Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Gurer ve Dürer Tercümesi Molla Hüsrev

Vedia (Emânet) Bölümü. 2

Rehn   Bölümü. 5

Rehn Olabilen Ve Rehn Edilmesi Sahih Olan Veya Olmayan Şeyler Babı 7

Güvenilir   (Adl)  Kimsenin Yanına Konan Rehn Babı 10

Rehn'de  Tasarruf Ve  Suç  Babı 12

Rehn Edilen  Şeyler Hakkında  Bir  Fasıl 15

 


Vedia (Emânet) Bölümü

 

Vedia (emânet) bölümünün, «Ariyet Bölümü» ile ilgisi gizli de­ğildir. Vedia; lügat yönünden, mutlak terkdir. Şer'an; korunmak için terk edilen, yâni bırakılan emânettir [1] Bu emânetin rüknü, emânet koyan kimseden îcâb bulunmasıdır. Meselâ; «Sana, emânet koydum!» demek gibi. Ya da, kavlen veya fiilen, «Sana, emânet koydum î» yerine geçen şeyle îcâb bulunmasıdır. [2] Zîrâ, bir kimse, giysisini, bir ada­mın önüne koysa, ister; «Bu, senin yanında emânettir!» desin, ister eükût edip gitsin, ondan sonra diğer adam giysiyi orada bırakıp git-tükde, o giysi zayi' olsa, diğer adam öder. Çünkü bu koymak, örfen emanet bırakmaktır. Kâdîhân (Rh.A.) bunu açıklamıştır.

Emânetin bir rüknü de, hakîkaten kabuldür. »Kabul ettim!», «Ai­dim!» veya bunların benzeri gibi. Ya da, örfen kabuldür.' Giysiyi koy­duğu vakitte susmak gibi.

Şayet, «Ben, emâneti kabul etmem!» dese, giysi sahibi de Önüne koyup gitse; giysi zayi' olsa, ödemez. Çünkü konulan kimse, emâneti kabul etmediğini açıklamıştır. Şu hâlde kabul süz, emânet konulmuş olmaz. Bunu da, Kâdîhân (Rh.A.) zikretmiştir

Emânetin şartı; emanet olan malın üzerine mâlikiyetin (yed'in) isbâtı kâ,bü olmasıdır. Çünkü emânet koymak (îdi'), koruma (istih-fâz) akdidir.  [3] Üzerine mâlikiyetin isbâtı olmayan şeyin korunması ise muhaldir. Havada uçan kuşun, kaçmış kölenin ve denize düş­müş malın emânet konulması sahîh değildir.

Emânetin hükmü; kendisine emânet konulan kimse (mûda') üze­rine korumanın vâcib olması ve emânet konulan kimsenin yanında malın emânet olmasıdır. [4]

Musannif, bunun üzerine şu fer'î mes'eleyi g eti imiş tir; «Emânet konulan kimse yanında, eğer emânet helak olur veya çalınirsa, öde­mez.» Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.) :

nKendisîne emânet konulup, hıyanet etmeyen kimse, (emânetin) zararını ödemez.» buyurmuştur. «MugılI», hâyin'dir; «iğlâl» de,, hıya­net demektir.

Hırsız, emânet olan mal ile beraber kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'm) malını çalmasa da, çalınan emâneti ödemez. İmâm Mâlik (Bh.A.); «Töhmet bulunduğu için öder.» demiştir. Bunun üze­rine hüccet, bizim naklettiğimiz hadîsdir. Ancak emânet konulan kim­se, emânetin çalındığını açıklamadan ölürse, bu takdirde mütecaviz' olup, zararı öder. Eminler de böyledir. Yâni emânet olan malın hâli­ni açıklamadan ölen her emin, emânetin zararını öder. Ancak müte­velli, geliri (gaileyi) alıp da, onun durumunu açıklamadan ölürse, za-ran ödemez.

Sultân, ganimet malının bir kısmım, ganimet alacak kimselerin bir kısmına emanet koyup, emânet konulan kimseyi açık la maksi zın ölse ve yine kâdî; yetimin malını emânet koyup, emânet konulan kim­seyi açıklamak sızın ölse, zararı ödemez. Hâniyye'de böyle denmiştir.

Kendisine emânet konulan kimse (mûda'), emâneti kendisi ve ailesi korur. Yâni kansiyle, çoluğu-çocuğuyla, ana-babasiyle, yıllık ve aylık işçisiyle de koruyabilir. Zikredilenlerden başkası vâsıtası ile ko­rursa veya bunlardan başkasına emânet korsa, zararı öder. Çünkü mâ­lik, emânet konulan kimsenin kendi eliyle korumasına razı olmuş­tur. Başkalarına razı değildir. İmdi başkasına teslim etmekle, zararı öder.

Ancak emânet konulan kimse (mûda1), yanmasından veya bat­masından korkup, komşusuna veya başka gemiye teslim ederse, zaran Ödemez. Çünkü bu durumlarda emânetin korunması, ancak bu yolla mümkün olur. Şu hâlde, o kimse buna me'zûn olur ve bu husûsda ancak beyyine ile tasdik edilir. Çünkü emânet konulan kimse (mû­da'), sebebi tahakkuk ettikden sonra, zaran ödemeyi düşüren bir za­ruret bulunduğunu iddia etmektedir. Bu durumda, başkasına emânet koymak hususunda izin bulunduğunu iddia etmiş gibi olur.

Keza emânetin sahibi istedikde, emânet konulan kimse emânetin teslimine kadir İken menetse, emânetin zararını Öder. Çünkü emâ­net sahibi, emânetin geri verilmesini isterse, ondan sonra kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'ın), onu tutmasına razı olmamış olur. tmdi emânet konulan kdmse, vermemekle mütecaviz olur. Şu hâlde zaran öder. Ya da kendisine emânet konulan kimse (mûda') emâne-nete teaddl eylerse zararı öder. [5]

Musannif, teaddî latan açıklayıp şöyle demiştir: Kendisine emâ­net konulan kimse, emânet konulan giyeceği giyse veya hayvanına binse veya emânetin bir kısmını geçimine harcasa (infâk etse), on­dan geçimine harcadığını öder. Hepsini Ödemez. Ya da, geçimine har­cadığının mislini geri kalana karıştırsa, yâni kendisine emânet ko­nulan Jcimse, harcadığının mislini getirip onu geri kalana karıştırsa, hepsini öder. Çünkü karıştırmakla, hepsini kullanıp tüketmiş sayı­lır. Kâff'de de böyle denmiştir.

Ya da, kendisine emânet konulan kimse, emânet sahibinin (mâ­likin) yanında emâneti inkâr ederse; ondan sonra gerek ikrar etsin, gerekse etmesin, zaran öder. Çünkü mâlik, emânetin geri verilmesini istediği zaman, emânet bırakılan kimseyi korumakdan azl etmiştir. İmdi emânet konulan kimse; ondan sonra, onu elinde tutmakla gâ-sıbdır. Şu hâlde zaran öder. Eğer kendisine emânet konulan kimse, emâneti ikrara dönerse, zaran ödemekden kurtulamaz. Çünkü akd ortadan kalkmıştır. Artık, ancak akdi yenilemekle avdet eder. Mâlik ise, akdi yenilememiştir.

«Mâlikin yanında emâneti inkâr ederse» demesine sebeb: Çünkü  emânet konulan kimse emâneti, mâlikden başkasının ya­nında İnkâr etse —meselâ, bir yabancı O'na; «Fülânın, sende emâ­neti var mıdır?»  dedikde,  «Yoktur!»   dese—   zaran ödemez.  Çünkü mâlikin gıyabında inkâr etmek, emâneti korumak (hıfz)   dan sayılır.

Zîrâ kendisine emânet konulan kimse,  o inkâr ile emânete göz di­kenlerin tama'ını keser. Bu sebebden, inkâr etmekle zararı ödemez.

Ya da, mûda', mâlikin emâneti korumak için emrettiği evden baş­ka evde korursa, zararı Öder. Çünkü mâlikin emrine aykırı davran­mıştır. Ya da, kendisine emânet konulan kimse, emâneti kendi malı ile karıştırsa, hattâ birbirinden aynlmasa, gerek kendi cinsi ile karış­tırsın, gerekse cinsinden olmayanla karıştırsın, zararı öder. [6] Çün­kü karıştırmak, İmâm A'zaın' (Rh.A.) a göre, mutlak surette tüket­mektir. Eğer emânet, kendisine emânet konulan kimsenin taksiri ol­maksızın, anûda'ın malı ile karışırsa, nitekim iki kese yarılıp, ikisi birbirine karış salar, mâlik ile emânet konulan, kimse ortak olurlar ve zararı ödemek de lâzım gelmez. [7] Çünkü kendisine emânet ko­nulan kimseden tecâvüz ve kusur yoktur. Bu hüküm ittifakla böy­ledir.

Eğer, (kemlisine emânet konulan kimse tecâvüzü ortadan kaldı-rırsa, yâni kendisine emânet konulan kimse, emâneti başkasının ya­nına (koymakla emânete tecâvüz etse; sonra bu tecâvüzü ortadan kal­dırılıp (izâle edilip), emâneti mâlikin eline geri verse, zararı Ödemek ortadan kalkar [8] Şu ma'nâda ki; emânet mâlikin eline geri dön-dükden sonra zayi' olsa, kendisine emânet konulmuş olan kimse, za­rarı ödemez. İmâm Şafiî (Rh.A.) ayn görüştedir. Bu zikredilen ah­kâm, emânet konulan şeyin (vedîa'nın) hükmüdür.

Diğer emânetlerde  ihtilâf edilmiştir.  îmâdiyye'de  denmiştir  ki:

Eğer bir kimse, belirtilen bir yere kadar, bir hayvanı ariyet alsa, ari­yet alan' kimse o hayvan ile belirtilen yeri geçse, ondan sonra belir­tilen yere geri gelse, müsteîr hayvanı mâlikine geri verinceye kadar, meydana gelen zararı öder.

Denilmiştir ki: Bu ariyet alan kimse (müsteîr), hayvanı o be­lirtilen yere gitmek için ariyet alıp, gelmek için almadığına göre­dir. Amma belirtilen yere gidip, dönmek üzere ariyet alırsa; müsteîr, beri olur. Bunu söyleyen, kendisine emânet konulan kimseyi (mûda'ı), ariyet alan kimseyi (müsteîri) ve kira ile tutan kimseyi (müste'ciri) bunda eşit tutmaktadır. Çünkü, bunlar muhalefet edip, ondan sonra  ittifaka  geri  döndüklerinde,  ödemekden  beri olmaları,  emânet  koy­ma (îdâ') ve ariyet verme (iare) nin müddeti bakî kalırsadır.

Meşâyihdcn biri ariyet hakkında demiştir ki: Ariyet alan kimse, mâlikine geri vermedikçe, meydana gelen zararı ödemekden beri ol­maz. Gerek gidip, gelmek için ariyet alsın ve gerekse yalnız gitmek İçin ariyet alsın müsavidir.

Bunu söyleyen kimse der ki; Ariyet alan ve kira ile tutan kim­se, şayet muhalefet edip sonra ittifaka geri dönseler, meydana gelen zararı Ödemekden kurtulmazlar. Kendisine emânet konulan kimse (mûda'), bunların aksinedir. Eğer kendisine emânet konulan kimse muhalefet edip sonra ittifaka geri dönse, bu takdirde ödemekden kur­tulur. Birinci söz eşbehdir (Fıfcha daha uygundur). Şeyh'ül-İslâm Hâ-her-zâde (Rh.A.) dahî birinci söze meyi etmiştir.

Kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'm), emânet (vedia) ile beraber yolculuk etmesi — vedianın yükü ve azığı (mü'neti) ol­sa da— caizdir. Eğer bir kimse, ona gâlib olduğu hâlde kasd etme­mekle yoî güvenlikde ise ve eğer bir kimse ona kasd edip mûda'm kendisiyle ve arkadaşları ile onu savması mümkün olursa ve mûda' emânetle yolculuk etmekden nehy edilmedi ise, emânet (vedia) ile beraber yolculuk etmesi caizdir. Eğer yol güvenlikde değil ise veya emâneti koyan kimse (mudi') yolculumdan nehy etti ise, emânet (ve­dia) zayi* olduğu takdirde, kendisine emânet konulan kimse (mûda') öder.

İki kimse, bir adama misli olan şeyi emânet koysalar, yâni mekî-iât, mevzuna t ve adediyyât-i mütekâribeden bir şey emânet koysalar, o adamın itkisinden birinin hissesini diğeri yok iken vermesi câlz ol­ma*. Eğer verirse, öder. İmâmeyn (R'h. Aleyhimâ); «Verir ve ödemez.» demişlerdir. Ba'zilan; «Bu hilaf, hem misliyyâtta, hem de kıyemiyât-tadır.n demişlerdir. Doğru söz şudur ki: Hilaf ancak nıisliyyâtladır. Bundan dolayı musannif, «Nitekim, kıyemiyâtta ikisinden birinin gayretinde, diğerine vermek caiz olmadığı gibi,» demiştir.

Bir kimse taksim edilir şeyi iki kimseye -emânet koysa ve her bi­ri, o şeyi taksim edip, yarısını korusa (hıfz etse), eğer taksim kabul etmez şeyse, ikisinden her birinin, diğerinin izniyle koruması caizdir. Bunun sebebi şudur: Mâlik, ikisinin korumasına razı olmuştur. Biri­nin, tümünü korumasına razı değildir. Çünkü, korumak gibi fiiî, bö­lünme (tecezzi) kabul eden şeyde, her ne zaman ikiye muzâf olsa, bir kısmını kapsar, tümünü kapsamaz. İmdi diğerine teslim, mâli­kin rızâsı olmaksızın vâki' olur. Emânetin tümünü veren öder. Teslim alan ödemez. Çünkü kendisine emânet konulan kimsenin, emânet koyduğu kimse (yâni mûda'ın mûda'ı), İmâm A'zuıı' (Rh.A.) a göre. Ödemez. Taksim kabul etmeyen emânet, zikredilenin aksinedir. Zîrâ, emânetin tümünü diğerine vcric.se ödemez. Çünkü mâlik, o iki mû-da'a emânet koyduğu şeyin korunmasında (hıfzında), ikisinin gece ve gündüz bir araya gelmesinin imkânsız olduğunu veya nöbetle ko­rumak mümkün olduğunu bildiği hâlde emâneti vermesi ba'zi hâl­lerde bütününü birine vermeye razı olması elemektir.

Keza taksini kabul eden şeyde, iki müıtehmden ve satın alma­ya vekîl olan İki kimseden birinin diğerine teslim etmesi de böyledir, yâni öder. Taksim kabul etmeyen şeyde, ödemez.

Mâlik, kendisine emânet konulan kimseyi (mûda'ı), emâneti aile­sine vermekden nehy etse, (meselâ karına, çocuğuna veya ailene ver­me, dese) O da emâneti Ailesinden olmakla beraber, kendisinden ay­rı olan bir kimseye verse, mûda' zararı öder.

Eğer kendisine emânet konulan kimse (mûda'), emâneti ıııedfû1-dan ayrılığı olmayan bir kimseye verirse —meselâ emânet hayvanı, kölesine ve kadınların korudukları şeyi karısına vermesi gibi — bu takdirde zararı Ödemez. Yâni bir kimse, bir adama emânet (vedia) bırakıp; «Bunu, karına, kölene, cariyene, çocuğuna ve ücretli işçine (ecîrine) verme.» dese ve bu kimseler, kendisine emânet konulan kimsenin ailesinde olsalar, imdi mûda' emâneti bunlardan birine ver­se ve emânet helak olsa, verdiği kimse medfû'dan ayrı bulunmakda ise, emânet konulan kimsenin ondan başka ailesi ve hizmetkârları olmakla, o emânet konulan kimse 'zararı Öder. Eğer ondan başka aile­si ve hizmetkârları yoksa zararı ödemez. Çünkü bu şart faydalı (mü-fîd) dır. Ba'zan insan malı üzere bir adamdan emin olur da, onun ailesinden emîn olmaz. Lâkin mûda'm imkân ölçüsünde şarta uyma­sı ve gözetmesi gerekir. Eğer mûda'ın emâneti verdiği kimse, mâlikin verilmesinden menettiği kimselerden olup, medfû'dan ayrı bulunur­sa, her ne kadar o kimse emânetin korunmasına, mâlikin emrettiği biçimde Jtâdİr «İsa da; mûda1 emâneti mcnedildiği biçimde korudu­ğu (hıfz ettiği) için vuku' bulacak zararı öder. Eğer o kimse medf A'-dan ayrı değil ise, zararı ödemez. Çünkü kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'm), emâneti koruması, ancak onunla mümkün olur ve bu şarta riâyet etmekle beraber koruma (hıfz) işi mümkün olmaz. İmdi mâlikin kayıdlaması (takyidi) mu'Uber olmayıp, bâtıl olur. .San­ki o kimse, «Koruma» demiş gibi olur. Bu durumda mâlikin sözü, aslını bozmuş olur. Bu, şuna ben2er ki: Mâlik, hayvanını emânet ko­yup,  «Bu hayvanı, kölene verme.j» dese veya emâneti, nıûda'ın  kansına vermesinden (menetse, halbuki o emânet de kadınlar elinde koru­nur şey olsa Ve adam da o karısından ayrı bulunmasa, bu şart aslı­na aykırı olup, bâtıl olur. Nitekim mâlik, bir binadan belli (muay­yen) bir evde emânetin korunmasını mûda'a emretse veya o belli ev­de, belli bir sandık içinde korunmasını emretse, kendisine emânet konulan kimse, o emâneti, o binanın başka bir evinde veya o muay­yen evde başjka bir sandıkda korusa, mûda' bu takdirde zararı öde­mez. Bu iki haneden başkası, bunun hilâfınadır. Yâni, meydana ge­len zararı öder. Bunda asıl olan şudur: Şart, ancak faydalı olup ve onu yapmak mümkün olursa sahîlı olur. Başka binaya koymakdan menetmek faydalıdır. Çünkü iki bina, korrimakda ve güvenlikde fark­lı olur. Bu durumda şart, sahih ve onu yapmak mümkün olur. Fakat bir bina içinde olan iki ev, ba'zan korumakda pek az farklı olurlar. Bunların birinden almaya imkân bulan, ötekinden almaya da imkân bulur. Şu hâkîe şart, faydalı olmaz ve onunla amel de imkânsızdır. Bu takdirde o şart, mu'teber olmaz.

İSİ sandık dahî böyledir. Bu surette sandığın ta'yînl fayda ver­mez. Çünkü bir evdeki iki sandık, zahiren farklı olmazlar. Ancak emânet konulan evde ve sandıkda bozukluk (halel) zahir olursa, bu takdirde şart faydalı olur. Kendisine emânet konulan kimse (mûda'), aksini yaparsa, zararı öder.

Kendisine emânet Ikon ulan kimse, emâneti başkasına emânet ko­yup, o da helak olsa, mâlik ancak birincisine Ödetir. Bu, İmâm A'zam* (Rh.A.) a göredir. îmâmeyn (Rh. Aleyhimâ); «Mâlik, her hangisine dilerse ödetir.» demişlerdir. Eğer mâlik, ikinci mûda'a ödetirse, ikin­cisi birincisine rucıV eder.

Şayet gâsıb, mağsûbu emânet koyup, mağsûb; kendisine emânet konulanın (mûda'ın) elinde helak olsa, mâlik hangisine dilerse öde­tir. Gâsıbın, ödemesinin nedeni açıktır. Kendisine emânet konulan kimsenin Ödemesinin nedeni ise, mâlikin rızâsı yok iken gâsıbdan tes­lim aldığı içindir. Bundan sonra, kendisine emânet konulan kimse (mûda'), eğer gâsıb olduğunu bilmezse, tek sözle (ihtilafsız) gâsıba rucû' eder. Bilirse, zahire göre yine öyledir.

Ebû'1-Yüsr (Rh.A.); ><Kendisine emânet konulan kimse, rucû' edemez.» diye rivayet etmiştir. Buna, Şems'ul-Eimme (Rh.A.) dahî işaret etmiştir. Nihâye'de böyle denmiştir. Nitekim gâsıbda ve gâsıbın gâsıbında ve gâsıbdan mağsûbu satın alanda olduğu gibi. Yâni gasb edilen şey (mağsûb), gâsıbın gâsıbında helak olsa, mâlik hangisine dilerse ödetebildiği gibi. Ve yine gâsıbdan, mağsûbu satın alan müş­teri elinde mağsûb helak olsa, mâlik hangisinden dilerse ödettiği gibi. Çünkü gâsıbın gâsıbı ve müşteri, mâlikin izni olmadığı için, ibti-dâen gâsibdan kabul etmekle, gâsıbın benzeri olurlar. Keza bekâen dahî, gâsıbın benzeridirler.

Bir kimsenin beraberinde bin akça olup iki adamdan her biri, o bin akça kendisinin olduğunu O'na emânet ettiğini iddia etseler, O kimse de, onlara yemîn etmekden kaçınsa (nükûl etse), bin akça, o iki müddeînm olur. [Yeminden kaçınan kimsenin, iki müddeîye bin akça daha vermesi gerekir. Çünkü, onlardan her birinin da'vâsı şahindir. İki müddeî'nin her biri için, o kimseye yemîn teveccülı eder. Kadının iki müddeînin her biri için ayrıca, o kimseye yemîn vermesine sebeb, bin akçayı ayrı ayrı iddia ettikleri içindir, Bu mes'ele dört veclı üzere­dir. Çünkü o kimse ya, o iki müddeî için yemîn eder. Ya da, birinci için yemîn eder, ikinci için yeminden.kaçınır. Ya da, ikinci için yemîn eder, birinci için yeminden kaçınır. Ya da, ikisi için yeminden kaçınır. Eğer o kimse, İki müddeîden her biri için yemîn ederse, ikisi için de bir şey lâzım gelmez. Eğer müddeî birinci için yemîn edip ikinci için kaçınırsa, bin akça ikincinindir. Bu da; ya yeminden kaçınmak suretiyle bezli (9) ya da ikrar ettiği içindir.

Birinci müddeî için bir şey lâzım gelmez. Eğer ikinci müddeî için yemîn edip birincisi için yeminden kaçınırsa, bin akça birincinin olup, ikinci İçin bir şey lâzım gelmez. Eğer birinci müddeî için yeminden ka­çındığı gibi, ikinci için de kaçınırsa, bin akça ikisi arasında paylaştı­rılır. Çünkü yeminden kaçınmak, bezl'i veya ikrarı ile, ikisinden her birinin o kimsede hakkı olmasını gerektirir.

O kimsenin, İki müddeîye bin akça daha vermesi gerekir. Çünkü yeminden kaçınması, iki ühüddeînîn her birine bin akça vermesini gerektirir. Sanki, yânında başkası yokmuş gibidir.

Meycûd olan bin akçayı ikisine verince, birinin payının yansı di­ğerinin payının yarısını ona vermiş olur. Bu durumda, ikisine bin akça da borçlu olur.

Hür bir jkimse, mahcur bir köleye emânet bırakıp, O da kendisi gibi bir mahcur köleye emânet etse, emânet konulan şey (vedia) za­yi' olsa, yalnız birinci mahcur köle öder. Çünkü birinci mahcur, ikin­ci mahcurun, o şeyin itlafına musallat kılmış ve zararı ödemeyi üze­rine şart etmiştir. Bu durumda, teslît sahîh; efendisi hakkında şart bâtıldır. İkinci mahcur köle zararı ödemez. Çünkü kendisine emânet konulan kimsenin, emânet ettiği kimse   (yâni mûda'm mûda'ı)   eğer

 Bezi: Bol bol verme, safına. tecâvüz etmedi ise, İmânı A'zam1 (Rh.A.) a göre, zararı ödemez. Bi­rinci mahcur; efendinin hakkına riâyeten âzârf edildikten sonra zararı öder; Eğer emânet, üçüncü mahcurun yanında zayi' o]sa, yâni ikinci mahcur kendisi gibi üçüncü ınahcûıa emânet edip, üçüncüde helak olsa, her ne kadar âzad edilse de, onun zaraıı ödemesi lâzım gelmez. Çün­kü emanetçinin emanetçisi (mûda'm mûda'ı) dir. Emanetçinin ema­netçisi ise, İmâm A'zam' (Rh.A.) a fföre, zararı ödemez.

Birinci mahcur âzâd edüclikden sonra borçlu ulur. Nitekim, se­bebi daha önce geçti, ki onu itlafa musallat etmiştir. İkinci mahcur derhal borçlu olur. Çünkü üçüncü mahcura vermesiyle, vediayı yitir­miştir. Emanetçinin emanetçisi (mûda'm mûda'ı), İmâm A'zanV (Rh. A.) a göre, tecâvüz ederse, zararı Öder. [9]

 

Rehn   Bölümü

 

Rehn bölümünün,«Emânet Bölümü-) île ilgisi; relinin ayrTi mür-tehinin elinde emânet olmasıdır. Nitekim, yakında açıklaması gele­cektir. Şu hâlde rehn, emânet gibi olur.

Rehn, lügat yönünden, mutlak surette halis (alıkoymak; etmek­tir. Şer'an; inaldan alınması mümkün ulan bir hak ile inalı habs et­mektir. Mal sözü; hürriin, miulebberin, şarâbın ve bunların benzeri­nin rehn olmasından sakınmak (ihtiraz) içindir. Çünkü bunlar, mal değildir.

Bu hak, hakikaten borç (deyn) dur. Hem, zahiren ve batman vft-cib bir borçtur. Ya da, ancak zahiren vâcib borçtur. Çünkü rehn bir kölenin semeni ile ve sirke (hail) in semeni ile ve boğazlanan bir hay­vanın semeni ile ve inkârdan olan sulh bedeli ile sahih olur. Köleye bir kimse müstehık çıksa da, veya hür çıksa da veya rehn .konan şey şarâb olsa. da veya ölmüş hayvan (meyte) olsa da, ya da alacaklı' ile borçlu birbirlerini borç olmadığına dâir tasdik etseler de, rehn sahîh olur. Çünkü borç (deyn) zahiren vâcibdir. Zahiren vâcib olması ise kâfidir. Zîrâ, zahiren vâcib olan borç, mev'ûd olan borçdan daha kuv­vetlidir. Nitekim, yakında açıklaması gelecektir.

Ya da, o hak hükmen borçdur. Misli veya kıymeti ile ödenen ayn'-iar gibi. Fakihler onlara, uBinei'sihâ a'yan-ı mazmûııe (Kendiliğinden Ödenen aynlar)» adını verirler. Bu adın verilmesinin nedeni, yakın­da açıklanacaktır.

Relin, gayr-i lâzım olduğu hâlde jnün'akld olur. Çünkü rehn, hi­be ve sadaka gibi tebemidur. Hibede olduğu gibi, ıcâb ve kabul ile mün'akid olur. [10]

Ruhi 11'İn [11] relini teslim etmesi ve ondan geri dönmesi caizdir. Şayet râhhı, rehni teslim etse ve mürtehin [12] tarafından, toplanmış olduğu hâlde teslim alınsa, rehn lâzım olur. toplanmış (mecmu') sö­zü, ağaç üzerindeki meyvenin ve tarladaki ekinin rehn edilmesinden ihtirazdır. Çünkü rehn alan kimse, râhinin hakkı ile meşgul olma­dığı hâlde onu toplayamaz. Bu, onun aksinden ihtirazdır. Aksi; ağa­cı meyvesiz ve tarlayı ekinsiz rehn etmektir. (Evde râhinin eşyası var iken, evi rehn etmektir.

Ayrıbııış olduğu hâlde teslim alınırsa, rehn lâzım olur. Bu söz, müşâ'dan ihtirazdır. Kölenin yarısını ve evin yarısını rehn etmek gi­bi. Gayet'ul-Beyân'da böyle zikredilmiştir.

Bu lâfızlara uygun olan ma'nâlar bunlardır. Yoksa ba'zı ulemâ­nın dediği gibi; birincisi miişâ'ın, üçüncüsü meyveyi ağaç üzerinde ağaçsız rehn etmekten sakınmak değildir. Nitekim, doğru düşüne­bilenlere gizli kalmaa.

Râhhı, rehni teslim ettikde rehn lâzım olur. Kelinde tahliye, tes­lim almakdır. Tahliye [13] ile nıurâd, teslim almak mümkün olacak zamanda engeli ortadan kaldırmaktır. Engel ortadan kalkınca, mtir-tehinin teslim alması hükmünde olur. Hattâ rehn, râhin tarafından konup mürtehinin huzurunda bulunsa, mürtehin onu almayıp zayi1 olsa, mürtehin öder. Binâenaleyh, Zeylaî' (Rh.A.) nin lügat ma'nâsı-nm zahirine bakarak: «Doğrusu taihliye, teslimdir.» sözünün vechi yoktur. Çünkü teslim, katoza engel olanı ortadan kaldırmakdan iba­rettir. Engeli ortadan kaldırmak ise, teslim edicinin fiilidir. Teslim alanın fiili değildir. Halbuki kabz, teslim alanın fiilidir. Nitekim sa-tışda tahliye, teslîm almak (kabz) olduğu gibi. Fukalıâya şöyle i'tirâz edilmiştir: Tahliyenin, rehni teslîm almakda kâfî gelmemesi îcâb eder. Çünkü teslîm almak (kaıbz), rehinde Nassan bildirilmiştir. Satış, bunun aksinedir. Hattâ, teslîm almanın rehnde şart olması Allah Te-âlâ' (C.C.) nın:

«Teslim alınmış rehnler...» [14] âyet-i kerimesiyle istidlal etmiş­lerdir.

Asi olan şudur ki; Mansûsda bildirilen şeyin mevcudiyetine en mükemmel şekilde riâyet olunur. Ben derim ki: Mansûsun vücûduna eh mükemmel şekilde riâyet, ancak müstekıllen bildirildiği vakit ge­rekir. Amma mansûsa tebean zikredilirse, vücûduna cihetlerin en kâ­mili üzere riâyet vâcib olmaz. Çünkü satışda birbirini razı etmek, Al­lah Teâiâ' (C.C.) mu:

«Meğer ki (o mallar) sizden karşılıklı bir rızâdan (doğan) bir tİ-câret (malı) ola.» [15] âyet-i kerîmesiyle mansûsun-aleyhdir.

Eğer ımu'Cerizin sözü sahih olaydı, mecbur edilenin satıcı bâtıl olup, fâsid olmazdı. Halbuki Öyle değildir. Açıklaması gelecektir.

Eğer rehn helak olursa, mürtehin kıymet ve borcun en azıyla öder. Bilmelisin ki, rehn, İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, hâlis emânettir. Hat­tâ, İmam Şâfİî (fiti.A.) relini, zararı ödenmesi gerekli (mazmun) [16] saymaz. Bize göre; rehn, emânettir. Lâkin rehn alan kimsenin yed'i, yed-İ İstifadır ve helak ile sağlaımlaşır. Çünkü istifa, maliyetten hâsıl olur, ayn'daı* hâsıl olmaz. İmdi İmâm Şafiî' (Rh.A.) nhı kabul ettiği gibi ayn'ı istifa istibdâl (değişme) olur. Halbuki mürtehin, alıcıdır; değiştirici değildir. İstifa (yâni hakkım tam ma'nâsiyle almak), an­cak hakkın cinsinden olur. Afallar arasında mücâneset, maliyet sıfa­tı i'tibâriyledir, ayn i'tlbâriyle değildir. Bu takdirde mürtehin, ayn'da emindir. İstifanın hakîkatında kese gibi. Bundan dolayı relinin na­fakasını, rehn hayatta iken râhin verir. Ölümünden sonra, kefenini dahî râhin verir. Resûlüllah (S.A.V.):

«Onun (rehnin) zararı, râhinin üzerine lâzım gelir.» hadîsinin ma'nâsı budur.

Eehn helak olunca, mürtehiıı relinin kıymeti ile borcun eıı az ola­nını öder. Yâni, bu zikredilen kıymetten veya borçdan hangisi daha az ise onu öder, demektir.

Eğer ıhorç ve iıelinin kıymeti, müsavi olursa, vahinin borcu dü­şer. Yâni mürtehin, rehn borcunu alınış olur. Eğer rehnin kıymeti borçdan daha çok olursa, borçdan fazlası, ınürtehmde emânettir. Çün­kü mazmun (yâni ödenmesi gerekli olan), istifaya yetecek olan mik­tardır, O da, borcun miktarıdır. Eğer helak olan rehnin kıymeti borç­dan daha az ise, borçdan o miktar düşer ve ınürtelıin fazlasını alır. Meselâ râhin, kıymeti on akça eden bir giysiyi, on akça borca rehn koysa; imdi o giysi, mürtehinin yanında helak oîya, râhinin borcu düşer. Eğer giysinin kıymeti beş akça ise, mürtehin, râhinden diğer beş akça alır. Eğer giysinin kıymeti onbeş akça ise; beş akça fazlası, mürtehinin elinde emânettir. MürteJiin, isbâtsız Helak da'vâ etmekle zararı öder. Yâni mürtehin, relinin helakim da'vâ etse, eğer rehne delü bulunmazsa mutlak olarak, yâni; rehn gerek hayvan, köle ve akar gibi emvâl-i zahireden olsun veya altın ve gümüş gibi emvâl-i bâtıııa-dan olsun, öder. İmâm Mâlik (Rh.A.); «Ancak emvâl-i batmada öder.» demiştir.

Mürtehinin alacağını râhinden istemesi caizdir. Çünkü rehni is­temek, borcu düşürmez. Yine mürtehinin, râhini borcu sebebiyle habs etmesi, her ne kadar rehn, mürtehinin elinde olsa da, caizdir. Çünkü mürtehinin hakkı, reimden sonra bakîdir ve habs zulmün cezasıdır. Râhinin,. kâdî huzurunda borcun va'desini uzattığı (metal) [17] an­laşılınca, zulmü defetmek için habs edilir.

Mürtehinin, feshden sonra, borcu alıncaya veya zimmeti ibra edin­ceye kadar rehni habs etmek (alıkoymak) hakkı vardır. Çünkü rehn mücerret fesh ile bâtıl olmaz. Belki mürtehin, rehni râhine fesli yoluy­la geri verir. İmdi reîm, m&zmûnen kalır. Yâni re-hnin kabzı, rehn alanın elinde ve borç rehn koyanın zimmetinde kalır.

Behnle faydalanmak mutlak surette caiz değildir.   [18]  Ne  istihdâm, ne oturmak, ne giymek, ne kiraya vermek ve ne de ariyet, ver­mek ile faydalanmak caiz değildir. Gerek o faydalanma rehn alandan ve gerekse rehn koyandan olsun müsavidir. Ancak, izinle olursa câte-dlr. Yâni, faydalanan mürtehin olursa, râhinin izniyle c.âiz olur. Ve­ya faydalanan râhin olursa, ancak mürtehinin izniyle ekiz olur. İzhı-den önce rehn ile faydalanırsa, mütecaviz olur, ama rehn tecavüzle bâtıl olmaz.

Eğer {mürtehin, borcu rallinden isterse, velevki ımirtehimn iste­mesi ırehn akdi yapılan Imcmlekettcn başka yerde olsun, rehin gttir* mesi emredilir. Çünkü mürtehinin, rehni teslim alması, istifa kabzı­dır. Malının teslim alınmasına, istilâ elinin (yed-i istilânın) mevcû-. diyetiyle beraber vech yoktur. Çünkü, rehnin helak olması muhte­meldir. Şayet rehn, mürtehinin. elinde helak olsa, istifa tekrarlanır.

Eğer rehnin taşınması için güylük yok ise, mürtehine rehnin hâ­zır edilmesi emredilir. Çünkü mekânların hepsi; teslim hakkında, bir tek yer hükmündedir.

Eğer imürtehin rehni hâzır ederse, rehn koyan kimse, borcu müı-tenine teslim eder. Ondan sonra mürtehin rehni, mürtehinin hakkı teayyün etmesi için râhine teslim eder. Nitekim rallinin hakkı, ı-ehniıı hâzır olmasiyle müteayyin olması gibi. Bu, eşitliği gerçekleştirmek İçindir. Nasıl ki, satılan şey (metol1) ve semende, mebî' hâzır olup ondan sonra semen teslim edildiği gibi.

Eğer rehnin taşınmasında güçlük olursa, râhin borcu*, rehni ge­tirmeden teslim eder. Yâni mürtehine, rehni getirmesi teklif edil* mez. Çünkü O'na vâcib olan, rehni tahliye ma'nâsma teslimdir. Yok' sa bir yerden, başka bir yere nakl değildir. Lâkin râhinin, mürtehine rehnin helak olmadığına dâir «Allah' (C.C.) an yemîn vermesi caiz­dir. Kâfî'de böyle denmiştir.

Rehn alan bir kimse (mürtehin), alacağım vahinden istese; mür­tehine rahmin emri ile âdil bir kimsenin yanma koyduğu rehni ge­tirmesi teklif edilmez. Çünkü rehn, râhinin emri ile başkasının elin­de bulunmaktadır.

Keza, mürtehin, rallinin emri ile sattığı rehnin semenini tosmıv almadıkça, kendisine semeni getirmesi de teklif edilmez. Çünkü se­men, rehnin satılmasının emredilmesiyle borç olmuştur. Sanki râhin onu kendisi borç olarak rehnetmiş. gibi olur. Onu teslîm aldığı vakit; bedel, mübdel yerine geçtiği için; yânî rehnin semeni olan bedel, sa­tılan rehn yerine geçtiği için, getirmesi teklif edilir.

Keza; elinde temkini rehin bulunan mürlehin, yâni rahmin bor­cunu ödemek için satışına imkân verdiği rehin de getirilmek için tek­lif edilmez. Yâni, râhin borcu ödemek için rehni satmak istese, mür-tehine satış' imkânı vermek vâcib olmaz. Çünkü relinin hükmü, borç ödeninceye kadar sürekli alıkonması- (habs) dır. Şu hâkle, rehnin se­meninden ödemek nasıl sahih olur?

Yine, borcun bir kısmını Ödeyen rallinin, borcundan geri kalanı mürtehin teslim almadıkça, rehnin bir kısmını teslim etmesi mürte-hine teklif edilmez. Çünkü geri kalan borcunu alıncaya kadar, mür-tehinin rehnin tamâmını alıkoyması (habs etmesi) hakkıdır. Nitekim, satılan şeyin (mebî'in) hab&inde olduğu gibi.

Behn alan kimse (mürtehin), relini kendisi korur. [19] Kansı, çocuğu, hizmetçisi, aylık veya yıllık olan işçisi gibi, mürtehin ile be­raber oturan ailesiyle de koruyabilir. Çünkü i'tibâr onunla beraber oturmalarinadır. Nafakaya değildir. Halta relin alan kadın, eğer reli­ni korumak İçin kocasına verse, meydana gelen zararı ödemez. Bun», Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir. Rehni, zikredilenlerden başkası ile korur­sa, meydana gelen, zararı öder. Çünkü vâcib olan korumayı (hıfzı), terk etmiştir.

Yine, mürtehin tecâvüzü ile, yâni açıkça teaddl etmesiyle ve reh­ni emânet koymasiyle meydana gelen zararı öder. Nitekim takarrür etmiştir ki, rehnin ayn'ı, emânettir.

Yine; mürtehin, rehn olan yüzüğü sağ veya sol elinin küçük par­mağına takmakla da vâki' olacak zararı öder. Çünkü, onu kullanmış olur. Başka parmağına takarsa, bu korumaktır. Yine, rehn olan iki kı­lıcı takınsa, zararı öder. Çünkü,, bu kullanmaktır. Rehn olan üç kılıcı takınsa, ödemez. Çünkü, bu korumaktır. Zira* yiğitler âdeten iki kılıç takınırlar, üç kılıç takınmazlar. Bu zikredilen suretlerde ödemek, kıy­metin tümüyle gasb ödemesidir. Çünkü borcun mikdârından fazlası, zikredilen gibi, emânettir. Emânet ise, telef edilmesiyle ödetilir.

Behn olan yüzüğü, başka yüzüğün üzerine takınmak âdete râci-dir (ilgisi vardır). Eğer rehn alan kimse, iki yüzük takınmakla zînet-lenen kimselerdense, zararı Öder. Değil ise, böyle yapmakla koruyucu olur, ödemez.

Rehnl koruma masrafı mürtehine âiddir. [20] Meselâ, evin ko­runma ücreti ile koruyanın ücreti böyledir. Zîvâ relinin kıymeti, borç-dan daha çok olsa da, korumanın tamâmı mürtehine âiddir. Çünkü korumanın vâcib olması, alıkoyma (habs) sebebiyledir ve habs hakkı mürtehin için bütün relinde sabittir. Fakat rehni, rallinin eline geri vermek veya rehhden bir kısmı geri vermek için yapılan masraf, öden­mesi gereken borca (mazmuna) ve emânete taksim edilir. Yâni rehn, mürtehinin elinden çıktı ise relinin; mürtehine geri verilmesinin masrafı —meselâ kaçak kölenin ücreti gibi— mürtehine âiddir ve rehnin kıymeti borcun misli ise, böyle yapılır. Kczâ relinden bir kıs­mın mürtehinin eline geri verilmesinin masrafı — meselâ, yaraların tedavisi gibi — rehnin kıymeti borcun misli olduğu takdirde, mürte­hine âiddir. Amma, relinin kıymeti borçdan daha çok olursa, ödenme­si gereken borç (mazmun) ve emânet üzere taksim edilir. İmdi öde­nen, rehn alan kimseye, emânet de rehn koyana âid olur. Yaralan tedâvî etmek, hastalıklara ilâç kullanmak ve cinayetlere fidye ver­mek de zikredilen gibidir.

Rehnin haracı, bekâsının masrafı ve menfaatlerinin ıslâhı, relin koyan kimseye âiddir. [21] Meselâ rehnin nafakası, giyimi, çobanın ücreti, rehn olan -çocuğun sütanasınm ücreti, bostanın sulanması ve diğer işlerinin ücreti gibi. Hâsılı; rehnin bekasına râci olan her şey; gerek rehnde fazlalık olsun, gerekse olması», rehn koyan kimseye âid-dir. Çünkü ayn, rehn koyan kimsenin mülkünde kalır. Keza rehnin menfaatleri dahî, O'nun için memlûktur. Rehnin korunmasına râci' olan şey, ya hassaten veya taksim île rehn alan kimseye âiddir. Nite­kim, yukarda geçti.

Rehn koyan ile rehn alandan birine vâcib olan şeyi, diğeri ödese, teberru' etmiş olur. [22] Çünkü^ başkasının borcunu, O'nun emri ol­madan ödemiştir. Ancak kâdî, O'nun ödenmesini emrederse teberru' olmaz. Çünkü kâdînm, umûmî velayeti vardır. Bu takdirde, rehn sa­hibi emr etmiş gibi olur. [23]

 

Rehn Olabilen Ve Rehn Edilmesi Sahih Olan Veya Olmayan Şeyler Babı

 

Altın ve gümüşün rehn olmaları sahîhdir. Ölçü ve tartı ile alınıp verilen şeylerin rehn olmaları da sahîhdir. Çünkü bunlar, hakkını tam nıa'nâsiyle alma (istîfâ) mahallidir. Şayet zikredilen şeyler, cinslerin hilâfına rehn edilseler, helak olduklarında, diğer mallar gibi kıymet­leri İle helak olurlar. Bu, açıktır (zahirdir).

Eğer Ikendİ cînsleriyle relin edilip helak olsalar, borçdan misille­ri iie helak olurlar ve mümâselet, miktarda nıu'teber olur. O da, vezn veya kiledir. İyiliğe ve kıymete i'tifoâr edilmez. Çünkü borç vezni ol­sa ve rehn de keza borç gibi vezni olup helâk-olsa; rehn, borca eşit olursa, borç düşer.. Eğer borç, rehnden fazla olursa, ondan rehn kadarı dü­şüp fazlası rehn koyanın zimmetinde kalır. Eğer rehn, borçdan fazla olursa, ondan borcun miktarı düşüp, fazlası rehn koyanın olur.

Müşâ* olan şeyin rehn olması sahih değildir. Çünkü bilirsin ki, rehnin hükmü, yed-i istîfâ (alabilmenin) nın sabit olmasıdır. Bu ise müşâ', müşâ' olması bakımından müşâ'da mutlak surette tasavvur edilemez. Yâni gerek taksim kalbûl eden, gerek etmeyen mallardan olsun ve gerek ortağına, gerek yaibancıya rehn etsin, müsavidir.

Sonradan arız olan beraber bulunan gibidir. Sahih olan söz de budur. Hulâsa'da böyle denilmiştir.

Ağaç üzerinde olan meyvenin, ağaçsız, rehn edilmesi sahih olmaz. Yine, tarla üzerindeki ekinin ve hurmanın relini, tarlası/, sahih ol­maz. Çünkü rehn olan şey, rehn olmayan, şeye, yaradılış bakımından bitişiktir. Şu hâlde, müşâ' ina'nâsınadır.

Keza, aksi de sahih değildir.  Yâni meyvesi üzerinde olan  ağacı, meyvesiz ve ekini üzerinde olan tarlayı ekinsiz relin etmek sahih ol­maz. Çünkü bitişme, iki taraflıdır. İmdi, asi olan şudur: Relin edilen şey, şayet relin edilmeyene bitişik olsa, rehn edilen şeyi yalnız ba­şına teslim almak imkânsız olduğu için, caiz değildir.

Hür insanın, nvüdebherin, nnikâlcbiıı, ümm-ü veledin, vakfın ve şarâbın rehn «dilmesi sahih değildir. Çünkü rehnin, hakkı tam ma'-nâsiyle almanın (istifanın) sübûtudur. Bunlardan ise, hakkı tam ma1-nâsiyle almak (istifa) sabit olmaz. Zîrâ hürde, maliyet yoktur. Di­ğerlerinin satılması ise, caiz değildir. Zikredilenlerin, Müslüman ta­rafından Zimmîye veya Müsliimana rehn edilmesi de caiz değildir.

Müsîümanm, hür insanı ve benzerlerini rehn vermesi veya bir Müslümandan veya Zimmîden rehin alması eâiz değildir. Çünkü Müs­lüman hakkında ifâ  (ödemek) ve istilâ  (almak)  imkânsızdır.

Müslümanın şarâbını rehn alan Ziınınî, şarâbın helak zararı ödemez. Yâni şarâbı rehn koyan kimse Müslüman olup, rehn alan kimse Zinımî olsa; Zimmî, .şarabı Müslüman'a ödemez. Nitekim Zimmî, Müslüman'dan şarâbı gasb etse, ödemediği gibi. Çünkü şa~ râb, Müslüman hakkında mal değildir. Aksinde, ödemek vardır. Yâni şarâbın rehn koyucusu Zimmî olup, rehn alan kimse Müslüman ol­sa; Müslüman, Zimmîye şarâbı Öder. Nitekim Müslüman, şarâbı Zim­mîden gasb etse, ödediği gibi. Çünkü şarâb, Zimmî için maldır.

Vedîa, ariyet, müdârebeve şirket malı gibi, emânetlerin rehn edil­mesi de doğru olmaz. Çünkü rehnin nıûcebi, rehn alan için, yed-i is­tifa (alabilmenin) nın sübûtudur. İmdi relini teslim almak mazmun olmuştur (garanti edilmiştir). Şu hâlde kab^ mazmûnen vâki olup ve ondan borcun alınmasının sabit olması için, sabit olan ödeme {ze-mân) lâzımdır. Emânetlerin teslim alınması (kabzı) ise, mazmun değildir ki onlar ile rehn sahih olsun.

Satıcı elinde olan satılık mal  (mebi1)  ile de rehn sahih değildir.

Çünkü bilirsin ki rehn; hakîkaten veya hükmen borç (deyn) karşılı­ğında olmak îcâb eder. Satıcının elinde olan satılık mal ise, hakikaten borç değildir. Bu, açıktır. Hükmen de borç değildir. Çünkü hükmi borç, misli veya kıymeti ile mazmun olması vâcib olandır. Satıcının elinde olan satılık mal ise, böyle değildir. Belki helak oisa, satıcının hakkı olan semen düşer. Onda, zararı ödemek (zemân) yoktur. Fu-kahâ buna; «Kendinden başkası ile ödenmesi gereken ayn (ayn-ı maz-mûne bigayrihâ)» âdını verirler. Bunun açıklaması, gelecektir. İn-şâallâhu Teâlâ.

Derefc'in [24] de rehn edilmesi sahîh değildir. Rehnin derek ile açıklanması şudur ki; bir adam, bir malı satıp ve malın semenini alıp teslim ettikde, müşteri istihkâkdan (yâni başkasının mala müstenık çıkmasından), korkup semenle satıcıdan, dereliden önce rehn olarak alsa, bu rehn bâtıldır. Hattâ derek helâl olsun, olmasın müşteri relini alıkoymaya 'mâlik olamaz. Rehn helak olunca, derek helâl olsun olma­sın, onun yanında emânet sayılır. Çünkü akd bâtıl olduğu için yok demektir. Kâfi'de böyle denmiştir.

ölüye ağlaması için ücretle tutulan kadının (nâihamn), şarkıcı kadının ücreti ve satılan hür insanın semeninin rehn olması sahîh olmaz. Hattâ rehn edilen helak olsa, ödenmesi gerekmez. Çünkü, kar­şılığında ödenmesi gereken bir şey yoktur. Hakkı tam ma'nâsiyle al­mak (istîfâ) imkânsız olduğu için, nefsle kefalet de rehn olmaz. Şuf'a ile de rehn sahîh değildir. Çünkü satılık şey (nıebî'), müşteriye ödemesi lâzım gelen şey değildir. Yine, suç işleyen veya borçlu olan kölenin rehn olması da sahîh değildir. Çünkü efendisinin O'nu ödemesi icâb etmez. Zîrâ helak olöa, efendisi üzerine bir şey lâzım gelmez.

Mutlak surette kısas rehn edilmez. Yâni kısas gerek nefsde, ge­rek nefsden azında olsun; hakkı tam ma'nâsiyle almak (istîfâ) im­kânsız olduğu için rehn edilmesi sahîh olmaz. Hatâen işlenen cinayet, bunun- hilâfmadir. Çünkü rehnden, diyetin tam ma'nâsiyle alınması mümkündür.

Rehn; gasb edilmiş mal, hur bedeli ve mehr ve kasden adam öl-dürmekden sulh bedeli gibi, misli veya kıymeti ile ödenen ayn ile sa­hih olur.

Ma'lûm olsun ki: **yân (ayn'ı olan şeyler) üç kısımdır. Birincisi: emânetler gibi, asla Ödenmesi gerekli olmayan (gayr-i mazmun) ayn-dir. Çünkü zararı ödemek (zemân), helak olan eğer mislî ise; mislini vermekten, ya da kıyemî ise, kıymetini vermekten ibarettir. Eğer emânet, teaddîsiz helak olursa, onun karşılığında bir şey yoktur. Te-addî ile helak olsa, emânet olarak kalmayıp, belki gasbedilmiş (mağ-sûb) olur.

İkincisi;    gasbedihniş şey ve benzeri gibi, zâtiyle ödenen ayndır.

Buna Fakîhler; «A'yân-ı mazmûne binefsihâ» derler ki; zâtiyle öde­nen ayn'lar ma'nâsına gelir. Fukahâ', bundan hadd-i zâtında ödenen a^n'lan kasdederler. Vechi şudur: Bildiğin gibi, zararı ödemek (ze­mân), helak olanın mislini veya kıymetini vermekden ibarettir.  îmdi, bir şey mislî veya kıyemî olunca, helak olursa misi veya kıymet teayyün eder. Hadd-i zâtında, arızalarına bakmayarak ödenir.

Üçüncüsü; ödenmeyen ayn'dır. İLâkin ayn,  ödenen  ayn'a  benzer.

Satıcının elinde olan satılık mal gibi. Çünkü o satılık mal, satıcının elinde helak olsa, hiç kimse misliyle veya kıymetiyle ödemez. Lâkin semen, müşterinin zimmetinden düşer. Bu ise, mislin ve kıymetin gayridir. Yalnız bu i'tibâr ile Fukahâ buna; «Ayn-ı mazmûne bigayri-hâ (Başkasıyla ödenen ayn)» demişlerdir. Bu takdirde, sanki o müşâ-kele (benzetme) kabîlindendir.

Relin, borç ile —va'dedilmiş de olsa-— sahilidir. Nitekim asi olan budur. İmdi relin, mürtehinin elinde helak olsa, borçtan va'd olunan şeyle miirtehin nâmına helak olur. Yâni râhin, mürtehinden bin ak­ça Ödünç (karz) almak için rehn verse ve rehn. mürtehinin elinde helak olsa, o rehn, mürtehinin va'd ettiği bin akça karşılığında mür-tehin hesabına helak olur. Şayet borç, rehnin kıymetinden daha çok olmazsa, belki müsavi veya borçdan daha az olursa; o bin akçayı râ-hine teslim etmesi, mürtehine vâcib olur. Eğer rehnin kıymeti borç­dan daha çok olursa, borç ile ödenmez. Belki, kıymet ile ödenir.

Rehn, selemin re's-i mâli (ana parası) ve sarfın semeni ile de sa­hih olur. Çünkü maksûd, malın ödenmesidir. Mücâneset ise, maliyet­te sabittir. İmdi mal yönünden istîfâ (hakkı almak) sabit olur. Eğer selemin re's-i mâli veya sarf semeni ile olan rehn helak olsa, akd ta­mâm olur. Yâni selemin ve sarfın akdi tamâm olur. Mürtehin, hakkı­nı almış olur. Yâni hükmen kabz tahakkuk ettiğinden, mürtehin, râ-hinin borcu için almış olur.

Şayet rehn koyan ile rehn alan, parayı saymazdan önce ayrılsa-îar ve rehn helak olsa, hakîkaten ve hükmen kabz bulunmadığı için, selem ve sarf akdi bâtıl olur.

Bu tafsilât müslemun fihde bulunmadığı için; musannif onu ay­rıca zikredip şöyle demiştir: «Rehn, müslemun fin ile de sahih olur.» Eğer rehn helak olursa, akd tamâm olup, relin müslemun fîh için İvaz olur. Bu durumda mürtehin, sanki borcu almış (istifa etmiş) gibi olur. Eğer selemin akdini fesli etti ise rehn, müslemun fîhin bedeli olan re's-i nıâle rehn olur. Selem sahibi (rabbu's-selem), re's-i mâli alıncaya kadar, rehni alıkor. Bu durumda rehn gasbediimiş (mağ-sûb) gibi olur, ki şayet mağsûb rehn edildiği hâlde helak olsa, kıy­metiyle rehn olur. Eğer rehni feshden- sonra helak olursa, müslemun i'îh ile helak olur. Hattâ selem sahibinin, re's-i mâli almak için müs­lemun fih'in mislini vermesi vâcib olur. Çünkü, her ne kadar başkası ile mahbûs ise de   --ki o re's-i mâldir       onu  nıüslemun fihle rehn etmiştir.

Babanın borcu iğin, küçük çocuğun kölesini rehn eylemesi sahili­dir. Çünkü baba, köleyi emânet koymaya mâliktir; rehn koymak ise, küçük çsocuğun hakkında emânetten evlâdır. Çünkü rehn alanın mu­hafazayı üzerine alması, borçlanmaktan daha korkunçtur. Eğer kö­le helak olursa, ödemek üzere helak olur. Vedia ise, emaneten helak olur. Vasi dahi baba gibidir. İmâm Ebû Yûsuf ile İmâm Züfer' (Rh. A-îeyhimâ) den; «Babanın ve vasinin, küçük çocuğun kölesini rehn koy­maları caiz olmaz.» dedikleri rivayet edilmiştir.

Kölenin, sirkenin veya boğazlanmış hayvanın semeni ile — şayet kölenin hür olduğu; sirkenin, çarâb olduğu ve boğazlanmış hayvanın, kendi ölmüş hayvan  (meyte)  olduğu zahir olsa---   relin sahih olur.

trıkârdan olan sulh bedeli ile, - eğer borç olmadığını ikrar eder­se— rehn sahih olur. Bu mes'elenin sureti şudur: Bir adam inkârdan dolayı sulh olsa, sulh bedeline bir şey rehn etse; ondan sonra birbir­lerini borç olmadığına dâir tasdik etseler, bu durumda rehn ödenir. Bu mes'elelerde asi. olan «Rehn Bölümü» nün başında geçen şu şey­dir ki; borcun zahiren vâcib olması, ıchnin sıhhati için yeter. Hakî­katen vâcib olması, şart değildir.

Bİr jkinıse, semeni için, muayyen bir şey rehn koymak veya kefil vermek üzere bir şey satın alsa ve belirttiği şeyi rehn fcoyıııakdan ve­ya belirttiği kimseyi'"kefil vermekten kaçınsa; bu satın alma (şirâ), istihsânen sahilidir. Kıyâsen sahih değildir. Çünkü bu, akdin gerek­tirmediği bir şarttır. Bunda, iki akidden biri için fayda dahî vardır. Bir de; bu, pazarlık içinde pazarlıktır. Bu ise, yasak edilmiştir. Nite­kim, yukarda geçti.

İstihsânm veçhi şudur: Bu şart, akde uygun bir şarttır. Çünkü kefalet ve rehn işi sağlam tutmak (istisâk) içindir. Yâni kefil almak ve kefîl vermek işi sağlam tutmak içindir. Bu ise, semenin vücübuna uygun olur. Kefîl hâzır ve rehn belirli olunca, şart ma'nâsı mu'teber olur. O da, işi sağlam tutmak (istîsâk) dır. Bu takdirde, akd sahih olur. Eğer kefîl hâzır olmayıp, rehn belirli olmazsa, şartın ayn'ma i'tibâr edilir. Bu takdirde ise, akd fâsid olur.

Müşteri, verdiği sözü yerine getirmesi (vefa) için zorlanmaz. Çün­kü rehn koyan kimse tarafından relinin akdi teberrû'dur. Teberru' eden kimse ise, zorlanmaz. O ancak, ödeme bulunduğu takdirde O'nun haklarından bir hak olur. Halbuki, ödeme henüz yoktur. Rehni va1-detmek, fiilen relinden daha üstün değildir. Onu rehn etmiş olsa, îeslîm etmedikçe lâzım geJmez. Va'cl ile lâzım gelmemesi ise, evleviyyeUe kalır, 7 Bu satın almayı, satıcının bozma (fesh etme) hakkı vardır. An­cak müşteri, satılan şeyin semenini hâlen veya relinin kıymetini reh-nen teslim ederse; yâni müşteri teslimden .kaçınırsa, —halbuki öde­meye de zorlanmaz— satıcının akdi bozması (fesh etmesi) caizdir. Çünkü satıcının, satışa rızâsı bu şartladır. Bu şart olmaksızın satışa razı değildir. Şayet satıcının rızâsı tamâm olmasa, akdi fesh etmesi caizdir. Ya da, relini terke razı olur. Ancak zikredilen gibi olursa, bu takdirde maksûd hâsıl olduğu için akdi fesh edemez. Çünkü yedi is-tîfâ (alabilmek hakkı) ancak ma'nâ üzere sabit olur. O da, kıymettir. Çünkü suret, emânettir. Müşteri; satıcısına, satılan şeyden başka bîr şey verip, «Parasını, sana verinceye kadar şunu muhafaza et.» dese, o şey rehn olur. Çünkü rehne delâlet eden söz söylemiştir. Zira i'tibâr, ma'nâlaradır. Bunda, İmânı Zütcı'  (Rh.A.)   İn ayrı görüşü vardır.

Bir kimse, iki adama olan borcu için bir malı relin etse, sahili olur." O malın bütünü, iki adamın her bîri elinde rehndir. Yoksa, o malın yansı adamın biri ve diğer yarısı öbür adam için olmaz. Çün­kü rehn, bir pazarlıkla malın hepsine muzâf olmuştur. Bunda ise, şuyû' yoktur. Bunun mûcebi, rehni borç sebebiyle alıkoymak (habs) dır ve o mal bölünme kabul etmez. Bu durumda rehn, iki mürteninin her biri için mahbûs olur. Bunda, zıddiyyet yoktur. Nitekim bîr kim­se, bir cemâati öldürse ve öldürülenlerin velîlerinden biri hâzır olup di­yeti alsa, hem kendisi ve hem de geri kalanları için almış olur. İki adamdan hîbe, bunun aksinedir. Bu, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, caiz değildir. Çünkü hibeden maksâd, mülkün icâbıdır. Bir tek malın ise, ikisinden birine kamilen mülk olması tasavvur edilmez. Şu hâlde, paylaştırmak lâzımdır. Bu ise, maksada aykırıdır. O iki mürtehinin, o malın korunmasında nöbetleşmelerinde, meselâ, bir gün biri, bir gün diğeri korumakda; her biri nöbetlerinde, diğeri hakkında adi [25] gibidir.

Eğer o mal helak olursa, her bin payına düşeni öder. Yâni alaca­ğı kadar hisse Öder. Çünkü helak sırasında her biri hissesini almış olur Zira hak almak, parçalanmayı kabul eder. İmdi o iki nıüıtchinden bi­rinin alacağı ödense, malın hepsi, diğeri için rehn olur. Çünkü malın hepsi her birinin elinde, aynlmaksızın 'bir tek rehndir.

İki kimsenin, bir adama borçlan olup, O'na olan borçları için bir rehn koysalar, 'borcun hepsi için sahih olur. Borcun hepsini alıncaya kadar, mürtehin o rehni tular. Çünkü  relinin teslim alınması şuyû'-suz, hepsinde hâsıl olur. .                                            

Her biri kölesini, bir adama rehn koyduğunu ve onun da teslim aldığını İddin ve isbât eden iki adamdan her birinin hücceti bâtıl olur. Bu mes'ele müstakildir. Kendisinden önceki mes'eleye bağlı değildir. Yâni iki adamdan her biri, bir adam üzerine hüccet getirip, adamın elinde olan köleyi O'na rehn verdiğine ve O'nun da teslim aldığına, her biri şahadet etseler, bu şahadet bâtıldır. Çünkü onlardan her bi­ri, o adama kölenin hepsini rehn verdiğini beyyine ile isbât etmişler­dir. Halbuki o iki şahsın her biri için, kölenin tümü ile hükmedil-mesinin vechi yoktur. Zîrâ bir kölenin tümünün, hem buna hem ona aynı zamanda relin olması imkânsızdır. Kölenin tümünün biaynihî ikisinden birine âid olduğuna hükmetmek için de sebeb yoktur. Çün­kü, evleviyyet bulunmamaktadır. İkisinden her birine yarım hisse ile hüküm vermek için de imkân yoktur. Zira, şuyû' lâzım gelir. Şu hâl­de, boşuna da'vâla-ştıklan açıktır. Yâni, birbirlerini da'vâdan düşür­dükleri açıktır.

Şâyefc rehni koyan kinişe öise ve rehn iki mürtehinin elinde olsa. İkisinden ıher biri; ölmüş olan rallinin, kölesini kendisine rehn ver­diğini ve kendisinin de teslim aldığını isbât etseler; kölenin ikisinden her birinde bulunan yarısı hakkı için rehn olur. Çünkü onun hükmü, rehn koyan kimsenin hayâtında habs idi ve şuyû' ona zararlı idi. Ölümünden sonra boreda hakkını almak (istifa), satış ile olur ve şu­yû' ona zarar vermez.   [26]                                             

 

Güvenilir   (Adl)  Kimsenin Yanına Konan Rehn Babı

 

Adi [27] ile adlandırılmasına sebeb; rehn koyan ile rehıı alan kim­senin kanaatmca, adaleti [28] olduğu içindir. Râhin ile mürtehiıı reh-ni adi bir kimse yanma koysalar, sahih olur. İmâm Mâlik (Rh.A), bun­da ayrı görüştedir.

Râhin ile nıürtehinden biri rehni, adiden alamaz. Çünkü yed-i âdi [29] yâni adlin eli ve emînliği ile relinin korunmasında râhinin hakkı taallûk eder. Mürtehinin rehnde hakkı ise, istifadır (yâni hak­kını tam anlamiyle almaktır). Şu hâlde ikisinden biri, diğerinin hak­kını ibtâle mâlik olamaz. O adi, rehııl'ikisinden birine verirse, zararı Öder. [30] Çünkü, mal hakkında, rehin koyan kimsenin emanetçisi (mû-da'ı) dir. Maliyet hakkında ise, rehin alan kimsenin (mürtehinin) emâneteisidir. İkisinden biri, diğerine yabancıdır. Emanetçi (mûda') ise; emâneti yabancıya vermekle öder.

Rehin, mürtehin nâmına helak olur. Yâni rehin, adlin elinde he­lak olursa, rehin alan kimsenin (mürtehinin) zararına helak olmuş olur. Çünkü adlin eli, mürtehinin elidir.

Şayet ruhin, mürtehini veya adli veya ikisinden bft^ka bir kimse­yi relinin satılması için, müddet tamâm oldukda vekil.etse* vekâleti sahîh olur. Çünkü bu tevkil, rehin koyanın (râhinin) malını satmak için tevkildir. İmdi tevkil, rehn akdinde şart kılındı ise; azl ile ve râhinin veya mürtehinin ölmesiyle azl edilmiş olmaz. Ancak vekilin ölmesiyle, azl edilmiş olur. Vekil, gerek mürtehin, gerek adi olsun ve gerekse ikisinden başkası olsun müsavidir. Şayet vekil Ölse, vekilin vâ­risi ve vasisi onun yerine geçemez. Çünkü vekâlette irs câri değildir. Bir de: O'nu vekil eden kimse, O'-nun re'yine razı olup başkasına ra­zı olmamıştır.

Vekilin, relin koyanın vârislerinin gıyabında rehııi satması caizdir. Nitekim vekîiin, rehn koyanın (râhinin) sağlığında, râhinin gıyabın­da rehni satması caiz olduğu gibi. Eğer mürtehin ölürse, vekil vekâ­leti üzere kalır. Çünkü vekâlet, ıâlıin ile mürtehinin ölmesiyle bâtıl olmaz. İkisinden birinin ölmesiyle de bâtıl olmaz,

Rehn koyan kimse gâib iken eğer müddet dolarsa, mürtehin zarar görmesin diye vekil, rehni satması için zorlanır. Zorlamanın keyfiye­ti şudur: Kâdî vekili, rehni satsın diye bir kaç gün habs eder. Eğer bundan sonra ısrar edip satmazsa, kâdî rehni o borç için satar. Mü­vekkili gârb olan, husûmete vekil kimse gibi, ki o vekil, zararı savmak için husûmet üzere zorlanır. Eğer mutlaka satışa vekîl ettikden son­ra veresiye satrnakdan nehy ederse, nehy fayda vermez. Kâfî'de böyle denmiştir.

Rehni, rehn koyan veya rehn alan satamaz. Ancak diğerinin rı­zâsı ile satar.  [31] Çünkü, ikisinden her birinin rehinde hakkı vardır.

Rehn koyan için, mülk hakkı vardır. Rehn alan için ise, hakkını tam anlamiyle almak hakkı vardır.

Satışa vekîl olan adi, rehni satsa, hattâ borç rehnden çıksa, eğer mürtehin semeni teslim almamış İse; rehn in semeni, rehn yerine ge­çer. Çünkü semen, teslim almanın (makbuzun) yerine kâim olmuş­tur. Adi o semeni yitirse, mürtehin nâmına yitirmiş olur. Çünkü semen, rehn edilmiş olan nıobi'in yerine geçtiği için, rehn akdi semen­de baki kalmıştır.

Keza rehnedilen köle öldüriilse, hüküm budur. Yâni rehn olan köle öldürülüp kaatil, kölenin kıymetini ödese, o kıymet, kölenin be­deli olarak rehn olur. Keza bir köle, rehıı olan köleyi öldürüp kuat-İiin efendisi O'nu, Öldürülene karşılık verse, Öldürülen kölenin bedeli ol­duğu hâlde, katil köle de maktul gibi rehn olur.

Şayet adi, rehni satıp semenini mürtehine verse, sonra rehne ınüa-tehık zahir olsa ve rehn de müşteri [32] elinde helak olsa, müstehık râhiııe rehnin kıymetini ödetir. Çünkü râhin, onun hakkında gâsıb-dır. Satış-ve kabz yâni semenin teslim alınması şahindir. Çünkü râ-hin, ona kıymeti eda etmekle mâlik olmuştur.

Ya da miistehık, rehnin kıymetini adle Ödetir. Çünkü adi, satış ve teslim ile tecâvüz etmiştir. Bu takdirde adi, muhayyerdir. Dilerse râhine, rehnin kıymetini ödetir. Çünkü adi, rallinin vekilidir. Şu hâl­de adi, râhin yönünden olan aldanmayla kendisine lâhık olan zararı râhinden alır.

Satmak ve teslim almak sahilidir. Çünkü adi, ona ödemekle mâ­lik olmuştur. Bu durumda adlin kendi mülkünü satmış olduğu anlaşı­lır. Şu hâlde mürtehin, adîden alacağını (deynini) alamaz (ona rucû' edemez).

Ya da adi, mürtehine ödediği semeni ödetir. Çünkü mürtehiniu semeni haksızlıkla almış olduğu istihkakla meydana çıkmıştır. Zîrâ adi, köleye ödemekle mâlik olmuştur. Şu hâlde, o semen adimdir. Çün­kü mülkünün bedelidir. Ancak satılan şey! (mebî*) râiıinin mülküdür zannederek, adi onu mürtehine ödemiştir. Satılan şey râhinin mülkü olduğu belli oldukda, adi Ödediği semene razı olmaz. Bu durumda, onun mürtehine rucû' etmesi hakkıdır. Mürtehin de râhine alacağı ile ru-cû' eder. Çünkü adi rucû' ederse, mürtehinin semeni teslim alması 'bâtıl olur. Bizzarûre mürtehin alacağı ile râıhine rucû' eder, (yâni alacağını râhinden alır).

Şayet rehni adi satıp, rehn müşteri elinde meıvcûd ise, müstehık onu müşterisinden alır. Çünkü müstemk, malının aynını bulmuştur. Rehni satın alan kimse de, adiden semenini geri alır. Çünkü adi, âkiddir. Akdin hukuku ise, âkide müteallik olur. Ondan sonra adi de, onun semenini râhinden alır. Çünkü râhin, adli vekîl etmekle onu mes'uliyyet altına sokmuştur. Bu durumda, rahmin adli kurtarması (tahlisi) vâcibdir. İmdi adi, râhine rucû1 edince, mürtehinin semeni teslim al­ması (kabzı) sahih olur ve mürtehin, teslim" alman şeyi (makbuzu) teslim eder.

Ya da adi, relinin semenini müıtehinden alır. Çünkü akrt bozu­lunca, semen bâtıl olmuştur. Halbuki mürtehin, semeni teslim almış­tır. Semen bâtıl olunca, biz-zarûre kabzın bozulması da vâcib olur.

Ondan sonra mürtehin de, alacağını rallinden alır. Çünkü adi, mürtehin den semeni geri alıp kabzı bozulsa, mürtehinin alacakdaki hakkı olduğu gibi geri döner. İmdi rehn akdinde tevkil şart kılınma­dı ise; belki akdden sonra tevkil etti ise, bu sebeble adi yalnız râhine rucû' eder. Yâni zikredilen tafsilât, ancak rehn akdinde tevkil şart kılındığı vakitte olur. Fakat rehn akdinde tevkil şart kılmmasa, bel­ki râhin, adli akdden sonra tevkil etse ve adle uhdeden bir şey lâhık olsa, adi râhinden ancak o şeyi alır. Yâni müntehinden alamaz. Çün­kü tevkil akdden sonra olunca, ona mürtehinin hakkı tealluk etmez. Şu hâlde, mürtehine rucû' edilmez. Nitekim, rehnden tecrîd edilmiş olan vekâlette olduğu gibi. Meselâ; bir insan, bir şeyi satıp semenin­den borcunu ödeyivermesi için bir kimseyi vekîl etse, O da, O'nun is­tediğini yaptıkdan sonra O'na mes'uliyyet lâhık olsa, teslim alan kim­seye (kâbıza) rucû' edemediği gibi. Relinde meşrut olan vekâlet bu­nun aksinedir. Şayet ona mürtehinin hakkı tealluk etse ve satış da onun hakkını ortadan kaldırsa ve mürtehine hakkı teslim edilse, ona zararı ödeme lâzım gelmesi caizdir. Gerek mürtehin semeni teslim alsın, gerekse almasın. Semeni teslim almadığının sureti şudur: Adi, râhinin emri ile rehni satıp, semen adlin elinde tecâvüzsüz zayi' ol­sa, bundan sonra rehn konan şeye müstehık zuhur etse, adle lâhık olan ödeme rehne râci olmaz.

Rehin, mürtehinin elinde helak olur da sonra müstehık çıkar ve râhin onun kıymetini öderse, borcuna karşılık helak olmuş sayılır. Yâni helak olmuş rehne, bir adam müstehık olsa, O'nun muhayyer­liği vardır. Dilerse kıymetini râhine, dilerse mürtehine ödetir. Çün­kü ikisinden her biri müstehık hakkında teslim veya kabz ile tecâvüz-kârdırlar.. Eğer râhine ödetirse, râhinin borcuna karşılık helak olur. Çünkü o, borcu ödemekle ona mâlik olmuştur. Şu hâlde, ödemesi sa-hîhdir.

Eğer müstehık rehn i mürtehine ödetirse, mürtehin râhinden reli­nin Ödediği kıymetini alır. Mürtehin, alacağım da alır. Mürtehinin, rehnin kıymeti ile rucû' etmesine sebeb; râhin yönünden teslim ile aldandığı içindir. Borç ile rucû' etmesi ise, teslim alması bozulduğu içindir. Binâenaleyh, hakkı olduğu gibi geri döner. [33]

 

Rehn'de  Tasarruf Ve  Suç  Babı

 

Rehn koyan kimsenin, relini satması mevkuf dur. [34] Yâni râhin rehnl, mürtehinden izinsiz satsa; ona ımirtehinîıı hakkı tealiuk et-itlği İçin satış mevkûfdur. Şu hâlde rehni satmak, rehn alan kimse­nin iznine bağlıdır. Eğer rehn alan kimse, rehnin satılmasına izin ve­rirse veya rehn koyan kimse borcunu öderse, satış geçerli (bey1 nafiz) ölür. Birincide satışın geçerli olması; tevakkuf, mürtehiıım hakkı olup hakkının düşmesine razı olduğu içindir. İkincide ise; rehnin satışının geçerli olmasına engel olan şey ortadan kalkmıştır. (Yâni mâni', zail olmuştur). Satışın geçerli olmasını gerektiren şey ise, ehilden sâdır olan tasarrufun yerine tesadüf etmesidir ki, bu mevcûddur.

Semen, rehn olur. Çünkü satış, mürtehinin izni ile geçerli (nafiz) olunca, mürtehinin hakkı rehnin bedeline intikâl eder. Şayet mürte-hiiv rehn akdini fesh etse — esah olan rivayete göre — akd bozul­muş (münfesih) olmaz, Çünkü nefâzı (geçerliliği) iktizâ eden şey ile beraber tevakkuf edilmesi, ancak rehn alan kimsenin hakkını koru­mak içindir. Onun hakkı ise, satışın mevkûfen mün'akid olmasiyle korunmuş olur. Şayet satış mevkûfen bakî kalsa müşteri, rehnin kur­tarılmasına kadar sabredip bekler veya rahmin teslimden âciz oldu­ğuna hükmetmekle akdi fesh etmesi için meseleyi kâdîya sunar.

Râhin, rehni bir adama satsa, ondan sonra, mürtehinin izni yok iken bir başka adama daha satsa; birinci satış mevkuf olduğu gibi, ikinci satış da mürtehinin iznine mevkuf (yâni izin vermesine bağlı) olur. Çünkü birinci satış mevkuftur. Birinci mevkuf satış ise, ikinci­nin tevakkufunu menetmez. Eğer mürtehin ikinci satışa izin verir­se, ikinci satış caiz olur, birincisi caiz olmaz.

Şayet ruhin relini sattıkdan sonra, onu kiraya verse; relin eylo-se veya müşteriden başkasına hibe etse; imdi mürtehin satışa ve di­ğer tasarruflara izin verse, birincisi caiz olur. O da, satıştır. Geri ka­lanları caiz değildir.

Bu iki mes'ele arasında fark şudur: Birinci mes'elecle izin vermek­le ikinci satış caiz olup, ikinci mes'elecle satışdari sonra, satışdan baş­ka olan mezkûr tasarrufların caiz olmaması; hepsi için izin bulunmak­la beraber, mürtehin için rehni satmakda fayda olduğundandır. Çün­kü mürtehinin hakkı, rehnin bedeline tealluk eder. Mezkûr akdîer, bunun aksinedir. Çünkü hibede ve rehnde, rehn için bedel yoktur. İcârede olan bedel ise; menfaat bedelidir, mal bedeli değildir. Rehn alan kimsenin hakkı ise; ayrı olan malın mâliyetindedir, menfâatte değildir. Bu durumda mürtehinin izin vermesi, hakkını iskâtdır. İm­di engel ortadan kalkıp, satış geçerli olur.

Rehn koyan »kimsenin, rehn olan köleyi azâd etmesi, müdebber eylemesi ve çocuk doğurtması (isülâdi) şahindir. Çünkü bunlardan her biri, ehlinden sâdır olan tasarruftur ve yerinde vâki' olmuştur. Bu durumda, mahal yok olduğu için rehn bâtıl olur.

Eğer râhln varlıklı kimse ise;  o  hâlde borcunu vermesi istenir.

Çünkü rehn koyan kimsenin, borcun müddeti bitmekle beraber, reh­nin kıymetini ilzam eylemesinde ma'nâ yoktur.

Müeccel olan boreda, rehn koyan kimseden rehnin kıymeti alı­nır Ve rehnin bedeli olduğu hâlde; borcun vakti girinceye kadar Öde­me   (zemân)   sebebi mütehakkık  olsun   diye,   o kıymet  rehn   kılınır.

Ödetmenin faydası istisâkın (güvenliğin) hâsıl olmasıdır. İmdi rehn alan kimse, o kıymeti müddet bitinceye kadar alıkor (habs eder). Müddet bitince, o kıymet hakkının cinsinden ise, onu tamamen alır. Çünkü alacaklı, borçlunun malından hakkının cinsini bulabilirse, on­dan hakkım alması caizdir. Eğer o kıymette borçdan fazlası var ise, onu rehn koyana geri verir. Çünkü rehnin hükmü, hakkını almakla son bulmuştur. Eğer o kıymet, mürtehinin hakkından daha az ise, fazlasını rehn koyandan ister. Çünkü borcu düşüren bir şey yoktur.

Eğer rehn olan köleyi satan râhln fakir ise, âzâd ettiği takdirde köle, mürtehin için çalışır. Yalnız kölenin kıymeti, âzâd olduğu gün­de ve  rehn gününde borçdan daha az ise,  kıymetinde çalışır.     Eğer borç, kölenin kıymetinden daha az ise; köle, burada galidir. Kölenin, efendisi zenginlediği vakit, efendisine rueû' eder. Çünkü köle, O'nun borcunu ödemiştir. Halbuki O, şeriatın hükmü ile bu işte mecbur idi. Binâenaleyh, efendisi için yüklenip ödediği şeyi ondan alır.

Tedbîr ve istîlâdda, ıniidebb-er ile müstevleddea her biri, iiııutt*-hin için çalışırlar.. Hem de borcun hoj>simk, efemizi uz ere rueıV et­meksizin çalışırlar. Çünkü müdehber ve müstevled, o borcu efendinin malından ödemişlerdir. Zira onlunu ka^aıvlan, efendilerinin malı­dır.

Kâhinin, lehni yitirmesi; kitleyi zengin olduğu halde âzâd etme­si gibidir. Yâni borç hâlen (müddetsin) olursa, vahinden borç almır. Eğer borç müeccel olursa, rallinden relinin kıymeti alınıp, müddet bi­tinceye kadar o kıymet rehn olur. Eğer ıchni bir yabancı yitirirse, mür­tehin onun mislini veya kıymetini ödettirir. O alınan misi ve kıymet onun bedeline, mürtehin için rehn olur. Nitekim, daha önce geçti.

Mürtehin, relini, vahin o Ariyet verse veya müıtehm ile iahiıuieu birisi rehni diğerinin izni ile yabancıya ariyet verse ve o yabancı reli­ni teslim alsa; her ne kadar rehn bakî kalsa da. miütehinden relinin zararını Ödemek (zemâıi) hâlen düşer. Çünkü ariyet eli (ycd'ij ile rehn eîi arasında birbirine zıddiyyet vardır. Bundan dolayı mürte-hinin, rehni ariyet alan kimsenin eline istirdâd  etme hakkı vardır.

Musannif, yukarıda geçen, «Rehnin zararını ödemek düşer.» sö­zünün üzerine şu fer'î mes'eleyi gelirjnişlU1: Eğer relin, müsteîri ile berâıber helak olursa; yâni rehn koyan müsteîr ise yâhûd müsteîr ya­bancı olur da onunla helak olursa, mazmun olan kabz yok olmakla bir şeysiz helak olur.

Râhin He mürtehinden her biri için, rehni yabancı ınüsteîulen rehn olduğu hâlde geri verdirmek hakkı vardır. Çünkü rehn koyan ile rehn alandan her biri için rehnde muhterem bir hak vardır. Eğer râ­hin ariyet suretinde, mürtehine rehni geri vermezden önce Ölürse, mürtehin rehne diğer alacaklılardan daha lâyıktır. Çünkü ariyet, lâ­zım değildir. Zararı ödemek (zemân), kesinlikle rehnin levazımından değildir. Çünkü rehnin hükmü, rehnin yavrusunda sabittir. Bunun­la beraber o yavru, helak sebebiyle ödenmez. Şayet rehn baki kalıp, mürtehin onu alsa; kabz geri döndüğü için ödemek de sıfatiyle dö­ner.

Şayet vahin, rehni kiraya verse, hibe etse veya râhin İle mürle-hindeıı biri diğerinin izniyle bir yabancıya satsa, rehn olnıakdan çıkar.

Bu  durumda,  ancak yeni başdan akd yapmakla rehn olmaya avdet eder.

Eğer râhin, rehni mürtehine geri vermezden önce ölürs-e; rehn alacak olan kimse, diğer alacaklılarla eşit olur. Çünkü bu tasarruf­larla rehne lâzım bir hak tealluk eder ve bununla rehnin hükmü bâtıl olur. Ariyet vermek bunun aksinedir. Çünkü ariyete lâzım hak tealluk etmez. Şu hâlde bu ikisi birbirinden ayrılırlar

Bir kimse gasb ettiği kitleyi rehn koydukdaıı sonra, mâlikinden satın alsa, rehn geçerli (nafiz) olmaz. Çünkü, mâlikinin izin verme­sine bağlıdır. Başkasının izin vermesiyle geçerli olmaz. Kelinin helak olmasiyle, borç da düşmez. Çünkü râhinin mülkü, rehn akdinden son­ra sabit olmuştur. Şayet rehn, mürtehinin elinde helak olsa ve mâ­lik rehn koyana ödetmek istese, bu rehn yukarıda geçenin aksinedir. Çünkü rehn koyan kimse, ödemekle rehne gasb vaktinden i'tibâren mâlik olmuştur. İmdi rehn koyan kimsenin mülkü, rehnden önce ge­lir. Kâidiyye'de böyle denmiştir.

Rehnf kullanmak için kendisine izin verilen bir mürtehin; yâni râhin, mürtehine rehni kullanmaya, O'nun talebi olmaksızın izin ver­se, her ne kadar rehn ariyet ise de, ariyet almaya (istiareye) aykırı olur.

Ya da mürtehîn, râhinden rehni bir işde kullanmak için ariyet alsa; ve o iş için kullanırken rehn helak olsa, izin ve istiare suretle­rinde mürtehin onu ödemez. Çünkü yed-i ariyet kullanmakla sabit olmuştur. Yed-i ariyet, yed-i rehne muhaliftir. Bu durumda zaran ödemek (zemân) ortadan kalkar. Rehn, amelin iki tarafında helak ol­sa, yâni rehni kullanmazdan önce veya kullandıkdan sonra helak ol­sa, mürtehin öder. Yâni mürtehin onu rehnin Ödendiği (zemâni) gibi öder. O da ma'lûmdur.

Rehn koymak için bir şeyi ariyet almak sahihti ir. Çünkü mâlik, ariyet alan kimsenin borcunun, malına tealluk etmesine razı olmuştur.

Mâlik o borcun malına tealluk etmesine mâlikdir. Nitekim kefaletle zimmetine tealluk etmesine mâlik olduğu gibi. Bu sahih olunca, ari­yet alan kimse o şeyi dilediği gibi, az veya çok oorca karşılık rehn eder.

Çünkü ıtlak, özellikle iarede i'tiıbârı vâcib olan bir şeydir. Zîrâ bilme-mezlik, çekişmeye götürmez: Eğer ariyet veren kimse ta'yîn ederse, o şey için ta'yîn ettiği miktarla mukayyed olur. Çünkü muîr, şayet mik­tar ta'yîn ederse, müsteîrin ondan çok veya aza rehn koyması caiz olmaz. Çünkü takyîd faydalıdır ve fazlayı nefy eder. Çünkü ariyet verenin garazı (yâni maksadı ve niyyeti), edası mümkün olan şeyi alıkoymakdır. Fazlayı 'bertaraf ettiği gibi, noksanı da bertaraf eder (nefy eder). Çünkü ariyet verenin garazı (yâni maksadı ve niyyeti), mürtehinin, rehnin helak olması. katında rehn karşılığında çoğu almış olmasıdır, tâ ki rucû' edebilsin. Eğer ariyet alan kimse, tayın et­tiği şeyden daha azına rehn koyarsa, geri kalan emânet olarak helak

olur. Bu durumda muîr, ariyet alan kimseden alamaz.

Yine, muîr; cinsi, mürtehim ve şehir i ta'yin ederse, ariyet onlar­la mukayyed olur. Çünkü ba'zısı, ba'zısına nisbetle mümkün olduğun­dan hepsi faydalıdır. Güvenilir olmakda ve korumakda şahıslar fark­lıdır.

Ariyet alan kimse, takyîd i'tibânndan sonra, eğer ariyet verene muhalefet ederse; muîr, müsteîrc ariyet verdiği şeyi .ödetir. Rehn ise, tamâm olur. Çünkü ariyet alan kimse, o şeye ödemekle mâlik olmuş­tur. Bu suretle, müsteirin kendi mülkünü rehn ettiği anlaşılır. Ya da muîr, ariyeti rehn alan kimseye ödettirir. Çünkü rehn alan kimse de, ariyeti alan kimse gibi tecâvüzkârdır. Bu durumda rehn koyan kimse gâsıb ve rehn aîan kimse gâsıbm gâsıbı gibi olmuştur. Rehn alan kimse, kıymetten ödemiş olduğu şeyi ve borcu, rehn koyandan (râhinden) alır. Relinin kıymetini almasına sebeb, mürlchin râhin tarafından aldatılmış olduğu içindir. Borcu almasına sebeb, mürtehi-nin kabzı bozulup evvelce olduğu gibi hakkı geri döndüğü içindir. Eğer ariyet aîan kimse, ariyet verenin emr ettiği miktarı rehn etmekle muvafakat ederse ve rehn mürtehinin yanında helak olursa, eğer reh-nin kıymeti borç kadar veya borçdan daha çok olursa, helakla istifa tamâm olduğundan, mürtehin alacağının hepsini alır.

Ariyet veren kimse için, ariyet alan kimse üzerine  ki râhin-dir— borcun misli vâcib olur. Çünkü ariyet veren kimse, eğer relinin hepsi ödenecekse, o miktar ile ariyet alanın (müsteirin) borcunu öde­miştir. Değil ise, Ödenmesi gerekenin (mazmunun) miktarını öder. Ge­ri kalan ise emânettir. Rehnin kıymetinin ödenmesi gerekmez. Çün­kü ariyet aîan kimse muvafakat etmiştir. Binâenaleyh mütecaviz de­ğildir. Eğer rehnin kıymeti borçdan daha az ise, mürtehin borcun bir kısmını alır. Mürtehinin geri kalan alacağı râhin üzerine borç olur. Çünkü mürtehin, rehnin kıymetinden fazla olanı almamıştır.

Eğer ariyet veren kimse, relini kurtarırsa, yâni muîr borçdan mülkünü kurtarmak için mürtehinin alacağını ödemek isterse, mür­tehin onu rehni teslim almakdau menedemez. Çünkü ariyet veren kimse, borcu ödemekte teberru' etmiş sayılmaz. Zîrâ bunda, mülkünü kurtarmak vardır. Muîrin borcu ödemesi, rehn koyan kimsenin öde­mesi gibi olur ve mürtehin bunu kabul etmeye zorlanır. Eğer borç rehnin kıymetine eşit ise; ariyet veren kimse Ödediği borcu, rallinden alır. Çünkü ariyet veren kimse, râ-hinin borcunu ödemiştir. Ariyet veren kimse, o mülkünü kurtarmak için borcu ödemek zorunda kalmıştır. Bu durumda, ariyet  veren  kimse teberru'  etmiş olmakla  va-sıllanamaz.

Musannifin »Eğer eşit ise...» demesine sebeb, çünkü borç relinin kıymetinden çok olursa, ariyet veren kimse kiy.inel.ten fazla Olanı öde­mekte teberru' etmiş olur. O miktarı, ruhinden alamaz. Eğer borç, irerinin kıymetinden daha az olursa, müi lehin nhııi teslim etmesi için zorlanmaz. Tâc'uş-Şeria'da böyle denmiştir.

Ariyet alınan relin, rallinin yanında helak olsa; yâni relin için ariyet verilen şey, ariyet alanın yanında teaddîsiz, semavi âlet ile, o şeyi rehn koymazdan Önce veya relini kurtardıkdan sonra helak olsa, râhin ödemez. Velevki relin etmezden önce, onu hizmetinde kullan­makla, üzerine binmekle veya bunların benzeri ile tasarruf etmiş ol­sun. Çünkü râhin emin olup, evvelâ muhalefet edip, .sonra uzlaşma­ya dönmüştür. Şu hâlde, ödemez. İmâm Şaiiî (Rh.A.), bunda ayrı gö­rüştedir.

Kâhinin rehne suçu ödenir. Çünkü o fiti, ıniirtehin için lâ/.mı ve muhterem olan bir hakkı yok etmiştir. Bunun benzerinin mala taallu­ku, ödemek hususunda mâliki yabancı gibi kılar.

Mürtehinin, rehn üzere işlediği suç ise; Onun alacağından suçun Miiktârı kadar sakıt olur. Çünkü rehn alan kimse, başkasının mülkü­nü telef etmiştir. İmdi O'nun, onu ödemesi lâzım gelir. Ödeme O'na lâzım olur ve borcun da müddeti biterse, borcun ödenecek miktarı düşer ve geri kalan ona lâzım gelir, çünkü kıymetin, borcun mikta­rından fazla olanı, emânet olur. İtlaf ile ödeyip, rehn akdi ile Ödeme­mesi; emânet (vedîa) menzîlesindedir. Şayet kendisine emânet ko­nan kimse (mudâ') onu telef ederse, ödemesi gerekir. Gâyet'ul-Beyân1-da böyle denmiştir.

Rehnİn (yâni rehn konan kölenin), ruhin ile mürtehin ve ikisi­nin mallan üzere suç işlemesi boşa gider (hederdir). Ntts üzere cina­yetten murâd; hatâen nefsde suç işlemiş olmakla veya neiisden azın­da suç işlemiş olmakla, mal ioâb eden suçtur. Kısas îcâb eden suça gelince; o,'bH'icıııâ' mu'teberdh. TMihâye'de böyle denmiştir.

Râhin üzere işlenen suçun heder olmasına sebeb; memlûk im o suçu, mâliki üzere işlemiş olmasıdır. Bu ise, mal îcâb ettikde, heder­dir, yânı düşer. Çünkü mal, müstehaktır. Mal için istihkak ise, mem­lûk üzere sabit olmaz. Mürtehin üzere olan suçun düşmesinin sebe­bine gelince; imdi bu suçu biz, bu mürlt-hin üzere itibâr eylesek, mür­tehinin ondan  temizlenmesi   gerekir.  Çünkü   suç. nıürtelıinin  ketaletinde meydana gelmiştir. Binâenaleyh Ödemenin vâcib olması ile öde-mekden kurtulmanın vücûbu bir ma'nâ ifâde etmez.

Bir kimse, bin dirheme denk olan bir köleyi .veresiye (müeccel) bin dirheme rehn koysa ve kıymeti yüz dirheme inse, imdi Onu, hür bir kimse öldürüp yüz dirhem kıymetini ödese ve müddeti bitse, kö­leyi rehin alan kimse, hakkına karşılık yüz dirhemi alır, geri kalan dokuzyüz dirhem sakıt olur. Çünkü değerin eksilmesi, borcun düşme­sini gerektirmez. Zîrâ değerin eksilmesi, insanların isteklerinin azal­masından ibarettir. Malın eksilmesi, bunun aksinedir. Şu hâlde mal bakî ise, mürtehinin yed'i, yed-i istifa olduğuna göre, bütününü baş­langıçtan almış olur.

Şayet nıürtehin, köleyi rehn koyan kimsenin emri ile yüz dir­heme satsa ve o yüz dirhemi teslim alsa; mürtehin geri kalan dokuz yüzü, rehn koyan kimseden alır. Çünkü rehn koyan kimse köleyi sa­tınca, sanki O'nu geri alıp kendisi satmış gibi olur. Bu takdirde rehn bâtıl olup, borç bakî kalır. Ancak, almış olduğu miktarı bakî kalmaz. Burada da hüküm böyledir.

Kıymeti bin dirhem olan bir köleyi, kıymeti yüz dirhem olan bir köle öldürüp, kaatil köleyi verse; râhin borcundan hepsini, yâni bin dirhemi kurtarmış olur. Çünkü ikinci köle, birinci kölenin yerine geç­miştir. Sanki, birinci köle mevcûd gibi oîur. O kölenin kıymetine mu-râcaat edilir.

iUûut edilmiş olan köle hatâen cinayet işlese; yâni bir adam bi­rine, kıymeti bin dirhem olan bir köleyi bin dirheme veya binden da­ha aza rehn etse ve o rehn edilmiş olan köle, hatâen bir adam öldür­se, O'nu rehn alan kimse, O'nun fidyesini verir. Yâni öldürülen ada­mın diyetini velîlerine verir. Çünkü cinayetin zararını ödemek (ze-mân), rehn alan kimseye âiddir. Kölenin tümü, mürtehinin garanti-sindedir ve mürtehinin alacağı (deyni), kölenin rakabesini müstağ-rıktir (kölenin bütününü kaplar). Bu durumda mürtehine, «Köleyi cinayetten fjdâ eyle (yâni, fidyesini ver.)» denir. Eğer fidyesini verir. se, rehnini ıslâh eder ve alacağı, râhinde daha Önceki hâli üzere kalır.

Mürtehin, râhinden, verdiği fidyeden bir şey alamaz. Çünkü kö­lenin tümü ödenir. Ödenen şeyin cinayeti; yâni kölenin cinayeti ise, ödeyenin cinayeti gibidir. İmdi mürtehin, râhinden almak isterse, râhin de mürtehinden alır. Bunda ise, fayda yoktur.

Mürtehin, o kaatil köleyi cinayetin velîsine veremez. Çünkü, tem­like mâlik değildir. Eğe> mürtehin kaatil köle için fidye vermekten kaçınırsa,  râhin  onu  veya  fidyesini verir. Bu durumda  borç düşer.

Yâni rehn koyana,ya köleyi yâhûd diyetle fidyesini ver, denilir. Eğer. rehn koyan kimse, köleyi veya fidyesini verirse, mürtehinin alacağı düşer ve râhin köleyi alıp, rehn bâtıl olur. Eğer borç, rehnin kıyme­tinden daha çok değil ise; 'belki eşit olup veya kıymetten daha az ise, borç düşer. Şayet borç, rehnin kıymetinden daha çok olursa; borçdan kölenin kıymeti miktarı düşüp, geri kalanı düşmez.

Rehn koyan kimse ölürse, vasisi rehn i satıp borcu öder. Çünkü vasî, rehn koyan kimsenin yerini tutar. Eğer rehn koyan kimsenin vasîsi yoksa, kâdî, rehn koyan kimseye rehni satmak için vasî ta'yîn eder.

Vasî, terekenin bir kısmım ölünün borcu için alacaklılarından bir alacaklıya rehn etmek isterse, diğer alacaklıların rızâsına bağlı kalır. Onların, o rehni reddetmeleri caizdir. Çünkü vasî, alacaklıların bir kısmını hükmî îfâ ile tercih etmiştir. Zîrâ rehn akdinin mûcebi, mürtehin için, yed-i istifanın hükmen sabit olmasıdır. Bu durumda hakîki îfâ ile tercihe benzemiştir. Eğer vasî, diğer alacaklıların borç­larını rehni reddetmelerinden önce öderse, o rehn geçerli (nafiz) olur. Çünkü, engel ortadan kalkmıştır (yâni mâni, zail olmuştur). Engel ise, geri kalan alacaklıların haklarıdır.

ölünün, bir kişiden başka alacaklısı olmazsa; vasinin verdiği rehn, hakîkî ödemeye kıyâsla caiz olur. O rehn, Ölünün borcu için sa­tılır. Çünkü borç için rehn konmazdan önce satıldığı gibi, rehn kon-dukdan sonra da satılır.

. Şayet vasî, ölünün başka bir kimsede olan alacağı için rehn alsa, caizdir. Çünkü rehn almak, 'hükmen istifadır (hak almaktır). Vasî buna mâlikdiT. Vasinin rehni hakkında daha pek çok tafsilât vardır ki   «Vasiyyetler Bölümü» nde gelecektir. [35]

 

Rehn Edilen  Şeyler Hakkında  Bir  Fasıl

 

Bir kimse, kıymeti on dirhem eden üzüm şırasını (asîri), on dir­hem borca rehn verse; şıra, rehu alan kimsenin yanında şarâb olup sonra sirke olsa, sirkenin kıymeti de on dirheme eşit olsa, sirke on dirheme rehin olarak kalır. Uygun olan, relinin bâtıl olması İdi. Çün­kü şıra, şarâb olmakla ödemeye elverişli olmakdan çıkınındır. Zîrâ kıy­meti hâiz mal olarak kalmamıştır. Şarâb oidukdan sonra rehnin bâtıl olmamasına sebeb; çünkü şarâb. sirke olmakla sadede geri dönmek yolundadır. (Satmak için mahal olan şey, maliyet i'tibâriyle rehne de mahal olduğu için rehinliği bâtıl olmaz.) Bundan dolayı, bir kimse şıra satın alır da, teslim alınmazdan önce şarab olursa, satış bâtıl ol­maz. Çünkü sirke olmak ihtimâli vardır. Rehn olması da böyledir.

Kıymeti on dirhem eden koyunun, on dirheme rehn olması da şıranın rehn olması gibidir. İmdi rehn olan koyun boğazlamaksızm ölse, rehn alan kimse onun derisini debagat etse; defoâğattan sonra bir -dirheme müsâvî olsa, o deri bir dirheme rehn olur. Çünkü rehn, helâkla tekarrür eder. Şayet mahallin bir kısmı elverişli (sâlih) olur­sa, o miktara hükmü avdet eder- (geri döner). Satılan koyun teslim alınmazdan önce ölür ve debagat olunursa, bu, rehnin aksinedir. O zaman satış, sahîhan avdet etmez. Çünkü satış, teslim almazdan ön­ce malın helak olmasiyle bozulur. Bozulan ise, geri dönmez. Ba'zıları; «Satış da, rehn gibi avdet eder.» demişlerdir.

Rehnin — yavrusu, sütü, yünü ve meyvesi gibi — üremesi, rehn koyan kimsenindir ve o nema (artan şey), ash ile beraber rehndir. Çünkü nema, asla tâbidir ve rehn lâzım olan haktır, nemaya geçer. Eğer o artan şey helak olursa, bir şeysiz helak olur. Çünkü tâbi olan şeyler için, asla karşılık olan şeyden pay yoktur. Çünkü maksûd ola­rak akde dâhil değildirler. Eğer, artan şey kalıp asi helak olursa, rehn koyan kimse onu hisseslyle rehinlikden kurtarır. Borç, relin olan ne­manın rehinlikden kurtarıldığı günde-ki kıymeti üzere taksim edilir. Asi ise,  rehnin  teslim  alındığı gündeki  kıymeti  üzere  taksim  edilir.

Çünkü rehn, teslim almakla garantilidir. Şayet vaktine kadar kalır­sa, fazlalık rehni çözmekle maksûd olur. Tâbi olan şey, satılan şeyin yavrusu gibi maksûd ise, ona bir şey mukabil olur. Çünkü o yavru için teslim alınmazdan önce semenden hisse -yoktur. Şayet müşteri sa­tılan şeyi teslim alsa ve o şey teslim almakla maksûd olsa, onun için semenden hisse olur.

Borçdan asla isabet eden şey düşer. Çünkü o, mak.sûd olduğu hâl­de asla karşılık olur. Bu mes'elenin sureti şudur: Bir adam, bir ada­ma; kıymeti 'bin dirheme eşit olan bir cariyeyi bin dirheme rehn koy-dukda, o cariyeden kıymeti bin dirheme eşit olan bir çocuk meydana gelse, 'borç, yansı câriye karşılığında ve 'yansı da çocuk karşılığında, câriye rehnin çözülmesine kadar kalmak partiyle, o câriye ile çocuk üzere taksim edilir. Hattâ câriye helak olup rehnin kurtarılması vak­tine kadar çocuk kalsa; câriye, borçdan payına düşen yârımla helak olur. O da, beşyüz dirhemdir. Zikredilen şartla çocuk beşyüz dirheme kalır. Relin koyan kimse, o artanı payına düşen şeyle çözer.

Ziyâde, relinde sahilidir. Meselâ; kıymeti on akçalık bir giysiyi on akçaya rehn koydukdan sonra, rehn koyan kimse birinci ile beraber rehn olması için bir başka giysi daha eklese, sahih olur.

. Borçda ziyâde sahih değildir. Meselâ; rehn koyan kimse, rehn ala­na; «Senin yanında rehn olan köle bin akçatya rehn olmak üzzere, 'bana diğer bir beşyüz akça daha foorç ver.» der.

Fark şudur: Fakîhler arasında mukarrer olan asıl şudur ki; ak-din aslına katılması, ancak ziyâde ma'kûd'ün-aleyhde veya ma'kûd'ün-bihde olursa, tasavvur edilir. Borçda ziıyâde ise, bunlardan hiçbiri de­ğildir. Borçda ziyâdenin ma'kûd'ün-aleyh olmadığı açıktır. Ma'kûd'ün-bih olmaması ise, rehnden önce sebebiyle bulunduğu içindir. Rehn, borcun aksinedir. Çünkü rehn, ma'kûd'ün-aleyhdir. Zîrâ o, rehn ak­dinden önce habsedilmiş olmaz ve akdin bitmesinden sonra da bakî kalmaz.

i Bir ikimse kıymeti bin dirheme eşit olan bir köleyi rehn etse ve O'nun yerine rehn olarak O'na müsavi bir. köle verse; birinci köle, râ-hinine geri verilinceye kadar, rehndir. Mürtehin, ikinci köleyi birinci kölenin yerine rehn kılıncaya kadar, ikinci kölede.emanetçidir, çün­kü birinci köle, teslim almak (kabz) ve borç (deyn) ile mürtehinin garantisi altına girmiştir. İmdi kaibz ve borç bakî oldukça, köle ga­rantiden  çıkmaz.   Ancak,  teslim almanın   (kazbin)   bozulmasiyle  çıkar. Birinci köle, nıürtehinhı garantisinde oldukça, ikinci köle garan­tiye girmez. Çünkü râhin ile mürtehhı, ikisinden birinin garantisine razı olmuşlardır. Birincisi ortadan kalkınca, ikincisi, mürtehinin ga­rantisine girer.

Bundan sonra, denilmiştir ki: Mürtehinin kabzı yenilemesi şart­tır. Çünkü mürtehinin eli, ikincisi üzere emânet eli (yed'i) dir. Râhi-nin eli, istifa ve ödeme elidir. İmdi emânet eli, vahinin elinin yerini tutmaz. Ba'zılan; «Kabzı yenilemek şart değildir.» demişlerdir. Çün­kü rehn, hîbe gibi teberru'dur ve kendisi emânettir. Nitekim bilirsin ki, emânetin kabzı, teslim alınması yerine geçer.

Mürtehin, râhin i borcundan kurtaısa, ruhin de o ibrayı kabul et­se veya mürtehin alacağını ralline hibe e*se, rehn de, sahibi tarafın­dan men etmeksizin mürtehinin elinde helak olsa; o rehn istihsâna göre, meccânen helak olur. İmâm Züfer (Rh.A.), «Mürtehin, ralline relinin kıymetini öder.» demiştir. Kıyâs tla budur. Çünkü teslim al­mak (kabz) ödemek üzere vâki1 olmuştur. İmdi kabz bakî kaldıkça, o da bu vechîe kalır.

İstihsâlim vechi şudur: Rehnin ödenmesi, kabz ve borç (deyn) i'tibâriyledir. Çünkü o, istifa ödemesidir. Eli ise, ancak borç (deyn) i'tibâriyle tehakkuk eder. İbra ile, ikisinden biri —ki borçtur— bakî kalmaz. İki vasıflı bir illetle sabit olan hüküm, o vasıfların biri orta­dan kalkmakla yok olur. Bundan dolayı rehni geri verirse, ödemek sakıt olur. Çünkü her ne kadar borç kalsa da, kabz yoktur. Keza; borçdan ibra ederse, ödeme sakıt olur. Zîrâ her ne kadar kabz bakî ise de, borç yoktur.

Şayet mürtehin alacağını tamâmiyle alsa veya râhînin yâhûd te-berruan veren birinin ödemesiyle bir kısmını alsa veya o deyn ile bir mal satın alsa veya borçtan dolayı bir mal üzerine sulh olsa veya râ­hin, mürtehini, başka birinde olan alacağına havale etmek suretiyle anlaşsa da mürtehinin elinde helak olsa, o rehn borç (deyn) ile helak olur. Çünkü borcun kendisi, istifa ve benzeri ile düşmez. Nitekim te-karrur etmiştir ki, borçlar emsali ile ödenirler, kendileri ile ödenmez­ler. Lâkin fayda olmadığı için, hakkı tam anîamiyle almak (istifa) imkânsızdır. Çünkü istifa, mislini mutâlebeyi izler.

Şayet rehn helak olsa, birinci istifa karar kılıp, ikinci istifa bo­zulur. Rallinin veyâ ıtıütetavvı'ın veyâ satın alımının veya sulhun ifâsı suretlerinde mürtehin teslim aldığı şeyi, edâ eden kimseye geri verir. Havale bâtıl olur ve rehn borçla helak olar. Çünkü havale, bor­cu düşürmez. Lâkin havale olunan kimsenin zimmeti, havale edenin

2immeti yerine geçer. Bundan dolayı, havale olunan kimse (muhtâ-lun-aleyh) müflîsen ölse, borç havale edenin zimmetine geri döner. Zikredilen suretlerde rehn, borç ile helak olduğu gibi, birbirlerini borç kalmadığına Jdâir tasdik ettikten sonra dahi helak olsa, yine borç ile helak olur. Çünkü rehn, borç İle mazmundur. Ya da, vücûdu tevehhüm edilirse, borcun clhetiyle mazmundur. Nitekim mev'ûd (va'dedilen) borçda Olduğu gibi. Cihet bakîdir. Çünkü borç olmadığına dâir birbirle­rini tasdîk ettikten sonra, borç var, diye tasdik etmeleri ihtimâli de vardır, fora, bunun hilaf in a dır. Çünkü borç, ibra ile düşer. [36]

 



[1] Emânet: Lügat ta, emin olmak anlammaciir. istilânda; «Emin sayılan veya ittihâz edi­len kimsenin yanında başkasına âid bulunan maldır.»

[2] Mecelle,  madde-   773'd.e de şöyle  ifâde edilmiştir.

«Sarahaten (açık olarak) yâhûd delâleten (işaretle) îcüb ve kabul İle Mâ (emânet olarak verme) mün'akid olur.»

[3] Meceile,  madde,  777'de, «Vedîa, yed-i miistevda'du (emânet bırakılan   kimsenin  yanın­da)  emânettir...»  şeklinde  İfâde  edilmiştir.

[4] Mecelle,   madde,  780'de şöyle  ifâde  edilmiştir'.

«Müstevda' (emânet  bırakılan  kimse), vediayı kendi malı gibi bizzat hıfz eder jâ-hûd  emini olan kimseye hıfz ettirir.,,»»

[5] Mecelle,   madde,  787'de şöyle ifâde  eüilmişiİr:

«Müstevda'nuı teaddî veya taksiri hâlinde vedîa telef vejâhûd kıymetinde noksan târi olsa (ansızın  ortaya çıksa) zamktı  (iazminat) lâ.zim  gelir.»

[6] Mecelle, madde, 788'de de şöyle ifâde edilmiştir:

«Vediayı sahibinin izni olmaksızın diğer mal ile yekdiğerinden tefrik (ayırma) olu­namayacak  sûretde  karıştırmak  teaddîdir  (tecâvüz ve  hatâdır).

[7] Mecelle; madde, 789 hükmü de böyledir.

[8] Mecelle; madde, 789

[9] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 422-430.

[10] Mecelle,   madde:   7O6'da  şöyle   ifâde   edilmiştir:

«Kâhin (rehin veren) ve mürtehinin (rehin ahımıı)  îcâlı \a kabiitti ile relin miin'akid  olur.   Fakat,  kabz  (almak) bulıınuıudıkç.), lamâın  ve  lâ/tm ulma/,. UinâıîM aleyh rfihİn,   kabl-et  teslim (teslim   etmeden   önce)  rchiıulcıt   riikû'  edebi t ir.

[11] Râhin: Rehin veren, hakîkaten veya hükmen borçlu olup, rehin veren kimsedir.

[12] Mürtehin: Hak sahibi sıfatıyle rehin alan kimsedir.  Bir şey karşılığında rehin olarak alıkonulan şeye  de, (mürtehen) denir.

[13] Tahliye: Boşalmak, halâs etmek, bir şeyi kabz etmek için imkân vermek, yâni; kabza mâni1 olan  şeyleri  ortadan  kaldırmakla,  kabzı   mümkün  olacak  bir durumda  bulun­durmaktır.

[14] Bakara »üresi; âyet: 283

[15] Nisa sûresi; âyet: 29

[16] Zemân (ma2mûn): Zemâıı, başkasının üzerindeki vâcib hır hakki iltizâm etmek, bir $e-.yin misliyyâttan ise, mislini ve kıyemiyâttan ise, kıymetini vermek, ödemektir. O jeyc âe (mannûn) denir.

[17] Metal, (mümâtele):   Borcu,  borcun   va'desini  bugün,   yarın   diye   uzatıp  durmaktır.   Sa­hibine de «Mümâtil» denir.

[18] Mecelle, madde,  750'de şöyle ifâde  edilmiştir:

«Râhinin izni  olmadıkça mürtehin rehinden intifa' edemez (faydalanamaz).» Amma râhinin izin ve ibâhasıyia (serbest ve helâl kilmasıyla) mürtehin rehni kul­lanır ve meyve ve süt gibi  hâsılatını  alır ve bunların   mukabilinde deymlen bir şey sakıt olmaz (düşme?).

[19] Mecelle,  madde:  722'de şöyle İfâde  edilmiştir:

«RehnJ,  mürtehin  bizzat hıfz eder yâhûd   ıjâli   ya şeriki   vejâlıûd   hİznutçisİ S'bi emini olan kimseye hıfz ettirir.»

[20] Mecelle, madde:  732'de şöyle ifâde edilmiştir:

«Yer  kirası  ve  bekçi   ücreti  gibi   rehnin .muhafazası   için  olan   masraf  mürtehine âiddir.»

[21] Mecelle'nin   724.   maddesi   de  ayıtı   mealdedir.

[22] Mecelle'nin  725.   maddesi şöyledir:

«Râhİn veya miirtehinden birisi, dikerine âid oİan masrafı hoıt lıe - hot) (kendi ha-5ina) ifâ etse, teberru1 (bağış) dur, sonra mütâlebc edemez <lı;ıfckmı  Meyemez).»

[23] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 431-437.

[24] Alış verişte akıl tamâm olduğu hâlde parayı miişiLTİye geri vermeye «Zemân ud-Derek» denir.

[25] Adi :   Adaletli,  gihcnilir  kinime,  yccl-i  nnîn.

[26] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat:438-444.

[27] Adi: Doğruluk,  istikâmet,  eşitlik  ma'nâsıuadır.

Adaletle vasıflanan kişiye de, mübalağa maksadıyla «Adi» denilir.

[28] Adalet:  Doğruluk;  haksızlık,  ezâ,  cefâ,  zulüm ve sitemden beri, doğrulukla vasıflan­dırılmış ve güvenilir, yapılması lâzım olan şeyleri yapmaya mulâzim olmak ma'nâsına-dir. Adâlet'in zıddı, «Zulm» dur.

(Hukûk-u Islâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhİyyc Kâmûsu; Ö. Nasûhî Bilmen, c. 8, s. 206)

[29] Yed-i Adi: Münâzaalı şeyin saklanması ve İdaresi kendisine verilen kimse, demektir.

Diğer bir İfâde île, âdil sayılan kimsenin eli, nezdi, şahsı, demektir. Burada  adl'den   maksâd;   adaletle   vasıflandırılmış   olsun,   olmasın;   rehin   verenle, rehin alanın veya hâkimin güvenip, rehni yanma tevdi ve teslim ettiği âkil kimsedir.

[30] Bu konuda Mecelle'nİn 754. maddesinde şöyle denmiştir.

«Dcyn (borç) baki iken adi olan kimse, râhin ve mürtehİndeo blriulıı rızân olma­dıkça, rehni diğerine veremez ve verirse İstirdada (seri verilmesini istemeye) selâhfyyeti vardır. Ve kabl-ei istirdâd (geri islemeden Önce) rehin telef olsa adi anın kıymetini zâroin olur (tazmin eder.)»

[31] Meceİle'nin 746. maddesinde de şöyle denmiştir:

«Râhinin (rehin verenin) rızâsı olmaksızın nıürtetıin (rehin ahin) rehni satııkda râhin muhayyer olup (yapıp yapmamada serbest olup) dilerse bey'i (satışı) fesh eyler (bozar), dilerse icazet ile (İzinte) tenfîz eyler (hükmünü geçerli  kılar)»

[32] Elimizdeki   Sadru'ş-Şerîa   nüshasında;   burada   «müşteri»   yerine  «mürtehin»   ya/tklığmı gördük. Bu, -her hâlde istinsah edenin (nüslıâ çıkaranın) halâsı olacaktır.

[33] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat:445-448.

[34] Mevkuf: Bîr hüküm ifâde etmesi, meselâ; başkasına mülkiyeli mü fiti olması, başka­sının izin ve icazetine muhtâc olan bir fiildir veya akiddir. Başkasının malını fuzûlî olarak satmak gibi ki, satış muamelesinin müşteriye mülk ifâde etmesi, sahibinin İcaze­tine bağii bulunur.

[35] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 449-456.

[36] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 457-460.

Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.18 saniye 14,839,102 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024