HIRSIZLIĞIN CEZASI 2
Hırsızlık
Nedir?. 2
Hırsızlığın
Cezası 2
Hırsızlık
Cezasının Tatbik Edilmesinin
Şartlan. 2
Hırsızlığın
Sabit Olması 3
Hırsızlık Yapan Kişi Çaldığı Malın Zâmini Olur 4
İslâm, insanların
nefislerini (canlarını), namuslarını olduğu kadar mallarını korumak için de
gelmiştir. Bu nedenle de hırsızlık yapmak suretiyle müslümanların mallarına
saldıran kişi için bir ceza tayin etmiştir. Şimdi hırsızlık ve hırsızlığın
cezasının ne olduğunu izah edelim:
Lugatta hırsızlık
(=sirkat), başkasının malını almak, aşırmak dernektir. Hırsızlığın ıstılahı
mânâsı ise başkasının malını, korunduğu yerden belli şartlar dahilinde gizlice
alıp zulmetmektir. Tarifte geçen gizlice almak ibaresi, gasbı, hırsızlık
tarifinin dışında bırakır. Çünkü gâsıb, başkasının malını gizlice değil açıktan
alır. Bu sebeple gâsıba hırsız denilmez, gâsıbın cezası da hırsızın cezasından
farklıdır.
Tarifte geçen
başkasının malı ibaresi de kefen soyucularını, hırsızlık tarifinden dışarıda
bırakır; yani kefen soyucuları da hırsız sayılmaz. Çünkü her ne kadar ölü
muhteremse de ona saldırmak yasaksa da o kefenin sahibi
sayılmaz. Fakat kabir
bir evin içindeyse
veya bir imarethanenin kenarında
bulunan bir mezarlıkta i&e, orada bulunan mezarı açıp kefeni alan kişi
hırsız sayılır ve ona hırsızlığın cezası tatbik edilir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Hıyanet eden, çapulcu
ve ihtilas eden kimselere el kesme cezası yoktur.
Hıyanet etmek, aldığı
ödünç veya emanet malı sahibine iade etmemektir.
Çapulcu, açıktan açığa
başkasının malım alan kişidir.
ihtilas ise, ani bir
hareketle birşeyi açıktan kapıp götürmektir.
Hırsızlık -gelecek
şartlar dahilinde hâkimin huzurunda- sabit olduğu zaman, hırsıza ceza tatbik
etmek farz olur. Bu ceza ise sağ eli mafsaldan kesmektir. Hırsızın elinin
kesileceğinin delili şu ayettir:
İşlediklerinin cezası
ve Allah tarafından onlara bir tenkil (ibret) olarak hırsızlık yapan erkek ve
hırsızlık yapan kadının elini kesin. Allah hükmünde galip ve hakimdir.
(Mâide/38)
Ayrıca hırsızın elinin
kesileceğine delâlet eden birçok hadîs bulunmaktadır, onlardan bazılarını
zikredelim:
Amr b. Şuayb şöyle
rivayet ediyor: 'Rasûluilah'a bir hırsız getirildi. Peygamber onun elini
mafsaldan kesti'.
Hz. Aişe şöyle rivayet
ediyor; "Kureyş'in Mahzum soyundan olup da hırsızlık yapmış bulunan bir
kadının durumu Kureyş'e hayli endişe vermişti. Onlar 'Kadının affedilmesi
hususunda Rasûlullah ile kim konuşabilir?' dediler. Aralarında konuştuktan
sonra Rasûlullah'ın dostu Usame'den başkasının cesaret edip de ona bu meseleyi
arzedemeyeceği-ne karar verdiler. Usame elçi olarak Hz. Peygamber'in yanına
gönderildi. Usame bu hususta Peygamber ile konuşmaya başlayınca Rasûlullah
şöyle buyurdu:
- Allah'ın tayin
ettiği cezalardan biri hususunda şefaat mi ediyorsun? Sonra bir hutbe irad
ederek şöyle devam etti:
- Ey insanlar! Sizden evvelki ümmetleri ancak
şu helak etmiştir: Onlar aralarında şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman
onu bırakırlardı da zayıf olan bir kişi hırsızlık yaptığında ise ona (el
kesme) cezasını tatbik ederlerdi. Allah'a yemin ederim ki eğer Muhammed'in
kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsaydı, muhakkak onun elini de keserdim.
Sonra hırsızlık eden o
kadınla ilgili emrini verdi de kadının eli kesildi1
Yukarıda da
belirttiğimiz gibi hırsızın sağ eli kesilir. İkinci defa hırsızlık yaparsa sol
ayağı kesilir. Üçüncü defa hırsızlık yaparsa sol eli de kesilir, Dördüncü defa
hırsızlık yaparsa sağ ayağı da kesilir. Bundan sonra da hırsızlık yapmaya devam
ederse, hâkim onu engelleyici bir tâzir cezası verir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Her kim hırsızlık yaparsa
onun elini kesiniz. İkinci kez hırsızlık yaparsa onun (sol) ayağını kesiniz.
Üçüncü kez hırsızlık yaparsa onun (sol) elini kesiniz. Dördüncü kez hırsızlık
yaparsa onun (sağ) ayağını kesiniz.
Her hırsızlık yapanın
eli kesilmez. Hırsızlık yapan kişinin elinin kesilmesi için şu sekiz şartın
mevcut olması gerekir:
1. Baliğ
olmak.
Baliğ olmayan bir
çocuk hırsızlık yaparsa eli kesilmez. Çünkü baliğ olmayan çocuk mükellef
değildir. Yukarıda İbn Mâce'nin rivayet ettiği hadîste (2045) bu hüküm
geçmişti.
2. Akıllı oimak.
Hırsızlık yapan
delinin eli kesilmez; zira deli mükellef değildir. Bunu daha önce de birkaç
defa belirtmiştik.
Sarhoş olduğu halde
hırsızlık yapan kişiye gelince, eğer kendi istek ve iradesiyle içki içmişse,
yaptığı hırsızlığın cezası olarak eli kesilir. Fakat kendi istek ve iradesiyle
içki içmemişse, hırsızlık cezası tatbik edilmez.
3. Zorlanmamış olrnak.
Zira zorlanan kişiden
işlediği fiilin günahı (cezası) kaldırılmıştır.
4. Çalınan mal nisab miktarına ulaşmalıdır.
Burada nisab miktarı 1
dinarın dörttebiridir; yani 1 dinarın 1/4'i kıymetinde bir malı, başkasının
kutusundan veya cebinden veya kasasından çalan kişinin eli kesilir. 1 dinarın
1/4'i, 1 miskaî veya 3 dirheme eşittir. Hz. Peygamber zamanında 1 dinar, 12
dirheme tekabül ederdi. Bu bakımdan 1 dinarın 1/4'i, 3 dirheme eşittir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Hırsızın eli ancak
dinarın 1/4'i veya daha fazlası için kesilir.
İbn Ömer şöyle rivayet
ediyor: 'Rasûlullah (s.a) değeri 3 dirhem olan
bir miğfer çaldığı için bir hırsızın elini kesti'.
5. Çalınan
mal, hırz-ı misil'den çalınmış olmalıdır.
Hırz-ı misil, malın
korunmasının âdet olduğu yerlerdir. Bu bakımdan paraların hırz-ı misil'i,
sandık, kasa ve benzeri yerlerdir. Elbiselerin hırz-ı misil'i kiler ve benzeri
yerlerdir. Bir yerin hırz-ı misi! olup olmadığını örf ve âdet tayin eder. Eğer
kişi, hırz-ı misil sayılmayan, yani örfen malların korunmadığı bir yerden bir
mal çalarsa, onun eli kesilmez.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Ağıla gelmeden önce
başkasının hayvanını çalan kişinin eli kesilmez. Hurma toplanıp da koruma
altına alındığında (korunacak bir yere taşındığında) ondan, bir miğfer
kıymetinde çalan kişinin eli kesilir.
6. Hırsızın
çaldığı mal onun mülkü veya hükmen mülkü gibi olmamalıdır.
Meselâ kişi ortak
olduğu bir malı çalarsa eli kesilmez. Çünkü o malda hakkı vardır. Eğer çocuk
babasının veya köle efendisinin veya bir fakir devletin malından çalarsa veya
kişi kıtlık zamanında hırsızlık yaparsa, ceza tatbik edilmez; zira çalınan
malda, mülkiyete benzer bir durum vardır.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Müslümanlardan cezalan
gücünüz yettiği kadar önlemeye çalışın. (Şayet bir çıkış yolu varsa onu serbest
bırakın). Çünkü imamın affetme hususunda yanılması, ceza hususunda
yanılmasından çok daha hayırlıdır.
7. Hırsız, hırsızlığın haram olduğunu
bilmelidir.
Bir kişi komşusunun
ticarethanesinden bir ekmek veya bir yiyecek alsa, fakat bu yaptığının haram
olduğunu bilmese -bu bilgisizlik de İslâm'ın temel meselelerini bilmemekten
veya İslâm'a yeni girmekten ileri geliyorsa- onun eli kesilmez. O kişi aldığı
malı tazmin eder veya tâzir cezasına çarptırılır.
8. Çalınan mal, tahir ve temiz olmalıdır.
Bir kişi, domuz,
köpek, şarap veya murdar bir hayvanın tabaklanmamış derisini çalarsa eli
kesilmez. Ayrıca çalman malın mubah
olması da gerekir. Eğer kişi tanbur, ud, mizmar ve benzeri çalgı aletlerini
veya bir put, bir haç çalarsa eli kesilmez. Çünkü masiyetlerin bir an evvel
ortadan kaldırılması -içkinin dökülmesi gibi- mendubdur. Bu hususlarda şüphe
vardır, şüphe olan yerde ise hadd uygulanmaz. Bütün bu şartlar, hırsızlık cezasının
tatbiki içindir. Bu
bakımdan. bu şartlardan biri olmadığında el kesme cezası uygulanmaz.
Ancak hâkim, uygun gördüğü şekilde tâzir cezası uygulayabilir. Tazir cezası
olarak, para cezası da verilebilir.
Hırsızlık, şu
hususlardan biriyle sabit olur:
1. Hırsızlık, hırsızlık yapan kişinin itirafı
ile sabit olur.
Ancak hırsız,
hırsızlığını itiraf ettikten sonra, itirafından dönebilir. Eğer itirafından
dönerse, hiç itiraf etmemiş gibi olur. Kadı -zina itirafında olduğu gibi-
hırsızlık itirafında bulunan kişiye de itirafından dönmesi için birtakım tarizlerde
bulunabilir. Hırsızlık meselesinde
hırsızın, mal sahibinin
huzurunda ve onun talebiyle itiraf etmesi gerekir.
2.
Hırsızlık, beyyine ile sabit olur.
Beyyine, iki adil
kişinin şahitliğidir. Bir erkek, iki kadının şahitliği ile de hırsızlık sabit
olur, fakat hırsızın eli kesilmez. (Hırsızın çaldığı mal alınarak sahibine
teslim edilir).
3.
Müddeaaleyh (davalı) yemin etmekten kaçınırsa, müddeî'nin (davacının) yeminiyle
hırsızlık sabit olur.
Hırsızlık sabit olup
cezası verildikten sonra, hırsızın çaldığı malı sahibine -eğer mevcut ise- iade
etmesi, mal telef olmuşsa bedelini vermesi vacibdir. Çünkü hırsız, çaldığı
malın zâminidir. Bunun delili su hadîs-i şeriftir:
Ödeyinceye kadar
aldığını korumak el'e vacibdir.
Hırsızın Elinin Kesilmesi
Allah'ın Hakkıdır
Hırsızlık sabit olup
mesele kadıya götürüldüğü zaman, cezanın tatbik edilmesi vacib olur. Cezanın
bağışlanması için tavassutta bulunmak caiz değildir. Bunun delii,
Benî Mahzum soyundan bir kadının hırsızlığı ile ilgili rivayet edilen
hadîstir ki daha önce zikredilmişti. Eğer mesele kadı'ya götürülmemişse cezanın bağışlanması için
tavassutta bulunmak ve cezayı bağışlamak caizdir.
Şöyle rivayet
edilmektedir: Safvan b. Umeyye, eî-Betha denilen yerde uyurken bir kişi onun
başının altında bulunan hırkasını aldı. Safvan onu yakaladı ve Peygamber'in
huzuruna götürdü. Rasûlullah (s.a) onun elinin kesilmesi için emir verdi. Bunun
üzerine Safvan şöyle dedi:
- Ben onu affediyorum, hakkımdan vazgeçiyorum.
- Bana getirmezden önce bunu yapmalıydın.
Cezaların Meşruiyetine Gölge
Düşürmeye Çalışan İslâm Düşmanlarına Cevap
Mutlaka İslâm
düşmanlarının hırsızlık ve zina cezasıyla (el kesme ve recm ile) ilgili
ileri-geri sözler sarfettiğini işitmişsinizdir. Burada genel olarak onlara
cevap vermek istiyoruz,
1. İslâm
düşmanlarının el kesme ve recm hususunda gösterdikleri infialin tek sebebi
İslâm'a düşman olmalarıdır.
Onlar, akıllarını bu
cezaların amaç ve hakikatini bulmak için kullanmıyorlar. Bu cezaların hedef ve
neticelerine bakmıyorlar. Bu kötülüklerin nasıl bertaraf edileceğine
aldırmıyorlar; zira hasım husumetini göstermek istediği zaman hasım olduğu
noktadan yola çıkar. Aklın, mantığın, sağlam düşüncenin gereğine aldırmadan
böyle yaparlar. Zaten böyle yaptıkları için hasım ismini almışlardır.
Bu nedenle İslâm'ın
herhangibir meselesini ele alıp bunlarla tartışmak bize hiçbir yarar sağlamaz.
Buna rağmen İslâm'ın hedeflerini kavramaya çalışan gerçek müslümanların zihin
ve akılları bulanmasın diye onlarla bu konu üzerine tartışıyoruz.
2. Bu hükümleri kabul edip toplum için tek
tedavi yolu olduklarına inanmamızın sebebi,
Hz. Peygamber'e vahiy yoluyla indirilmiş olan Kur'an'ın Allah'ın kelâmı
olduğuna inanmamızdır.
Allah'a ve Kitabı'na
gerçek mânâda iman etliğimizde bu hükümler hakkında hiçbir şüphe kalbimize
nüfuz edemez. Bu hükümlerin her-hangibirinden şüphe etmek bizim için muhaldir.
Bu hükümler hakkındaki şüphe, ancak Allah'tan, Kur'an'm Allah'ın kelâmı ve Hz.
Muhammed'in Alah'ın rasûlü olduğundan şüphe edenlerde meydana gelir. Bu durumdaki
insan bazı dalların kendisinden ayrıldığı asılda münakaşa eder, büyük inkârın
bir neticesi olan birtakım basit ayrıntılar üzerinde değil!
3. Biz psikologların, gerek hırsızlığın ve
hırsızlığa alışmış kimselerin (neden olabilecekleri) tehlikelerden, bu tür
suçların bu suçlan işleyenlerde köklü hastalıklara dönüştüğünden, bu bakımdan
bu hastalığın ilacının birtakım tekrarlanagelen alışılmış cezalarda
bulunamayacağı şeklindeki iddialarını, gerekse zinanın tehlikelerinden, toplum
içerisindeki çok yönlü kötü sonuçlarından, hele hele zinayı mubah gören
toplumlarda yayılan AİDS adlı illetin başgöstermesinden söz ettiklerini
işitiyoruz.
Biz bütün bunları
arzettikten sonra, Allah'ın şeriatından yüzçevirmiş toplumlarda müşahade olunan
olaylara bir göz attığımızda, bu ülkeler fle Allah'ın yasalarını ikame eden
ülkeler arasında çok açık bir farkın bulunduğunu görüyoruz. Bu toplumlarda
cinsî sapıklıklardan ötürü yayılan hastalıklar hem gençleri, hem yaşlıları
mahvetmektedir. Öyle ki seksen değnek veya recm cezası bu bunların yanında çok
hafif kalır.
Biz Allah'ın koyduğu
hüküm ve sınırlara riayet eden bir toplumun, emniyet ve refah içinde, hastalıklardan
uzak bir toplum olduğunu görüyoruz. Beşer hayatını darmadağın eden,
toplumların helak olmasına yol açan cinse! hastalıklar, her türlü cezadan daha
korkunçtur.
Bu bir tebliğdir.
Herşeyden önce Allah'a ve Rasûlü'ne iman eden, ikinci olarak da fikir ve ifade
hürriyetinden istifade edebilen insaflı ve akıllı kişilere bir hatırlatmadır.
Allah doğru yola iletenin ta kendisidir. Cezalardan bahsederken iki önemli
hususa işaret etmemiz gerekir:
a. İslâm, bu
caydırıcı hükümleri koymakla beraber, insanları suçtan uzaklaştıracak birtakım
kanunlar da getirmiştir. Meselâ insanları hırsızlık yapmaktan korumak için,
Allah Teâlâ her ferdin ihtiyaçlarını temin etme kanunu getirmiştir. Eğer fert
çalışabilecek durumdaysa, beyt'ul-maldan ona sermaye ve sermayeyi değerlendirecek
araç ve gereçler verilir. Böylece o fert kısa zamanda başkasına muhtaç olmaktan
kurtulup başkasına yardım edecek duruma gelir. Böylece toplumun tamamı
birbirine yardım eder, birbirine karşı vekil, kefil ve zâmin olur.
Zinadan korumak için
İslâm örtünmeyi, erkek ve kadınların birbirlerine karışmasını, bir erkek ile
bir kadının yalnız kalmamalarını emretmiştir. Zinadan korunmak için evlenmeyi
teşvik etmiş ve evlenmenin kolay olması için de mehirin düşük tutulmasını
tavsiye etmiştir. Dini ve ahlâkı güzel olan kişilere, fakir olduklarına
bakmaksızın kız vermeyi tavsiye etmiştir.
Nitekim Hz. Peygamber
şöyle buyurmaktadır;
Dinini ve ahlâkını
beğendiğiniz kişi siz(in aileniz)den bir kadına talip olursa onu evlendirin
(talip olduğu kadını ona verin!) Şayet böyle yapmazsanız yeryüzünde fitne ve
bozgunculuk olur.
Kur'an'ın bu hususta
birçok emir ve hükümleri vardır. Araştıran bir kişi bunları fıkıh kitaplarından
bulup çıkarabilir.
b, İslâm'ın tayin
ettiği cezaların amacı, suçluyu azaba duçar etmek değildir.
İslâm'ın bu cezalan
tayin etmesinin amacı, toplumun sağlam kalmasıdır. Bu bakımdan tayin edilen bu
cezalar, insanları suçtan caydırmak ve istenen hedefe ulaştırmak için bir
kumandadır. Ukubetin keyfiyetine gelince, o gaye değil vesiledir. Hedefe ulaştıran
vesilelerden kas-dedilen ne ise, cezalardan kasdedilen de odur. İslâm'ın meşru
kıldığı bu cezaların müslümanları istenen hedefe götürdükleri sabit olmuştur.
Tarih, geçmişte İslâm'ın bu adil hükümlerinden bahsettiği gibi bugün de
bahsermektedir. Öyleyse hastalık ve pisliklerin giderilmesi için kesin deva ve
ilaç budur. Uygarlık ve teknolojinin en ileri derecesine ulaşmış devletlerin hastalık ve pislikleri gidermek için birtakım
kanunlar uyguladıkla-nnı fakat bir türlü
bunlarla başa çıkamadıklarını, toplumu istenen hedefe oötüremediklerini
görüyoruz. Bu toplumlarda emniyet, istikrar yoktur. Günlük gazetelere
bakıldığında bu hastalıklar, pislikler, çirkinlikler açıkça görülmektedir.