NAMAZ. 2
Namaz'ın
Hikmetleri 2
Namaz'm Teşrî Kılınma Tarihi 2
Farz Namazlar 2
Namazın
Meşruiyetinin Delilleri 3
Namazın
Dindeki Yeri 3
Namazı Terketmenin
Hükmü. 3
Farz
Namazların Vakitleri 4
Sabah Namazı 4
Öğle Namazı 5
İkindi Namazı 5
Akşam Namazı 5
Yatsı Namazı 5
Namaz
Kılmanın Mekruh Olduğu
Vakitler 6
Farz Namazı İade ve Kaza Etmek. 6
Namaz
Kimlere Vacibdir?. 7
Salât lugatta hayır
dua'da bulunma anlamını ifade eder.
Onlar için salât (dua)
et. Şüphesiz senin salâtın (duan) onlara huzur verir. (Tevbe/103)
Yani 'Onların
affedilmeleri için Allah'a dua et!'
Fakihlerin ıstılahında
ise, iftitah tekbiriyle başlayıp selâmla sona eren ve kendine mahsus şartları
bulunan söz ve fiillere salât denir. Bu söz ve fiillerin tümüne, içinde dua
olduğu için salât denilmiştir. Çünkü dua, bunların en önemli kısmını teşkil
etmektedir. Böylece kül! (bütün), parçasının ismini almıştır.
Namaz'ın birçok hikmet
ve sırları vardır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
1. İnsan, namaz vasıtasıyla gerçek şahsiyetini
bulur. Bu da Allah'ın kulu olduğunu idrak etmesidir. Dünya zevkleri ve
insanlarla meşgul olması, insana bu gerçeği unutturduğu zaman, namaz bu
gerçeği tekrar hatırlatır.
2. Namaz
sayesinde insan nefsine, Allah'tan başka hakikî nimet yerenin ve yardım edenin
olmadığı gerçeği yerleşir. Her ne kadar birtakım sebepler insana yardım
ediyor, nimet veriyor görünseler de gerçekte veren Allah'tır. Çünkü o sebepleri
insana müsahhar kılan Allah Teâlâ'dır. İnsan zahirî ve dünyevî sebeplerle
meşgul olup gaflete daldığında, namaz gerçek sebebin, yardımcının, nimet,
zarar ve fayda verenin, diriltenin ve öldürenin Allah olduğunu insana
hatırlatır.
3. İnsan, namaz sayesinde işlediği günahlardan
tevbe etmek için bir fırsat ve uygun bir zaman bulur, zira insan gece ve gündüz
birçok günahla karşı karşıyadır. Bazen bunların farkına varır, bazen de
varmaz. İşte tekrar tekrar gelen namaz vakitleri, insanı günahlardan
temizleyecek olan fırsatlardır. Hz. Peygamber bu durumu şöyle ifade etmiştir:
Beş vakit namazın
meseli, sizden birinizin kapısı önünde bol bol akan ve içinde günde beş defa
yıkandığı bir nehir gibidir.
Ravi, Hasan'ın şöyle
dediğini de ekliyor: 'Nehir, o kişinin vücudunda kirden birşey bırakır mı?'
' Yine Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
[Söyleyin, birinizin
kapısının önünden bir nehir aksa, (ev sahibi de) günde beş defa o nehirde
yıkansa ne dersiniz; vücudunda kirden, pastan eser kalır mı? Sahabîler 'Hayır,
hiçbir şey kalmaz' dediler]. Hz. Peygamber şöyle devam etti: Beş vakit namaz da
işte bunun gibidir. Allah Teâlâ onlarla günahları yıkar, siler1.
4, Namaz,
insanın kalbindeki Allah'a iman akidesinin gıdasıdır; zira dünyanın zevkleri ve
şeytanın vesveseleri insana o akideyi unutturabilir-ler. O akîde insanın kalbine
yerleşmiş olsa bile unutulması mümkündür. Heva ve hevese, yanıltıcı dostlara
uyup bu unutkanlığa devam ederse, insan tıpkı suyu kesilen ağaç gibi sonunda
inkâra düşer. Suyu kesilen ağaç önce kurur, bir süre böyle kalır, sonra da
yıkılır gider. Fakat müslüman namaza devam ederse, namaz onun imanı için gıda
olur. Dünya ve dünyanın zevkleri artık o kişinin İmanını zayıflatmaya veya yok
etmeye güç yetiremez.
Namaz, bilinen en eski
ibadetlerdendir. Allah Teâlâ, Hz. İsmail hakkında şöyle buyurmuştur:
Halkına namazı ve
zekâtı emrederdi. Rabbinin katında kendisinden razı olunmuş bir kimseydi. (Meryem/55)
Namaz, Hz. İbrahim'in
dini olan Din-i Hanifte de vardı. Hz. Musa'nın tabileri de namazı
bilmekteydiler. Allah Teâlâ, Hz. İsa'nın dilinden şöyle buyurmaktadır:
(Rabbim) hayatta
olduğum sürece bana namazı ve zekâtı emretti. (Meryem/31)
Hz. Muhammed (s.a)
peygamber olarak gönderildiği zaman sabah ve akşam ikişer rekât namaz
kılıyordu. Bazı âlimler, Hz. Peygamber'e hitab
eden şu ayetle,
sabah ve akşam
kılınan bu namazların . kastedildiğini söylerler.
Rabbini hamd ile
akşam-sabah (=bi'l-aşiyyi ve'1-ibkâr) teşbih et! .
(Mü'min/55)
Mükellef olan her
müslümana farz olan namazlar sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarıdır.
Bu namazlar, Hz. Peygamber'in Beyt'ül-Makdis'e, oradan da semaya çıkarıldığı
gecede farz kılınmıştır. Allah Teâlâ, peygamberine ve diğer müslümanlara bir
gün bir gecede elli vakit namaz farz kıldı. Sonra beş vakite düşünceye kadar tahfif
etti. Beş vakit namaz kılınır, fakat elli vakit namaz ecri verilir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Ben Mekke'de iken
evimin tavanı ayrıldı, Cebrail indi, sonra elimden tutarak beni en yakın semaya
götürdü. Allah Teâlâ ümmetime 50 vakit
namazı farz kıldı. Bunun üzerine tekrar Allah'a müracaat ettim. Allah 'Onlar
beş vakittir ve yine onlar elli vakittir. Benim nezdimde söz değişmez' buyurdu.
Sahih görüşe göre İsra
hâdisesi, Hz. Peygamber Mekke'den Medine'ye hicret etmeden 18 ay önce
olmuştur. Durum böyle olunca beş vakit namaz, Hz. Peygamber'in daha önce
sabahları ve akşamları kıldığı iki vakit namazı neshetmiş oluyor.
Namazın meşruiyeti
birçok ayet ve hadîsle sabit olmuştur. Bu husustaki ayetlerden bazıları şunlardır:
O halde akşama
girdiğinizde de sabaha çıktığınızda da Allah'ı teşbih ve tenzih edin (namaz
kılın). Göklerde ve yerde (bulunan tüm varlıkların) hamd(i) Allah'a mahsustur.
Gündüzün sonunda da, öğle vakti geldiğinde de (Allah'ı teşbih edin ve ikindi ile
öğle namazını kılın!) (Rum/17-18)
İbn Abbas'a göre
'akşama girdiğinizde' sözünden maksat, akşam ve yatsı namazlarıdır. 'Sabaha
çıktığınızda1 sözünden maksat da sabah namazıdır. Aşiyyen kelimesinden maksat,
ikindi namazıdır. 'Öğle vakti geldiğinde' ibaresinden maksat da öğle namazıdır.
Şüphesiz ki namaz,
mü'minlerin üzerine vakit(leri bel)li bir farzdır. (Nisa/103)
Hadîsten delili ise,
yukarıda geçen İsra Hadîsinden başka şu hadîslerdir: Hz. Peygamber, Muaz b.
Cebel'i Yemen'e gönderirken şöyle buyurmuştur:
Onları, önce Allah'tan
başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet etmeye çağır.
Eğer onlar buna itaat ederlerse onlara şunu bildir: Allah onların üzerine her
gün ve gecede beş vakit namazı farz kılmıştır.
Bir bedevi, Hz.
Peygamber'e namaz hususunda sorduğunda, Hz. Peygamber 'Bir gün, bir gecede beş
vakit namaz farzdır' dedi. 'Üzerime bundan başkası da olacak mı?' dediğinde,
Hz. Peygamber 'Hayır, meğer ki kendiliğinden kılasın' buyurdu.
Namaz, bedenî ibadetlerin
en üstünüdür, bir kişi Hz. Peygamber'e, ibadetlerin en üstününün hangisi
olduğunu sorunca, Hz. Peygamber şöyle dedi:
- İbadetlerin en üstünü namazdır.
- Sonra hangisi?
- Namaz.
- Sonra hangisi?
- Namaz.
Bir müslüman iki vakit
namazı, güzel bir şekilde eda ederse, o, iki namaz arasındaki günahlara kefaret
olur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ beş vakit
namaz vasıtasıyla hataları siler.
Allah'ın emrettiği
gibi abdesti tam alıp da şu beş vakit namazı kılan
hiçbir müslüman yoktur
ki bu namazlar, aralarındaki günahlar için
birer kefaret olmasın.
Nitekim"
tembellik nedeniyle namaz hususunda gevşeklik gösteren bir kimsenin, böyle
devam ettiği takdirde küfre girmesi sözkonusu olduğu gibi -daha önce
söylediğimiz gibi- namaza devam etmesi de imanını besler. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Namazı kasden
terketmeyin. Çünkü namazı kasden terkeden bir kimsenin üzerinden Allah ve
Rasûlü'nün zimmeti beri olur.
Namazı terkeden bir
kimse ya tembelliğinden, ya inkâr ettiğinden veya hafife aldığından ötürü
terkeder. Namazı, farziyetini inkâr ederek veya hafife alarak terkeden bir
kimse kâfir olur. Hâkimin onu tevbeye davet etmesi farzdır. Eğer tevbe edip
namazı kılarsa bir mesele kalmaz, ancak tevbe etmezse; mürted olduğundan ötürü
öldürülür. İrtidat nedeniyle öldürülen kişinin yıkanması, kefenlenmesi,
namazının kılınması ve müslüman mezarlığına defnedilmesi caiz değildir. Çünkü o
kişi artık müslü mani ardan kabul edilmemektedir.
Namazın farziyetine
inandığı halde, tembellik nedeniyle namazı ter-keden kimseyi hâkimin,
namazlarını kaza etmeye ve terkettiğinden ötürü tevbeye davet etmesi gerekir.
Eğer namazlarını kaza etmeye yanaşmazsa öldürülmesi gerekir. Onu öldürmek, asi
müslümanları öldürmek için meşru kılman cezaların kapsamına girer. Ayrıca bu,
terkedilmesi nedeniyle savaş açılan bir farzı terketmenin cezasıdır. Fakat bu
nedenle öldürülen bir kimse müslüman kabul edilerek kendisine teçhiz, tekfin,
defin ve miras hususunda müslüman muamelesi yapılır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ben, Allah'tan başka
ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet edinceye ve
namazı kılıp zekâtı verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunları
yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın hakkı
hariçtir ve hesaplan da Allah'a aittir.
Bu hadîs Lâilahe
İllallah Muhammed'ur-rasûlullah dediği halde namaz kılmayan kimselerle
savaşılması gerektiğine delâlet eder. Ancak böyle kimseler kâfir sayılmazlar.
Bunun delili şu hadîstir:
Kim Allah'ın kullan
üzerine farz kıldığı beş vakit namazı, hakkına riayet ederek kılarsa, Allah
onu cennet'e koymaya söz vermiştir. Kim de onları kılmazsa, Allah katında onun
hiçbir ahdi yoktur; dilerse azap eder, dilerse cennet'e sokar.
Bu hadîs, namazı
terkeden bir kimsenin kâfir olmadığına delâlet eder. Zira namazı terketmekle
kâfir olunsaydı Hz. Peygamber 'Allah dilerse azap eder, dilerse cennet'e
sokar' demezdi. Çünkü kâfir asla cennet'e giremez. O halde buradaki namazı
terketme, tembellik nedeniyle terketmeye hamledilir. Böylece deliller arasında
da tenakuz sözkonusu olmaz. Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kişi ile küfür ve şirk
arasında namazın terki vardır.
Buradaki terk, namazın
farziyetini inkâr ederek veya namazı hafife alarak terketmedir.
Beş vakit namazın
herbirinin belli vakitleri, o vakitlerin de bir başlangıcı, bir de sonu vardır.
Vaktin girişinden önce ve vakit çıktıktan sonra namaz kılmak caiz olmaz.
Şüphesiz ki namaz,
mü'minlerin üzerine vakit(leri bel)li bir farzdır.
(Nisa/103)
Namaz, özel vakitlerle
sınırlandırılmış bir farzdır. Sahih hadîslerde bildirildiğine göre beş vakit
namaz farz kılındıktan sonra Cebrail gelerek namaz vakitlerini Hz. Peygamber'e
öğretmiştir. Hz. Peygamber de hem söz,
hem de fiiliyle namaz vakitlerini müslümanlara öğretmiştir.
Ebu Musa el-Eş'arî
şöyle rivayet ediyor: "Bir kişi Hz. Peygamber'e namaz vakitlerini sordu.
Hz. Peygamber ona bir cevap vermedi. Sonra şafak söker sökmez sabah namazını
kıldırdı. Neredeyse insanların birbirlerini tanıyamayacakları kadar
karanlıktı. Sonra güneş tam tepeden batıya meylettiği zaman müezzine emretti ve
öğle namazını kıldırdı. Öyle ki iyi bilen bir kişi 'Gündüz yan olmuştur1 derdi.
Sonra güneş yüksekteyken ikindi namazını kıldırdı. Sonra güneş battığı zaman akşam
namazını kıldırdı. Sonra şafak kaybolduğu zaman yatsı namazını kıldırdı. Ertesi
gün sabah namazını o kadar geciktirdi ki namazdan çıkan biri 'Güneş
muhakkak doğmuştur'
yahut 'hemen hemen doğmak üzeredir* diyebilirdi. Sonra öğle namazını dünkü
ikindi vaktine yakın bir zamana kadar tehir etti. Sonra ikindiyi o kadar
geciktirdi ki namazdan çıkan bir kimse 'güneş kıpkırmızı oldu1 derdi. Sonra
şafağın kaybolma zamanı yaklaşıncaya kadar akşam namazını geri bıraktı. Sonra
yatsı namazını gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar geciktirdi. Sonra sabah
olunca soru soran kişiyi çağırdı ve ona 'Namazların vakti şu iki vakit
arasıdır' dedi".
Burada mücmel kalan
bazı noktalan açıklayan veya fazlalık getiren hadîsler de vardır. Bunları,
aşağıda namazların vakitlerini tafsilatlı olarak anlatırken göreceğiz.
Sabah namazının vakti,
fecr-i sadık'ın doğuşu ile başlar, güneşin doğuşuna kadar devam eder. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
Sabah namazının vakti,
fecrin doğuşundan başlar, güneşin çıkış zamanına kadar devam eder.
Öğle namazının vakti,
güneşin tam tepeden batıya doğru kaymaya başladığı zaman başlar. Bu vakte zeval
vakti denir. Çünkü o vakitte doğuya doğru uzanan küçük gölgeler görünür.
Ona.zeval gölgesi denir. Öğle namazının vakti, herşeyin gölgesinin kendi boyuna
ulaştığı zamana kadar devam eder. Zeval gölgesi de bu gölgeye dahildir. Çünkü
o, öğle namazı vaktinin ilk belirtisidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Öğle namazının vakti,
güneşin batıya doğru kaymasıyla başlar. O zaman kişinin gölgesi boyu kadardır.
İkindi girinceye kadar devam eder.
İkindi namazının
başlama vakti, öğlenin sona erdiği zaman başlar. Güneş batıncaya kadar devam
der. Şu hadîs buna delâlet eder:
Güneş batmadan önce
ikindi namazının bir rekâtına yetişen kimse ikindi namazına yetişmiş demektir.
Fakat namazı, her
şeyin gölgesinin iki misline ulaştığı zamana kadar ertelememek en güzelidir,
zira hadîsten bu anlaşılmaktadır. Bir de Hz. Peygamber'in şu sözü vardır:
İkindi namazının
vakti, güneş sapsarı oluncaya kadardır. Bu
hadîs, muhtar olan vakte hamledilir.
Akşam namazının vakti,
güneşin batmasıyla başlar, kırmızı şafak kaybolup batı tarafında eseri
kalmayıncaya kadar devam eder. Kırmızı şafak, güneş ışınlarından kalan
noktalardır, güneş battığında doğu tarafında görülür. Sonra karanlık onu
batıya doğru kaydırır. Karanlık yeryüzünü kaplayıp batı ufkuna uzandığında,
kırmızı şafağın eseri ortadan kalktığında akşam namazının vakti sona ermiş,
yatsı namazının vakti girmiş demektir. Vakitleri bildiren hadîs buna delâlet
eder. Zira Hz. Peygamber şöyle demiştir:
\
Akşam namazının vakti,
kızıllık düşünceye kadardır.
Yatsı namazının vakti,
akşamın sona ermesiyle başlar, fecr-i sadık'ın doğuşuna kadar devam eder. Fakat
en muhtar görüşe göre, gecenin üçte birinden daha fazla erteîenmemelidir.
Fecr-i sadıktan maksat, doğu ufkuna yayılan bir ışıktır; bu ışık güneşin
aksetmesiyle meydana gelir. Sonra yavaş yavaş göğe doğru yükselip güneşin
doğusuyla tamamlanır. Yatsı namazının başlama, sona erme ve muhtar olan
vaktinin delili, vakitleri bildiren hadîsle birlikte bir de şu hadîstir:
Dikkat edin! Şu
muhakkak ki uyku ile namaz kaçırmakta bir tefrit yoktur. Tefrit ancak diğer bir
namaz vakti girinceye kadar namazını kılmayan kimse içindir.
Bu hadîs, bir namaz
vaktinin diğer namaz vakti girdiğinde sona erdiğine delâlet eder. Fakat sabah namazı
bundan hariçtir. Zira sabah namazının vakti, öğle namazı vaktinin girmesiyle
değil, güneşin doğmasıyla sona erer.
İşte bunlar, beş vakit
namazın vakitleridir. Fakat namazları kasden vaktin sonuna bırakıp da vaktin
genişliğini mazeret olarak ileri sürmemek gerekir. Çünkü böyle yapmak, namaz
vaktinin çıkmasına sebep olabilir. Hatta bu gevşeklik namazı terketmeye bile
sebep olabilir. Sünnet olan, namazları vaktin başlangıcında kılmaktır.
Hz. Peygamber'e
'Amellerin en efdali hangisidir?' diye sorulduğunda 'Vaktinde kılınan namaz'
diye cevap vermiştir.
Namazın bir kısmı
vakti içinde, bir kısmı da vakti dışında kıhnırsa, o namaz, vakti içinde
kılınmış sayılır. Aksi takdirde kaza edilmiş bir namaz sayılır. Bunun delili,
Hz. Peygamber'in şu hadîsleridir:
Kim güneş doğmadan
sabah namazının bir rekâtına yetişirse, o, sabah namazına yetişmiştir. Kim
güneş batmadan Önce ikindi namazının bir rekâtına yetişirse ikindi namazına
yetişmiştir.
Bir namazın bir
rekâtına yetişen kimse, o namaza yetişmiştir.
Namaz kılmanın
tahrimen mekruh olduğu vakitler şunlardır:
1. Cuma günü hariç, güneş tam tepedeyken ve
sabah namazından sonra güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar namaz kılmak
tahrimen mekruhtur.
2. İkindi namazından sonra güneş batincaya kadar
namaz kılmak da tahrimen mekruhtur.
Bu vakitlerde namaz
kılmanın tahrimen mekruh olduğunun delili şu hadîstir:
Ukbe b. Âmir el-Cühenî
şöyle demektedir: "Hz. Peygamber üç vakitte bizi namaz kılmaktan ve
ölülerimizi gömmekten nehyetti: Güneş doğmaya başladığından bir mızrak boyu
yükselinceye kadar, güneş tam tepeden biraz batıya meyledinceye kadar, güneş
batmaya meyledip batıncâya kadar..."
Bu kerahat, sebepsiz
kılınan namaz ve kasden gömülen ölü için sözkonusudur. Fakat kendiliğinden o
vakitlere rastlayan cenaze için, kaza namazı, mescid namazı gibi namazlar için
kerahat sözkonusu değildir. Bunları, bu sebeplerden ötürü o vakitlerde kılmanın
mekruh olmadığının delili şu hadîstir:
Kim bir namazı
(kılmayı) unutursa, onu, hatırladığında kılsın. Onun bundan başka kefareti
yoktur: 'Beni hatırlamak için namaz kıl!' (Tâhâ/14)
Hz. Peygamber'in 'Onu
hatırladığında kılsın' sözü, hatırladığı zamanın o namazın meşru vakti
olduğuna delâlet eder. Bazen kazaya kalan namaz, mekruh olan vakitlerde
hatırlanabilir. Bu nedenle kazaya kalan namazın bu vakitlerde kılınmasının bu
yasaktan istisna edildiğine delâlet eder.
Ümmü Seleme şöyle
diyor: Hz. Peygamber ikindi namazından sonra iki rekât namaz kıldı. Onun ne
namazı olduğunu sordum. Bana 'Ey Ebu Umeyye'nin kızı! İkindi namazından sonra
kıldığım iki rekâttan sual etmiştin, bunun sebebi şudur: Bana Abdulkays
kabilesinden bazı kimse-ier (İslâm'a girmek için) gelmişlerdi. Bunlar, şu öğle
namazından sonraki iki rekât (nafile) namazdan beni meşgul edip alıkoymuşlardı.
Bu kıldığım iki rekât namaz, öğlenin o iki rekât son sünnetidir' dedi.
Sebepleri olan diğer
namazlar da kazaya kalmış namaza kıyas edilmiştir. Bu mutlak nehiyden Mekke
haremi hariçtir; Mekke hareminde her vakitte her türlü namaz kılınabilir. Çünkü
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ey Abdimenafoğullan!
Şu Kabe'yi ziyaret eden hiç kimseyi, gece veya gündüzün herhangibir vaktinde
tavaf etmekten ve namaz kılmaktan menetmeyin.
Farz namazlardan
birini kıldığı halde, bir eksiklikten veya edeplerine riayetsizlikten dolayı
yeniden kılmaya namazı iade etmek denir. Bu müs-tehabdır. Meselâ öğle namazını
tek başına kıldıktan sonra, cemaatle tekrar kılmak sünnettir. Farz olan,
kişinin ilk kıldığı namazdır, ikinci kez kıldığı namaz ise nafile olarak
defterine kaydedilir.
Hz. Peygamber sabah
namazını kıldıktan sonra, namazı cemaatle kılmayan iki kişi görünce 'Neden
bizimle beraber kılmadınız?' diye sordu. 'Ey Allah'ın Rasûlü! Biz daha önce
konakladığımız yerde namazımızı kıldık' diye cevap verdiler. Hz. Peygamber
'Sakın böyle yapmayın. Cemaatle beraber namazınızı tekrar kılın. Çünkü daha
önce kıldığınız namaz sizin için nafile olur' dedi.
İlk kılinan namazda
eksiklik veya âdaba riayetsizlik yoksa, kılacağı namaz da ilk kılınandan daha
faziletli olmayacaksa, onu iade etmek (tekrar kılmak) sünnet değildir.
Vakti çıktıktan veya
bir rekât yetişmeyecek kadar kalan zamanda kılınan namaza kaza denir. Eğer bir
rekât sığacak kadar zaman varsa, o vakitte kılman namaz kaza değil, edadır. Nitekim
bunu daha önce belirtmiştik.
Bütün mezheplerin
cumhur uleması, namazı unutarak veya kasden terkeden bir kimsenin onları kaza
etmesi gerektiğinde ittifak etmişlerdir. Ancak kişi unutkanlık veya uyku
nedeniyle kılamamışsa günahkâr olmaz ve hemen kaza etmesi de vacib değildir-,
istediği zaman kaza edebilir. Özürsüz olarak namazı terkeden bir kimse ise hem
günahkâr olur, hem de ilk fırsatta namazını kaza etmek mecburiyetindedir.
Terkedilen bir namazın kaza edilmesinin farz olduğunun delili şu hadîstir:
Kim bir namazı
(kılmayı) unutursa veya uykuya dalıp kılmazsa, onu, hatırladığında kılsın. Onun
bundan başka kefareti yoktur. .
Hz. Peygamber'in 'Onun
bundan başka kefareti yoktur' sözü, sayısı ne kadar olursa olsun, ne zaman
terkedilmiş olursa olsun geçmiş namazların kaza edilmesi gerektiğine delâlet
eder.
Erkek veya kadın
âkil-bâliğ olan her müslümana namaz kılmak farzdır. Kâfir'e namaz kılmak farz
değildir. Kâfir 'Neden namaz kılmadın?' diye hesaba çekilmez. Fakat ahirette
cezayı gerektirmesi açısından kâfir'e de farzdır. Çünkü müslüman olup namaz
kılabilirdi. Bunun böyle olduğunun delili şu ayettir:
'Sizi sekar'a (alevli
ateşe) sokan nedir?' (Mücrimler şöyle) derler: 'Biz namaz kılanlardan değildik,
fakire yedirmezdik, bâtıla dalanlarla beraber (biz de) dalardık. Hesap gününü
de yalan sayardık. Nihayet bize ölüm gelip çattı'. (Müddessir/42-47)
Küçük çocuklara ve
delilere namaz farz değildir. Çünkü çocuklar ve deliler mükellef değildir.
Hayızlı ve nifaslı kadınlara da namaz farz değildir. Çünkü bu durumda iken
namaz kılmaları sahih olmaz; onlarda namaza mâni olan abdestsizlik hali
mevcuttur.
Kâfir, müslüman olduğu
zaman küfürdeyken geçen namazları kaza etmekle mükellef değildir. Şeriat bunu,
dine teşvik etmek amacıyla böyle bir hükme bağlamıştır.
Kâfirlere de ki:
'Eğer(küfürden) vazgeçerlerse geçmiş (günah)îarı bağışlanır1. (Enfal/38)
Ancak mürted olan
bundan müstesnadır. Onun, tekrar İslâm'a döndükten sonra, irtidat zamanında
geçirdiği namazları ceza olarak kaza etmesi farzdır.
Kadınların hayızh ve
nifaslı iken geçirdikleri namazları kaza etmeleri farz değildir. Çünkü bu
namazları kaza etmeyi farz kılmak, kadınlara meşakkat olur. Delinin de deliiik
zamanında kılmadığı namazları kaza etmesi vacib değildir. Baygın olan kimsenin
de durumu aynıdır. Bunun delili şu hadîstir:
Kalem (mesuliyet) üç
kişiden kaldırılmıştır: Baliğ oluncaya kadar çocuktan, uyanıncaya kadar
uyuyandan, akıllanıncaya kadar deliden.
Hadîs, deli hakkında
varid olmuştur. Aklı, herhangibir sebepten ötürü zayi olanlar da deliye kıyas
edilmiştir. Uykuda olduğu için namazı kaçıran bir kimseye, namazı kaza
etmesinin vacib olduğu daha önce geçen şu hadîsten anlaşılmaktadır:
Kim bir namazı,
unutarak veya uyuduğu için kaçırırsa, hatırladığı zaman onu kılsın.
Çocuk yedi yaşını
doldurduktan sonra, ona, alışkanlık kazanması için namaz kılmayı emretmek
vacibdir. On yaşında iken namazı terkederse dövülmelidir. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Çocuk yedi yaşına
geldiğinde ona namaz kılmasını emredin. On yaşına geldiğinde namazı terkederse
onu dövün.