortaktırlar.
8. Günümüzde
yapıldığı gibi taziye için resmî mahfellerde Kur'an okumak bid'attır. Cenaze
evine taziye, ölümden itibaren üç gün içinde yapılmalıdır.
Sakt (düşük),
zamanından önce ana rahminden düşen çocuk demektir. Şehid ise İslâm'ı müdafaa
etmek üzere katıldığı savaşta öldürülen kişi demektir. Düşüğün iki durumu
vardır:
a.
Düştüğünde ses çıkarmaması.
Annesinin rahminde
dört ayı tamamlamadan düşerse, onun yıkanması kefenlenmesi vacib olmaz. Bir
beze sarılıp cenaze namazı kılınmadan defnedilmesi müstehabdır.
b.
Düştüğünde ses çıkarması.
Çocuk düştüğünde
kendisinde hayat belirtisi görülürse yıkanması, kefenlenmesi ve yaşlı bir
müslüman gibi cenaze namazının kılınması vacib olur.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Çocuk, canlı
olarak dünyaya gelmedikçe
ona cenaze namazı kılınmaz ve ne varis (miras alan), ne
de müverris (miras bırakan) olur.
Çocuk doğarken hayat
belirtisi gösterdiği zaman, namazı kılınır ve mirasçı olur.
Şehid ise yıkanmaz ve
kefenlenmez. Onu şehid düştüğünde üzerinde bulunan elbiselerle defnetmek
sünnettir.
Cabir'in rivayet
ettiğine göre Hz. Peygamber, Uhud savaşında şehid olan müslümanların kanlı
elbiseleriyle defnedilmelerini emretmiştir. Onları yıkamadan ve cenaze
namazlarını kılmadan defnetmişlerdir.
Savaş meydanında
yaralanıp savaştan sonra ölen bir müslüman dünyevî muameleler bakımından normal
şekilde ölen müslümanlar gibi yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Şehidin
yıkanıp, kefenlenip namazının kılınmamasının hikmeti, şehadet eserinin
"üzerinde bulunması içindir. Onlar halkın duasına muhtaç olmadıklarından
ötürü, diğer kimselere yapılan muamelelere muhtaç değillerdir. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
Muhammed'in nefsi
elinde olan Allah'a yemin ederim ki Allah yolunda açılan herbir yara kıyamet
gününde muhakkak yeni açıldığı şekli üzere gelecektir; rengi kan rengi ve fakat
kokusu misk kokusudur.
Müslümanların
kabirlerini ziyaret etmek, erkekler için mendub'dür. Bunda icma vardır. Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kabirleri ziyaret
etmekten sizleri men etmiştim. Artık onlan ziyaret edebilirsiniz.
Daha önce Hz.
Peygamber'in, annesinin kabrini ziyaret ettiğini söylemiştik.
Kabirleri ziyaret
hususunda belli bir vakit yoktur. Kabirler istenildiği her vakitte ziyaret
edilebilir. Ancak kadınların kabir ziyaretine gitmeleri mekruhtur. Çünkü
kadınların açılmaları, sesli olarak ağlamaları ihtimali vardır. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
Allah, kabirleri
ziyaret eden kadınlara lanet etmiştir!
Ancak kadınların, Hz.
Peygamber'in kabrini ziyaret
etmeleri sünnettir. Buna diğer peygamberlerin ve salihlerin kabirlerini
ziyaret etmek de eklenirse uygun olur. Ancak açık-saçık olmamaları, erkeklerle
karışmamaları, dar geçitlerde erkeklere sürtünerek geçmemeleri, yüksek sesle
Kur'an okuyup salâvat getirmemeleri gerekir. Çünkü bu durumlar fitne çıkmasına
sebep olabilir.
Ziyaretçinin,
kabristana girdiğinde ölülere hitaben şöyle demesi sünnettir:
Ey mü'min bir kavmin
evi, sizlere selâm olsun! Allah dilerse biz de size ilhak olunacağız.
Kabristanda, kişinin
bildiği sûre veya ayetlerden okuması sünnettir. Çünkü nerede Kur'an okunursa
oraya rahmet iner. Kur'an okunduktan sonra kabristandakilere dua edilmelidir.
Okunan Kur'an'ın sevabı ölülerin ruhlarına hediye edilmelidir. Çünkü duanın
kabul olunması umulur. Duası kabul edildiğinde ölüler onun okuduğu Kur'an'ın
sevabından istifade ederler. Allah hakikati daha iyi bilir.