Murakabe [Nefsin Hesaba Çekilmesi]
Gönderen Kadir Hatipoglu - Aralık 31 2015 18:45:12

                                                                Vaaz Resimleri: w.jpg  İndir

Kötülüklerden kalbini korumak için, kişinin nefsini kontrol altında bulundurmasıdır. Allah’u Teâlâ’nın her şeye kadir olduğunu yakinen bilmek manasına da gelir. Gerçek murakabe, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme alışkanlığını elde etmeye çalışmaktır. 

Murakabe anında kişi bütün dikkatini teksif ederek, Allah’a teveccüh eder ve şöyle söyler ve düşünür.

“Allah beni görüyor” (Murakabe-i rü ’yet) (Kalb gözü ile manevi âlemi murakabe etmek.) 

“Allah benimle beraberdir” ( Murakabeyi maiyet) (Beraber olma)

“Allah bana benden yakındır.” ( Murakabeyi Kurbiyet)

“O evveldir, O ahirdir, O zahirdir, O batındır,”

“Gerçek var olan ancak O dur” ( Murakabeyi vahdet)  Bu düşünce Kur’an’a uymayan Vahdeti vücutçuluğa götürür. Allah’ın yaratmasını inkâra götüren bir düşünce oluşturur. Bilgi olarak kabul ama iman olarak hayır deriz.

“O’ndan başka her şey helak olucudur” (Murakabeyi fena) ( Bu düşünce Tarzı ayete dayalıdır.)

Tarzındaki cümleleri tekrarlar ve o halleri yaşamaya çalışır.

وَلاَ تَدْعُ مَعَ اللهِ اِلَهًا اَخَرَ لاَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

” Allah’ın zatından başka her şey helak olacaktır.” [1]

Sözlükte “denetlemek, gözetlemek, korumak ve kendi iç âlemine bakmak” anlamlarına gelen murakabe, tasavvufta kulun, nefsini kontrol altında bulundurması, Allah ile birlikte olma bilincini diri tutması, Allah’tan feyiz beklemesi demektir. Allah’ın güzel isimlerinden biri “Rakib” olup, Allah’ın yaratıklardan bir an bile gafil bulunmaması ve kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmaması demektir. (bk. Rakib) Murakabe, kulun Allah’ı görürmüşçesine ibadet etme mertebesine ulaşmasıdır. Sûfîlere göre her türlü iyiliğin kaynağı murakabedir. Çünkü kul murakabe sayesinde kendisini her türlü kötülükten uzak tutabilmekte ve işlediği hatalardan dönebilmektedir.

“Rakib” kelimesi Kur’an’da beş yerde geçmiş,

3 ayette Allah’ın, bir ayette de yazıcı-koruyucu meleklerin sıfatı olarak

مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلاَّ لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ

“Hiçbir söz söylemez ki, onun yanında bekleyen yazmaya hazır melekler olmasın” [2] kullanılmıştır.

اِنَّ اللهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا

 “Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir (Rakib)” (Nisa 1)

مَا قُلْتُ لَهُمْ  اِلاَّ مَا اَمَرْتَنِى بِهِ اَنِ اعْبُدُوا اللهَ رَبِّى وَرَبَّكُمْ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِى كُنْتَ اَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ  وَاَنْتَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ شَهِيدٌ

 “(İsa) ben onlara benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin diye Senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum sürece onlara şahit idim. Sen beni vefat ettirince onları görüp gözeten (Rakib) Sen oldun. Sen her şeye şahitsin.”[3]

وَكَانَ اللهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ رَقِيبًا

“Allah, her şeyi gözetleyicidir (Rakib)”[4] anlamındaki ayetlerde geçen “Rakib” kelimesi; hafız, şehit, âlim, basîr ve semi kelimeleriyle anlamdaştır.

Allah, yaratıklarından asla gafil, habersiz değildir. En gizli sırlara bile muttali olur. Bu itibarla O’na karşı gelmekten sakınılması, azabından korkulması gerekir.

Ebu Osman şöyle demiştir: Ebu Hafs bana dedi ki: “Hak için oturduğunda kendi nefsine ve kalbine vaaz et! Halkın etrafına toplanmasına aldanma! Zira onlar senin zahirine bakarlar. Allah ise senin batınına bakar.”

Muhammed b. Ali Tirmizi şöyle demiştir: “Murakabeni nazarından gaip olamadığın bir zat için yap! Şükrünü öyle bir zat için yap ki O’nun nimetleri senden kesilmez. İbadetini öyle bir zat için yap ki O’na daima muhtaçsın! Eğilmeni öyle bir zata yap ki O’nun mülkünden ve saltanatından dışarı çıkamazsın! “

Sehl et-Tüsterî şöyle demiştir: “Kalp, kulun nerede olursa olsun Allah'ın kendisini gördüğünü bilmesinden daha üstün ve daha şerefli bir şeyle süslenmemiştir.”

Zatın birine

رَضِىَ اللهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِىَ رَبَّهُ

“Allah onlardan Razı olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut! İşte bu rabbinden korkanlara mahsustur”[5]

Ayetinin manası sorulduğunda şöyle demiştir: 'Bunun manası, işte bu, rabbinin (müşahedesini) gözeten, nefsini hesaba çeken, varacağı yer için azıklanan kimsedir!'

Zünnun-i Mısriye şöyle soruldu: 'Kul ne ile cennete gider?' Zünnun şöyle dedi: Beş şeyle cennete girer:

1. İçinde eğrilik olmayan bir istikametle.

2. Unutkanlık olmayan bir çalışma ile!

3. Allah'ı gizlide ve açıkta mülahaza etmekle!

4. Ölüme hazırlanmak suretiyle ölümü beklemekle!

5. Hesaba çekilmeden önce nefsini hesaba çekmekle!'

Firkad es-Sencî şöyle demiştir:

“Münafık kişi etrafına bakar, kimsenin kendisini görmediğini sandığında kötülüğe dalar. O ancak insanlara bakar, Allah'a aldırmaz!”

Abdullah b. Dinar şöyle demiştir: 'Ömer b. Hattab ile beraber Mekke'ye doğru yola çıktık. Yolun ortasında geceledik. Hz. Ömer'in yanına dağdan bir çoban inip geldi. Hz. Ömer, çobana şöyle dedi:

- Ey çoban! Şu sürüden bana bir koyun sat!'

- Ben köleyim!

- Efendine 'Kurt onu yedi!' dersin.

- O halde, Allah nerede!

Bu söz üzerine Hz. Ömer ağladı! Sonra ertesi gün efendisinin yanına giderek onu satın alarak azat etti ve şöyle dedi: 'Dünyada bu sözün seni azat etti. Ümit ederim ki bu söz ahirette de seni azat etsin!'

Her durumda çok zor bir gündür hesap günü. Allah hepimizin imdadına yetişsin. Elbette hesabın uzunluğu ve zorluğu bütün insanlar için bir değildir; kişilerin iyi ve kötü oluşuna ve onların derecelerine göre değişir; muttakiler ve Allah'ın liyakatli kulları için hesap çok kısa ve kolay olacaktır.

Rasûlullah’tan (sa.) Kıyamet gününün uzunluğunu soran bir kişiye cevaben şöyle buyurdukları nakledilmiştir:

“Allah'a Andolsun! (O gün) Müminler için farz namazı kılmaktan daha kolay olacaktır."

Hz. Ali (as) şöyle buyuruyor: "Kıyamet’te sizi hesaba çekmeden bu dünyada kendinizi hesaba çekin ve Kıyamet’te amelleriniz tartılmadan bu dünyada amellerinizi tartın."

Hz. Ali (as) yine şöyle buyuruyor: "Her kim bu dünyada nefsini hesaba çekerse kâr eder."

Resulullah (sa.) Abuzer’e hitaben şöyle buyurmuşlardır:

"Ey Abuzer! Kıyamet’te hesaba çekilmeden bu dünyada nefsini hesaba çek; çünkü dünyada nefsini hesaba çekmen yarın Kıyamet gününün hesabından daha kolaydır ve Kıyamet günü tartılmadan nefsini tart ve böylece kendini Kıyamet için hazırla; o gün öyle bir gündür ki amellerin Allah'a arz edilir ve en küçük şey ondan gizli kalmaz. Ey Abuzer! İnsan, iki ortağın birbirlerini hesaba çekmelerinden daha sıkı bir şekilde nefsini hesaba çekmedikçe muttaki olmaz. İnsan yiyecekleri, içecekleri ve giyecekleri hangi yoldan elde ettiğini, haramdan mı yoksa helalden mi olduğunu iyice bilmelidir. Ey Abuzer! Herkim malını hangi yoldan kazanacağını düşünmez, dikkat etmezse Allah Teâlâ da onu hangi yoldan cehennem ateşine sokacağını düşünmez, önemsemez."

Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

وَالْعَصْرِ (1) اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفى خُسْرٍ (2) اِلَّا الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ (3)

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Asra Andolsun; gerçekten insan ziyan içindedir. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka." [6]

Hz. Rasûlullah’ın (sa.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Zekilerin en zekisini ve ahmakların en ahmağını tanıtayım mı size? Halkın en zekisi nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için salih amel edinenidir. Halkın en ahmağı ise nefsinin isteklerine uyan ve uzun vadeli arzular besleyenidir."

Bu arada ashaptan birinin: "Ya Resulullah (sa.) nefsimizi nasıl hesaba çekelim?" diye sorması üzerine Resulullah (sa.) şöyle cevap verdiler: "Gün sona erip, akşam vakti gelip çatınca nefsine müracaat ederek şöyle demeli: Ey nefis! Bugün de senin aleyhine geçti ve artık asla geri dönmeyecektir sana. Allah Teâlâ bugünü ne işte geçirdiğini ve hangi ameli yaptığını soracaktır: "Allah'ı zikredip O'na hamt ettin mi? Mümin kardeşinin hakkını eda ettin mi? Onun herhangi bir derdini giderdin mi? Mümin kardeşinin yokluğunda ailesine ve evlatlarına onun hakkını gözettin mi? Mümin kardeşinin ölümünden sonra onun ailesiyle ilgilendin mi? Haysiyetinle mümin kardeşinin gıybetinin edilmesine engel oldun mu? Bir Müslümana yardım ettin mi? Bu gün zarfında ne yaptın?"

Sonra yaptığı bütün şeyleri teker teker aklından geçirsin. Hayır, bir iş yaptığını görürse bu muvaffakiyeti kendisine verdiği için Allah'a şükretsin ve O'nu yüceltsin; günah işlemiş veya kusur etmiş olduğunu görürse tövbe etsin ve bundan sonra da günah işlememeye karar versin.

İmam Musa Kâzım (as) şöyle buyuruyor: "Her gün nefsini hesaba çekip iyi amel etmişse Allah Teâlâ'dan daha fazla muvaffakiyet dilemeyen ve eğer günah işlemişse istiğfar ve tövbe etmeyen bizden değildir."

Son olarak şu noktayı hatırlatalım ki; insan, nefsini hesaba çektiği zaman nefsine itimat edip ona karşı hoş görülü olmamalıdır; zira nefis aldatıcı ve kötülüğü emredendir. Yüzlerce hile ve düzenle iyiyi kötü ve kötüyü de iyi göstermeğe çalışır. İnsanın vazifesini iyice tanıyıp ona amel etmesine müsaade etmez. Günah işlemeyi ve ibadetleri terk etmeyi tercih eder. İşlediği günahları unutturur ve onları küçük gösterir. Küçük ibadetleri büyük gösterir. İnsanı mağrur eder, ölümü ve Kıyamet’i unutturur, uzun ve uzak arzuları kuvvetlendirir, nefsi hesaba çekmeği zor ve imkânsız, hatta gereksiz gösterir. Dolayısıyla insan, nefsine karşı kötümser olarak onu hesaba çekmelidir. Hesaba çekmede çok dikkatli olmalı, nefis ve şeytanın bahane ve tevillerini dinlememelidir.

Hz. Ali (ra.) şöyle buyuruyor: "Bir zikir ehli vardır ki; zikri, dünya karşılığında edinmişlerdir. Onları ne ticaret ve ne de alış veriş ondan (zikirden) alıkoyamamıştır. Onlar günlerini zikirle geçirirler. Gafillerin kulağına Allah'ın haramlarından kaçınmayı fısıldarlar. Adalete emreder ve kendileri de ona sarılırlar. Münkirden nehye der ve kendileri de ondan kaçınırlar. Dünyada oldukları halde sanki dünyayı kat etmiş Ahirete ulaşmış ve dünyanın ötesini görmüşlerdir. Orada (dünyada) kaldıkları sürece sanki Ahiret ehlinin gaybi hallerinden haberdar olmuş, Kıyamet bütün vaatlerini onlar hakkında gerçekleştirmiş de dünya ehlinin gözünün önüne gerilen perde aralanmıştır. Öyle ki sanki onlar insanların görmediklerini görüp, işitmediklerini işitirler. Bu bağlamda, eğer onların övülmüş makamlarını ve şahitleriyle beraber görülen meclislerini, halleriyle gözünün önünde canlandırırsan (düşünürsen); amel defterleri yayılmış, emr olup da kusur edip yapmadıkları ve nehy yolup da haddi aşıp işledikleri bütün büyük ve küçük işleri nefislerinin hesaba çekilmesi için ortaya dökmüş, günahlarının ağırlıklarını sırtlarına yüklerler ve kendilerini o günahlardan kurtulmaktan aciz görürler ve bu yüzden ağlayıp sızlarlar, ağlayıp sızlayarak Rablerine yalvarır ve pişmanlıklarını itiraf ederler. (Böylece aklına getirebilsen) onları hidayet sancakları, (karanlıkları aydınlatan) aydın meşaleler, etraflarını melekler kuşatmış, onlara huzur inmiş, göklerin kapılarının kendilerine açıldığı ve onlar için şeref ve keramet makamı hazırlanmış olarak görürdün."

 

 

 


 

[1] Kasas 88

[2] Kaf 18

[3] Maide 117

[4] Ahzab 52

[5] Beyyine 98/ 8

[6] Asr suresi



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler