El-UMRA VERUKBA.. 2
El-Umra. 2
er-Rukba. 2
3. Hibe Edilen
Mal 2
Karışık veya Bitişik Olan Bir Malın Hibe Edilmesi 3
Ortak Olan Bir Malı Hibe Etmek. 3
Hibe Edilen
Mal, Hibe Edilen
Kişinin Kabzetmesiyle Onun Malı
Olur 3
Hibe'yi
Kabzetmenin Şartları 4
Niyabet
Yoluyla Kabzetmek. 4
Hibe'nin
Hükmü. 4
Hibe'den
Caymanın Hükmü. 4
Mutlak ve Şartlı
Hibe. 5
Hibe ve Atiyyelerde
Çocuklar Arasında Eşit Davranmak. 5
İhsan
Hususunda Ana-Babaya Eşit
Davranmak. 6
Hibe
Hususunda Kardeşlere Eşit
Davranmak. 6
Umra, emir
kelimesinden alınmıştır ve hibe eden kişinin 'Ben bu evi hayatım boyunca sana
verdim' veya 'Bu evi hayaLim boyunca senin için kıldım' veya 'Senin ve
"benim hayatım boyunca kıldım. İkimiz de öldüğümüz zaman, o benim
varislerime intikal edecektir' diyerek bir malı hibe etmesidir. Görüldüğü gibi
bu lafızlar hibenin lafızlarıdır. Fakat bir şarta, hibe edenin veya kendisine
hibe yapılanın hayatına bağlanmıştır. Oysa hibe'nin şartlarından biri, bir
vakte bağlamamaktır. Bununla beraber hibe sahih, şart bâtıl kabul edilir. Bu,
daha önce geçen hükümden istisna edilmiştir. Çünkü bu hususta Hz.
Peygamber'den birçok hadîs rivayet edilmiştir.
Utnra (ehli için,
rukba da ehli için) caizdir.
Yani kişinin, bir malı
hayatı boyunca bir başkasına vermesi caizdir. Nitekim Hz. Peygamber umra'nm
kime hibe edilmişse onun olduğunu "söylemiştir.
Umra kimin için hibe
edilmişse mal onundur.
Mallarınızı
evlerinizde tutunuz, onu zayi etmeyiniz. Her kim umra muamelesi yaparsa, ölü
olsun diri olsun, kime hibe etmişse o mal ona ve onun zürriyetine aittir.
İmam Nevevî, Sahih-i
Müslim şerhinde şöyle diyor: 'Bu hadîsi umra yoluyla hibe yapmanın sahih ve
geçerli olduğunu, her kime umra yoluyla hibe yapılırsa, hibe edilen malın onun
olacağını ve o malın hiçbir zaman hibe edene dönmeyeceğini bildirmektedir.
İnsanlar bunu bildikten sonra isteyen umra muamelesi yapar, isteyen terkeder.
Çünkü insanlar, urrrvı yoluyla hibe etmeyi emanet vermek gibi zannediyorlar; istedikleri
zaman o malı geri alacaklarını düşünüyorlardı'.
Rukba, kişinin 'Benim
evim sana rukba olsun' veya 'Seni şu eve rakib tayin ettim' veya 'Seni rukba
olarak kıldım' diyerek, malını rukba yoluyla hibe etmesidir ki bunun anlamı
şudur: 'Ben senden önce ölürsem
mal senin, fakat sen benden önce ölürsen mal tekrar bana iade edilecektir'. Bu,
rukba kelimesinden ve terakub kökünden gelmektedir ve beklemek anlamındadır.
Çünkü hibe edenle kendisine hibe yapılan kişi birbirlerinin ölümünü beklerler.
Bu siga da hibe'nin muteber sığalarından biridir; bir vakte, bir şarta
bağlandığı halde hibe sahih, şart mülga kabul edilir. Çünkü Sünnet rukba'nın da
umra gibi sahih olduğuna delâlet etmektedir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Umra, hibe edilen
kimse için caizdir. Rukba da hibe edilen kimse için caizdir.
Umra ve rukba yoluyla
yapılan hibe, şarta bağlanmış hibe'nin bâtıl olmasından istisna edilmiştir.
İmam Sübkî, Muğni'l-Muhtaç'iz şöyle diyor: 'Umra ve rukba kıyasa göre sahih
olmaktan uzaktır. Fakat hadîs, kıyasa takdim edilmiştir'.
Hibe'nin rükûnlarından
üçüncüsü de hibe edilen malın bulunmasıdır. Satılması caiz olan herşeyin, hibe
edilmesi de caizdir. Hibe edilen malda bulunması gereken şartlar da şunlardır:
a. Hibe edilen mal, hibe yapıldığı anda mevcut
olmalıdır.
Akid esnasında hazır
bulunmayan malın hibe edilmesi sahih olmaz. Çünkü hibenin gereği, derhal hibe
edilen kişinin mülküne geçmesidir. Madum bir şeyin ise bu şekilde temiik
edilmesi mümkün olmadığından hibe edilmesi bâtıldır. Meselâ, kişinin yetişecek
hurmalarını hibe etmesi veya doğacak kuzularını hibe etmesi veya koyunun
memesinde bulunan sütü hibe etmesi sahih olmaz. Çünkü hükmen yok olan,
hakikaten yok olan gibidir. Zira bunları teslim etme garantisi yoktur.
b. Hibe edilen malın kıymeti olmalıdır.
Bu bakımdan ölmüş ve
murdar olmuş .hayvanı, kanı, domuzu, içkiyi, ihramlı kişinin avladığını veya
haremde avlanan birşeyi hibe etmek, sahih olmaz. Çünkü bunların şer'an bir
kıymeti yoktur. '
c. Hibe
edilen mal, hibe edenin mülkü olmalıdır.
Bu bakımdan kişinin,
mülkü olmayan bir malı hibe etmesi sahih olmaz.
Yukarıda zikrettiğimiz
'satılması caiz olan malın hibe edilmesi de caizdir' kaidesine göre hibe
edilen mal, karışık veya bitişikse, zarar vermeden ayrılması mümkünse ve
ayırmada da aldatma yoksa, onu hibe etmek caizdir. Çünkü böyle bir malı.satmak
da caizdir. Meselâ kişinin, arazisinden 1 zira veya elbisesinden 1 metre hibe
etmesi caizdir ve bu onların kıymetini eksiltmez. Fakat hibe edilen mal
bitişik olur da zarar vermeden ayrılması mümkün olmazsa veya ayrılmasında
zorluk varsa, onun hibe edilmesi caiz olmaz. Meselâ bir kılıcın yarısını hibe
etmek veya bir koyunun sırtındaki yünü hibe etmek sahih değildir. Ağaçta
bulunan meyveleri hibe etmek de böyledir. Zira koyunun üzerinde bulunan yünle
yeni çıkan yünü birbirinden ayırmak, ağacın üzerinde bulunan meyve ile yeni.
çıkan meyveleri birbirinden
ayırmak mümkün değildir.
Bu bakımdan bunların hibe edilmesi caiz değildir. Bu
hüküm muttasıl (bitişik) olan mal hakkındadır.
İçinde hibe edilen
eşya bulunan ev, sırtında yük bulunan merkep gibi başkasıyla meşgul (işgal
altında) olan mallara gelince, bunların hibe . edilmesi caizdir. Çünkü hibe
edilen malın diğer mallara zarar vermeden ayrılması mümkündür. Ayrıca bunların
satılması da caizdir.
Bir malda muayyen
olmayan bir hissesi olan kişinin, hissesini hibe etmesi veya sahibi olduğu bir
malı iki veya daha fazla kişiye hibe etmesi sahih ve caizdir, çünkü müşterek
olan bir malın satılması sahihtir. Hibe edilen .malın tamamı alınıp mal,
kendisine hibe yapılana teslim edilir ve kişi payını ondan alır. Hibe edilenin
dışındaki kısım, hibe'yi alanın elinde emanet durumundadır.
Nitekim Ebu Katade
şöyle rivayet ediyor; "Rasûlullah (s.a) ile yola çıktık. Nihayet Kaha
denilen yere vardığımızda bizden kimimiz ihramlı, kimimiz de ihramsızdı. Bu
arada arkadaşlarımızın birbirlerine birşey göstermeye çalıştıklarını gördüm.
Hemen ben de o tarafa baktım ve bir yaban eşeği gördüm. Süratle atımı eğerleyip
mızrağımı da aldıktan sonra atıma bindim. Tam bu sırada kamçım yere düştü.
Arkadaşlarıma hitaben 'Kamçımı bana uzatın' dedim. Bu arkadaşlar ihramlı
idiler. Bana 'Vallahi bu av hususunda sana hiçbir şekilde yardım yapamayız'
dediler. Bunun üzerine hayvandan inerek kamçıyı aldım ve tekrar bindim. Nihayet
arkasından koşturarak yaban eşeğine bir tepe ardında yetiştim, mızrağımı
saplayarak öldürdüm. Müteakiben onu arkadaşlarımın yanma getirdim. Bir kısmı
'Ondan yeyin' derken, bir kısmı da 'Ondan yemeyin' dediler. Hz. Peygamber
Önümüzde idi, hemen atımı harekete geçirdim ve kendisine yetiştim; onun
hükmünü sordum. Hz. Peygamber 'O helâldir, onu yeyiniz' buyurdu".
Bu hadîs, ortak bir
mahn hibe edilmesinin caiz olduğuna delildir. Zira Ebu Katade'nin avladığı
hayvan onun mülkü idi ve arkadaşlarına hisseleri belli olmadan hibe etti.
Rasûiullah da bunu tasdik etti.
Behrî şöyle anlatıyor:
Rasûlullah (s.a) Mekkeye doğru yola çıktı, . ihramlı İdi. Revha'ya gelince
yaralı bir yaban eşeği görüp Rasûlullah'a haber verdiler. Rasûlullah
'Dokunmayın, neredeyse sahibi gelir' buyurdu. Bu arada yaban eşeğinin sahibi
olan Behrî geldi ve Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! İstersen bu hayvanı
size vereyim' dedi. Hz. Peygamber, Ebubekir'e hayvanı oradakiler arasında
taksim etmesini emretti.2
Bu haber, ortak bir
maldaki hissenin hibe edilmesinin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Zira bu
rivayette av'ın sahibi, hayvanı arkadaşlarının tümüne hibe etmiştir. Hibe'den
maksat, başkasına mülk etmektir, bu da ortak bir malda -tıpkı taksim edilmiş
bir- malda olduğu gibi- sabit olur. Çünkü ortak bir mahn satılması caizdir.
Hibe akdi, yalnız icab
ve kabul ile gerçekleşmez. Çünkü hibe eden kişi hibe etmekten cayabilir. Bu
nedenle hibe akdi, hibe edilen kişinin malı kabzetmesiyle (teslim almasıyla)
gerçekleşir. Mal kabzedildiği zaman hibe akdi, geri dönülmez bir akid olarak
kabul edilir.
a. Hibe'nin,
ancak kabzetmekle mülk olduğunun delili, Tiz-, Peygamber'in, Ümmü Seleme-ile
evlendiğinde söylediği şu sözüdür: 'Ben Necaşî'ye birkaç okka misk ile bir
hülle gönderdim. Fakat Necaşî öldüğüne göre hediyeler geri gelecektir. O
hediyeler bana geldiği zaman senin (veya siz hanımların) olsun'. "Durum
Rasûlullah'm dediği gibi oldu. Gelen hediyelerden bir okka dışındaki misk'ten
fazlasını ve hülleyi Ümmü Seleme'ye verdi".
Hibe, kabzediimediği
halde vazgeçilmez bir akid olsaydı, Rasûlullah o hediyelerin geri gelmesini
kabul etmez, onları Necaşî'nin mirasçılarına gönderirdi. Çünkü Necaşî onları
kabzetmese de hibe edilmekle onun mülkü olurdu. Bu bakımdan Rasûlullah'ın geri
gelen hediyeleri kabul etmesi, kabzedilmeyen hediyenin kişinin mülküne
geçmeyeceğine delâlet eder.
b. Hz. Aişe'den şöyle rivayet edilmiştir: Hz.
Ebubekir, Aişe'ye Ga-be'deki malından 20 vesk'i dolduracak kadar bir sahayı
hibe etti. Ebubekir vefat edeceği zaman 'Ey kızım! Allah'a yemin ederim ki benden
sonra senin zenginliğin kadar hiçbir kimsenin zenginliğine sevinmem. Benden
sonra senin fakir olman da hiç kimsenin fakir olması kadar bana ağır gelmez.
Ben sana yirmi vesk mahsûl verecek kadar bir arazi hibe etmiştim. Eğer sen onu
kabzetmişsen o senindir. Fakat kabzetme-diysen erkek ve kızkardeşlerinle
ortaksınız. Onu Allah'ın Kitabı'na göre aranızda taksim edin' dedi. Aişe şöyle
dedi: 'Babacığım! Allah'a yemin ederim ki verdiğin arazi daha büyük olsaydı
bile yine onu terkederdim. Fakat diğer kızkardeşim kimdir?' Ebubekir şöyle
dedi: 'Zevcem Binti Hârice hamiledir ve sanıyorum bir kız doğuracaktır'.
Hz. Ebubekir'in bu
sözü, hibe'nin ancak kabzetmekle mülk olacağına delâlet etmektedir.
c. Hz. Ömer'in de şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Bazı kişilere ne "oluyor ki çocuklarına hibe yoluyla
birtakım şeyler veriyorlar; sonra da çocukları öldüğünde 'Bu benim mahmdır,
kimseye vermedim' diyorlar ve fakat kendileri ölüm hastalığına
yakalandıklarında da 'Bunu oğluma hibe ettim' diyorlar. Sakın böyle yapmayın. Kim
birisine bir mal hibe ederse, o malı hibe ettiği kişinin mülküne geçirsin ki o
mal onun varislerine intikal etsin".
Hibe'nin sahih olup vazgeçilmez bir akid
olması için birtakım şartların bulunması gerekir:
A. Hibe edenin izninin bulunması gerekir.
Kabz'ın sahih olması
için hibe eden kişinin izninin olması şarttır. Kendisine hibe yapılan kişi,
hibe yapanın izninden önce onu alırsa kabz sahih olmaz ve aldığı malın zamini
olur. Kabz izninin sarih olması veya hibe eden kişinin hibe ettiği malı, hibe
ettiği kişiye bizzat vermesi gerekir. Hibe edilen mal, hibe edilen kişinin
elinde bulunsa ve hibe eden kişi hibe ettiği kişinin malı kabzettiğini görüp
sussa bile, sarih (açık) izni olmadıkça kabz sahih olmaz.
B. Hibe edilen mal, başka bir mal ile bitişik
olmamalıdır.
Çünkü kabzın sahih
olmasının şartı, başka bir mal ile bitişik olmaması ve kabzedilen malda
tasarruf edilebilmesidir. Zira hibe edilen mal, başka bir malla bitişik olursa,
tasarruf imkânı ortadan kalkar. Meselâ hibe edilen arazide ekin veya meyve
ağaçları bulunuyorsa, arazinin kabzedilmesi sahih olmaz. Ancak- hibe edilen
mal, bitişik olduğu diğer maldan ayrılırsa, kabz sahih olur.
C. Hibe edilen kişide hibe edilen malı kabzetme
ehliyeti olmalıdır.
Hibe yapılan kişi
âkil-bâliğ olmalıdır, çocuğun ve delinin kabz'ı sahih olmaz. Çünkü kabz,
velîlik gibidir. Âkil-bâliğ olmayan kimse başkasına veya herhangibir mala velî
olamaz.
. Niyabet yoluyla
kabzetme, çocuk ve deli gibi kabz'ı sahih olmayan. kimseler için kabzetmektir.
Ancak niyabet yoluyla kabz'ın sahih olması için kabzeden kişi, kendisi için
kabzettiği kişinin velîsi veya terbiye edicisi olmalıdır. Koca, zifaftan sonra
küçük olan hanımı adına kabzedebilir, çünkü yaşı küçük olan kadın, kocasının
iyali sayılır ve onun terbiyesi altındadır. Küçük olan kadının kocası, kadının
velîsi olsa bile onun adına kabzedebilir. İsterse küçük olan kadının velîsi
babası olsun. Çünkü küçük olan kadının babası, onun işlerini -zifaftan
sonra-kocaya havale etmiş sayılır. Ancak zifaftan önce, küçük olan kadın
kocasının iyali sayılmaz. Bir velî, velayeti altında olan bir kişiye hibe
yaparsa, hibe sahih olur. Çünkü hibe edilen mal velînin, kabzındadır. Bu tür
hibe, hibe edilen kişinin kabzetmesi gibidir; burada hibe edilen şeyin
bilinmesi yeterlidir, ancak bu akde şahid de tutulursa daha evla olur. Çünkü
kişi daha sonra hibeden vazgeçebilir veya kişi öldüğünde varisleri onu inkâr
edebilir. Şahid tutulduğunda akid garanti altına alınmış olur.
Yabancı bir kişi de
olsa, bir çocuğu ve başkasını iyalinde bulunduran kimse velî gibidir. O
birşeyi hibe ettiğinde, malı, kendisine hibe etliği kişiye temlik eder. Hibe
edilmiş malın onun eline geçmesi ise kabz sayılır.
Hibe edende; hibe
yapılanda, hibe edilen malda ve sigada bulunması gereken şartlar mevcut
olduğunda, kabzın şartları da tahakkuk ettiğinde hibe akdi tamam olur ve bu
akdin üzerine hibe hükmü terettüb eder ki bu hüküm şudur: Mal kime hibe
edilmişse, malın mülkiyeti ona geçer. Çünkü hibe, bir malı bedelsiz olarak
başkasına mülk etmektir.
Yukarıda izah
ettiğimiz şartlar mevcuL olduğunda yapılan hibe'den geri dönülemez. Fakat
asl'ın (ana-babanm) fer'ine (çocuklarına) yaptığı hibe bu hükümden istisna
edilmiştir; ana-baba hibe akdi tamamlandıktan sonra da hibe'den vazgeçebilir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hibe'sinden dönen
kimse, kusmuğunu yiyen kimse gibidir.
Hibesinden dönen kişi,
kusup da sonra kendi kusmuğuna dönen köpek gibidir.
Bu hadîslerden
çıkarılan hüküm, hibe'den dönmenin haram olduğudur. İkinci hadîste köpeğin
zikredilmesi, hibe'den dönmenin çirkinliğini, yasaklığmı mübalağalı bir
şekilde ifade etmektir. Bu tasarruf müslü-manlann şanına yakışmaz. Böyle bir
tasarruf haramdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.-
Bir kimsenin bir
ikramda bulunup veya hibe edip sonra ondan dönmesi helâl olmaz, ancak baba
çocuğuna yaptığı hibe'den dönebilir.
Dede ve dedenin babası
gibi asıllar babaya, diğer fer'ler de çocuklara kıyas edilmiştir. Ancak asl'ın
(baba-ana-dede), fer'ine (çocuklanna-torunlarına) hibe ettiği mal, fer'in
elinden çıkmışsa veya zayi olmuşsa veya o da başkasına hibe veya rehin
vermişse, o kişi .de malı kabzet-mişse, asi (baba-dede) hibesinden dönemez.
Fakat fer'in (çocuğun) hibe veya rehin olarak verdiği kişi malı kabzetmemişse,
asi (ana-baba-dede) hibe'sinden dönebilir.
Çünkü hibe edilen mal hâlâ fer'in mülkünde bulunmaktadır. Fer'e
hibe edilen mal -mala bitişik veya maldan ayrı- bir fazlalık kaydetmişse bile
bu, asl'ın (ana-baba-dede) hibe'sinden dönmesine mani olmaz; hibe ettiği malı
kaydettiği artışla beraber geri alabilir. Meselâ asl'ın fer'ine hibe ettiği
hayvan etlenmişse veya hibe ettiği arazi sürülmüşse hibe ettiği maldaki, maldan
ayrı olan artış hibe ederken mevcutsa, meselâ hibe edilen cariye hamile ise
veya hibe edilen ağaç meyveli olsa bile, bunlarla beraber hibe ettiği malı geri
alabilir. Ancak maldan ayrı olan artışlar, hibe edildikten sonra meydana
gelmişse, bu fazlalıklar hibe edilen kişiye ait olur. Meselâ gebe olmayan bir
hayvan hibe edilir veya meyvesiz bir ağaç hibe edilir de hibe edildikten sonra
hayvan gebe kalıp yavrularsa, meyvesiz ağaç meyve verirse, bu artışlar hibe
yapılan kişiye ait olur. Asl'ın fer'ine hibe ettiği mal, herhangibir sebeple
fer'in elinden çıkar da sonra o malı tekrar alırsa veya fer'in elinden çıkan o
hibe, tekrar fer'e hibe edilirse veya miras kalırsa, baba onu geri alamaz.
Çünkü mülk edinme sebebinin değişmesi, malın da değişmesi gibidir. Bu
mal, sanki babanın çocuğuna hibe ettiği mal değildir. Bu
nedenle de baba yaptığı hibe'yi geri alamaz.
Hibe eden kişi,
karşılığında herhangibir bedel veya şart koşmamişsa, kendisine hibe yapılan
kişi hibe'ye hiçbir bedel vermez. Çünkü hibe mutlaktır, mutlak olan hibe ise
herhangibir bedel gerektirmez. Fakat yapılan hibe, bir bedel karşılığında
yapılmışsa, meselâ hibe eden kişi, hibe yaptığı kişiye 'Şu malı sana falan şeyi
bana vermen şartıyla hibe ettim' veya 'Şu kitabı sana şu elbiseyi vermen
şartıyla hibe ettim' derse, şart koşulan bedel de malum ise akid sahih olur ve
sahih kavle göre bu, alışveriş sayılır. Çünkü bu belli bir mal karşılığında
yapılan bir akiddir; yani kişi 'Şu malı sana şu mal karşılığında sattım' demiş
oluyor. Zira akidlerde lafızlara değil, maksatlara itibar edilir. Bu yüzden bu
akid, alışveriş (bey1) akdi kabul edilir ve alışveriş akdinin şartları geçerli
olur. Şart koşulan bedel meçhul olursa, meselâ kişi 'Şü kitabî sana herhangibir
elbise vermen şartıyla hibe ettim' veya 'Bu kitabı, bana herhangibir şey vermen
şartıyla sana hibe ettim' derse, bedel meçhul olduğu için akid sahih olmaz.
Zira bedel meçhul olduğunda akid, ne alışveriş, ne de hibe olur.
Vacib olan nafaka,
hibe ve atiyyeden ayrıdır. Baba çocuklarına bir hediye vermek, bir hibe'de
bulunmak istediği zaman, çocuklar ister erkek, ister kız, ister büyük, ister
küçük olsun, aralarında eşit davranmaIıdır. Böyle davranmak, onlar arasındaki
muhabbeti artırır. Çocuklar arasında farklı davranmak mekruhtur. Çünkü
çocuklar arasında farklı davranmak, onların arasına hased, kin ve buğz'un
girmesine, aile bağlarının çözülmesine sebep olur.
Numan b. Beşir şöyle
rivayet ediyor: "Babam (anamın zoru ile) malının bir kısmını bana tasadduk
etti. Annem Amre bintu Ravaha, babama 'Sen bu hibe'ye Rasûlullah'ı şahid
kılmadıkça kani olmam (inanmam)' dedi. Bunun üzerine babam beni, bana yaptığı
sadaka üzerine şahid tutmak için Peygamber'in yanına götürdü. Rasûlullah ona
'Numan'a yaptığın bu bağış gibi bütün çocuklarına da yaptın mı?' diye sordu.
Babam 'Hayır' dedi. Rasûlullah 'Allah'tan korkunuz da çocuklarınız arasında adaletli
davranınız' buyurdu. Müteakiben babam döndü ve bu sadakayı benden geri
aldı".
Bu hususta âlimler
ittifak ederek çocuklar arasında eşit davranmanın müstehab olduğunu
söylemişlerdir. Ancak bu eşitliğin keyfiyeti hakkında ihtilaf etmişlerdir.
Şafii ve Hanefîlerin
cumhuru, eşit davranmaktan maksadın, kız çocuklarına da erkek çocuklara
verilen kadar verilmesi olduğunu söylemişlerdir. Çünkü hadîsin zahirinden
anlaşılan budur.
Hanefi'lerden İmam
Muhammed'İn 'eşitlik, mirastaki taksim gibidir' dediği nakledilmiştir. Her ne
kadar Bedayi sahibi, İmam Muhammed'İn bu hususta cumhura muvafakat ettiğini
rivayet etmişse de sahih olan İmam Muhammed'İn mirastaki taksimi eşitlik kabul
ettiğidir. Zayıf olmasına rağmen, insanlar keşke bu görüşle amel etseydiler, o
zaman biraz daha insaflı davranmış olur, topukları üzerine cahiliyye âdetlerine
dönmezler, kız çocuklarını herşeyden mahrum etmezlerdi. Kız çocuklarını maldan
mahrum edenler, erkeklerin kendileriyle beraber çalıştıklarını, kız
çocuklarına verilen malların yabancılara gittiğini, bu davranışlarının
doğruluğuna deiit olarak ileri sürmektedirler..
Evet, çocuklara
tasadduk, hibe veya hediyede eşit davranmak, ihtiyaçta eşit oldukları zaman
veya birine fazla verilmesine rıza gösterdikleri zaman olur. Fakat çocuklardan
biri diğerlerinden daha muhtaçsa, ona fazla vermekte sakınca yoktur.
İhtiyaçları aynı olduğu halde çocuklardan birine daha fazla verilirse, yapılan
hibe sahih olur, fakat bu davranış mendub olana aykırıdır.
Çocuğun ana-babasma
güzel davranıp onlara ihsan etmesi vacibdir.
Allah'a kulluk edin,
hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Ana-babaya iyilik (ihsan) edin. (Nisa/36)
Rabbin yalnız
kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya ihsanda bulunmanızı emretti. . (İsra/23)
Bu konuda daha birçok
ayet ve hadîs vardır. Ana-babaya nafaka vermek de onlara ihsan ve iyilik
etmektir. Onlara hediyeler götürmek, hibe'de bulunmak, her fırsatta -özellikle
de Ramazan ve Kurban bayramlarında- ikramda bulunmak da ihsandır. İhtiyaçta
eşit olduklarında çocuklara eşit davranmak Sünnet olduğu gibi, ana-babaya da
eşit davranmak Sünnettir. Ancak annenin, bazen babadan üstün tutulup daha
fazla ikram edilmesi evlâdır.
Bir kişi Rasûlullah'a
gelerek şöyle dedi:
- Benim güzel hizmet ve ülfet etmeme insanlar
içinde en layık ve en haklı olan kimdir?
- Annendir!
- Sonra kimdir?
- Annendir! ' .
- Sonra kimdir?
- Annendir!
- Sonra kimdir? '
.
- Babandır!
Müslümamn,
kardeşlerine iyi davranıp ihsanda bulunması vacibdir. Bu hususta erkek ve
kızkardeşler arasında fark yoktur. Allah Teâlâ akrabalara ihsanda bulunmayı
emretmektedir:
(Asıl iyilik)
akrabalara, öksüzlere, biçarelere, yolda kalmışlara, dilenenlere, kölelere
Allah'ın hoşnuduğu(nu kazanmak) için mal vermektir.
(Bakara/177)
İnsana çocuklarından,
ana ve babasından sonra en yakın olanlar kardeşleridir. Kardeşlere çeşitli
münasebetlerle özellikle de bayramlarda hediyeler vermek, ikramda bulunmak çok
sevabtır. Kardeşlere hediye verildiği, ikramda bulunulduğu zaman -eğer ihtiyaç
bakımından aynı derecede iseler- aralarında eşit davranmak müstehabdır. Onlardan
birine bir hediye vermek veya ikramda bulunulmak istendiğinde en büyük kardeş
tercih edilmelidir. Zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Büyük kardeşin,
küçük kardeşler üzerindeki
hakkı, babanın çocukları
üzerindeki hakkı gibidir.
Büyük kardeş baba
mevkiindedir.