Dünyevileşmek/Sekülerleşmek
Gönderen Kadir Hatipoglu - Ekim 31 2019 04:00:00

                                               Vaaz Resimleri: w.jpg                         

                                                 O sözde dindarlara yazıklar olsun!

Ölümü duyunca veya ölümü hatırlatıcı bir yazı okuyunca nasılda rahatsız olanlarımız var? Demek ki ölümü, zihnimizin sözcük dağarcığından çıkarıp attık… Öyle olmasaydı onu hatırlamak bile rahatsızlık verir miydi sizce?

Sadece ölüm müydü zihnimizden söküp attığımız? İman ettiğimizi dilimizle söylediğimiz halde Ahireti de unuttuk. Kitaba sırt çevirdik. Vahyin hayatımıza yön vermesine, kimliğimizi oluşturmasına izin vermedik. Hz. Peygamberi bir türlü gereği gibi anlayamadık. Tarihin derinliklerine hapsettik. Onu örnek edinemeyişimizi başka türlü nasıl açıklayacağız?

Vahiy kültüründen hayatımızda kalan ne? Bizi, kimliğimizi, ahlakımızı, bireysel ve toplumsal hayatımızı şekillendiren şey ne?

Geçici ve aldatıcı olan dünya hayatı bize ahireti unutturdu. Allah Teâlâ’nın tüm uyarılarına rağmen dünya hayatı bizi aldattı. Sonunda dünyevileştik/sekülerleştik.

Kuran ve Sünnete ait emir ve yasakları, İslam’ın getirdiği değer ve ilkeleri bireysel ve toplumsal hayatımızdan dışladıkça dünyevileştik. Kur’an’ın inşa etmediği şahsiyetlerin düşünce ve hayat anlayışları, elbette sekülarizm olacaktır.

Bizler de ellerimizde Kur’an gibi mucize bir hayat kılavuzu, Hz. Muhammed gibi en güzel bir örnek model varken, dünyevileşmekten kendimizi kurtaramadık. Oysa bu dünya da yaşıyor olmamız dünyevileşmemizi gerektirmiyordu.

Günümüz dünyasında insanları meşgul eden Allah’a kulluk ve ibadetten alıkoyan o kadar çok işler var ki… Hangi birini sayalım. Herkes kendi hayatına Kur’an penceresinden bakınca anlayacaktır.

Müslümanlar dünyaya öyle bir dalmışlar ki neredeyse ahireti unutmaya yüz tutmuşlardır. Her tarafımızı haramlar kuşatmış, haram işlemek, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmek iç sıkıntısı bile oluşturmaz olmuştur. Hatta işlediğimiz günahlardan tövbe etmek bile zihnimizden çıkmıştır. Öyle olsaydı Allah’a isyan içerisinde haram - helal demeden, kulluk ve ibadet yapmadan hayatını sürdüren birçok insan, niçin tövbe edip bu günahkâr hayatından dönmüyor? Niçin ısrarla kulluktan yüz çeviriyor? Niçin ilahi sınırlara riayet etmiyor?

İnsan niçin nankörlük edip bu derece azgınlaşır? Niçin Allah yokmuş, ahiret, cennet, cehennem yokmuş gibi yaşar? Bu tür sorulara Kur’an şöyle cevap verir:

اَنْ رَاَهُ اسْتَغْنَى/كَلاَّ اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى

“Hayır; doğrusu, Allah’ın adı ile okumayan insan, sahip olduğu bilgi, güç ve servetle şımararak azgınlık eder! Kendisini -Allah’ın yol göstericiliği de dahil- her türlü ihtiyacın üstünde gördüğü için.”[1] Demek ki insan hep kendi kendini yeterli, müstağni gördüğü için azar.

Bizler de mi güç ve servetle şımararak kendi kendimizi yeterli görmeye başladık? Ahireti unutmamız, kitaba sırt çevirmemiz, sadece bu dünya hayatını düşünmemiz bu yüzden olmasın?

Bize emanet olarak verilen, mal, mülk, para, servet bizi azgınlaştırıp şımartmamalı, Allah’a kulluktan alıkoymamalıdır.

Malı mülkü, parayı, serveti, şanı, şöhreti dünyanın merkezine yerleştiren, dünyanın yegâne ölçüsü haline getiren bir kimse, dünyanın bütün servetine sahip olsa gözü yine doymayacak, malı istif edip kenz etme hırsı bir türlü dizginlenmeyecektir.

Abdullah bin Abbas (ra)’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:

لَوْ أَنَّ لابْنِ آدَمَ وَادِياً مِنْ ذَهَبِ أَحَبَّ أَنْ يَكُونَ لَهُ وادِيانِ ، وَلَنْ يَمْلأَ فَاهُ إِلاَّ التُّرَابُ ، وَيَتُوب اللَّهُ عَلَى مَنْ تَابَ

“İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder.”[2]

O hâlde toprağa girmeden, hesaba çekilmeden önce cimrilik, dünya malına aşırı bağlılık, haset gibi kötü özelliklerden kurtulmaya çalışmalı, fırsat varken günahlardan tövbe edip Allah’a yönelmelidir. Hiç kuşkusuz Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder. İnsan arzu ve isteklerinin sınırı yoktur. Dünyevileşen insan sürekli ister, bir türlü doymaz. Her şeye sahip olmak ister. Bencilleşir, varlık içinde yokluk korkusuyla yaşar. Sürekli malı mülkü istif ederek yığar.

Mal, mülk, para ve servet konusundaki anlayışımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Çünkü bunlarla ilişkimiz, dünyevileştiğimizin en büyük göstergesidir.

Kur’an bize sadaka ve zekât vermek başta olmak üzere, sahip olduğumuz mal ve mülkü; Allah yolunda sarf etmeyi, paylaşmayı, infak etmeyi, ihtiyaç sahiplerine vermeyi, bunlarla açları doyurmayı, fakirleri giydirmeyi, karşılıksız borç vermeyi emretmiştir. Kur’an bize hep “vermeyi” emreder, biriktirip, yığmayı değil.

Gücü ve imkânı olduğu halde imdada koşup vermeyenlerin vay haline!

            اَلْهَيكُمُ التَّكَاثُرُ/ حَتَّى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ

“Daha çok mal, servet, makâm, şöhret elde etme tutkusuna kapılarak dünyanın gelip geçici zevklerini çoğaltma yarışı ve bunlarla birbirinize karşı üstünlük taslama hastalığı, sizi öylesine derin bir gaflete düşürdü, insânî ve ahlâkî değerlerden uzaklaştırarak o kadar oyaladı ki, Ölüp mezarı boylayıncaya kadar bu gaflet uykusundan uyanamıyorsunuz”[3]

            اَلَّذِى جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُ, يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُ اَخْلَدَهُ

“Hiç durmadan servet yığan, yığdıklarını sayıp duran o zâlimlerin! Öyle büyük bir aldanış içindedir ki o; Malı mülkü, kendisini sonsuza dek yaşatacak sanır.”[4]

Hatta Kur’an az bir mal harcayıp, az bir zekât, infak ve sadaka vermekle yetinenleri de şöyle uyarır:

            اَفَرَاَيْتَ الَّذِى تَوَلَّى, وَاَعْطَى قَلِيلاً وَاَكْدَى

“Ey insanoğlu! Baksana, ilâhî rehberlikten yüz çeviren Ve bunun doğal sonucu olarak, Allah yolunda azıcık mal harcayıp sonra kaya gibi cimri kesilen adamın içler acısı hâline!”[5]

O sözde dindarlara yazıklar olsun!

            اَرَاَيْتَ الَّذى يُكَذِّبُ بِالدّينِ (1) فَذلِكَ الَّذى يَدُعُّ الْيَتيمَ (2) وَلَايَحُضُّ عَلى طَعَامِ الْمِسْكينِ (3) فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّينَ (4) اَلَّذينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ (5)

“Ey insan! Görünüşte namazını kılan, ibadetlerini yerine getiren; fakat ahlâksız, kişiliksiz, saygısız ve merhametsiz tavırlarıyla cenneti, cehennemi ve hesabı yalanlayanın kim olduğunu bilir misin?

-İşte odur, yetimi itip kakan.

-Ve yoksulu doyurmaya gayret göstermeyen, insanları böyle iyiliklere teşvik etmeyen.

-Öyleyse, yazıklar olsun böyle namaz kılanlara!

-Kıldıkları namazın ruhundan, amaç ve hedefinden habersiz, ibadetin kişiye kazandırdığı üstün ahlâkî vasıflardan gâfil olan,”[6]

Bu ayetlerde Hesabı yalanlayanların karakteristik özellikleri; yoksulu doyurmayan, doyurmaya ön ayak olmayan, yetimi itip kakan kimseler olarak niteleniyor. Bunların dini yalanlar gibi olduğu söyleniyor. Allah’ın kurduğu bu bağ, Müslüman zihinlerde yeteri kadar anlaşılmadığı görülüyor.

“Demek ki bir dine inandığını söyleyip, üstelik namaz kılarak dindar geçineneler vardır. Onlardan da öksüzü hor gören, yoksula aldırış etmeyen, kendi bencil çıkarları dışında bir şey görmeyen, varsa yoksa kendi malı, mülkü, şanı şöhreti için yaşayanlar vardır…

İşte bunlar dini yalanlayanlar gibidir. Onlarla bunlar arasında pek fark bulunmamaktadır. Çünkü din, her şeyden önce ötekini düşünmek, duyarlı olmak, karşılıklı yardımlaşma içine girmek demektir. Allah ile, insanlar ile, toplum ile… Bunlar olmadan sadece Allah’a yönelip namaz adı altında yatıp kalkmak din değildir. Dinin esası ve özü sosyal yaşamdan, insanlara faydalı olmaktan, iyiliği yapmaktan, erdemli ve dürüst yaşamaktan, ekmeğini aşını olmayanla bölüşmekten, paylaşmaktan geçer. Çünkü mülkün sahibi Allah’tır. Komşusu açken tok yatanların, insanlar açlık sınırındayken villa üstüne villa alanların, sokaklar dilenci, öksüz, yoksul, garip gureba doluyken bu villalarda sabahlara dek yünlü seccadelerde namaz kılanların vay haline! Mazlumun ahı arşı alaya yükselirken, yoksulun açlığı yeri delerken, öksüzün ağlaması arşı çatlatırken sadece kıldıkları namazlara güvenerek ruz-i mahşere gidenlerin vay haline!”[7]

            اَلَّذينَ هُمْ يُرَاؤُنَ

“-İnsanları aldatmak için ibâdeti gösteri hâline getireren veya Allah’tan başkalarını memnun etmek için ibâdet ederek gösteriş yapan,

            وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ

-Ve en ufak bir iyiliğe, yardıma engel olan o sözde “dindarlara” yazıklar olsun!”[8]

Ayetleri niçin hep başkalarına hitap ediyormuş gibi okuruz. Niçin üzerimize alınmayız. Bu ayetleri bir de bu açıdan anlamaya çalışalım. Tam da bizden bahsediyor olmasın!

“Demek ki onlar işin gösterişindedirler. Kıldıkları namazda, yaptıkları duada hayır yoktur. Kürsülerden nutuk atmaya bayılırlar. Mükellef sofralarda tıka basa doyup “elhamdülillah” çektikten sonra, göbeklerini sıvazlarken; “Mübarek sahabe efendilerimiz açlıktan karnına taş bağlardı” diye ağlamaklı ağlamaklı konuşurlar… Kandil gecelerinde, gülyağı kokuları arasında sahabe hayatı anlatırlar. “Sünnettir inşallah” diye tabağın kenarında hiçbir şey bırakmadan yedikçe yerler ama tabağın içindekini başkasına vermeyi veya bölüşmeyi hiç düşünmezler… Her yemekten sonra “huri’l-ıyn” duaları ederler; ev üstüne ev, eş üstüne eş isterler ama onları yoksul bekârlarla evlendirmeyi, hele iş sahibi yapmayı akıllarından bile geçirmezler… Nedense her şeye kendilerini lâyık görürler. Kendileri dururken başkası akıllarından bile geçmez. Allah güzel ve zengin nimetlerini nedense hep onlar üzerinde görmekten hoşlanır. Bunlar hem namaz kılarlar, dindar görünürler, hem de bir kapitalistten daha beter mal, mülk ve para düşkünüdürler. En küçük yardımları yapmakta bile pintilikte üzerlerine yoktur. Barlarda, pavyonlarda para harcayamazlar ama saray yavrusundan evlere milyarlar dökerler. Hırslarını maldan mülkten, gösterişten, güçlü görünmekten çıkarırlar. Bir şeyi vermek kerpetenle etlerini koparmak gibi gelir…

Dıştan namazlı niyazlı içten zavallı bir dindarlık…

Dışı Müslüman içi kapitalist bir ehl-i namazlık…

Adı en küçük yardımı (mâun) bile çok görmek anlamına gelen bu sureyi dindarlık iddiasında olanlar gece gündüz okusa, sular seller gibi ezberlese yeridir. Çünkü alışılmış dindarın o iflâh olmaz “insansız ve tabiatsız” Allah anlayışının panzehiri işte bu suredir.

Boyuna, Allah’ın kendine özel olarak verdiğini sandığı zenginliğine “elhamdülillâh” çekip, burnunun ucundaki açı, yoksulu bir türlü göremeyen, yoksulluk, fakirlik, emek lâflarını duyunca “solculuk”yapıldığını zanneden, “Müslüman güçlü olacak, her şeyin en iyisini giyecek, en iyi yerlerde oturacak” deyip duran, “Ben Müslümanın zengin olanını severim” diye de kafasına uygun hadis uyduran zihniyetin panzehiri işte bu (ve benzeri daha çok bir çok) suredir…

Dini yalanlamak ile öksüze ve yoksula bigâne ehl-i namazlık aynı sure içinde bir tutuluyor ve aynı azapla tehdit ediliyor! Varın gerisini siz düşünün…”[9]

Dünyevileşmeye örnek olarak Kur’an’da geçen Karun ve İsrail oğullarının zihniyetini verebiliriz.

Dünyevileşme tutkusunu bırakalım artık. Tüm günahlarımıza tövbe ve istiğfar edelim. Ölümü hatırlayalım. Ahirete hazırlanalım. Yaratılış gayemizin gereğini eğip bükmeden, dosdoğruca yapalım.

 

 

                                                                                          Mehmet ESER


 

[1] Alak, 96/6,7

[2]Buhârî, Rikak 10; Müslim, Zekât 116-119 , Riyazü’s Salihin

[3] Tekasür, 102/1,2

[4] Hümeze, 104/2,3

[5] Necm, 53/33,34

[6] Maun, 107/1-5

[7] R. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an, Cilt 3, İstanbul, İnşa Y., 2007 s. 420

[8] Maun, 107/6-7

[9] Mahmut Kısa, Kısa Açıklamalı Meal, Armağan Kitaplar, Konya; 3. Baskı, 2009  s. 420,421



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler