Toplumsal Gafletimiz
Gönderen Kadir Hatipoglu - Aralık 23 2019 04:00:00

                                           Vaaz Resimleri: w.jpg

İyiliği yaygınlaştırmak unutulunca…           

Toplumun gafleti, fertlerin gafletinin çarpımıdır. Kişinin hak ve hakikatten uzaklaşarak gaflete düşmesi, ‘emr-i maruf ve nehy-i anil münker’ (iyiliği yaygınlaştırma, kötülükten uzaklaştırma) vazifesinin terk edildiği toplumlarda yaygınlaşır. Böylesi toplumlarda, müminler aynalık vazifesini yapmadığı için kötülükler sıradanlaşarak yaygınlaşır ve toplumsal gaflet halini alır.

Sokakta veya yakın çevremizde gördüğümüz olumsuzluklara tepkisizliğimiz bize, bela ve musibet olarak geri döner. Nemelazımcılık ve vurdumduymazlık, neticede bizim başımıza da çoraplar ören bir tehlike haline gelir. Küçükken başı ezilmeyen yılan ve çıyanlar semirir, bizim evladımızı bize karşı kullanır hale gelir.

Ne yarattığını gayet iyi bilen Allah, kulunun nelerle huzur duyacağını bildiğinden emretmiş ve rahatsız olacağı hususları da yasaklamıştır.

Gafletin başı; Günahlarımız

Günahlar yerçekimi gibidir. Günaha dalan fert ve toplumlar yükselemez. Maddi açıdan yükselmiş gibi görünse bile, toplum vicdanında ve Allah katında haksız kazanç elde edenler alçalırlar. Aslında eğer vicdanları tamamen körelmemişse iç huzuru da duyamazlar.

Gaflet ve günahlara dalmak, insanın manevi ve ulvi yönünü köreltir. İsyana dalan kişi hakiki iç huzurunu derinden hissedemez. Para birçok şeyin kabını verebilir ama içini veremez. Mesela neşeli anlar yaşatabilir ama huzur veremez. İlaç verebilir ama sıhhat veremez. Arkadaş verebilir ama gerçek dost veremez. Allah’ı unutandan Allah (cc) uzak olur. Allah’tan uzak toplumu, polis ve kanun zoru ile yola getirmek mümkün olmaz.

Korkusuz ve kontrolsüz bir toplumda güven ve huzuru sağlamak zor olur. Bunun topluma getirdiği olumsuzlukları günlük hayatımızda görmek mümkündür. Sadece kapkaç olayını düşünmek, bunun ne anlama geldiğini gösterebilir. Gazetelerin manşetleri veya toplumsal çürümüşlüğü haber olarak ön plana çıkaran sayfalar, bunu hayıflanacak (!) şekilde anlatmaktadır.

Düşünmekten kaçmamalı

Toplumsal gaflet, ancak tefekkür ve şuur ile yok edilebilir. Tefekkür, düşmeden önce düşünmeyi gerektiren bir kavramdır. Düşüncesiz ve öngörüsüz hareket eden fert ve toplumların yakın ve uzak istikbali karanlıktır. Şuur, insanı geliştiren ve hakikati anlamaya yardımcı olan mükemmel bir kontrol unsurudur. Ama maalesef okumadan fikir sahibi olmaya çalışan insanımız, bu değerlerden hızla uzaklaşarak ‘ekran cahilleri’ haline gelmektedir. Televizyonların en çok izlendiği saatlerdeki (prime time) dizi veya programları bu gözle incelemek, ne demek istediğimizi gayet iyi gösterecektir.

İlk emri اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ  ‘oku’[1] olan bir kitaba,   من استوى يوماه فهو مغبون ‘iki günü birbirine müsavi olan aldanmıştır’[2] diyen bir peygambere inandığını ifade eden bir toplum, okumadan uzak, beyin uyuşturucu programlarla başı dönmüş durumdadır. “Bu gidiş nereye?” diyecek bir yaklaşım, şimdilik kabul görüp görmeyeceğini düşünerek beklemektedir.

Dinden uzaklaşan kişi, hak ve hakikatten uzaklaştığı gibi kendinden de uzaklaşır.

Bizim toplumumuz için daha tehlikeli bir durum, (Allah korusun) ‘mürtet’ durumuna düşenlerdir. Bunlar kendini din ile bağlantılı zannettikleri ve cenaze namazları kılındığı halde, dinden fersah fersah uzak kimselerdir. Bu kardeşlerimize, Allah hidayet versin. Bir helali haram veya bir haramı helal saymanın dinden çıkmaya yettiğini bilen her Müslüman, ne demek istendiğini gayet iyi anlayacaktır.

Burada bu konuları bilen Müslümanlara büyük görevler düşmektedir. Bilmeyerek, hataya düşen kardeşlerimizi uyarmalı, onların ebedi hayatlarında perişan olmamaları ve toplumumuzun dirliği ve selameti için onlara tatlı bir dil ve güler yüzle, doğruları anlatmalıdır.     

Allah’ı unutmak!

Toplumsal gaflete giden noktaları ifade edercesine Rabbimiz;

وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللهَ فَاَنْسَيهُمْ اَنْفُسَهُمْ اُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 “Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.”[3] ayetiyle bizleri ikaz etmektedir.

Bir Müslüman için namaz, Allah’ı hatırlamanın en gerekli ve mecburi yönüdür. Etrafımıza bir bakalım, dört bir yandan haydin namaza, “haydin felaha” davetine icabet edebilenlerimizin sayısı ne kadar? Peki, bu davete uyduğunu düşünenler arasında;

اُتْلُ مَآ اُوحِىَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلَوةَ اِنَّ الصَّلَوةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَلَذِكْرُ اللهِ اَكْبَرُ وَاللهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ

“(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”[4] hükmü gereği kötülüklerden uzaklaşabilenlerimizin sayısı ne kadar?

Dindar olduğunu düşünenlerin durumu, toplumda dindar kimliğiyle ilgili kanaatleri oluşturmaktadır. Eğer, “sen onun en ön safta namaz kıldığına, defalarca hacca gittiğine bakma…” diye başlanan sözleri etrafımızda sık duyar hale gelmişsek, silkinip toparlanmamız gerektiğini anlamamız gerekiyor. [5]

Muhterem Kardeşlerim Kendimizi hesaba çekelim

Bir günün kapanışı, bir haftanın bitişi, bir aybaşı veya yeni bir yılın ilk gününde insanlar için çeşitli seviyelerde muhasebe vakitlerini teşkil eder. Her günün sonunda bir esnaf kasasını ve defterini kontrol ederek satışını, kâr ve zararını hesaplar. Aybaşı bilhassa memur ve işçiler için borcunu ve masraflarını hesaplama vaktidir. Yıl sonuna doğru ise, bütün ticaret ehli hummalı bir faaliyet içine girer, gelir ve giderlerini hesaplar, kar ve zararını ölçer, yeni yıl için planlar kurup kendilerini geleceğe hazırlar.

Maddi hayatımızın muhasebesini bu kadar ince teferruatıyla ve titizlikle yapan bizler, acaba manevi muhasebemize de aynı hassasiyeti gösteriyor muyuz? Ömür sermayemizi yerli yerince kullanabiliyor muyuz?

Yüce Rabbimiz müteaddid ayet-i kerimelerde şöyle buyuruyor:

فَوَرَبِّكَ لَنَسْئَلَنَّهُمْ اَجْمَعِينَ

عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 “Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepisini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.”[6]

يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفى مِنْكُمْ خَافِيَةٌ (18) فَاَمَّا مَنْ اُوتِىَ كِتَابَهُ بِيَمينِه فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَؤُا كِتَابِيَهْ (19) اِنّى ظَنَنْتُ اَنّى مُلَاقٍ حِسَابِيَهْ (20) فَهُوَ فى عيشَةٍ رَاضِيَةٍ (21) فى جَنَّةٍ عَالِيَةٍ (22) قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ (23) كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنيًا بِمَا اَسْلَفْتُمْ فِى الْاَيَّامِ الْخَالِيَةِ (24) وَاَمَّا مَنْ اُوتِىَ كِتَابَهُ بِشِمَالِه فَيَقُولُ يَالَيْتَنى لَمْ اُوتَ كِتَابِيَهْ (25) وَلَمْ اَدْرِ مَاحِسَابِيَهْ (26) يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَ (27) مَا اَغْنى عَنّى مَالِيَهْ (28) هَلَكَ عَنّى سُلْطَانِيَهْ

“(Ey insanlar!) O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size ait hiçbir şey gizli kalmaz. Kitabı sağ tarafından verilen, “Alın, kitabınızı okuyun; doğrusu ben hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.” der.. Kitabı sol tarafından verilene gelince: O, keşke der, bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!” Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi! Malım bana hiç fayda sağlamadı, saltanatım da benden (koptu) yok olup gitti.” [7].

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اتَّقُوا اللّهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَاقَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ خَبيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve yarın için önden ne (hazırlayıp) gönderdiğine baksın. Allah’tan korkun; çünkü Allah, yaptıklarınızı bilmektedir.”[8].

Müfessirler, bu ayeti izah ederken herkesin yarın ve kıyamet günü için ne yaptığını muhasebe etmesi, hesaba çekilmeden önce kendi kendini hesaba çekmesi gerektiğini söylerler. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de şöyle buyurup uyarmıştır:

حاسبوا قبل أن تحاسَبوا

“Siz hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.”

Hz.Ömer (r.a.) bir hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekiniz. (Amelleriniz) tartılmadan önce, kendi amellerinizi tartınız. (Hesaba çekilmek üzere kıyamet günündeki) en büyük arz (huzura alma) için; (gerekli) güzel hazırlıklarınızı yapınız…”

İnsan bütün yaptıklarının sonucunu görecek, karşılığını bulacaktır. İnsan başıboş değildir. Yaptıkları karşılıksız kalamaz. Ömür defterinin her sayfasının hesabını büyük mahkemede verecektir.

Aziz Kardeslerim!

Dikkatleri insanın yaratılış gayesinden uzaklaştıran sebeplerin istila ettiği bir zamanda yaşıyoruz. Günlük hayat meşgaleleri, iş-güç münasebetleri, çoluk çocuğun geçimi zaten fazlasıyla zihinleri meşgul ediyor. Bu zaruri meşguliyetlerin dışında insanlar, medyanın da teşvikiyle, kendileriyle çoğu zaman hiçbir alakası bulunmayan meselelerle uğraşıyorlar, lüzumsuz, faydasız şeylerle vakit öldürüyorlar. Hâlbuki ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur Hem ebedi hayat da burada kazanılacaktır. Öyleyse ne yapılmalıdır? İşte cevabı hadisi şeriften alıyoruz:

 

“Akıllı kimse, nefsini muhasebe eden (hesaba çeken) ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz de nefsine uyup hevasının peşine takılan ve (sebeplerini işlemediği halde) Allah’tan (cennet) temennisinde bulunan kimsedir.”

Muhterem Kardeşlerim!

Yumuşak, yataklardan tabut tahtasının katılığına, rahat, sıcacık evinin köşesinden musalla taşının soğukluğuna, dünyadaki ahbapların içinden, kabirdeki yalnızlığa, toprağın bağrının soğukluğuna düşeceğimizi, yani ölümü asla unutmamalıyız. Ancak, Peygamberimiz (s.a.v.)’in haber verdiği gibi:

 

“İnsanların karşılaşmayı en uzak gördüğü şey ölümdür.”

Yine Peygamberimiz:

 

“Günahlarını azalt ki, ölüm sana kolay gelsin.” buyuruyor.

Efendimiz (s.a.v.)’in şu ikazını da unutmayalım:

 

“Kim ne hal üzere ölürse, Allah onu o hal üzere diriltir.” İnsan, yaşadığı hal üzere ölecektir. İyi olanlar, iyilik bulacaklar, diken ekenler diken biçeceklerdir.

İnsan nasıl yaşarsa öyle ölecek, nasıl ölürse öyle dirilecektir. Öyleyse inancımıza uygun bir hayat sergileyelim. Rabbimizin şu uyarısına kulak verelim:

قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِلِقَاءِ اللهِ حَتَّى اِذَا جَاءَ تْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَاحَسْرَتَنَا عَلَى مَا فَرَّطْنَا فِيهَا وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلَى ظُهُورِهِمْ اَلاَ سَاءَ مَا يَزِرُونَ

“Allah’ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar, gerçekten ziyana uğradılar. Nihayet kendilerine ansızın o saat gelip çatınca, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak: “Hayatta iyi işler yapmaktan geri kalıp günah işlemememizden ötürü vah bize” dediler. Bakın ne kötü şeyler yüklenip taşıyorlar.”[9]

İstedikleri her şeyi elde eden ve isteğine hiç karşı çıkan olmayanlar nerede?.. Topladılar ve topladıklarını yiyemediler. Evler yaptılar ama oturamadılar. Yine de bizler, ölümü unutur ve hayat denizinde yüzmeye devam ederiz. Sanki bu dünyada ebedi kalıcıyız.

Ölüm kendisini yıkacak; toprak yatağı, kabir evi, toprağın içi yurdu, Kıyamet buluşma yeri, cennet veya cehennem son durağı olacak bir kimsenin ölümü hatırlaması, ona hazırlıklı olması ve ölümü düşünmesi gerekir.

Mezarlıklarda gördüklerimiz en büyük ibret kaynağıdır. Bugün cenaze taşıyan yarın kendisi taşınacaktır. Mezarlıktan evine dönen kimse yarın kendisi oraya bırakılıp dönülecektir. Tekbaşına, yalnız ve ameliyle başbaşa bırakılacaktır. Ameli iyi ise iyi olacak, kötü ise kötü olacaktır.

Öyleyse biz de muhasebemizi sağlam tutalım, hesap şuuruna sahip olalım. Yapabildiklerimizin, yapamadıklarımızın, yapmamamız gerektiği halde yaptıklarımızın muhasebesini yapalım.

Denilir ki: “Ölümü çokça hatırlayana üç şey ikram edilir: Günahından hemen tevbe etmek, kalbi kanaatkar olmak ve ibadette gayretli olmak. Ölümü unutana da üç şey verilir: Tevbeyi sürekli ertelemek, kendisine yetene razı olmamak ve ibadette tembel olmak.”

Mühim olan ölüm sekeratı uyandırmadan önce uyanmak, dünyada bulunuş gayesine uygun davranabilmektir.

Aziz Kardeslerim!

İcraat ve adaletiyle kendisinden, Hulefa-i Raşidin’den sonra beşinci halife diye bahsedilen Ömer İbni Abdülaziz (r.a.), bir hitabelerinde şöyle buyuruyor:

“Ey insanlar! Sizler boş yere yaratılmadınız, başı boş olarak bırakılmadınız, sizin için vadolunan bir gün vardır. Aziz ve Celil olan Allah, o günde sizi toplayacak ve aranızda hüküm verecektir. Azgınlık yapan kulunu Allah, her şeyi kuşatan rahmetinden dışarıda bırakacaktır. Genişliği gökler ve yerler kadar olan cennetine koymayacaktır. Yarının emniyeti, bugün Yüce Allah’tan korkan ve yasaklarından kaçanların ve azı (dünyayı) satıp, çoğu (ahireti) alan, fani olana ebedi olanı değişen, azğınlığın yerine saadeti tercih edenlerindir. Görmüyor musunuz? Sizler, yok olanların yerine geldiniz! Siz de yerinizi sonra gelenlere bırakacaksınız!

Görmüyor musunuz? Hergün biraz daha Allah’a yaklaşmaktasınız! İstekleriniz bitecek, emelleriniz kesilecek, hiç bekletilmeden toprağın bağrına salınacaksınız. Muhakkak ki, sebepler kalkacak, dostlar geride kalacak ve hesapla başbaşa kalacaksınız.”

            Muhterem Kardeşlerim

Kimse kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi hissetmemeli, hesaba çekilmeden önce nefislerimizi hesaba çekmeliyiz. Günahına pişmanlık duyup gözyaşı dökebilen ne kadar müslümanımız var? Bizim böyle bir derdimiz var mı? Yoksa o kanal senin bu kanal benim veya o kahvehane köşesi senin burası benim diye mi ömrümüz geçiyor?...

Toplumumuzun dini açıdan nasıl bir durumda olduğunu hepimiz görüyoruz. İnsanlarımız kitle iletişim araçlarıyla uyuşturulmuş, batılı hayat tarzı içerisinde kaybolmuş bir durumda. Bir kısım halk da ekmek derdi peşinde... Akıllar bir karış havada; bazıları köşe dönme, bazıları makam mevki sevdasında, bazıları gününü gün etmeye çalışıyor ve bazılarının akılları ise belden aşağısı ile meşgul olur hale gelmiş!...

 

Müslüman kendi günah ve hatalarını, birinci derecede öncelikli problem olarak görmelidir. İnanmayanların hakkından gelecek olan bizzat Allah’tır. Onlara geçici hayatta verilen mühlet, inananları yanıltmamalıdır.

Evet, Müslümanlar güçlü olmalıdırlar, ancak bu güç onları kuru kibire ve Allah yolunda gayretten geri durmaya sevk etmemeli, bilakis bazı şeyleri Allah yolunda feda edebilmek için harekete geçirmelidir.

Aziz Kardeşlerim Şu an İslam Ümmetinin Zilletinin sebebi

Nitekim Rabbimiz;

قُلْ اِنْ كَانَ اَبَاؤُكُمْ وَاَبْنَاؤُكُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌ نِاقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِى سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِىَ اللهُ بِاَمْرِهِ وَاللهُ لاَ يَهْدِى الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ

“De ki: "Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler, sizce Allah'tan peygamberinden ve Allah yolunda gayretten daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola eriştirmez” [10].

Burada etrafında olup biten kötülüklerle ilgilenmeyerek gaflete düşen müslümanlara güçlü bir uyarı ve tehdit vardır. Görüldüğü gibi böylesine ihmalkârlığın neticesi, fasıklığa kadar gidebilmektedir.

Eğer Allah’ın dini için çaba gösterip cihada

اِلاَّ تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَلِيمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلاَ تَضُرُّوهُ شَيْئًا وَاللهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

“Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azapla azap eder ve yerinize başka bir millet getirir. O'na bir şey de yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir.”[11]. Müslümanların bugünkü zilletinin en önemli sebeplerinden biri, bu ayetin hükmüne göre hareket etmiyor olmalarıdır.

Kendini kötülüklerden alıkoymaya gayret etmeyen kimsenin topluma verebileceği pek bir şey yoktur. Asıl mücahit, Allah’a itaat uğrunda nefsi ile mücahede edendir. Nefsine söz dinletebilenlerin, söz dinletemeyeceği insan pek az bulunur. Bunu kişi, bizzat kendi tatbik ettiği gibi gelecek nesillere de aktarmak durumundadır. Ferdi ve toplumsal gafletten kurtulmak ancak böylelikle mümkün olabilir.


 

[1] İkra-1

[2] Beyhaki

[3] Haşir, 59/19

[4] Ankebut, 29/45

[5] Dr. Hüseyin Emin Sert Gülistan Dergisi 63. Sayı Mart 2005

[6] Hicr, 92-93

[7] Hakka, 18-29

[8] Haşr, 18

[9] En’am, 31

[10] Tevbe, 9/24

[11] Tevbe, 9/39



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler