ON İKİ İMÂM:

Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Ehl-i beytinden (akrabâsından) olup,

tasavvufun vilâyet yolunda en yüksek derecelere ulaşmış olan on iki büyük zât. Bunların

hepsine birden Eimme-i İsnâ aşere de denir.

On iki imâm; Ali bin Ebî Tâlib, Hasen, Hüseyn, Zeyne'l-âbidîn, Muhammed Bâkır,

Câfer-i Sâdık, Mûsâ Kâzım, Ali Rızâ, Muhammed Cevâd Takî, Ali Nakî, Hasen Askerî Zekî

ve Muhammed Mehdî'dir. (Abdülazîz Dehlevî)

Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve selem gelen feyzler (mânevî yardımlar) ve mârifetler

(mânevî ilimler) hep hazret-i Ali'nin vâsıtasıyla gelir. Fâtımat-üz-Zehrâ ve hazret-i Hasen ve

hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhüm) bu makamda hazret-i Ali ile ortaktırlar. Öyle

sanıyorum ki, hazret-i Ali dünyâya gelmeden önce de bu makamda idi. Vefât ettikten sonra da

bu yolda her velîye gelen feyzler, hidâyetler (mânevî ilimler) yine onun vâsıtası ile

gelmektedir. Çünkü kendisi bu yolun en yüksek noktasında bulunuyor. Bu makâmın sâhibi

odur. Hazret-i Ali vefât edince ondan yayılan feyzler hazret-i Hasen ve sonra hazret-i Hüseyn

vâsıtası ile geldi. Daha sonra on iki imâmdan sağ olanları da vâsıta oldular. Bunlardan sonra

gelen evliyâya feyzler bu on iki imâm vâsıtasıyla geldi. Abdülkâdir-i Geylânî velî oluncaya

kadar hep böyle idi. (İmâm-ı Rabbânî)

Ehl-i beyti seven ve on iki imâmın yolunda olanlar Ehl-i sünnettir (Peygamber

efendimizin ve Eshâbının yolundadır). Doğru yoldan ayrılanlar, on iki imâmı sevme adı

altında on iki imâma iftirâ edip haklarında kötü sözler sarf etmektedirler. Doğru yoldaki İslâm

âlimleri hiçbir zaman on iki imâm hakkında iftirâda bulunmamışlar, bilhassa on iki imâmın

sevgisinin, son nefeste îmân ile gitmeye vesîle olacağını bildirmişlerdir. On iki imâmda

Resûlullah efendimizin zerreleri vardır. Bunlara kıymet vermek, saygı göstermek her

müslümanın vazîfesidir. (Abdülazîz Dehlevî)

ORTA YOL:

Îmân ve ibâdetlerde yâni dinde Ehl-i sünnet (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının

yolunda olan) âlimlerin gösterdiği ve bildirdiği doğru yol. (Bkz. Ehl-i Sünnet)

Orta yolun sağında ve solunda olmak iyilikten ayrılmak olur. Orta yoldan uzaklığı kadar

iyiliği azalır. Hak yol orta yoldur. (Hâdimî)

ORTODOKS:

Hıristiyanlık mezheblerinden. Ortodoks mezhebinin rûhânî (dînî) lideri patrik olup,

merkezi İstanbul Fener'deki patrikhânedir. Roma İmparatoru Konstantin üç yüz on senesinde

hıristiyanlığa izin verdi. Kendi de hıristiyan oldu. İstanbul şehrini yaptı. Roma'dan İstanbul'a

taşındı. Fakat bu dînin esasları bozulmuş, unutulmuş olduğundan, papazların elinde oyuncak

oldu. Mîlâdın 395. senesinde Roma Devleti ikiye ayrıldı. 1054 (H.446)'da İstanbul patriği

olan Mihael Kirolarius, Roma'daki papadan ayrılarak Ortodoks kilisesini (mezhebini) kurdu.

Roma'daki papaya tâbi olanlara katolik, İstanbul'daki patriğe tâbi olanlara ortodoks denildi.

Kiliselere resimler, heykeller kondu. (M. Sıddîk Gümüş)

Şark kiliseleri olarak da bilinen ortodoks dünyâsında İstanbul'dan başka İskenderiye,

Antalya ve Kudüs'te de patriklik vardır. Çok sayıda millî kiliseler bu dört patrikliğe bağlıdır.

(Yeni Rehber Ansiklopedisi)

Ortodoks mezhebini diğer hıristiyan mezheplerinden ayıran noktalardan bâzıları şunlardır:

Rûhânî başkanları patriktir. Papanın üstünlüğünü, hazret-i Îsâ'nın vekîli olduğunu,

yanılmazlığını kabûl etmezler. Rûh-ul-kuds'ün (kutsal rûhun) oğul yoluyla babadan çıktığını

ileri sürerler. İbâdetlerini her ülkenin diliyle yaparlar. Papazlar evlenebilir, keşişler,

piskoposlar ve patrikler evlenemez. Boşanma bâzı şartlara bağlı olarak vardır. (Yeni Rehber

Ansiklopedisi)

ORUÇ:

İslâm'ın beş şartından biri. Fecrin (tan yerinin) ağarmasından yâni imsaktan güneş

batıncaya kadar yimeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Ey mü'minler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de farz kılındı.

Umulur ki oruç sâyesinde fenâlıklardan sakınırsınız. (Bekara sûresi: 183)

Oruç bana mahsustur. Onun karşılığını ben veririm. (Hadîs-i kudsî-Buhârî)

Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmayı farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını,

Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Oruç tutan çok kimse vardır ki, onların orucu yalnız açlık ve susuzluk çekmek olur.

(Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

Allahü teâlâ, benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir

peygambere vermemiştir.

1) Ramazanın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü'minlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı

kuluna hiç azâb etmez.

2) İftar zamanında, oruçlunun ağzının kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha

güzel gelir.

3) Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için duâ

eder.

4) Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhirette vermek için Ramazân-ı şerîfte Cennette yer

tâyin eder.

5) Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan mü'minlerin hepsini affeder. (Hadîs-i

şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)

Çok namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, fakat dili ile komşularını incitenin gideceği

yer Cehennemdir. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)

Kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Zîra evlenmek gözü haramdan daha çok

meneder. İffeti de öylece korur. Kim evlenmeye muktedir olamazsa oruca sarılsın. Çünkü

oruç onun için bir enemidir. (Şehveti kesen, nefsi kıran hafif bir ameliyye gibidir) (Hadîs-i

şerîf-Buhârî)

Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrâr görünce, orucu bırakınız. (Hadîs-i

şerîf-Eşi'at-ül-Lemeât)

Vazîfe olduğuna inanmayarak, ehemmiyet vermeyerek, hafîf görerek namaz kılmamak,

oruç tutmamak, zekât vermemek küfür olur. (Hâdimî)

Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatlarıyla sıfatlanmaktır. Zîrâ Allahü teâlâ yemekten ve

içmekten münezzehtir. (Muhammed Bâkibillah)

Oruç tutmanın on bir faydası vardır: Cehennem'e kalkan olur. Diğer ibâdetlerin kabûlüne

sebeb olur. Bedenin zikri olur. Kibri kırar. Ucbu (yaptığı ibâdetleri ve hayırları beğenmeyi)

kırar. Huşû'u (Allah korkusunu) arttırır. Sevâbı mîzânda (kıyâmet günü terâzide) ağır gelir.

Allahü teâlâ o kulundan râzı olur. Îmân ile vefât ederse, Cennet'e erken girmeğe sebeb olur.

Kalbi ve aklı nûrlanır. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

Ramazân-ı şerîf orucunu ta'zîm (hürmet ve kıymet vererek) ve vakar ile tut. Her kim

Ramazan orucunu güzelce tutsa, haramlardan sakınsa, kazâ namazlarını kılsa, Hak teâlâ

hazretleri her gün için, bin gün nâfile oruç tutmuş gibi sevâb ihsân eyler ve o kimse ile

Cehennem arasına birçok perdeler konur. (Süleymân bin Cezâ)

Oruç Kazâsı:

Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan

veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci,

Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması.

Oruç Keffâreti:

Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı.

Oruç keffâreti cezâsı, mübârek Ramazân ayının hürmet ve nâmus perdesini yırtmanın

karşılığıdır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Oruç keffâreti olan, bir köle âzâd eder. Köle âzâd edemeyen ard arda altmış gün oruç

tutar. Keffâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özürle veya bayram günlerine rastlamak

sebebiyle bozulursa veya Ramazâna rastlarsa yeniden altmış gün tutmak lâzım olur. Kadın

hayız ve nifas sebebiyle bozunca yeniden başlamaz. Temizlenince geri kalan günleri tutarak

altmışa tamamlar. (İbn-i Âbidîn, Tahtâvî, Mehmed Zihnî)

Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, oruç keffâretini tutamayan kimse altmış fakiri, bir gün

sabah-akşam olmak üzere iki defâ, yâhut bir fakiri, sabah-akşam olmak üzere altmış gün

doyurur. (Tahtâvî, Mehmed Zihnî)

OTUZ ÜÇ FARZ:

Her müslümanın öncelikle bilmesi ve yapması lâzım olan îmân ve ibâdet bilgileri.

Otuz üç farz meşhûr olup şunlardır:

Îmânın şartı altı. İslâm'ın şartı beş. Namazın farzı on iki. Abdestin farzı dört. Guslün (boy

abdestinin) farzı üç. Teyemmümün farzı üç. (Teyemmümün farzına iki diyenler de vardır.

Böylece hepsi otuz iki farz olur). (Kutbüddîn İznikî)

İslâm nikâhını yaptıracak olan dâmât ve gelin, otuz üç farzı bilmeli ve bunlara

inanmalıdırlar. Eğer bilmiyorlarsa nikâh kıyacak kimse, Besmele, hamd ve salevât

(Peygamber efendimize duâ) okuduktan sonra, bu otuz üç farzdan; îmânın ve İslâmın

şartlarını münâsib bir yolla dâmât ve geline öğretmelidir. (S. Abdülhakîm Arvâsî)