İslamda Hoşgörü Ve Müsamaha
Gönderen Kadir Hatipoglu - Aralık 13 2017 04:00:00

1.Tanım ve Kapsam                         Vaaz Resimleri: w.jpg Olarak İndir

            İslâm; kelime olarak güven, selâmete erdirmek, esenliğe çıkarmak ve karşılıklı emniyet ve barış tesis etmek gibi manalarının yanında, hoşgörü ile doğrudan alakalı olarak sulh, barış, anlaşma, uzlaşma gibi anlamları da ihtiva ediyor.

Hoşgörü (müsamaha): Farklı görüş ve davranışları tahammülle karşılama, önemli olmayan hata ve kusurları bağışlama anlamına gelen bir terimdir. Bizden olmayan veya bizim gibi olmayan başkalarına karşı güçlük çıkarmama ,onlara müdahale ve baskıda bulunmama ve onların ufak farklılık ve kusurlarını görmezden gelme demektir. Bir ahlak kavramı olarak hem bireysel ve hem de toplumsal düzeyde önem verilmesi gereken bir tutumdur[1].

            İnsanlarla iletişim kurmak kaçınılmaz bir zorunluluktur. Sağlıklı bir iletişim için de hoşgörü ve müsamaha gereklidir. Müslümanlar dinlerini tebliğ, emri bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker, gibi dini görevlerini hoşgörüyle yerine getirirler.

2- Uygulama Alanı

1- Müslümanlar arası Hoşgörü

A- Hoşgörünün temelinde sevgi vardır.

            Sevginin müslüman’ın davranışlarına yansıyan şekli hoşgörüdür. Sevgi ile ilgili olarak Peygamberimiz, kamil imanın kaynağını yine sevgiye bağlamakta ve şöyle buyurmaktadır:

لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لِأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ

"Sizden biriniz nefsi için sevdiğini mü'min kardeşi için de sevmedikçe gerçek mü'min olamaz."[2]

Başka bir hadisi şerifte ise şöyle buyurulur:

لَا تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلَا تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا أَوَلَا أَدُلُّكُمْ عَلَى شَيْءٍ إِذَا فَعَلْتُمُوهُ تَحَابَبْتُمْ أَفْشُوا السَّلَامَ بَيْنَكُمْ

"Allah'a yemin ederim ki; sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek iman etmiş olamazsınız. Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey öğreteyim mi? Aranızda selamı yayınız."[3]           

Peygamber Efendimiz ise,

وَعَنْ عبداللّهِ بن عمرو بن العاصْ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: قال رسولُ اللّهِ: المُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيدِهِ، وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَر مَانَهى اللّهُ عَنْهُ

“Gerçek Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların emniyet ve esenlikte olup zarar görmedikleri kimsedir.”[4] Buyurarak insanlara karşı nasıl davranmamız gerektiği hususuna dikkatlerimizi çeker.

Yine O: "hoşgörü ile davrananın hoşgörü ile mukabele göreceğini" (İbn Hanbel, I, 248); "Dünyada Allah'ın kullarına hoşgörülü davrananlara Allah'ın kıyamette görevli meleklerine hoşgörülü davranmalarını emredeceğini"[5] haber vermektedir.

Peygamber (sav)  hoşgörülü bir insandı. O en azılı düşmanlarına karşı bile hoşgörülü davranmış bu müsamaha nedeniyle birçok kişinin kalplerini yumuşatarak Cenab-ı Mevla’nın izniyle iman etmelerini sağlamıştır.

B- Allah Resulü’nden Hoşgörü Örnekleri

O'nun hayatı, savaş ortamları dahil, sayılamayacak kadar hoşgörü ve affın örnekleriyle doludur. Bazılarını hatırlayalım:

Akrabalarını İslam’a davet için gittiği Taif’de taş yağmuruna tutulmuş, ayakları kanlar içinde kalmıştı. Cebrail’in; “Allah’ın selamı var; istersen şu tepeleri Taif halkının üzerine yıkacak ve onları helak edecek...” demesine karşılık, asla böyle bir şey istemediğini belirterek ellerini açmış ve şu duayı yapmıştı: “Allah’ım (şu) kavmimi (topluluğu) hidayete ulaştır; çünkü onlar (Seni ve Beni) bilmiyorlar!” Çünkü O, kan dökmek ve insanları yok etmek için değil, dalaletten hidayete çıkararak gerçek varlığa  kavuşturmak için gönderilmişti. Bu tavır ve dua, tam da O’nun bu vasfına yakışmaktaydı. Nitekim, Taif halkı yıllar sonra İslam’la şereflenmişlerdi.

Mekke’nin, kan dökülmeden fethedilmesinin ardından Allah Resulü, bir zamanlar Müslümanlara yapmadıkları hakaret, zulüm ve işkence bırakmayanlara karşı umumi af ilan etmişti. Muktedir olduğu halde intikam almamıştı.

Bedir esirlerine yaptığı muamele ne kadar anlamlıydı!..Onlara bir misafir gibi davranmanın yanında; okuma-yazma bilen her esiri, on müslümana okuma-yazma öğretme karşılığında; zengin olanları fidye vermek şartıyla, hiçbir özelliği olmayanları da birşey beklemeden serbest bırakmıştı. Bu nasıl bir hoşgörüydü; düşmanını yok etmek yerine, meziyetlerinden istifade etmeyi tercih ediyordu!

Necran’dan gelen hıristiyan bir grubun, Mescid-i Nebevi’nin bir köşesinde kendi inançlarınca ibadet etmelerine müsaade buyurmuşlardı. İnanç ve ibadet özgürlüğünün, müsamahanın bundan daha güzel pratik örneği nasıl olabilirdi?!

Allah Resulü’nün hoşgörüsü ibretlerle doluydu. Ve O, hoşgörüyü insanları kazanmak ve eğitmek için vazgeçilmez bir vasıta olarak yaşıyordu. Ashabına hep;

يَسِّرُوا وَلا تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلا تُنَفِّرُوا

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin”[6] düsturunu öğütlüyordu. Kendileri de daima bu prensip üzere hareket ediyordu.

Bedevini biri mescidin bir köşesine küçük abdest bozmaya başlar. Olaya şahid olan ashabdan bazıları, adama bağırırlar ve üzerine yürürler. Rahmet Peygamberi, onlara mani olur ve; “Bırakın (işini görsün)...        Sonra bevlinin üzerine bir kova su dökün; zira siz güçlük değil, kolaylık göstermek üzere gönderildiniz" buyururlar. Sonra bedeviyi yanına çağırarak ona şöyle nasihatte bulunur: “Bu mescidler ne bevil, ne de başka pislik içindir; buralar, Allah’ı anmak, namaz kılmak ve Kur’an okumak için yapılmıştır.”[7]

Kendini İncitene de hoşgörülüydü

Rahmeten li’l-Âlemin, Mescid-i Nebevi’den çıkarken bir bedevi eteğini çekti ve;  Develerimi buğdayla yükle! Çünkü sendeki mal ne senin ne de babanın malıdır! dedi. Bu ani ve kuvvetli çekme neticesinde Allah Resulü’nün ridasının yakası, mübarek boynunu kızartmıştı. Peygamber Efendimiz bu harekete üzülmüştü. Bedeviye; “Önce, beni incittiğinden dolayı özür beyan et; sonra da ben senin istediğine bakarım” buyurdular. Bedevi özür dilemeyi gururuna yakıştıramadı ve; Özür beyan etmiyeceğim, dedi ve bu sözleri birkaç defa tekrarladı.

  Rahmet Peygamberi, ona ahlak ve edeb dersi vermek istiyordu; ama o hiç oralı olmuyordu. Yüce Peygamber, bedevinin sözüne hiç ehemmiyet vermedi ve ashabından birine dönerek;       -“Bu adam için şu develerin birine arpa, diğerine hurma yükle!” diye emredip yoluna devam etti.[8]                                                                                                                                                    

Yine Peygamber Efendimiz yukarıda da değindiğimiz şekilde;

“Gerçek Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların emniyet ve esenlikte olup zarar görmedikleri kimsedir.” buyurarak insanlara karşı nasıl davranmamız gerektiği hususuna dikkatlerimizi çeker.

O, savaşta bile hadde tecavüz etmemeyi, kimseye zulmetmemeyi; çocuklara, yaşlılara ve kadınlara asla dokunmamayı, düşmana ait dahi olsa hayvanları telef etmemeyi, meyveli ağaçları kesmemeyi emreden rahmet peygamberi idi. Onun savaşı imha değil, ihya gayelerini taşırdı. O, savaşı bile rahmete dönüştüren bir Allah elçisiydi.

Dinimizin bu hoşgörüsü yakınlarımızdan başlayarak hangi din, dil ve ırktan olursa olsun bütün insanları kapsar.

C- Sosyal Münasebetlerde Hoşgörü

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَليظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلينَ

"Allah'ın sana olan rahmetinden dolayı ey Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın şüphesiz insanlar etrafından dağılıp giderlerdi.[9]

            Kaba, sert, acımasız olmak ve katı yüreklilik insanları kendimizden uzaklaştıran müslümana yakışmayan özelliklerdir. Bunun için Yüce Allah bu tutumun doğuracağı zararlı sonucu bize bildirerek, kabalık ve katı yüreklilikten bizleri sakındırmıştır.

            Hoşgörü; birlik, beraberlik, kardeşlik içinde sağlıklı bir toplumun temel harçlarındandır.

            Allah’u Teâlâ insanları, birbirileriyle olan iyi münasebetleri bozucu tutum ve davranışlardan sakındırarak böyle durumlarda nasıl bir tavır sergilenmesi gerektiğini bizlere şöyle açıklıyor:

وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا

“Rahmân’ın (has) kulları, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) ‘Selâm’ der (geçerler)”[10],

Kasas Suresi’nde ise müminlerin bu halleri şöyle detaylandırılır:

وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ

Onlar,  boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz’ derler.”[11]

اَلَّذينَ يُنْفِقُونَ فِى السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمينَ الْغَيْظَ وَالْعَافينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ

      “O takva sahipleri ki, ...öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah, iyilik edenleri sever.”[12] Ayet-i kerimeden anlaşıldığına göre bir mümin, kendisinin hoşuna gitmeyeceği bir manzara ile karşılaştığında gayet müsamahalı ve hoşgörülü davranmalıdır.

قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلى شَاكِلَتِه فَرَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ اَهْدى سَبيلًا

“...Herkes, kendi karakterinin gereğini sergiler...”[13] Hoşgörü kahramanlarının karakteri ise yumuşaklık, müsamaha ve toleranstır.

            Sokakta: Sokağa tükürmek, çöp atmak, geliş geçişe mâni olmak, tiksindirici çirkin şeyler bırakmak, görgüsüzlüktür. İhtiyar, kadın ve hastalara her zaman öncelik verilir. İhtiyaçları varsa yardımcı olunur.

Yürürken: Pek yavaş veya pek hızlı ve büyüklenerek yürümemelidir! Kur’an-ı kerimde, “Böbürlenerek yürüme” buyuruldu. Yolda, büyük bir zat veya bir âlim ile beraber giden kimse, onun önünden ve solundan değil, sağından yürür.

Komşulukta: İyi geçim, karşılıklı yardımlaşma, dert ve sevinçlerine iştirâk, her karşılaştıklarında selâmlaşma, hal hatır sorma, birbirinden isteklerini imkan ölçüsünde temin etme önemli görgü kurallarındandır. Gürültü, çöp, pislik, rahatsız edici koku ve benzeri şeylerle komşuları rahatsız etmek hiç hoş karşılanmaz. Komşu kadın ve çocuklarına ayrı bir îtinâ, hürmet ve şefkat gösterilir.

D-Aile İçinde Hoşgörü

            Aile toplumun en küçük birimidir. Bundan dolayıdır ki hoşgörü/ müsamaha öncelikle aile içinde olmalıdır. Anne-baba çocuklarına müsamahalı davranmalı ve örnek olmalıdır. Onları hoşgörülü birer evlat olarak yetiştirmelidir. Evlatlarında anne-babalarına yumuşak ve hoşgörülü davranmaları gerekir. Bu konuda Mevlamız şöyle buyuruyor:

وَقَضَى رَبُّكَ اَلاَّ تَعْبُدُوا اِلاَّ اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُلْ لَهُمَا اُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا

“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, ana babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”[14]

Öncelikle yakın çevremize hoşgörü

Hoşgörüde esas olan kendi içimizde meydana gelen problemleri anlayışla karşılamak ve dışarıya karşı göstermiş olduğumuz hoşgörüyü evvela yakın çevremize, dost, akraba ve diğer bütün kardeşlerimize göstermektir ki bu, gerçek hoşgörü kahramanı olmanın temel vasfıdır.  

E- Ticaret ve İş Hayatında Hoşgörü

            Yoğun koşuşturma ve çaba içerisinde geçen iş hayatı; insanları yorgun, bitkin ve stres içerisinde bırakıyor. Bu stres içerisinde olan insanlar birbirlerini incitip kırabilirler. Birbirlerini yanlış anlayabilirler. Sonunda istenmeyen bir durumla karşılaşılabilir. Hoşgörü böyle durumlarda insanlar arasında sağlıklı iletişimi sağlayan önemli bir etkendir. Herkes karşısındaki insanı iyi dinlemeli, iyi anlamalıdır. Farklı fikir ve düşüncelere –kabul etmese bile- saygı duymalıdır.

            Birlikte huzur içinde yaşamanın temel şartı, karşıdaki insan haddi aşmadığı müddetçe, onun yaşam biçimine, düşüncelerine saygı duyabilmektir ki insanlık da bunu gerektirir. Saygı duymak, yani hoş görmek...

عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ رَحِمَ اللَّهُ رَجُلًا سَمْحًا إِذَا بَاعَ وَإِذَا اشْتَرَى وَإِذَا اقْتَضَى

Cabir b. Abdullah (r.a) dan nakledildiğine göre Rasulullah (s.a.v):

-“ Allah, alıp sattığında ve muamelesinde müsamaha (hoşgörü) gösteren kişiye merhamet etsin” buyurdu.[15]

            Alışverişte: İzin almadan satıcının malına dokunulmaz. Malın görünüşünü, kalitesini bozacak şekilde ellenilmez ve bakılmaz. Fiyat konusunda fazla ısrar edilmez. Alınsa da alınmasa da teşekkür edilir. Satıcı müşterisinin memnun olacağı hal ve harekette bulunur. Malını almayanlara kızmaz, darılmaz, aleyhlerine olacak bir sözü arkalarından da söylemez. Alışverişte her iki taraf birbirlerini aldatmaktan uzak durur.

            F- Trafikte Hoşgörü  (Sabır) :

            Günümüzde ulaşım araçları trafikte önemli bir yer tutuyor. Trafik yoğunluğunun çok olduğu şehirlerde trafik kurallarına uymak ve saygılı davranmak olgun ve medeni insanın göstergesidir. Özellikle trafik kazalarının çoğaldığı günümüzde hoşgörüye ne kadar çok ihtiyacımızın olduğu ortadadır.

Taşıma araçlarında: İnip binerken itişmek, sıra olan yerlerde sırasını beklememek çirkin davranıştır. Gençler; yaşlılara ve hastalara yer verir. Günümüzde bazı gençler, yer vermemek için uyur numarası yapıyor, volkmen dinliyor. Ecdada layık torunlar olmaya çalışmalıyız

G- Yaradılanı Hoşgör Yaradandan Ötürü (her şeye):

            Hoşgörü, bir insanın güzel/müsbet yanlarını öne çıkarmak ve ondan hareketle o insanda güzelliğin ve iyiliğin hakim olmasını sağlama yöntemidir. Yunus Emre’nin dediği gibi

“Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü

             Yaratılanı hoş gördük / Yaratan’dan ötürü”.

Hoşgörü bir olgunluğun, sabrın, nezaketin ve faziletin neticesidir. İnsanları kendi yararına ve Hak hesabına kazanabilmenin yolu hoşgörüden geçer. Hoşgörü sadece insanlara değil, Yüce Allah’ın yarattığı bütün mahlûkata da gösterilmelidir.

Hoşgörü, çevremizde olup biten şeyleri anlayışla karşılayarak gayet sabırlı olup onları hoş görmektir.

Müslüman kişi merhamet sahibidir, affedicidir. Yaratılanlara merhamet gözüyle bakar. “Güzel bakan güzel görür” anlayışı ile hareket eder.

H- Aralarında Yaş ve İlim Farkı Olanların Birbirlerine Karşı Hoşgörüsü

            Yaşlılar gençlerin tecrübesizliğini, ibadete karşı tembelliklerini ve anlayış farklılıklarını, gençler de yaşlıların ifrat ve tefrite kaçan yönlerini usulünce uyararak doğrusunu anlatmalıdır.

2- Gayr-i Müslimlerle Münasebetlerde Hoşgörü

Kur’an-ı Kerim, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.s)’e evrensel risalet vazifesini yerine getirirken, daima hoşgörü ve diyaloğu esas almasını emretmenin yanı sıra şu ayet-i kerime ile de ehl-i kitap’la hangi ortak paydada buluşulması gerektiğine işarette bulunuyor:

قُلْ يَااَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه شَيًْا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّهِ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ

“(Resûlüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim; O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmeyelim...”[16]

Şimdi nazarlarınıza başka bir ayeti sunmak istiyoruz:

لَا يَنْهيكُمُ اللّهُ عَنِ الَّذينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِى الدّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ اَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا اِلَيْهِمْ اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطينَ

“Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen kâfirlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden men etmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.[17] Bu ayetin inmesiyle alâkalı olarak, Hz. Esma validemizin müşrike (Allah’a şirk koşan bir kadın) olan analığının, Mekke’den Medine’ye gelip validemizle görüşmek istemesi nakledilir. Hz. Esma, Allah Rasûlü’ne gelir ve müşrike analığıyla görüşüp görüşemeyece-ğini sorar. Bunun üzerine bu ayet nazil olur ve görüşmenin de ötesinde, ona iyilikte bile bulunmasının herhangi bir mahzuru olmadığı ifade edilir. Bu âyet Müslümanlarla Mekke müşriklerinin ilişkilerinin son derece gergin olduğu sırada inmiştir. Buna rağmen iyiliği, hoşgörü, müsamaha ve adaleti emretmesi oldukça dikkate değer. Ayrıca herhangi bir kayıt konmadığı için ehl-i kitap da dahil bütün insanları irşada davette tâkip edilecek metodu belirlemede şu âyet de çok dikkat çekici:

اُدْعُ اِلى سَبيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتى هِىَ اَحْسَنُ

“Sen insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle dâvet et ve onlarla en güzel tarzda mücadele et.”[18]

Allah Resulü, Ehl-i Kitab’ın davetlerine katılmıştır

Kaynaklara baktığımızda Efendimiz’in herkesle iyi ilişkiler içinde olduğunu, Hıristiyan ve Yahudileri toplumun birer ferdi olarak kabul ettiğini, onların bazı davetlerine icabet ettiğini, düğün yemeklerine katıldığını, hastalarını ziyaret ettiğini ve onlara ikramda bulunduğunu görüyoruz. Hatta Allah Rasulü, Necran Hıristiyanlarının kendisini ziyaretlerinde onlara abasını sermiş ve oturmalarını söylemiştir. Necran Hıristiyanlarının temsilci-leri Medine’ye geldiklerinde Peygamber Efendimiz, onların mescit içinde ibadet yapmalarına müsaade etmiştir.

İslam’da Zorlama Yoktur

Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor:

لَااِكْرَاهَ فِى الدّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقى لَا انْفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ

Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah hakkıyla işitendir hakkıyla bilendir.”[19]

Bir uzlaşma vesikası: Medine Sözleşmesi

Efendimiz Medine’de, kardeşliği ve hoşgörüyü yaymak için Hıristiyan, Yahudi ve Müşrikler gibi farklı ırk, din ve inançlara sahip olan insanların bir arada huzur içinde yaşayabilmeleri için onlarla “Medine Vesikası” ismini taşıyan bir sözleşme imzalamıştır. Allah Rasulü bu sözleşme yoluyla her fırsatta birbirlerine saldıran, düşmanca duygular besleyen ve uzlaşamayan toplulukların arasındaki çatışmaların son bulabileceğini, anlaşarak bir arada yaşayabileceklerini göstermiş oluyordu. Medine Sözleşmesi’ndeki maddelerin özeti şuydu:

Herkes, hiçbir baskı olmadan istediği dini, inancı, siyasi ya da felsefi seçimi yapmakta özgürdür. Herkesin din, hayat, seyahat, teşebbüs ve mülk edinme hakkı vardır ve herkes hukukunu uygulamakta özgürdür. Ancak suç işleyen biri hiç kimse tarafından korunmayacaktır. Sözleşmeye taraf olan gruplar birbirleriyle yardımlaşacak, birbirlerine destek olacaklardır.

Müslümanlar fethettikleri yerlerde, kilise ve havralara dokunmamışlar, vicdan ve düşünce hürriyetine kısıtlama getirmemişlerdir

Dini Tebliğde Hoşgörü

Cenab-ı Hak, Hz. Musa (as) ve Hz. Harun’u (as) Firavun gibi ilahlık iddiasında bulunan birine gönderirken söz ve tavır itibarıyla hoşgörülü davranarak yumuşak söz söylemelerini emrediyor.[20] Âlimlerimiz bu ayeti şöyle anlamışlar: Muhatabınız, size ve milletinize yıllarca kan kusturan Firavun bile olsa, kendinizi yumuşak söz ve tatlı dille ifade etmelisiniz. Çünkü maksat, intikam almak değil, insanları doğruya irşad etmek ve kurtuluşa çağırmaktır.

Nitekim Efendimiz, Ebu Leheb, Ebu Cehil ve Taif halkı gibi İslam’a ve kendisine düşmanlık yapmış insanların yanına pek çok defa gitmiştir. O halde, muhatap kim olursa olsun, bir şeyler anlatabilmek için yumuşaklık ve müsâmaha vazgeçilmez şartlardır. Demek ki, Müslüman daima yumuşak tavır, yumuşak hal, yumuşak kalb, yumuşak vicdan, yumuşak söz insanı olmak mecburiyetindedir ki, gerçek bir irşad insanı olabilsin.

Asr-ı Saadet’e baktığımızda hoşgörü ve yumuşak huyluluğun, Efendimiz’in İslâm’ı tebliğinde en mühim köşe taşlarından birisi olduğunu görüyoruz. İnsanlara devamlı hoşgörü ve diyalogla yaklaşarak dâvâsını anlatan Efendimiz’e yaptığı işin doğruluk ve mükemmelliğini ifade mânâsına Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِى اْلاَمْرِ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ اِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ

 “Şayet sen, kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz insanlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.”[21]  

C- Hoşgörü; Nereye Kadar?

Fatıma-i Mahzume hırsızlık yapmış ve Allah Resulü, elinin kesilmesine karar vermişti. Fatıma, Kureyş kabilesinden soylu bir kadın olduğu için elinin kesilmesine razı olmayan bazıları, Peygamber Efendimizin çok sevdiği Üsame (r.a)’yi aracı yaparak affedilmesini istemişlerdi. Allah Resulü, kendi kabilesi için de olsa adaletten ayrılmadı. Hemen bir hutbe irad ederek şöyle seslendi: “Ey insanlar! Geçmiş milletlerin ne yüzden yollarını sapıtıp(helak olduklarını) biliyor musunuz? Onlar, asilzadeleri(soyluları) birşey çalarsa, onu bırakırlar, zayıfları çalarsa, onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, kızım Fatıma da hırsızlık yapmış olsaydı, muhakkak onun elini keserdim![22]

Demek ki, hoşgörü; dini esaslardan, adaletten fedakarlık anlamına asla gelmez. Bir toplumda hırsıza, caniye, zaniye, rüşvetçiye, zalime müsamaha gösterilirse, o toplumda huzur ve barıştan bahsedilemez. Hele Allah Resulü’nün işaret buyurdukları gibi makam, şöhret ve zenginlik sahibi olanlar aynı suçu işlediği zaman dokunulmaz; zayıf ve güçsüz olanlar suç işlediklerinde cezalandırılırsa, artık o toplum yaşanmaz bir karmaşaya ve helake sürüklenir.

عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ قِيلَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَيُّ الْأَدْيَانِ أَحَبُّ إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَنِيفِيَّةُ السَّمْحَةُ

İbn Abbas (r.a) dan: Rasulullah(s.a.v)’a : “Dinlerden hangisi Allah’a daha sevimlidir?” diye soruldu. Rasulullah (s.a.v): -“ Tevhidden ayrılmadan müsamahalı olanıdır” buyurdu.[23]

Hoşgörü derken, bunu milletimizin ve ülkemizin geleceğini tehlikeye sokacak, tarihimizi, millî-manevî değer ve dinamiklerimizin tahribini netice verecek davranışlara karşı hoşgörülü olunması söz konusu değildir. Zaten başkalarının hukukunun söz konusu olduğu bir yerde müsamaha gösterme, kimsenin hakkı değildir. Nefsimize ait meselelerde fedakârlıkta bulunabiliriz; fakat toplumun hakkını fertlere bağışlama, topluma karşı işlenmiş bir haksızlık olur.

Hoşgörü, başkalarının tesirine girmek değildir

Hoşgörü, başkalarının tesirine girerek onlara katılmak, ne din ve milliyetimizden, ne de tarihî geleneklerimizden vazgeçmek demek değildir. Aynı zamanda hoşgörü kim olursa olsun, insanları oldukları gibi kabullenip inananla inanmayanı aynı kefeye koymak demek de değildir. Hoşgörü ve diyalog başkalarını kendi konumlarında kabul ederek, onlarla geçinmesini bilmektir. Bu manâdaki hoşgörüye kimsenin bir şey demeye hakkı olmasa gerek. Zira ülkemizde farklı anlayış ve inanışlar vardır. Değişik duygu ve düşüncedeki bu insanlar, ya birbirleriyle uzlaşarak geçinebilmenin yollarını arayacak, ya da birbirlerine girip sürekli kavga edeceklerdir. Oysa ki, her dönemde birbirinden farklı düşünen insanlar olmuştur ve olacaktır da.

D- Hoşgörü Karşılıklı Olmalıdır

Toplumun inananlar kesimi hoşgörü borçlusu, bir başka kesimi de hoşgörü alacaklısıdır düşüncesi tamamen yanlış bir anlayıştır.

وَعَنْهُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: قالَ رَسُولُ اللّهِ: لا يُؤْمِنُ اَحَدُكُمْ حتَّى يُحِبَّ لاخيهِ ما يُحِبّ لِنَفْسِهِ.

Hz. Enes (r.a)'in rivayetine göre Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez."[24]

Birlikte huzur içinde yaşamanın temel şartı, karşıdaki insan haddi aşmadığı müddetçe, onun yaşam biçimine, düşüncelerine saygı duyabilmektir ki insanlık da bunu gerektirir. Saygı duymak, yani hoş görmek... Evet, Osmanlı'nın tutunduğu dallardan biri de hoşgörüdür.

Hoşgörü, ufuk manasına Osmanlı'yla kavuştu. Yan yana inşa edilen kiliseleri, havraları, camileri görünce, hoşgörüye yeni bir tanım yapmak ihtiyacı doğuyor: Osmanlı hoşgörüsü için, zıt şeyleri bir araya getirmek, denebilir. Kilise ile camiyi omuz omuza bina eden, ortodoksla süryaniyi kol kola görmekten haz duyan bir anlayış...

Bağnaz hıristiyanların, Endülüs’te müslüman ve yahudilere yaptığı katliam, bir ibret levhası olarak tarihe geçmiştir. İspanya’daki bu Haçlı zulmünden kaçan yahudileri, gemiler göndererek taşıyıp Yunanistan ve İstanbul’a yerleştiren yine Osmanlı ecdadımız olmuştur.

Ama günümüzde; Bosna’da, Irak’ta, Filistin’de, Çeçenistan’da, Afrika’da ve daha pek İslam toprağında egemenliği geçici olarak ele alan güçlerin, bu topraklarda yaşayanlara neler yaptıklarını unutmuş değiliz. İşte Aramızda ki fark bu.

 



[1] Şamil İ.Ans. Müsamaha Md.s. 80

[2] Buhari, İman, 12

[3] Müslim, İman,  81

[4] Buhari, İman, 4

[5] İbn Hanbel, I, 5

[6] Buhari; İlim,11

[7]Buhari; Vudu’,58; Edeb,35

[8] Ebu Davut; Edeb

[9] Al-i İmran, 3/159

[10] Furkân, 25/63

[11] Kasas, 28/55

[12] Âl-i İmran, 2/134

[13] İsrâ, 17/84

[14] İsra, 17/23-24

[15] Buhari, Kitabü’l-Büyu’, 1934

[16] Âl-i İmrân, 3/64

[17] Mümtehine, 60/8

[18] Nahl 16/125

[19] Bakara, 2/256

[20] Tâ Hâ, 20/44

[21] Âl-i İmran, 3/159

[22] Buhârî, Hudud 11, 12, 14; Müslim, Hudud 8, 1688

[23]Ahmed, Müsned, 2003

[24] Buhârî, İman 6; Müslim, İman 71



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler