Velî Ve
Küfüv Babı 2
Velî'ntn Hükümleri : 2
Küfüv'ün Hükümleri: 5
Memr Babı 6
Kölenin Ve Kâfirin Nikâhı Babı 12
Kölenin Nikâhı: 12
Kâfirin Nikâhı : 15
Kasm Babı 16
Süt Emme Bölümü (Radâ') 17
Boşama Bölümü
(Talâk) 19
Boşamanın Yapılması Babı 20
Talâkın Kinayeleri Faslı 25
Tefviz Babı 28
(Boşamayı Kadına Devretmek) 28
Ta'lîk Babı 32
Fârr'ın Talâkı
Babı 35
(Mirastan Kaçıranın
Boşaması) 35
Velî lügat yönünden
sâhib ma'nâsıuacUr. Örten velî yani velayet; küçük çocukda, delide ve kölede
nikâhın sıhhatinin şartıdır. Çünkü bunların velîye ihtiyâcının sebebi aczdir.
Küçük çocuk, deli (mecnûn) ve kölede ise acz mevcûddur. Velînin, küçük çocukda
ve benzerinde nikâhın sıhhatinin şartı olması ve bunların zıtlarmın nikâhının
mün'akid olmasının sıhhatinde velînin şart kılınmaması bilinince, musannif
bunun, üzerine; âkile ve bâliğa olan «mükellef hür kadının nikâhı velîsiz
mün'akid olur.» sözüyle açıklama yaptı. Gerek o bâliğa, bakire veya dul olsun,
velîsîss nikâhı kıyılır. Mükellef olan hür kadın kendisini velînin izni olmadan
tezvîc etse, İmâm Ebû Hamle (Rh.A.) ve Ebû Yûsuf (Rh. A.) a göre, geçerli olur.
Yine Ebû Yûsuf (Rh.A.) dajx bir rivayette geçerli olmaz. Ancak velînin izni ile
geçerli olur. İmâm Muhammed'-(Rh.A.) e göre, "velînin icazetine bağlı olarak
geçerli olur. İmâm Mâlik (Rh.A.) ve İmâm Şafiî* (Rh.A.) ye göre, asla geçerli
olmaz. Yani velî için küfü'ün gayrinde (kıza denk olmayan erkek hakkında) itiraz
hakkı vardır. Eğer velî dilerse fesheder ve dilerse icazet verir. O mükellef
olan hür kadın küfü'ü (dengi) olmayan kocadan çocuk doğurmadıkca velî için
itiraz hakkı vardır. Fakat o mükellef olan hür kadın o kocadan çocuk doğurursa,
çocuk zayi olmasın diye velîler için fesh hakkı yoktur. Çünkü o çocuğun
mürebbisi olmamakla zayi' olur. Haniye ve Hulâsa'da böyle zikredilmiştir. Fakat
Şeyhu'l-İslâm'ın Mebsût'unda denilmiştir ki: Mükellef olan hür bâliğa kadın
kendisini dengi olmayana tezvîc etse, velî nikâhı bilip ö kadın bir kaç çocuk
doğuruncaya kadar sükût etse, ondan sonra.o velî, o koca için da'va açsa,
velînin o koca ile karının arasını ayırmak hakkı vardır. Çünkü sükût nikâh
hakkında rızâ sayılmaz. Ancak nassan bakire hakkında mâ sayılır. Kıyâs böyle
değildir. Nihâye'de böyle zikredilmiştir.
Mükellef olan hür ve
bâliğa kadının, velînin izni olmadan kendisini denginden başkasına tezvîcde velî
İçin itirazın caiz olmadığı da rivayet edilmiştir. Bunu İmâm A'zam'dan, İmâm
Hasan (Rh.Aleyhimâ) rivayet etmiştir. Zira -çok şey vardır ki, vukuundan sonra
onun kaldırılması mümkün olmaz. İmdi bunda da velî için itiraz caiz değildir.
Zamanın fesadından dolayı fetva da bununladır.
Velîlerin bazısının
rızâsı, tamamının rızâsı gibidir. Şayet velîlerden biri akd yapsa - eğer o
velîler derecede eşit olurlarsa - geri kalanlar akdi bozamazlar. Eğer velîlerden
bazısı âkidden daha yakın olsa, daha yakın olan için akdi bozma hakkı vardır.
Velînin mehri ve mehrîn
benzeri eşyayı alması - ki kızın teçhizi ve velîme (düğün) hazırlıklarına
başlaması gibi şeyler bunlardandır - rızâdır. Çünkü almak, akdin hükmünü
kabullenmektir. Eğer velî mehr ve nafakada koca ile çekişse, kıyâsa göre rızâ
ojmaz, istihsânda rızâ olur. Bunu Kâdîhân zikretmiştir.
Velînin sükûtu rızâ
değildir. Çünkü velînin mütâlebeden (da'vâ.ve iddiadan), sükûtu muhtemeldir.
İmdi sükût ancak özel yerlerde rızâ sayılmıştır ki bu, o özel yerlerden
değildir.
Bâliğa olan bakire,
nikâh için zorlanmaz. Yani bâliğa olan bakire kadın rızâsız nikâh edilmez.
Yalnız küçük kız, dul da olsa, bize göre, zorlanır. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre,
bakire kadın, bâliğa da olsa zorlanır. Şu halde bakire olan küçük kız ittifakla
zorlanır. Bâliğa olan dul kadın ittifakla zorlanmaz. Bundan sonra, bize göre,
her velî için zorlama (cebr) hakkı vardır. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre zorlama
yoktur. Ancak baba ve babanın babası yâni dede için zorlama hakkı vardır. Eğer
velî kendisi, o bâliğadan nikâha izin istese veya velînin vekili veya velînin
elçisi veya velî kendisi tezvîc etse, imdi o bâliğa kendisine tezvîc haberinin
ulaştığını bilip de sussa veya müstehzi olmamak şartıyla gülse - zira o bâliğa
alaylı gülerse rızâ olmaz - şayet gülümsese, gülümsemek rızâdır. Sahîh kavi
budur, Nihâye'de böyle zikredilmiştir. -Veya sessiz ağlasa, kocasının kim
olduğunu bilmek şartiyle bunların hepsi izin olur. Yani o bâliğamn sükûtu ve
sükût üzerine atf olan şeyler, izin olur, ancak eğer o bâliğa kocası kim
olduğunu bilirse izin olur. Tâ ki o bâliğa kadının kocayı istediği veya
istemediği ortaya çıksın. Hattâ velî bâliğaya; «Ben seni bir erkekle evlendirmek
isterim» deyip de o bâliğa sussa, rızâ olmaz. Çünkü o evleneceği erkeğin kim
olduğunu bilmiyor. Eğer velî bâliğaya; «Ben seni fülân yahut fülân kimse ile
evlendireyim» deyip bir cemâat zikretse de bâliğa sussa bu nzâdır. Velî her
hangisini dilerse onunla evlendirir. Zeyîaî (Rh.A.) böyle zikretmiştir.
O bâliğamn mehrini
bilmesi şart değildir. Çünkü mehrsiz nikâh şahindir. Eğer tebliğ eden kimse
fuzûlî (kendiliğinden giderse) aded veya adalet, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre,
şart kılınmıştır. İma mey n (Rh. Aleyhimâ) ayrı görüştedir. Keza bunda da
şüphesiz bâliğa olan bakire kadının sükûtu, zikredildiği gibi, izindir.
Şayet bâliğa olan
bakire kadını velî onun yatımda evlendirip o bâ-liğâ sussa, esah kavide izin
sayılır. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Eğer velî yakın
akrabadan başkası, yani yabancı veya uzakdan velî olup o bâliğadan izin istese,
onun İzai sükût ile olmaz, belki söz ile olur.
çünkü bu susmak,
yabancının sözüne iltifat az olduğu içindir. Şu halde rızâ üzerine delâlet
etmez. Fakat elçi bunun aksidir. Çünkü elçi velî yerine geçer. Nitekim dul
kadının rızâsı da söz île olur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.): »Dul kadına danışılır.» buyurmuştur. Çünkü dul kadının konuşması
ayıp sayılmaz.
Zira alışıklıkla haya
azalır. Şu halde dul kadının konuşmasına engel yoktur, demektir.
Kâfî'de zikredilmiştir
ki, eğer rızâya delâlet eden fiil bulunursa, o İiil söz gibidir. Meselâ nefsini
teslim veya mehrini ve nafakasını istemek gibi. Çünkü delâlet, sarahatin
gördüğü işi görür.
Muhît'te de
zikredilmiştir ki: Eğer o bâliğa kadın kocanın hediyesini kabul etse veya
kocaya hizmet etse veya yemeğinden yese rızâ olmaz.
Yakın olan velîden
başkasının izin istemesinde mehri ve kocayı bildirmek şart kılınmıştır.
Denilmiştir ki: Babanın ve dedenin ve bu ikisinden başka kimsenin nikâha izin
istemekte mutlaka mehri söylemesi gerekir. Çünkü bâliğamn rağbeti mehrin
azlığına ve çokluğuna göre değişir. Sahîh olan şudur ki, eğer evlendiren kimse,
baba veya dede olur da, yalnız kocayı zikrederse yeter. Çünkü baba nıehrden,
ancak daha çoğunu elde etmek için eksiltir.
Eğer evlendiren kimse,
baba île dededen başkası olsa, kadına mutlaka evleneceği kocayı ve mehri
belirtmesi gerekir. Nitekim Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
Bâliğa kadının
bekâreti, sıçramakla veya hayzı fazla olmakla veya bir yara ile veya ta'nîs ile
yok olsa - ta'nîs bâliğamn ailesi yanında bâliğa oldukdan sonra, bakire
sayılmaktan (yani bakireler sırasından) çıkıncaya kadar uzun müddet kalmasıdır
-- veya zina ile yok olsa, o bâliğa kadın hükmen bakiredir. Yani susmasının rızâ
sayılmasında bakire hükmüne tâbidir. Eğer koca ile bâliğa olan bakire kadın,
susmada an-laşamaaalar, söz bâliğa olan bakire kadına âiddir. Kadının sözü kabul
edilir. Yani koca bakire bâliğaya; «Sana nikâhı (evlenmeyi) tebliğ ettim, sen
sustun» dese ve o da; «Ben reddettim,» dese, bu takdirde söz bâliğanındır. Çünkü
koca akdin lüzumunu ve bu'zın (cima hakkının) temellükünü iddia ediyor, kadınsa
bunu reddediyor.
Kadının sustuğuna dâir
kocanın delîl göstermesi kabul edilir. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, delîl
bulunmadığında kadına yemîn ettirilmez. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, nikâhda
yemîn ettirme bulunmadığı için yemin ettirilmez. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) bunda
aya görüşledir.
Velî için, küçük oğlanı
ve küçük kızı, gerekse o küçük kız dul olsun, evlendirmek hakkı vardır. İmâm
Şâtiî (Rh.A.), bunda ayrı görüş< tedir. Nitekim daha önce geçti.
Gabn-ı fahiş ile nikâh
etmesi caizdir. Gabn-ı. fahiş : İnsanların al-danmadiğı şeydir. Bu, babanın
küçük kızını evlendirmekle ve mehrin-den aşın şekilde eksiltmekle olur.
Veya dengînden
(küfü'den) başkasına nikâh etmesi caizdir. Bu, babanın küçük kızını köle ile
veya küçük oğlunu bir câriye ile evlendirmeyidir. Eğer velî, baba veya dede,
yani babanın babası olursa bu caizdir. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) bunda ayrı
görüştedir.
Fukahâ demişlerdir ki:
Hılâf, baba ayık olduğu vakittedir. Eğer baba sarhoş olursa, nikahlama ittifakla
sahih olmaz. Keza, eğer baba veya dedenin, açgözlülüğünden veya sefih olduğundan
dolayı kötü bir seçme yaptığı bilinse, nikahlama ittifakla sahih olmaz. İmâmeyn'
(Rh. Aleyhimâ) in delili şudur : Şüphesiz onların velayetleri nazarîdir. (Fayda
gözetmeye mebnîdir) Eğer zararı kapsarsa caiz oîmaz. İmâm A'zam' (Rh.A.) m
delili ise şudur: Şüphesiz baba ile dedenin şefkatleri çoktur. Şu halde bu zarar
başka faydalar karşılığında yok olur. Meselâ, kocanın güzel huy sahibi
olmasından, ülfet sahibi olmasından, nafakası geniş olmasından ve iffetli
olmasından dolayı yok olur. İmdi zahir olan; baba ve dede, o kızı evlendirmekle
bunları kasd etmişlerdir. Binâenaleyh zarar yoktur.
Eğer velî, baba veya
dede olmazsa, gabn-ı fahişle nikâh etmek veya elenginden başkasına nikâh etmek
ittifakla sahih olmaz. Çünkü baba ile dededen başkasında illet-i velayette
sıhhat yoktur.
Velilerden baba ve
dedenin akdinde, yani baba ve dede şayet küçük oğlanı ve kızı evleridirse, eğer
mebr-i misli ile veya dengi ile evlendirse
o akd yürürlükte olur. Şu halde bulûğdan sonra ikisinden biri için muhayyerlik
yoktur.
Velîlerden baba ve
dededen başkasının akdinde, bulûğ ile veya bulûğdan sonra nikâhı bilmekle
feshetme muhayyerliği vardır. Yani, eğer küçük oğlan ve küçük kız bulûğdan önce
akdi bilse, ikisinden her biri için bulûğa eriştiğinde feshetme muhayyerliği
vardır. Eğer dilerlerse nikâh üzere kâim olurlar ve dilerlerse nikâhı bozarlar.
Bu İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Muhaimned' (Rh.Âleyhimâ) e göredir. Eğer ikisi de
bulûğdan önce akdi bilmezlerse, her biri bulûğdan sonra akdi Öğrenince,
feshetme muhayyerliğine mâliktir.
Musannifin, «baba ve
dededen başkası» demesi, kâdîye ve anaya şâmil olur. Hattâ kâdî ile anadan biri
küçük km evlendirse, muhayyerlik sabit olur. Sahih olan budur. Fetva da bunun
üzerinedir. Kâtf'de de böyle zikredilmiştir.
Bu feshetme
muhayyerliği kâdînin kazası şartıyledir. Yani küçük, oğlan veya kız bulûğdan
sonra ayrılmayı seçseler, ikisi arasında olan nikâhı kâdî feshetmedikce ayrılma
sabit olmaz. Itk (âzâd olma) muhayyerliği bunun aksinedir. Çünkü ıtk
muhayyerliğinde hüküme muh-tâc olmaz. Muhayyer olan kadının serbestliği de bunun
aksinedir. Çünkü muhayyer kadın şayet kendini seçse hükümsüz ayrılma vâki olur.
Küçük oğlan ve küçük
kız kâdînin hükmünden önce ölse, biri diğerine vâris olur. Yani ayrılma hükme
şart kılındığı surette, hükümden önce küçük oğlan ve kızın biri ölse, gerek o
küçük oğlan ve kız baliğ olsun, gerekse olmasın diğerine vâris olur. Çünkü
hükümden önce nikâh bakîdir.
Bakirenin burada
susması rızâdır. Yani bakirenin bulûğu sırasında veya bulûğdan sonra nikâhı
bildiği vakitte susması rızâdır. Bakirenin muhayyerliği her ne kadar
muhayyerliği bilmese de meclisin (bulunduğu vaziyetin) sonuna uzamaz. Çünkü
bakire şayet kendisi için muhayyerlik olduğunu bilmediğine binâen burada sussa
muhayyerliği bâtıl olur. Bakirenin muhayyerliğini bilmemesi Özür sayılmaz. İmdi
uygun olan kendi nefsini, bulûğa ermekle o meclisde ihtiyar (seçmek) etmesidir.
Eğer bakire kanı gecede görse, diliyle nefsini ihtiyar eder, ve «ben nikâhımı
feshettim», deyip ve sabah oldukda şâhid getirir, ve ben şimdi kam gördüm, der.
Eğer o bakire hayz gördüğü anda «Elhamdülillah, ben nefsimi ihtiyar ettim.»
dese, muhayyerliği üzeredir. Eğer hayz görr düğü anda hizmetçisini gönderip
şâhidleri çağırsa, o.da şâhicüeri bula-masa, halbuki o bakire ayrı bir yerde
olsa, ona nikâh lâzım gelir. Bu özür olmaz. Eğer bulûğu sırasında kocasının
adını veya tesmiye olunan mehrini sorsa veya şâhidlere selâm yerse, o bakirenin
muhayyerliği bâtıl olur. Eğer bulûğu
sırasında nefsini seçip şâhid de gösterse, iki aya kadar kâdîye gitmese
muhayyerliği üzeredir. Ayb muhayyerliği gibi. Zeylaı (Rh.A.) böyle zikretmiştir.
Mu'takka, (Âzâd edilmiş kadın) bunun aksinedir. Yani bir câriye âzâd olur da
kocası bulunursa, her ne kadar o câriye kendisi için muhayyerlik olduğunu
bilmese de onun için ıtk (âzâd olma) muhayyerliği sabit olur. Bilmemesi Özürdür.
Çünkü efendisine hizmeti, öğrenmeye engel olur. Hürler bunun aksinedir. Çünkü
ilim öğrenmek erkek ve kadın her Müslümana farzdır. Küçük oğlan ve kıza gelince;
Şayet ikisi de mürâhik (bulûğa yaklaşmış) olsalar, îmânı ve îmânm ahkâmım
öğrenmek ikisine de vâcib olur. Veya o mürâhik ve mürâhikanın velîleri üzerine
öğretmek vâcib olur. Mürâhik ile mürâhikayi kendi keyiflerine bırakmak doğru
değildir. Çünkü Resû-lüllah (S.A.V.) :
«Çocuklarınız yedi
yaşına vardığı zaman onlara namazı emredin, on yaşma vardıkları zaman
(kılmazlarsa) onları dövün.» buyurmuştur.
Küçük oğlan ve dul
kadın için meclisin muhayyerliği, onlar bulûğa erince sarahaten veya delâleten
rızâ bulunmaksızın bâtıl olmaz. Sarahaten rızâ «razı oldum veya kabul ettim»
demekle olur. Delâleten ise; öpmek, dokunmak, oğlanın mehri vermesi, dul kadının
mehri kaimi etmesi gibi razı olduğunu gösteren bir şey yapmakla olur. Yine
küçük oğlanın ve dul kadının meclîsden kalkması ile de muhayyerliği bâtıl
olmaz. Çünkü bulûğun muhayyerliği rızânın yokluğu ile sabit olur. Rızânın
yokluğu ile sabit olan şey rızâ ile bâtıl olur. Ancak bakirenin susması rızâdır.
Binâenaleyh, fazlası şöyle dursun meclisin sonuna kadar bile devam etmez. Oğlan
çocuğun susması ise rızâ değildir. Şu halde susmayı gerektiren ayağa kalkma
(kıyam) ile oğlanın muhayyerliği bâtıl olmaz. Dul kadının meclisden kalkmasıyla
muhayyerliğinin bâtıl olmamasına gelince; Çünkü dul kadmm bulûğunun muhayyerliği
kocanın isbâtı ile sabit olmamıştır. Bu zahirdir. Onun ispatiyle sabit olmayan
şey, meclise münhasır değildir. Üzerine inhisar edilecek şey tef-vîz (boşanmayı
karısına havale) dir. Nitekim y&kmda yerinde açıklaması gelecektir. İnşâallâhu
Teâlâ.
Nikâhda velî, küçük
oğlanın malında tasarruf etmekde değildir. Zira küçük
oğlanın malında tasarruf,
önce babaya âiddir.
Bundan sonra onun babasına sonra her ikisinin vasilerine âiddir. Bu,
böy-iece devam eder. Binefsihi asabe olanındır. Binefsihî asabe, araya kadın
girmeksizin ölüye bitişen erkekdir. Musannif «binefsihî asabe» sözü ile asabe
bi'1-gayrdan ihtiraz eylemiştir. Kız evlâd gibi ki, şayet kız evtâd oğul ile
asabe olsa, asabe bi'1-gayr olur. Kıza deli olan annesi velî olamaz. Yine
musannif, bu sözle kızla beraber kız kardeş gibi gayr ile beraber olan asabe
olan kimseden ihtiraz eylemiştir. Çünkü kız için deli olan kızkardeşine velî
olma hakkı yoktur.
Velî, miras tertibi
üzere asabe olandır. Yani nikahda velî olan erkek evlâd, ne kadar aşağıda olsa
da'takdim edilir. Ondan sonra asıl takdim edilir. O da babadır ve dede - ki
babanın babasıdır - ne kadar yukarı çıksa da dede takdim edilir. Ondan sonra
ana - baba bir erkek kardeş, bundan sonra baba bir erkek kardeş, bundan sonra
baba bir ana bir erkek kardeş oğlu, bundan sonra baba bir erkek kardeş oğlu,
bundan sonra ana - baba bir amca, bundan sonra baba bir amca, bundan sonra baba
bir ana bir amca o£lu, bundan sonra baba bir amca oğlu, bandan sonra mu'tak
(azâd-edilmiş olan) takdim edilir. Artık bunda erkek - kadın müsavi olur. Ondan
sonra mevlânm asabesd, ondan sonra mecnûnenin velîsi, babanın btılunmas-yle
beraber erkek ev-lâddır.
Velî, haeb (yâni hakkım
menetmek) tertibi üzere de oluı. Yani nikahda uzak olan velî, hür olmak ve
mükellef olmak şartıyle, yakın velî ile mahcûbdur.
Kölenin, küçük oğlanın
ve mecnûnun kendilerinden başkası üzerine velayetleri yoktur. Çünkü başkası
üzerine velayet kendi nefsi üzerine velayetin fer'idir. İmdi kendileri üzerine
velayetleri olmayan köle, küçük oğlan ve mecnûnun başkaları üzerine de
velayetleri yoktur.
Evlenmek isteyen
Müslüman kadın hakkında velînin Müslüman olması şarttır. Müslüman çocuğu
hakkında da velînin Müslüman olması şarttır. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :
«Allah kâfirlere,
mü'minler üzerine asla fırsat vermeyecektir.» buyurmuştur. Keza
Müslüman için kâfir kadın üzerine velayet yoktur. Musannif a uygun olan; «meğer
ki o Müslüman velî bir kâfir cariyenin efendisi veya sultânı ola» demek idi.
Bunu Zeylaî zikretmiştir.
Nikâhda velî, asabe
binefsihîden sonra anadır. Ondan sonra ana -baba bir kız kardeştir. Ondan sonra
baba bir kız kardeştir. Ondan sonra ana bir kız kardeştir. Ondan sonra mahrem
olan zî-rahmdir. Dâima en yakın olan tercih edilir. Ondan sonra mevlel
muvâlâttır. Mevlel muvâlât : Vârisi olmayan kimsedir ki başkasıyla ben bir
cinayet işlersem, diyeti sen ödeyeceksin, ölürsem mîrâsım senin olacak diye,
velî tutunur.
Bundan sonra nikâhda
velî Sultândır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :
«Sultân, velîsi olmayan
kimsenin vdîsicUi'.» buyurmuştur.
Bundan sonra nikâhda
velî kâdıdir. Öyle kâdî ki Sultân tarafından verilen fermanında, velîsi olmayan
kimseyi evlendir, diye yazılmıştır.
Uzak olan velînin,
küçük kızı, gaybet-i münkatıa ile gâib olan yakın velînin bulunmamasryle
evlendirmek yetkisi vardır. Fukanadan bazıları; «Gaybet-i munkatıayı: Yakın
velînin, ancak yılda bir kere kafile ulaşan bir beldede bulunmasıdır.» diye
tefsir etmişlerdir. Bu tefsir Ku-dûrî'nin seçtiğidir. Bazıları da; «Yakın velî,
sefer müddetinin en yakınında, yani kasr mesafesinde olursa uzak velînin
evlendirmesi caizdir» demiştir. Çünkü sefer müddetinin uzağı için sınır yoktur.
Böyle olunca yakın itibâra alınmıştır. Bu, Kâdî Ebû Ali en-Nesefî île Sa'd b.
Muâz el-Mervezî, Sadru'l-İslâm el-Pezdevî ve Saâru'ş-Şehûf (Rh.Aley-him) in de
ihtiyarlarıdır. Fetva da bunun üzerinedir. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
,
Bazıları demiştir ki:
Yakın velî kızı isteyen küfü' (denk), ondan haber bekleyemeyecek kadar uzakta
ise, uzak velînin evlendirmesi caiz olur. Bunu İmâm Şemsü'l-Eimme es-Serahsî
(Rl: A.) ihtiyar eylemiştir. Nitekim o şöyle demiştir: İşin doğrusu, o yakın
velî öyle bir yerde olmalı ki, onun gelmesi beklense veya reyi öğrenilmek
istense hâzır olan kızın dengi tâlib kaçırılmış olur, işte bu gaybet-i
munkatıadır. Aksi takdirde bu gaybet-i münkatıa değildir. Çünkü yakın velînin
velayeti nazarîdir (faydaya dayanır). Bu takdirde onun velayetinin ibkâsında
(kalmasında) fayda yoktur.
Uzak velî için velayet
sabit oldukdan sonra, şayet o uzak velî o kızı evlendirse, ondan sonra yakın
velî gelse, o yakın velînin nikâhı feshetme yetkisi yoktur. Yani fesh caiz
olmaz. Çünkü akd, velâyet-i tamme ile akd olunmuştur. Halbuki halef ile maksüd
hâsıl oldukdan sonra asi üzere kudret hâsıl olmuştur.
Bir küçük oğlanın velîsi veya
bir küçük kızın velîsi veya bir adamın vekili veya bir kadının vekili veya bir
kölenin efendisi, her biri nikâhı ikrar etse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre,
bunlardan hiç birinin ikrarı tasdik edilmez. Başkası üzerine ikrar olduğu için
tasdik edilmez. Ancak şâhidler nikâh üzerine şehâdet ederler; veya küçük oğlan
ve kız âkil baliğ olup da tasdik ederlerse, veya müvekkil yahut köle tasdik
ederlerse, kabul edilirler. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, şehâdetsiz ve
tasdiksiz velî tasdik edilir. Bunun şekli şöyledir : Bir adam kâdî huzurunda
bir küçük kızın babası üzerine iddia edip bu adam küçük kızı bana verdi, dese,
baba da o nikâhı kâdî yanında ikrar etse, kâdî zevcin iddia ettiği nikâh üzerine
beyyine getirmedikçe nikâh ile hüküm veremez. Kâdî de küçük kız tarafından bir
kimseyi vasî ta'yin edip hattâ o vasî nikâhı inkâr eder ve o adam o vasî üzerine
delîl getirirse veya küçük kız nikâhı âkü baliğ adamı ve babasını tasdik ederse
bu takdirde kâdî o adama nikâh ile hükmeder. Câriye bunun hılâfınadır. Çünkü Üç
îmâm icmâ eylemişlerdir ki; şayet bir adam bir cariyenin efendisinden o
cariyenin nikâhım iddia ettikden sonra o efendi cariyenin nikâhını ikrar etse,
delilsiz ve tasdiksiz cariyenin nikâhıyle hüküm'verilir. Çünkü efendi kendi
aleyhinde ikrarda bulunmuştur. Zira efendi o cariyenin kendine ve fercine
(bud'una) mâlik olur. Köle bunun hılâfınadır. Çünkü Efendi kölenin ancak nefsine
mâlik olur.
Musannif, velînin
hükümlerini açıklamayı bitirince, küfüv (denk) ile ilgili olan hükümleri
açıklamaya başlayıp demiştir ki: Kefâet, îûgat yönünden bir şeyin diğerine
benzer olmasıdır. Kefâet nikâhın lüzumu için erkekler ile kadınlar arasında
nikâhda itibâr olunur. îmâm Mâlik (Rh.A.) bunda ayn görüştedir.
Arabda neseb yönünden
itibâr olunur. Çünkü Arap olmayanlar ne-seblerini yitirmişlerdir. Kureyş
kabilesi birbiri için küfüv olur. Ku-reyş'in gayri olan Arablar da, birbirlerine
kabile kabileye küfüv'dürler. in gayri olan Arablarda, birbirilerine kabile
kabileye küfüv'dürler. Ama, Kureyş'e küfüv (denk) değillerdir.
Mevâlî, yâni Arab
olmayanlar — bunlara mevâlî denilmesi; ehl-i harb ile savaşda Araba yardım
ettikleri içindir. Yardım ediciye de mevlâ adı verilir. Allah Teâlâ (C.C.) :
«Kâfirlerin mevlâsı
(yardımcısı) yoktur.»
buyurmuştur. — birbirlerine küfü' (denk) dürler.
Acemler birbirilerine
küiü'dürler. Yani, onların nesebi itibâra alınmaz. Onlar Araba denk (küfüv)
olmazlar.
Kefâet neseb
yönünden itibâr olunduğu gibi, İslâm yönünden de itibâr olunur.
Kendisi binefsihî
Müslüman olan kimse, İslâm'da bir tek baba sahibi olan kimseye denk olmaz.
İslâm'da iki baba sahibi olan kimse Müslüman babaları olan kimse gibidir. Yani
İslâm'da ebevân sahibi olan kimse, yani baba ve dedesi Müslüman olan kimse
İslâm'da baba ve dedelere sâhib olan kimseye denk olur. Çünkü ta'rîf ebeveyn
lafzı ile vâ~ kî olur. Fazlası itibâra alınmaz.
Kefâet neseb ve İslâm
yönünden itibâr olunduğu gibi, hürriyet yönünden de itibâr olunur. Şu halde bir
köle veya azâd edilmiş köle, aslı hür olan kadın için küfüv olmaz. Babası azadlı
olan kimse de hür ebeveyn sahibi olan kimse için denk olmaz.
Kefâet, hürriyet
yönünden itibâr olunduğu gibi, diyanet yönünden de itibâr olunur. Şu halde fâsık
erkek sâliha kadın için ve sâlih adamın kızı için denk olmaz.
Kefâet, mal yönünden de
itibâr olunur. Mal yönünden itibâr, erkeğin mehre ve nafakaya mâlik'olmasıyle
olur. Zahir rivayette mu'te-ber olan budur.
.
Mehr-i muaccelden ve
nafakadan âciz olan kimse, fakir kadın için denk olmaz, Mehr-i muaccelden âciz
oldukda denk olmamasına gelince;
çünkü mehr kadından cima istifâdesine karşılık kılınmıştır. Şu
halde nıehr-î muacceli teslim etmek gerekir. Çünkü mehr ile murâd ta'-cili âdet
olan miktardır. Zira bundan ötesi örf yönünden nıehr-i müecceldir.
Nal akadan âciz olmakla
küi'iiv yâni denk olmaması ise, evliliğin kıvamı ve devamı nafaka ile olduğu
içindir.
Esah kavilde, zenginlik
yönünden denk olmaya (kelâete) itibâr olunmaz. Şemsu'l-Eiınme cs-Serahsî (Rh.A.)
ve Zahire sahibi demiştir ki : Esah olan şudur ki, zenginlik yönünden kefâet
itibâra alınmaz. Çünkü malın çokluğu esah kavle göre makbul değildir. Resûlüilah
(S-A.V.) :
«Malı çok olanlar helak
oldu. Ancak malı için şu mal şuna, şu da yuna diyen, yani o malı tasadduk eden
helak olmadı.» buyurmuştur.
Şu halde mehr ile
nafakaya kadir olan kimse, çok mal sahibi olan kimse için küt'üv olur. Çünkü
zenginlik itibâra alınmam.
Kefâet, ma! yönünden
olduğu gibi sanat yönünden de itibâra alınır. Çünkü insanlar san'at ile
övünürler. Meselâ dokumacı attâra (güzel kokular satan kimse) küfüv değildir.
Demirci, ayakkabıcı da öyledir. Bezzaz (manifaturacı) attâra küfüv'dür. Âlim
olan Acemî (yâni Arap-dan başka millet) câhil olan Arabi için denk olur. Çünkü
ilim şerefi neseb şerefine karşılık olur.
Fakir âlim de, yani
zengin ^olmayan âlim de, - çünkü mehr-i muaccel ve nafaka üzerine kadir olmak
vâcibdir - ve Hz. Ali (R.A) soyundan olana; câhil olan zengine denk olur. Zira
bilirsin ki, zenginlik mu'teber değildir. Ve ilim şerefi, zenginlik şerefini
karşılar.
Köylü, şehirli için
denk yâni küfüv olur.
Bir kadın kendisini bir
adama nıehr-i mislinden eksiği ile tezvîc etse, velî için mehr-i mislini
tamamlatmak veya ikisi arasını ayırmak hakkı vardır. Çünkü kadının eksik mehr
ile evlenmesi ar (utanç) vericidir. Zira velîler mehr-i misi ile övünürler ve
eksik ile utanç duyarlar. Şu halde velîler için itiraz hakkı vardır.
Bir adam bir şahsa bir
kadın tezvîc etmeyi emretse, o şahıs da bir câriye tezvîc etse, caiz olur. Çünkü
bu söz mutlak sâdır olmuştur. Töhmet yerinden başkasında ıtlâkı üzere carî olur.
Nitekim o şahıs kendi cariyesini tezvîc ederse töhmet olur (yâni caiz olmaz).
Bir engel olmamalıdır.
Nitekim o adamın nikâhı altında hür bir kadın olsa engel olur. Şayet emredilen
şahıs bir akd ile iki kadını tezvîc etse câi2 olmaz. Çünkü iki kadını birden
iltizâmına vech yoktur. Zira âmirin emrine aykırıdır. Öncelik bulunmadığı için o
iki kadının ikisinden birine ta'yîni iltizâma da vech yoktur. O iki kadından
birine ta'-yinsiz iltizâma da vech yoktur. Çünkü o şahıs nikâhdan maksûd olan
şeyi kesin bildirdiği için nikâhın meçhul kadına izafeti muhtemel olmaz.
O,maksûd olan şey cimâdır. Çünkü belli kadından başkasını cima imkânsızdır.
Bir kadın kendisini bir
gâib erkek için şâhidlerin huzurunda; «Siz şâlnd olun ki ben kendimi lülân kimseye tezvîc ettim.» demekle tezvîc
etse, o gâib kişi de kendisine nikâhın haberi erişmekle tezvîce «Oluru dese,
eğer o meclisde gâib kimse tarafından kabul eder bir kimse olsa, gerek o kimse
fuzûlî olsun veya vekîl olsun, nikâh caizdir. Eğer o meclisde gâib tarafından
kabul eder bir kimse olmazsa, nikâh caiz olmaz. Çünkü kadından sâdır olan şey
akdin yarısıdır. Yarısı ise gâib olan nikâh sahibinin kabulüne bağlı değildir.
.Bilâkis o meclisde kabule bağlıdır. Gerekse o kimse fuzûlîden olsun. Çünkü
fuzûlîde akdin sureti tahakkuk eder. Bu akdin tamâmı gâib olan nâkih (nikâh
sahibi) in iznine bağlı olur. Bir adam, bir taraftan fuzûlî olmamak şartıyla
nikâhın iki tarafına, yâni îcâb ve kabule velî olur. îcâb ve kabulü söylemesi
şart değildir. Belki bir adam iki tarafın vekili olunca, o kızı o oğlana tezvîc
ettim, derse kâfi gelir.
Nikâha velî olan kimse
için bir kaç kısım vardır: Ya asil ve velîdir.
Nitekim amca oğlu
amcasının kjüçük kızım kendisine nikahlaması gibi. Veyaasıl ve vekildir. Nitekim
bir kadın bir erkeği kendisine tezvîce vekîl etmek gibi.
Veya iki tarafdan
velîdir veya iki taraftan vekildir veya bir taraf-dan velî ve diğer tarafdan
vekildir. Fuzûlî olmak caiz olmaz. Nitekim
fuzûlî ile beraber asil olmak caiz olmadığı gibi. Veya bir tarafdan veli ve
diğer tarafdan fuzûli veya bir tarafdan vekîl ve diğer tarafdan fuzûlî veya iki
tarafdan fuzûlî olmak caiz olmadığı gibi.
Bir kadın bir erkek
için kendisini tezevvüc etmeye izin verip o erkek o kadını kendisi için iki
şâhid yanında tezvîc etse, nikâh caiz olur.
Çünkü o kimse o surette iki
tarafı, bir yönden fuzûlînin gayri olduğu için tevellî edince «Tezvîc ettim»
sözü iki tarafı kapsar ve kabule hacet kalmaz. -Keza amca oğlu amcasının kızını
kendisine nikâh etse, bu nikâh da sahih
olur. Çünkü bir taraftan fuzûlî velî değildir. Eğer bir kadın bir erkeği
kendisim tezvîce vekîl etse, o erkek o kadını kendi: sine nikâh etse, caiz
olmaz, çünkü kadın o erkeği müzevvic (evlendiri-ci) ta'yîn etmiş, mütezevvic
(evleniri) ta'yîn etmemiştir.
Mehıı
belirtmeksizin ve mehri kaldırmak şartıyle nikâh sahîh-ttir. Çünkü Allah Teâlâ
(C.C.) :
«Bunlardan başkasını
mallarınızla istemeniz size helâl kılındı.» buyurmuştur.
Şüphesiz de olan (Bâ)
özel bir lafızdır. Ma'nâsı, ilsâk (bitiştirmek) dır. Şu halde; istemenin maldan
ayrılmasının imkânsız olduğuna kesinlikle delâlet eder. İstemek de sahih
akiddir.
Eğer denilirse ki:
Allah Teâlâ' (C.C.) in;
«Hoşunuza giden
kadınlarla evlenin» kavli
şerifinde, istemek (ibtiğâ) mal ile ilsâkdan mutlak olarak vârid olmuştur.
Mutlak bize göre, mukayyed üzere hami olunmaz ve bir de istidlalin hulâsası
şudur : Şüphesiz Allah Teâlâ (C.C.) sahih ibtigâyı yani istemeyi mala bitişik
olarak helâl kılmıştır. Bunun gereği, maldan ayrılmış olan istemenin sa-hîh
olmamasıdır. Yoksa sahih ve neiyedilen yâhûd susulan mehrîn sabit olmasını
gerektirmek değildir.
Biz birinciye cevâb
olmak üzere deriz ki; (yani istemek nıal ile bir-likde olduğu halde birleştirmek
«ilsâk» den mutlak vârid oldu, sözünden murâd); şayet hâdise ile beraber hüküm
birleşmiş olsa ve mukay-yed ile mutlak müsbet hüküm üzerine dâhil olsa, şüphesiz
mutlak, bize göre de, mukayyed üzerine hami olunur. Nitekim usûlde takrir
olunduğu gibi. Burada da böyledir.
İkinciye cevâb olmak
üzere deriz ki; (yani istemek «ibtiğâ» mal ile sahîh olur, sözünden murâd);
şüphesiz Allah Teâlâ' (C.C.) nın :
»Kadınlara el sürmeden
ve mehrlcrini biçmeden onları boşarsanız size sorumluluk yoktur.» kavli
şerifi önceden mehr konmaksızın talâkın gerçekleşmesi üzerine delâlet eder.
Halbuki boşamak (talâk) ancak şer'î nikâh üzerine terettüb eder.
Mehr konulmaksızın
nikâh >ahih olunca, bizim hamlettiğimiz şey üzerine mezkûr âyetin ha mi edilmesi
vâcib olur.
Mehrin en azı, her on
dirhem yedi m işkâl olmak üzere, gümüş olarak on dirhem miktarıdır.
Gerek on dirhem basılmış gümüş olsun veya basılmamış gümüş olsun ve gerekse
basılmış olan on dirhem külçenin değeri az olsun, müsavidir. Şerikat
(hırsızlık) nisabı bunun hı-lâfınadır. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Şayet nikâhdâ on
dirhemden az mehr konsa, kadına on dirhem ınchr, vacib olur. Eğer on dirhemden
fazla konulsa, konulan fazlalık kadına cinsî münâsebet sırasında yahut sahih
halvet (yalnız başlarına bir arada bulunmak) de vâcib olur. Sahîh halvetin
açıklaması yakında gelecektir.
Veya mehr ikisinden
birinin ölmesiyle vâcib olur. Şüphesizki ölüm, boşamak gibi mehri
sağlamlaştırıcıdır.
Cimâ'dan ve sahîh
halvetten önce boşamakla nıehı-i müsemmâmn (kararlaştırılmış mehr) yarısı vâcib
olur. Cimâ'dan, sahîh halvetten ve Ölümden biriyle mehr-i misi!
vâcib olur.
Şiğâr (değiş - tokuş)
da' mehr-i misil vâcibdir. Şiğâr : İki adamdan her biri kızını veya kız
kardeşini diğeriyle evlendirip ve diğeri de kızını Veya kızkardeşini ona tezvîc
ederek her iki kadının cima istifâdesini öteki kadımnki kadar yapmakla olur.
Şiğâr, bize göre sahîhdir ve kadınlardan her biri için mehr-i misil vardır.
Şiğâr diye adlandırılmasının sebebi şudur : Çünkü şuğur lügat bakımından
kaldırmak ve hâlî (boş) bırakmaktır. Sanki tarafeyn, bu şartla mehri kaldırmak
ve cima istifâdesini ondan hâlî bırakmışlardır.
Şiğârda nıehr-i misi
vâcib olduğu gibi, şayet koca ile karı belli bir şey üzerine rızâlaşmasa, mehr
tesmiye olunmayan veya mehr kaldırılan nikâhda yine mehr-i misi vâcib olur.
Şayet belli bir şey üzerine rızâlaşsalar o şey vâcib olur.
Nikâhda şarâb veya
domuz tesmiye olunsa veya şu sirke diye tesmiye olunup şarab çıksa veya şu köle
diye tesmiye olunup, hür olsa veya cinsleri açıklanmayan giysi veya hayvan
tesmiye olunsa veya Kur'-ân öğretmek üzere tesmiye olunsa veya hür olan kocanın
kadına bir yıl hizmet etmesi tesmiye olunsa, bunlarda mehr-i misi vâcib olur.
Çünkü meşru olan, mâl-i mütekavvimi (kıymeti olan mal) istemektir. Halbuki
ta'lîm (öğretmek) kıymeti olmak şöyle dursun mal bile değildir. Keza menfaatler
de bizim kaidemize göre böyledir. Eğer kadını bir başka hür erkeğin hizmet
etmesi şartıyla alsa bazıları «Hizmete müstehak olmazı» demişlerdir. Sahîh olan
kavle göre, kadın hizmete müstehak olur, hizmetin kıymetini kocadan alır. Eğer
kadını davar gütmeye veya ekin ekmeye karşılık nikâh etse, «Asi» m rivayetine
göre caiz olmaz. Doğrusu: Kadın için bunun biHttifâfe caiz olmasıdır. Delili:
Hz.-Mûsâ, (A.S.) ve Hz. Şuayb' (A.S.) in
kıssalarıdır. Çünkü bizden Öncekilerin şeriatını Allah Teâiâ (C.C.) ve Onun
Resulü (S.A.V.) inkâr etmeksizin anlattıysa, bizim için de şeriattır. Kâfî'de
böyle zikredilmiştir.
Eğer koca köle olsa
vâcib olan hi/mettir. Kölenin hizmeti, o köle rakabesinin teslimini kapsadığı
için mal ile taleb sayılır. Hür böyle değildir.
Mehr-i misi vâcib
olduğu gibi, müfevviza kadın için mutada vâcib olur. Müievviza, «vâv» m
kesriyle, kendisini mehr zikretmeksizin veya kendisi için mehr olmamak üzere
tezvîc eden kadındır. Öyle müfevviza kadın ki, cimâ'dan önce boşanılsa mut'a
vâcib olur. Mut'a, bir gömlek, bir başörtüsü ve bir de çarşaftır. Koca zengin,
de olsa, mehr-i mislin yarısından fazla olmaz. Koca fakir de olsa beş dirhemden
eksik olmaz.
Mut'a kocanın durumuna
göre olur, karının durumuna göre olmaz. Hidâye sahibi, nass-ı kerîm ile amel
ederek salıîh olan budur demiştir. Nass-ı kerîm, Allah Teâlâ' (C.C.) nın şu
kavli şerifidir;
«Zengin olanınız
kudretincc, darda bulununum da
hâlince (verir).»
Bazısı; Mu t'ada kan
ile kocanın hâline itibâr edilir» demiştir. Bunu el-B eda i sahibi hikâye
etmiştir. Âyet-i kerîmede buna işaret vardır.
O da Allah Teâlâ'
(C.C.) nın i «Uygun bir şekilde» kavl-i
şerifidir. Şu halde bu söz Fıkha daha uygundur (eşbehdir). Nitekim nafaka
konusunda söylediğimiz gibi. Çünkü nafaka yalnız kocanın durumu ile itibâr
edilse idi, bir mut'ada yüksek tabaka ile alçak tabakadaki kadını eşit tutmamız
gerekirdi. Halbuki bu insanlar arasında ma'rûf değildir. Belki bu beğenilmez
(münkerdir). Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Müfevviza kadından
başkası cimâ'dan önce boşanılsa, mut'a müs-tehab olur. Ancak mehr tesmiye olunup
cimâ'dan Önce boşanılsa, o kadın için mut'a müstehab olmaz. İstisnadan sonra
geri kalan . Cima olunmuş fakat mehri tesmiye edilmemiş boşanan kadın ile, cima
olunmuş mehri de konmuş boşanan kadındır. Şu halde anlaşılıyor ki, mutal-lakât
(boşanmış kadınlar) dört çeşittir.
Birincisi: Boşanmış
olup cima edilmeyen ve mehri de konmayan kadındır. Onun için mut'a vâcib olur.
İkincisi: Boşanmış bir
kadın cima olunmayıp onun için mehri konmuş olsa onun için mut'a müştehab olmaz.
Üçüncüsü : Boşanmış,
cima olunmuş, ve fakat mehri konmamış olandır.
Dördüncüsü : Boşanmış
cima olunmuş, mehri de konulmuş olandır. Bu son ikisine mut'a müstehabdır. İmdi
'hâsıl olan şudur ki; koca şayet kadını cima etse, o kadın için mut'a müstehab
olur. Gerek o ka-dın için mehr konulsun, gerekse donulmasın müsavidir. Çünkü
koca, üzerine akd yapılmış şeyi - ki o feredir - kendisine teslim ettikden
sonra, talâk (boşama) ile o kadım yalnız bırakmıştır.. Şu halde kocaya müstehab
olan, o kadına vâcib olandan fazla bir şey vermektir. O vâcib mehr konulduğu
surette mehr-i müsemmâdır. Konulmadığı surette o kadın cima edilse bile, mehr-i
misidir. Şu halde mehr konulduğu surette ferci teslîm etmeksizin müsemmâmn
yarısını alır. Kadın için bir şey müstehab olmaz. Kadına mehr konulmadığı
surette de mut'a vermek vâcib olur. Çünkü kadın bir şey almamıştır, ve fercin
taleb edilmesi maldan ayrılmaz.
Akdden sonra konulan
veya ziyâde edilen şey yarıya bölünmez. Yani bir adam evlense de kadına mehr
koymasa veya mehr olmayacak dese, bundan sonra koca ile karı mehr koymak için
rızâlaşsalar ve akd-eten sonra kadına mehr koysa yahut kadını mehr-i nıüscmmâ
üzere alsa ondan sonra müsemmâ üzerine ziyâde etse, ondan sonra, duhûlden önce
koca o kadım boşasa, akdden sonra müsemmâ yarıya bölünmez. Akdden sonra müsemmâ
üzerine ziyâde edilen de yarıya bölünmez. Belki birincide mut'a vâcib olur.
İkincide, akd sırasında olan müsemmâmn yarısı vâcib olur.
Cimâdan önce boşamakla
ziyâde düşer. Ziyâdenin yarıya bölünmemesine sebeb şudur: Çünkü ziyâde, akd ile
vâcib için ta'yîndir ve o vâcib mehr-i misidir.. İmdi bu vâcib yarıya bölünmez.
Onun yerini tutan da bölünmez. Ziyâdenin düşmesine sebeb, boşama duhûlden önce
olduğu içindir. Zira akd ile beraber konulmayan mehrin hepsi duhûlden önce
boşamakla bâtıl olur. Hattâ boşama duhûlden sonra olsa, müsemmâ ile beraber
ziyâde vâcib olur.
Kadimn, kocanın
zimmetinde olan mehr-i mislden indirim yapması sahîhdir. çünkü mehr, sonuç
itibariyle (bakâen) mel ir kadının hakkının hakkıdır, tndirim, sonuç hâline
rastlamaktadır.
Halvet, koca ile
karının, bir araya gelmeleridir. Şöyle ki: Koca ile karının izni olmadan hiç
kimse onların durumlarını bilemiyeceği bir yerde onlar ile beraber bir âkilin
bulunmaması veya karanlıkdân dolayı koca ile karının hallerine bir kimsenin
muttali olmamasıdır. Kocanın da, o kadının zevcesi olduğunu bilmesidir.
Öyle halvet ki, hissen
veya tab'an veya şer'an cimâa bir engel bulunmamalıdır. Birincisi, yani hissen
engel olan, meselâ koca ile karıdan birinin cimâını meneden hastalık gibi bir
engel bulunmamalıdır. İkincisi, yani tab'an engel olan, meselâ cimâı meneden
hayız ve nifâs gibi bir engel bulunmamalıdır. Bu hayz ve nifâs tab'an olduğu
gibi, şer'an da engel olmaya aykırı değildir. Üçüncüsü, yani şer'an engel olan
meselâ, cimâı meneden, farz veya nafile için ihrâmh olmak gibi, engel
olmamalıdır. Ve farz olan oruç - ki o Ramazan orucudur - gibi bir engel
bulunmamalıdır. Sahîh halvet, mehr için müekked olmada cima gibidir. Her ne
kadar koca mecbûb (erkeklik organı kesik) veya hasıy (husyeleri çıkarılıp
erkekliği giderilmiş) veya innîn (cinsî münâsebetten âciz) olsa da veya koca
esah kavide farz orucun kazasını tutsa da veya koca bir rivayette adak orucu
tutsa da halvet, cima gibidir.
Namaz, farz ve nafile
yönünden oruç gibidir. Yani halvet farz oruçla sahîh olmadığı gibi, farz
namazla da beraber sahîh olmaz. Halvet nafile oruçta sahîh olduğu gibi, nafile
namaz ile beraber sahîh olur.
Sahîh halvetin
hepsinde, kadına iddet vâcib olur. Yani halvetin zikredilen kısımlarından
hepsinde, gerek sahîh halvet, gerekse fâsid olsun, kadının rahmi mecbûnun suyu
ile meşgul olur kuşkusundan dolayı ihtiyaten kadına iddet vâcib olur.
Bir kadın bin akça
mehrini alıp, o bin akçayı kocasına hibe etse ve koca o kadını cimâ'dan önce boşasa, koca o
bin akçanın yansım kadına geri verir. Yani bir kimse bin akça üzerine bir kadın
ile evlenip o kadın bin akçayı alsa ve o bin akçayı kadın kocasına hibe etse,
ondan sonra koca duhûlden önce o kadını boşasa, koca kadına binin yarısı olan
beşyüzü geri verir. Çünkü kocaya, duhûlden önce boşamakla icâb eden şeyin ayn'ı
ulaşmaz. Zira koca o şey sebebiyle mehrîn yarısına müstehak olur. Halbuki
alınmış olan mehr değildir. Belki ondan bedeldir. Çünkü mehr zimmette borçtur.
Halbuki alınmış olan ayn'dır. Şu halde alınmış olanın hibesi, başka bir malın
hibesi gibidir. Kocanın hakkı ise mehrin yansının teslîmindedir. Halbuki teslim
yoktur. Şu halde erkek mehrin yarısını geri verir.
Keza konulan mehr
ölçülmüş veya tartılmış zimmette diğer bir şey olsa, koca kadına mehrin yansını
geri verir. Çünkü bu, ölçülmüş ve tartılmış mehr gibi, ayn'ın gayrı deyn'dir.
Eğer kadın mehrini alıp
veya mehrin yarısını alıp, hepsini veya al-' (lığından geri kalanı kocasına hibe
etse veya mehr malını almazdan Önce ve aldıkdan sonra kocasına hibe etse, bu
takdirde kocanın geri vermesi gerekmez. Yani kadın mehrden bir şey almazdan önce
hepsini kocasına hibe edip ondan sonra koca karıyı duhûlden önce boşasa koca
kadına mehrden bir şey geri vermez. Çünkü zevç için, duhûlden önce boşamakla
müstehak olduğu şeyin aynı salim olmuştur. Kadına başka bir şey gerekmez. Bunun
gayesi şudur ki: Bu selâmet, boşamadan başka bir sebeble hâsıl olmuştur. Maksad
hâsıl olunca sebeblerin muhtelif olmasına önem verilmez. Keza, eğer kadın
mehrin yarısı olan beş yüzü alsa, ondan sonra alınan ve alınmayan binin hepsini
hibe etse veya kadın kocanın zimmetinde olan geri kalanı hibe etse, ondan sonra
koca duhûlden önce kadını boşasa koca, geçen gibi, kadına mehrden bir şey geri
vermez. Çünkü kocaya müstehak olduğu şeyin ayn'ı ulaşmıştır. Nitekim daha önce
geçti. Eğer kadın bin akça mehrinin yarısından çoğunu — meselâ altıyüzünü —
alsa ve kocanın zimmetinde kalanı kadın hibe etse, ondan sonra koca duhûlden
önce o kadını boşasa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, koca yüzü kadına geri verir.
İmâmcyn' (Rh.Aley-himâ) e göre, üçyüzü geri verir. Eğer kadın mehrin yarısından
daha azını alsa - meselâ ikiyüz gibi - İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, koca kadına
bir şey geri vermez, tmâmeyn' (Rh. Aleyhi mâ) e göre, yüzü geri verir. Keza,
eğer koca kadım ta'yîn ile belli olan bir şey üzerine tezevvüc etse - meselâ
kumaş gibi - kadın o kumaşın yarısını veya hepsini hibe etse, gerek o kumaşı
kadın alsın, gerekse almasın, ondan sonra koca o kadını duhûlden önce boşasa,
koca kadına bir şey vermez. Zira kocanın hakkı duhûlden önce boşamakla kadın
yönünden bedelsiz alınmış olanın yarısının selâmetidir. Halbuki koca ona
ulaşmıştır. Çünkü kumaş belli olan şeydendir. Verilmiş olan mehrin ayn'ıdır.
Her hal ile kocanın maksadı olmuştur. Şu halde koca bir şeyle geri dönmez.
Bir kimse bir kadım
kendi oturduğu yerden çıkarmamak üzere bin akça ile veya o kadın üzerine
evlenmemek şaıüyle nikâh etse veya koca o kadın üe beraber ikâmet ederse bin
akça üzerine ve eğer oturduğu yerden çıkarırsa ikibin akça üzerine nikâh etse,
eğer koca bu şarta uyarsa, yâni oturduğu yerden çıkarmamak veya üzerine başka
kadın tezevvüc etmemek üzere nikâh ettiği kadında vefa etse, eğeı- koea kadın
ile ikâmet ederse, bin akçaya ve eğer çıkarırsa ikibin akçaya nikâh ettiği kadın
ile ikâmet ederse, o kadının o bin akçayı alma hakkı vardır.
Eğer koca şarta vefa
etmeyip ve kadın ile ikâmet etmezse, o kadın için mehr-i misi vardır. Vefa suretinde bin akça ve vefasızlık suretinde
mehr-i misi olmasının sebebine gelince; Çünkü müsemmâ mehr için sâ-1 ihtir,
halbuki vefa sebebiyle kadının rızâsı tamâm olmuştur. Vefâsız-lıkda mehr-i misi
olmasının sebebi ise şudur : Zira koca kadına fayda bulunan şeyle mehr tesmiye
eylemiştir. O şeyin yok olmasıyle kadının bin akçaya rızâsı yok olmuştur.
Binâenaleyh kadının mehr-i misli tamamlanır. Bu İmâm Ebû Hanîfe' (Rh.A.) ye
güredir. Ebû Hanîle' , (Rh. A.) ye göre, birinci şart sahîhdir, ikinci şart
değildir. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, şartın ikisi de sahîhdir. İmâm Züfer'
(Rh.A.) e göre, şartın ikisi de fâsiddir. Fakat sonuncu mes'elede mehr-i
müsemmâdan fâzla olmaz. O sonuncu mesele, musannifin «eğer ikâmet ederse bin
vardır.» sözüdür. Şayet koca, kadını oturduğu yerden çıkarsa, rnehr-i misi
vâcib olur. Lâkin o mehr-i misi, şayet ikibinden daha çok olsa, fazlası vâcib
'olmaz. Eğer mehr-i misi bin akçadan daha az olsa, bin akça vâcib olur. îkisi
ittifak ettiği için o binden bir şey noksan olmaz. Çünkü mehr iki binden fazla
olmaz.
Bir adam bir kadını, şu
köle ile veya şu köle ile diye nikâh etse, halbuki o iki kölenin birisi eksik
olsa, yani birisi kıymet bakımından diğer köleden daha az olsa, mehr-i misi
hakem yapılır. Eğer mehr-i misi, o iki kölenin kıymeti eksik olanından daha az
olsa,. o kadın için kıymeti eksik olan köle gerekir. Eğer mehr-i misi o iki
kölenin kıymeti yüksek olanından daha çok olsa, o kadın için, kıymeti yüksek
olan köle gerekir. Eğer mehr-i misi değeri az olan köle ile değeri yüksek olan
köle arasında olsa, o kadın için mehr-i misi vardır. Bu İmâm Ebû Hanîfe'
(Rh.A.) ye göredir. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, o kadın için o nıes'elelerin
hepsinde değeri az plan gerekir. Şayet o adam kadını cimâ-dan önce boşasa,
değeri daha az olanın yarısı lâzım gelir. Yani o kadın için biPicmâ bu
mes'elelerin hepsinde değeri daha az olan kölenin yarısı lâzım gelir. Bir kimse
bir kadını nikâh edip ve o kadına iki köleyi mehr kılsa, halbuki iki kölenin
birisi hür olsa, eğer kölenin değeri on dirheme eşit olursa, kadının mehrî
köledir. Eğer kölenin değeri on dirheme eşit olmazsa o kadın için on dirhem
tamamlanır. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.-
Bir kimse bir kadın
nikâh edip bekâreti şart kılsa, halbuki o kimse o kadım dul bulsa, mehrin
hepsini vermek gerekir ve şarta itibâr yoktur.
At cinsini ve herevî
cinsinden olan giysiyi mehr kılmak, her ne kadar niteliği bildirilmese de sahih
olur. Cinsi açıklanıp niteliği açıklanmayan, Ölçülen ve tartılan şeyi mehr
kılmak sahih olur. Ölçülen ve tartılan şeyin orta olanı (vasatı) lâzım gelir
yeyâ vasatın değeri lâzım gciir. Eğer
cinsi açıklandığı gibi, niteliği açıklan&a, niteliği anıklanan lâzım gelir.
Kadına fâsid nikâlıda
cima ile mchr-i misi vâcib olur. Sahih halvet ile mehr-i misi vâcib olmaz. Yani
fâsid nikâhda mehr-i misi ancak cima ile vâcib olur. Çünkü mehr ancak cimâ'da
îercin menfaatlerini tamamiyle almakla vâcib olur. Yalnız akd ile vâcib olma2.
Sıhhatine engel bulunduğu için halvet ile de vâcib olmaz. O engel de hürmettir.
Zira, halvet, cima yerine geçmez. Ancak cimâ*y& imkân verdiği için onun yerine
tutulur. Halbuki hürmet ile beraber temekkün olmaz. Bundan dolayı halvet ile
musâhera hürmeti vâcib olmaz. İddet de vâcib olmaz. Koca ile karıdan her biri
için, birisi hâzır olmaksızın fâsid nikâhı fesh etmek hakkı vardır. Bazıları;
«Koca ile karıdan birisi için duhûlden sonra fesh yoktur. Ancak o birisinin
hâzır olmasında vardır.» demişlerdir. Nitekim, teslim aldıkdan sonra fâsid
satışda olduğu gibi ki, teslim aldıkdan sonra iki âkidden biri diğeri hâzır
olmadıkça akdi bozamaz.
Mehr-i müsemmâ üzere
ziyâde olmaz. Yani fâsid nikâhda eğer kadının mehr-i misli müsemmâdan çok olsa,
kadın o ziyâdenin aşağısına' razı olduğu için, müsemmâ üzere olan ziyâdeye
itibâr edilmez. Şayet' mehr-i misi müsemmâdan daha az olsa, tesmiyenin sjhhati
bulunmadığı için, mehr-i misi vâcib olur. Satış (bey') bunun aksinedir. Çünkü
satış kendi kendine mâl-i mütekavvimdir. O satışın bedeli kıymetiyle takdir
edilir. Eğer tâsid nikâhda mehr tesmiye olunmazsa veya mechû-len tesmiye olunsa,
«bâliğan mâ beleğâ» (ne kadara varırsa varsın) ittifakla mehr-i misi vâcib
olur. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Pâsid nikâhda iddet,
ihtiyat yerinde akd şüphesinden dolayı hakîkaten ilhak yönünden vâcib olur.
Neseb şüphesinden sakınarak da vâcib olur. O iddetin başlangıcı, tetrîk
vaktindendir. Cimâ'ların sonundan değildir. Sahih kavi budur. Çünkü iddet
nikâhın şüphesi itibariyle vâcib olur ve o şüphenin kaldırılması ayırma İledir.
Fâsid nikâhda neseb
sabit olur. Çünkü neseb çocuğu ıhyâ bakımından isbâtta ihtiyat olunan şeydir.
Nesebin sübûtu, bir vechden sabit olan üzerine terettüb eder.
Nesebin müddeti, cima
vaktinden itibâr olunur. Eğer cima vaktinden doğurma vaktine kadar altı ay
olsa, neseb sabit olur. Şayet altı aydan az olsa neseb sabit olmaz. Bu söz İmâm
Muhammed' (Rh.A.) e göredir. Fetva bununla verilir. İmâm Ebû Hanîfe (Rh.A.) ile
İmâm Ebû Yûsuf (Rh.Aleyhimâ) a göre, neseb nikâh vaktinden itibâr olunur.
Nitekim.sahîh nikâhda olduğu gibi,
Fukahânııı ıstılahında kadının mehr-i misli, babasının kavminden o kadına
benzeyen bir kadının mehridir. Çünkü insan babasının kavmi cinsindendir. Bir
şeyin değeri de ancak cinsinin değerine bakmakla bilinir. Kadının anası ile
itibâr edilmez. Ancak o kadının anası babasının kavminden olup amcasının kızı
olmakla itibâr edilir.
Musannif, bunda olan
benzediği şu sözü ile açıklamıştır : O kadın, yaş, güzellik, mal, akıl, diyanet
yönünden ve koca ile karının ikisi bir beldeden olmakla belde yönünden benzer
olmaktır. Asr (zaman) yönünden, bekâret, dulluk ve iffet yönünden de benzer
olmaktır. Bu dört ibare Hidâye'de zikredilmiştir. İlim, edeb ve güzel ahlâk
yönünden de benzer olmaktır. Bu üç ibareyi Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
El-Müutekâ'da
zikredilmiştir ki: Mehr-i misli ihbar edenlerin iki erkek veya bir erkek ile iki
kadın olması şart kılınmıştır. Şehâdet lafzı da şarttır. Eğer şâhidler
bulunmazsa söz yemîn ile kocanındır. Eğer babasının kabilesinden o kadına
benzer olan kimse bulunmazsa, yabancılardan o kadının babasının kabilesinin
benzeri olan bir kabiledeki kadının mehr-i misliyle itibâr edilir. Kadının
mehrine velînin kefîl olması şahindir. Çünkü velî ehl-i iltizâmdandır, yani
kabul edicidir. Şayet kefaleti kabul ettiği şeye izafe etse sahîh olur. Her ne
kadar nikâh olunan kadın küçük kız olsa da sahîhdir. Çünkü velî kendisini kefîl
kılmıştır. Kefîl ise ödeyicidir. Musannifin «Her ne kadar küçük kız olsa da»
demesine sebeb, aklın tevehhümünü savmak içindir ki kadın şayet küçük kız olsa,
mehrin mütâlibi olmaz, ancak küçük kızın velîsi olur. Bir kişinin hem mütâlib
(taleb eden) ve hem mütâleb (taleb edilen) olması lâzım gelir. Lâkin bu vehme
itibâr olunmaz. Çünkü akdin hukuku burada asîle, yani kadına râcidir. Velî
elçidir. Satış bunun aksinedir. Baba şayet küçük çocuğun malını satsa, değerini
ödemesi caiz olmaz. Çünkü hukuk âkide râcidir. Diğer kefaletlerde olduğu gibi,
kadın mehrini kocasından ve velîden her hangisinden dilerse ister. Şayet velî
mehri ödese, eğer koca velîye mehri ödemeyi emretti ise o velî mehri kocadan
alır. Nitekim, kefaletlerde de âdet budur.
Koca o kadını rızâsı
ile cima edip veya kadın ile halvette bulunduk -dan sonra, kadının kocasını,
cimâ'dan ve kendisi ile beraber seferden menetmesi caiz olur. Bu söz şu soruyu
savmak içindir : Kadın şayet cinıâ'a veya halvete razı olsa, o kadın için
menetme hakkı bakî kalmaz.
Çünkü ma'kûdün aleyh
(üzerine akid yapılan şey) olan ferci teslim etmiştir. Onun için geri alma
hakkı olmaz. Savmanın vechi şudur: Her bir cima ma'kûdün aleyhdir. Onu teslim
etmekle geri kalanını teslim vâcib olmaz. Mehrden kısmen veya tamamen ta'cîli
beyân olunan şeyi almak için kadının kocasını cimâ'dan. ve kendisi ile beraber
seferden menetmesi caiz olur. Veya o
kadının misli için, dörtte bir ile veya beşte bir ile mukadder olmayan rnehr-i
mislinden örfen takdir edilen miktarı almak için kocasını cima'dan ve kendisiyle
yolculuk etmekten menetmesi, eğer mehrin hepsi müeccel kılınmadı ise caiz olur.
Eğer mehrin hepsi müeccel veya muaccel kılındı ise bu surette mehr şart.
olunduğu vech üzere olur. Hattâ mehrin hepsi muaccel kılındı ise, kadının
mehrin hepsim alıncaya kadar nefsini habs etme hakkı vardır. Lâkin mehrin
hepsi müeccel kılındığı surette kadın nefsini habs edemez. Çünkü tasrih
delâletten daha kuvvetlidir.
Kadın mehrini
almadıkça, kocasını, cima ve seferden menetmesi caiz olur. Menettikten sonra
nafakasını alması ve kocasının evinden çıkıp ihtiyâç için yolculuk etmesi ve
kocasınıu izni olmadan kendi ailesini ziyaret etmesi caiz olur. Çünkü habsetme
hakkı hakedilen şeyin alınması içindir. Halbuki ifâdan önce koca için istilâ
hakkı yoktur.
Koca mehri ödedikden
sonra kadının rızâsı olmadan onunla beraber yolculuk edebilir. Yani ta'cîli
belirtilen mehrin veya mislinin peşin miktarını ödedikden sonra kadın ile
yolculuk yapması caiz olur. Çünkü Allah Teâlâ
(C.C.) : «Onları (kadınlarınızı)
kendi oturduğunuz yerde oturtun.»
buyurmuştur.
Bazıları demiştir ki;
koca, kadını memleketinden başka bir memlekete götüremez. Çünkü garîb, yolculuk
ile incinip sıkılır. Fetva buna göredir. Fakîh Ebû'İ-Leys (Rh.A.), bununla fetva
vermiştir. Ebû'l-Kâsım gaffar (Rh.A.) da bunu seçmiş ve ondan sonra gelen fukahâ
da bunu kabul etmişlerdir.
Kocanın kadını sefer
müddetinden azına nakletmesi ittifakla caiz olur. Çünkü şehire yakın köylerde
yabancılık meydana gelmez.
Bilinmelidir ki, burada
zikredilen mehr, ta'cüi âdet olan mehrdir. Hattâ zenginlik vaktine veya ölüme
veya boşamaya (talâka) kadar ertelenmesi âdet olan menide kadın nefsini
bahsedemez. Çünkü âdet olan, şart kılınmış olan gibidir. Bu âdet (teârüf),
memleketlere, zamanlara ve şahıslara göre değişir. Bu, ta'cîl ve te'cîl üzere
ta'yin olunmayan menidedir. Şayet mehrin hepsinin ta'cîli veya te'cîli ta'yin
edilirse bu surette şart kıldıkları
şekilde olur. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir. Kan - koca mehrde ihtilâf
ederlerse, aslında ihtilâf ettikleri zaman ınehr-i misi vâcib olur. Yâni, kan -
kocadan biri, mehr konmadı, der ve diğeri de, kondu, diye iddia' ederse, beyyîne
(delil) getirdiği takdirde kabul edilir. Eğer delil gösteremezse, inkâr edene
yemin ettirilir ve eğer yeminden çekinirse tesmiye da'vâsı sabit olur. Eğer
inkâr eden yemin ederse, mehr-i misi vâcib olur.
Sadru'ş-Şerîa (Rh.A.)
demiştir ki: Ebû Hanîfe' (Rh.A.) ye göre, uygun olan yemin ettirilmemesidir.
Çünkü, o nikâhda yemin ettirmez. Şu halde mehr-i misi vâcib olur.
Ben derim ki: Bu
mes'ele söz götürür. Çünkü bu mes'ele nikâh mes'elesi değildir. Belki mehr
mes'eleşidir ve bi'1-icmâ bu mes'elede yemin vardır. Tuhaftır ki, musannif
«Da'vâ Bölümü» nün başlarında, «şayet kadın mehrini iddia ederse nikâhda
böyledir.» demiştS . Şârih orada : «Yani kadın nikâh iddia edip mehr ve nafaka
gibi mal istese ve koca inkâr etse, yemîn ettirilir. Eğer çekinirse mal lâzım
gelir.» deİL Eğer o söz sahîh ise, burada zikredilen sahih olmaz.
Şayet kaçı - kocanın
ihtilâfı mehrin miktarında olursa, yani koca bin akça mehr ile tezevvüc iddia
etse ve kadın ikibin akça mehr iddia etse, bu takdirde mehr-i misi hakem ta'yin
edilir. O zaman nikâh varsa söz, yeminiyle beraber mehr-i mislin şâhîd olduğu
tarafındır. Yani mehr-i misi kocanın iddia ettiği miktara eşit olursa veya
mehr-i misi iddiasından daha az olursa söz yeminiyle kocanındır. Eğer mehr-i
misi kadının iddia ettiği miktara eşit veya iddiasından daha çok olursa, söz
yeminiyle kadınındır. Mehr-i misi gerek kocanın iddiasına uygun olsun, gerekse
kadının iddiasına uygun olsun müsavidir. Her hangisi delîl getirirse kabul
edilir. İsteç mehr-i mis! kadına şâhid olsun ister erkeğe; çünkü kadın fazla
olduğunu iddia ediyor,. Delil getirirse kabul edilir, eğer delili koca
gösterirse, yine kabul edilir. Çünkü delil yemî-ni red için kabul edilir.
Nitekim emânet bırakılan kimse emâneti mâlikine geri verdim, diye delil
gösterse kabul edildiği gibi. Şayet kan -kocanın ikisi de delîl gösterirlerse,
mehr-i misi hangisine şâhid olmazsa onun delili kabul edilir. Yâni mehr-i misi
kadının iddiasına uygun o-lursa, kocanın delili makbul olur. Mehr-i rnisî erkeğe
şâhid olursa kadının delili makbul olur. Çünkü deliller (beyyineler) zahirin
hilafını isbât için meşru olmuştur. Yemîn ise aslın ibkâsı içindir. Nikâhda asıl
olan ise mehr-i misidir. Binâenaleyh mehr-i mislin aksini iddia'edenin delili
evlâ olur. Eğer mehr-î misi ikisinin iddia ettikleri miktarın arasında olursa,
her biri diğerinin iddiası üzerine yemîn verir. Eğer ikisi de yemîn ederler
veya delîl getirirlerse, mehr-i misi ile hükm olunur. Eğer ikisinden biri delil getirirse kabul edilir. Eğer koca
kadını cima'dan Önce boşasa, benzerinin mut'ası hakem kılınır. Yani benzerinin
müt'-ası erkeğin iddia ettiği mehrin yansına eşit olursa veya ondan daha az
olursa, söz erkeğindir. Eğer kadınm iddia ettiği mehrin yansına eşit veya daha
çok olursa, söz kadınındır. Her hangisi delil gösterirse kabul edilir. Eğer
ikisi de delîl getirirlerse, mehr kocanın iddiasına uygun olursa kadının delili;
kadının iddiasına uygun olursa, kocanın delili kabul edilir.
Eğer mut'a-ı misi
ikisinin iddiasının atasında olursa, birbirlerine yemin verirler. Karşılıklı
yemin ettikden sonra mut'a-ı misi vâcib olur. İkisinden birinin Ölümü hükmen
hayâtı gibidir. Yani ölümde cevâb; nikâhın kıyamı hâlinde asılda ve iddette,
hayâtı hâlindeki cevâb gi-hıdir. Çünkü mehr-i misi itibârı ikisinden birinin
ölmesiyle düşmez. Görülmezini kit müfevviza için ikisinden biri öldükde mehr-i
raisi vardır. İkisinden birinin ölmesinden sonra, mikdarda ihtilaf edilirse,
İmâm A'zam' (Rh.A,) a göre, söz erkeğin vârislerini ndir ve mchr-i misi tahkim
olunmaz. Çünkü mehr-i mislin itibârı düşer. Bu söz, ikisinin Ölümünden
sonradır. İhtilâl' aslında olursa İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, söz mehr konduğunu
inkâr edenindir. Mehr-i müsemmâ üzerine delü getirilmedikçe bir şeyle hüküm
verilmez. Çünkü İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, ikisinin ölümünden sonra mehr-i misi
için hüküm yoktur. Nitekim daha önce geçti. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre,
hâl-i hayâtında olduğu gibi, mehr-i misi ile hükmolunur. Fetva da bunuuladir.
Bizim Meşâyihimiz
demişlerdir ki: Bütün bunlar, kadın nefsini teslim etmediğine göredir. Eğer
kadın nefsini teslim edip ondan sonra hayâtında veya hayâtından sonra ihtilâf
vâki olursa, mehr-i misi tahkim olunmaz. Belki kadına : «Ya aldığın şeyi ikrar
edersin, ya da aksi halde aleyhine muaccelde âdete *göre hükmederiz» denir.
Ondan sonra geri kalanda bizim zikrettiğimiz gibi amel edilir. Çünkü kadın
nefsini ancak âdeten mehrden bir şey aldıkdan sonra teslim eder. Bunu Zeylaî
(Rh.A.) zikretmiştir.
Erkek, kadına bir şey
gönderse, bundan sonra ihtilâf etiîp, kadm «hediyyedir» koca «mehrdir» dese,
eğer kadının delili yoksa, söz yemin ile beraber kocanındır. Çünkü koca mülkü
edindirendir. Ne suretle mülk edindirdiğim o daha iyi bilir. Nitekim aslen
temliki inkâr etse ve keza bu şeyi, «Ben sana emânet verdim»; kadın da, «Hayır
bana hibe ettin» dese söz erkeğindir. Bir de zahir (görünür hâl) erkeğe
şâ-hiddir. Çünkü mehrin edası vâcibdir. Hediye etmek ise ıteberrudur. Hâlin
zahiri delâlet eder ki koca gönderdiği şeyi, zimmetinden vacibi düşürmek için
göndermiştir. Ancak, o gönderilen şey yemek için hazırlanmış olursa mehrden
sayılmaz. Çünkü pişirilmiş yemek ve kızartılmış et gibi yemek için hazırlanmış
olan şeyler haliyle mehr olmaz. Çünkü hâlin zahiri kocayı yalanlar. Bunda söz
kadınındır. Fakat diğer mallar bazan mehrden olur ve bazan da hediyye olur.
Binâenaleyh açıklamak kocaya düşer.
Bir kimse bir adamın
kızını isteyip kıza bir miktar şey gönderse ve kızın babası onu o talibe tezvîc
etmese, mehr için gönderdiği o şeyin ayn'ı elde bulunuyorsa, her ne kadar o şey
kullanmakla değişse de geri alınır. Çünkü o şeye mâlik tarafından musallat
edilmiştir. Binâenaleyh kullanmakla ondan eksilen karşılığında bir şey lâzım
gelmez. Veya o şey yitirilmişse kıymeti geri verilir. Çünkü o şey karşılıklı
alış veriştir. Ama tamam olmamıştır. Şu halde geri almak caiz olur. Keza
gönderilen her hediyyenin ayn'ı durursa geri alınır. Fakat yok olan veya
tüketilen hedîyye geri alınmaz. Çünkü onda hibe ma'nâsı vardır.
Bir adam kızını bir
kimseye tezvîc edip ve kızına cehiz teslim etse, kız Ölse. Kızın babası kızı
için verdiği cehizin emânet olduğunu söylese ve kızına hibe etmeyip, ancak
iğreti verdiğini iddia etse; söz kocanındır. Delil getirmek kızın babasına
düşer. Çünkü hâlin zahiri koca için şâhiddir. Çünkü zahire göre; Baba kızını
evlendirdiği zaman ona cehizi temlik yoluyla verir. Bunda sahih delîl şudur ;
Kızına cehizi teslimi vaktinde, ben bu cehizi kızıma iğreti verdim, diye şâhid
gösterir. Yahut ma'lûm bir nüsha yazar. Kızı ikrarı .için iki şâhid çağırır. «Bu
nüsha içinde olan eşyanın hepsi babamın mülkü olup benim elimde iğretidir» der.
Lâkin bu söz hükme uygun olur, fakat ihtiyata uygun olmaz. Caiz kî, kızın babası
o eşyayı kızının küçüklüğünde satın almış ola. Bu ikrarla o eşya, baba ile
Hazret-i Allah (C.C.) arasında babanın olmaz. İhtiyat şudur; Baba bu nüsha
için4e olan eşyayı belli bir bedel ile satın alıp sonra kız da bedelinden
babasının zimmetini ibra eder. îmâdiyye de böyle zikredilmiştir.
Bir zimmî erkek bir
zimmî kadını veya bir harbî bir Uarbiyyeyi dâr-ı harbde bir meyte, dem veya
bunların benzeri bir şeyle veya mehr-siz nikâh etse - bu mehrsiz olmak mehri
nefye de muhtemel olur, mehr den sükûta da muhtemel olur - her birinde onların
itikâdlarma rücû edilir. Bu suretlerde onlara göre nikâh caiz ise : O zimmî
erkek zimmî kadını veya harbî erkek harbi kadını cima ettiği veya cimâdan önce
boşadığı veya koca öldüğü takdirde; kadına mehr yoktur. Yani nikâh sahîh olur,
mehr vâcib olmaz. Bu söz İmâm A'zanı' (Rh.A.) a göredir. İki harbî hakkında
İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) in kavli de budur. Fakat iki zimmîde kadın cima edilmiş
veya kocası ölmüşse kendisine mehr-i misi vardır. Cimâdan önce boşamışsa mut'a
vermesi icâbeder, İmâm Şâfİİ' (Rh.A.) nin kavli de böyledir. İmâm Züfer (Rh'.A.)
demiştir ki: İki harbîde dahî zimmiyyede olduğu gibi, kadına mehr-i misi vâcib
olur. Çünkü hitâb umûmîdir, nikâh malsız meşru olmamıştır» İmâmeyn
(Rh.-Aleyhimâ) in delili şudur : Ehl-i harb, İslâm'ın hükümleri ile bağlı
değillerdir ve iki ülke zıt ve ayrı olduğu için velâyet-i ilzam kesilmiştir.
(Onları mecbur edemeyiz) Ehl-i zimmet onların hilafı üzeredir ki İslâm'ın
hükümleri onlara .uygulanır. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: Şüphesiz mehr
hakk'ullâh'dır. Kâfir bununla muhâtab değildir. Diğer hükümler bunun aksinedir.
Şu halde nikâh sahîh olur. Çünkü biz onları dinleriyle terk etmekle emrolunduk.
Bizim zikrettiğimiz şeyden dolayı mehr vâcib değildir.
.
Eğer zîmmi zimmiyyeyi, muayyen
domuz veya garâb ile nikâh etse ve ikisi de İslâm'a girse veya ikisinden biri
İslâm'a girse, zimmî kadın için o muayyen olan şey vardır. Muayyen olmayanda,
şarâbda şarâbın kıymeti vardır. Yani mehr-i müsemmâ şarab olursa şarabın kıymeti
lâzım gelir. Domuzda zimmî kadın için mehr-i misi vardır. Çünkü şarâb onlara
göre mislidir. Bize göre sirke mislî olduğu gibi. Şarabın alınması helâl olmaz.
Kıymetin vâcib olması şarâbdan yüz çevirmek içindir. Fakat domuz onlara göre
kıymeti olan şeylerdendir. Bize göre koyunun zevât-ı kıymetten olduğu gibi.
Binaenaleyh kıymetin vâcib olması ondan yüz çevirmek için olmaz. Şu halde
domuzdan yüz çevirmek için mehr-i misi vâcib olur.
Kınn'm
nikâhı mevkuf dur. (Yâni, sahibinin iznine bağlıdır) Kınn; rakîk
demektir. Rakîk, tamâmı veya bir kısmı memlûk olan köledir. Kınn ise tamâmı
memlûk olandır.
Mükâtebin, müdebberin,
cariyenin ve ümmü veledin nikâhları efendisinin iznine bağlıdır. Bu ibare
«Kenz» in ibaresinden daha güzeldir. Kenz kölenin nikâhını caiz görmemiştir.
Kölenin nikâhı caizdir. Lâkin mevkûfdur. Eğer velî izin verirse, nikâh geçerli
olur. Eğer velî reddederse, o mevkuf
nikâh bâtıl olur.
Eğer bu zikredilenler
velînin izni ile nikâh edilirlerse, mehr ve nafakayı kınn ve diğerleri vermesi
gerekir. Onların Ölümleri ile alınacak yer yok olduğu için mehr ve'nafaka düşer.
Eğer nikâh velîden
izinsiz oldu ise metni, kınımı âzâd edildikden sonra vermesi gerekir. Eğer
kınn'm nikâhı velînin izni ile oldu ise, nikâh edilen kadının zararını gidermek
için mehr kınnın ı ak abesine yüklenir. Çünkü kınnın zimmeti zayıftır. Eğer
kınnm rakabesine yük-lenmese nikâh edilen kadın zarar görür. Şu şey bunun
aksinedir : Şayet kınn efendisinden izinsiz' evlenip ve kadına cima yapsa, o
vakit kınn bu sebeble satılmaz, belki kadının mehri âzâd edildikden sonra
istenir. Nitekim ikrarı ile borç yaptıkda âzâd edildikden sonra istendiği gibi.
Velîsinin izni ile
evlenen kmn'dan karısı mehrini istedikde, o kınn bir kere satılır. Eğer kıymeti
borcuna yetmedi ise, ikinci kez satılmaz. Belki âzâd edildikden sonra istenir.
Çünkü bu satış o mehrin hepsi içindir. Nafakada defalarca satılır. Çünkü nafaka
saat be saat vâcib olur. Satış nafakanın hepsi için vâki olmaz. Bu söz, köle
yabancı kadınla evlendiği vakittedir. Eğer efendi kölesini cariyesi ile
evlendirse, bunda Meşâyih ihtilâf etmişlerdir. Bazıları: «Mehr vâcib olur, sonra
düşer. Çünkü mehrin vâcib olması şeriatın hakkıdır.» Bazıları da: «Efendi için,
köle üzere mehrin vâcib olması imkânsızdır, köleye mehr vâcib olmaz. Çünkü
efendi İçin hem lehinde hem aleyhinde vücûb iktizâ eder.» demişlerdir.
Ben derim ki: İkinci
söz te'yîd eder ki: Mehrin vücûb unu ifâde eden âyet köleyi kapsamaz. O âyet
Allah Teâlâ' (C.C.) nın şu kavli şerifidir.
«Bunlardan başkasını
mallarınızla istemeniz size helâl kılındı.» Bu
âyet-i kerîme, mal sahiplerine hitâbdır. Köîe ise mala mâlik değildir. Şu halde
mehr vâcib olmaz.
MükiUeb ile müdebber
mehr ve nafakayı çalışıp kazanırlar. Çünkü bunlar kitabet ve tedbîrin kalmasıyle
beraber bir mülkden bir mülke nakle muhtemel olmazlar. Kazancı ticâret borcundan
fazla kaldıkdan sonra. Çünkü ticâret
borcu, mehr efendinin ikrâriyle sabit olursa, mehr borcundan önce gelir. Eğer
mehr delil ile sabit olursa, o' vakit kadın borçlularla mehrinde eşit olur.
Tuhfe'de böyle zikredilmiştir.
•
Efendi, izni olmadan
evlenen kölesine, karını talâk-ı ric'î ile boşa diye emretse, nikâha izindir.
Çünkü ric'î talâk ancak sahîh nikâhda olur. Şu halde bu, izin olur.
Efendinin, izinsiz
evlenen kölesine, karını boşa veya ayni demesi izin olmaz. Çünkü efendinin bu
sözünde red ihtimâli vardır. Zira bu akdin reddi ve terk edilmesi, boşama ve
ayrılma diye adlandırılır. Bu, âsî kölenin hâline daha uygundur, veya daha
aşağıdır. Şu halde daha aşağı olanına hamletmek evlâdır.
Köle için, evlenmeye
izin sahihi kapsadığı gibi, fâsid nikâhı da kapsar. Bu söz, İmâm A'zam1 (Rh.A.)
in sözüdür. İmâmeyn (Rh.AIeyhi-mâ); fâsid nikâhı kapsamaz, demişlerdir. Hilafın
semeresi iki durumda görülür.
Musannif birinci durumu
şu sözüyle zikretmiştir: Şayet köle bir kadınla iâsid nikâh ile evi ense ve
kadını cima etse, İmânı A'zam' (Rh.A.) a göre, fi'l-hâl (derhal) akd lâzım
gelir, ve köle kadının mehri için satılır. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) e göre, köleden
mehr istenmez. Ancak âzâd edildikden sonra istenir.
Musannif ikinci durumu
şu sözüyle zikretmiştir: Şayet köle fâsid nikâh ile bir kadınla evlense ve
kadınla cima etse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, izin bitmiş olur. Hattâ o köle
kadını ikinci kez nikâh etse veya o birinci kadından sonra, diğer bir kadın
nikâh etse, İmâmeyn* (Rh.Aleyhimâ) e göre sahîh olur. İmâm A'zam' (Rh.A.) a
göre sahîh olmaz. Belki izne bağlı olur.
Bir kimse ticârete izin
verdiği izinli borçlu kölesini bir kadınla evlendirse, nikâh sahih olur vç kadın
mehr-i mislinde kölenin alacaklıları He beraber olur. Nikâhın sahîh olmasının
sebebi ise nikâhın kölenin mülkü üzere kurulmuş olmasıdır.
Köleyi zinadan korumak
için nikâh caizdir. Kadının mehr-i mislde alacaklılar ile eşit olması ise,
rriehrin bir sebeble hükmen lâzım gelmesi içindir ki, o sebeb reddedilmez. O
sebeb nikâhın sıhhatidir. Çünkü bu gibi surette nikâh rnehrsiz meşru değildir.
Eğer kölenin efendisi
mehr-i mislden daha çoğu üzere onu evlendirse mehr-i mislden fazlası hastalık
borcu ile beraber sıhhat borcu gibi alacaklıların alacağını almalarından sonra
istenir.
Bir kimse cariyesini
başkasıyla evlendirse, o kimsenin, cariyesi ile kocası arasından çekilip
hizmette kullanmaması gerekmez. Yâni efendinin o cariyeyi kocasının evinde
oturtması ve ikisi arasım tahliye etmesi gerekmez. Şayet efendi o koca için ev
hazırlamamış da olsa, cariyeye sâhib olduğu için tebvie
efendiye isnâd edilir.
Efendinin cariyeye ev
hazırlayıp oturtması gerekmez. Şu halde câriye efendisine hizmet eder.
Tebvienin vâcib olmamasının sebebi, efendinin hakkı kocanın hakkından daha
kuvvetli olduğu içindir. Çünkü efendi cariyenin hem zâtına ve hem menfaatlerine
mâliktir. Koca efendinin aksinedir. Eğer tebvie efendiye vâcib olsa, efendinin
hizmette kullanmada hakkı bâtıl olurdu. Kocanın hakkı da cariyenin efendisine
hizmeti ile bâtıl olmaz.- Çünkü koca cariyeyi elde ettikde cima eder. Lâkin
tebvie ile nafaka ve mesken kocaya vâcib olur. Çünkü nafaka ve mesken intihasın
(kendisini kocası için habsetmesi) karşılığıdır.
Efendinin tebvieden
sonra geri dönmesi sahilidir. Yani efendi o cariyenin istihdamını dilese
tebvieden dönmesi sahîh olur. Çünkü efendinin hakkı tebvie ile düşmüş olmaz.
Nitekim nikâh ile sakıt olmadığı gibi.
Nafaka tebvieden
dönmekle sakıt olur. Nitekim sebebi yukarıda geçmişti ki o, ihtibâsın
karşılığıdır. Efendi tebvieden döndüğü zaman nafaka kocadan sakıt olur. Eğer
câriye tebvieden ,sonra efendisinin istihdamı olmaksızın efendisine hizmet-
etse, kocadan nafaka düşmez.
Efendinin, kölesini ve
cariyesini evlenmeye zorlaması caizdir. Burada zorlamanın ma'nâsı, köle ve
cariyenin rızâları olmaksızın efendinin nikâhının geçerli olmasıdır. İmâm
Şafiî' (Rh.A.) ye göre, kölede zorlama yoktur. Bu İmâm A'zam ve Ebû Yûsuf (Rh.
Aleyhimâ) dan da bir rivayettir. Cevaza sebeb şudur ki: Köle efendinin rakabe
yönünden ve mâlikiyet yönünden memlûküdür. Şu halde mülkünü ko^ rumak bakımından
onda külli tasarruf ile köleye mâlik olur.
Efendinin, başkası ile
evlendirdiği cariyesini kocası ile cinsî ilişkide bulunmazdan önce öldürmesiyle
mehr düşer. Bu söz İmâm A'zam' (Rh. A.) in sözüdür. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) eceli
ile Ölümüne itibâr ederek, mehr düşmez demişlerdir. Çünkü maktul eceli ile
ölmüştür. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: Efendi, üzerine akd yapılmış şeye
koca kavuşmak suretiyle tekarrür etmezden önce o şeyi itlaf etmiştir.
Binâenaleyh kocaya, efendinin alması için bir şey vâcib olmaz. Nitekim efendi
cariyesini satsa ve alıcı câriye ile beraber şehirden gitse veya cinsî ilişkide
bulunmazdan önce âzâd etse, o câriye ayrılığı seçse veya efendi o cariyeyi kocasının ona kavuşması mümkün
olmayan bir yere gizlese, kocaya efendi için bir şey lâzım gelmediği gibi.
Öldürmek dünyâ ahkâmı hakkında itlaf (yok etme) sayılmıştır. Hattâ kısas, diyet
ve mirâsdan mahrum etmek vâcib olmuştur. Hidâye'de, Kâfî'de ve başkasında böyie
zikredilmiştir.
Sadru'ş-Şerîa (Rh.A.)
demiştir ki: Efendi Öldürmekle mehri almaya acele etmiştir. Böyle olunca
mahrumiyet ile cezalandırılır. Ben derim ki: Bu itiraz götürür. Çünkü mehrin
düşmesinin sebebi; eğer efendi katil olmakla mirâsdan mahrum olmuş kalmaksa,
duhûlden sonra cariyeyi öldürmesinde de mehri almaması gerekir. Halbuki
Sadru'ş-Şerîa (Rh.A.) şöyle demiştir: Musannifin cima'dan önce demesi şundandır:
Çünkü cima'dan sonra iki surette de vâcibdir. Cima'dan önce hür kadın kendisini
öldürse mehr düşmez. İmâm Züfer (Rh.A.) buna muhaliftir; şöyle demiştir: O
hürre, mübdeli teslim etmezden önce yok etmiştir. İmdi bedel de yok olur, mehr
düşer. Efendinin cariyesini öldürmesi gibi olur. .
Bizim delilimiz şudur :
Kişinin kendisine cinayeti dünyâ ahkâmın* da asla muteber değildir. Bundan
dolayı bir kimse kendisini öldürse, yıkanır ve üzerine namaz kılınır.
Efendinin kocaya azl
için izin vermek hakkı vardır. Cariyeye izin vermeye hakkı yoktur. Çünkü azl
çocuk meydana gelmesinden menetmek içindir. Bu ise efendinin hakkıdır,
Âzâd olunan câriye ve
mükâtebe, nikâhı bozmada muhayyer kılınmıştır. Keza müdebbere ve ümmü veled de
âzâd edildiklerinde muhayyer kılınmışlardır. Gerek bu zikredilen kadınlar hür
erkeğin nikâhı altında olsunlar, gerekse nütâh rızâları ile olsun, gerekse
olmasın müsavidir. Eğer onlardan her biri kölenin nikâhı altında olurlarsa ân
defetmek için ittifakla nikâhı bozmakda muhayyer kılınmışlardır. Ardan murâd
hür kadının köleye hanım olmasıdır. Eğer hür erkeğin nikâhı altında olursa,
bunda İmâm Şafiî (Rh.A.) ayrı görüştedir.
Bir köle efendisinden
izinsiz bir kadın nikâh etse, efendi onu âzâd ettikde, o nikâh geçerli olur.
Keza o köleyi efendisi sattıkda alıcı ona izin verse, o nikâh geçerli olur,
Nihâye'de böyle zikredilmiştir.
Keza bir câriye
efendisinden izinsiz kendisini bir kimseye nikâh-lasa ve efendisi onu âzâd etse,
nikâh geçerli olur. Çünkü câriye ehl-i ibareden (söz sahibi) dir. Nikâhın
geçerli olmayışı ise efendinin hakkıdır. Halbuki o ortadan kalkmıştır. O.
câriye için muhayyerlik de yoktur. Çünkü nikâh âzâddan sonra geçerli olmuştur.
Nikâhın geçerli olmasından sonra câriye üzere mülk ziyâde olmamıştır.
Binâenaleyh, muhayyerlik sebebi bulunmamıştır. Şu halde feshetme muhayyerliği de
bulunmaz. Nitekim âzâddan sonra evlendikte olduğu gibi:
Eğer koca cariyeyi
azadından önce cima etti ise, her ne kadar o müsemmâ mehr-i mislden çok olsa da,
efendi için mehrden müsemmâ lâzım gelir. Eğer koca cariyeyi âzâd edildikden
sonra cima etse mehr-i müsemmâ câriye için lâzım gelir. Yani bir câriye
efendisinden izinsiz bin akça nıehr ile bir kimseye kendisini nikâhlasa ve onun
mehr-i misli yüz akça olsa, koca cariyeye dâhil oldukdan sonra efendisi onu
âzâd etse, o bin akça mehr-i müsemmâ efendinin olur. Çünkü koca, efendinin olan
mülk edinilmiş menfaati almıştır. Şu halde bedeli efendi alır. Eğer koca o
câriye ile âzâd edilinceye kadar cinsî ilişkide bulunmadı ise mehr cariyenin
olur. Çünkü koca câriye için memlûke olan menfaati almıştır, bu durumda bedel
câriye için vâcib olur.
Ma'Iûm ola ki, kölenin
azadına mâlik olmayan kimse onu evlendirmeye de mâlik olmaz. Fakat câriye bunun
1 ula futadır. Baba, dede, velî, vasi, kâdî, ınükâteb ve işini teslim ettiği
ortağı, cariyeyi evlendire-bilirler, köleyi evlendiremezler. İzin verilmiş köle,
izin verilmiş küçük çocuk ve şirket-i inan ile ortak olan kimse, zikredilenler
gibi cariyeyi evlendiremezler.
Bir kimse oğlunun
cariyesi ile cima yapsa ve câriye ondan bir çocuk doğurdukda o kimse çocuk
bendendir diye iddia etse, çocuğun nesebi sabit olur ve câriye o kimsenin ümmü
veledi olur. Cariyenin kıymetini vermesi gerekir. Mehrini vermesi gerekmez.
Yani ukr (cima edilen kadına verilen mehr) lâzım gelmez. Çocuğun kıymeti de
lâzım gelmez. Gerek baba şüphe iddia etsin, gerekse etmesin. Oğlu da bunda
babasını gerek tasdik etsin, gerekse etmesin. Nesebde ancak câriye ulûk
vaktinden da'vâ vaktine varıncaya kadar oğulun mülkünde olursa sabit olıar.
Çünkü mülk ulûk vaktine istinâd yoluyla sabit olur. Binâenaleyh temellük
velayetinin ulûkf vaktinden da'vâ vaktine varıncaya kadar mevcûd olmasını
gerektirir. Bunun açıklaması şöyledir: Çünkü baba için kendisim korumaya ihtiyâç
olduğunda oğulun malını temellük velayeti vardır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :
«Sen ve senin malın
baban içindir* buyurmuştur.
Babanın menisi oğulun
cüz'üdür. Şu halde oğulun maliyle o çüz'ün zayi' ol ir-ak dan korunması gerekir.
Doğurtma işi sahih olsun diye bu, oğulun cariyesini temellük ile olur. Bir de;
Mülkden hâli kalsa neseb ortadan kalkar.
Baba cariyeyi temellük etse oğula cariyenin kıymetini öder. -Çünkü babanın
ihtiyâcı tam değildir. Çünkü o ihtiyâç beka zaruretlerinden değildir. Bundan
dolayı oğul, babasına çocuk doğurtmak için câriye vermekle zorlanmaz. İhtiyâç
bulunduğu için babaya temellükü ve zaruret bulunmadığı için oğulun malını
korumak cariyenin kıymetini vâcib kıldık. Ukr vâcib olmadı. Çünkü cima babanın
mülkünde vâki olmuştur. Çocuğun kıymetini de ödemez. Çünjtüt çocuk, doğurtmanın
öncesine dayanmakla müteallik hür oldu. Keza zikredilen ahkâmda babanın
ölümünden sonra dede baba gibidir.
Eğer oğul cariyesini
babasıyle evlendirse ve o câriye oğulun babasından bir çocuk doğursa, babanın
ümmü veledi olmaz. Çünkü o cariyenin babanın mülküne geçmesi, babanın menisini
korumak için idi. Halbuki babanın menisi onsuz korunmuş olup ona hacet yoktur.
Babaya mehr, nikâh ile iltizâm ettiği için vâcib olur. Cariyenin kıymetini
ödemesi gerekmez. Çünkü rakabesine mâlik değildir. Cariyenin çocuğu hürdür.
Çünkü o çocuğa kardeşi mâlik olmuştur. Onun nâmına âzâd olur,
Hür bir kadın kocasının
sahibine; kocam olan köleni benim nâmıma bin akça ile âzâd eyle dedikde, o da
âzâd etse, nikâh fâsid olur. Keza bir adam nikâhı altında olan câriye için,
cariyenin efendisine, benden bin akça ile benim nikâhlım olan cariyeni âzâd eyle
dedikde, o da âzâd etse, câriye âzâd olur, nikâh da fâsid olur. Birinci
meselede, kadının kölesi üzerine mehrin vücûdu muhal olduğu için mehr düşer.
İkinci meselede mehr düşmez. İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, mülk yok olduğu için
nikâh fâsid olmaz. Bu hilafın tahkiki şudur: Şayet bedel zikredüse, bize göre
iktizâ île mülk sabit olur. Nitekim eğer kadın, kocam olan köleni şu mikdâra
bana sat, ondan sonra benim nâmıma âzâd eyle demiş gibi olur. Efendinin, âzâd
ettim demesi, sana sattım ve senin için âzâd ettim demek olur. Mülk iktizâ
yoluyla sabit olunca nikâh fâsid olur. İmâm Züfer (Rh.A.), iktizâ ile mülk sabit
olur, demez. Ona göre, mülk sabit olmayınca, nikâh da fâsid olmaz. Bu meselenin
tahkikinin tamâmı Usûl Kitaplarında zikredilmiştir. O kölenin velâsı (velî olma
hakkı) o hürre kadın için olur. Eğer keffâret için niyet ederse o hür kadının
keffâreti için vâki olur. Çünkü o köle hür kadının âzâdhsıdır.
Eğer kocanın efendisine,
benden âzâd eyle dediği vakitte bedeli terk etse, yâni bin akça İle âzâd eyle
demese, müUs olmadığı için nikâh fâsid olmaz. O kölenin velâsı da velîsi için
olur. Çünkü bu surette âzâd eden velîdir. Bu İmâm A'zaın (Rh.A.) ile İmâm
Muhammed' (Rh.Aley-himâ) e göredir.
Musannif, kölenin
nikâhım açıklamayı bitirince, kâfirin nikâhını açıklamaya başlayıp dedi ki:
Şâhidsiz evlenmiş olan kâfir kan - koca, ikisi birden Müslüman olsa veya bir
kâfirin iddetinde olup dinlerinde iddete inanan kâfir karı - koca Müslüman olsa,
o nikâh üzere bırakılırlar. Eğer kâfir karı - koca birbirlerine haram kılınmış
(mahrem) olsa veya iki mahremin biri İslâm dînine girse veya hâl-i
küfürlerindeki durumlarını bize arz etse, mahremiyet için mahalliyet
bulunmadığından dolayı aralan ayırılır. Mahalle râci olan şeyde ibtidâen ve
bekâen olur. Fakat geçen mesele bunun aksinedir.
İkisinden birinin
durumunu arz etmesiyle ayrılmaz. Çünkü ikisinden birinin hâlini arz etmesiyle
diğerinin hakkı, İslâm'ın ahkâmını İltizâm eylemediği için t}âtıl olmaz.
Arkadaşı için iltizâm velayeti de yoktur. Fakat ikisinden biri İslâm dînine
girse zikredilenin hilafıdır, ayrılır. Çünkü İslâm yücedir onun üzerine
geçilmez.
Çocuk ana - babanın din
yönünden hayırlısına tâbi olur. Eğer ikisinden biri Müslüman olursa çocuk da
Müslümandır. Veya biri Kitabî ve diğeri Mecûsî olursa çocuk kitabî olur. Çünkü
kitabî, çocuk için daha uygundur. Bu söz, ülke ayrı olmayıp ikisi de İslâm
ülkesinde; veya ikisi de dâr-ı harbde; veya küçük çocuk İslâm ülkesinde ve
babası dâr-ı harbde Müslüman olduğuna göredir. Çünkü çocuk hükmen İslâm ülkesi
halkmdandır. Fakat, çocuk dâr-ı harbde ve baba dâr-ı İslâm'da olup İsİâm dînine
girse, çocuk ona tâbi olmaz, ve Müslüman da olmuş olmaz. Çünkü çocuğun babasını
dâr-ı harb ehlinden saymak mümkün değildir. Pakat aksi bunun hılâfınadır. Bunu
Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Mecûsî ve onun benzeri,
yani Putperest olanlar ve diğer müşrikler Kitabîden daha kötüdür. Çün&ü
Kitabînin semavî din da'vâsı vardır. Bundan dolayı boğazladığı hayvan yenir ve
Müslümanlara kadınlarını nikâh etmek caiz olur. Mecûsî daha kötüdür. Hattâ
Kitabî ile Mecüsî-nin evlenmesinden çocuk meydana gelse, o çocuk teb'an (tâbi
olarak) Kitabî olur.
Mecûsî olan karı -
kocadan biri veya Kitabînin karısı Müslüman olsa, diğerine İslâm arz edilir.
Eğer o diğeri İslâmı kabul ederse kadın onun olur ve eğer kabul etmez ise
dayattıktan sonra araları ayrılır. Bu söz Kenz'in : «Şayet kan - kocadan biri
İslâm dînine girse diğerine İslâm arz edilir.» sözünden daha güzeldir. Çünkü
bizim sözümüz Mecûsî karı - kocaya uyar. Zira mutlaka ikisinden birinin İslâm
olmasıyle, dayattıktan sonra mutlak surette araları ayrılır. Fakat, ikisi de
Kitabî olsalar, eğer kadın İslâm dînine
girse kocasına İslâm arz edilir. Eğer koca da İslâm'ı kabul ederse, Müslüman
için ibtidâen tezevvuc caiz olduğu için karısına taarruz edilmez. Keza kadın
Kitâbiyye ve koca Me-cûsî olduğu surette koca İslâm'a gelse zikredilen gibi
olur. Yani ayrılmaz. Kocanın İslâm'dan yüz çevirmesi talâktır. Fakat kadının
yüz çevirmesi talâk değildir. Yani kâdî aralarım ayırdıkda, İslâm'dan yüz
çevirmek erkek tarafından olursa ayırmak talâk olur. Eğer yüz çevirme kadın
tarafından olursa nikâh fesh olur. Talâk olmaz. Çünkü talâk erkekler tarafından
olur, kadınlar tarafından olmaz. Bu kadının İslâm-dan yüz çevirmesiyle nikâhın
feshinde mehr yoktur. Ancak eğer cima edilmiş olursa vardır. Çünkü cima edilmiş
olmayan kadın mübdeli yani ferci bedelin (yani mehrin) sağlamlaşmasından önce
kaybetmiştir. Böylece Riddete (yani İslâm'dan dönmeye) ve mutavaata benzemiştir.
Yani kocanın oğlu ile beraber oynaşmış gibi olmuştur. Kocanın İslâm'dan yüz
çevirmesi suretinde ise, eğer kadın cima edilmiş ise onun için mehrin tamâmı
lâzım gelir Eğer cima edilmiş değil ise mehrin yansı lâzım gelir. Çünkü burada
cimâdan önce ayırmak talâktır.
Eğer Mecûsi kan -
kocadan birinin veya Kitabî karı - kocadan karının Müslüman olması dâr-ı harbde
olursa, diğerinin Müslüman olmasından önce üç defa hâiz olmayınca, o kadın bâin
olmaz. Çünkü İslâm, aynlma sebebi değildir. Arz-ı İslâm velayetin kusuru için
imkânsızdır. Şu halde fesadı savmak için ayrılık mutlaka lâzımdır. İmdi şart -
ki hayzın geçmesidir - sebeb yerine konulmuştur. Nitekim kuyu kazmada olduğu
gibi. Bizim, Kitabînin karısı, dememize sebeb şudur: Çünkü Müslüman, koca olsa
ve kadın Kitâbiyye olsa onların ikisi de nikâhları üzere kalırlar. Kitabi
kadının kocası İslâm dînine girse Kitabî kadın bâin olmaz. Çünkü koca için o
kadın ile başlangıçta evlenmek caiz idi, beka itibariyle caiz olması evleviyette
kalır.
Koca ile karının
memleketlerinin ayrılığı, ayrılına sebebidir. Esirlik aynlma sebebi değildir.
Hattâ ikisinden biri bizim ülkemize Müslüman veya Zimmî olduğu halde çıksa veya
bizim ülkemizde İslâm'ı kabul etse veya bizim ülkemizde zimmet akdini kabul
etse veya dâr-ı harb-den esîr edilip dâr-ı İslâm'a sokulsa, ikisi arasında
ayrılık vâki oluri Fakat ikisi beraber esîr edilse, ayrılık vâki olmaz. İmâm
Şafiî' (Rh.A-) ye göre, ayrılma sebebi esirliktir. İki ülkenin ayrılığı
değildir.
Hâmile olmayan kadın
dâr-ı harbden bizim ülkemize Müslüman veya zimmiyye olduğu halde hicret etse, id
del siz nikâh edilir. Fakat hâmile bunun hilafıdır. Çocuğunu doğurmazdan önce
nikâh edilmez. Nikâhın caiz olmasının vechi Allah Teâlâ' (C.C.) nın :
«Onlarla evlenmenizde
bir engel yoktur.»
âyetidir ki, muhacire olan kadının nikâhını mutlak olarak mubah kılmıştır.
İddetten sonra olan nikâhla kayıtlanması, nass üzere ziyâdedir. Halbuki o ziyâde
neslidir. Nitekim Usûlde anlatılmıştır.
Kan - kocadan bîrinin -
£llah Teâlâ (C.C.) korusun - mürted olması nikâh için âcil feslidir. Hüküm
üzere mevkuf değildir. Fesh olmasının faydasına gelince, talâk sayısı bununla
azalmaz. Bu söz İmâm A'z^m ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göredir. İmâm
JYluhammed (Rh. A.) ise: «Eğer ridâet (yâni İslâm dîninden dönme) kadından
olursa zikredilen gibidir. Eğer kocadan olursa talâktır» demiştir.
Eğer kadın cima edilmiş
ise, riddet gerek kocadan ve gerek kadından olsun, nıehrin hepsi, cima edilmiş
kadına verilmesi gerekir. Çünkü koca kadınla cima etmekle mehri
sağlamlaştırmıştır. Şu halde mehrin düşmesi düşünülemez. Cima edilmemiş kadında,
eğer koca mürted olursa mehrin yansını vermesi gerekir. Çünkü ayrılma, cimâdan
önce koca yönünden olmuştur, ve mehrin yansı vâcib olur. Eğer riddet kadından
olursa, cima edilmişin gayride mehrden bir şey yoktur. Çünkü ayrılma cimâdan
önce kadın tarafından mehrin düşmesini gerektiren suç nedeniyle vâki olmuştur.
İslâm'dan yüz çevirmek,
irtidâdın yani İslâm dîninden çıkmanın benzeridir. Hattâ cimâdan sonra yüz
çevirse, bu hangisinden olursa olsun mehrin hepsi vâcib olur. Eğer cimâdan önce
yüz çevirme kocadan olursa mehrin yarısı vâcib olur. Eğer yüz çevirme kadından
olursa bir şey vâcib olmaz.
Eğer karı - koca ikisi beraber
mürted olsalar da ikisi beraber İslâm'a gelseler, kadın bâin olmaz. Eğer
biribiri ardınca İslâm dînine girseler kadın bâin olur. Çünkü ikisinden birinin
İslâm'ı önce olsa diğeri riddeti üzere kalır. Bu suretle de ihtilâf tahakkuk
etmiş olur.
K a s m : Kâfin
fethiyle ve sinin sükûniyle masdardır.
«Bölüştürücü, malı
ortaklar arasında bölüştürdü (taksim etti)» denilir. Ortakların arasında
paylaştırdı ve paylarını ta'yîn etti, demektir.
Kadınlar arasında kasnı
da bu ma'nâdadir. Yâni kadınların aralarında, onların yanında sohbet ve
eğleşmek için geceîeınekde haklarını vermek ma'nâsındadır, cimâda değil. Çünkü
cima isteğe dayanır. Koca, muhabbette olduğu gibi, cimâda da eşit muamele
edemez.
Kasmde, giyilen giyside
ve yenilen yenıekde adalet vâcib olur. Bunların hiç birinde tercih caiz
değildir.
Bakire, yeni kadın ve
Müslüman kadın kasmde zıtları gibidir. Yani kasmde, giyilende ve yenicende
bakire dul gibi ve yeni kadın eski olan gibi ve Müslüman kadın Kitâbiyye
gibidir.
Hür kadının hakkı;
nikâh edilmiş olan cariyenin, mükâtebenin, müdebberenin ve ümmü veledin
haklarının iki mislidir. Bu, hürrenin şerefini göstermek içindir.
Kadınlardan dilediği üe
yolculuk eder. Yani yolculukda kasnı olmaz. Hattâ kocanın yolculukda onlardan
her hangi birini' yanına aN ması caiz olur. Zevcelerin gönüllerini hoş etmek
için kur'a çekmek daha iyidir.
Eğer kadın kasnımı diğer
kadına terketmiş olsa, o kadının vazgeçmesi caiz olur. Çünkü o kadın henüz
vâcib olmayan bir hakkı iskât etmiştir. Şu
halde o hak düşmez. Çünkü düşürmek ancak kâim (mevcut) de- olur. Binâenaleyh
dönmek ariyet gibi kaçınmak ma'nâsına gelir. Şöyleki: Ödünç veren kimse
dilediği vakitte, bizim zikrettiğimiz şeyden dolayı, ödünçten vazgeçebilir.
Kadının hastalığı sebebiyle kasın düşmez. Allah Teâlâ (C.C.) daha iyi bilir.
(Allâhu a'lem).
R a d â ', lûgatta
mutlak surette memeyi emmektir. Şeriatta, süt emen çocuğun bir kadının
memesinden emmesidir.
Kadın kaydı, koyun ve koyunun benzerî hayvanın memesinden ihtirazdır. Çünkü süt
emen iki çocuk şayet bir koyunun ve koyunun benzeri bir hayvanın memesinden
emse, onun üzerine süt kardeşliği hükmü verilmez. Nitekim yakında
zikredilecektir.
Vakt-i mahsûsda
emmesidir. O yakt-i mahsûs, İmâm A'zam' (Rh.-A.) a göre, iki buçuk yıldır,
İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, ancak iki yıldır. Bütün müctehidler ittifak
etmişlerdir ki: Kadın b o sanırsa, süt ücreti babaya iki yıl bittikten sonra
vâcib değildir. Sonra, süt emme müddeti geçse, ondan sonra emmeye haram hükmü
taalluk etmez. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :
«Çocuğu sütten
kestikden sonra süt kardeşliği olmaz.» buyurmuştur.
Müddetin tamâm
olmasından Önce sütten kesilmeye, yani (fitâm'-a) itibâr edilmez. Ancak İmâm
A'zam* (Rh.A.) dan bir rivayette itibâr edilir. Şayet çocuk süt emmekden istiğna
hâsıl ederse, llassaf (Rh.A.) in beyânına göre : Müddet geçmezden Önce çocuk
sütten kesilse ve yemek ile sütten müstağni olsa, radâ' olmaz. Eğer İstiğna
etmezse onunla hürmet sabit olur. Bu söz de İmâm A'zam' (Rh.A.) dan rivayet
edilmiştir. Fetva bu söz üzeredir. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Emzirme, hılâf üzere
olan vakt-i mahsûsdan sonra mubah olmaz.
Zira süt emzirmenin
mubah görülmesi zarurîdir. Çünkü o âdeminin cüz'üdür. Şu halde zaruret
miktâriyle takdir edilir.
Süt emzirmekle, her ne
kadar az olsa da, emzirenin, süt emen için analığı sabit olur. İmâm Şafiî1
(Rh.A.) ye göre tahrîm sabit olmaz. Ancak beş defada ve her defada çocuğa
yetecek kadar emzirmekle sabit olur.
Süt emen için emziren
kadının kocasının baba olması da sabit olur. Emziren kadının sütü o kocadan
olmak şartıyle babası olur. Yani sütü emen için emziren kadının ana olması ve
kocasının baba olması emziren kadının sütü o kocadan olursadır. çünkü sütü o
kocadan olmazsa, bir emzikli kadını bir erkek tezevvüc etmekle o süt ile kadın
bir çocuk emzirse sütü emen, o süt sahibi olmayan kocanın süt bakımından çocuğu
olmaz. Belki radâ'dan üvey çocuğu olur. Hattâ süt emen çocuk için, ikinci
kocanın başka kadından olan çocukları ile ve kardeşleriyle evlenmek nesebde
olduğu gibi caiz olur. Süt emen çocuk, emziren kadın ikinci kocadan çocuk
doğurmadıkca, kadının birinci kocasının süt çocuğu olur. Şayet ikinci kocadan
çocuk doğursa ve bir çocuk emzirse o çocuk ittifakla ikinci kocanın süt çocuğu
olur. Çünkü süt ikinci kocadandır. Bundan sonra bu kaydın müntefî olması
babalığın ortadan kalkmasını gerektirir. Sonra bu kaydın bulunmaması babalığın
bulunmamasını iktizâ eder. Lâkin bundan ikinci kocanın arası ile o cima edilmiş
emziren kadının arası ayrıldıktan sonra süt emen kızın ikinci kocaya nikâhın
caiz olması lâzım gelmez. Zira anaların cimâı, gerek süt emme yönünden olsun,
kız çocuklarını haram eder. Nitekim daha önce geçti.
Neseble haram olan
kimse, süt emmekle de haram olur. Ancak kız kardeşinin ve erkek kardeşinin
neseben anası haram olmaz. Zira ne-sebden kız kardeş ve erkek kardeşin anası, ya
anadır veya babanın cimâ ettiği kadındır.' Bunların ikisi de haramdır. Halbuki
radâ'dan haram değildir. Bu mesele üç şekilde olur.
Birinci şekil şudur:
Neseben kız kardeş veya erkek kardeşin süt anası. Meselâ : Bir adamın neseben
kız kardeşi olup ve o kız kardeşin radâen anası olsa, o adam için radâen kız
kardeşinin anasıyle evlenmek caiz olur.
İkinci şekil şudur: Süt
kız kardeşinin veya erkek kardeşinin neseben anası. Meselâ : Bir erkeğin radâen
kızkardeşinin neseben anası olsa, o erkek için süt kız kardeşinin neseben anası
ile evlenmek caiz olur.
Üçüncü şekil şudur: Süt
kardeşinin veya süt kız kardeşinin süt annesi. Meselâ : yabancı (ecnebi) olan
erkek çocuk ile kız çocuk bir yabancı kadının memesinden emseler ve o kız
çocuğun radâen bir başka anası olsa, o erkek çocuk için süt kız kardeşinin
anası ile evlenmek caiz olur.
Oğlunun kız kardeşi de
müstesnadır. Çünkü neseben oğulım kız kardeşi, ya kendi kızıdır, yahut üvey
kızıdır ki, onun anasını cima etmiştir. Amma süt cihetinden böyle değildir.
Oğlunun ninesi (büyük
annesi) de müstesnadır. Zira oğlunun neseben ninesi mevtûasının (cima ettiği
kadının) anacıdır. Veya kendi anasıdir. Radâen böyle değildir.
Amcasının ve halasının
anası da müstesnadır..Dayısının ve teyzesinin anası da müstesnadır. Çünkü
amcası ile halasının annesi neseben sahîh dedenin cima ettiği karışıdır. Hala
ile teyzenin anneleri de fâsid ceddin karışıdır. Radâen böyle değildir. Eğer
radâen olursa, zikredilen kadınların hiç bîri erkek için haram olmaz.
Erkek kardeşin kız
kardeşi mutlak surette helal olur. Yani erkeğin, süt erkek kardeşinin kız
kardeşiyle evlenmesi helâl olur. Nitekim neseben erkek kardeşinin kız
kardeşiyle evlenmesi caiz olduğu gibi. Baba bir erkek kardeşi gibi ki, o erkek
kardeşin ana bir kız kardeşi olsa, baba biı erkek kardeşi için onunla, evlenmek
caiz olur.
Bir kadından süt emen
iki çocuğun evlenmeleri helâl değildir. Çünkü onlar radâen iki kardeştirler.
Gerek o kadın onları bir zamanda emdirmiş olsun ve gerekse ayrı zamanlarda
emzirsin ve gerekse bir memeden emzirsin ve gerekse birini bir memeden ve
diğerini diğerinden emzirsin müsavidir.
Koyun ve koyunun
benzeri Jbunun aksinedir. Koyunun sütü üzere süt kardeşliği hükmü yoktur. Çünkü
hürmet, ancak keramet yoluyla cüz'iyyet şüphesi vâsıtasıyle sabit olur. Burada
asıl olan, süt emziren kadındır, sonra
başkasına geçer. İnsan ile hayvanlar arasında doğum itibariyle cüz'iyyet yoktur.
Süt itibariyle de yoktur. Binâenaleyh başkasına geçmez.
Süt emen ile süt
emziren kadının çocuğu arasında da helâllik yoktur. Çünkü onlar da kardeştir.
Süt emziren kadının çocuğunun çocuğu arasında da helâllik yoktur. Çünkü o çocuk
kız kardeşinin çocuğudur.
Bakirenin sütü haram
olmayı icâb eder. Çünkü o süt büyüyüp gelişmeye sebebtir. Bu sebeble, diğer
kadınların sütü gibi, bununla cüz'iyyet şüphesi sabit olur.
Ölü olan kadının sütü
de harânıhğı icâb eder. Çünkü ölü kadının sütü <îe hakîkaten süttür. Keza
kadının su veya ilâç ile yahut başka kadının sütü ile karıştırılmış olan sütü
de harânıhğı îcâb eder. Ya da koyun sütü ile karıştırılmış olan kadın sütü de
koyun sütüne gâlib olursa harâmlığı îcâb eder. Çünkü bu sütte et bitirip,
kemiği geliştirmek özelliği vardır. Yani süt, etin bitmesine ve kemiğin toplanma
ve terkibine sebebdir. Bu, et bitirip büyütme bu bâbda mu'teberdir.
Yemekle karıştırılmış
olan süt harâmlığı îcâb etmez. Bu söz ıtlak üzere İmâm A'zam' (Rh.A.) in
sözüdür. Çünkü, o galebeyi şart kılmaz. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) : «Şayet süt
yemeğe gâlib olsa ve süte ateş değmese yani pişirilmese, ona tahrîm taalluk
eder.» demişlerdir. KudÜrî (Rh.A.), İmâm A'zam' (Rh.A.) m sözü üzere, yemeğin
tirit gibi belli olmasını şart kılmıştır. Bazıları: «Bu şart, eğer kaşık ile
yemek kalk-, tığı vakitte süt damlamazsa haram olmaz. Çünkü sütün kaşıktan
dam-lamasiyle hürmet sabit olur»; bazıları da: Hiç bir hâlde hürmet sabit olmaz,
demişlerdir. İmâm Şemsü!d-dîn es-Serahsî (Rh.A.) bu söze meyletmiştir. Sahih
olan bu sözdür. ZeyJai (Rh.A.) böylece zikretmiştir.
Erkeğin veya kadının
sütü Üe küçük çocuğa ihtikân (şırınga) yapılsa hürmet icâb etmez. Erkeğin
sütünün tahrîm icâb etmediğine se-beb şudur: Çünkü erkeğin sütü gerçekten süt
değildir. Zira süt, doğurması olabilen kimseden tasarlanabilir. Kadının süty
ile ihtikân (şırınga) a gelince: Çünkü; onda büyütüp geliştirme özelliği
yoktur. Tahrîm ise geliştirme itibariyledir. Geliştirme gıda ile olur. Gıda ise
yukarıdan olur, aşağıdan olmaz.
Bir kadın ortağım
emzirse, ikisi de kocalarına haram olurlar. Yani bir erkeğin nikâhı altında bir
küçük kız ve bir büyük kadın olsa, o büyük kadın küçük kızı emzirse, erkeğe
ikisi de haram olurlar. Çünkü erkek radâen ana ile kızını bir nikâh altına almış
olur. Eğer o büyük kadın cima edilmedi ise, onun için mehr yoktur. Çünkü ayrılma
cimâ'-dan ünce, onun tarafından gelmiştir. Hattâ ayrılma eğer' onun tarafindan.
gelmese; meselâ: zorlanmakla veya uyurken küçük kız onun sütünü emmekle olsa
yâhûd bir adam o kadının sütünü alıp küçük kıza içirmekle veya büyük kadın deli
olmakla ayrılık hâriçten gelse, o kadın için mehrin yansı vardır. Çünkü ayrılık
o kadına izafe edilmez. Küçük kız için de yarım mehr vardır. Zira cimâdan önce
ayrılma onun tarafından değildir. O küçük kızın süt emmesine itibâr yoktur.
Eğer kadın fesâdlik
edip küçük kız» emzirdi ise, koca o küçük kızm mehrini emziren kadından alır.
Eğer fesâd kasdetmedi ise koca emziren kadından bir şey alamaz.
Bir emzikli kadın
boşanıp, iddetten sonra başkasıyle evlendirildik-dç başkasından hâmile olsa ve
hamiden sonra ondan süt inse ve o sütle bir küçük çocuğu emzirse, İmâm A'zanV
(Rh.A.) a göre, çocuğu doğuruncaya kadar sütün hükmü birinci kocadan olur. O
kadın çocuğu doğurduğu zaman süt ikinci kocadan olur. Çünkü o süt yakînen
birinci kocadan idi. İkinci kocadan olduğunda şüphe etmiştik. İmdi ya-küı şüphe
ile zail olmaz.
Bir erkeğin süt emen
iki karısı olup bunların ikisini de bir yabancı Jtadın peşipeşine emzirse, o
erkeğe.ikisi de haram olurlar. Çünkü onlar İ,radâeh iki kız kardeş olmuşlardır.
İki kız kardeşin arasını nikâhen çem'etmek haramdır.
Bir erkek bir kadına
işaret edip; «Bu kadın benim süt kızımdır», dedikden sonra sözünden dönse,
dönmesinde tasdik edilir. Çünkü yanlışlık bulunabilen bir şeyle ikrarda
bulunmuştur. Öyleyse ma'zûrdur.
Bazan bir erkek ile
fülan kadın arasında süt kardeşliği vâki olur. Sonra o kimseye bu haber verilir
de o kimse işin gerçeğini iyice araştırır ve o sözde yanlışlık olduğunu anlar.
Şayet bunda yanlışlık olduğunu haber verirse sözü tasdik edilir.
Keza bir kimse bir
kadın için işaret edip ; Bu benim süt kardeşimdir veya annemdir veya ki2imdır,
dese, sonra o işaret ettiği kadınla evlenmek isteyip ben önceki sözümde yamldım
veya öyle sandım veya unuttum dese, o kadm da o adamı tasdik etse, her ikisinin
söyledikleri tasdik olunur, ve o adamın o kadın ile evlenmesi caiz olur.
Eğer adam, sözünde
durup bu söz haktır, dediğim gibidir, dedikden sonra o kadın ile evlense,
aralan ayrılır.
Eğer kadın süt emdiğini ikrar
etse, erkek de inkâr etse, sonra kendini yalanlayıp, ben yanılmışım, diye o süt
kardeşliğini ikrar ettiği erkek ile evlense caiz olur. Kadın kendini
yalanlamazdan önce evlense caiz olur. Her ikisi süt kardeşliği ikrar ederler de
sonra kendilerini yalanlar ve biz hatâ etmişiz diyerek evlenirlerse caiz olur.
Keza nesebde dahî böyledir. Ona ancak ısrar ettiği şey lâzım gelir. Hattâ,
bu'kadın benim kız kardeşimdir veya anamdır, dese ve kadının belli nesebi
olmasa, ondan sonra ben öyle sândım, dese tasdik edilir. Eğer birinci söz
üzerinde ısrar ederse araları ayrılır. Kât î d e böyle zikredilmiştir, ttadâ'
(süt emme) mülkü İsbât eden beyyine. ve birbirini tasdik gibi şeylerle sabit
olur. Yani iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şehâdetleri ile sabit
olur. Birbirlerini tasdik etmekle sabit olması: Birbirlerini yalanlamak
(tekâzüb) ile hükmünün kalkmasına aykırı değildir. Nitekim bunu gördün!
Talâk, lügat yönünden
mutlak surette kaydı (bağı) kaldırmak ma'-nâsınadır. «Atı saldı.» ve «Esîri
saldı.» denilir. Lâkin nikâhda kullanılması, selâm ve serâh lâfızlarının teslim
ve tesrîh ma'nâsına kullanıldıkları gibi «tef îl» ölçüsü ile «tatlîk - kadını
boşamak» ma'nâsmadır.
Allah Teâlâ' (C.C.) nın
«Boşama iki defadır.»
kavl-i şerifinde olan «talâk» lâfzı da bu kabildendir. Yani «tatlîk» ma'n
asmadır. Bundan başkasında cif âl» Ölçüsü ile «itlâk - salıvermek» ma'nâsına kullanılır. Bundan dolayı, bir adam
karısına en boşsun.» dese «Jâm» m teşhîdi ile, niyete ihtiyâç olmaz. «Lâm» in tahfîfi ile dese' talâka ni etmeye muhtaçtır. Bunu Zeylâî (Rh.A.) zikretmiştir..
Talâk ıstılahan; şer'an
sabit olan kaydın kaldırılmasıdır. Şer'an demekle hissen sabit olan kayd hâriç
kalmıştır. Bağın çözülmesi gibi. Yani nikâh ile şer'an sabit olan kayd (bağ) m
kaldırılması ma'nâsmadır, Nikâh lâfzı ile ıtk (âzâd olma) hâriç kalmıştır. Çünkü
ıtk şer'an sabit olan kaydı kaldırmaktır. Lâkin bu kayd nikâh ile sabit
değildir. Kenz'de böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bu,
ta'rîf başkalarının girmesine mâni değildir. Çünkü buna fesh girer. Bundan
dolayı ben: «Bu kaldırma birden üçe kadardır.» sözünü ekledim. Bu ziyâde ile
fesh de hâriç kalır. Çünkü leshde aded yoktur.
Malûmdur ki, talâk üç
çeşittir: Birincisi: Ahsen, ikincisi: Hasen, üçüncüsü: Bidîdir.
Musannif birinci
çeşidi; «Kadının tuhru hâlinde cimâ'dan önce boşamak ahsendir.» sözüyle
zikretmiştir. Yani, talâkın ahsenj (en- güzeli) kadının, cima bulunmayan
tuhrunda (hayzdan temiz hâlinde) bir talâk ile boşamak ve kadının iddeti
bitinceye kadar kocanın onu terk etmesidir. Çünkü rivayet edilmiştir ki,
Resûlüllah (S.A.V.) in Ashabı böyle yaparlardı. Zira böyle yapmak tedâriki
mümkün olmakla (hatâyı düzeltmek mümkün olmakla) pişmanlıkdan daha u,zak olur.
Musannif, ikinci çeşidi
şu sözü ile zikretmiştir: «Cima edilmemiş hayz gören kadının bir defa
boşanılması, velev ki o boşama hayzda olsun ve keza cima edilmişin, içinde cima
olmayan üç tuhrda ayrı ayrı üç talâkla boşanüması, âyise (yani hayz âdeti
kesilmiş kadın), küçük kız ve hâmile kadınların üç ayda boşanılması hasendir ve
sünnî talâk-tır
İmâm Mâlik (Rh.A.);
«Talâk-ı selâse bid'attir.» demiştir. Çünkü talâk mahzurdur, yâni haramdır.
Ancak kurtulma ihtiyâcı için mubah olur. Bu ise bir talâk ile savulmuş olur.
Bizim için delîl;
Resûlüllah' (S.A.V.) in Hz. Ömer' (R.A.)
«Oğluna emret karısına
müracaat etsin, ondan soma hâiz olup temizleninceye kadar onu terketsin, ondan
sonra boşasın ve yine hâiz olup temiz oluncaya kadar terketsin, ondan sonra
dilerse boşasuı.» buyurduğu hadîsidir.
Yine Resûlüllah
(S.A.V.), İbni Ömer' (Rh. Anhümâ) e:
«Sen sünnette yanıldm.
Allah Teâlâ' (C.C.) mn sana emrettiği böyle değildi. Şüphesiz sünnetten olan,
senin tuhra yönelin beklemen ve her hayz için bir defa boşamandır. Allah Teâlâ'
(C.C.) nın kadınların boşanması için emrettiği iddet budur.» buyurmuş ve Hak
Teâlâ' (C.C.) nın:
«Kadınları iddetleri içinde boşaym.»
kavl-i şerifini murâd
eylemiştir. Bu sözü ile talâkın sünnî diye adlandırılmasının nedeni anlaşılmış
olur.
Âyise, sagîre (küçük
kız) ve hamileyi, cima'in ardında boşamak helâldir. Çünkü kerahet, yüklü olması
tevehhümü ile hayz sahibi kadınlardadır. Bu ise, zikredilen kadınlarda
bulunmaz.
Musannif talâk'ın
üçüncü çeşidini: «îçinde ric'at (dönüş) olmayan bir temizlik devresinde kadını
bir veya iki defada üç talâkla yâhud iki talâkla boşamak yahud temizlik hâlinde
cima edilmiş olan kadını bir kerede veya hayzda, cima edilmiş olan kadını bir
kerede boşamak bidl-dir.» sözüyle zikretmiştir. Çünkü bu talâk hasen talâka ve
ahsen talâka aykırıdır. Şu halde bid'î olanın çirkin olması gerekir. Esah olan
söz, sonuncuda yani hayz hâlinde boşamlan kadında —emrin hakikati ile amel edip,
mümkün olduğu kadar iddetin eserini kaldırmakla masiyeti savmak için— rie'atin
vâcib olmasıdır. Bizim Meşâyihimîzin bazılarına göre, ric'at müstehabdır. Hayzlı
kadın ric'attan sonra temizlendiği zaman, koca onu dilerse boşar ve dilerse
tutar.
Cima edilmiş hayz gören
karısına, kocası niyetsiz; «Sen sünnet için üç talâk ile boşsun.» dese veya her
bir temizlikde bir talâk vâki olmaya niyet etse, her bir temizlikde bir talâk
vâki olur. Çünkü kocanın sözü mutlaktır, kâmili kapsar. «Hayz gören kadın»
demeye sebeb şudur: Çünkü kadın zevâtü'I-eşhürden (aylarla iddet
bekleyenlerden) olursa, hemen bir talâk ve bir aydan sonra bir talâk bir ay
sonra bîr talâk daha, vâki olur. Keza niyetli veya niyetsiz olursa hâl yine
böyledir. Eğer cima edilmemiş ise, hemen bir talâk vâki olur. Ondan sonra o
kadın üzerine, evlenmezden önce bir şey vâki olmaz. Çünkü bu sözün takdiri
şudur: Sünnet vaktine kadar sen üç talâk boşsun, demektir. Halbuki iddet
olmadığı için onun hakkında sünnet vakti yoktur. Ancak el'ân küllün vâki
olmasına veya her bir ayda bir. talâka niyet etmiş ise, bu takdirde niyet ettiği
şey vâki olur. Çünkü sözünün muhtemelidir. Zira niyet et tiği talâk vükûan
sünnîdir. Çünkü üçün toptan vukuu sünnet ile ma' lûmdur. Yoksa ikâ'ı sünnetle
malûm değildir. ; Binâenaleyh kocanın mutlak olan sözü buna şâmil değildir.
Çünkü, kocanın sözü kâmile mun-sarıf olur. Nitekim daha önce geçti, O ki vukûan
ve îkâen sünnî talâktır.
Hür olsun, köle olsun
âkil ve baliğ olan her kocanın talâkı vâkidir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.):
«Köle ve mükâteb,
talâkdan başka bir şeye mâlik olmaz.» buyurmuştur.
Velev ki talâk zorla
yaptırılmış olsun. Çünkü onun boşaması sahilidir. Lâkin talâk ile ikrarı sahih
değildir. Ya da o koca şaka edici olsun. Hâail
(şaka edici); sözünün hakikatini kasdetmeyen kimsedir. Veya sefîh yani
aklı zayıf olsun veya aklı gitmiş derecede sarhoş olsun, çünkü onun talâkı
vâkîdir. Keza hul'u ve âzâü" etmesi de vâkîdir. Gerekse o koca dilsiz olsun. _
El Yenâbi'de
zikredilmiştir ki: Bu dilsizin talâkının vâki olması, dilsiz doğduğu veya
sonradan arız olup devamlı dilsiz kaldığı surettedir. Eğer devamlı olmazsa
talâkı vâkî olmaz, Dilsizin bilinen işaretiyle vâki olur. Çünkü onun nikâhında
ve talâkında, satışında ve satın alışında bilinen belli işareti olsa, o işaret
istihsânen konuşanın ifâdesi gibidir. Kâ-fî'ılc böyle zikredilmiştir.
Ya da o koca yanılsa,
yine talâk vâki olur. Meselâ «Sübhânellah» demek isteyip diline «Sen boşsun»
sözü gelse, talâk vâki olur. Çünkü söz açıktır, niyete hacet yoktur.
Efendi, kölesinin
karısını boşamakla talâk vâki olmaz. Çünkü efendi koca değildir.
Mecnûnun ve küçük
çocuğun talâkı vâki olmaz. Çünkü Resülüllah (SAV):
«Her talâk caizdir,
ancak sabi ve mecnûnun talâkı caiz değildir.» buyurmuştur.
Mübersem (zâtülcem'be
tutulmuş adam) in talâkı da caiz değildir.
Mübersem (bâ) nın
kesriyle «birsam» dandır. Bu da delilik (cünûn) gibi, ma'lûm bir illettir.
Bayılmış kimsenin,
bunamı|ın ve uykuda olan kimsenin talâkı vâki değildir. Bunaklık; akılda bir
bozukluk olup kimi sözü akıllıya kimi de deliye benzer. Bunların talâkının vâki
olmadığına sebeb, onlarda temyiz ve akl olmadığı içindir.
Şayet karı - kocamn
biri diğerinin bütününe veya bir kısmına mâlik olsa, nikâh bâtıl olur. Çünkü
mâlik olmak ibtidâen nikâha aykırıdır, bekâsını da meneder. Eğer kadın mâlik
olduğu kocasını, mâlik olduğu vakitte hür kıldıkda, koca o kadını iddette boşasa
veya kadın dâr-ı harbden Müslüman olduğu halde dâr-ı İslâm'a çıksa, ondan sonra
kocası da Müslüman olduğu halde dâr-ı harbden dâr-ı İslâm'a çıksa, o koca da
onu iddet içinde boşasa, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), bu iki meselede talâkı lâğv
etmiştir, yani «Talâk vâki olmaz» demiştir. İmâm Mu-hammed (Rh.A.), «İkisinde de
talâk vâki olur.» demiştir. Talâkın itibân ki, murâd sayısıdır. — Kadınlara
göredir. — Kocası gerek hür ve gerek köle olsun hür kadının talâkının hepsi
üçtür. Cariyeye itibâr ile — kocası gerek hür ve gerek köle olsun — cariyenin
talâkı ikidir.
Talâk, ıtk (yani âzâd) lâfzı
ile vâki olur. Aksi, yâni talâk lâfzı üe ıtk vâki olmaz. Yani koca karısına,
«Seni âzâd ettim.» dese, eğer talâka niyet etti ise veya hâl talâka delâlet
ederse talâk vâki olur. Şayet efendi cariyesine, «Seni boşadım.» dese, o câriye
âzâd edilmiş olmaz. Çünkü mülkün yok edilmesi kayddan daha kuvvetlidir ve
birinci ikinci için lâzım değildir. İkincinin istiaresi birinci için sahih
olmaz. Fakat aksi sahîh olur. Yani birincinin istiaresi ikinci için lâzım olur.
Talâk iki çeşittir:
Sarîhdir ve kinayedir. Sarih söz, usûluyyûn'a göre, kendisinden murâd açıkça
anlaşılan sözdür. Hattâ murâd o kadar açık olur ki, söz; gerek hakikat, gerek
mecaz olsun, yalnız işitmekle an-laşıhverir.
Talâkın sarihi (açık ve
besbelli olanı), ancak boşamada kullanılan lâfızdır. Meselâ «Ben seni boşadım
(tatlîk ettim)», «Sen taliksin (boşsun)», «Sen mutallâka (boşanmış) sın» ve
«Sen talâksın» demek gibi.
Bîr şâir:
«Sen taliksin, talâk
ise azimettir.» demiştir. Çünkü bu lâfızlar ancak talâkda kullanılmıştır.
Bu sarîh ile, ric'î bir
talâk vâki olur. Kocanın karısına; «Sen boşsun» demesine gelince: Hidâye'de
söylenen şu sözden dolayı boş düşer. Bu sö2? ferdin sıfatıdır. Hattâ iki
zevce-için «Talikan», üç zevce için «Tavalık» denir. İmdi adede muhtemel olmaz.
Çünkü ferd adedin zıd-dıdır ve «Talâk» ı söylemek kadının sıfatı olan talâkı
söylemektir. Yoksa talâkın sıfatı olan boşamayı söylemek değildir. Talâkla
birlikte söylenen sayı mahzûf masdarın sıfatıdır. Ma'nâsı, «Üç talâk» demektir.
Bunun açıklaması, Tavzih sahibinin dediği gibidir. Şüphesiz kocanın «Sen
boşsun» sözü, lügat yönünden kadının sıfatı olan talâk üzere delâlet eder ve
iktizâ yönünden erkeğin sıfatı olan t allık üzere de delâlet eder. Kadının
sıfatı olan talâkda üç talâk niyeti sahih olmaz. Çünkü o şey haddi zâtında müteaddid değildir. Teaddüd ancak
gerçekten boşamada olur. Boşamanın teaddüdüne göre, o boşamanın lâzımı da
teaddüd eder, yâni kadının sıfatı da teaddüd eder. İmdi kadının sıfatı olan
talâkda üçün niyeti sahîh olmaz. Erkeğin sıfatı olan tatlîkde dahî üçe niyet
etmek sahîh değildir. Çünkü bu iktizâen sabittir. Et-Telvîh sahibi, bunu lâzım
olduğu gibi açıklamıştır. Bundan anlaşılır ki: Zey-laî' (Rh.A.) nin: «Hidâye
sahibinin; tatlîk lâfzı ferdin sıfatıdır, sözü doğru değildir. Çünkü söz
talâkdadır. Kadında değildir.» demesi doğru değildir. İmdi sen bu mahalli düşün.
Geri kalanlarında ise, meselâ «Sen talâksın», «Sen tâlik'ut-talâksın» ve «Sen
bir talâk taliksin» lâfızları gibi. Bunlar lügat bakımından ihbar için olup
sâri' onları inşâya nak-letmiştir. Lâkin ihbar ma'nâsım tamamen ortadan
kaldırmamıştır. Çünkü bütün vaziyetlerinde lügat ma'nâlarma itibâr etmiştir.
Hattâ inşâ için mâzî sığaları seçmiştir ki bunlar hâlde ma'nâlarının sabit
olduğuna delâlet ederler. Koca, «Seni tatlîk ettim» dese, bu lâfız lûgatta
ihbar için olmakla kadının hâlde talâkla nıevsûfe olması vâcib olur. İmdi
şeriat, konuşan tarafından bu söz sahîh olmak için iktizâen ikâı (ol-, durmayı)
sabit kılar. İmdi talâk iktizâen sabit olur. Bunda üçün niyeti sahîh olmaz.
Çünkü muktezânm umûmu yoktur. Bir de üçe niyet etmek ancak mecaz yoluyla sahih
olur. Zîrâ üç, itibari bir'dir. Mecaz niyeti ise ancak lâfzın kendisinde olur.
Niyyete tahsis gibi.
Talâk ric'î olur. Çünkü
Allah Teâlâ (C.C.) :
«Boşama iki defadır. Ya
iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır.»
buyurmuştur.
Fukahâ demişlerdir ki:
«İyilikle tutmak» 4an murâd ric'attir. Mutlaka, yâni gerek bâîn olan bire niyet
etsin ve gerekse ondan daha çoğa ve gerekse bir şeye niyet etmesin, talâk ric'î
olur. Çünkü sözün muradı besbellidir. Hüküm sözün ayn'ına müteallik olur ve onun
ma'nâsımn yerine geçer ve niyete ihtiyâç kalmaz. Talâk-ı bâîn yapmak niyyeti üe
Şâriin iddetin geçmesine bağladığı şeyi hemen geçerli kılmak istemiş olur ki, bu
kasdı hükümsüz kalır. Nitekim namaz kılan kimse üzerinde sehv secdesi var iken
namazdan çıkmak için selâm verse bu selâm hükümsüz kalır. Keza üçe niyet de
lâfzın müktezâsım değiştirmedir. Yakında açıklaması gelecektir. Şu halde lagv
olur.
Ric'î t^lâk kadının
vâris olmasını asla menetmez. Yâni ne sıhhatte ve ne hastalıkda menetmez.
Söyleyen kimse (kocası), vesâk niyetinde diyâneten tasdik Edilir. Yâni kocası
«Sen boşsun.» deyip bu lâfız ile vesâkden (ipten) boşanmasını niyet ederse,
mahkemece tasdik edilmez. Çünkü görünürün hılâfınadır. Kadın hâkim gibidir.
Şayet kocadan bu sözü işitse veya bu söze şâhid olan âdil bir kimse o kadın
yanında şâhidlik etse, p kadının kendini kocasına teslim etmesi helâl olmaz.
Lâkin kocasının niyeti kendisiyle Allah (G.C.) arasında muteberdir.
Eğer bunu açıklarsa,
yâni «Sen ipten boşsun.» derse mutlaka tas-dîk edilir. Yâni kazaen dahî bir şey
vâki olmaz. Çünkü bunu söyleyen kimse lâfzın muhtemel olduğu nıa'nâyı
açıklamıştır. Şu halde diyâneten ve kazaen tasdik edilir. Amel niyetinde ne
diyâneten ve ne de kazaen tasdik edilmez. Çünkü talâk, kaydı kaldırmak içindir.
Kadın ise amel ile mukayyed değildir. Keza, talâk vâki olan suretlerde olduğu
gibi, kocanın karısına, «Sen talâksın», «Sen tâliku't-talâksın», «Sen talâ-kan
taliksin» veya «tatlîkaten taliksin» demesi yukarıda zikredilenler gibidir.
Lâkin bu suretlerde, eğer niyet etmedi ise veya bire niyet etti ise, bir ric'î
talâk vâki olur. Çünkü yukarıda geçtiği gibi sözden murâd açıkdır.
Ya da ikiye niyet etti
ise iki talâk yâkî olur. Çünkü sebebi anlatıldığı gibi, isneteyn (iki) lâfzı
aded-i mahzdır, umfrede şâmil olmaz.
Eğer talâk adedinin
tamâmına niyet etti ise, yâni hür kadında üç ve cariyede ikiye niyet etti ise
talâk sahîh olur. Nitekim usûlde takarrür etmiştir ki, masdar lâfzı müfreddir,
adede delâlet etmez. Üç (selâs) ise itibarî bir (vâhid) dir. Çünkü cinsin
tamâmıdır. Keza iki (isnetânî), câriye hakkında cinsin tamâmıdır. Fakat hür
kadın hakkında aded-i mahzdır. Binâenaleyh onu niyet Sahîh olmaz. Eğer talâkı
kadına mu-zâf kılarsa sahîh olur. Meselâ «Sen taliksin» der. Veya bütününü
ifâde eden rakabe (boyun) gibi bir
cüzüne izafe etmesidir, Çünkü Allah
Teâlâ' (C.C «Bir boyun
(köle) âzâd etmektir.»
kavl-i şerifinde rakabe
ile bütün vücûd ifâde edilmiştir. Keza, unuk da böyledir. Çünkü Allah Teâlâ'
(C.C.)
«Ona boyunları haram
oldu.»
buyurmuştur.
Ruha da böyledir: «Ruhu
helak oldu.» elerler. Beden, cesed ve ferclc de bütün vücûd ifâde edilir. Çünkü
Resûlüllah (S.A.V.) :
«Eyerler üzerindeki
ferclere Allah lâ'net etti.» buyurmuştur.
Yüz de böyledir: «Ey!
Arabın yüzü.» denir. Başa (re'se) da izafe edilir. «Fülân kavmin başıdır» denir.
Veya kadımın yarısı veya üçtebiri gibi yaygın cüz'üne izafe ederse, talâk vâkî
olur. Çünkü yaygın cüz, satış ve satışın gayri gibi diğer tasarruflar için
mahaldir. Binâenaleyh talâk için de mahaldir. Lâkin talâk hakkında parçalanmayı
kabul etmez. Zaruret hasebiyle, tümde sabit olur.
Eğer koca talâkı
kadının eline, ayağına, sırtına, karnına veya kalbine izafe ederse talâk vâki
olmaz. Çünkü bu uzuvlar tümü ifâde etmez. Eğer sorulsa ki, el ve kalb ile tüm
ifâde edilmiştir, nitekim Allah Teâlâ
(C.C.): «Ebû Leheb'in elleri
kurusun,
yok olsun!»
buyurmuştur.
Resûlüilah (S.A.V.)
de«Aldığı 3ey* yerine vermek elin borcudur.» buyurmuştur.
Yine Allah Teâlâ (C.C.)
«Şüphesiz ki onun kalbi günahkârdır.»,
buyurmuştur.
Yine Allah Teâlâ (C.C.)
«Sen onların kalblerini uzlaştıramazdın.»
buyurmuştur. Yâni
«Onların arasını» diye tefsir edilmiştir.
Bundan dolayıdır ki
Allah Teâlâ (C.C.) :
«Fakat Allah onların
aralarını bulup kaynaştırdı.»
buyurmuştur. Bunlarda el (yed) ve kalb ile tüm (kül) ifâde edilmiştir. Bu
soruya şöyle cevâb verilmiştir: Bunların devam üzere kullanıldığı, ne lûgaten,
ne de örfen ma'lûm değildir, ancak nadiren kullanılmışlardır. Hattâ bir kavme
göre; bunlarla tümü ifâde etmek, örfen sabit ise talâk vâkî olur. Zikredilen
hangi uzuv olursa olsun fark etmez. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir,
Şayet koca karısını
talâkın yarısı veya üçtebîri ile boşasa, yâni sen «Yarım talâk ile boşsun.» veya
«Üçtebir talâk ile boşsun» dese, bir talâk vâkî olur. Keza her şayi' cüz'e
izafe ile bîr talâk vâkî olur. Çünkü bölünme kabul etmeyen şeyin cüz'ünü
zikretmek tamâmım zikretmek gibidir. Yine «Birden ikiye kadar» veya «Bir ile iki
arasında boşsun.» dese, bir talâk vâkî olur. «Birden üçe kadar sen boşsun» dese,
iki talâk vâki olur. Bu, İmâm A'zam' (Rh.A,.) a göredir. Çünkü İmâm A'zam' (Rh.
A.) a göre, birinci gaye mugayyada (sınırlanan şeyde) dâhil olur, ikinci gaye
dâhil olmaz. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, gayenin ikisi de mu-gayyada
dâhildir, hattâ birinci gayede iki talâk vâki olur. İkinci gaye-de üç talâk vâki
olur. İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre iki gaye mugayyâda dâhil olmaz. Hattâ birinci
gayede bir" şey vâki olmaz, İkinci gayede bir talâk vâki olur. İki talâkamn üç
yansına izafe etse, üç talâk vâki olur.. Çünkü iki talâkamn yarısı bir talâkdır.
İmdi üç yarım toplansa, bizza-rûre üç: tatlîka olur. Bir talâkın üç yarımına
izafe etse, iki talâka vâki olur. Çünkü bir talâkamn üç yarımı bir buçuk talâk
olur. İmdi yarım tamamlanıp iki talâk meydana gelir.
Bazıları «Üç talâk
meydana gelir» demişlerdir. Çünkü her bir yarım tamamlanıp üç talâk meydana
gelir.
Kocanın karısına bir
lâfzını ta'yûı etmesiyle, yâni «Sen iki içerisinde bir defa boşsun» demesiyle,
eğer bir şeye niyet etmedi ise, lâfıs açık olduğu için bir talâk vâki olur. Ya
da çarpmaya niyet etti ise yine bir talâk vâki olur. Çünkü madrûbda (çarpılan
şeyde) bir şey ziyâde etmez. Eğer bir ile ikiye niyet etti ise üç olur. Çünkü
üç, lâfzın muhtemelidir. Bu bizim zikrettiğimiz, cima edilmiş kadın
hakkındadır. Cima edilmemiş kadında bir talâk vâki olur. Yâni, cima edilmemiş
kiadına «Sen ikide bir defa boşsun» dese de ikiye niyyet etse bir talâk vâki
olur. Nitekim, bir ve iki boşsun, dese, hüküm yine budur. Yâni, cima etmediği
karısına; «Sen bir ve iki talâk boşsun» dese, bir talâk vâki olur. İkiye yer
kalmaz. Ama, birle beraber iki talâka niyyet ederse, üç vâki olur. Çünkü bu da
lâfzın muhtemelidir.
Çarpma niyyetiyle; «Sen
ikide iki boşsun.» dese, iki talâk vâki olur. Çünkü bilirsin ki, niyeti yoksa
madrûbda (çarpılanda) bir şey ziyâde olmaz. Eğer, ikiyle beraber ikiye yâhûd iki
ve İkiye niyet ederse, o kadın cima edilmiş ise, üç talâk vâki olur. Çünkü,
sebebi yukarıda geçtiği gibi, üç lâfzının muhtemelidir.
Kocanın, «Buradan Şam'a
varıncaya kadar boşsun» demesiyle bir ric'î talâk vâki olur îmâm Züfer (Rh.A.),
«Bâîn talâk vâki olur. Çünkü koca talâkı uzunluk ile nitelemekle sanki o, «Uzun
boşsun» demiş olur. Eğer böyle dese bâîn olurdu. Bunda da bâîn olur.» demiştir.
Biz deriz kî: Hayır,
uzunluk ile değil, kısalık üe nitelemiştir. Çîu> kü talâk vâki olduğu vakit,
mekânların hepsinde vâki olur. Talâkın kendisi kısaltmaya (kasra) muhtemel
olmaz. Çünkü cism değildir. Talâk hükmünün kısalığı ise; ric'î* olmaktadır.
Kocanın karışma; «Sen
Mekke'de yahûd evde boşsun.» demesi, o anda talâkı yapmaktır. Çünkü talâk bir
yere mahsûs değildir. E|er onunla ta'lîk murâd ederse, diyanet yönünden tasdik
edilir, ama kazaen tasdik edilmez. Çünkü izrriar zahirin hilafıdır. (Yani,
kapalı konuşmak açık konuşmak gibi değildir). Keza; «Sen filân elbisenin içinde
boşsun.» dese, kadın derhal boş olur. Bununla ta'Hka niyyet etse, kazaen tasdîk
edilmez. Keza; «Sen gölgede veya güneşde boşsun.» demesinde de. hüküm
zikredilen gibidir.
Kocanın karısına,
«Mekke'ye girdiğin zaman veya eve girdiğin zaman sen boşsun» demesi ta'lîkdir.
Birincinin sebebi, koca talâkı Mekke'ye girmeye bağladığı içindir. İkinciye
sebep, (fî) lâfzı zarf için kul-lanıldığındandır. Ve fiil hakîkaten zarfiyyet
için uygun olmaz. İkisi arasında münâsebet
olduğu için ikisinden her biri cem' için olmakla şart ma'nâsı üzere hami edilir.
Çünkü mazruf zarfı cemeder. Keza meşrut da şartı cemeder ve şartsız meşrut
bulunmaz. Şart meşrut üzere geçer. Keza zarf da mazruf üzere geçer. Birbirlerine
yakınlaşmış olurlar. Şu halde istiare caiz olur.
Kocanın karısına, «Sen
yarın boşsun.» veya «Sen yarında boşsun.» demesiyle kendisine bağlanılan şey
bulunduğu için talâk sabah vaktinde vâki olur.
«Yarında boşsun»
demekle ikindiyi niyyet etmek de sahilidir. Yâni gündüzün sonu niyyeti sahîh
olur. Musannifin muradı kazaen sahih olmaktır. Amma İmâm A'zam' (RhA.) a göre,
diyâneten ikisinde de tasdik edilir, tmânıeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre ise,
ikisinde de kazaen tas-dîk edilmez ve diyâneten ikisinde de tasdik edilir.
«Sen bugün, yarın
boşsun veya yarın, bugün boşsun» sözünde «Bugün, yarın boşsun.» da bugüne
itibâr edilir ve ikincisi hükümsüz olur. Yâni birinci surette o gün. kadın boş
olur ve ayarın» sözü hükümsüz olur. İkinci surette talâk (yannda) vâki olur.
(Bugün) sözü hükümsüz olur. Çünkü talâk zikredilince hükmü; ta'lîkan veya
tencîzen sabit olur. İkinciyi zikr ile ta'bîr muhtemel olmaz. Çünkü muallâk
tencîzi, tencîz ta'iîki kabul etmez. Şu söz buna muhaliftir: Şayet, «Yarınki gün
geldik-de sen bu gün boşsun» dese, o vakit yarınki günden önce talâk vâki
olmaz. Çünkü mütekellinı talâkı yarınki günün gelmesine bağlamıştır. Yarınki
günden önce talâk vâki olma?. Günün (yevm) zikri ta'lîk vaktini açıklamak
içindir.
Koca karısına «Sen bir
talâk boşsun veya.değilsin»; «Sen befcîm ölümümle beraber boşsun», veya «Sen,
senin ölümünle beraber boşsun» dese, hükümsüzdür. Birincinin hükümsüz olması,
vasıf her ne zaman adede bitişik olsa da talâkın vukuu adedin zikri ile olur.
Nitekim açık« laması gelecektir. İmdi şüphe ikâ'a (talâkı yapmaya) dâhil olur,
bu yönden talâk vâki olmaz. İkincide yani «ölümümle beraber» dediği surette boş
düşmemesi talâkı ona zıt (münâfî) bir hâle izafe ettiği içindir. Çünkü kocanın
ölümü ikâ'm ehliyetine zıttır. Kadının ölümü ise talâkın vukûunun mahalliyetine
aykırıdır. Halbuki bunların ikisi de (hem ehliyyet hem mahalliyet) mutlaka
lâzımdır.
Keza, «Ben seninle
evlenmezden önce boşsun» yeya «sen dünkü gün boşsun» dese de, halbuki onunla
bugün evlensc, kocanın sözü yine hükümsüz olur. Çünkü, talâkı kadına mâlik
olmadığı vakte izafe etmiştir. Şu halde hükümsüz olur. Nitekim, «Ben
yaradılmazdan önce sen boşsun»; «Sen yaradılmazdan önce boşsun», «Ben seni küçük
çocuk iken boşadım», veya.«Ben seni
uyuduğum halde boşadım» dese hükümsüz olur ve talâk vâki olmaz. Fakat efendi
kölesine «Ben satın almazdan önce sen hürsün» veya «Dünkü gün sen hürsün» dese,
halbuki köleyi o konuştuğu gün satın almış olsa, köle âzâd edilmiş olur. Çünkü
mâlik olmazdan önce kölenin hürriyetini ikrar etmiştir. Görülmez mi ki, bir
kimse başkasının kölesi için «Bunu efendisi âzâd eyledi.» deyip ondan sonra
satın alsa, o kimse hesabına âzâd edilmiş olur. Nitekim sebebini yukarıda
zikrettik. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir. Eğer dünkü günden önce nikâh etti
ise «Dünkü gün sen boşsun», demekle, o anda talâk vâki olur. Çünkü talâka
aykırı olan duruma isnâd etmemiştir. Ve kendisinin yahûd başkasının talâkından
haber verme suretiyle tashihi de mümkün olmaz. Çünkü bunların ikisi de yoktur.
İmdi inşâ mü-teayyin olup o an talâk vâki olur.
Erkek kan.sına; «Sen,
benim ölümümden iki ay önce veya iki aydan daha çok öncede boşsun.» dese ve iki
ay geçmezden önce ölse, şart bulunmadığı için, boşanmış olmaz. Eğer o iki ay
geçtikden sonra ölse, şart bulunduğu için boşanmış olur. Amma kadına miras
yoktur. Çünkü iddet iki ayda üç hayzla bitmiştir. Câmiu'l-Kebîr şerhi «Tahrîr»
de böy-* le zikredilmiştir.
Eğer erkek, karışma;
«Ben seni boşamadıkça sen boşsun» veya «Ben seni ne zaman boşamazsam, o vakit
boşsun» dese veya «Her ne zaman ki ben seni boşamazsam boşsun.» dedikden sonra
sussa, kadın boşanmış olur. Çünkü adam talâkı boşamakdân hâlî olan zamana izafe
etmiştir. talâk da sustuğu vakitte bulunmuştur. Çünkü .«Her ne zaman» ma'nâ-sına
gelen (meta) lâfzı, zaman zarflarından olduğu için vakitte açıktır. Keza (mâ)
lâfzı da vakitte kullanılır.
«Eğer ben seni
boşamadım ise sen boşsun» dese, susmasiyle kadın boşanmış olmaz, belki nikâh
devam eder. Hattâ ikisinden biri, boşamaz-dan Önce, ölünceye kadar nikâh devanı
eder. Talâk ölümden az önce vâki olur. Çünkü şart o vakitte gerçekleşmiş olur.
«izâ, izâmâ» lâfızları
İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, niyetsiz «in» lâfzı gibidir ve İmâmeyn' (Rh.
Aleyhimâ) e göre, «meta» lâfzı gibidir. Onların hükümleri yukarıda zikredildi.
Hattâ «Ben seni boşamazsam, boşsun» veya «Ben seni boşamadığım zaman boşsun.»
dese, İmâm A'zam* (Rh.A.) a göre, hayâtın son cüzünde kadın boşanmış olur.
îmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre «meta» gibidir. Yâni sükûtu mahallinde talâk vâki
olur. Eğer erkek vakte veya şarta niyet etse, niyeti gibi vâki olur. Çünkü
lâfzın ikisinden her birine ihtimâli vardır.
Erkeğin «Sen boşsun,
ben seni boşamadıkça sen boşsun» sözünde,
sonuncu- defada dediği «Sen boşsun» sözü ile boşanmış olur. Bunun ma1-naşı,
şayet erkek bu sözü mevsûlen dediyse olur. Kıyâs şudur ki: Eğer kadın ile cinsî
münâsebette bulunmuş ise iki talâk vâki olmalıdır. Bu, İmâm Züfer' (Rh'.A.) in
sözüdür. Çünkü erkek, talâkı boşamakdan hâlî bir zamana izafe etmiştir. Halbuki
az da olsa bu zaman mevcûddur. O da, talâkla meşgul olduğu zamandır.
İstihsânın vechi şudur
ki-, yemininde durma zamanı yemine dâhil değildir. Halbuki maksûdun bih odur.
Onun tahkiki mümkün olmaz. Ancak yemînden o miktarı çıkarmakla olur. Hilafın
aslı, elbiseyi giymiş iken «Ben elbiseyi giymem.» diye yemin eden kimsede
görülür. Bunun benzerinin açıklaması inşâallah yakında gelecektir.
Erkek karısına «Seninle
evlendiğim gün boşsun.» der de, o kadını gece nikâh ederse, yeminini bozmuş
olur. Emir bü.-yed (emrin elinde olsun sözü) bunun aksinedir.
Malûmun olsun kî; «yevm
(gün)» lâfzı sürekli bir işe bitişik olsa, onunla gündüz (nehâr) murâd edilir.
Eğer sürekU olmayana bitişik (yakın) olursa, mutlak vakit murâd edilir. Çünkü
zaman zarfı, şayet (il = de) lâfzı olmadan bir fiile bağlı olsa, onun için ölçü
(mi'yâr) olun Meselâ,'«Ben yılı oruç tuttum» sözü gibi. «Ben yüm içinde oruç
tuttum.» sözü bunun aksinedir. Şayet emr bi'l~yed gibi, fiil sürekli olsa, ölçü
de sürekli olur. Şu halde gün ile gündüz murâd edilir. Şayet fiil sürekli
olmasa, talâkm yukûu gibi ölçüde sürekli olmaz. Şu halde gün ile mutlak vakit
murâd edilir. Bunun tam araştırması Telvîh'de-dir. Biz onu Telvîh haşiyelerinde
açıkladık.
«Sen efendinin âzâd
etmesiyle beraber iki kere boşsun» dese, efendi de âzâd etse, onun için ric'at
yardır. Yâni bir adam başkasının câri-yesiyle evlenip ona bu sözü söylese,
sahibi de âzâd etse, o câriye iki talâk ile boşanmış olur. Zahir olan, o kocanın
ric'ate mâlik olmamasıdır. Çünkü câriye hakkında iki talâk, üç talâk gibidir.
Lâkin o koca ric'ate mâlik olur. Çünkü sahibinin âzâd etmesi boşamak için
şarttır. «Beraber» lâfzı ona aykırı değildir. Çünkü «beraber» lâfzı «sonra»
ma'-nâsında kullanılır. Meselâ, Allah Teâlâ' (C.C.) nm:
«Demek ki zorlukla beraber (yâni sonra) bir
kolaylık var-» kavli şerifinde olduğu gibi. Binâenaleyh, âzâd etmek,
talâkdan önce olur. Talâk vâki oldukda câriye hür bulunur. Talâkın tamâmı İki
olmaz, belki diğer hür kadınlar gibi üç olur. İmdi o erkek iki talâkdan sonra
ric'a-te mâlik olur. Eğer mezkûr mes'elede cariyenin âzâdı ve iki defa
boşanması yarının gelmesine bağlanırsa, yâni efendi cariyesine, «Yarınki gün
geldikde sen hürsün» dese, ve kocası; «Yarınki gün geldikde, sen iki talâk ile
boşsun.)) dese, yarınki gün gelince o koca için ric'at hakkı yoktur. Çünkü
talâkın vükûu cariyenin âzâd edilmesinin v-ukûu ile beraberdir. O câriye için
iki talâk vâki olur. Câriye olması bakımından ko-, cası için ric'at yoktur.
Fakat birinci mes'ele bunun aksinedir. Çünkü bilirsin ki o anda âzâd etme, rütbe
bakımından Öncedir, tmâm Muham-med' (Rh.A.) e göre, koca ric'ate mâlik olur.
Çünkü âzâd etme aslî duruma geri dönme olduğu için vukuu daha çabuktur. Bu ise
müstahsen (güzel) bir iştir. Boşamak âzâd etmenin aksinedir. Çünkü boşamak
(talâk), mubahların en sevilmeyenidir. Belki o câriye, bi'1-ittifâk ihtiyat
için, hür kadın gibi iddet çeker.
Kocanın karısına «Ben
senden bâînim» demesiyle kadın boşanmış olur. Veya koca karısına, talâka niyetle
«Ben sana haramım» demesiyle bâîn talâk ile boşanmış olur. «Ben senden boşum»
demesiyle, gerek talâka niyet etsin ve gerekse etmesin kadın boşanmış olmaz.
Çünkü talâk, kaydi izâle içindir. Halbuki kayd kadındadır, kocada değildir. Eğer
mülkü izâle için olsa mülk kadının üzerindedir. Çünkü kadın kocanın memlûkesidir
ve koca mâliktir. Kocanın «Ben senden boşum.» demesi hükümsüz olur. tbâne bunun
aksinedir. Çünkü ibâne vuslatı izâle içindir. Vuslat ise koca ile kan arasında
müşterektir, Tahrîm de ibâne gibi hılâf üzeredir. Çünkü tahrîm helâlliği yok
etmek içindir. Bu da ibâne gibi karı - koca arasında müşterektir. Şu halde ibâne
ile tahrîmin koca ile kanya izafesi sahîh olur. Fakat talâkın izafesi ancak
kadına sahîh olur. Vikâye'deki: «Karı - kocadan biri diğerinin bütününe veya.
bir cüz'üne mâlik oldukdan sonra boşama yoktur.» sözünü zikretmemesine sebeb,
talâkın îkâ'ı babından önce zikredilen; «Karı - kocadan biri diğerine mâlik
olursa nikâh bâtıl olur» sözüyle yetinildiği içindir. Çünkü nikâh Ipâtil olunca
vukua ihtimâl kalmaz. Yâni Vikâye'nin «Kan - kocadan biri diğerine mâlik veya
bir parçasına mâlik oldukdan sonra talâk vâki olmaz.» sözünü burada
zikretmemesine sebeb, bâîn talâkın îkâ'ın-dan önce, «Kan - kocadan biri diğerine
mâlik, olsa nikâh bâtıl olur.» sözü ile yetinildiği içindir. Çünkü nikâh bâtıl
olunca, vukua ihtimal kalmaz.
Kocanın karısına,
parmağının içine işaretle;, sen şöyle boşsun, dese; dikili parmakların sayısınca boş düşer. Parmaklann
sırtına İşaretle söylerse yumulan parmakların sayısınca boş düşer. Zira açık
parmakla işaret ederse, âdeten avucun -içi. nıuhâtab tarafında olur ve açık
parmakların sayısına itibâr olunur. Parmağı yumarsa, avuç içi, eli yumanın
tarafına bakar ve ora halkının örflerine göre yumulan parmakların sayısına
itibâr olunur.
Koca hür olan karısına
«Sen taliksin, bâinsin.»; «En şiddetli talâk ile boşsun» veya «Talâkın en fahişi
ile veya en kötüsü ile veya şeytânın talâkı ile veya bid'at talâkı ile veya dağ
gibi talâk ile veya bin gibi talâk ile veya ev dolusu talâk ile veya şiddetli
boşamakla veya uzun talâk ile ve geniş ile boşsun» dese, üç talâka niyetsiz bir
talâk-ı bâin. vâki olur. — Bu «üç talâka niyetsiz sözü, hiç adet niyet etmediği
yâhûd bir veya ikiyi niyet ettiği suretlere şâmildir: Bu hür kadın hakkındadır.
Fakat cariyede ikiye niyet üç menzüesindedir. Daha önce defalarca geçtiği için,
musannif bunu tekrar zikretmemiştir.— İmdi bu zikredilen sözlerin hepsinde hür
kadında bir bâiıı t^lâk vâki olur. Yâni koca talâkı ziyâdeden veya şiddetten bir
çeşitle nitelese, bâîn talâk vâki olur. Çünkü koca talâkı muhtemel olduğu şey
ile nitelemiştir. Bu nitelik iki muhtemelin birini ta'yîn içindir.
Üçe niyet etmekle üç
talâk vâki olur. Daha önce geçtiği gibi; üç cinsin tamâmıdır. Lâfız ona
ihtimâllidir. İmdi niyet ile üçe yorumlanır.
Koca mevtûası (cima
etmediği nikâhlısına) olmayan nikâhlısına «Sen üç talâk ile boşsun.» dese, üç
talâk vâki olur. Hasan Basrİ (R.A.); «Şayet koca cinsî münasebette bulunmadığı
karısına «Sen üç talâk ile boşsun» dese, bir talâk vâki olur. Şayet «Ben senin
üzerine üç boşama vâki kıldım.» dese, üç boşama vâki olur» demiştir. Çünkü
kocanın «Sen boşsun» sözü ile kadın .iddete hâfcet kalmaksızın boş. olur ve üç
sözü kadın yabancı oldukdan sonra söylenmiştir. Nitekim atfla söylemiş olsa
hüküm yine böyledir. Kocanın «Ben senin üzerine üç boşama vâki kıldım» demesi,
bunun aksinedir. Bizim delilimiz şudur: Ne zaman aded zikredi-llrse talâkın
vukuu adcd ile olur. Yakında açıklaması gelecektir. Atf böyle değildir. Bu ibare
Kenz'in ve Vikâye'nin ibaresinden daha güzeldir. Çünkü onda Kenz ve Vikâye'nin
aksine mezkûr hilafa işaret vardır. Nitekim onlara bakıp inceleyen kimseye bu
gizli değildir, îmdi gerisini sen düşün!
Eğer koca, cima
edilmemiş kadın için talâkı ayrı söylerse, meselâ: «Sen, bir defa ve bir defa
boşsun.», «Sen boşsun, boşsun.» veya «Sen boşsun» sen boşsun» demekle ayırsa,
iddete hacet olmaksızın birinci talâk üe bâin olur. Çünkü kadın henüz cima
olunmamıştır. Mahal bulunmadığı için ikinci talâk vâki olmaz. Talâk bitişik
olduğu sayı Oe yâkİ olur, talâk sözü ile
vâki olmaz. Yani koca «Sen bir defa boşsun.» dese, talâk bir lâfzı ile vâki
olur, yoksa (»Sen boşsun» lâfzı ile vâki olmaz. Çünkü sözün başlangıcı sayı
zikrine bağlıdır. Sayı zikrinden önce hüküm ifâde etmez. Nitekim usûlde
anlatılmıştır.
Eğer koca «Sen boşsun.»
dedikde, sayı zikretmezden önce kadın ölse, kocanın «sen boşsun» sözü hükümsüz
olur. Talâk vâki olmaz. Musannifin, ölümü kadının ölümü ile kayd etmesine sebep
şudur: Çünkü sayı zikrinden önce kocanın ölümü ile bir talâk vâki olur. Çünkü
koca kadın öldüğü surette talâk lâfzını sayıya eklemiş ve sayı zikri kadının
ölümünden sonra hâsıl olmuştur. Kocanın ölümünde ise; talâk lâfzı söylenmiş, ona
aded eklenmemiş, sadece «Sen boşsun» sözü kalmıştır. Bu söz, talâk vâki olmak
için bizzat amel eder. Görülmüyor mu ki: Koca karısına «Sen boşsun» deyip
bununla (üç) demek istese ve (üç) lâfzını zikretmezden önce bir kimse onun
ağzını tutsa ve talâkın zikrinden sonra bir şey söyleyemese bir talâk vâki
olur. Çünkü talâkın vukuu kocanın lâfzı iledir. Yoksa kasdı ile değildir.
Mi'râcu'd-Dirâye'de böyle zikredilmiştir.
Kocanın cima etmediği
karışma «Sen bir ve bir (defa) boşsun»; «Sen birden önce bir (defa) boşsun.»
veya «Sen birden sonra bir (defa) boşsun» demesiyle bir talâk vâki olur.
«Sen bir ve .bir (defa)
boşsun», sözü ile bir talâk olmasının sebebi açıktır. Geri kalanlarına gelince:
Birinci talâk onlarda öncelikle vasfe-dildiği içindir. Çünkü o talâk vâki
olunca, ikinciye mahal kalmaz.
Kocanın karısına «Sen
birden önce bir (defa) boşsun»; «Sen birden sonra bir (defa) boşsun», «Sen bir
ile beraber bir (defa) boşsun», «Sen bir ile beraber bir (defa) boşsun*
demesiyle iki talâk vâki olur. Birincide iki talâk olmasının sebebi şudur:
Öncelik kinaye harfine bitişik olduğu için ikinci bîrin sıfatıdır. Bu da; o
talâkın îkâı'nın geçmişte yapıldığım ve "birinci talâkın da şimdi vuku
bulduğunu gerektirir. Lâkin geçmişde yapmak şimdi yapmakla olur. Binâenaleyh
ikisi de beraberce vâki olurlar. İkinci sebeb ise; sonralık birinci bir talâkın
sıfatı olduğu için bir talâkın'îkâ'ı şimdi; diğerinin îkâ'ı bundan Önce olması
gerekir. Binâenaleyh ikisi beraber olurlar.
Üçüncü ve dördüncüye
gelince: «maû» lâfzı beraber ma'nâsma olduğu içindir.
Koca karısına «Eğer eve
girersen sen bir talâk ile ve bir ile boşsun» dese, eğer kadın eve girerse bir
talâk vâki olur. Çünkü şarta bağlı olan söz şart zamauında söylenmiş gibidir.
Şartsız söylenmiş olsa bir talâk vâki
olur. Çünkü ikinci ile üçüncü için mahal kalmaz. Burada da onun gibidir.
Eğer koca şartı te'hîr
ederse, iki talâk vâki olur. Yani koca cima edilmeyen karısına «Eğer eve
girersen sen boşsun ve boşsun» dese, iki talâk vâki olur. Çünkü iki cüz şarta
bir defada bağlanmışlardır. İmdi İki talâk vâki olur. Cima edilmiş kadında
zikredilen kelimelerin hepsinde iki talâk vâki olur. Çünkü iddet mevcûd olmakla
nikâhın eseri bakî kalmıştır. Bu ibarenin yeri burasıdır. Yikâye'de ibare yerini
bulmamıştır.
İki veya üç karısı olan
bir erkek «Benim karım boştur.» dese, birisi boşanmış olur. O adam için ta'yîn
etme muhayyerliği vardır. Sahih söz budur.
«Sahîh söz budur» demekle o kadınların her biri için talâk vardır, denilen
sözden sakmılrmştır. Sahîh söz birinci sözdür. Bunu Zey-laî (Rh.A.) «Bâbu'1-îlâ»
in sonunda zikretmiştir.
Bir kimse kansmı ciınâ
etmeden Önce üç talâkla boşasa, üç talâk (talâk-ı selâse) vâki olur. Çünkü
kocanın «sen üç (talâk) boşsun» sözü, mahzûf masdan söylemektir. Sözün takdiri
«Üç talâka demektir. Şu halde üç talâk topdan vâki olur. Kocanın «Sen boşsun»
sözü yalnız basma îkâ' değildir. El-thtiyâr'da da böyle zikredilmiştir.
Denilemez ki; nass,
medhûlün bihâ (cima edilen hakkında) vâ-riddir. Şöyle ki: Allah Teâlâ (C.C.):
«Kadın ondan başka bir ere nikahlanıp varıncaya
kadar...» buyurmuştur.
Çünkü biz buna şöyle
cevap veririz: Usûlde takarrür etmiştir ki, itibâr lâfzın umûmîliğinedir,
sebebin özelliğine değildir. Nass-ı kerîmde ilk kocanın cima ettiğine delâlet
yoktur.
Koca, dört karısına
«Sizin aranızda bir boşama vardır.» dese, her biri bir talâk ile boşanmış olur.
Keza, dört karısına «Sizin aranızda iki boşama vardır.», «Üç boşama vardır.»
veya «Dört boşama vardır» dese, her biri bir talâkla boşanmış olur. Ancak o koca
onların arasında her sözü taksime niyet etmiş ise, o zaman her bir kadına üç
talâk vâki olur.
Eğer koca karılarına «Sizin
aranızda beş boşama vardır.» dese, her
biri için iki talâk vâki olur. Sekiz boşamaya varıncaya kadar böylece iki talâk
vâki olur. Eğer koca sekizden fazla söylerse her biri üçer talâk ile boşanmış
olur. Hâniye'de böyle zikredilmiştir.
Kinaye, Usûl Ulemâsına
göre, muradı gizli olan şeydir. O
gizlilik gerek hakikaten, gerekse mecazen olsun. Kinaye, burada talâk içir
konulmayıp talâka ve taîâkdân başkasına muhtemel olan sözdür. Bu-nurda talâk
vâki olmaz. Ancak niyet ile vâki olur. Ya da hâlin delaletiyle vâki olur. Çünkü
kinaye, talâk için konulmayan söz olup, talâka ve *alâkdan başkasına muhtemel
olunca niyet veya delâletle ta'yin vâcib-ûir. Talâk hakkında konuşma hâli ve
öfke hâli gibi.
Bu, talâk için
konulmayan şey üç kısımdır. Musannif birinci kısmı:
«Ya yalnız kadının
talâkı sormasına cevâb için vâki olur» sözü İle zikretmiştir. Yani kadının
sözünü reci yâhud ona sövmek, sitem etmek için değildir, Karısına «Sen iddetini
say.» demesi gibi. Çünkü «iddetini say» lâfzı ile «Allah Teâlâ'nın nimetlerini
veya benim nimetlerimi say» demek ihtimâli murâd olabilir. Ya da «Nikâhdan
iddet doldur (i'tidâd eyle) » demek olur. Şayet nikâhdan i'tidâda niyet etti
ise, kapalılık ortadan kalkar. Bununla cimâdan sonra iktizâen talâk vâcib olur.
Sanki koca karısına «Ben seni boşadım veya sen boşsun onun için iddetini say»
demiş gibi olur. Cimâdan önce bu söz boşamakdan istiare edilmiştir. Çünkü
filcümle yâni kısmen sebebidir. Velev ki burada sebeb olmasın. Sebeb hükme
muhtas olursa, hükmü sebeb için istiare etmek caiz olur. Nitekim usûlde
anlatılmıştır.
Karısına «Sen rahmini
istibrâ eyle.» demesi de bu nevidendir. Bununla talâk vâki olmaz. Zira istibrâ
i'tidâd (iddet beklemek) ma'nâsma kullanılır. Çünkü istibrâ iddet ile.maksûd
olan şeyin açıklamasıdır. İmdi istibrâ i'tidâd menzilesinde olmuştur. Bu
istibrâ kadının rahminde çocuk yokken
boşamak için de muhtemeldir. Yani, «Seni boşamam için sen rahminde bir şey
var.mı, yok mu, bil!» demiş olur.
Şu da bu nevidendir:
Karısına, «Sen bir tanesin» dese, yani «sen kavminin içinde bir tanesin-veya
benim yanımda birsin. Benim için senin ile beraber başkası yoktur» dese, talâk
vâki olmaz. Ancak niyet ile veya hâlin delâleti ile olur. Bu «Sen birsin» lâfzı
hazfedilmiş masdann sıfatı olmaya da muhtemel olur. Yani sen bir talâkla boşsun,
demek olur.
Ârrime-i Meşâyihe göre,
vâhid kelimesinin i'râbma bakılmaz. Çür kü Arapların avam tabakası îrâbın
vechlerini ayırd etmezler. Niyet ile mübhemlik zail olunca sarîh üzere delâlet
olur. Mucebi ile amel etmiş olmaz. Sarîh sözün arkasından ric'î talâk gelir.
Burada talâk sorusuna cevâb olmak ihtimâli de vardır, red ve sebeb ihtimâli
yoktur.
Şu da bu nevidendir:
Karısına «Emrin senin elindedir» dese, niyetsiz talâk vâki olmaz. Yani işin
senin elindedir ma'nâsmdadır. Nitekim
Allah Teâlâ' (C.C.) nm
«Fir'avn'ın emri (işi)
hiç de salahiyetli ve dürüst değildi.»
kavl-i şerifinde emr (iş, amel) bu ma'nâyadır. «Emrin elindedir» sözü, boşamak
hususunda da söylenmiş olabilir. Nitekim ileride gelecektir.
Şu da bu nevidendir.
Karışma, «Nefsini seç» dese; «Sen nefsini ni-kâhdan ayırmakla seç» demektir. Bu
iki lâfız, red ve sövmeye uygun olmazlar. Binâenaleyh, talâk isteğine cevâb
olurlar. Bu lâfızların, hangi dilden olursa olsun müteradifleri de, ayni
hükümdedir. Son iki lâfızda, yani «Nefsini seç» ve «Sen nefs*ini nikâhdan
ayrılmakla seç» lâfızlarında kadın kendisini boşamadıkça,. boşanmış olmaz. Bu
babı ta'kîb eden bâbda açıklaması gelecektir.
. Musannif kinaye
lâfızların ikinci kısmını «Ya kadının talâkı istemesine hem cevâb hem red için
uygun olur» sözü ile zikretmiştir. «Çık!» lâfzı gibi ki, «Benim yanımdan çık,
çünkü ben seni boşadım» demektir. Ya da «Benim yanımdan çık ve talâk isteme»
elemektir. Keza «Benim" yanımdan git ve benim yanımdan kalk.» kelimeleri de
böyledir.
«Peçelen!» sözüne
gelince: Bu lâfız ya (kına) dan alınmadır ki, başörtüsü ma'nâsmadır. Yani
«Kendini örtü ile ört, çünkü ben seni boşadım.» dem&.olur. Ya da (kanâat)
dandır. «Allah'ın sana benim tarafımdan verdiği* rızıka kanâat et, talâk
isteme.» demektir.
Keza; «Başını ört ve
örtün!» kelimeleri de böyledir.
Ugrubî lâfzı ise
(gurbet) tendir. Yâni «Gurbeti seç, çünkü ben seni bo§adım.« demektir. Ya da
«Var git aileni ziyaret et.» demektir. Bazı âlimler demiştir ki: Bu kelime
u'zubîdir. Bu lâfz, ya uzûbettendir ki kocadan ayrı bekâr olmak veya uzaklaşmak
ma'nâsına gelir. Yani, «Sen bekârlığı seç veya benden uzak ol. Çünkü ben seni
boşadım.» demektir. Ya da «Aileni ziyaret için benden uzak ol ye talâk isteme.»
demektir.
«Evlen, kendine zevç
ara!» sözleri de böyledir.
«Var git ailene katıl!»
demek lâfzı gibi. Yani «Var git ehline katıl. Çünkü ben seni boşadım!»
demektir. Veya «Sen var git ehline (ailene) katıl, çünkü ben sana izin verdim,
talâk isteme!» demektir.
. «İpin gâribindedir.»
demek gibi. (Gârib) devenin hörgücü ile boynu arasına derler. Yani «Senin ipin
boynundadır!» demektir. Yani «Var dilediğin yere git, çünkü ben seni boşadım!»
veya «Talâkı istememek için dilediğin yere git.»; «İpin gârlbindedir!» lâfzının
ma'nâsında (sa^ lıverdim) ma'nâsi vardır. Bu bakamdan musannif bu lâfzı' ayrıca
zik-retmemiştir.
. Karısına, «Senin
üzerine bana yol yoktur ve seninle benim aramda nikâh yoktur. Ve benim senin
üzerinde mülküm yoktur.» demek gibi. Bu lâfızların talâka ihtimâli açıktır.
Amma redd-i cevâb ihtimâli, bunlardan her birinde nikâh için inkâr olmakla talâk
vâki olmaz.-Belki yalan olur. Yakında açıklaması gelecektir. İmdi en olumlu
şekilde redde hamletmek vâcib olur. Hangi dilde olursa olsun, bu zikredilen
lâfızların eşanlamlılarında hüküm, zikredilen lâfızların hükmü gibidir.
Musannif, kinaye
lâfızların üçüncü kısmını «Yâhûd kadının talâkı istemesine cevâb ve sövmek için
uygun olur.» sözü ile zikretmiştir.
Hâliyye, beriyye,
bedle, bette ve bâin sözleri gibi. Hâliyye, boş; be-rlyye, beri; bedle, bette,
bâin ayrılmış ma'nâlarına gelirler. «Senden ayırdım.» lâfzı da bu ma'nâdadır.
Bunun için, onu ayrıca zikretmemiş-tir. «Haram» lâfzı gibi ki, «Sen haramsın!»
demektir. Bu lâfızların talâka ihtimâli besbellidir.
Sövmek (şetm)
ihtimâline gelince; kocanın karısına «hâliyye» lâfzı ile «Sen hayırdan
uzaksın.», «Sende haya yoktur» veya «Sen tâatlar ve iyi huylardan berisin»
demeyi murâd etmesi caizdir. Bedle, bette; bâin lâfızlarının hepsi ayrılmış
ma'nâsmadır. Yani «Sen her doğru yolda olmakdan ve güzel ahlâkdan ayrılmışsın
(kesilmişsin)» veya, «Ben seni ayrılma
şekilleriyle ayırdım, senin ile sohbet ve beraberlik (dostluk) haramdır.»
demeyi murâd etmesi caiz olduğu içindir.
Sonra; haller de üç
kısımdır. Birincisi, rızâ hâli, ikincisi müzâkere-i talâk hâlidir. Bu ya kadın
talâkını istemekle yâhûd yabancı birinin o kadım boşamasını istemekle olur.
Üçüncüsü de öfke hâlidir.
İmdi, rızâ hâlinde bu
lâfızlardan birinden bir şey ile talâk vâki olmaz. Ancak ihtimâlden dolayı
talâka niyet ile vâki olur. Niyetin yokluğunda söz, yemini ile kocanındır.
Talâkı müzâkere hâlinde, kadının talâkı istemesinden, cevâb ve red için
elverişli olan ikinci kısımda niyetle talâk vâki olur. Çünkü talâkı konuşma
hâli, cevâb ve reddi muhtemel olunca, niyetsiz en aşağısı sabit olur. O da
reddir. Çünkü red, olanı olduğu şey üzere bırakmaktır. Niyet bulununca, cevâb
belli olur. Geri kalan iki şeyde, — ki bunlar kadının talâkı istemesine cevâb
olan birinci kısım ile, cevâb ve sövmek için uygun olan üçüncü kısımdır.—
niyetsiz talâk vâki olur. Birinci kısımda sebeb şudur: Çünkü hâl, cevâb hâlidir
ve hâlin delaletiyle ceyâba hamledilir ve talâk vâki olmuştur; Üçüncü kısım da
böyledir. Çünkü hâl; sövmek için uygun değildir. Binâenaleyh cevâb ma'nâsına
teayyün eder, (belli olur). Öfke hâlinde talâk yalnız cevâba elverişli olan
kinayelerle niyetsiz olarak vâki olur. Çünkü hâl, üzerine öfkenin delâlet ettiği
talâk için uygun olur. Red ve sövme için uygun olmaz. Geri kalan ikisi ile öfke
hâlinde talâk vâki olur. Geri kalan ikisi, cevâb ve red için uygun olan ikinci
kısım ile cevâb ve sövme için uygun olan üçüncü kısımdır.
Niyet ile talâk vâki
olur. Çünkü Öfke hâli cevâba ve cevâbdan başkasına muhtemel olunca, cevâbı
tercih ettirecek bir şeye yani niyete muhtaç olur.
tik üçü ile yani
«İddetini doldur!», «Rahmini temizle!» ve «Sen birsin!» lâfızları ile kadın bir
ric'î talâk ile boşanmış olur. «İddetini doldur!» lâfzında bir ric'î talâk ile
boşanmış olmasına sebeb; işin gerçeği hesâb ile olduğu içindir. «İddetini
doldur!» lâfzı ile «Allah Teâlâ' (C.C.) nın ni'metlerini veya benim senin
üzerine olan ni'metlerimi sayıp dök veya nikâhdan iddetini say» ma'nâlarına da
ihtimâli vardır.
Şayet sonuncuyu, yâni
«Nikâhdan iddetini say (ftidâd eyle).» ma'nâsım niyet etti ise, kapalılık
ortadan kalkar. Bununla cimâdan sonra iktizâen talâk vâki olur. Sanki koca
karısına «Sen boşsun, iddetini bekle.» demiş gibi olur. Cimâdan, önce talâkdan
i'tidâd müstaar (ödünç alınmış) kılınmıştır. Çünkü talâk i'tidâdm sebebidir.
Şayet hüküm sebebe has olsa, hükmün sebeb için ödünç alınması caiz olur.
Nitekim Usûlde böyle anlatılmıştır. Talâk, ardından geri dönmeyi (ric'atı)
getirir, İstibrâ ise iddet beklemek ma'nâsına gelir.
Çünkü i d de t ten ınaksad olan
şeyi açıklamaktır. Binâenaleyh bu İstibrâ, iddeti doldurma (i'tidâd)
menzilesinde olmuştur. Bu istibrâ kadını rahminde çocuk olmadığını bilerek
boşamak için de olabilir. Yâni «Seni boşamam için rahminin boş olduğunu bil!»
demiş gibi olur.-
«Sen birsin!» sözüne
gelince, bu lâfız şu ma'nâlara muhtemel olur: «Sen kavminin yanında biriciksin!»
veya «Benim yanımda teksin. Benim için seninle beraber başkası yoktur.» İşte
bunlara benzer sözler demek istemiş olabilir.
Bu «Sen birsin!» lâfzı,
mahzûf masdarın sıfatı da olabilir. Yâni «Sen bîjr talâk ile boşsun!» demek
olur. Daha önce geçti ki Âmme-i Meşâyihe göre, bir i'râba itibâr yoktur. Çünkü
Arapların avam tabakası i'râbm vechlerini ayırd edemezler. Niyet ile kapalılık
ortadan kalkınca, açık ve besbelli olan üzerine delâlet olur. O delâletin
gereği İle amel edici olmaz. Açık ve besbelli olan sözün ardından ric'at gelir.
Bu üç lâfızda, üç
talâka niyet sahîh olmaz. Çünkü «Sen boşsun!» sozü,« İddetini say, rahmini
istibrâ et!» sözlerinde iktizâ en sabittir. «Sen.birsin!» sözünde ise muzmar
(zamiri!) dır. Eğer «Sen boşsun!» sözü açıklanmış olsa, onunla ancak bir talâk
vâki olur. Bu lâfızlarda muktezâ veya muzmar olunca ancak bir talâk vâki olması
evleviyyette kalır. Eğer, masdar «Sen birsin» sözünde zamiri i olunca onda üçe
niyet sahîh olmak vâcib olur, denilirse; cevâbında biz deriz ki: Vahide (bir)
diye nassan beyânda bulunmak üçü niyete aykırı olur. Kâîî'de ööyle
zikredilmiştir.
Sair kinaye lâfızları
ile bîr bâin talâk vâki olur. Velev ki koca ikiye niyet etmiş olsun, Bâin
olmasının sebebine gelince; çünkü hainlik valnız talâkdan kinaye olmayıp belki
bâin olarak talâkân kinayedir.
İkiyi kasdetmenin
mümkin olmamasına gelince; Usûlde anlatılan se-bebdir ki, talâk lâfzı masdardır,
«ırf sayıya muhtemel olmaz.
Kinaye lâfızlardan bu
üç lâfızdan başkasmda üç talâka niyet sahîh olur. Ancak «Seç!» lâfzında üçe
niyet sahîh olmaz. Bunun açıklaması, bu babı izleyen bâbda gelecektir ki seçmek
muhtelif olmaz. Bu istisna mutlaka lâzımdır. Kenz'de istisna yapılmamıştır.
Koca karısına üç kere
«İddetini bekle!» dese ve birinci ile talâka niyet ettiğini söyleyip, geri
kalanlarla hayzi kasdettiğini söylese, kazaen tasdik edilir. Çünkü sözünün
hakikatim niyet etmiştir. Eğer geri kalan ile bir şeye niyet etmediğini
söylerse, üç talâk vâki olur. Çünkü birinci ile talâka niyet edince, talâkı
müzâkere hâli olmuştur. Şu halde, geri kalan ikisinin talâk için olduğu
bellidir. Niyetim yoktu, derce-sinde tasdik edilmez.
Şu da kinaye
lâfızlardandır: Karısına «Sen1 benim kanm değilsin!» keza «Ben senin kocan
değilim!» demesi, eğer koca talâka, niyet etti ise bâin talâktır. İmâmeyıı (Rh.
Aleyhimâ): «Kocanın bu sözleri ile . talâk çlmaz. Çünkü bu söz, nikâhı inkâr
etmektir. Halbuki nikâhı inkâr etmek talâk oJmaz. Belki karı - kocalık hâli
bilinmekle yalan olur. Şu halde, sanki kocanın karısına «Ben senin ile
evlenmedim» demesi gibi olur. Veya kocaya, «Senin karın var mıdır?') diye
soruldukda, kocanın «Yoktur!» deyip de talâkı niyet etmesi gibi olur. Bu söz
ile talâka niyet etse de vâki olmaz. Burada da böyledir.» demişlerdir. İmâm
AJ-zam' (RhA.) in delili şudur: Bu lâfızlar hem kocanın nikâhı inkârı için
elverişli hem de, talâkı inşâ için elverişlidir. Görülmez mi ki; koca karısı
İçin; «O benim kanm değildir. Çünkü ben onu boşadım!» demesi caiz olur. Nitekim
koca karısı için «O benim karım değildir, çünkü ben onunla evlenmedim!» demesi
caiz olduğu gibi.
Şayet koca bununla
talâka niyet etse, lâfzın muhtemeline niyet etmiş olurl İmdi niyet sahih olur.
Nitekim karısına «Senin ile benîm aramda nikâh yoktur» dese, niyet sahih olduğu
gibi.
Koca karısını bir talâk
ile boşasa, peşi sıra «O talâkı üç yaptım» dese, o talâk üç olur. İmâmeyn (Rh.
Aleyhimâ): «Bu talâk ancak bir olur, çünkü birin üç olması düşünülemez.»
demişlerdir. İmâm A'zam'
(Rh.A.) m delili şudur: Bire iki eklenmesiyle üç
olur. İmdi kocanın sözünü doğrulamak için buna yorumlanır.
Koca karısını ric'iyyen
boşayıp o kûea, ric'atten önce «O talâkı bâin kıldım» dese, tic'î bâin olur.
İmânı Muhammed (Rh.A.), «Bâin olmaz. Çünkü koca meşru olanı değiştirmeyi
kasdetmiştir. O değiştirme ric'atin sübûtundan sonra ric'at velayetini ibtâldir.
Şu halde hükümsüz olur.» elemiştir. îmânı A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) un
delilleri şudur: Koca ilkin ayrılmak vasfı ile boşamaya mâliktir. Çünkü o
niteliğe ihtiyâç vardır. Şu halde bu niteliği talâka katmak, kocanın tasarrufunu
doğrulamak ve gayesini elde^etmek için sahîh olur.
Musannifin, ric'atten
önce demesinin sebebi; Muhît'te «Bu ric'atten önce ise» denildiği içindir.
Çünkü erkek, kadına müracaat etse, bundan sonra «Ben kadını bâine kıldım» dese,
ittifakla sahih olmaz. Çünkü o adam talâk işini ric'at ile ibtâl e( mistir. İmdi
bununla talâkı bâin yapmak imkânsız olur.
.
Sarîh sarihe katılır.
Yâni karısına, «Sen boşsun, sen boşsun!» veya «Sen boşsun ve boşsun!» dese, iki
talâk,ile boşanmış olur. Bu besbellidir.
Sarih bâine de katılır.
Yâni karısını talâk-ı bâinle boyadıktan sonra; «Sen boşsun!» dese, talâk vâki olur. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.).
«Kadının fidye
vermesinde ikisine de günâh yoktur.»
buyurmuştur. Bu âyet-i kerîmede anlatılmak istenen hurdur. Bundan son-ra Allah
Teâlâ (C.C.):
«Erkek, karısını
(üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın başka bir ere nikahlanıp varıncaya
kadar ona (birinci kocaya) helâl olmaz.»
buyurmuştur. Âyetteki «fe» vasi ile beraber ta'kibe delâlet eder. İmdi bu söz,
bâin talâk olan hul'dan sonra üçüncünün vukuuna
nass (delil) dır. Bu
konu Telvîh'de araştırılmıştır. Telvîh haşiyelerinde onu biz de açıkladık. Bu
konuyu araştırmak ve incelemek isteyen kimse o haşiyeye başvursun.
Bâin, sarihe (açık
olana) de katılır. Yâni koca cima edilmiş olan karısına, «Sen boşsun!» der de
sonra, «Sen bâinsin!» derse, bâin talâk vâki olur.
.
Bâin bâine katılmaz
(yâni eklenmez.) Ancak muallâk olursa o başka. Meselâ koca karısına, «Eve
girersen sen bâinsin» demekle bir şarta bağlar da, ondan sonra «Sen bâinsin»
derse, kadın iddet içinde eve girdiği takdirde boş olur. Bâinin açık olana
(sarihe) eklenmesi bellidir. Çünkü hükmî kayd iddetin kalmasiyle bakîdir. Bâfnin
bâinc eklenmemesinîn sebebi ise, kocanın ikinci bâini birinciden haber yapması
mümkün olduğu içindir. Halbuki o bu sözünde doğrudur. Kocanın onu inşâ yapmasına
hacet yoktur. Çünkü bu iktizâen zarurîdir. Hattâ koca «İkinci bâin ile
beynûnet-i galîza veya
hürraet-i galîza kasdettim» dese, itibâra alınması gerekir ve onunla hürmet-i
galîza sabit olur. Çünkü hürmet-i galîza, mahalde sabit değildir. Şu halde
kocanın onu sabitten ihbar kılması mümkün olmaz. Binâenaleyh zarûreten inşâ
yapılır. Bundan dolayıdır ki muallâk vâki olur. Nitekim anlatılmıştır. Çünkü
bunu haber yapmak mümkün değildir. Zira ta'lîk daha önce sa-hîh olmuştur. Şart
bulunduğunda kadın, talâka mahaldir. Şu halde talâk vâki olur. K£fî'de ve
başkasında böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: Kâfi'nin
ve başkasının «Ben bununla hürmet-i galî-zayı kasdettim demiş olsa... ilâhr»
sözleri, kesinlikle şu manâya delâlet eder: Şayet koca karısını ibâne etse,
ondan sonra iddet içinde sen $ç kez boşsun, dese, üç talâk vâki olur. Çünkü
hürmet-i galîza, mahalde sübûtu bulunmadığı için üç sözü söylenmeden yalnız
niyet ile sabit olursa, üç sözü açıklandığı vakitte sabit olması evleviyyette
kalır. Buna şu da delâlet eder: (Sarîh) bâine eklenir. Çünkü kocanın karısına
«Sen üç kez boşsun!» demesi, şüphesiz sarihtir. Kâlî'nin ve başkasının: «Sen üç
kere boşsun» sözlerinin ma'nâsı beynûnet-i gaüzayı ifâde eder. Çünkü bu söz
hürmet-i galîza ve tam ayrılığı ifâde eder. Kinayelerden alman beynûneti ifâde
etmez.
Koca karısını cima dan Önce üç
kez boşasa, üç talâk vâki olur. Çünkü kansına «Sen üç kez boşsun!» demesi,
mahzûf masdari söylemektir. Bunun takdiri «üç talâik» demektir. İmdi üç talâk
toptan vâki olur. Kocanın «Sen boşsun!» demesi, yalnız başına boşamak sayılmaz.
El-İh-tiyâr'da böyle zikredilmiştir. Ben derim ki: Bu mesele ile zahir olur ki;
Koca karısını cinsî ilişkiden önce üç kez boşasa, üç talâk vâki olmaz. Çünkü
âyet-i kerîme cima edilmiş kadın hakkında nazil olmuştur, diye El-Müşkilât'tan
nakledilen söz bâtıldır. Bu, Usûlde yerleşmiş olan kaideyi bilmemekten meydana
gelmiştir. Kaide şudur: Sebeb-i nüzulün husûsî olması; bize göre, mu'tetaer
değildir, tmâm Şafiî (Rh.A.) buna muhaliftir.
Kocası karısına
«Kendini boşa!», yâhûd «Emrin senin elindedirl», veya «Kendini ihtiyar eyle.»
dese, bu ikisi ile talâka niyet etse, dönmesi sahili olmaz —Musannifin «Bu ikisi
ile talâka niyet etse» lâfzım kayd etmesinin sebebi; çünkü bu son iki söz, yâni
«Enirin senin elindedir» ve «Kendini ihtiyar eyle» sözleri talâkın
kinâyelerindendir, niyet olmadan bunlarla amel etmezler. — Yâni koca karısını
azle mâlik olmaz. Çünkü bu sözler temlîkdir, tevkil değildir. Zira kadının
kendisi hakkında tevkil imkânsızdır. Teviîz kadının öğrendiği meclisle
kayıtlanmıştır. İmdi kadın kocanın sözünü işidirse, o işittiği meclis itibâra
alınır. Eğer kadın işitmedi ise, haber aldığı meclis itibâr olunur. Eğer o
meclişde kadın kendisini boşarsa sahîh olur. Eğer o meclisde kendisini
boşamaz-sa sahîh olmaz. Çünkü muhayyer olan kadın için, her ne kadar meclis
uzasa da, meclis muhayyerliği vardır. Bu Sahabe' (R. Anhüm) nin iq-mâı ile
sabittir. Bunun açıklaması yakında gelecektir.
Ancak, kocası «Kendini
boşa!» ve emsali sözler üzerine; «Ne zaman dilersen»; «Her ne zaman"dilersen»,
«Dilediğinde!» yâhûd «Dilediğin vakit» tâbirlerini ziyâde ederse, meclisle
mukayyed olmaz. Buradaki istisna musannifin; «Kadın öğrendiği meclisle
mukayyeddir.» sözünden İstisnadır. «Ne zaman dilersen», «Her-ne zaman dilersen»,
«Dilediğin vakit.» yâhûd «Her ne vakit dilersen» sözlerini «Kendini boşa!» ve
kardeşleri eklese; kadının öğrenmesi meclisine bağlanmış olmaz. «Ne zaman» ve
«Her ne zaman sözlerinin eklenmesiyle meclisin öğrenme ile kaydedilmemesine
sebeb şudur: Çünkü, «Ne zaman» ve «Her ne zaman» bütün vakitler içindir. Sanki
koca karısına, her ne vakitte dilersen boğa demiş gibi olur ve meclise münhasır
kalmaz. «Vakitte» ve «Her ne vakit») eklenmesiyle meclisin öğrenme İle mukayyed
olmamasına ise şudur: «Vakitte» ve «Her ne vakit»; İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e
göre «meta» ya eşittir. Fakat İmânı Â'zam' (Rh.A.) a göre; «Vakitte» ve «Her ne
vakit» zarf için kullanıldıkları gibi şart için de kullanılırlar. Lâkin iş
kadının eline geçmiştir. Şüphe ile elinden çıkmaz. Kocanın karısına, «Sen
ortağım boşa.» veya bir yabancıya «Benim karımı boşa.» demesi, bu üç mes'elenin
aksidir. Yâni karısına «Sen ortağım boşa,» veya bir yabancıya «Benim karımı
boşa» dese, geri dönmesi (rucûu) sa-hih olur. Çünkü bu tefviz hâlis tevkildir.
Tevkile teınlîk karıştırılmıştır. Meclis ilim meclisi ile de mukayyed değildir.
Nitekim tevkilin hükmü de böyledir.
Ancak koca bunu meşîet
(istemek ve dilemek) ile kayd etse, bu takdirde rilcûu (geri dönmesi) sahih
olmaz ve meclise iktisâr eder. İmâm Züfer (Rh.A.) demiştir ki: Bu meşîet kaydı
ile, Önceki meşîetsiz «Benim karımı boşa» sözü müsavidir. Çünkü bu meşîet kaydı
birincisi gibi tevkildir ve başkası için âmildir. Meşîet zikriyle kendisi için
âmil olmaz ve mâlik de olmaz. Çünkü vekil meşîet Üe tasarruf eder. Gerek
müvekkil meşîeti zikretsin/ gerekse etmesin müsavidir. Müvekkilin vekile; «Eğer
dilersen sen onu sat» demesi gibi olur. Bizim için delîl şudur: Memur hem vekil
hem mâlik olabilir. Çünkü vekil başkasının re'yi ile tasarruf eden kimsedir.
Mâlik ise kendi re*yi ile tasarruf eden kimsedir. Gerek kendisi, gerekse başkası
için tasarruf etsin müsavidir. İmdi koca memura, «Eğer dilersen kadını boşa»
dese, bu temlîk olur. Çünkü emri memurun re'yine tefvîz eylemiştir. Mâlik kendi
isteği üe tasarruf" eden kimsedir. Vekilden ise dilesin, dilemesin fiil"
istenir. İmâm Züfer (Rh.A.) in, «Zira vekîl kendi dileği ile tasarruf eder...»
sözüne karşı biz deviz ki: Meşîet ile murâd «Dilersen» sîgası ile sabit olan
meşîettir. İmâm Züfer' (Rh.A.) in zikretti^ meşîet böyle değildir. O ancak
müvekkili ilzama kudret bulunmamaktan meydana gelmiştir. Halbuki bizim sözümüz
sîga gereğincedir.
Şayet koca karısına
«Sen kendini boşa» dedikde, koca bir şeye niyet etmezse veya bire niyet ederse,
kadın da o meclisde kendisini boşarsa rîc'î bir talâk vâki olur. Çünkü koca
sarih talâkı kadına bırakmıştır. Eğer koca üçe niyet etse, kadın da üç talâk
boşasa,4üç talâk vâki olur.
Çünkü koca boşamayı
lügat yönünden emretmiştir. Şu halde ism-i cins olan bir masdar iktizâ eder.
Diğer cins isimler gibi külle (bütüne) ihtimâliyle beraber en aşağı (ednâ) sına
vâki olur.
Kocanın karısına
«Kendini seç!» demesinde, eğer kadın «Ben kendimi seçtim!» demekle kendisini
seçse, kadın bir talâk ile bâîn olur. Ki- , yasa göre; her ne kadar koca talâka
niyet etse de bununla bir şey vâki
olmamalıydı. Çünkü koca bu lâfız ile talâk îkâ'ına mâlik değildir. Hattâ
karısına, «Ben nefsimden seni seçtim», yahut «Nefsimi senden seçtim» dese, bir
şey vâki olmaz. Lâkin Fukahâ, Sahabe' (R. Anhüm) nin icmâmdan dolayı talâk îkâım
istihsânen caiz görmüşlerdir. Bâîn vukû-uuun vechi şudur: Kadının nefsini
seçmesi ancak kadının kendisine ihtisasın sabit olması ile olur. Bu ise bâîn
taiâkdır. Çünkü ric'î talâkda koca kadının rızâsı olmadan kadına dönmeye kadir
olur. Veya kadın «Ben nefsimi seçerim.» dese, kıyâsa göre bir şey vâki olmaz.
Çünkü sade va'ddir. Veya vukua muhtemel olur. Çünkü «Seçerim» demenin ma'nâsı,
hâl ile istikbâl arasında müşterektir. Şu halde şüphe ile bo-şanılmış olmaz.
Nitekim karısına, «Sen kendini boşa!» dedikde, kadın «Ben kendimi boşarım»
derse, boşanmış olmadığı gibi.
İstîhsânın vechi şudur:
Bu sîga, yâni muzâri' (geniş zaman) sığasının, hâlde kullanılması gâlibdir.
Nitekim kelime-i şehâdette: «Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve Resûlüh»
denildiği ve şâhidlik
yaparken, şahidin «şehâdet ederim» dediği gibi. İmdi şehâdeti kalbde seçmesinden
hikâye olur.
Kadının »Ben kendimi
boşarım!» demesi zikredilenden ayrıdır. Çünkü o durumda boşamakdan hikâye kılmak
mümkün olmaz. Zira dilin fiilidir, o da mevcûd değildir.
Her ne kadar koca niyet
etse de, üç talâka niyet sahih değildir. Yâni üç kez boş olmaz. Çünkü ihtiyar
(seçmek) muhtelif olmaz. Zira hulûs ma'nâsınadır ve hulûs, talâk gibi gilzet
(ağırlık)-ve hıttet (hafiflik) çeşitlerine ayrılmaz. Beynûnet bunun aksinedir.
Karısına «Sen hangi
vakitte dilersen boşsun.» demesinde ve bu sözün benzerinde, yâni «Ne zaman
.dilersen boşsun.» veya «Dilediğin va-' kit boşsun» veya «Her dilediğinde
boşsun.» sözlerinde kadın meclis ile, mukayyed değildir. Koca sözünden dönmez ve
erar kadının reddi ile !. de reddedilmiş olmaz. Belki kadın her ne vakit dilerse
kendisini boşar. ; Fakat önceki iki sözde, dönme olmaması yukarıda geçtiği
içindir. Üçüncüsü ise; kadına dilediği zaman tasarruf etmek üzere temlik ettiği
için dir. İmdi dilemezden (meşîetten) önce temlik yoktur ki red ile redde
dilsin. Şu halde kadın kendisini boşamaz. Ancak bir talâk ile boşar. Çünkü,
kadının dilemesi zamanlan kapsar, fiilleri kapsamaz, tmdi kadın her zamanda
boşamaya mâlik olur. Yoksa arka arkaya boşamaya mâlik olmaz.
Karışma, «Her ne vakit
dilersen kendim boşa!» yâhûd «Her ne vakit dilersen boşsun!» sözünde kadın
kendisini üçe kadar boşar. Ayrı ayrı
boşar. Çünkü «Her ne vakit» İâfzı umûm fiilleri teker teker ifâde eder, toplu
olarak ifâde etmez.
Kadın başka bir kocadan
sonra kendisini boşayamaz. Yâni kadın kendisini boşayıp başka kocaya vardıkdan
sonra yine birinci kocasına vardıkda kocanın birinci sözü ile kendisini
boşayamaz. Çünkü talik mevcüd olan mülke âiddir, diğer kocadan sonra meydana
gelecek mülke şâmil değildir.
Karısına «Sen dilediğin
yerde boşsun!» sözünde, kadın dilemedikçe boşanmış olmaz. Meclis ile muk^yyed
olur. Çünkü »Haysü ve «Eyne» kelimeleri yer isimleridir. Talâk ise yere bağlı
değildir. Hattâ koca «Sen Şam'da boşsun!» dese, şimdi boşanmış olur. Yerin
zikredilmesi geçersiz olur. Mutlak olan dileme bakî kalır. İmdi meclise münhasır
olur. Zaman bunun hilâfınadır.' Çünkü zamanın talâka bağlanışı vardır. Hattâ
bir zamanda vâki olur, bir zamanda da vâki olmaz. Binâenaleyh koca «Dilersen sen
yarınki gün boşsun!» dese, husus yönünden zamanın itibârı vâcib olur. Ya da «Sen
hangi vakitte dilersen boşsun!» dese, umumîlik bakımından itibârı vâcib olur.
Kocanın karısına «Sen
nasıl dilersen boşsun!» sözünde, dilemez-den önce ric'i talâk vâki olur. Çünkü
bu hüküm lâfzın muktazâsidır. Eğer kadın dilerse, yâni «Ben talâkı bâîn diledim»
veya «Üç diledim» der ve koca da «Ben de ona niyet ettim» derse, kadının
dilediği İle kocanın irâdesi arasında uygunluk bulunduğu için, üç vâki olur.
Eğer ikisinin niyetleri ayrı ayrı olur, meselâ; kadın üç!talâkı murâd eder ye
koca da bir talâkı murâd ederse veya koca üçü isteyip kadın bîri dilerse, ric'î
talâk vâki olur. Çünkü kadının tasarrufu muvafakat olmadığı için geçersizdir.
Kocanın îkâı bakîdir. Eğer koca niyet etmedi ise, kadının dilediği vâki olur.
Tahyîr mu'cibince hüküm carî olması için kadının dilemesine itibâr edilir.
Kocanın karısına «Sen
ne kadar dilersen boşsun.» veya «Sen ne şey dilersen boşsun:» sözünde, o
meclisde kadın dilediği mikdar ile bo-şayabilir. Çünkü bu iki kelime (min ve mâ)
sayı için kullanılırlar. Koca kadına dilediği sayıyı vermiştir. Eğer karı o
meclisden kalkarsa geçersiz olur. Çünkü bu emir birdir ve halde hitâbdır, imdi
cevâb da hâl içinde gerekir. Eğer kadın kocanın sözünü reddederse söz red olur.
Çünkü kocanın sözü temlîkdir. Raddi kabul eder.
Kocanın karısına «Sen
üçden dilediğin kadar boşsun.» demesinde, üçün aşağısı ile boşanmış olur. Yâni
bir veya iki talâk ile boşanmış olur. Üç talâk ile boşanmış olmaz. İmâ'meyn'
(Rh. Aleyhimâ) e göçe, kadin dilerse üç ile de boşanabilir. Çünkü «mâ» lâfzı
umûmda tahkim olunur ve «min» lâfzı bazan temyiz için kullanılır. İmdi cinsin
temyizi üzere yorumlanır. Nitekim koca, «Benim yemeğimden dilediğini ye!» veya
((Benim kadınlarımdan dilediğini boşa» "dese, cinsin temyizine yorumlandığı
gibi. İmâm A'zam' (Rh.A.) in delili şudur: «miri» lâfzı hakîkaten teb'îzde ve
«mâ) lâfzı ta'mîmde kullanılır. İmdi ikisi ile de amel edilir. İmâmeyn'
(Rh.Aleyhimâ) in şâhid getirdiği şeylerde cömertliği göstermek için teb'îzi terk
vardır. Yâni «Benim yemeğimden dilediğin şeyi ye!» sözü cömertliği göstermeye
delâlet etsin diye, veya sıfatın umûmu için teb'îz terk edilmiştir. O da dilemek
(meşîet) tir. Hattâ koca «Dilediğini» dese, hılâf üzere olur.
Bundan sonra, musannif
meclisi zikredince, meclisle değişeni ve değişmeyeni açıklamak isteyip şöyle
demiştir: Meclis ancak karının, eğer oturma halinde ise kalkmasiyle değişmiş
olur. Veya ayakta ise yürümesi ile değişmiş olur. Veya karının talâkı vermek
ile ilgili olmayan bir söze veya bir işe bağlamasiyle değişmiş olur. Ayakta iken
oturması, otururken dayanması, dayanırken oturması, babasını danışmak için
çağırması, şâhîdlik etmeleri için şâhîdler çağırması ve bindiği hayvanın
durması meclisi ayırmaz. Yâni kadının muhayyerliğini ortadan kaldırmaz. Çünkü
bunlardan her biri re'yi toplamak içindir. Şu halde geçen şeye bağlı olur. Yüz
çevirmek ve kaçınmak üzere delîl olmaz. Sarf (para değiştirmek) ve selem (bir
nevi ahş-veriş) bunun aksinedir. Çünkü burada ibtâl eden teslim olmaksızın
ayrılmaktır. Yüz çevirmek değildir. Kadının gemisi evi gibidir. Binek
hayvanının yürümesi kendisinin yürümesi gibidir. Geminin yürümesi ile meclis
değişmiş olmaz. Binek hayvaninin yürümesi ile meclis değişmiş olmaz. Çünkü binek
hayvanının yürümesi ve durması binicisine izafe edilir. Geminin yürümesi ve
durması binicisine muzâf değildir. Şu halde binek hayvanının yürümesi ile
geminin yürümesi ayrı şeylerdir.
Talâk vukuunda kan ile
kocadan, birinin nefs kelimesini zikretmesi şarttır. Çünkü talâkın vukuu Sahabe'
(R. Anhüm) nin icınâı ile bilinmiştir. Bu vuku hangisi nefsi zikrederek tefsir
yaptıysa onun sözü iledir.
Koca karısına «Seç!»
dedikde, kadın «Seçtim!» dese, bâtıl olur. Şart bulunmadığı için bunun ile talâk
vâki olmaz. Ancak kadının nefsini seçtiklerine dâir birbirlerini tasdik
ederlerse, bu takdirde talâk vâki olur. Hidâye şerhinde Tâcu'ş-Şerla (Rh.A.)
şöyle demiştir; Ma'lûm olsun ki; nefsi zikretmenin şart kılınması, kadının
nefsini ihtiyar ettiğini kocası tasdik etmediği vakittedir. Eğer koca, kadının
nefsini ihtiyar ettiğini doğrularsa, her ne kadar söz onlardan mücmel çıkmış
olsa da ikisinin birbirlerini
doğrulamaları ile talâk vâki olur. Ya da karısına «Bir ihtiyar etmekle ihtiyar
eyle» dese ve kadın da «İhtiyar ettim (seçtim)» dese, talâk vâki olur. Çünkü
ihtiyarın zikredilmesi, nefsi zikr gibidir. Zira vahdetin «tâ» sı ittihâd
(birlik) bildirir. Bazan birleşip ba-zan müteaddid olan kadının nefsini
seçmesidir. Meselâ kansına «Dilediğin şey ile veya üç talâk ile kendini seç.»
der. Eğer koca ihtiyar eyle (seç) lâfzını üç kere tekrar etse, kadın da «Bir
seçtim.» veya «Birinciyi seçtim», yâhûd «İkinciyi veya,sonuncuyu seçtim» dese,
üç talâk vâki olur. Birincide üç talâk vâki olması îmânı A'zam' (Rh.A.) a
göredir. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ), «Bir talâk vâki olur.» demişlerdir. Çünkü
birincinin ve benzerlerinin zikri, eğer tertîb yönünden müfîd (faydalı) olmazsa,
ifrâd yönü ile faydalı olur. Onun için faydalı olduğu yerde itibâr olunur. İmâm
A'zam' (Rh.A.) in delüi şudur: Birincinin zikri, geçersiz niteliktir. Çünkü
mülkde toplanan şeyde tertîb yoktur. Mekânda toplanan gibi. Sözümüz tertîbdedir.
İfrâd (teklif) onun zerûretlerinden-dir. Tertîb, asıl hakkında geçersiz olunca,
bina hakkında dahî geçersiz olur. Şu halde «Ben seçtim» sözü bakî kalır. İmdi üç
talâk vâki' olur. Şu da var ki; Bizim zikrettiğimiz şey, hâlin delâletini teyîd
etmektedir. Çünkü «Seçtim (ihtiyar ettim)» lâfzı kadına verilen şeyin hepsinde
cevâb olur. Tekrar üçe delâlet ettiği için kocadan niyetsiz üç talâk vâki olur.
Çünkü seçme, talâk hakkında tekrar .edilen şeydir. Eğer kocanın üç kere «İhtiyar
et (seç)» demesine cevâb olarak kadın «Ben ke'ndimi boşadım»» veya «Ben kendimi
bir kez boşamakla seçtim» dese, bir talâk ile bâîn olur. Çünkü onda âmil kocanın
muhayyer kılmasıdır. Üç talâkı yapması değildir. Mebsût'ta, Câmiu'l-Kebîr'de ve
Ziyâdât'ta, Kâdî-hân' (Rh.A.) in Câmiu's-Sagîr şerhinde ve Cevâmiu'î-Fıkh'da
böyle zikredilmiştir. Bundan dolayı Hidâye'nin; «Ö bir kere boşamaktır, koca
ric'ate mâlik olur.» sözüne,, bu yanlıştır, yasan (kâtib) hatâ etmiş, diye
İtiraz edilmiştir. Doğru olan, kocanın ric'ate mâlik olmamasıdır. Çünkü kadın
ancak tefviz hükmünce tasarrufta bulunmaktadır. Tefviz İse bir bâîn talâk ile
olur. Çünkü «İhtiyar et» lâfzı kinayelerdendir. Şu halde kadın ibâneye (ayırıcı
talâka) mâlik olur, başkasına değil.
Denilmiştir kî: Bunda
iki rivayet vardır: Birisi bir ric'î talâkın vu-kûudur. Çünkü lâfzı açıktır.
Bunu Câmiu's-Sagır'de Sadru'l-îslâm (Rh. A.) zikretmiştir. Birisi de, bâîn talak
vukûudur. Bu bâîin talâk vukuu daha şahindir.
Kocanın kadına «Senin
emrin bir boşamada elinde olsun!» veya «Sen bir boşama seç!» sözü ile, kadın
kendisini seçse, ric'î talâk vâki olur. Çünkü koca seçmeyi kadına vermiştir.
Lâkin bir talâkla seçmeyi vermiştir. Bu talâk ardından riç'ati (dönmeyi)
getirir.
Eğer kocanın «Emrin
elindedir!» veya «Seç!» sözü beynûnet ifâde eder, ondan başkasına kullanmak caiz
olmaz, denilirse, buna şöyle ce-vâb veririz: Koca sözünü sarihle beraber
söyleyince, ric'î talâkı murâd ettiği belli olur. Nitekim sarih sözü bâînle
birlikte söylerse, meselâ; «Sen boşsun, bâînsin» dese, o vakit bâîn vâki olur.
Koca karısına «Senin
emrin elindedir!» deyip ve bununla üç talâka niyet etse, kadın da; «Ben
kendimi, bir veya bir kere ile seçtim!» dese, üç talâk vâki olur. Çünkü ihtiyar
(seçmek), «Emrin elindedir!» sözüne cevâb için uygun olur. Çünkü emr bi'l-yed
temlîkdir, muhayyer kılmak gibidir. Sanki kadın «Ben kendimi bir kerede
seçtim!» demiştir. Bununla ise, üç talâk vâki olur. Ya da kadın kocanın «Emrin
elindedir.» sözünün cevâbında, «Ben kendimi bir defa boşadım» veya «Ben kendimi
bir talâk ile seçtim» dese, bâîn talâk vâki olur. Nitekim sebebi yukarıda geçti
ki, mu'teber olan kocanın tefvizidir. Talakı yapması değildir. İmdi tefvizde
mezkûr sıfat, uygunluk zaruretinden dolayı cevâbda da mezkûrdur. Kocanın «Bugün
ve yarınki günden sonra emrin elindedir!» sözünde gece dâhil değildir. Yâni
karısına «Senin emrin bugün ve yarından sonra elindedir!» dese, bu sözde gece
dâhil değildir. Hattâ kadın için gecede muhayyerlik olmaz. Çünkü iki günün her
biri tek başına zikredilmiştir. Tek başına zikredilen gün geceye şâmil
değildir.
Kadının kocayı seçip
günün emrini reddetmesi ile o günün eniri reddedilmiş olur. Yarından sonra olan
emr, önceden reddedilmez. Yâni kadın emri gününde redeletse, emr' o günde bâtıl
olur ve yarından sonra olan emr kadının elinde olur. Yâni yarından sonra tefviz
olunan emr, kadının elinde bakî kalır, bâtıl olmaz. Çünkü sabit olmuştur ki;
kocanın iki sözü, vakitleri ayn olduğu için, iki emidir. İki vaktin her birinde
kesinlikle muhayyerlik sabit olmuştur. İmdi birinin reddi ile diğeri
reddedilmez.
1 Kocanın karısına
«Emrin bugün ve yarın elindedir!» sözünde, gece dâhil olur. Çünkü iki vaktin
araşma, yâni bugün ile yarın arasına, ikisinin cinsinden emri kapsamayan bir
vakit girmeyince emr, bir olur. Gecenin araya girmesi ise, iki vaktin arasım
ayırmaç. Çünkü kavm danışına için otururlar, gece olur, danışmaları
(meşveretleri) ve meclisleri kesilmez.
Kadının kocayı seçip
günün emrini reddetmesiyle yarının emri de reddedilir. Hattâ kadın için yarınki
günde muhayyerlik kalmaz. Nitekim sebebi daha önce geçti ki, ikisi bir tek
emrdir, redden sonra muhayyerlik bakî kalmaz. Nitekim koca karısına «Senin
emrin bugün elindedir» dedikde kadın, o emri, günün evvelinde reddetse, günün
sonunda onun için muhayyerlik kalmaz.
Koca karısına «Kendini
boşa!» dedikde, kadın üç talâk boşasa, eğer koca üçe niyet etti ise, üç talâk
vâki olur. Eğer koca üç talâka niyet etmedi ise, gerek hiç niyet etmesin veya
bir talâka niyet etsin müsavidir, bir ric'î talâk vâki olur. İki talâka niyeti
hükümsüz kalır. Çünkü kocanın «Sen boşa!» sözünün ma'nâsı, «Sen talâk yap!»
demektir. Talâk tek lâfızdır. İtibarî birliğe ihtimâli vardır; o da üçtür.
Çünkü üç, cinsin tamâmıdır. Nitekim daha önce geçmişti. Sırf sayı değildir. Sırf
sayıdan murâd, ikidir.
Kocanın ikiye
niyeti'hükümsüz olduğu gibi, karısına «Sen kendini boşa!» sözünün cevâbında
kadının «Ben kendimi seçtim!» sözü de, hükümsüzdür. Talâk vâki olmadığından
dolayı geçersizdir. Çünkü «Ben kendimi seçtim» sözü, talâk lâfızlarından
değildir.
Kocanı» karısına «Sen
kendini boşa!» demesine cevâb olarak kadının «Ben kendimi bâîn kıldım!» demesi
bir talâkı ric'îdir. Çünkü o sözü kocasının «Sen kendini boşa!» sözüne cevâb
olarak söylemiştir. Halbuki kadın için bâîn îkâ'i yoktur. Belki mutlak talâk
hakkı vardır. Binâenaleyh kadının «Ben kendimi bâîn kıldım!» dediği sözünde,
ibâne bâtıl olup mutlak talâk bakî kalır ki, o da ric'î talâktır.
Kadın üç talâk ile
emrolunsa, yâni koca karısına «Sen kendini üç talâk ile boşa!» diye emretse,
kadın da bir talâk ile boşasa, bir talâk vâki olur. Çünkü kadın üçün îkâina
mâlik olmuştur. İmdi bizzarûre birin îkâına da mâlikdir. Çünkü bir şeyin
bütününe mâlik olan, o şeyin cüzlerine de mâlikdir. Bunun aksi geçersizdir. Yâni
koca karısına «Sen kendini bir bâîn talâk ile boşa!» dedikde, kadm üç defa
boşarsa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre hiçbir şey vâki olmaz. îmâmeyn' (R.
Aleyhimâ) e göre bir talâk vâki olur. Kadına kendini bâîn Veya ric'î bir talâkla
boşaması emredilse de aksini yapsa, fâni kocası «Kendini bir bâîn talâkla
boşa!» dedikde kadın «Ben kendimi bir ricl talâk ile boşadım!» dese veya koca
«Bir ric'î talâk ile boşa!» dedikde^ kadın «Bir bâîn talâk ile boşadım» dese,
kocanın emrettiği şey vâki olur. Kadının nitelediği geçersiz olur. Çünkü koca
kadına talâkın zâtını vasfı ile beraber havale etmiştir. Kadın ise kocanın ona
verdiği şeyin zâtım yapıp vasıfda muhalefet etmiştir. İmdi kadın, asılda
uygunluk, vasıfta muhalefet etmiştir. Vasıfla aslı ortadan kaldırmak ise caiz
olmaz. Şu halde asıl vâki olur ve kocasının zikrettiği vasfı da arkasından
getirir.
Kocanın karısına «Sen
eğer dilersen kendini üç talâk boşa!» sözünde, eğer kadın bir kere boşarsa,
talâk vâki olmaz. Aksi ile de olmaz. Yâni koca «Sen kendini bir kere boşa!»
sözünde, eğer kadın üç kere boşarsa, zikfedilen <nbi talâk vâki olmaz.
Birincinin sebebi şudur: Kocanın sözünün ma'nâsı: «Sen eğer üçü dilersen!»
demektir. Kadının üçü dilemesi talâkın vukuu için şart kılınmıştır. Çünkü bu
gibi sözden anlaşılan, hükmü geçen söze bina etmektir. Geçen söz üzerine bina
edilince, anlaşılır ki şart üçü dilemektir, bilemek ise bir talâkta olmuştur.
Şartın cüzleri meşrutun cüzlerine taksim edilmez. Şu halde bir şey vâki olmaz.
Mesele-i mürsele bunun aksinedir. Yâni önceki mesele, ki musannif onu «Üç talâk
ile emrolundu!» sözü île zikretmiştir. «Sen kendini üç kere boşa!» dedikde, koca
kanyı üçe mâlik kılmıştır ve üçün vukuunu üç talâkı dilemeye bağlamıştır.
Kadının mâlik olduğu şeyin bazısını yapmaya hakkı gardır. Kadın eğer bu meselede
ben bir, bir ve bir diledim dese, eğer bu ^sözler birbirine ekli ise, o kadına
cima etmiş olsun ve-, yâ olmasın, üç kez boşanmış olur. Çünkü üç talâkı dilemek
bulunmuştur. Talâk ancak üçü dilemek ile vâki olur. Kadının dilemesi ise ancak
tümden ayrıldıktan sonra bulunmuştur. İmdi kadın kocanın nikâhında iken üç
talâkı dilemek vardır. Binâenaleyh kadın üç talâk ile toptan bâîn olur. Eğer
birlerin bazısı bazısından ayrı olursa; meselâ birinci birde veya ikincide susup
ondan sonra geri kalanı dilemekle bir şey vâki olmaz. Çünkü sükût-u fasıla
olduğu için üç talâkı dilemek bulunmamıştır, ikinci mes'eleye gelince: Kocanın
kadına «Sen kendini eğer dilersen bir talâk ile boşa!» sözünde burada
zikredilen, yâni kocanın emri üzere vâki olmak, îmânı A'zaro' (Rh.A.) m sözüne
göredir. İmâ-meyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre bir talâk vâki olur. Bu önce geçen söze
bina edilmiştir.. Yâni İmâmeyn' (Rh! Aleyhimâ) e göre, üç talâkın yapılması bir
talâkdir. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre değildir.
Koca kârısına «Eğer dilersen
sen boşsun!» dese, kadın da «Eğer sen dilersen ben de diledim!» dedikde, koca da
talâka niyet eder olduğu halde «Diledim!» dese, o vakit emr bâtıl olur ve talâk
vâki olmaz. Çünkü koca kadmm talâkını meşîet-i mjirseleye, yâni boşamaya
bağlamış, kadın ise muallâk talâkı yapmıştır. Binâenaleyh şart bulunmamıştır,
kadının muallâk talâkı yapması kendisini ilgilendirmeyen şey ile uğraşmaktır.
İmdi bu kadmm elinden emrin çıkmasını gerektirir. Kocanın diledim demesi ile,
her ne kadar niyet etti ise de talâk vâki olmaz. Çünkü kadmm sözünde talâk
zikredilmemiştir ki koca kadımn-'talâkını dileyici olsun. Niyet mezkûrden
başkasında amel etmez.JHattâ, koca «Senin talâkını diledim!» dese niyet ettiği
vakitte talâk vâki olur. Çünkü bu söz yeni bir talâktır. Zira tneşîet (dilemek)
varlığı bildirir. Bunu Kâ-dî Beyasâvî (Rh.A.), tefsirinde tahkik etmiştir. Fakat
kocanın «Ben senin talâkını istedim!» demesi bunun aksinedir. Yâni varlığı
bildirmez. Keza, her olmayan şeye ta'lik böyledir. Nitekim karının, «Eğer babam
dilerse diledim» veya «Eğer iş böyle ise diledim!» demesi de böyledir. Talâk
vâki olmaz ve emr bâtıl olur. Var olan bir şeye bağlanan bunun
aksinedir. Kadın «Eğer iş böyle ise diledim!»
dese, o iş de geçmiş ve yapılmış olsa, kadın boşanmış olur. Çünkü mevcûd şarta
bağlamak (ta'lîk) talâkı şartsız yapmalç, demektir.
Ta'lîkin sıhhatinin
şartı mülktür. Meselâ kocanın kansına;
«E-ğer sen gidersen, boşsun.» demesi gibi. Veya mülke izafettir: «Eğer ben seni
tezevvüc edersem, boşsun» demek gibi. Çünkü tezevvüc (evlenmek) mülk değildir.
Lâkin mülke sebeb olduğu için mülk yerine konulmuştur. Bu ikiden birinin şart
kılınmasına sebeb; Çünkü cezanın —yeminin ma'nâsının gerçekleşmiş olması
için—korkutucu olması lâzımdır. Korkutucu olmak nefsi men üzere takviyedir.
İmdi hâlen mülk veya mülke izafe olmasa yeminden istenen fayda nasıl hâsıl
olurdu. Çünkü hâlen mülkde ceza yoktur ki şarttan sakınsın. Mülke izafe de
yoktur ki mülkü tahsilden sakınsın. Yemîn, faydasını, ifâde edemeyince, asla
nıün'akid olmaz. İkincide yâni mülke izafette İmâm Şafiî (Rh.A.) afn görüştedir.
Binâenaleyh yabancı bir kadın boşanmış olinaz. Bir kimse yabancı bir kadına;
«Eğer seninle konuşursam, boşsun.» dese, arkasından da o kadını nikâh edip
konuşsa, mülk ve mülke izafe olmadığı için boşanmış olmaz. Şarttan sonra kadın
boşanmış olur. Yâni koca kansına «Eğer seninle konuşursam, boşsun» dese, ondan
sonra konuşsa, ta'Iîk. vaktinde mülk bulunduğu için boşanmış olur. Veya bir
yabancı kadına «Ben seni nikâh edersem boşsun.» dese ve nikâh etse, mülke izafe
bulunduğu için boşanmış olur.
Ta'Iikı helâlliğin
ortadan kalkması ibtâl eder, mülkün ortadan kalkması ibtâl etmez. Üç talâkın
tencîzî (hemen yürürlüğe konulması) ta'-lîkmı ibtâl eder. Üçden aşağısının
tencîzi ta'lîkı ibtâl etmez. Yâni «Eğer sen eve girersen üç kez boşsun.» dese ve
önce üç kez boşasa, ondan sonra o kadın başka koca ile evlenip ve o koca ile
cima etse, sonra birinci kocaya geri dönse ve eve girse bir şey vâki olmaz.
Çünkü ceza bu mülkün boşamalarıdır. Zira bu boşamalar, mülk için engeldir.
Çünkü zahir olan sonradan meydana gelen şeyin yok olmasıdır. Yemin isbâtta men
için akd olur. Nefy de hami için akd olur. Ceza bizim zikrettiğimiz olunca,
mahalliyyeti mubtü (bozan) olan üçün yerine getirilmesi ile elden gitmiştir,
İmdi yemin baki kalmaz. Şayet koca kadını bâîn kılsa, zikredilenin aksinedir.
Çünkü cezanın yeri bakî olmakla ceza da bakîdir. Bununla ma'lûm olur ki:
Vikâye'nin, «tencîz ta'lîkı ibtâl eder. ilâh» sözü ıtlâkı üzere müsamahadan hâiî
değildir.
Şart lâfızları: «Eğer,
vakitte, her» kelimeleridir. Bu «her» lâfzı hakîkaten şart değildir, Çünkü bu
«Her» lâfzını ta'kib eden isimdir. Şart
ise cezanın bağlandığı şeydir. Cezalar fiillere bağlıdır. Lâkin bu «Her» lâfzı,
fiilin «Her» i ta'kîb eden isme teallûku olduğu için şarta katılmıştır. Senin;
«Evlendiğim her kadın şöyle olsun.» demen gibi.
«Her - dıkça», «ne
zaman» ve «her ne zaman» da şart lâfızlarıdır. Bu (Her - dıkça) lâfzında yemîn
çözülür, yâni ta'lîkın bâtıl olmasiyîe yemîn, üç talâkın vukuundan sonra bâtıl
olur. Yâni koca mevtûa (cima ettiği karısına) sına «Her ne zaman eve girersen
sen boşsun.» dese, kadın da iddette iken üç kere eve girse, üç kez boşanmış
olur. Koca o kadını diğer kocadan sonra nikâh etse, o kadın eve girmekle yemin
bâtıl olduğu için talâk vâki olmaz. Ancak «Her - dıkça» anlamına gelen lâfz
tezevvüce girse, talâk vâki olur. Yâni koca kadına «Seni her aldıkça, boşsun.»
demekle talâk vâki olur. O kadın şayet üç kez boşanmış olsa ve diğer kocadan
sonra yine birinci koca onunla evlense, bu suretle yine boşanmış oluı% Çünkü
«Her - dıkça» lâfzı fiillerin umûmunu ifâde eder. Nitekim «Her» lâfzı isimlerin
umûmunu ifâde ettiği gibi. Bundan madâsı şayet şart mülkde bulunursa yemîn, eezâ
ile neticelenmek üzere bozulur. Yâni yemîn bâtıl olur ve üzerine ceza gerekmiş
olur. Şayet şart mülkden başkasında bulunsa, yemîn münhâll olur (bozulmuş olur).
Lâkin cezaya münhâll olmaz. Yâni yemîn bâtıl olur ve üzerine ceza gerekmez.
Eğer koca karısına «Sen eve girersen üç kez boşsun» dese ve kadının eve
girmesini fakat üç talâkın olmamasını istese, bunun hilesi şudur: Koca o kadını
bir kere boşar, iddeti biter, kadın eve girer, nihayet yemin bâtıl olur ve üç
talâk vâki olmaz. Ondan sonra yine evlenir. Eğer kadın eve girerse yemîn bâtıl
olduğu için bir şey vâki olmaz. «İddet bittikten sonra» dememizin sebebi, çünkü
kadın iddet içinde girerse üç talâk vâki olur.
Koca ile kan şartın
varlığında ihtilâf etseler, söz kocanındır. Ancak kadın şahit getirip isbât
ederse söz kocanın olmaz. Çünkü koca asla dayanmıştır. O da şartın yokluğudur.
Bir de koca talâkın vukuunu ve mülkün zevalini inkâr etmekte, kadınsa bunu iddia
etmektedir.
Ancak kadın tarafından
bilinen bir şart ile meselâ; «Eğer sen hayız olursan, boşsun ve fülân kadın
dahî, yâni kuman da.» dese ve kadın da «Hayız oldum.» dese, o kadın yalnız kendi
hakkında tasdik edilir, kuması hakkında tasdik edilmez. Kıyâs, kuması gibi,
kadının kendisi hakkında da tasdik edilmemesi idi. Çünkü şarttır. Kadın şartta
tasdik edilmez. Nitekim duhûlde tasdik edilmediği gibi. İstihsâlim vechi şudur:
Kadın kendisi hakkında güvenilirdir. Çünkü hayzın görünmesi ancak onun
tarafından bilinir. Binâenaleyh onun sözü kabul edilir. Nitekim ta-lâkda iddet
ve cimâda hull hakkında sözü kabul edildiği gibi. Lâkin kadın kuması hakkında
şâhiddir. Hattâ kadın töhmet altındadır, kuması hakkında sözü kabul edilmez
Nihâye'de Tahâvî şerhinden nakledilmiştir ki: Bu söz umûm üzere değildir. Belki,
kocası onu «Ben hayız oldum» sözünde yalanladığı vakittedir. Ama koca onu
doğrularsa, her ikisinin de üzerine talâk vâki olur. Hayz kanının başlangıcından
üç günden sonra talâk ile hüküm verilir. Yâni kadın hayz kanını görse, üç gün
devam etmedikçe talâk olmaz. Çünkü üç günden eksikde kesilmiş olan kan hayz
olmaz. Üç gün tamâm olunca, hayız olduğu vakitten itibaren talâk ile hükmederiz.
Çünkü kan gelme vakti uzamakla onun rahimden olduğu kesinlikle bilinir. İmdi
başlangıçtan itibaren hayz olur.
Şayet koca karısına
«Eğer sen bir hayza görürsen, boşsun» dese, kadın temiz olduğu vakitte boşanmış
olur. Çünkü «hayza» kelimesi kâmil hayz manasınadır. Hayzın kemâli ise sona
ermesi iledir. Bu da temizlenme ile olur.
Koca karısına «Eğer bir
gün, oruç tutarsan, boşsun!» dese, kadın oruç tuttuğu günde güneş battıkda
boşanmış olur. Çünkü yukarıda geçtiği veçhile gün kelimesi uzayan bir fiil ile
birlikte söylenirse onunla gündüz kasdedilir. Eğer sen oruç tutarsan deyip (bir
gün) demese, zikredilenin aksi olur. (Yâni günün evvelinde boş düşer.) Çünkü
koca Ölçü ile takdir etmemiştir. Halbuki oruç rüknü ile bulunmuştur, o da
imsaktir. Şartı ile ele bulunmuştur, o da gündüz ve niyettir.
Koca karısına «Eğer
oğlan doğurursan, bir talâk ile boşsun ve eğer kız doğurursan iki. talâk ile
boşsun.» dese, kadın da biri oğlan ve biri kız olmak üzere ikiz doğursa ve
hangisini önce doğurduğu bilinmese, kazaen bir talâk ve ihtiyaten iki talâk ile
boşanmış olur. İddet sonuncu çocukla bitmiş olur. Çünkü kadın oğlanı önce
doğurdu ise bir talâk vâki olur. Kadının iddeti kızın doğması ile. bitmiş olur.
Bundan sonra diğer talâk vâki olmaz. Çünkü kızın doğması iddetin bitmesi
hâündedir. Kadın kızı önce doğurdu ise iki talâk vâki olur ve kadının id-deti
oğlanın doğması ile bitmiş olur. Bundan sonra diğer talâk vâki olmaz. Çünkü
sebebi az önce geçti ki, kız çocuğun doğması iddetin bitmesi halindedir. Bu
takdirde, bir halde bir talâk vâki olur. Bir halde de İki talâk vâki olur.
İkinci, şüphe ile vâki olmaz. İmdi uygun .olan ihtiyaten iki talâk ile amel
etmektir. Hattâ koca kadını yeminden önce bir kez boşasa ve kadın başka kocaya
varmadan Önce onunla evlenmek isterse, ihtiyat olan onunla evlenmemektir. Çünkü
kızın doğumunun önce olması caizdir.
Koca üç talâkı iki şeye
bağlasa; İkincisi mülkde bulunursa, üç talâk vâki olur. Bu söz, iki şeyin veya
yalnız ikincinin mülkde bulunmasına şâmildir. Meselâ; karısına «Sen Zeyd ile
konuşursan ve Bekir ile konuşursan üç kez boşsun!» demekle kadın bâîn olup
iddeti de bittik-de Zeyd ile konuşsa, ondan sonra kocası onun ile yine
evlendikde Bekir ile de konuşsa, o kadın üç kez boştur. Eğer kocanın üç talâkı
bağladığı iki şey mülkde bulunmazsa veya birinci şey bulunup ikinci şey
bulunmazsa üç talâk vâki olmaz. Bunun sebebi: Sözün sahih olması konuşanın
ehliyetine göredir. Lâkin ta'îîk hâlinde mülk şart kılınmıştır. Tâ ki istishâb
kaidesi ile cezanın vukuu ağır
bassın. Binâenaleyh yemîn sahih olur. Ceza gelebilmek için şartın tamâmında da
mülk şarttır. Çünkü ceza ancak mülkte iken gelir. Bu aradaki hâl yeminin beka
hâlidir. Binaenaleyh mülkün bulunmasına hacet yoktur. Çünkü onun bekası
mahalliyle kâimdir. O da zimmettir.
Kadının kocası üç
talâkı veya cariyenin efendisi âzâdı cimâa bağlasa, yâni koca karısına «Eğer
seni cima edersem üç kez boşsun.» dese veya cariyenin efendisi «Eğer seni cima
edersem, hürsün.» dese, sünnet yerini sokup İki sünnet yeri hiçbirine kavuşursa,
şart bulunduğu için kadın b o sanılmış ve câriye âzâd olur.
Erkek cinsiyet organını
kadına idhâlden sonra bir müddet cğleçse ve üç talâk vâki oldukdan sonra
çikarmasa, kocaya ve cariyenin efendisine ukr lâzım gelmez. Ukr, mehr-i
misidir. Bâzıları demiştir ki: Zinanın helâl olması mümkün olsa, ukr cima
ücretinin miktarıdır. Koca eğleşip durmakla ric'î talâkda geri dönmüş olmaz.
Çünkü cima, zekeri ferce sokmaktır. Bu ise talâkdan »sonra ve âzâddan sonra
bulunmamıştır. Çünkü idhâl için devam yoktur ki devamı için ibtidâ hükmü olsun.
Bundan dolayı eğer bir kimse binek hayvanını ahıra sokmamaya yemîn
etse, halbuki hayvanı o ahırda olsa, o kimse
hayvanı o ahırda tutmakla yeminini bozmuş olmaz. Belki birincide, yâni üç talâk
ile kocaya ükr (mehr) vâcib olur. İkincidej ikinci defa idhâliyle, geri dönmüş
olur. Çünkü ikincide, kadına cinsî organını idhâl ile harâmhk sabit oldukdan
sonra gerçekden onda cima bulunduğu içindir. Lâkin meclisin bir olmasına
bakarak had vâcib olmaz. Maksûd şehveti kaza etmektir. Şüpheden dolayı had
vurmak mümkün olmayınca, mehr vâcib olmuştur, çünkü mehr şüphe ile de vâcib
olur.
Koca karısına
«İnşâellâh» sözcüğünü ekleyerek «Sen boşsun, in-şâellâh» dese veya şartı
söylemezden önce kadın ölse, talâk vâki olmaz. Birincinin sebebi, varlığı
bilinmeyen şarta bağlamak (ta'Iîk), sözün başını değiştirdiği içindir. Bundan
dolayı değiştirenin bitişik olması şart' kılınmıştır. İkincisinin sebebi, söz
istisna ile îcâb olmakdan çıktığı içindir ve kadının Ölümü mucibe aykırıdır.
İbtâl'edene aykırı değildir. Eğer koca şarttan önce Ölse, yâni «Sen boşsun!»
dedik den sonra «İnşâellâh!» demeden ölse, talâk vâki olur. Zira kocanın sözüne
şart eklenmemiştir.
Koca karısına «Üç kez
boşsun ve üç kez inşâellâh!) dese veya kölesine «Sen hürsün ve hürsün
inşâellâlı» dese, kadın üç kez boşanmış olur ve köle âzâd olur. İmâmeyn (Rh.
Aleyhimâ), «Kadın boşanmış olmaz.» demişlerdir. Çünkü insanların konuşmalarında
tekrar yaygındır. Binâenaleyh bu da kocanın sözünü düzeltmek için tekrara
hamledilir. Şartın eklenmesi geçersiz olmaz. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur:
İkinci lâfız geçersizdir. Çünkü birincinin ifâde ettiğinden fazla bir ma'-nâ
ifâde etmez, (Vâv) ile ayırdığından dolayı ikinci lâfzın te'kîd olması için de
imkân yoktur. İmdi ma'tûf yâni' ikinci lâfız, şartın birinci lâfza eklenmesini
meneder. Şu halde birinci lâfız vâki olur.
Keza kocanın karısına
«Inşaeîlah sen boşsun!» demesinde de hüküm zikredilen ^gibidir. Çünkü bu söz
İmâra A'zam (Rh.A.) ve İmâm Muhammed' (Rh.A.) e* göre boşamaktır. İmâm Ebû Yûsuf
(Rh.A.) a göre, ta'Hkdır. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un delili şudur: Mubtıl
(bozan) yâni Hinşâellâ-h» sözcüğü icâba bitişiktir. Şu halde icâbın hükmünü
geçersiz kılar. Nitekim ertelenmiş olsa, geçersiz kaldığı gibi. Bu durumda
talâk vâki olmaz. İmâm A'zam ile İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) İn delilleri ise
şudur: İki cümlenin bağlanması için konulan rabıta edatı (fâ) dır. (Fâ)
bulunmayınca bağlantı da bulunmaz. Şu halde «Sen boşsun.» sözü müneccez yâni
derhal geçerlidir. Şartın sonraya bırakılması bunun aksinedir. Çünkü bu takdirde
değiştirici olur, sözün başı ona bağlıdır.
Kocanın karısına «Sen,
Allah Teâlâ'nın dilemesiyle veya iradesiyle
veya sevgisiyle veya rızâsiyle boşsun." dese, kadın boşanmış olmaz. Çünkü söz,
bilinemeyen şeye ta'lîk edilmiştir. Meselâ, «İnşaellâh» sözü gibi. Çünkü
«İnşâellâh» da olan (be) ilsâk yâni yapıştırmak içindir. Ta'lîkda da cezayı
şarta yapıştırmak vardır.
Bu dilemek (meşîet)
sözcüğü ve dilemekden başka zikredilen lâfızların kula izafesi, ona temlîkdir.
Meselâ, «Fülân dilerse!» demek gibi. Ya da «Fülân murâd ederse veya fülân
severse veya fülân razı olursa!» demek gibi. İmdi meclis üzere iktisâr olunur.
Eğer kul onu meclisde bilip ve dilerse-talâk, vâki olur.
Koca karısına «Allah'ın
emriyle boşsun», yâlıûd «Allah'ın hükmü veya kazası ile veya izni veya ilmi ile
veya kudreti ile boşsun» dese, söz tencîz yâni derhal geçerli olur. Bununla
talâk hemen vâki olur. İster Allah' (C.C.) a ister kula izafe etsin müsavidir.
Çünkü bu gibi sözlerle örf en tencîz murâd edilir. Meselâ «Sen kâdînin hükmü ile
boşsun!» demek gibi.
. Eğer koca karısına
«lâm» harfi ile —ki «için» demektir—• «Allah'ın dilemesi için boşsun» veya «emri
için veya hükmü için»... ilâh. dese, on şeklin hepsinde taîâk vâki olur. İster
Allah'a ister kula izafe olsun müsavidir. Çünkü «lâm» harfi, ta'lîl içindir.
Sanki koca talâkı yapmış ve talâkın nedenini belirtmiştir. Meselâ; «Eve girdiğin
için boşsun» demek gibi.
Koca karısına «de»
ma'nâsma gelen (fî) İle; yâni «Sen, Allah'ın dilemesinde boşsun» veya «Allah'ın
emrinde ve hükmünde»... ilâh. dese, koca; Allah' (C.C.) a izafe ederse bu
şekillerin hepsinde talâk vâki olmaz. Çünkü ûfî» sözcüğü, şart ma'nâsmadır.
Binâenaleyh bilinmeyen şeye ta'lîk olur ve talâk vâki olmaz. Ancak «Sen,
Allah'ın ilminde boşsun!» sözünde talâk vâki olur. Çünkü ilim zikredilir ve
onunla bilinen şey murâd edilir. Bilinen (ma'lûm) ise vâkidir. Bir de İlmin
Allah' (C. C.) dan nefyedilmesi hiçbir suretle sahîh olmaz. Çünkü Allah Teâlâ
(C. C.) olanı ve olmayanı bilir. İmdi emir var olana bağlanır ve kudrete soru
yöneltmek gerekmez. Çünkü burada murâd takdirdir. Allah (C.C.) bazan bir şeyi
takdir eder ve başka bir şeyi takdir etmez. Hattâ takdir ile irâdeye uygun
olarak te'sir eden bir sıfat murâd ederse, derhâl talâk vâki olur. Şayet kula
muzâf kusa, temlik yönünden ilk dördünde sahîh olur ve meclise münhasır kalır.
Nitekim yukarıda geçti. Başkaları ta'lîk olur. Onlar da geri. kalan altıdır.
Sözün kısası, on sözcükden dördü temlik içindir. Onlar da: Dilemek (meşîet),
irâde, sevmek (muhabbet) ve rızâ'dır. Geri kalan altisı, temlik için değildir.
Onlar, da; Enir, hüküm, kaza, izin, ilim ve kudrettir. Bunların hepsi iki vcch
üzeredir; Ya Allah Teâlâ' (C.C.) ya, ya da kula muzâf olurlar. Her vech dahî
üçer vech üzeredir. Ya «bâ» ile veya «lâm» ile veya (fî) iledir.
Kocanın karısına «Sen
üç kez boşsun, ancak iki değil!» demesiyle bir talâk vâki olur. «Sen üç kez
boşsun, ancak bir değil!» demesiyle iki talâk vâki olur. «Sen üç kez boşsun,
ancak üç değil (müstesna)» demesiyle de üç talâk vâki olur. Çünkü çıkarmadan
sonra istisna yapmak, geri kalanı söylemektir: îmdi istisnanın sıhhatinin şartı,
müstesnanın arkasında, onu söylemek için bir şey kalmakdır. Hattâ: «Sen üç kez
boşsun, ancak üçü değil (müstesna)!» dese, üç talâk ile boşanmış olur. Çünkü
söylediği şeyin hepsini istisna edip istisnadan sonra bir şey geri
bırakmamıştır ki söylesin.
Koca karısına «Eğer ben
senin üzerine filancayı nikâh edersem, o nikâh ettiğim boş olsun?» deyip o kadın
üzerine bâîniu iddetinde bir kadın nikâh etse yeni kadın boşanmış olmaz. Yâni
bir kimse, nikâhı altında olan karısına «Eğer senin üzerine kadın nikâh edersem
o nikâh ettiğim kadın boştur!» dese, kendisj^üe beraber olanı boşayıp o kadın
iddette iken bir başka kadın ile evlense, o yeni kadın boşanmış olmaz. Çünkü
şart bulunmamıştır. Zira birinci kadının üzerine evlenmek» yatak hakkında onun
ile çekişip ve taksimde (nöbette) onun ile rekabet eden kimsenin, üzerine
girmesidir. Bu ise bulunmamıştır.
Kadın talâkı ister de kocası,
«Sen elli talâk boşsun!» der; kadın da «Bana üçü yeter!» derse, koca «Üçü senin
için ve geri kalanı kadın arkadaşların, yâni kumaların içindir!» dedikde,
kocanın, konuştuğu kadından başka üç karısı daha olsa, konuştuğu karısı üç
talâk ile boşanmış olur. Ondan başkası asla boşanmış olmaz. Vûkıât-ı
Sadru'ş-Şehid'de böyle zikredilmiştir.
Evinin dışında işlerini
görmekden âciz olan hasta gibi, hâli daha ziyâde helak olacağını gösteren kimse
talâk kaçırandır. Evinin dışında işlerini görüp de şikâyeti bulunan kimse ise
fârr
olmaz. Çünkü insan böyle şikâyetten pek az kurtulur. Doğru olan söz budur.
Savaşda bir adam ile
savaşan kimse veya kısas ile veya recm ile öldürülmek için takdim edilen kimse
talâk kaçırıcıdır. —Meşâyihden bazısı, «Kısas için takdim edilse fârr olmaz.
Çünkü afv mendûbdur. Fakat recm böyle değildir, demişlerdir.'— İtimâd birinci
sözedir. Bunu Zeylâî (Rh.A.)N zikretmiştir. Veya bindiği gemi parçalanıp bir
kalas üzerinde kalan kimse; veya yırtıcı hayvan alıp hayvanın ağzında kalan
kimse, kötürüm ve felçli olan kimse, felci ve kötürümlüğü fazla olduğu müddetçe
hasta gibidir. Eğer eski olup artmadı ise talâkda ve başkasında o kimse
sağlıklı ve sağlam gi&idir.
Kadın da, anlatılan bu
şeylerin hepsinde erkek gibidir. Hattâ ayrılma sebebi kadından gelse; bulûğ
muhayyerliği, âzâd olma muhayyerliği ve kocanın oğluna temkini (zina imkânı
vermesi) ve irtidâd gibi ki mezkûr hastalık ve diğer şeyler başına geldikten
sonra, fârre (kaçıncı) olduğu için koca kadına vâris olur. Bunu Zeyiaî (Rh.A.)
zikretmiştir.
Hâmile olan kadın
sağlam ve sağlıklı gibidir. Eğer onu doğum sancısı tutsa, hasta gibidir. Çünkü
onun ölmesi, doğum sancısı tutmadıkça gâlib olmaz. Kâfî'de böyle zikredilmiştir.
İmdi zikredilen
kimselerden her biri talâkı kaçırıcıdır. Böylesiniıı bağışı (teberruu) ancak
malının üçtebirinden sahih olur. Eğer koca ka-nsmı rızâsı yok iken bir bâîn
talâk ile boşasa —kadın da bâînen boşanmaya razı olsa, koca talâk kaçırıcı
sayılmaz— ve koca Ölse, her ne kadar koca hastalıkdan, savaştan ve bu ikisinin
benzeri başka şeyden ölse veya öldürülse bile kadın iddeti içinde vâris olur.
Bu, bâîn talâk ile kadın boşanmış olduğu zamandır. Ric'î talâkda ise kocasına
mutlak surette vâris olur. Şayet koca kadının iddetinde ölürse, ikisi arasında
karı - kocalık bakî olduğu için vâris olur. Çünkü karı - kocalık, kocanın ölüm
hastalığında vâris olmasına sebebdir. Zira koca mirasın ibtâlinı kasdetmiştir.
Binâenaleyh kasdı kendi aleyhine çevrilmiştir. Bu da kadından zararı def etmek
için boşamanın amelim iddetin bitmesine kadar geciktirmekle olmuştur. Bundan
dolayı, kadir» ölürse koca da kadına vâris olur. Fakat bâîn talâk böyle
değildir. Çünkü sebeb —ki nikâhdır— bâîn talâk ile yok olmuştur.
Keza ric'î talâkı
isteyen kadın üç kez boşansa vâris olur. Çünkü talâk nikâhı yok etmez. Bundan
dolayı koca için cima helâl olur ve kadın ric'î talâk ile mirâsdan mahrum olmaz.
Kocasından ric'î talâk istemekle hakkının bâtıl olmasına razı olmuş değildir.
Yine koca kansan bir
bâîn talâk ile boşasa, hüküm anlatılan gibidir. Keza bâîn ile boşanmış olan
kadın kocasının oğlunu öpse, yine kocasına vâris olur. Yâni hasta bir adam,
karısını ba^în talâk ile boşasa, o kadın kocasının oğlunu Öpse, onun öpmesi
vâris olrhayı menetmez. Çünkü beynûnet (kati talâk) kocanın bâîn boşaması Üç
vâki olmuştur.. Kadının öpmesi ile vâki olmamıştır. Öpülmekle bâîn olan kadın
böyle değildir. Çünkü öpülmekle bâîn olan kadın kocasına vâris olmaz. Keza
hastalık hâlinde mülâane olunan kadın veya ilâ olunan kadın da vâris olur.
Birinci, yâni mülâane olunan kadının vâris olmasına gelince; koca karısına
sağlamken kazf etse, ondan sonra hastalığı hâlinde mülâane etse, kadın vâris
olur. Keza hastalığı hâlinde karısına kazf etse vâris olur. Çünkü Hân, talâkın
ta'lîkına eklenmişti^, Bir îiil ile ki kadına o fiil lâzımdır. Nitekim yakında
açıklaması gelecektir. Çünkü kadının kendisinden ân kaldırmak için da'vâcı
olması gerekir..
İkinciye yâni îiâ ile
vâris olmasına gelince; koca, ölümüne sebeb olan hastalığında, dört ay kadına
yaklaşmamaya yemin etse, o kadına müddet geçinceye kadar yaklaşmasa ve beynûnet
vâki olsa, sonra ölse, kadın vâris olur.
Şayet koca sıhhatinde
îlâ etse ve kadın üâ ile kocanın hastalığında bâîn olsa; karısı vâris olmaz. İlâ
da hastalığında ise vâris olur. Çünkü îlâ cimâdan hâli dört ayın gelmesiyle
talâkı ta'lîk anlamınadır. İmdi îlâ vaktin geçmesiyle La'lîka katılır. Yakında
açıklaması gelecektir.
Savaş alanında olan
veya hummaya tutulan kimse veya kısas veya recin için habs edilen veya
kuşatılan kimseler anlatılanın aksidir. Çünkü bu takdirde boşanıhmş kadın vâris
olmaz. Zira bunlarda ölmek gâlib değildir.
Keza kocanın
hastalığında hull' olmuş olan kadın ve yine muhayyer olan kadın — ki kocasının
hastalığında kendisini seçmiştir. — vâris olmaz. Karısını karısının emri ile
boşayan kimse, bundan sonra .kadın îddette iken ölse, o kadın da vâris olmaz.
Çünkü bu kadın hakkının bâtıl olmasına razı olmuştur. Te'hir onun hakkı içindi.
Ya da koca kadının emri olmadan hastalığında üç talâk boşayıp ondan sonra
hastalığından iyileşip sonra koca iddette ölse, o kadın da vâris olmaz. Çünkü o
koca fârr olmaz. Çünkü koca hastalıkdan iyileşince hastalığın ölüm hastalığı
olmadığı belli olmuştur. Bundan dolayı onun bağışı malının hepsinden itibâr
edilir. Keza, koca borcu olduğunu söylese, sağlıklı hâlindeki alacaklıları
hastalık hâlindeki alacaklılarından Önce gelmez. Yâni sağlıklı hâlindeki
alacaklılarına öncelik tanınmaz.
Koca ile kan sıhhat
hallerinde üç talâk hakkında ve iddetih geçtİ-tiğl hususunda birbirlerini tasdik
etseler veya koca kadının emri ile kadını bâîn talâk ile boşayıp o kadın için
mal ikrar etse veya koca vasiyet etse, o kadın içiı\ o ikrar ettiğinin ve
mirasın en azı vardır. Yâni koca hastalığı hâlinde karısına »Ben seni sıhhatim
hâlinde boşadım,, iddetin de bitti!» dedikde, kadın da kocasını doğrulasa, ondan
sonra kadın için mal ikrar etse veya kadına mal vasiyet etse veya kadının emri
ile kendi hastalığında onu bâîn talâkla boşasa, sonra ona mal ikrar etse veya
vasiyet edip ondan sonra Ölse, o kadın için ikrar ettiği maldan ve mî-râsdan en
azı vardır.
Şayet koca karısının
talâkını bir yabancının fiiline veya bir vaktin gelmesine bağlasa, ta'lîk ve
şart o kocanın hastalığında olsa veya kendisinin fiiline bağlasa, ta'lîk ye
şartın ikisi de hastalığında olsa veya yalnız şart hastalığında olsa veya
kadının yapması gereken; yemek, içmek, ana-babası ile konuşmak, borcunu ödemek
ve alacağını almak gibi kadının bir kaçınılmaz fiiline bağlasa ve ta'lîk ve
şartın ikisi de hastalığı hâlinde olsa veya yalnız şart hastalığında olsa, koca
fârr olduğu için o kadın vâris olur. Bu anlatılan suretlerden başkasında kadm
vâris olmaz. Bu ta'lîk ve şart bütün vechlerde sıhhatte olduğu vakittedir. Veya
ta'lîk sıhhatte olup onu yabancının fiiline veya vaktin gelmesine bağladığı
vakittedir. Ya da nasıl olursa olsun, kadın için ona lâzım olan fiiline ta'lîk
ettiği vakittedir. Bu suretlerde kadın vâris olmaz.
Ma'lûm olsun ki bu
mesele dört vech üzeredir: Ya talâkı zamanın gelmesine veya bir yabancının
fiiline yâhûd kendisinin iiiline yâhûd kadının fiiline bağlamaktır.
Bu dürt vechden heı-
biri de iki vech üzeredir: Ya ta'lîk sıhhatte ve şart hastalıkda veya ta'lîk ve
şart ikisi de hastalıkda olmakladır.
İlk iki veçhe gelince;
yâni talâkı zamanın gelmesine veya yabancının fiiline bağladığı zaman, eğer
ta'lîk v« şart ikisi de hastalıkda olursa koca ıârr olduğu için kadın vâris
olur. Eğer ta'lîk sıhhatte ve şart hastalıkda olursa, kadın vâris olmaz.
Üçüncü vech ise şudur:
Koca kendi fiiline ta'lîk ettiği zaman kadın vâris olur. Şart hastalıkda
bulunduğu zaman nasıl olursa olsun vâris ölür. Ta'lîk gerek sıhhatte, gerek
hastalıkda olsun ve gerek fiil mutlaka lâzım olsun, gerekse olmasın müsavidir.
Çünkü koca kadının hakkını ta'lîk ve şartla veya yalnız şart ile ibtâle kasd
etmiştir. Çünkü şartın illete benzerliği vardır. Zira muallâkın varlığı şart
katındadır. Koca, kadının hakkının korunması yönünden bir bakıma zulmedicidir.
Kocanın muhtaç ve mecbur olması başkasının hakkını ibtâl etmez. Nitekim ıztırâr
hâlinde veya uyku hâlinde başkasının malını yok etmek gibi.
Dördüncü vech ise
şudur: Talâkı kadının fiiline bağlaması, eğer o bağlanan fiil kadın için
ımıllaka Jâzim değilse, mutlaka vâris olmaz. Gerek ta'lîk ve şart hastalıkda ve
gerek ta'lîk sıhhatte ve şart hastalıkda olsun müsavidir. Çünkü kadın şarta
razı olmuştur. Şarta rızâ meşruta da rızâ olur.
Koca cima ettiği
karısını hastahğı hâlinde bâîn talâk ile boşasa, ve koca hastalıkdan
îyileştikden sonra ölse veya koca kadını îbâne et-tikden sonra kadın mürted
olsa, kadın İslâm dinine girdikde koca ölse, o kadın vâris olmaz.
Birincinin sebebi;
sıhhatin talâk ile ölüm arasına girmesinden anlaşıldı ki, koca fârr değildir.
İkincinin sebebi ise, kadın mürted olduğu için mirasa yeterliliğini ibtâl
etmiştir. Çünkü mürted hiçbir kimseye vâris olamaz. Şayet kadın ondan sonra
İslâm'a gelse, sebebin geri dönmesi mümkün olmaz.
Koca kansına «Eğer ben
hasta olursam, sen üç kez boşsun!» dese, koca fârr olur. Hattâ koca hasta olup o
hastalıkda ölse kadın vâris olur.
Kadın hasta olan
kocasına «Beni boşa!» dedikde, koca onu üç talâk boşasa, kadın vâris olur.
Çünkü beni boşa demenin medlulü ric'ı talâkın istenmesidir ve ric'î talâka
rızâdan üç talâka rızâ lâzım gelmez. Koca talâkı üç yapınca, fârr olur ve kadın
vâris olur.
Bir kimse «Son evlendiğim
kadın üç kez boştur!» deyip bir kadı» île evlenip ondan sonra bir diğer kadınla
da evlense, ondan sonra koca' Ölse, sonraki kadın evlenirken boşanmış olur, koca
fârr olmaz ve kadın, ona vâris olmaz. Bu îmânı A'zam' (Rh.A.) a göredir.
İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, kocanın ölümü sırasında boşanmış olur. Koca fârr
olup kadın ona vâris olur. Çünkü sonralık ancak bu kadından sonra bundan başka
kadın ile evlenmekle gerçekleşir. Bu ise ancak kocanın ölümü ile gerçekleşir.
Binâenaleyh şart ölüm sırasında gerçekleşmiş olur ve ona iktisâr edilir. İmâm
A'zam1 (Rh.A.) m delili şudur: Ölüm bildiricidir ve somınculuk ile bitişik
olması şartın vaktindendir. Şu halde müstenid olarak sabit olur.