CİHAD'IN MERHALELERİ
VE ÂDABI 2
I. Davet 2
II. Cizye. 2
III. Kıtal 2
Kimler Cizye Vermekle
Müslüman Olmak Arasında
Muhayyer Bırakılır?. 2
Kâfirlerin
İki Kışıma Ayrılmasının
Beyanı 3
Birinci
Hakikat 3
İkinci Hakîkat 3
Cihad'm
Üzerine Terettüb Eden
Meseleler 3
I. Esirlik. 3
Esirlerle
İlgili Hükümler 3
2. Kölelik. 4
Köleliğin
Meşrûiyyetinin Hikmeti 4
Günümüzde
Köleliğin Hükmü ve
Durumu. 4
3. Ganimetler
ve Eslab. 5
I Ganimetlerin
Hükmü. 5
Eslâb'ın Hükmü. 6
Bir Uyan. 6
4. Fey. 6
Fey'in Hükmü. 6
5. Cizye. 7
Cizye'nin
Meşruiyetinin Delili 7
Cizye'nin
Şartları 8
Kendilerinden
Cizye Alınan Kimselerde
Bulunması Gereken Şartlar 8
Cizye'nin
Sınırlan. 8
Müslümanların
Haklarından Cizye Akdine
Terettüb Eden Meseleler 9
Zimmet Akdiyle Vacib
Olan Riâyet ve Himaye'nin Beyanı 9
Cihad'ın ilk
merhalesi, kâfirleri İslâm'a davet etmektir; zira kâfirlerle savaşmak bir amaç
değil, vesiledir. Eğer amaca savaşsız olarak ulaşılırsa, savaşa başvurulmaz.
Çünkü amaç, kâfirlerin saldırganlıklarını önlemek, onları Allah'ın hükmüne
başeğdirmek, insanların özgürce kendi istek ve iradeleriyle karar vermelerini
sağlamaktır. Bunun için de ilk yapılacak şey insanları İslâm'a davet etmek,
onlarla karşılıklı konuşarak içlerindeki gizli bulunan fıtratı
harekete geçirmek, içinde
bulundukları vehametin
neticelerinden sakmdırmaktır. Eğer insanları İslâm'a davet etmekle, emr-i
Buharî/7, Müslim/1773
bi'1-maruf nehy-i
ariil-münker yapmakla amaca ulaşılırsa, savaşa
gerek kalmaz. Bundan sonra mal, mülk, saltanat İslâm için önemli
değildir.
Davet ve tebliğle
amaca ulaşılmazsa, kâfirler küfürde ısrar eder lerse, davet ve tebliği
engellemeye çalışırlarsa, cihad'ın ikinci merhalesi olan savaş, müslümanlar
üzerine vacib olur. Ancak kâfirler İslâm devletinin hükmüne girip cizye
verirlerse savaşa gerek kalmaz. Kâfirler cizye vermeyi kabul ettiklerinde barış
andiaşması imzalanır. Kâfirler bu cizyeyi müslümanlarm halifesine verirler. Bu,
müslümanlarm halifeye verdikleri zekât yerine geçer. Cizye'nin de birtakım
şartlan vardır ki bunları biraz ileride zikredeceğiz.
Kâfirler İslâm
davetine kulak asmaz, cizye ödemeyi kabul etmezlerse, son merhale olarak
savaşmaktan başka çare kalmaz; zira Allah Teâlâ bunu açık bir şekilde
bildirmektedir:
Ehl-i Kitab'dan Allah'a ve ahiret gününe
inanmayan, Allah ve
Rasûlü'nün haram
kıldığını haram saymayan ve hak dini (İslâm'ı) din edinmeyen kimselerle, zelil
olup elleriyle (her yıl) cizye verinceye kadar savaşın.
CTevbe/29)
Ayrıca Rasûlullah'ın
sünneti de bu şekilde cari olmuştur.
Rebî b. Âmir, Fars
ordusu başkumandanına şöyle demiştir: Rasûlullah'ın bize sünnet olarak
bıraktığı yolu takip ederek sana üç gün mühlet veriyorum. Bu mühlet zarfında
iyice düşün, müddet bittikten sonra şu üç şeyden birini seç:
• İslâm
İslâm'ı kabul ettiğin
takdirde, seni bırakırız, arazin de senin ölür.
• Haraç
Haraç vermeyi kabul
ettiğin takdirde, elimizi sizden çekeriz. Yardıma ihtiyacınız olduğunda size
yardım ederiz.
• Savaş (dördüncü
günde)
Cizye vermekle
müslüman olmak arasında muhayyer bırakılmak açısından kâfirler iki kışıma
ayrılır:
1. Ehl-i Kitab ve ehl-i kitab hükmünde olan
kâfirler.
Ehl-i Kitab, yahudi ve
hristiyanlardır. Ehl-i Kitab hükmünde olanlar ise mecusilerdir. Mecusiler Hz.
İbrahim'in sahifelerine, Hz. Davud'un Zebur'una tâbi olduklarını iddia ederler.
2. Yahudi, hristiyan ve mecusiler dışında kalan
kâfirler
Birinci kısım kâfirler
(yahudi, hristiyan ve mecusiler), cizye vermekle müslüman olmak arasında
muhayyer bırakılır. Çünkü yukarıda zikrettiğimiz ayet-i celile ve Rebî b.
Âmir'in hadîsi buna delâlet etmektedir. Hz. Peygamber, cizye hususunda
mecusilerin de ehl-i kitab gibi olduklarını beyan etmiştir.
Cafer b. Muhammed b.
Ali babasından naklediyor: Ömer b. Hattab sözü mecusilere getirerek 'Onları ne
yapacağımı bilmiyorum' dedi. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf "Ben
Rasûlullah'ın, 'onlara ehl-i kitab gibi muamele edin' dediğini bizzat
duydum" dedi.
Amr b. AvPın rivayet
ettiğine göre Hz. Peygamber, Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı cizye mallarını getirmek
üzere Bahreyn'e göndermiştir.
Yahudi, Hristiyan ve
Mecusiler dışındaki kâfirler, -cizye vermekle müslüman olmak arasında muhayyer
bırakılmaz. Onlardan sadece müslüman olmaları kabul edilir. Çünkü Tevrat ve
İncil'e tâbi olanlarla onların hükmünde olan kâfirler dışındaki kâfirlerin
müslümaniarla herhangibir irtibat ve alâkası sözkonusu değildir. Onlardan cizye
kabul ederek onları İslâm devletinin hükmü altına almanın hiçbir mânâsı ve
faydası yoktur. Onlara şu ayetin hükmü tatbik edilir:
Müşrikleri nerede
bulursanız öldürün. Onları yakalayın, onları hapsedin. Her gözetleme yerinde
oturup onları gözetleyin. Eğer tevbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse
yollarını serbest bırakın. •Muhakkak ki Allah çok affeden ve çok bağışlayandır.
(Tevbe/5)
Şu hadîs-i şerif de
onlara uygulanacak bu hükmü tasdik etmektedir:
Allah'tan başka hak
ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet, namazı ikame,
zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharabe etmek bana emrolundu. Onlar
bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın
hakkı mukabili olmak müstesna! İnsanların (gizli işlerinden dolayı olan)
hesapları da Allah'a aittir.
Kâfirleri iki kışıma ayırıp birinden cizye kabul edip
diğerinden etmemenin hikmeti nedir? Kâfirler küfürde ortak değil midirler?
Bu soruya şu şekilde
cevap verebiliriz: Bu ayırım, iki hakiki temele dayanmaktadır:
Ehl-i Kitab, her ne
kadar Allah'ın vahdaniyeti hususunda müslümanlar gibi inanmıyorsa da Hz.
Peygamber'e iman etmiyorsa da veya Hz. Peygamber'in sadece Araplara gönderilmiş
bir peygamber olduğunu kabul ediyorlarsa da Allah'a ve peygamberlere iman etmek
hususunda müslümaniarla ortaktırlar. Bu ortaklık nedeniyle onlar müslümaniarla
beraber uyum içinde İslâm devletinin hükmü altında yaşayabilirler. Böylece tam
bir hürriyet içinde İslâm'ın hakikatim kavrayıp İslâm'ın hak din olduğunu idrak
ederler. Onlardan alman cizye, müslümanlardan alman zekât mukabilidir; zira
zekât, müslümanların zenginlerinden alınır, fakirlerine dağıtılır. Cizye de o
kâfirlerin zenginlerinden alınır. Ayrıca cizye alınmasının sebebi, İslâm
devletinin onları korumasına karşılıktır.
Ehl-i Kitab ve ehl-i
kitab hükmünde olan kâfirlerin dışındaki kâfirlerle müslümanların hiçbir
müşterek noktası yoktur. İşte bu nedenledir ki onlar İslâm devletinin hükmü
altında müslümaniarla uyum içinde yaşayamazlar. Çünkü onlar toplumu, temelinden
yıkacak fasid ve muzır mikroplar taşımaktadırlar. Onların fıtrat ve tabiatları
bozulmuş, insanlıktan çıkmışlardır. İşte bu sebeplerden ötürü onlardan
İslâm'dan başka birşey kabul etmemek uygun ve yerinde bir davranışlar.
Cihad'ın üzerine
önemli birtakım eserler ve neticeler terettüb eder. Bunların herbiri için özel
hükümler vardır. Bu eserleri teker teker ele alarak onlara bağlı olan hükümleri
kısaca beyan etmeye çalışalım:
I. Esirlik
Cihad'm en bariz
neticelerinden biri esir almaktır. Alman esirler çocuk veya kadın olursa,
bunlar hükmen köle olurlar. Alınan esirler baliğ erkekler olursa köle
sayılmazlar. Onlar halifenin hükmüne tabidirler; halife köle olmalarına
hükmederse köle olurlar. Aksi takdirde hür olurlar.
Halife, esirlere şu
dört husustan birini uygular:
1. Öldürmek
2.
Karşılıksız olarak serbest bırakmak
3. Fidye karşılığı serbest bırakmak
4. Köleleştirmek
Halife, maslahatın
gerektirdiği hususlardan birini seçer. Esirlerin karşılıksız veya fidye
alınarak serbest bırakılabileceğine şu ayet delâlet etmektedir:
(Savaşta) kâfirlerle
karşılaştığınızda hemen onların boyunlarını vurunuz. Nihayet onları tamamen
(kırıp) yendiniz mi (esir edin ve) bağı sıkı tutun. Bundan sonra da (esirleri)
ya bir lütuf olarak (karşılık almadan salıverin) ya da bir fidye (alarak
bırakın). Ta ki harb'e katılan düşman harb silahları gibi) ağırlıkların!
bıraksın. (Muhammed/4)
Esirlerin
öldürülebileceğine delâlet eden ayet şudur:
(Kâfirlere karşı)
yeryüzünde kesin bir zafer elde edinceye kadar hiçbir peygambere esirler alması
yakışmaz. Siz dünyanın geçici menfaatlerini istiyorsunuz. Oysa Allah
sizin için ahiret'i istemektedir. Allah üstün ve hikmet sahibidir. (Enfal/67)
Esirlerin köleleştirilebileceği ise sünnetle sabit olmuştur. Çünkü Hz.
Peygamber Hayber
savaşında, Kureyza gazvesinde ve Huneyn savaşında aldığı esirleri
köleieştirmiştir.
Abdullah b. Ömer şöyle
rivayet ediyor: 'Rasûiullah'a karşı (önce) Nâdiroğulları, sonra Kurayzaoğullan
savaş açtılar. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) NâdiroğuHarını yerlerinden sürüp
çıkardı. Kurayza'yı ise yerinde bıraktı ve onlara (birşey almamak suretiyle)
lütfetti. Nihayet bunun ardından Kurayza da (ahdini bozarak) savaş açtı.
Rasûlullah da onların erkeklerini öldürdü, kadınlarını, çocuklarını ve mallarım
müsiümanlar arasında paylaştırdı'.
Rivayet edildiğine
göre Hz. Peygamber, Hevazin kabilesinin erkeklerini esir aldı. Bunlar taksim
edildikten sonra Hevazin kabilesinden bir heyet müslüman olarak Rasûlullah'a
geldiler. Mallarını ve esirlerini geri almak istediler. Rasûlullah onlara
lütfederek esirlerini karşılıksız olarak geri verdi.
İyas b. Seleme'den
onun da babasından şöyle rivayet edilmiştir: 'Müslümanlar bir
grup esir getirdiler.
Onların içinde
Benî Fezare kabilesinden bir
kadın da vardı.
Hz. Peygamber o
kadını Mekke ahalisine gönderdi
de ona mukabil Mekke'de esir tutulan bir grup müslümanı kurtardı'.
İslâm şeriatı
ıstılahında nkk kelimesi, hükmen acizlik anlamına gelir. Kişi aslında küfürden
ötürü bu elbiseyi giymiş olur. Kişinin temellük ve diğer medenî haklarla ilgili
ehliyeti kaybolduktan sonra bu hükmî acizlik ortaya çıkar
Esirlerin
köleleştirilebileceğini veya karşılıksız serbest bırakılabileceğini veya fidye
karşılığı serbest bırakılabileceğini veya öldürülebiie-ceğini, bunun şer'î
siyasetin hükümlerine dahil olup halifenin takdirine bağlı bulunduğunu söylemiştik. Burada genel
olarak müslümanların maslahatı gözetilir. Esirlerin köleleştirilmesinin
bir sebebi de kâfirlerin elinde bulunan müslüman esirlere karşılık olması,
kâfirlere karşı bir silah olmasıdır. O halde müslümanların bu silaha sahip
olmaları gerekir. Bu bir zarurettir. Çünkü müslümanların esirlerini köleleştiren
düşmanların bulunduğu kabul edilir. Kölelerle
ilgili olan milletlerarası kanun ve kaidelerin misillemeyi kabul
edeceği malumdur. Bu
silahı ortadan kaldırmak
veya kullanmamak müslümanlara zarar
verir; yani müslü-manların aldığı esirleri köleleştirmemesi veya köleleştirmesinin yasak olması müslümanlar
için zararlıdır. Çünkü kâfirler bu silahı kullanmaktadırlar. Müslümanlar
esirleri köleleştirmezse, bu silah sadece kâfirlerin elinde olur; kâfirlerin cüret ve cesaretleri artar. Aldıkları
müslüman esirleri köl el eştirerek müslümanlara karşı kullanırlar. Fakat aynı
silahın müslümanlarda da bulunduğunu bilirlerse mesele değişir.
Savaş esirlerine köle
muamelesi yapılması halen devam etmektedir. Bu hususta imam (devlet başkanı)
müslümanların genel maslahatını gözeterek karar verir. Bu, imamın takdirine
bırakılan şer'î bir hükümdür. Ancak uzun bir zamandan beri bu hükmün uygulama
sahasından çıkarıldığı görülmektedir. Artık bu hükmün uygulanması için bir
neden yoktur. Dünya devletleri köleliği kaldırmak hususunda ittifak
etmişlerdir. Bu ittifak, savaş esirlerini köleleştirmeyi maslahat olmaktan
çıkarmıştır. Cihad ile ilgili olan şer'î siyaset hükümleri, en fazla olağan
zamanlardaki hükümler diye adlandırılan kanunlara benzer. Devlet başkanı bu
hususta kanun çıkarabileceği, olağanüstü hal ilan edebileceği gibi, bu unvan
altında dilediği kanunu çıkarabilir. İşte tıpkı bunun gibi müslümanların
idarecisi de belli yetkileri meriyete bırakıyor ki -şeriat bunları onun
yetkisine bırakmıştır- zaruret halinde onlardan istifade etsin, lüzumlu olduğu
kadar meriyete soksun. Esirleri köleleştirme, esirleri öldürme, kâfirlerin
ağaçlarını kesme, evlerini yakma ve benzeri hükümlerde imam, müslümanların
maslahat ve yararını gözetir.
Bilinmesi gereken
hususlardan biri de şudur: Bu zimmetten sonra dahi esir düşmeden önce müslüman
olan kâfir öldürülmez, onun kendisi ve ailesi köleleştirilmez. Şu ayetler bunu
delâlet eder:
Eğer tevbe eder,
namazı kılar, zekâtı verirlerse yollarını serbest bı rakın. (Tevbe/5)
Eğer tevbe eder, namaz
kılar, zekât verirlerse, dinde sizin kardeşlerinizdir. (Tevbe/11)
Şüphe yok ki
kardeşlik, kardeşlerinin canlarını, mallarını, çocuklarını korumayı gerektirir;
zira bunlar müslümanların eline esir düşmeden önce müslüman olmuşlardır.
Şu hadîs-i şerif de
buna delâlet eder:
Allah'tan başka hak
ilah olmadığına Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet, namazı ikame,
zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharebe etmek bana emrolundu. Onlar
bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın
hakkı mukabili olmak müstesna. İnsanların (gizli işlerinden dolayı olan)
hesaplan da Allah'a aittir.
Çocukların, şu üç
husus mevcut olduğunda müslüman olduğuna hükmedilir:
1. Anne ve
babasından biri müslüman olursa, çocuk da hükmen müslüman sayılır. Zira çocuk,
anne ve babasından din bakımdan şerefli olan hangisi ise ona tâbi olur. Bunun
nedeni, İslâm'ın ağır basması ve çocuğun menfaatinin gözetilmesidir. İki şeyden
en yararlısı hangisiyse onun yapılması gerekir. Çünkü İslâm kemâl, şeref ve
yücelik sıfatıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
İslâm herşeye
galiptir, hiçbir şey İslâm'a galip değildir.
2. Anne ve babası olmayan ve bir müslüman
tarafından yalnız olarak esir edilen çocuk hükmen müslüman kabul edilir.
Çünkü çocuğun tâbi
olacağı babası ve annesi yoktur ve bir müslüman tarafından esir. alınmıştır.
Çocuğun maslahatı, onun hükmen müslüman kabul edilmesindedir.
3. İslâm memleketinde terkedilmiş olarak bulunan
çocuk, bulunduğu mekâna tâbi olarak hükmen müslüman kabul edilir. Zira çocuk
için en yararlı olanın tercih edilmesi gerekir.
Ganimet, harp ehlinden
zorla alınan -menkul veya gayr-i menkul-maldır. Bu malın savaş esnasında veya
savaştan sonra alınması durumu değiştirmez.
:
Eslab ise, öldürülen
adamın yanında bulunan malı, silahı, parası vebineğidir.
'
Alınan ganimetler beş
parçaya ayrılır. Bunlardan 4/5'ü savaşanlar arasında taksim edilir. Hz.
Peygamber zamanında savaşa yaya olarak katılana 1 pay, savaşa süvari olarak
katılana 2 pay verilirdi.
Rivayet edildiğine
göre bir kişi Hz. Peygamber'e şöyle sordu:
- Ganimet hakkında ne dersin?
- Ganimetin 1/5'i Allah'ındır. Geriye kalan da
savaşanlar arasında taksim edilir.
îbn Ömer şöyle rivayet
ediyor: 'Rasûlullah (s.a) ata 2 pay, sahibine 1 pay verdi'.
Yine Abdullah b. Ömer
şöyle rivayet ediyor: 'Hz. Peygamber Hayber günü at için 2 pay, atın sahibi
için 1 pay verdi'.
Bu şekilde taksim,
bizatihi varid değildir. Çünkü savaş usûlleri, savaş şartları, savaş araç ve
gereçleri değişmiştir. Araçlar ve savaşçılar arasındaki farklılık dikkate
alınmalı, ganimet buna göre uygun şekilde dağıtılmalıdır. Önceki savaşlardaki
süvari ile yaya arasındaki fark düşünülmeli ve en düşük derecedekine en yüksek
derecedekinin aldığnın 1/3'i verilmelidir. Her durumda ganimetin 4/5'ünü
-Rasûlullah'in yaptığı gibi- savaşanlara dağıtmak vacibdir. Bununla beraber
savaş şartlan, savaş aletleri ve savaşanlar arasındaki farklılık dikkate
alınmalıdır. Savaşanlara, hisselerini ilaveli maaş şeklinde vermekte de hiçbir
sakınca ve mani yoktur. Burada önemli olan, ganimet mallarının devlete ait
olmadığının bilinmesidir. Ganimet malından pay almak için kişinin şu şartlara
sahip olması gerekir:
1. Müslüman olmalı
2. Bâliğ
olmalı
3. Akıllı
olmalı
4. Hür
olmalı
5. Erkek
olmalı
Bu şartlardan
bazılarına sahip olmayan kişi savaşırsa, ona, ganimet taksim edilmeden önce
birşeyler verilir. Fakat verilen mal, yaya olarak savaşan bir kişiye verilen
paya denk olmamalıdır. Çünkü onlar tıpks
savaşta bulunmanın üzerlerine farz olduğu cihad ehlinden sayılmayan çocuk,
kadsn ve köleler gibidirler.
Ganimetin beştebirine
gelince, o ayet~i kerimede belirtilen yerlere dağıtılır:
İyi bilin ki
(kâfirlerden) ganimet olarak ele geçirdiğinizin beştebiri
Allah'a, Rasûlü'ne,
Rasûl'ün akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir.
(Enfal/41)
Ayette geçen Allah'a
aittir ibaresinden maksat, Allah'ın onlarda dilediği şekilde hükmetmesidir.
Rasûlü'ne aittir sözünden maksat, beş-tebirin taksim ve tevziinin Hz.
Peygamber'e ait olmasıdır. Rasûl'ün akrabalarından maksat, zekât hakkı olmayan
Benî Hâşim ve Benî Muttalib'dir. Yetimlerden maksat, babası ölen ve onbeş
yaşından küçük olanlardır. Çocuk baliğ olduğunda yetimlik sıfatı kalkar.
Yolculardan maksat, malından ve servetinden uzak bulunan ve nafakası tükenenlerdir.
Cübeyr b. Mûtim şöyle
rivayet ediyor: Osman b. Affan ile birlikte Rasûlullah'a gittik' ve şöyle
dedik:
- Ey Allah*ın Rasûlü! Sen Benî Muttalib'e
veriyorsun. Oysa onlar ve biz sana yakınlıkta aynı derecedeyiz.
- Benî Muttalib ve Benî Hâşim birdirler.
Eslab ile ganimetler
arasındaki farkı daha önce belirtmiştik. Eslab'in hükmü şudur: Öldürülen
kişinin yanında bulunan herşey -onu öldüren kişi ganimetten pay alacak şartlara
sahipse- öldüren kişiye aittir. Bunun delili şu hadîs-i şeriftir:
Her kim bir düşmanı
öldürür ve öldürdüğüne dair beyyinesi de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silah
ve diğer eşyaları onundur.
İmam Şafii, eslab'ın
hükmünün, zikrettiğimiz tarzda tebliğî bir hüküm olduğu görüşündedir; zira Hz.
Peygamber eslab hakkında böyle hükmetmiştir ve bu hüküm kıyamete kadar
geçerlidir.
İmam Mâlik ve Ebu
Hanife'ye göre bu hüküm kazâîdir, yani kadı'nın vermiş olduğu bir hükümdür. Hz\
Peygamber, eslab hakkında peygamberlik sıfatıyla değil, kadılık sıfatıyla hüküm
vermiştir. Bu bakımdan Hz. Peygamber'den sonraki idareciler bu hususta
maslahata göre hüküm verebilirler.
Fey müslümanlarm
savaşmaksızın düşmanlardan aldığı -menkul veya gayr-ı menkul- maldır. Allah
Teâlâ, Benî Nâdir yahudilerinin mallan hakkında şöyle buyurmuştur:
(Ey mü'minler!) Onların (yahudilerin) mallarından Allah'ın peygamberine verdiği
fey için siz ne at ne de deve(ye binip) koşturmadınız. Lakin Allah,
peygamberlerini dilediği kimselere karşı musallat eder(ek üstünlük verir). Allah
herşeye kadirdir. (Haşr/6)
Evet, ganimet savaş
neticesinde elde edilen mal, fey ise savaşmaksızın müslümanlarm eline geçen
maldır.
Fey, 5 hisseye taksim
edilir. Bu 5 paydan biri, ganimetin 1/5'ini alan kimselere dağıtılır. Ganimet bahsinde
geçtiği gibi onlar ganimetin 1/5'ini aldıkları gibi fey'in de 1/5'ini alırlar.
Ganimet ve fey'in 1/5'ini alacak olan kimseler şunlardır:
.1. Hz.
Peygamber
Hz. Peygamber humusundan
nafakasına yetecek kadar alıyor, artanı ise müslümanlarm maslahatı için
sarfetmek üzere saklıyordu.
Hz. Ömer, Fey
hususunda Hz. Peygamber'in uygulamasını şöyle anlatmaktadır: 'Benî Nâdir
mallan, Allah'ın kendi Rasûlü'ne fey olarak tahsis ettiği şeylerdendir.
Müslümanların at sürerek, deve koşturarak savaş ile elde ettikleri
ganimetlerden değildir. Bu cihetle Benî Nâdir mallan Rasûlullah'a mahsus idi.
Rasûlullah (s.a), ailesinin bir senelik geçim sarfiyatını fundan temin ederdi.
Bundan geri kalanını da Allah yolunda savaş hazırlığı olarak atlara ve
silahlara sarfederdi'.
2. Hz. Peygamber'in akrabaları
Bunlar, Hâşimoğulları
ve Muttaliboğullandır. Rasûlullah'ın en yakın akrabaları bunlardı. Bunun
delilini daha önce zikretmiştik.
3. Yetimler
Bunlar, babaları ölen
ve baliğ olmayan çocuklardır.
4. Miskinler
Miskinler sınıfına
fakirler de dahildir; zira fakirler, miskinlerden daha aşağı durumdadırlar.
5. Yolcular
Bunlar, memleket ve
mallarından uzakta bulunan, nafakaları tükenmiş kimselerdir,
Fey'in 1/5'inin
dağıtılacağı sınıflar bunlardır. Fey'in geriye kalan 4/5'ü ise -hudutlarda
çarpışan mücahidlerin durumu iyi ise- müslümanların umumi menfaaatleri için
sarfedilir. Hudutlarda çarpışan mücahidlerin durumu iyi değilse, bu mal onlara
taksim edilir. Eğer fey mallan, menkul (taşınır) mallardan ise bizzat onlara
verilir. Fey malları gayr-ı menkul (taşınmaz) mallardansa, beyt'ul-mal için
vakıf yapılır; ondan gelen gelir hudutları bekleyenlere, öksüzlere taksim
edilir. Şu ayet-i kerime bunlara delâlet eder:
Allah'ın o şehirler
halkından Rasûîü'ne verdiği fey (cinsinden ganimet, cizye, haraç gibi diğer
vergiler) Allah'a, Rasûl'e, Rasûl'ün akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve
yolculara aittir.
, (Haşr/7)
Bu ayet, mutlaktır;
burada 1/5 zikrediimemiştir. Nitekim bu durum apaçık görülmektedir. Ancak ayet
1/5 ile mukayyed olan ganimete tahmil edilir ve 1/5 zikrettiğimiz gibi
dağıtılır. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Allah'ın müslümanlara
fey olarak verdiği maldan benim için beştebir vardır. Bu da tekrar size iade
edilir.
Fey'in sarfedileceği
yerlerin bazıları şunlardır:
Fey malları, ölen
mücahidlerin aile efradına verilir. Bunlara muriezika denir. Bu mücahidlerin
savaşta ölmesi şart değildir. Fey mallan âlimlere ve benzeri kişilere verilir.
Çünkü ümmet bunların çalışmalarına muhtaçtır. Bunların, hayatta iken nafakaları
kendilerine vacib olan yakınlarına da onlar öldükten sonra fey malından nafaka
verilir.
en-Nihaye'de şöyle
denilmektedir: 'Vefat eden murtezikaların, hayatta, iken nafakaları kendisine
vacib olan kişilerin nafakaları, fey malından verilir. Eğer o kişi geride dört
kadın bırakarak vefat etmişse dördünün de nafakası, kızları varsa evleninceye
kadar onların da nafakası verilir veya onlar herhangibir şekilde ihtiyaçtan
kurtuluncaya kadar nafakaları verilir. Âlimlerin geride bıraktıkları erkeklere,
onlar çalışacak duruma gelinceye kadar nafakaları verilir. Bu kişilere fey
malından nafaka verilmesinin nedeni, cihaddan geri kalmamaları içindir. Çünkü
insanlar, kendilerinden sonra aile efradının perişan olacağını bilirse, cihadı
bırakıp çalışmaya başlarlar. Sözkonusu sınıflardan birinin çocuğu kötürüm ve
aciz olursa, baliğ olsa bile ona fey malından nafaka verilmesi gerekir'.
en-Nihaye sahibi şöyle
diyor: 'Âlimlerin geride bıraktıkları evlatlarına -kendi nafakalarını kazanacak
duruma gelinceye kadar- mas!ahat-ı amme mallarından verilir. Dul kalan
hanımlarına, evleninceye kadar maaş verilir. Bunun sebebi ise insanları ilme
teşvik etmektir'.
Cizye kelimesi, ceza
kökünden gelmektedir. Bu ise hem sevap hem de azap anlamına gelir.
Burada sözkonusu olan
cizye'nin şer'i anlamıdır ki bu, ehl-i kitab ve ehl-i kitab hükmünde olanların
İslâm devletine verdikleri maldır. Onların cizye vermelerinin amacı,
müslümanlarla savaşmamak ve müsîümanların himayesine girmektir. Bu da belli
şartlar, kaideler ve kurallar dahilinde olur.
Cizye'nin; ehl-i kitab
ve ehl-i kitab hükmünde olanların İslâm devletine ödediği mai olduğunu
söylemiştik. Şu ayet cizye'nin meşruiyetine delâlet etmektedir:
Ehl-i Kitab'dan
Allah'a ve ahiret gününe inanmayan Allah ve Rasûlü'-nün haram kıldığını haram
saymayan ve hak dini (İslâm'ı) din edinmeyen kimselerle zelil olup elleriyle
(her sene) cizye verinceye kadar savaşın.
CTevbe/29)
.Elleriyle cizye
vermekten maksat, kendi istekleriyle vermeleridir. Zelil olarak ibaresinden
maksat ise İmam
Şafii 'ye göre, müslümanların
hükümlerinin onlara da
icra edilmesidir. Bunun
izahı daha önce geçmişti.
Cizye'nin Meşruiyetinin Hikmeti
Ehl-i Kitab'ın,
müslümanlarla birlikte birtakım kural ve kaideler dahilinde yaşayabilecekleri
bir inanca sahip olduklarını ifade etmiştik. Eht-i Kitab, müslümanlarla
birlikte fikir hürriyeti içinde yaşadığı takdirde, İslâm'ın hakikati onlara
daha iyi anlatılabilir. Bu durum ise, İslâm devletinin ehl-i kitab'ı himayesine
almasıyla mümkün olabilir. İslâm devleti, onları korumak, onlara din hürriyeti
vermek, muhtaç duruma düşenlerine yardım etmek kaydıyla bu cizye'yi alır.
Cizye akdinin sahih ve
geçerli olması için şu şartların mevcut olması gerekir:
a. Cizye
akdini yapanlar ehl-i kitab olmalıdır; yani cizye akdini yapanların yahudi,
hristiyan veya ehl-i kitab hükmünde olan mecusi-lerden olması gerekir; zira Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Mecusilere, ehl-i
kitab (yahudi ve hristiyan) muamelesi yapınız.
Mecusiler
(ateşperestler) ehl-i kitab hükmünde olduğu gibi, Hz. İbrahim'in sahifelerine
veya Hz. Davud'un Zebur'una göre amel ettiğini söyleyenler de ehl-i kitab
hükmündedirler.
Rivayet edildiğine
göre Hz. Ömer mecûsilerden cizye almak istememiş, fakat Abdurrahman b. Avf,
Rasûlullah'ın mecûsilerden de ehl-i kitab gibi cizye alınabileceğini
söylediğini bildirince, mecûsilerden cizye almıştır.
b. Cizye
akdi yapanlar ile müslümanların idarecisi arasında icab ve kabul olmalıdır.
Müslümanların
idarecisi veya onun vekili, cizye akdi yapanlara 'Şu kadar cizye vermeniz, İslâm'ın hükümlerine boyun eğmeniz şartıyla
İslâm ülkesinde
oturmanıza izin veriyorum' demelidir. Onlar da 'Bunları kabul ediyoruz1
demelidir.
c. Cizye'nin miktarı, zengin ve fakirlerden ne
kadar alınacağı tayin edilmeli, kabul de buna uygun olmalıdır.
d. Cizye akdi için belli bir zaman tayin
edilmemiş olmalıdır.
Meselâ cizye akdi, bir
yıl ve benzeri gibi bir zamanla sınırlandınlmamahdır. Çünkü bu bir akiddir ve
bununla savaşa, kan akıtılmasına engel olunur. Bu nedenle de -diğer İslâmî
akidlerde olduğu gibi- cizye akdinin muvakkat olması caiz olmaz.
Kendisinden cizye
alınacak' kişide şu beş şartın bulunması gerekir:
1. Akıllı
olmak
2. Baliğ olmak
3. Hür olmak
4. Erkek
olmak
5. Ehl-i Kitab veya ehl-i kitab hükmünde olmak
Şu ayet-i kerime,
cizye alınacak kişilerde bu şartların bulunması gerektiğine delâlet eder:
Ehl-i Kitab'dan
Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûiü'nün haram kıldığını haram
saymayan ve hak dini (İslâm'ı) din edinmeyen kimselerle zelil olup elleriyle
(her sene) cizye verinceye kadar savaşın.
CTevbe/29)
Bu ayet, cizye'nin,
sadece savaş ehli mükelleflerden alınacağına delâlet eder. Böylece kadınlar
cizyeden muaf olurlar, çünkü onlar sa'vaş ehli değildir. Köleler de cizyeden
muaf olurlar.. Çocuklar ve deliler de -mükellef olmadıklarından- cizyeden muaf
olurlar.
Rivayet edildiğine
göre Hz. Ömer, valilerine 'Çocuklar ve kadınlardan cizye almayın' diye mektup
göndermiştir.
Malî durumu normalin altında olan kişiden,
senelik olarak en az 1 dinar cizye alınır. Malî durumu normal olan kişiden,
senelik olarak 2 dinar, malî durumu normalin üstünde olan kişiden ise 4 dinar
alınır. 1 dinardan fazla cizye almak -kişi zenginse- müstehabdır. Kişinin
ödemesi gereken cizye miktarı dinardır. Kişi zengin veya orta halli olduğu
halde 1 dinardan fazla veremeyeceğini söylerse, onun sözüne itibar edilir.
Çünkü üzerinde anlaşılan miktar 1 dinardır. Ancak imam'ın, cizye ehlinin
üzerine oradan gelip geçen müslümanlan misafir etme; yiyecek ve yatacak verme
sorumluluğunu yükleme yetkisi vardır.
Muaz'dan şöyle rivayet
edilmiştir: 'Rasûlullah (s.a), Muaz'ı Yemen'e vali olarak gönderdiği zaman her
buluğa ermiş kimseden bir dinar cizye almasını veya bir dinar değerinde Muafir
bezinden almasını emretti
Muafir, Yemen'de dokunan elbiselik bezdir.
Eslem'den şöyle
rivayet edilmiştir: 'Ömer b. Hattab, kişi başına senelik cizye olarak dört
dinar veya kırk dirhem tayin etti. Ayrıca memleketlerine gelen müslümanlan üç
gün misafir etmelerini de şart koştu'.
Rivayet edildiğine
göre Hz. Peygamber Eyle halkıyla -ki onlar üçyüz kişiydi- 300 dinar cizye
vermeleri ve müslümanlan misafir etmeleri şartıyla sulh yaptı.
Yine rivayet
edildiğine göre Hz. Ömer, zenginlerden 48 dirhem, orta hallilerden 24 dirhem,
malî durumu normalin altında olanlardan da 12 dirhem cizye alınmasına hükmetti.
O dönemde 1 dinar, 12 dirhem değerindeydi.
Cizye akdi dört şeyi
içerir ve cizye ehli onları yerine getirmek zorundadır:
1. Cizye ehli cizyeyi, müslümanlann halifesiyle
anlaştıkları şekilde -bir dinar veya daha fazla - ödemelidir.
2. Cizye
ehline, müslümanlarla haramhğı hususunda ittifak ettikleri -zina gibi-
konularda şer'î kanunların uygulanması gerekir.
Buna binaen Hz.
Peygamber, yahudilerden zina eden bir erkek ve kadını recmetmiştir.
Yine aynı nedenle
cizye ehli faiz alıp vermekten menedilir. Çünkü onlar bu davranışların hem
kendi dinlerinde, hem de İslâm dininde haram olduğunu bilmektedirler. Ancak
cizye ehlinin dinlerinde haram olmayan hususlarda -meselâ içki gibi- onlara
İslâmî hükümler tatbik edilmez. Ancak onlar kendi istekleriyle kadı'ya gelip
'Bizim aramızda İslâm şeriatıyla hükmet1 derlerse, mesele değişir.
3. İslâm dinini, ancak hayırla yadetmeleri
gerekir.
Kur'an'a muaraza
yapmaya kalkışırlarsa veya Hz. Peygamber'! şanına yakışmayan bir şekilde
nitelerlerse veya Allah'ın şeriatına saldırın arsa, tâzir cezasına çarptırılırlar. Eğer muahade şartlarında böyle şeyler yapabileceklerine dair maddeler
bulunuyorsa, muahadeleri iptal edilir. İslâm aleyhine -fiilî veya sözlü- gizli birtakım işlere girdikleri ortaya
çıkarsa, onlarla müslümanlar arasında bulunan zimmet akdi kalkar. Ancak akidelerini
açıklamak niyetiyle söyledikleri sözler
bundan müstesnadır. Meselâ onlar "Bizim kitaplarımız Kur'an'ın
Allah kelâmı olmadığını, Muhammed'in, Allah'ın Rasûlü olmadığını'
söylüyor" deseler, onlarla müslümanlar arasındaki zimmet akdi bozulmaz.
Çünkü onlar 'Biz böyle diyoruz' demiyorlar; kitaplarının böyle dediğini
söylüyorlar. Biz onların bu husustaki inançlarının batıl olduğunu biliyorsak da
bundan ötürü aradaki zimmet akdi bozulmaz.
4. Müslümanların zararına birşey yapmayacaklar,
kâfirlerin casusunu evlerine almayacaklar, kâfir savaşçılara yardım
etmeyeceklerdir.
Üzerinde ittifak
edilen cizye'yi vermemezlik ederlerse ve bu da bir dinardan daha fazla ise,
Allah ve Rasûlü hakkında kötü şekilde konuşurlarsa, müslümanlar aleyhine kâfir
savaşçılara yardım ederlerse zimmet akdi ortadan kalkar.
Müslümanlarla ehl-i
kitab arasındaki zimmet akdi dört şeyi içerir ki müslümanlar zımmîlere karşı
bunları yerine getirmek mecburiyetindedir:
1. Onlarla
savaşa son vermeleri gerekir.
Hz. Peygamber,
kâfirlerle savaşmak üzere bir kumadan tayin etti ğinde ona şöyle derdi:
[Eğer onlar müslüman
olma teklifini kabul etmezlerse], onlardan cizye vergisi iste. Şayet onlar bu
çizye'yi vermek hususunda sana '
icabet ederlerse, sen onlardan bunu kabul et ve onlarla savaşmayı bırak.
2. Müslümanların onları himayelerine alıp
korumaları vacibdir.
Onların mallarını,
hürmetlerini müslumanlardan veya başkalarından gelen herhangibir saldırıya
karşı korumak, müslümanlar üzerine vacibdir.
Hz. Ömer [Ebu Luİu
tarafından vurulduktan sonra] şöyle demiştir: 'Ben benden sonraki devlet
başkanına: Allah'ın zimmetiyle ve Rasûlü'nün zimmetiyle, Kitab ehline verilen
taahhüdlerin onlara tastamam yerine getirilmesini, onların Önünde haklarının
korunması yönünde muharebe edilmesini ve onların ancak takat getirebilecekleri
miktar cizye ile mükellef tutulmalarını vasiyet ediyorum'.
3. Onların mevcut kiliseleri yıkılmaz.
Onların kiliselerinde
yaptıkları ayinlere hiçbir şekilde müdahale edilmez. Açıktan yapmadıkça ve
onlarla gururlanmadıkça içki ve domuzlarına dokunulmaz.
Hz. Peygamber'in
Necran" hristiyanlan ile akdettiği sulh anlaşmasında şu ibareler de
bulunmaktaydı:
Onların mallarına,
canlarına, dinî hayat ve tatbikatlarına, ailelerine, mabedlerine -ve az olsun
çok olsun onların mülkiyetinde bulunan herşeye şamil olmak üzere- Allah'ın
himayesi, Rasûlullah Muhammed'in zimmeti Necranhlar ve onlara bağlı
etrafındakiler üzerine bir haktır. Hiçbir piskopos kendi dinî vazife mahalli
dışına, hiçbir papaz papazlık vazifesini yaptığı kilisenin dışına, hiçbir rahip
içinde yaşadığı manastırın dışında başka bir yere alınıp gönderilmeyecektir.
Almış oldukları ödünçlerde hiçbir faiz söz-konusu olmayacaktır. Bu itaat ediş
ve tâbi oluşlarından önce cahiliyet dönemindeki kan davaları kaldırılmıştır.
Onlar ne toplanıp bir araya getirilecekler ve ne de kendileri öşür vergisine
tâbi tutulacaklardır. Onların toprakları üzerine hiçbir askerî birlik ayak basmayacaktır.
Onlardan herhangibiri alacağını talep ettiğinde onlar arasında bir eşitlik
kurulacaktır. Onlar ne zulmedecekler ve ne de kendileri zulme uğrayacaklardır.
4. Yapılan
zimmet akdi her müslüman için geçerli ve daimidir.
Müslümanlardan -halife
de dahil- hiç kimse zimmet akdini feshedemez; bu akid -zımmîler akdi bozmadıkça
veya akde aykırı hareket etmedikçe- ebedîdir.