ORUÇ VE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 4
İBÂDETTE DE EŞİTLİK.. 4
Zaman Kavramı : 5
45. Dereceden Yukarıda Oruç : 5
RAMAZAH HİLÂLİ 5
ORUCUN TARİFİ : 6
Orucun Çeşitleri : 6
Ramazan Orucunun Sebebi : 6
Orucun Başlangıç Ve Bitiş Vakti : 7
Fecrin Doğup Doğmadığnda Şüphe Ederse : 7
İki Şahit Fecrin Doğduğuna Şehadette Bulunursa : 7
Bir Kişi Fecrin Doğduğuna Şehadet Ederse : 7
Sahur Yerken Bir Cemaat Fecrin Doğduğunu Söylerse : 7
Adam Karısına : Bak Fecir Doğmuş Mu?. 7
Güneşin Battığında Şüphe Eden Kimse : 8
İki Kişi Güneşin Batmadığına Şehadet Ederse : 8
Horozun Ötmesiyle Sahur Ayarlanabilir Mi?. 8
ORUCUN ŞARTLARI : 8
Niyetin Mahiyet Ve Ölçüsü : 8
Her Gün Niyet Getirmek Şart Mı?. 8
Sahura Kalkmak Niyet Yerine Geçer Mi?. 8
İftardan Sonra Oruca Niyet Eder, Henüz Fecir Doğmadan
Bu Niyetinden Dönerse : 9
Oruç Tutmaya Hiç Niyet Getirmeden Sabahlarsa : 9
Akşam Henüz Güneş Batmadan Niyet Edilir Mi?. 9
Zevaldan Az Öncesine Kadar Niyet Caizdir : 9
Günün Evvelinde İrtidad Eden Kimse : 9
Niyette Afdal Olan Şudur : 10
Hasta Olan Veya Yolculuk Halinde Bulunan Kimsenin
Niyeti : 10
Günü Belirli Adak Orucuna Niyet : 10
Kaza Orucu İçin Nasıl Niyet Edilir?. 10
Dar-İ Harpte Ramazan Girmeden Oruç Tutarsa : 10
Ramazanda Kasden Orucunu Bozarsa : 10
Aynı Ölçü Ve Derecede Olan İki Vacibe Birden Niyet
Getirmek : 10
Kadın Hen-Üz Temizlenmeden Oruca Niyet Ederse : 11
Fecir Doğduktan Sonra Kâza Orucuna Niyet Getirirse
: 11
RÜ'YET-İ HİLÂL. 11
İHTİLÂF-İ METALİ' 11
Hilâli Tesbite Çalışmak Vâcibdir : 12
Hava Kısmen Bulutlu Olursa : 12
Âdil Olup Olmadığı Bilinmiyen Kimse : 12
Ramazan Hilâlinde Kadının Kadına Şehadeti : 12
Ramazan Hilâlinde «Şehadet» Lafzı Şart Mıdır?. 12
Hilâli Nasıl Ve Nerede Gördün? Diye Sormak : 12
Beldenin Valisi Veya Kaadısı Hilâli Görürse : 12
Yine Böyle Bir Havad,A Yalnız Basma Hilâli Gören
Kimsenin Kaadiya Haber Vermesi Vâcib Midir?. 13
Ramazan Hilâlini Gören Kimseye Oruç Gerekir Mi?. 13
Fâsık Bir Kimsenin Şehadeti Kabul Edilirse : 13
Havada Bulut Ve Benzeri Bir İllet Bulunmazsa : 13
ŞEVVAL AYININ HİLÂLİ : 13
Yalnız Başına Şevval Hilâlini Gören : 13
Şevval Hilâlini Sadece Kaadı Görürse : 14
Havada Bir İllet (Az Bulut Veya Az Sis) Bulunursa : 14
Bir Kişinin Şehadetiyle Oruç Tutanlar : 14
Hava Bulutlu İken İki Kişi Ramazan Hilâlini
Gördüklerine Şehadet Ederse : 14
Bir Beldede Birkaç Kişi Şehadette Bulunursa : 14
Hilâli Görmeden 28 Gün Oruç Tuttuktan Sonra Şevval
Hilâlini Gören Belde Halkı : 15
Oruç Tutamiyan Hasta İleride İyileşince Kaç Gün Oruç
Tutar?. 15
ORUÇLUYA MEKRUH OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER : 15
1. Sakız Çiğnemek : 15
2. Özürsüz Gıda Maddelerinden Veya Benzeri Nesnelerden Bir Şeyi T Ad M Ak Veya
Çiğnemek. 15
3. Satın Alırken Bal, Yağ Ve Benzeri Bir Şeyin Tadına
Bakmak. 15
4. Büyük Abdestten Sonra Aşırı Derecede İstinca Etmek. 15
5. Abdest Alırken Veya Serinlemek İsterken Ağız Ve
Buruna Fazla Su Alıp Çalkalamak. 15
6. Nehir, Deniz, Havuz Ve Benzeri Yerlerde Yıkanırken
Yellenmek. 16
7. Banyo Yapmak, Başa Su Dökmek, Islak Beze Sarınmak. 16
8. Ağızda Tükrüğü Biriktirip Öylece Yutmak. 16
9. İyice Suya Batırılmış Misvak Veya Diş 'Fırçası
Kullanmak. 16
10. Güçsüz Düşeceğini Bildiği Halde Kan Aldırmak, Yani
Kan Vermek. 16
11. Zevcesini Şehvetle Öpmek. 16
12. Karı Kocanın Bedenlerini Birbirine Dokundurmak
Suretiyle Sevişmesi. 16
Cünüb Olarak Sabahlamak : 16
Gündüzleyin Uyurken İhtilâm Olmak : 16
13. Sahuru Fecir Doğmak Üzere Bulunan Vakte
Geciktirmek. 17
14. İftarı Güneş Batar Batmaz Acele Etmek. 17
Namazdan Önce İftar : 17
15. Şek Günü Oruç Tutmak. 17
16. Şartlı Niyet Etmek. 17
Şek Günü : 17
17. Ramazan Ve Kurban Bayramı Gününde Oruç Tutmak. 18
18. Şevval Ayından Altı Gün Oruç Tutmak. 18
19. Bayram Günleri De Dahil Olmak Üzere Bütün Seneyi
Oruçlu Geçirmek. 18
20. Geceli Gündüzlü Oruç Tutmak. 18
Bir Gün Oruç Tutup Bir Gün İftar Etmek : 18
21. Yalnız Cumartesi Günü Oruç Tutmak. 19
22. Yalnız Pazar Günü Oruç Tutmak. 19
23. Yalnız Cuma Günü Oruç Tutmak. 19
24. Nevruz Günü Oruç Tutmak. 19
25. Mehrican Günü Oruç Tutmak. 19
26. Hiç Konuşmamak Üzere Oruç Tutmak. 19
27. Kocasının Müsaadesini Almayan Kadının Tuttuğu
Nafile Oruç. 19
28. İşverenin Müsaadesini Almadan İşçinin Tutacağı
Nafile Oruç. 20
29. Yolculuk Halinde -Bünyeyi Güçsüz Düşürdüğü
Takdirde Nafile Oruç Tutmak. 20
Üzerinde Ramazan Orucu Kazası Bulunan Kimse Nafile
Oruç Tutabilir Mi?. 20
Pazartesi Ve Perşembe Günleri Oruç Tutmak : 20
Haram Aylarında Oruç Tutmak : 20
Zilhiccenin İlk Dokuz Günü Oruç Tutmak : 20
ORUCU BOZAN VE BOZMAYAN ŞEYLER : 21
Kadın Kocasına Dokunup Ta Tahrik Ederse : 23
Herhangi Bir Hayvanın Tenasül Cihazına Dokunmak : 24
Oruçlu İstimna Ederse : 24
Kadınların Sevicilik Yapması : 24
HEM KAZA, HEM KEFFARETÎ GEREKTİREN SEBEPLER : 24
1. Kasden Bilerek Cinsel Yaklaşmada Bulunmak. 24
2. Yenilmesi Mutad Olan Bir Şeyi Kasden Yemek Veya
İçmek. 24
İFTARI MUBAK KILAN ÖZÜRLER : 25
L. Yolculuk Halinde Bulunmak. 25
2. Hastalanmak. 26
3. Gebelik Hali Ve Süt Emzirmek. 26
4. Ayhali Ve Lohusalık. 26
5. Susuzluk Ve Açlık. 26
6. Fazla Yaşlılık. 26
Oruç Keffareti : 27
Kazaya Kalan Ramazan Orucunu Kaza Etmeden İkinci
Ramazan Girerse : 27
Nafile Oruçlarda Ziyafet Bir Özür Sayılabilir : 27
Savaşa Giden Asker Ya Da Kumandan Orucunu Bozabilir
Mi?. 28
Oruç, İslâm'ın beş
şartından biridir. Fert, aile ve toplum üzerine-deki olumlu te'sirleri
anlatılamıyacak kadar çoktur. Her şeyden önce insanı hayvanı sıfatlardan
uzaklaştırıp melekleştirmesi, bu ibâdetin dindeki yerinin önemini belirtmeye
yeterli sebebtir. Hz. Âdem'den Peygamberimiz (A.S.) Efendimize kadar gelip
geçen bütün peygamberlere namaz farz kılındığı gibi oruç ta farz kılınmıştır.
Ancak nicelik ve nasıllık bakımından farklı devreleri olmuştur. Dinlerdeki
tekâmül ibâdet bölümünde de câridir.
Oruç Kitap ve Sünnetle
sabit olmuştur. İnkârı küfrü gerektirir : Âyet :
«Ey imân edenler! Oruç
sizden öncekilere farz kılındığı; gibi size de sayılı günlerde farz kılındı. Ola
ki korunup sakınasınız.»
«Sizden kim hasta ya da
yolculuk halinde bulunursa (tutamadığı) günler sayısınca diğer günlerde tutar.
(Fazla yaşlılıktan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı) oruç
tutmaya güç geti-remiyenlere bir yoksulu (sabahlı akşamlı) doyuracak fidye
gerekir.»
«Kim de gönülden
(fidyeyi artırıp) hayır yaparsa, bu onun daha hayırlıdır. Bununla beraber oruç
tutmanız, eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır.»
Oruç hicretin ikinci
yılında farz kılınmıştır. İslâm'ın ilk yıllarında her ay üç gün oruç tutulurdu.
Bizden önceki ümmetlerin de aynı sayıda oruç tuttuğu söylenir. Muaz bin Cebel,
İbn Mes'ud ve İbn Abbas (Allah hepsinden razı olsun) gibi Ashabın ileri
gelenlerinden yapılan rivayete göre, Nuh Peygamberden Resûlüllah CA.S.)
Efendimize kadar gelip geçen bütün peygamberler ve ümmetleri her ay üç gün oruç
tutmuşlardır. Cenab-ı Hak bunu yukarıdaki âyetle hükümsüz bırakarak sadece
Ramazan ayının tamamında oruç tutmayı farz kıldı.
Ramazan orucu bu ümmete
farz kılındığında Ashab-ı Kiram akşam iftarından sonra uyumadan önce yer içer ve
gerekirse cinsel yaklaşmada bulunurdu. Uyuduktan sonra fecir doğmadan önce
uyansalar bile artık bir daha yiyip içemez ve cinsel yaklaşmada bulunamazlardı.
Cenâb-ı Hak bunu hafifleterek : Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza
yaklaşmanız size helâl kılındı.» mealindeki âyeti indirdi.
Dağfel bin Hanzele'nin
Resûlüllah (A.S.) Efendimizden yaptığı rivayete göre, Hıristiyanların da yılda
bir ay oruç tutmaları kendilerine farz kılınmıştı. Hükümdarları hastalanınca»
şifa bulduğu takdirde buna on gün daha ilâve edeceklerini adamışlardı.
Hükümdarları iyileşti ama ağzındaki bir ağrı kesilmedi, devam etti. Bundan da
kurtulursa» oruçlarını, yedi gün daha ilâve etmek suretiyle 47 güne
çıkaracaklarını adadılar. Hükümdarın ağzı da iyileşince adaklarına uydular.
Başka bir hükümdarları ise orucu bahar mevsimine alıp 50 gün olarak
tamamlanmasını emretti. Onlar da buna uyarak her yıl bahar mevsiminde 50 gün
oruç tutmaya başladılar. Ne var ki onların tuttuğu bu oruçla Müslümanların
tuttuğu ramazan orucu arasında hem sayı, hem sıfat ve şart bakımından bir takım
farklar vardır. Tabiînden Hasan Basri ile Müfessir Süddî de aynı rivayeti
benimsemişlerdir. îlim adamlarımızın çoğuna göre ise, ayda üç gün oruç
tuttuklarına dair rivayet daha sıhhatlidir,
Tevrat'ta orucun
farziyetine dair açık biçimde delâlet eden bir belge yoksa da orucu ve bu
ibadeti yerine getirenler hakkında bir takım övgüler vardır. Musa Peygamberin
40 gün oruç tuttuğu rivayet yoluyla sabit olmuştur.
İncil'de de orucun farz
kılındığını açıklayan bir belgeye rasla-mak mümkün değildir. Zekeriye bölümünde
-ki bu bölüm daha çok
Tevrat'la ilgilidir,
ancak Zekeriya Peygamberin Meryem'i himaye etmesi bakımından İncil'le de ilgisi
tahmin ediliyor- onun beşinci ayda perhiz etmesinden söz edilir. Ayrıca yine bu
bölümün yedinci kısmında şu ifadeler yer alır : «Bu yetmiş yıldır, beşinci ayda
ve yedinci ayda oruç tuttuğunuz ve dövündüğünüz zaman bana im, benim için mi
oruç tuttunuz? Ve yediğiniz zaman, içtiğiniz zaman kendiniz için yemiyor
musunuz?»
Matta İncil'i 6/16
bölümünde oruçla ilgili şu sözler yer almaktadır : «Ve oruç tuttuğunuz zaman,
ikiyüzlüler gibi surat asmayın; zira onlar oruç tuttuklarını insanlar görsünler
diye suratlarını asarlar. Doğrusu size derim : Onlar karşılıklarını aldılar.
Fakat sen oruç tuttuğun zaman, başına yağ sür ve yüzünü yıka, tâki insanlara
değil, gizlide olan (Rabbine) oruçlu görünesin ve gizlide gören Baban (Rabbin)
sana ödeyecektir.»
İslâm'ın en son ve en
mükemmel din olma özelliği, onun her bölümünde ve her konusunda kendini açıkça
belli eder. Namazın güneş saatma göre ayarlanıp kılınması, yeryüzündeki enlem
ve ^boy-lamlar üzerinde bulunan îslâm ülkelerinde günün her saatinde ezan
okunmasını ve Allah'a her an secde edenlerin bulunmasını sağlar. Çünkü güneş her
yerde ne aynı anda doğar, ne de aynı anda batar. Bundaki hikmet, günün her zaman
parçası içinde yeryüzünde Allah'a ibâdet edilmedik bir an geçmesin diyedir.
Oruç ise, Kamerî yıla
göredir. Güneş yılma göre değil. Bu ikisi arasında, biilndiği gibi 11 gün fark
vardır. Böylece oruç ibâdeti her mevsimde tutulsun, mü'minler arasında uzun ve
kısa sıcak ve soğuk günlerde eşitlik sağlansın diye Allah ve Peygamberi bu
ibâdetin kamerî seneye göre yerine getirilmesini emretmişlerdir. Böyle
olmasaydı, oruç farz kılındığında Ramazan ay'ı yaz mevsimine ras-lamıştı. Her
sene aynı mevsimde tutulması gerekirdi. Böylece her
sene Kuzey Yarımkürede
çok sıcak ve uzun günlerde oruç tutulurken, Güney Yarımkürede hep kış
mevsiminde ve en kısa günlerde bu ibâdet yerine getirilirdi. Bu da mü'minler
arasında bölgelere göre ibâdet konusunda bir adaletsizlik ve eşitsizlik
doğururdu. Ama bütün dünya milletlerine gönderilen İslâm, dünyanın coğrafi duru-
munu dikkate alarak
orucun her dokuz yılda ayrı bir mevsimde tutulmasını ayarlamış ve ibâdette de
en güzel ve doyurucu eşitliği getirmiştir. Kanaatımca İslâm'ın cihan dini
olduğuna delil olarak bu yeter, başka delil aramaya gerek yok.
İslâm ve Onun Kitabı
Kur'ân, zaman değil, zaman içinde cereyan eden olaylara değer verir. Kutsallık
zamanda değil, onda meydana gelen ve insanlıktan yana rahmet kapılarını açan
olaylaradır. Çünkü zaman kavramı izafîdir. Hem bizim için hakiki zaman
biyolojik anlamda geliştiğiniz devredir. Diğer zaman bölümleri, yani sene, ay,
hafta, gün ve saat sün'î zamandır. Böyle olmasaydı, yukarıda da belirttiğimiz
gibi Ramazan ayında farz olan ve yaz mevsimine raslayan orucu her sene yaz
mevsiminde tutmamız; nisan ya da haziran ayında sabaha karşı doğan
Peygamberimiz (A.S.) Efendimizin doğum gecesini her yıl aynı ay ve günde
kutlamamız gerekirdi. Ama İslâm zamanı değil olayı hatırlanmasını ve
değerlendirilmesini emreder.
İşte bütün mübarek gün
ve geceler İslâm'a göre aynı hikmete dayanır.
45. Dereceden kutuplara
doğru 90. dereceye kadar gece ile gündüz anormal biçimde değişmektedir. Güneşin
batmasından az sonra doğduğu bölgeler bulunduğu gibi, gece ve gündüzü çok uzun
süren bölgeler de var. Bu bakımdan 45-90 derece arasındaki bölgelerde namaz ve
oruç gibi ibâdetler artık güneşin doğuş ve batışına göre değil, normal
sayılacak ölçüde gece ve gündüzü olan yakın bir ülkeye göre ayarlanması gerekir.
Cihan Peygamberi
Hazret-i Muhammed (A.S.) Efendimiz, Levhi-mahfuz'dan alıp öyle konuşur, ilâhî
emirle hareket ederdi; bu nedenle diyebiliriz ki O'nun ilimle ve gelecek
günlerde ortaya çıkacak olaylarla ilgili haberlerinin doğruluğu her geçen gün
biraz daha anlaşılmaktadır. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz 45-90 derece arasındaki
bölgelere de işarette bulunduğu, kıyamete yakın teknik alandaki ilerleme ve
gelişmeyle bu bölgelerin keşfedileceğini önceden haber vermiş ve mesafelerin
kısalacağına, Deccal'ın çok kısa bir zamanda yeryüzünü dolaşabileceğine
dikkatleri çekmiştir. Sahih hadîs kitaplarında nakledilen bu rivayetler bize
kadar ulaşmış bulunuyor.
Ahmed bin Hanbel'in ve
Tirmizî'nin rivayet ve tesbitlerine göre Efendimiz (A.S.)
şöyle buyurmuştu :
«Zaman birbirine
yaklaşmadıkça (seri vasıtalarla uzak mesafeler kısalıp her şey motorize
edilecek) insan gücü azalmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki, yıl ay gibi, ay hafta
gibi, hafta bir gün gibi, gün bir saat gibi ve saat bir kıvılcımın parlayıp
sönmesi gibi kısalacak.»
Ayrıca Nevvas bin
Sem'an hadîsiyle Müslim, Ahmed bin Hanbel ve Tirmizî Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin şöyle buyurduğunu tesbit etmiştir :
«Deccal çıktığında bir
gün bir sene gibi, bir gün bir ay gibi, bir gün bir hafta gibi... olacaktır.»
Bunun üzerine Ashab-ı
Kiram sordu :
— Ey Allah'ın Peygamberi! O uzun günlerde
sadece beş namaz kâfi gelir mi?
Efendimiz onlara şu cevabı verdi :
— Hayır, ama siz (normal güdüzü ve gecesi
olan bir ülkeye göre)
zamanı taktir edip ayarlama yapın ve ona göre beş vakit namazınızı kılın.
Ashab yine sordu ;
.
— Ya çok kısa olan günlerde beş vakit
namazım nasıl kılacağız?
— Uzun günlerde yaptığınız taktir ve
ayarlama gibi bir ayarlama yaparsınız.
Diye cevap verdi.
İşte bu hadis 45-90
derece arasında bulunan ülke ve bölgelerde ibâdetin nasıl yapılacağı, zamanın
nasıl ayarlanması gerektiğini çok açık biçimde belirtmektedir.
Bu konuyu Namaz
bölümünde vakitlerle ilgili kısımda açıklamıştık. Burada tekrarında yarar
gördük.
" «Sizden kim bu ay'a
hazır olursa oruç utsun,» mealindeki âyetten ve bir de Bakare süresindeki «Sana
hilâlden sorarlar, deki : O, .insanların yararına ve de hacc için vakit
ölçüleridir.» mealindeki âyetten anlıyoruz ki Ramazanın başlangıç ve bitişini
belirliyen belge sadece hilâldir.
Bugünkü teknik
imkânlarla rasathane hesabıyla hilâli tesbit etmek hem kolay, hem de
sıhhatlidir. Ne var ki kamerî aylar 29 ile 30 arasında bir farklılık gösterir.
Böylece kamerî aylar daima kesirlidir. Oruç için yarım ya da günün dörtte biri
ya da birkaç saati değil tam güne ihtiyaç vardır. Rasathane hilâli görmek
yerine Şaban'-m 29. günü akşam güneş battıktan sonra şu kadar dakika geçince ay
görülebilir, der. Halbuki îslâm Dini hesaba saygılı olmakla beraber her mü'mine
ve ülkeye kolaylık olsun diye basit bir ölçü getirmiştir : Hava açık olursa,
hilâli görmek, kapalı olursa şabanı 30 gün olarak tamamlamak. İslâm'ın koymuş
olduğu bu ölçü, rasathane ve her türlü teknik imkândan yoksun sapa yerlerde
oturan Müslü-' manlar için cidden büyük bir kolaylıktır.
Oruç : Âkil, baliğ,
sağlıklı ve eyleşik olan her Müslümana farzdır. Bu farzın gerçekleşmesi
Ramazanın sübutuna bağlıdır. Sübutun her müslüman için mümkün ve kolay ölçü ve
anlamda olması gerekir. Bu da rasathanedeki yapılan hesaplarla değil, açık
havada güneş battıktan bir süre sonra (yaklaşık 20-25 dakika) sonra hilâli
görmekle; hava bulutlu ya da sisli ise Şaban'ı 30 gün tamamlamakla mümkündür. O
halde Resûlüllah (A.S.) Efendimizin hilâlle ilgili emir ve tavsiyeleri ve âyetin
bir yoruma göre taşıdığı mâna da dikkate alınarak ay'm 29'da güneş battıktan
sonra hilâli görmeye çalışmak
farz-ı kifayedir.
İlâhî maksad ve muradı
en iyi bilen ve Kur'ân'm tefsirini en uygun biçimde yapan Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur :
«Ay, yirmi dokuzdur?
onu görmedikçe oruç tutmayın. Eğer hava size karşı kapalı ise ona göre takdir
edin.»
«Allah hilâlleri
insanların yararına vakit ölçüleri olarak yaratmıştır. O halde hilâli
gördüğünüzde oruç tutun ve onu gördüğünüzde iftar edin. Hava size kapalı olursa
fay'ı) 30 olarak sayıp tamamlayın.»
«Fecr-i sadık doğduktan
güneş batıncaya kadar Allah'a yakın olmak niyetiyle yemek, içmek ve cinsî
yaklaşmayı terketmektir.»
O halde oruca ehil olan
kişinin fecr-i sadık doğduktan güneş batıncaya kadar her türlü yemek, içmek ve
cinsel yaklaşmayı Allah'a yakın" olma, O'nun hoşnudluğuna erişme niyetiyle
terketmesine «Oruç» denir. Bunun Arapçası savm ve siyam'dır. Bu iki terim de
imsak, yani nefsi tutmak, men'etmek anlamına gelir. Bazen SÎ-yam, savm'm çoğulu
olarak da kullanılır.
Orucun farz, vâcib ve
nafile olmak üzere üç çeşidi vardır. Farz olan oruç da ikiye ayrılır : Biri
muayyen, yani belirli olan farz, Ramazan orucu gibi. Diğeri gayr-i muayyen,
yani belirsiz farz, Ramazanda tutulmayan günleri kaza etmek ve bir de keffaret
oruçları gibi.
Vâcib olan oruç da
ikiye ayrılır u Muayyen ve Gayr-i muayyen, yani belirli ve belirsiz. Muayyen
olan vâcib oruç, muayyen olan adak orucudur. Gayr-i muayyen olan borç, mutlak
anlamda adak oruç ile nâfil olan oruçlardır.
Ramazan ayında her
günün cüz'-i evvelidir ki o
günden ayrılmaz. O halde Ramazanın birinci gecesinde kendine gelir, ama cinnet
getirerek sabahlar ve bütün bir ay bu hal devam ederse, ileride iyileşince
artık kendisine kaza gerekmez. Çünkü oruca sebep olacak hiçbir günün evveline
aklı başında erişmiş değildir. Sebep gerçekleşmeyince vücub da gerçekleşmiyor.
Sahih olan da budur. Şemsü'l-eimme Halvanî de aynı görüştedir. Fetva da buna
göre verilmiştir.
Bunun gibi Ramazanın
birinci gecesinde kendine gelip cinnet getirerek sabahhyan ve aym ortasında yine
gece yarısı kendisine gelir ama cinnet getirerek sabahlarsa kendisine kaza
gerekmez. Çünkü Oruç günlerinin cüz-i evvelini idrâk edememiştir.
Orucun başlangıç vakti,
fecr-i sadık, yani doğu ufkunda dikey olarak meydana gelen aydınlıktan sonra
meydana gelen yatay aydınlığın ortaya çıkmasıdır. Buna fecr-i sanî = İkinci
fecir de denilir. Güneş batı ufkunda kayboluncaya kadar devam eder. O halde
Fecr4 sadık doğduğu andan itibaren bir şey yemek, içmek, cinsî yaklaşmada
bulunmak haramdır, kasden bilerek işlendiği takdirde oruç bozulur,
Fecr-i sadık doğması,
doğu ufkunda önce hafif fakat yatay biçimde bir aydınlığın belirmesiyle başlar,
ufukta iyice yayılmasıyla belirgin hale gelir. Fukaha bu iki durum arasında
farklı görüşler ortaya koymuşlardır : Bir kısmına göre, yatay olarak hafif
aydınlığın belirmesiyle imsak başlar, o takdirde bir şey vemek, içmek orucu
bozar. Bir kısmına göre ise, iyice yayılıp belirgin hale gelmesiyle imsak başlar
ve artık bir şey yemek, içmek haram olur;
Şemsül-Eimme Halvanî'ye
göre, birincilerin görüşü ihtiyata daha uygundur, ikincilerin görüşünde ise
genişlik ve kolaylık vardır.
Orucun başlangıç ve
bitiş vakitleri dikkate alınarak şu hüküm konmuştur : Fecir doğmadığını sanarak
sahur yer, halbuki doğmuştur; güneş battığını sanarak iftar eder, halbuki güneş
henüz batmamıştır; bu iki durumda da kendisine kaza gerekir, kefiaret gerekmez. Çünkü kasıt yoktur.
Fecrin doğduğunda şüphe
ederse, en uygunu, orucu bozacak her şeyi terketmesidir. Bununla beraber bir şey
yer veya içer sonra da fecrin doğduğu kesin olarak bilinmezse, tuttuğu oruç
tamamdır, kazaya gerek yoktur. Ancak fecrin doğduğuna kesin bilgi edinirse o
taktirde oruç bozulmuştur, sadece kazası gerekir.
Bu konuda kesin bilgi
edinemez ama zann-i gaalible fecrin doğduğunu hükmederse, o taktirde ihtiyaten
kaza etmesi gerekir.
İki şahit fecrin
doğduğuna, iki şahit te doğmadığına şehadette bulunur; adam doğmadı diyenlerin
sözüne itibar ederek bir şey yer veya içer, sonre da fecrin doğduğu anlaşılırsa,
bu durumda kendisine hem kaza, hem keffaret gerekir. Bunda fukahanm ittifakı
vardır. Çünkü bu konuda isbat üzere olan şehadet kabul edilir. Nefiy üzere olan
şehadet onunla tearuz etmez, yani karşıtlıkta bulunmaz. Nitekim kul haklarındaki
şahitliklerde de genel kaide budur.
Bir kişi fecrin
doğduğuna, bir başka kişi de doğmadığına şehadette bulunur, adam doğmadı diyene
uyarak bir şey yer veya içer, sonra da fecrin doğmuş olduğu anlaşılırsa,
kendisine keffaret gerekmez, sadece kaza gerekir. Çünkü bir kişinin fecir
doğduğu diye şehadette bulunması tam hüccet sayılmaz.
Sahur yerken içeri bir
cemaat girerek fecrin doğduğunu haber verir, o da, eh artık orucum bozuldu, der
ve fecir doğduktan sonra da yemeğe devam eder, sonra da haber verildiğinde
fecrin doğmamış olduğu anlaşılırsa, sadece kaza gerekir, keffaret gerekmez.
Çünkü şehadette bulunan bir cemaattir. Bir tek kişi olsaydı, o takdirde hem
kaza, hem keffaret gerekirdi. Çünkü bu gibi meselelerde bir kişinin şehadeti
makbul değildir.
Adam karısına dışarı
çık da bak, fecir doğmuşmu? diye sorar, kadın da bakıp, «henüz doğmamış» der ve
kocası onunla cinsel yaklaşmada bulunur, sonra da fecrin doğmuş olduğu
anlaşılırsa, o takdirde adama keffaret gerekmez, sadece günü gününe kaza
gerekir. Kadına gelince, fecrin doğduğunu bildiği halde doğru söylememişse,
kendisine hem kaza, hem de keffaret gerekir. Doğmadığına kanaat getirerek
söylemişse, o takdirde ona da sadece kaza gerekir.
Güneşin batıp
batmadığında şüphe eden kimseye iftar etmek helâl olmaz. Tabii bu durum hava
kapalı olduğu günlere mahsustur. Açık bir havada güneşin batıp batmadığı
kesinlikle görülebilir.
O halde kapalı bir
günde şüphe etmekle beraber iftar ederse, kendisine sadece kaza gerekir. Fakîh
Ebu Cafer'e göre, keffaret de gerekir. Birinci
görüşte kolaylık vardır, fetva verilebilir. Ancak iftar ettikten sonra güneşin
henüz batmadığı kesinlikle tesbit edilirse, o takdirde hem kaza, hem keffaret
gerekir. Zeylaî de aynı görüştedir. Sahih olan da budur.
İki kişi güneşin
battığına şehadette bulunur iki ayrı kişi de batmadığına şehadette bulunur,
adam da battı diyenlere uyarak orucunu bozar, sonra da güneşin batmadığı
anlaşılırsa, kendisine sadece kaza gerekir. Bunda görüş birliği vardır.
Fukahadan bir kısmına
göre, horozun ötmesine itibar edilmez. Çünkü hergün aynı vakitte ötmesi
mümkündür, denilemez. Diğer bir kısmına göre, horozunun her gece aynı vakitte
ötmesine birkaç kez denemiş ve bu durum sıhhat kazanmışsa, o takdirde horozun
ötmesine itibar edilir. Ama yine en sıhhatli olanı, fecrin doğup doğmadığım
araştırıp bir kanaata varmaktır.
Orucun şartları üçtür :
1. Vücubunun
şartları : İslâm, akıl ve bulûğdur.
2. Edasının
vücubunun şartları : Sıhhat ve ikaamettir.
3. Edasının
sıhhatinin şartlan : Ayhali ve lohusaîıktan temizlenmiş olmak ve niyet
getirmektir.
Niyetin yeri kalbdir. O
halde oruca sadece kalben niyet getirmek kâfidir. Ancak dil ile de niyet etmek
müstehabdır. Bazısına göre sünnettir. Mezhep imamlarından bir kısmına göre dil,
ile niyet getirmek mekruhtur.
HaneH fukahasmm görüş
birliğiyle her gün için ayrı niyet getirmek şarttır. Çünkü her günün orucu ayrı
bir ibâdettir. Şafiîlere göre, niyet rükündür ve her gün fecirden önce
getirilmesi gerekir.
Sahura oruç tutmak için
kalkılır. Bu bakımdan sahura kalkan kimse başka bir niyet getirmese bile sadece
kalkıp bir şeyler yemesi oruç niyeti yerine geçer. Diğer oruçlar için de durum
aynıdır. Ancak sahura kalkmakla beraber «ben yarın oruç tutmayacağım» diye
niyet ederse, o takdirde sahura kalkmak bu durumda oruca niyet sayılmaz.
Akşam iftardan sonra
yarının orucuna niyet eder, fecir doğmadan bu niyetinden vazgeçerse, bu caiz
sayılır. Bütün oruçlarda hüküm aynıdır.
Böyle yapmanın yararı
nedir? İftardan sonra yarının orucuna niyet getirirken cidden oruç tutmak
istiyordu. Sonra yarın oruç tu-tamıyacağmı, yani önemli bir işinden dolayı
yarının orucunu kazaya bırakacağım düşünerek ilk yaptığı niyetten vazgeçerse,
bu durumda fecir doğduktan sonra orucu bozarsa, kendisine sadece kazası
gerekir. Ama ilk niyeti bozmadan böyle yaparsa, kendisine hem kaza hem keffaret
gerekir.
Allah Dilerse Yarının
Orucuna Niyet Ettim : Yarın oruç tutmaya -Allah dilerse- niyet ettim, derse, bu
da sahihtir, niyet yerine geçer. Ama yarın bir sofraya davet edilirsem oruç
tutmayacağım, davet edümezsem tutacağım, şeklinde şüphe izhar ederek niyet
ederse, bu durumda oruçlu sayılmaz. O halde Oruç tutmak istiyorsa, fecir
doğduktan zeval vaktine kadar geçen süre içinde yeniden niyet getirmesi gerekir.
Bu durumda Oruçlu
sayılır mı? En açık kavle göre, oruçlu sayılmaz. Çünkü niyet şarttır. Yukarıda
da bahsettiğimiz gibi, zevalden önce oruca niyet getirmesi gerekir. Aksi halde o
gün oruç tutmamış sayılır.
Güneş henüz batmadan, yani iftar vakti
girmeden önce niyet sahih değildir. Bu durumda bir kimse güneş batmadan yarının
orucuna niyet ettikten sonra zeval vaktinden az sonra uyanır veya o vakte
kadar baygın kalırsa, o günün orucunu tutmamış sayılır. Ama zevalden önce
niyetini tazelerse sahih olur. O halde niyetin vakti : Her gün güneş battıktan
sonra başlar, zeval vaktinden az öncesine kadar devam eder. İşte bu süre Ramazan
orucuna niyet getirme zamanıdır.
Ramazan orucu, belirli adak orucu ve bir de nafile oruç
için o günün orucuna veya mutlaka oruç tutmaya veya nafile oruç tutmaya niyet
getirilir ve bu da zevalden öncesine kadar gerçekleşirse caiz olur. Çünkü o gün
başka oruç tutulamaz. Bunu biraz daha açıkh-yalım :
Ramazan ayında güneş battıktan tâ zeval vaktine
kadar geçen zaman içinde ister Ramazan orucuna, ister mutlaka oruca, ister
nafile oruca niyet etsin, bu niyet Ramazan orucuna yöneliktir ve sahihtir.
Bunun gibi, ayın beşine
raslayan perşembe günü oruç tutmayı adayan kimse, o gün herhalde adak orucunu
tutmakla yükümlü bulunduğundan başka bir oruca veya nafile oruca ya da mutlak
bir oruca niyet ederse, bütün bu niyetler sadece adak orucu yerine geçer.
Bu hususta eyleşik,
yolcu, hasta ve sıhhatli kimse arasında fark yoktur.
Zevalden önce orucu
bozacak bir fiilde bulunmayanlar için bu sürenin sonuna kadar geçen zaman içinde
niyet getirmek caizdir. Ama fecir doğduktan sonra orucu bozacak bir fiilde
bulunur, sonra oruca niyet getirirse, bu caiz değildir.
O halde akşamdan baygın
veya uykuda kalıp zevaldan az öncs uyanan kimse, orucu bozacak bir fiilde
bulunmadığı için kendine gelince hemen nivet ederse, yani zeval vakti geçmeden
oruç tutmaya azmederse, bu niyet sahih olur.
Ramazanda günün
evvelinde irtidad eden (dinden çıkan) kimse, oruca aykırı bir harekette
bulunmaksızın bir süre sonra İslâm'a girer ve zeval vakti de henüz geçmemişse,
oruca niyet ederse, sahih olur.
Geceden niyet getirmek
ve hangi orucu tutmak istiyorsa onu belirlemek, afdal olanıdır. Çünkü niyetten
maksad, yapılacak ibâdeti âdetten ayırmak ve onu belirlemektir. Hem
İmam Ebû Yusuf'a göre, Ramazan bile olsa, hangi oruca niyet getirilirse niyet onun için muteberdir.
Gerçi fetva bu meselede îmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhamme'din kavilerine göredir,
ama buna riâyet etmek daha uygundur.
Ramazan'da hasta
bulunan veya yolculuk halinde olan kimse, oruç tutmak ister de mutlaka oruca
veya nafile oruca niyet getirirse bile tutacağı oruç Ramazan orucu yerine
geçer. Sahih olan da budur.
Günü belirlenmiş adak
orucuna niyet getirirken, onun yerine Ramazan orucunu kazaya veya başka bir
keffaret orucuna niyet ederse, îmam Ebû Yusuf'a göre, tutacağı oruç niyet ettiği
vacibin yerine geçer, adak orucunu kaza etmesi gerekir. En sahih olan görüş te
budur. Çünkü kaza ve keffaret
oruçlarında niyetin şartı, geceden getirilmesi ve bir de ta'yin edilmesidir.
îmam Ebû Hanî-fe'ye göre, öyle de olsa adak orucuna niyet etmiş sayılır.
Kaza orucunda «Kaza
orucuna niyet ettim» demek şart değildir; yani kaza tabirini kullanmaya gerek
yoktur. «Üzerimde kalan
oruca niyet ettim»
demesi kâfidir.
Dar-i Harpte bir
müslüman Ramazan ayı girmeden, Ramazan girdi zanniyle oruç tutar ve birkaç sene
böyle devam ederse, birinci senenin orucu Ramazan orucu yerine geçmez, İkinci
senenin orucuna kapalı biçimde, yani tam açıklık getirmeden niyet etse bile
birinci senenin kazaya kalan orucu yerine geçer, üçüncü senenin orucu da ikinci
senenin kazaya kalan orucu yerine geçer. Sahih olan da budur.
Ramazanda kasden
orucunu bozduğu için kendisine bir günün cazâsıyla birlikte 60 gün de keffaret
orucu gerekir. Bu 61 gün orucu utarken kaza orucuna niyet getirmez, sadece
keffaret orucu diye-hek tutarsa, yine de bir günü kaza orucu yerine geçer. Çünkü
o mak-iatla oruç tutulmuştur.
Aynı ölçü ve derecede
bulunan iki vâcib oruca birden niyet getirtirse, tutulan oruç hiçbirinin yerine
geçmez. Ama biri vücub baki-nından daha râcih durumda ise, o takdirde yapılan
niyet onun ye-"ine geçer. Bu bakımdan iki ayrı oruca birden niyet getirmek uy-n
değildir. Buna
bir örnek verelim : Adam hem Ramazan orucunun kazasına, hem üzerindeki adak
oruca birden niyet ederse, Ramazan kazası daha râcih olduğundan niyet onun
yerine geçer. Bunda istıhsan vardır. Belirlenmiş bir adak orucuyla nafile oruca
birden niyet ederse, adak orucu yerine geçer. Çünkü adak orucu nafile oruca
tercih edilir. Aynı zamanda vâcibdir. Bunun gibi Ramazan orucunun kazasıyla
Zihar keffaret orucuna birden niyet ederse, Ramazan orucu kazası yerine geçer,
çünkü bu daha kuvvetlidir ve daha*, râcihtir. Bunda da istihsan vardır.
Ayhali bulunan kadın
henüz temizlenmeden geceleyin oruca niyet eder, fecir doğmadan temizlenirse, bu
niyet muteber sayılır. Tutacağı oruç ta sahih kabul edilir.
Fecir doğduktan sonra
kaza orucuna getirilen niyet muteber değildir. Ancak böyle bir niyetle oruç
tutacak olursa, tuttuğu oruç nafile yerine geçer, bozacak olursa kazası
gerekir.
Oruç bahsinin giriş
kısmında bu meseleye kısmen dokunmuş ve kısa da olsa gereken açıklamada
bulunmuştuk. Ancak önemini dikkate alarak onu özel bir bölümde daha geniş ve
detaylı biçimde açıklamayı uygun gördük.
İslâm, şer'İ bir mahzur
bulunmadığı takdirde kolaylığı emreder ve ibâdette de daima kolay olanını
tavsiye eder. Ramazanın sübutu hilâli görmek, hava kapalı olduğu takdirde
Şaban'ı otuza tamamlamakla gerçekleşir. Bu, dinde bir kolaylıktır.
Nitekim İbn Ömer (R.A.)
diyor ki :
«Şaban'ın sonunda halk
hilâli görmeye çalıştı. Ben de onların arasında bulunuyordum. HilâH gördüm ve
gelip Peygamber (A.S.) Efendimize haber verdim. Benim bu şahadetimi kabul ederek
Müslümanlara oruç tutmalarım emretti.»
Ebû Hüreyre (R.A.)'m
yaptığı rivayette Resûlüllah CA.S.) Efendimiz :
«Hilâli görünce oruç
tutun ve yine oniı görünce iftar edin. Hava
kapalı olursa, Şaban ayını otuz olarak tamamlayın.»
İmam Şafiî ile İmam
Ahmed bin Hanbel, Abdullah bin Ömer hadîsine dayanarak, oruç hakkında bir
kişinin şehadeti kabul olunur, demişlerdir. İmam Nevevî'ye göre en sahih olan da
budur.
Ay'ın doğuşunun farklı
olduğu ülkelerde, her ülke kendi bulunduğu coğrafî durumuna göre ay'ı görmekle
oruç tutar, yine onu görmekle bayram eder mi? Bu hususta mezhep imamlarının
görüş ve ictihadları farklıdır :
Cumhur'a göre, metali'a
itibar edilmez. Bir beldede hilâl görüldüğü takdirde diğer beldelerin ona
uyması vâcib olur. Çünkü Resûlüllah CA.S.) Efendimiz bu hususu genel anlamda
belirterek şöyle buyurmuştur :
«Ay'ı görmekle oruç
tutun ve yine onu görmekle iftar edin.»
İmam Ebû Hanîfe de aynı
görüştedir. İmam Şafiî'ye göre, muhtar olan, metali'a itibar etmektir. Daha
önce görene uymaları vâcib değildir. İmam Şafiî bu konuda şunu delil olarak
göstermiştir.
Hz. Küreyb diyor ki :
«Şam'a bir yolculuk
yaptım. Orada bulunduğum sırada Ramazan hilâli görüldü. Ben de cuma gecesi
(akşam namazından sonra) hilâli gördüm. Sonra ayın sonuna doğru Medine'ye
döndüm. İbn Ab-bas (R.A.) benim Şam'dan döndüğümü görünce sordu :
— Ya Küreyb! Şam'da hilâli ne zaman
gördünüz?
— Cuma gecesi gördük,
— Sen de gördün mü?
— Evet, oen de, halktan çok kimseler de
gördük; onlar da Muâ-viye de oruç tuttu.
Bunun üzerine İbn Abbas
(R.A.) :
— Ama biz cumartesi akşamı gördük. Ona göre
devam edip hilâli tekrar görünceye,
göremediğimiz takdirde otuz günü tamamlayıncaya kadar tutacağız.
Dedi. Küreyb :
— Muaviye'nin görmesi ve oruç tutması kâfi
değil midir? Deyince, İbn Abbas şu cevabı verdi :
— Hayır, Resûlüllah CA.S.) Efendimiz bize
böyle emretti. (Yani
bulunduğumuz yerde hilâli görünce oruç tutun, yine onu görünce iftar edin!)
Bunun için fukaha,
Şaban ayının 29. günü güneş guruba gittikten sonra hilâli görmeye çalışmak
Müslümanlara vâcibdir, demişlerdir. Bu durumda hilâli görürlerse oruç tutarlar;
hava kapalı ya da sisli olursa Şaban'ı otuz gün olarak tamamlarlar. Aynı
şekilde Ramazan'm 29. günü akşamı güneş battıktan sonra hilâli görmeye
çalışırlar.
Hilâli zeval(5en önce
veya sonra görmek kâfi değildir. Çünkü bu gelecek günün gecesine ait hilâldir.
Muhtar olan görüş ve tesbit te budur.
Şaban'ın 29. günü
akşamı hava kısmen bulutlu olur veya az sis bulunursa, o takdirde âkil ve âdil
bir Müslümanm hilâli gördüğüne dair şehadette bulunması kabul edilir; bu ister
erkek, ister kadın, ister, hür, ister köle olsun farketmez.
Bu konuda bir kişinin
diğer kişiye şehadeti de makbuldür. Hattâ.KAZF (namuslu bir kadına zina isnad
edip bunu dört şahitle isbat edemiyen kişiye vurulan seksen değnek) cezası görüp
tevbe eden kişinin de bü konuda zahir rivayete göre şehadeti muteberdir.
Âdil olup olmadığı
bilinmiyen kimsenin şehadetine gelince, zahir rivayete göre, kabule şayan
görülmemişse de İmam Ebû
Hani-, fe'ye göre, onun da şehadeti makbuldür. Sahih olan da budur. îmam
Halvanî de bu görüşü benimsemiştir.
Ramazan hilâlinde
kölenin köleye, kadının kadına şehadeti de muteberdir. İştiha çağma gelip henüz
ergen olmayan çocuğun bu husustaki şehadeti makbul değildir.
Ramazan hilâlini
tesbitte veya tesbit edenin bu konudaki şeha-detini işitip şahid olmakta
«şehadet» lafzını kullanmak şart olmadığı gibi, hâkimin hükmü de şart değildir.
«Hilâli gördüm...» demek de kâfidir.
Hilâli gördükten sonra
gelip hâkimin huzurunda gördüğüne dair şehadette bulunurken başka biri onun bu
şehadetini işitir ve onun dış görünüşü itibariyle âdil olduğunu sanırsa, o
takdirde oruç tutması vâcib olur; hâkimin bu konudaki hükmünü beklemesine gerek
yoktur.
Hilâli hafif bulutlu
veya sisli bir havada gören kişiden, «Onu nasıl ve rîerede gördün?» diye
sormaya gerek var mıdır? Zahir rivayette buna gerek yoktur, sadece «Hilâli
gördüm.» demesiyle yetinilebilir.
Bir beldede yine hava
az bulutlu veya hafif sisli iken Ramazan hilâlim, vali veya kaadı yalnız başına
görürse, bu durumda isterse buna bir şahid tutar, dilerse, halka oruç ile
emreder.
Âdil ve âkil olan bir
Müslüman, ister erkek, ister kadın, ister köle veya câriye olsun, aynı gece
ilgili makama başvurup gördüğünü haber vermesi gerekir.
Açıktan günah işleyen
bir kimse görecek olursa, o da hâkime başvurup şehadette bulunur; ancak hâkim
onun şehadetini ya kabul eder, ya da reddedebilir.
Tabii hilâli gördüğüne
dair ilgili makama gelip haber verme durumu şehir ve kasabalara göredir. Hâkimi
ve valisi bulunmayan köy ve kabilelerde, hilâli gören âdil ve âkil bir Müslüman,
köyün camiine gelip cemaate hilâli gördüğünü ve oruç tutmalarını söyler.
Onların da bu haber üzerine oruç tutmaları gerekir.
Ramazan hilâlini yalnız
başına gören kimsenin bu konudaki şe-hadeti kabul edilmediği takdirde,
kendisinin oruç tutması gerekir. İftar ettiği, yani oruç tutmadığı takdirde kaza
etmesi vâcib olur. Kef-faret gerekmez. Hattâ kaadı onun şehadetini reddetmeden
önce de iftar ederse yine de keffaret gerekmez. Sahih olan da budur.
Ramazan hilâlinde fâsık
(açıktan günah işleyen) kimsenin şehadeti kaadı tarafından kabul edilir ve
halka oruç tutmaları için emir verilir, bununla beraber o fâsik ve bir de belde
halkından biri oruç tutmayacak olurlarsa, meşayih-i fukahanm çoğuna göre,
kendilerine keffaret de gerekir.
Ramazan hilâlini
tesbitte Şaban'm 29. günü akşamı havada hiçbir illet ve engel bulunmazsa, o
takdirde bir kişinin -âdil de olsa- şehadeti kabul olunmaz. Kalabalık bir
cemaatin görmesi ve şehadette bulunması gerekir. Bunun nisbeti, kaadmm takdirine
bırakılmış, kesin bir sayı konulmamıştır. Sahih olan da budur.
Bu konuda Ramazan,
Şevval ve Zilhicce ayları hakkındaki tes-bit aynı ölçü ve anlamdadır. Yani bu
ayların hilâlini tesbitte, hava açık ise, kalabalık bir cemaatin görmesi ve
şehadette bulunması gerekir.
Ancak bu konuda İmam
Tehavî, şehir dışından gelen veya çok yüksekçe bir yerde bulunan bir kişinin
şehadeti kabul olunur, demişse de Zahir Rivayete göre, bu müftabih kabul
edilmemiştir.
Şevval ayının hilâli
Ramazanın 29. günü akşamı güneş battıktan sonra tesbite çalışılır. Sadece bir
kişinin görmesi kâfi olmadığından, ertesi gün bayram yapılmaz. Gören kişi de
ihtiyaten ertesi gün oruç tutar. Bununla beraber oruç tutmayacak olursa,
kendisine sadece kaza gerekir, keffaret gerekmez.
Yalnız başına Şevval
hilâlini gören ve gelip şehadette bulunduğu halde şehadeti kabul olunmayan
kimseye ihtiyaten oruç tutmak, yani ertesi gün oruç tutmak gerekir. Oruç tutmayıp iftar edecek
olursa, kendisine sadece kaza gerekir. Hilâli
gördüğünü bir dostuna söyler, o da buna dayanarak eresi gün oruç tutmazsa,
kendisine sadece kaza gerekir.
Ramazan'm 29. günü
akşam güneş battıktan sonra hilâli sadece kaadı veya vali yalnız başına
görürse, bunu halka duyurmaz, aynı zamanda kendisi de bayram yapmaz, ne gizli
ne de açık orucunu bozmaz. Çünkü bu konuda bir kişinin görmesi yeterli
sayılmamıştır.
Şevval hilâlini
tesbitte havada bir illet bulunursa, iki erkeğin veya bir erkek iki kadının
şehadeti nacak kabul edilir. Ayrıca bunların hür olması ve «şehadet» lafzını
kullanması da şarttır. Aksi halde şehadetleri muteber değildir.
Köylerde ise hava az
kapalı veya az sisli olursa, iki kişinin âdil olmaları şartıyla şehadetleri
kabul olunur. Ora halkı bunların şeha-detine dayanarak ertesi gün bayram
yapabilirler.
Hava açık olduğu
takdirde ancak bir cemaatin şehadeti kabul edilir; Ramazan hilâlinde olduğu
gibi.
Fukahanm ileri
gelenlerinden birkaç zata göre, başka bir memleketten gelen iki kişinin
şehadeti bu konuda kabul edilir. Bu daha çok Hanefî mezhebinin içtihadıyla uyum
sağlar. Çünkü Hanefîlere göre, bir beldede hilâl görüldüğü takdirde diğer
beldelerin de ona uyması vâcibdir. Şafiî mezhebine göre, başka beldeye uymak
vâcib değildir.
Kurban bayramı hilâli
hakkındaki hüküm de Ramazan bayramı gibidir. Yani zilkaadenin 29. günü güneş
battıktan sonra hilâl tes-bitine çalışılır. Âdil olmak şartıyle iki erkek veya
bir erkek iki kadının şehadeti kabul edilir. Diğer ayların hilâllerinin
tesbitinde de ayni şart muteberdir. Ancak sözü edilen iki şahidin ayrıca hür
olmaları, hadd-i-kazf cezası görmemiş bulunmaları gerekir.
Bir belde halkı bir
kişinin şehadetrne dayanarak Ramazan orucunu tutup otuzu tamamladıkları halde
Şevval hilâlini göremiyecek olurlarsa, ertesi gün iftar etmeyip oruç tutarlar.
Bu, İmam Ebû Ha-nîfe'nin kavlidir. El-Hasen de bu kavli ihtiyata daha uygun
görmüştür. İmam Muhammed'e göre, iftar ederler. Bu
görüş ile de amel etmek caizdir. Hattâ Nehrü'l-Faik'de îbn Nüceym bunun daha
sahih olduğunu Gayetü'I-Beyân sahibinden naklen söylüyor.
Bu farklı görüş, hava
açık olduğu halde Şevval hilâlini tesbit edemedikleri takdirdedir. Hava kapalı
veya sisli olursa, herhalde otuz günü tamamladıktan sonra bayram etmeleri
vâcibdir.
Hava bulutlu iken iki
âdil kişi Ramazan hilâlini gördüklerini gelip söyler, kaadı da onların
şehadetini kabul eder ve müslüman halk otuz gün oruç tuttuktan sonra Şevval
hilâlini görsünler görmesinler iftar ederler. Sahih olan da budur.
Bir beldede halk oruç
tutmaya başladıktan sonra birkaç kişi ortaya çıkıp, «siz oruç tutmadan bir gün
önce biz hilâli gördük» derlerse, artık onların bu şehadeti kabul olunmaz.
Ancak bunlar başka bir beldeden gelmişlerse o takdirde şehadetlerini kabul etmek
caiz olur. Edilmediği takdirde ise bir şey gerekmez.
Bu, daha çok Hanefî
mezhebine göredir. Şafiî mezhebine göre, onların şehadeti kendi memleketleri
hakkında muteberdir. Çünkü her memleket kendi coğrafi konumu içinde hilâli
tesbite çalışır.
Bir belde halkı Ramazan
hilâlim görmeden 28 gün oruç tutar ve akşam güneş battıktan sonra Şevval
hilâlini görürse ne yapar? Sadece bir günün orucunu kaza ederler. Ama 29 gün
oruç tuttuktan sonra Şevval hilâlini görecek olurlarsa, kendilerine hiç bir
günün kazası gerekmez.
Şaban hilâlim görmeden
onu otuz gün hesaplar, sonra yine Ramazan hilâlini görmeden oruç tutar ve 28.
günü akşam güneş bat-j tıktan sonra Şevval'm hilâlini görecek olurlarsa, iki gün
kaza etmeleri gerekir.
Bütün bir Ramazan oruç
tutamıyan hasta ileride iyileşince kaç gün oruç tutması gerekir? Tutamadığı
Ramazanın 29 gün sürdüğünü biliyorsa, 29 gün kaza eder. Bilmiyorsa 30 gün kaza
eder.
Sakız çiğnemek mutlaka
mekrûhsa da, fukahadan bir kısmı yaz aylarında tarla-ve bahçede veya ağır
işlerde çalışan işçilerin iyice özü alınmış sakızı çiğnemelerinde kerahet
olmadığını söylemiştir.
Bunun dışında içindeki
özü alınmadan çiğnenen sakız orucu bozar. Özü iyice alınmış olanı ise, orucu
bozmaz ama mekruhtur.
Ancak kadının kocası
huysuz bir kimse ise, o takdirde evde bir olay çıkarmamak için yemek pişirirken
tadına ve tuzlu olup olmadığına bakabilir. Bunda kerahet yoktur. Bunun gibi,
küçük çocuğuna ağzında çiğnedikten sonra bir şeyler yedirmek zorundaysa, o
takdirde kerahet kalkar. Çünkü bunda zaruret vardır. Ancak kadın süt veya
hazırlanmış çocuk maması bulabiliyorsa, o zaman bir şeyler çiğnemesi mekruhtur.
Nafile oruçlarda ise
bir şeyin tadına bakmakta kerahet yoktur. Fukahanın çoğu bu görüştedir.
Çarşı ve pazardan bal,
yağ ve benzeri gıda maddelerini satın alırken, bunları güvenilir kimselerden
satın alıyorsa, o takdirde tadına bakmak mekruhtur. Satıcılar güvenilir
kimseler değilse o takdirde -aldanmamak için- tadmasmda bir sakınca
görülmemiştir. Şu kadar ki bütün bu
tadmalarda tadılan şey boğazdan aşağı girmemelidir. Aksi halde orucu bozar.
Suyun dübürden içeri
kaçma tehlikesi olduğundan gereğinden
fazla istinca etmek mekruh sayılmıştır. Temizlik şarttır. Fazlası oru- cu
bozabilir.
Bu durumda suyun boğaza
kaçma tehlikesi bulunduğundan mekruh sayılmıştır. Normal biçimde su alıp gargara
yapmadan ağzı ve burnu yıkamakta bir sakınca yoktur.
Bu durumda suyun
dübürden içeri kaçma tehlikesi olduğundan mekruh sayılmıştır.
Bunlar îmam Ebû
Hanîfe'ye göre mekruhtur. îmanı Ebû Yusuf'a göre mekruh değildir. En zahir olan
görüş te budur. Fetva imam Ebû Yusuf'un
görüşüne göredir.
Gerçi tükrüğü yutmaktan
kaçınmak mümkün değildir. Ne. Var ağızda biriktirip yutmakta zaruret yok, istek
vardır. Bu bakımdan mekruh sayılmıştır.
Bu, îmam Ebû Yusuf'a
göredir. Diğer imamlara göre, sabah ve ıkşam ağıza ıslak misvak veya fırça
sürmek mekruh değildir. İkincilerin görüşünde ümmet için kolaylık vardır.
Sürme kullanmak veya
bıyıklara yağ sürmek mekruh değildir, kncak böyle yapmakla daha çekici olmayı
düşünüyorsa, Ramazan-ia bu gibi şeylerden kaçınmakta yarar görüldüğünden mekruh
sapılmıştır. Yok gözlerini güneşten veya hastalıktan korumak için sürme
kullanıyorsa, bunda bir sakınca yoktur.
Güçsüz düşmüyeceğini
biliyorsa, kan aldırmasında kerahet yoktur. Herhalde sıhhi yönden aldırması
gerekiyorsa, bunu iftardan sonraya bırakması uygun olur.
Yaşlıların ve ilim
adamlarının elini, küçük çocukların yüzünü Öpmekte bir sakmca yoktur. Şehvet
duygusu olmaksızın kendi karısını öpmekte böyledir. Ancak şehvet duygusuyla
öpmesi mekruhtur, orucun faziletini düşürür.
Bu da mekrûhtur-,
orucun hem faziletini, hem sevabını düşürür. Çünkü oruç bir bakıma melekleşmek
demektir. Nefse hakimiyet, uçkura sahip olmaktır.
Fecir doğmadan önce
herhangi bir sebeple cünüp olmak ve bu vaziyette sabahlamakta -oruçtan yana- bir
sakmca yoktur. Ancak güneş doğmadan yıkanıp sabah namazına yetişmesi gerekir.
Gündüzleyin uyurken
ihtilâm olmak oruca zarar vermez. Çünkü bu elde olmayarak ortaya çıkan bir
durumdur. Namaz vaktini ge çirnıeden yıkanmak gerekir.
Sahuru gecenin üçte
ikisi geçinceye kadar geciktirmek müste-habsa da fecir doğmasına pek az bir süre
kalıncaya kadar geciktirilmesi mekruhtur. Çünkü bu durum insanda şüphe doğurur.
İftarı acele etmek
müstehabdır. Ancak bu acele, henüz güneş iyice batmadan gerçekleşirse, oruç
şüpheye girmiş olur. O halde acelesinde vakti iyice gözetmek gerekir.
Akşam namazından önce
iftar etmek müstehabdır. Buna sünnet diyenler de var. Ancak sofraya oturup uzun
süre yemekle oyalanma ve bu yüzden namazı vaktin sonuna geciktirmek pek uygun
sayılmaz. Bu bakımdan akşam iftar vakti girince önce su, hurma, zeytin ve
benzeri şeylerle orucu bozmak, yani iftar etmek, sonra akşam namazını kılıp
öylece açlığı tamamen gidermek tavsiye edilmiştir.
Akşam İftar Sofrasında
Otururken Şu Duâ Yapılır :
Türkçe anlamı :
«Allahım! Senin (rızan)
için oruç tuttum; ancak Sana imân ettim; ancak Sana dayanıp güvendim ve ancak
Senin verdiğin rızıkla iftar ettim. Yarının orucunu tutmaya niyet ettim. Geçmiş
ve gelecek günahlarımı bağışla...»
Şaban ayının sonunda
«bugün şabanın son günü müdür, yoksa Ramazanın ilk günü müdür? Kesinlikle bilmez
şüphe içinde olursa o takdirde oruç tutması mekruhtur. îster Ramazan orucuna,
ister başka bir vacibe niyet etsin, farketmez.
Ancak buna rağmen oruç
tuttuktan sonra o günün Ramazan olduğu belirlenirse, onun yerine geçer. Ramazan
olmadığı anlaşılırsa nafile yerine geçer. Tutmaya niyet ettikten sonra bozarsa
kazası gerekmez. Çünkü zaten tutulması mekruhtur.
Böyle bir günde sadece
nafile niyetiyle oruç utarsa, bunda bir sakınca yoktur. Sahih olan da budur. Bu
niyetle oruç tuttuktan sonra o günün Ramazan olduğu anlaşılırsa, onun yerine
geçer. Şaban ayı olduğu anlaşılırsa, nafile oruç tutmuş olur. Bozacak olursa
kazası gerekir.
Böyle bir günde mutlak
niyet getirmek mekruhtur. Bununla beraber böyle bir niyetle oruç tutar, sonra o
günün Ramazan olduğu anlaşılırsa, onun yerine geçer. Şaban olduğu anlaşılırsa,
nafile yerine geçer.
Yarın Ramazan ise oruç
tutacağım, değilse tutmayacağım, şeklinde şartlı niyet etmek hem mekruhtur, hem
de oruç tutacak" olursa makbul değildir. «Yarın Ramazan ise onun orucunu,
değilse falan vâcib orucu», «Yarın Ramazansa onun orucunu, değilse, nafile
orucu tutacağım» diye niyet etmek te mekrûhsa da böyle bir niyetle tutulan oruç
Ramazana raslarsa onun yerine geçer, raslamazsa niyet ettiği vâcib ya da nafile
oruç yerine geçer. Fukahadan çoğuna göre bu durumda niyet ettiği vâcib oruç
yerine geçmez, o da nafile olarak kabul edilir.
Şek gününü şöyle tarif
etmişlerdir : Şabanın 29'nu 3O'na bağlayan gece hava sisli ya da bulutlu
bulunduğu için hilâli tesbit mümkün olmazsa veya böyle bir havada hilâli gören
bir ya da iki kişinin şehadeti reddedilirse, o taktirde o giın «şek günüdür»,
oruç tutmak mekruhtur. Ama hava açık olursa, artık şek günü diye bir konu
kalmaz. Çünkü açık havada hilâl görülebilir.
Ancak Şaban ayını
oruçlu geçiren veya bu ayın pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçiren
kimsenin orucu şek gününe ras-larsa bunda bir sakınca yoktur. Hattâ oruç tutması
afdaldır.
Bunun gibi Şaban ayının
sonundan üç gün oruç tutmayı tasar-lamışsa, o takdirde üçüncü gününün orucunun
şek gününe raslama-smda bir sakınca görülmemiştir.
Bu günler mü'minlerin
sofra kurma, fakirlerle, dost ve yakınlarla oturup yemek yeme günüdür. Bu
bakımdan oruç tutulması mekruhtur. Kurban Bayramı gününü takip eden Teşrîk
günleri -ki bu üç gün sürer- de oruç tutmak mekruhtur. O
halde bu günlerde oruca niyet edip başladıktan sonra iftar ederse, kazası
gerekmez.
îmam Ebû Hanîfe'ye
göre, ister üstüste, ister dağınık vaziyette Şevval ayından altı gün oruç tutmak
mekruhtur. îmam Ebû Yusuf'a göre, üstüste tutulursa mekruhtur, dağınık tutulursa
mekruh değildir. Hicrî beşinci asırdan sonra gelen fakihlerin hemen hepsi bu
konuda îmam Ebû Hanîfe'nin görüşüne katılmayıp sözü edilen altı gün orucun
tutulmasında bir sakınca görmemişlerdir.
îmam Rediyüddin
Serahsi'ye göre de hüküm böyledir, yani tutulmasında bir sakınca yoktur ve
sahih olan da budur. Ancak her hafta iki gün tutulması tavsiye edilmiştir. Bunun
müstehab olduğunu söyliyenler de var.
Bütün seneyi oruçlu
geçirmek, sünnete ayları olduğundan mekrûh sayılmıştır. Ancak bayram günleri
iftar edilirse, bunda kerahet soktur, diyenler çoğunluktadır. Muhtar olan görüş
te budur.
Geceli gündüzlü bir gün
veya birkaç gün oruç tutmak ta mekruhtur. Çünkü sünnete uygun değildir. Buna
savm-i visal derler, Deygamberimiz (A.S.) bu tarz bir orucu makbul saymamıştır.
Afdal olanı, bir gün
oruç tutup bir gün iftar etmektir. Buna Savm-i-Davud, yani Davud Peygamberin
orucu denir.
«Bütün seneyi oruçlu
geçiren, oruç tutmamıştır.»
Ashabın ileri
gelenlerinden Amir oğlu Abdullah (R.A.) anlatıyor : Ben geceleri namaz kılmaya,
gündüzleri de oruç tutmaya başladım. Amacım, gücüm yettiği kadar bütün ömrümü
böyle geçirmekti. Resûlüllah (A.S.) durumu öğrenince beni çağırıp sordu .
— Geceleri namaz kılmaya, gündüzleri oruç
tutmaya devam ettiğin bana haber verildi, doğru mu?
— Evet, dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu
:
— Ya Abdellah! Hem oruç tut, hem iftar et,
hem namaz kıl, hem uyu. Çünkü bedenin senin üzerinde hakkı vardır, zevcenin de
senin üzerinde bir hakkı vardır, misafirin de bir hakkı vardır. Her aydan üç gün
oruç tutman sana yeter.
Ben :
— Ya Resûlellah! Bundan fazlasını tutabilirim,
dediğimde buyurdu ki :
— O halde her hafta üç gün oruç tut.
— Daha fazlasına güç getirebilirim, dedim.
Buyurdu ki :
— O halde Davud Peygamberin orucu gibi oruç
tut, fazlarını yapma.
Bunun üzerine sordum :
— Ya Resûlellah! Davud Peygamberin orucu
nasıldı? :
— O, bir gün oruç
tutar, bir gün iftar ederdi.
Diye cevap verdi.
Cumartesi günü
Yahudinin dinlenme ve ibâdet günü sayıldığından onlara benzememek için bu günde
oruç tutmak mekruh sayılmıştır.
Sahih rivayete göre;
Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurmuştur :
«Cumartesi günü oruç
tutmayın; meğerki size farz olan oruç o güne raslarsa o takdirde tutabilirsiniz.
Cumartesi günü bir üzüm kabuğundan veya bir ağaç 'filizinden başka bir şey
bulamıyacak olursanız, onları çiğneyip yiyin.»
Fukaha bu konuda
ihtilâf etmiştir. Şemsü'l-eimme El-Halvânî, bu güne bir saygı duymaksızın oruç
tutmak mekruh değildir, demiştir. Sahih olan da budur.
Cuma mü'minlerin
haftalık toplantı günüdür. O gün daha çok kaynaşır, ikramlarda bulunulur. Ancak
her aydan üç gün oruç tutan kimsenin cuma gününe tesadüf eden orucu ile cuma
günü oruç tutacağını adayanın orucu istisna teşkil eder. Bununla beraber İbn
Nüceym yalnız cuma günü oruç tutmanın müstehab olduğunu kaydeder.
Nevruz, güneşin koç
burcuna girdiği 21 Mart'a tesadüf eder ve ilkbaharın başlangıcı sayılır. Daha
çok Mecusîlerle Rafizîlerin kutsal saydığı bir gündür. Bu bakımdan dinimiz sözü
edilen günde oruç tutmayı mekruh kılmıştır. Ancak âdet halinde tutmakta olduğu
oruç bugüne raslarsa o takdirde kerahat yoktur.
Farsça mehrigan
kelimesinden muarrabdır. Son bahar mevsiminin birinci ayının 16. gününe verilen
bir isimdir. Rivayete göre meşhur Feridun Şah bugün Dahhak'a karşı zafer
bulmuştur. Bu sebeple sözü edilen güne itibar edilmemesi için oruç mekruh
sayılmıştır. Ancak oruç tutmayı itiyad ettiği günler bu güne raslıyacak olursa
veyat,bu günden bir gün önce başlamak suretiyle iki veya üç gün oruç tutmak
mekruh değildir. Çünkü maksad o güne bir başkalık sunmaya yönelik değildir.
Muhtar olan da budur.
Buna «savm-i sumt»
denir. Sözde orucun daha yüksek sevap ve faziletine erişmek için oruçlu
bulunduğu sürece hiç konuşmamak üzere niyet eden kimsenin bu ölçü ve anlamdaki
orucu mekruhtur. Çünkü Sünnete uygun değildir.
Bu, daha çok karı koca
arasındaki hakların sağlıklı biçimde ayakta tutulmasına yöneliktir. Ancak
kadının hac veya umre yaparken bu sırada kocasından müsaade almadan nafile oruç
tutmasında kerahet yoktur. Bunun gibi kadının kocası hasta bulunur veya oruçlu
olursa, o takdirde kadının nafile oruç tutması için kocasından müsaade almasına
gerek yoktur.
Bu istisnaların dışında
kadın- müsaade almadan nafile oruç tutarsa, kocası onun orucunu bozdurabilir. Bu
durumda kazası da gerekmez. Fukahadan çoğu bu hususta görüş birliği halindedir.
Nafile oruç işçiyi
zayıf düşürüyor, çalışmasına te'sir ediyorsa, o taktirde işverenin müsaadesini
almadan tutması mekruhtur. Çünkü aldığı ücretin karşılığını emek olarak vermesi
gerekir. Ancak işçinin tutacağı nafile oruç işini aksatmıyor, aldığı ücret
karşılığında emeğini ortaya koyabiliyorsa, o takdirde bunun için işverenden
müsaade almasına gerek yoktur.
Adamın kız kardeşi,
kızı, anası, anenesi ve diğer yakın hısımlarından olan kadınlar müsaade almadan
nafile oruç tutabilirler.
Yolculuk halinde
Ramazan orucunu bozmaya ruhsat verildiği gibi, bedenî güçten düşüreceği
biliniyorsa, nafile oruç tutmak mekruh sayılmıştır. Böyle bir durum yoksa, oruç
tutması afdaldır. Ancak yolculuk arkadaşlarının çoğu oruç tutmuyorsa, onlara
uyması daha uygun olur. Bu da daha çok yiyeceklerini ortaklaşa kullandıkları
takdirdedir.
Yolculuk halinde iken
oruca niyet edip sabahladıktan sonra ya kendi beldesine veya başka bir beldeye
girip ikaamete (eyleşik olmaya) niyet getiren kimsenin başladığı orucu bozması
mekruh olur.
Üzerinde Ramazan orucu
kazası bulunan kimsenin bunu ilk fırsatta yerine getirmesi gerekir. Ancak henüz
kaza orucunu tutmadan herhangi bir sebeple nafile oruç tutabilir. Bunda kerahet
yoktur.
Eyyamü'1-Biyd :
Kameri ayların 13, 14
ve 15. günlerine Eyyam-I Biyd denir.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bu günlerde oruç tuttuğu için ümmetine müstehab sayılmıştır. Nitekim
Ebu Zer (R.A.) diyor ki ; «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her ayın 13, 14, 15.
günlerinde oruç tutmamızı emretti ve bu bir yılın orucuna denktir, buyurdu.»
Bu iki günde oruç
tutmak müstehabdır. Çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimiz çoğu zaman bu iki günde
oruç tutardı. Bununla ilgili olarak da şöyle buyurmuştur :
«Şüphesiz ki ameller
her pazartesi ve perşembe (Allah'a) arz-olunur. Allah her müslümanı veya her
mü'mini bağışlar, ancak birbirleriyle küsü tutanları bağışlamaz. «Bu ikisini
geciktirin...» buyurur, (yani
barışmcaya kadar bağışlanmaları geciktirilir).»
Haram ayları dörttür :
Zilkaade, Zilhicce, Muharrem ve Receb. Bu ayların her perşembe, cuma ve
cumartesi günleri oruç tutmak müstehabdır.
Hacc ayı olan
Zilhicce'nin ilk dokuz gününde oruç tutmak müstehabdır. Müslümanların hac
ibâdeti için kutsal topraklarda birara-ya geldiği bu günlerde tecelli eden ilâhî
rahmet ve-gufrandan nasib almanın yollarından biri de şüphesiz ki sözü edilen
günlerde Allah'a yönelip oruç tutmaktır.
Nitekim Hz. Hafsa
(R.A.) diyor ki':
«Dört şeyi Resûlüllah
ÎA.S.) Efendimiz hemen hemen hiç terk-etmedi diyebilirim : Âşûrâ orucu,
Zilhicce'nin ilk on gününün orucu, her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç ve bir
de sabah farzından önce iki rek'at namaz...»
Ancak Arafe günü oruç
tutmak hacılara mekruhtur. Bu da onları güçten düşürdüğü takdirde böyledir.
Gücü yerinde olup hac ibâdetini aksatmadan yerine getirebilenlere mekruh
olmadığı fukahaca kabul edilmiştir.
Bunun gibi, Terviye (Zilhiccenin 8.
günü) oruç tutmak ta hacılara yine aynı sebeple mekruhtur.
Konuyu Özetliyelim :
Sünnet ve müstehab
oruçlardan daha çok rağbet edilmesi tavsiye edilenleri şunlardır : Muharrem
ayının dokuz ve onuncu veya onuncu ve onbirinci günleri oruç tutmak. Receb
ayında oruç tutmak, Şaban ayının çoğunu oruçlu geçirmek. Zilhiccenin ilk dokuz
gününde oruç tutmak. Her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç tutmak. Pazartesi ve
perşembe günleri oruç tutmak.
Orucu bozan şeyler
genellikle ikiye ayrılır : Bozup yalnız kazayı gerektiren sebepler; bozup hem
kazayı hem keffareti gerektiren sebepler.
Orucu bozup yalnız kaza
edilmesini gerektiren şeyler :
1. Yanılarak
bir şey yemek, içmek veya cinsel yaklaşmada bulunmak.
Bu hususta kasıt
bulunmadığı için bozulan oruçtan dolayı sadece kaza gerekir. Yanılarak değil de
unutarak bir şey yer veya içerse ya da cinsel yaklaşmada bulunursa, o takdirde
orucu bozulmadığı gibi bir şey de gerekmez.
Çünkü Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz:
«Kim oruçlu bulunduğu halde
unutur da bir şey yer veya bir şey içerse, orucunu tamamlasın, çünkü bu Allah'ın
onu yedirmesi ve içir-mesidir (ki kendisine sevkedilmiştir.»
O halde ister farz
ister nafile oruç tutarken unutarak bir şey yemek veya içmek orucu bozmaz. Ne
var ki farkına vardığı an derhal yemeyi veya içmeği terketmesi gerekir.
Unutarak orucunu yiyen
adamı bu vaziyette gören kimse şu hususa dikkat etmelidir : Adam zayıf, göçsüz ya da çok
yaşlı bir kimse ise ona oruçlu
olduğunu hatırlatmaz. Güçlü kuvvetli ise hatırlatır.
2. Silah,
dayak ve ölüm tehdidiyle orucunu bozan kimseye sadece kaza gerekir. Çünkü bunu
kendi ihtiyarıyla yapmış
değildir.
3. Dışarıdan
atılan bir şey oruçlunun ağzından içeri girip boğazından aşağı inerse, orucu
bozulur, ancak sadece kazası gerekir. Çünkü bu hususta hiçbir kasdı yoktur.
4. Uykuda
iken bir şey yer veya içerse, orucu bozulur ve sadece kaza gerekir.
5. Yenilmesi
mutad olmayan maddelerden bir şey yer veya yutarsa, orucu bozulur, ancak
âdetten o tür şeyler yenilmediği için sadece kazası gerekir. Buna birkaç misal
verelim : Taş, toprak, maden ve benzeri şeyler bu cümledendir.
O halde oruçlu kimse
taş ya da bir meyve tohumu, pamuk, yün, kâğıt ve toprak gibi maddelerden birini
yiyecek veya yutacak olursa orucu bozulur. Bunlar yenilen maddeler olmadığı
için sadece bozulan orucun kazası gerekir.
Bunun gibi, henüz
olgunlaşmamış yeşil cevizi veya olgunlaşıp kabuğu sertleşen ceviz veya bademi,
ya da kabuğuyla birlikte yumurtayı yutan kimseye de yalnız kaza gerekir.
Kabuğu henüz yeşil
kalıp sertleşmiyen fıstık tâ ceviz gibidir. Kabuğu kurumuş fıstık ise o
vaziyette çiğnenerek yenilirse orucu bozacağı gibi, hem kaza, hem de keffareti
gerektirir. Çiğnenmeden yutu-lursa sadece kazayı gerektirir.
Kurumuş karpuz ve kavun
kabuklarını -tiksinilip yenilmiyecek bir görünüm arzediyorsa- yiyen kimsenin
orucu bozulur, ancak sadece kazası gerekir. Çünkü âdette bu tür kabuklar
yenilmez.
Pişmedik pirinç veya
darı yemek te sadece kazayı gerektiren sebeplerdendir. Pişmedik mercimek ve
benzeri maddeler de böyledir. Çamur yemek te aynı guruba girer. Ancak yenilen
çamur, bazı şahıslar tarafından yenilen, türden ise, o taktirde hem kaza, hem
keffareti gerektirir.
6.
Dişler arsında kalan yemek kırıntılarım yutmak ta orucu bozar. Ancak yutulan kırıntının en az bir
nohut büyüklüğünde olması halinde hüküm böyledir. Daha az olursa, orucu
boznıaz.O halde nohut büyüklüğünde veya daha fazla miktarda olan kırıntıyı
yutmak sadece kazayı gerektirir. Keffareti de gerektirir, diyenler varsa-da en
sahih olanı, sadece kazayı gerektirir hususudur. O
halde dişleri arasında kalan bir susamı yutan kimsenin orucu bozulmaz, sadece
kerahet işlemiş olur. . Ama dıştan böyle bir şey alıp yutarsa, orucu bozulur.
Bunda fukahamn ittifakı var.
Keffareti gerektirip gerektirmediği hakkında
farklı görüşler vardır; muhtar olan kavle göre, çiğnemeden yutarsa keffaret te
gerekir. Çiğneyecek olur, tadı boğazında his s edilmezse, bir şey gerekmez.
Hissedilirse, sadece kaza gerekir. Sahih olan da budur.
Buğday tanesi de
böyledir.
7. Sahur
yerken lokma ağzında iken fecir doğarsa veya sahurda fecir doğunca bir lokma
ekmek alıp ağzına kor, bunu unuttuğu için yapar ve hemen oruçlu olduğunu
hatırladığı halde yutarsa kendisine keffaret te gerekir. Ancak ağzındaki
lokmayı önce çıkarır,
sonra tekrar ağzına koyup yutarsa, o takdirde sadece kaza gerekir, Sahih olan da
budur.
8.
Başkasının tükrüğünü yutmak.
Başkasının tükrüğünü
yutmak mutad olmadığı için keffaret gerekmez, sadece kaza etmesi vâcib olur.
Ancak sevgilisinin ve dostunun tükrüğünü yutarsa, o takdirde keffaret te
gerekir.
9. Kendi
tükrüğünü avucuna aldıktan sonra tekrar ağzına çevirip yutmak.
Sırf dışarı çıkarıp tekrar
ağzına aldığı için kaza etmesi gerekir. Çıkarmadan yutacak olsa bir şey
gerekmez.
Bunun gibi sıcak
günlerde Sultan adına İmaretlerde hizmet edip ten sonra yutarsa, yine bir şey
gerekmez. Çünkü bu durumda tuk-rük ağızdan ayrılmış sayılmaz.
Bir hastalıktan dolayı
ağzından çıkan su tekrar geri dönüp boğaza girerse, orucu bozmaz. Çünkü bundan
korunmak çok zordur. Ağzı
su ile çalkadıktan sonra kalan ıslaklık tükrükle birlikte yutulduğu takdirde
orucu bozmaz. Zira ağıza bulaşan ıslaklığı tamamen gidermek mümkün değildir. Bu
bakımdan orucu bozmıya-cağma fetva verilmiştir.
Bunun gibi burnuna doğru
gelen balgamı yutacak olursa, orucu bozulmaz. Çünkü bu da tükrük gibidir,
dışarı çıkmadığı için orucu bozması söz konusu değildir.
10. Kan
yemek.
İslâm'da, kanın
yenilmesi haram kılındığı için oruçlu ondan yiyecek olursa, orucu bozulur,
ancak sadece kaza gerekir. Hem insan çoğu zaman kan yemekten tiksinir.
11. Dişler
arasında akan kan tükrükle
birlikte boğaza .girerse, bakılır : Kan tükrükten daha fazlaysa oruç bozulur,
azsa bozulmaz. İkisi eşit durumda olursa, istihsanen oruç bozulur.
12. Dikiş
veya dokumacılık yaparken renkli ipek ya da .pamuk ipliğini ağzına soktuğunda
tükrüğü ipliğin rengini alır ve o vaziyette yutulursa oruç bozulur. Ancak
unutarak bunu yaparsa bir şey gerekmez.
Yenilmesi mutad
olmayan, hatta tiksindirici olan bir şeyin ağıza girip boğaza kaçması orucu
bozar, ne var ki sadece kaza gerekir. Ama kaçınılması çok zor olan sinek ve
benzeri bir haşerenin ağızdan içeri girip boğaza inmesi, orucu bozmaz.
Boğaza giren yağmur ve
kar tanesi de orucu bozar. Sahih olan da budur.
Yemekten yükselen
buhar, yerden kalkan toz ve benzeri şeyler orucu bozmaz. Çünkü bu gibi şeylerden
korunmak çok zordur.
Göz yaşından bir iki
damlanın ağıza girmesi orucu bozmaz. Ancak fazla miktarda olur da tadı ağızda
ve boğazda hissedilirse, o takdirde bozar. Yüzden akan ter de böyledir.
Derideki gözeneklerden
içeri giren yağ ve benzeri şeyler orucu bozmaz. Çünkü bu gibi şeylerin orucu
bozabilmesi için tabii yollardan içeri girmesi gerekir.
Serinletici niteliği
hissedilen soğuk su ile yıkanmak ta orucu bozmaz. Çünkü tabii yollardan içeri
giren bir şey olmamıştır.
Göze akıtılan ilacın
eseri boğazda hissedilse bile orucu bozmaz. Bunun için öksürdüğünde ağzına gelen
balgam veya tükürükte gözüne sürdüğü sürmenin eseri görülse, oruç bozulmuş
sayılmaz. Sahih
olan da budur.
Ağız dolusu kusmak
orucu bozmaz. Gelen bu kusuntu kendiliğinden geriye dönerse, îmam Ebû Yusuf'a
göre bozar. İmam Muhâm-med'e göre bozmaz. Çünkü bu durumda imsak kasden
terkedilme-miştir.
Kasden ağız dolusu
kusmak orucu bozar. Bunda fukahanm görüş birliği var. Çünkü bu durumda geriye
az veya çok bir miktar gider. Bundan dolayı sadece orucun kazası gerekir.
Kasden kusar ve bu ağız
dolusu olmaz da kendiliğinden geri dönerse, îmam Muhammed'e göre orucu bozar;
îmam Ebû Yusuf'a göre bozmaz.
Gelen kusuntu yenilen
yemek veya safra ve acı su olursa, belirtilen hükümler câridir. Sadece balgam
olursa, ağız dolusu olsa bile İmam Ebû Hanîfe ile îmam Muhammed'e göre orucu
bozmaz. îmam Ebû Yusuf'a göre, bu da ağız dolusu olursa, orucu bozar. Bu konuda
Ebû Yusuf'un görüşü daha çok uygun kabul edilmiştir.
Tenasül aletine ve bir
de burna akıtılan ilaç orucu bozar. Ne var ki bu sadece kazayı gerektirir.
Kulağa akıtılan su veya
ilaç -muhtar olan kavle göre- orucu bozmaz. Çünkü kulak zarı akıtılan su veya
ilâcın dimağa veya boğaza girmesine engel olur. sahih
olan da budur.
Kadının tenasül
cihazına akıtılan ilaç ve benzeri şeyler orucu bozar. Fukahanın bu hususta
ittifakı vardır. Sahih olan da budur.
Başta veya karın
nahiyesinde bulunan derince bir yaraya konulan ilaç dimağa veya mideye
ulaşmazsa, o takdirde orucu bozmaz. Konulan ilaç sıvı olursa, İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, oruç -ihtiyaten-bozulmuş sayılır. îmameyn'e göre, dimağa veya mideye
ulaştığı bilinmediği takdirde bozmaz. îlaç katı veya toz halinde olursa,
ittifakla orucu bozmaz.
Vücuda isabet eden ok
veya mızrak tamamen içeride kalırsa, orucu bozar; bir kısmı içeride, bir kısmı
dışarıda kalırsa bozmaz.
Buna kıyasla, isabet
eden mermi içeride kalırsa, orucu bozar, delip geçerse, bozmaz.
Bir ucunu elinde
tuttuğu halde bir ağaç çubuğunu yutan kimsenin de orucu bozulmaz, tabii ağacı
tekrar çıkarmak şartiyle hüküm böyledir. Çıkarmadığı takdirde oruç bozulur.
Taharet yaparken veya
başka bir nedenle parmağın dübüre veya tenasül cihazına girmesi -ıslak olmadığı
takdirde- orucu bozmaz. Parmak ıslak veya yağlı bulunursa, o taktirde orucu
bozar.
Taharet yaparken dübür
dışarı çıkarsa, ıslak elle dokunulmuş-sa, o taktirde ıslaklığı kalkıncaya kadar
bekleyip öylece içeri sokmak uygun olur, aksi halde oruç bozulur.
Zorlanarak cinsel yaklaşmada bulunan kimsenin
orucu bozulur, ancak keffaret gerekmez, sadece kaza etmekle yetinir.
Çünkü bu ifâde dışında meydana gelmiştir. Bunun gibi karısı kocasını cinsel
yaklaşmaya zorlar, o da karısına uymak zorunda kalırsa, oruç bozulur, yalnız
kazası gerekir. Kadına ise, hem kaza hem de keffaret gerekir.
Cinsel temasta
bulunurken fecirin doğmak üzere olduğundan endişe duyarak tenasül aletini çeker
ve bu sırada fecir doğarsa, meni aksa bile orucu bozulmamış sayılır. Sahih olan
da budur.
Cinsel temasta
bulunurken fecir doğar, o da o vaziyette kalırsa, hem kaza, hem keffaret
gerekir. Zahir rivayet böyledir.
Kadına şehvetle bakıp
veya bu gibi şeyleri düşünerek menisi akan kimsenin orucu bozulmasa da
faziletini yitirmiş olur. Çünkü oruçtan maksad, hayvanı sıfatlardan uzaklaşıp
melekle sinektir. Bu tür hareketler ise, orucun mâna ve maksadına taban tabana
zıd-dır.
Karısını şehvetle öpüp
okşarken menisi akarsa, orucu bozulur, sadece kazası gerekir. Kadın da kocasını
şehvetle öperken tenasül cihazında ıslaklık meydana gelip dışarı çıktığını
hissederse, orucu bozulur. Islaklık duymazsa bozulmaz. Bu durumda kadın ±ezzet
duyar ama ıslaklık duymazsa, İmam Ebû Yusuf'a göre, orucu bozulur. İmam
Muhammed'e göre bozulmaz. Burada fetva îmanı Muhanv med'in kavline göredir.
Bu durumda elle
dokunmak, kucaklamak, teni tene dokundurmakta öpmek gibidir. Bütün bunlar
şehvetle yapılırsa orucun faziletini düşürür, meni akmasına sebep olursa,
-orucu bozar.
Kadının giyinik
bulunduğu elbiseye elle dokunmak sonucu erkeğin menisi akarsa, vücudun
hararetini hissetmişse orucu bozulur, hissetmemişse bozulmaz. Her şeye rağmen
Ramazan'da bu hususlara çok' dikkat etmek gerekir.
Ramazan'da kartın
kocasına ya eliyle, ya da bedeniyle dokunup onu tahrik eder ve bu sebeple adamın
menisi akarsa, orucu bozmaz. Ancak adamın bu hususta isteksizlik göstermesi ve
mümkün olduğu nisbette bu tür hareketlere fırsat vermemesi uygun olur.
Hayvanların tenasül
cihazına şehvetle dokunmak haramdır. Oruçlu iken ya şehvetle ya da böyle bir
düşünce taşımaksızın dokunma neticesi menisi akan kimsenin orucu bozulmasa
bile, o orucun sevap ve faziletini yitirmiş olur, üstelik günahkâr da sayılır.
Oruçlu kimse şehvetini
teskin için istimna eder, yani eliyle tahrik edip menisini akıtırsa, orucu
bozulur ve sadece kazası gerekir. Muhtar olan da budur. Ancak
böyle yapmak orucun sevap ve faziletini düşürür, daha doğrusu orucu hedefinden
saptırır.
Oruçlu bulunan kadınlar
sevicilik yaparken menileri dışarı çıkar, yani tenasül cihazının dışında
ıslaklık hissedüirse, oruçları bozulur. Aynı-zamanda büyük günah işlemiş
olurlar. Meni akmadığı takdirde oruçları bozulmaz ama oruçtan elde edilecek
sevap ve faziletin tamamını yitirmiş olurlar.
Kasden cinsel temasta
bulunan kimsenin menisi aksın akmasın orucu bozulur ve kendisine hem kaza, hem
keffaret gerekir. Lutînin de durumu böyledir. Faille
mef ul aynı hükme tabidirler. Yani ikisinin de orucu bozulur ve kendilerine hem
kaza, hem keffaret gerekir. Ama kadın bu konuda zorlanırsa, o takdirde ona
sadece kaza gerekir.
Yenilmesi mutad olan
gıda maddelerinden bir şey yemek veya içmek, ya da tedavi için herhangi bir
ilacı içmek ya da yutmak orucu bozar, hem kaza hem keffareti gerektirir.
Bunu birkaç misalla
açıkhyalım :
Ekmek, su, meyve ve
sebze sulan, et, balık ve benzeri gıda maddeleri bu cümledendir. Ama
kavurulmadık bir arpa danesini yutmak böyle değildir; yenmesi âdet olmadığı
için orucu bozar ama keffareti gerektirmez. Diğer maddeleri buna, kıyas edip
hükme bağlamak gerekir. Sonra bir şeyin yenilmesinin mutad olup olmadığı
beldenin âdetine bakılarak belirlenir. Meselâ : Bir beldede üzüm yapraklarını
çiğ olarak yemek âdet halinde ise, o takdirde oruçlu bunu o beldede yerse
kendisine hem kaza, hem keffaret gerekir. Ama bunu çiğ olarak yemiyen ve böyle
bir âdetleri bulunmayan bir belde halkı için hüküm değişebilir. Ne var ki, üzüm
yaprağı genellikle hem çiğ, hem pişmiş olarak yenilir. Ama bu yapraklar iyice
kortla-şıp yenümiyecek duruma gelirse, o takdirde oruçlu ondan yerse kendisine
sadece kaza gerekir. Çünkü iyice kartlaşmış üzüm yaprağının yenilmesi mutad
değildir.
Çağla badem ister
yutulsun, ister çiğnenerek yenilsin, her iki durumda da hem kaza, hem keffaret
gerekir. Ama iyice sertleşip kabuk haline gelirse, yutulduğu takdirde sadece
kazayı gerektirir. Çünkü bademi bu şekilde yutmak mutad değildir.
Az miktarda tuz yemek
te hem kaza hem keffareti gerektirir. Çünkü az miktarda tuz yemek mutaddır. Ama
çok miktarda yemek mutad olmadığından sadece kazayı gerektirir. Sahih
olan da budur.
Konuyla İlgili Bazı
Meseleler :
Unutarak bir şey yer
veya bir şey içer ya da cinsel temasta bulunur ve sonra hatırlayınca bunun
orucu bozduğunu sanarak kasden bir şey yer veya içerse, kendisine sadece kaza
gerekir, keffaret gerekmez. îmam Ebû Hanifeye göre, unutma neticesi bir şey
yemek veya içmekle orucunun bozulmadığını bildiği halde yine de bir şey yer ve
içerse, sadece kendisine kaza gerekir. Sahih olan da budur. Fetva daha çok
birinci kavle göredir.
Elinde olmayarak kusar
ve bununla orucunun bozulduğunu sanarak bir şey yer veya içerse, kendisine
sadece kaza gerekir. Bozmadığını bildiği halde bir şey yer veya içerse, o
takdirde hem kaza, hem keffaret gerekir.
Bunun gibi, uykuda
ihtilâm olur ve uyandıktan sonra bunun orucu b.ozduğunu sanarak bir şeyler yer
veya içerse kendisine sadece kaza gerekir. Ama ihtilâm olmanın orucu
bozmadığını bildiği halde bir şey yer veya içerse, o takdirde hem kaza, hem
keffaret gerekir.
Kan aldırdıktan sonra
orucunun bozulduğunu sanıp bir şey yer veya içerse, bu durumda kendisine hem
kaza hem keffaret gerekir. Meğerki bu hususta kendisine fetva verilmiş ola, o
takdirde sadece kaza gerekir.
Gözlerine sürme
çektikten veya bıyıklarına yağ sürdükten sonra bile bile bir şey yer veya
içerse, hem kaza, hem keffaret gerekir. Ancak birisi ona bu konuda fetva verecek
olursa, o takdirde sadece kaza gerekir.
Yolculuk halinde
bulunan kimse zevaldan önce memleketine ayak basar, bü arada hiçbir şey de
yememişse, oruca niyet ettikten sonra cinsel temasta bulunursa kendisine sadece
kaza gerekir.
Bunun gibi akli
dengesini kaybeden kimse zevalden önce kendine gelir ve orucu niyet ettikten
sonra bir şey yer veya cinsel temasta bulunursa, o takdirde sadece kaza
gerekir.
Oruca niyet etmeden
sabahlar, sonra zeval vaktinden önce oruç tutmaya niyet eder, sonra bir şey yer
veya cinsel temasta bulunursa, kendisine sadece kaza gerekir.
Hem kaza, hem keffareti
gerektirir şekilde orucunu bozduktan sonra ağır şekilde hastalanırsa, o takdirde
keffaret düşer. İleride sadece o günü kaza etmesi gerekir. En
sahih olan kavi de budur. Misvak veya fırça ile dişlerini temizledikten sonra
bununla orucunun bozulduğunu sanarak bir şey yer veya içerse, kendisine hem
kaza, hem keffaret gerekir.
Gıybette bulunduktan
sonra orucunun bozulduğunu sanarak bile bile bir şey yer veya içerse, -isterse
bu konudaki hadîse dayanarak kendisine bu konuda fetva veren de olsun- hem kaza
hem keffaret gerekir.
Kadın orucunu bile bile
bozduktan sonra ayhali veya lohusa olursa, üzerinden keffaret kalkar, sadece o
günü ileride kaza etmesi gerekir.
Orucunu bile bile
bozduktan sonra kendi kendini yaralar ve oruç tutamıyacak kadar kan kaybederse,
yine de keffaret cezasından kurtulmaz. Çünkü kendini takatsiz kılmakta kasıt
vardır. Sahih olan da budur.
Bile bile cinsel
yaklaşmada bulunduktan sonra sefere çıkacak olur veya hükümdarın emriyle sefere
çıkarılırsa, en sahih kavle göre, üzerinden keffaret kalkmaz.
Yolculuk halinde
bulunan kimsenin iftar etmesi, yani oruç tutmaması mubahtır. Ancak oruca niyet
edip sabahladıktan sonra sefere çıkacak olursa, o takdirde o günün orucunu
tutması gerekir. Bu, oruç yemesini mubah kalan bir sebep sayılmaz. Ancak ikinci
ve müteakip günler yolculuğu devam ederse, o takdirde oruç tutmayabi-
Bu bakımdan fukaha
şöyle demiştir : Oruçlu olarak
sabahlıyan kimse o gün sefere çıksa bile, bu orucu yemesini mubah kılan
bir jzür sayılmaz. Şayet orucunu bozacak olursa, kendisine sadece ka-şâsı
gerekir.
O halde oruçlu olarak
sabahladıktan sonra bilerek orucunu bozar ve bu arada hükümdar onu zorla sefere
çıkarırsa, kendisinden keffaret düşmez. Zahir rivayet budur. Bu durumda kendi
ihtiyariyla sefere çıkacak olursa, bütün rivayetlerin ittifakıyla keffaret sakıt
olmaz.
İster oruç tutmaya
başladıktan sonra ister geceleyin oruç tuta-mıyacak kadar hastalanır, oruç
tuttuğu takdirde ölüm tehlikesiyle [veya bir organını kaybetme durumuyla
karşüacağmdan endişe [ederse, o takdirde iftar etmesi (yani oruç tutmaması)
mubahtır. İleride iyileşince günü gününe kaza etmesi gerekir.
Bunun gibi oruç tuttuğu takdirde hastalığının ağırlaşmasından veya yarasının
kötüye gitmesinden veya iyileşmesini geciktireceğinden korktuğu takdirde,
orucunu bozabilir. İleride iyileşince tutamadığı günler sayısınca kaza eder.
Oruç tutmakla
hastalanacağı ve endişe verici bir hal alacağı ya tecrübeyle ya da Müslüman bir
doktorun haber vermesiyle belirlenirse, o takdirde oruç tutmayabilir. İleride
iyileşince kaza etmesi ge-ırekir.
Gebe kadınla süt emziren
kadın oruç tuttukları takdirde ya kendilerinin güçten düşüp hastalanmalarından,
ya da çocuğun gıdasız kalıp ölmesinden endişeleri olursa, iftar ederler ve
Ramazandan sonra müsait bir zamanda günü gününe kaza etmeleri gerekir.
Ayhali olan veya
lohusalık devresi başlayan kadınlar da iftar ederler. Ancak
her iki durumda da temizlendikten sonra günü gününe kaza etmeleri gerekir.
Kadın ayhali günü geldi
diye kan görmeden orucunu bozar da o gün kangelmiyecek olursa kendisine hem
kaza, hem kefaret gerekir. En zahir olan kavi de budur.
Ayhali olan kadın on
günün hitamında geceleyin temizlenirse niyet edip sabahleyin oruç tutması
gerekir. Ayhali süresi on günden az olur da geceleyin fecir doğmadan yıkanacak
kadar bir zaman bulursa yıkanıp oruca niyet etmesi gerekir. Yıkanmasının
bitmesiyle fecrin doğması aynı ana raslarsa artık oruca niyet etmez. Çünkü
ay-halinden dolayı yıkanmak müddeti de ayhalinden sayılır. Tabii bu, ayhali
süresi on günden az olanlar hakkındadır.
Bu ikisi de had safhaya
gelir de kişinin ölmesinden veya akli dengesini kaybetmesinden endişe edilirse,
o takdirde orucu bozmayı mubah kılar. Ramazan sonrası müsait bir zamanda günü
gününe kazayı gerektirir.
Bunun gibi sıcak
günlerde Sultan adına İmaretlerde hizmet edip işleri organize eden kimse de
sıhhatini kaybetme veya aklî dengesini yitirme endişesi taşırsa, o takdirde
orucunu bozabilir.
Buna kıyasla çok yorucu
ve yıpratıcı görevlerde bulunup sıcak bir mevsimde oruç tuttuğunda hayatını
kaybetme veya aklî ve ruhî bir dengesizliğe uğrama endişesi taşıyan kimseler de
oruçlarım bozabilirler.
Bu da orucu bozma
sebeplerinden biridir. Oruç tutmaya güç ge-tiremiyen yaşlı kişiler iftar eder ve
her günün orucuna bedel bir fakiri sabahlı akşamlı doyuracak nisbette fidye
verir.
Fazla yaşlılıktan veya
iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı oruç tutamıyan kimseler, malî
imkânları varsa, fidye verirler, bu imkânları yoksa istiğfar etmekle yetinirler.
İleride tutma imkânlan olmadığı için tutamadıkları günleri kaza etmeleri artık
söz konusu değildir.
Bunlar fidyeyi önceden
hesaplayıp otuz gününkünü toptan da verebilirler, her günün fidyesini ayrı ayrı
da verebilirler; Ramazan sonuna bırakıp yine toptan da verebilirler.
İyileşmesi umulmayan
hastalıktan dolayı fidye verip oruç tutmayan kimse sonraları iyileşirse,
herhalde tutamadığı günler sayısınca kaza etmesi gerekir. Daha önce verdiği
fidye kâfi sayılmaz.
Üzerinde yemin veya
katil (adam öldürme) keffaret orucu bulunan kimse fazla yaşlanır da bu orucu
tutmaktan âciz kalırsa, onun yerine fidye vermesi caiz olmaz. Çünkü bu konudaki
temel kaide şudur : Her oruç ki kendi ölçüsü içinde asıldır, başka bir şeye
bedel değildir, tutulma imkânı olmadığında onun yerine fidye vermek caizdir;
Ramazan orucu gibi. Her oruç ki başka bir şeye bedeldir, kendi ölçüsü içinde
asıl değildir, onu tutma imkânı olmadığı takdirde, yerine fidye vermek caiz
değildir; yemin ve katil keffareti gibi.
O halde keffaret-i
zihar ile Ramazanda meydana gelen keffaret-i iftar'Tıususunda malî gücü
olmadığından köle azâd edemez, yaşlı bulunduğu için oruç tutamazsa, altmış
miskini doyurması caiz olur. Çünkü bu fidye, nass ile sübut bulan oruca bedel
sayılır.
Hastalık ya da
yolculuğun devam etmesinden dolayı Ramazan orucunu tutamıyan kimse, bu hali
devam ederken ölürse, artık kendisine kaza gerekmez. Çünkü kaza edecek zamana
erişememiştir.
Ancak kendisine vâcib
olmadığı halde tutamadığı oruçlara bedel fidye verilmesini vasiyyet ederse, bu
sahih olur. Varisler onun bu vasiyyetini malının üçte birinden çıkarıp yerine
getirirler.
Hasta veya yolcu
Ramazan orucunu tutamaz fakat ramazandan sonra kaza edecek kadar yaşadığı halde
kazasını yerine getirmezse, ölmeden önce vasiyyet etmesi vâcib olur. Vasiyyet
etmeden ölürse, vârislerin sözü edilen kefareti ödemesi gerekmez. Ancak kendilerine düşen hisseden yine
kendi arzularıyla murislerinin tutamadığı oruçların keffaretini ödeyebilirler.
Her günün orucuna bedel
ya yarım sâ' (1667 kg.) buğday, ya da bir sâ' (3334 kg) arpa ya da aynı "miktar
hurma veya üzüm verilir. Bunların aynım vermek caiz olduğu gibi günün rayicine
göre para olarak bedellerini vermek te caizdir.
Üzerinde oruç kazası
bulunduğu halde ölen kimsenin yerine velisi oruç tutabilir mi? Fukahanın hemen
hepsine göre, tutamaz. Çünkü oruç şahsın kendisine vâcib olan bir ibâdettir.
Ramazan ayı süresince
hasta olan veya yolculuk halinde bulunan kimse, ramazandan sonra 10-15 gün
yaşadıktan sonra Ölürse, kendisine yaşadığı günler sayısınca kaza gerekir. Bu
hususta görüş birliği vardır. O halde ölmeden önce bunun için vasiyyet .etmesi
gerekir. Sahih olan da budur.
Hastalık ya da yolculuk
gibi bir sebeple ramazan orucunu tutamıyan kimse, kaza edecek vakit bulduğu
halde ihmal edip bunu yerine getirmez de ikinci ramazan girmiş olursa, önce
hazır olduğu ramazan orucunu tutar, sonra kazaya kalanı yerine getirir. Yani bu
konuda edâ kazaya takdim edilir.
Nafile oruçlarda
ziyafet iftar etmeye sebep sayılabilir. Nafile oruca niyet edip oruçlu olarak
sabahlıyan kimse öğle yemeğine davet edilirse, orucunu bozabilir. Ne var ki
bozduğu bu orucu ileride kaza etmesi gerekir. Ev sahibi, diğer bir tabirle sofra
sahibi nafile oruca niyet edip oruçlu olarak sabahlar ve bazı dostlarını öğle
yemeğine davet ederse misafirlerinin bu durumdan memnun kalmıya-caklanm tahmin
ederse, orucunu bozması uygun olur.
Bu konuda Şemsü'l-Eimme
El-Halvanî diyor ki : İleride kaza edeceğine güveni tamsa, orucunu bozar.
Şüpheli ise bozmaması uygun olur. Bu da zevalden önce ise böyledir. Zevalden
sonra ise bozmaması daha uygundur. Ancak bozmamasında ana babaya karşı bir
saygısızlık söz konusu ise, zevalden sonra da bozmasında bir sakınca yoktur,
bilakis bozması daha uygun olur.
Vacib ve farz oruçlarda
ise ziyafet bir özür sayılmaz.
Akli dengesi bozuk olan
kimse Ramazan ortalarına doğru iyileşir, yani kendine gelirse, geçen günleri
kaza etmesi gerekir. Bütün bir ay akli dengesizliği devam ederse, artık
kendisine kazası gerekmez. Ramazanın
son gününde zevaldan sonra kendine gelse yine de kazası gerekmez. Sahih olan da
budur.
Bütün bir Ramazanı
baygın vaziyette geçirene, iyileşince kaza etmesi gerekir. Bunda icmâ' vardır.
Savaşa giden asker veya
kumandan, oruç tuttuğu takdirde kuvvetten düşeceğini biliyor veya böyle bir
endişe taşıyorsa, o takdirde iftar eder, savaştan sonra sağ kalırsa yediği
günler sayısınca kaza etmesi gerekir.
Orucunu bozduğu halde savaş yapılmazsa artık kendisine keffaret gerekmez. Çünkü
savaşa giderken, savaşmadan önce iftar etmesi caizdir.
İşçi, Sanatkâr ve
benzeri kişiler, güçsüz düşmedikleri veya hastalanmadıkları sürece oruçların
bozamazlar, iyi çalışamam endişesiyle oruçlarını bozmaları helâl değildir.
Çünkü bu durumda bilhassa sıcak mevsimlerde hiç kimsenin oruç tutmaması
gerekir. Halbuki oruç hem beden ve ruh afiyetini kazanmak, hem sosyal
bünyeye.hayırlı bir unsur olmak, hem Allah'a karşı kulluk görevini yerine
getirmek gibi yüce amaçlar taşımaktadır. Belirtilen zarurî haller dışında
iftar haramdır.