YEMİN VE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 2
Yeminin Şartları : 2
Yemin Riddet (Dinden Dönmek) Île Hükümsüz Olur : 2
Ne İçin Yemin Yapılıyorsa, Onun Mevcut Olması Şarttır
: 2
ALLAH (C.C.)
İLE YEMİN ÜÇ KISMA AYRILIR.. 2
Boşama Ve Köle Azâd Etmekle İlgili Yemine Gelince : 3
YEMİN OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER.. 3
Allah'tan Başkasıyla Yemin Etmek : 3
Şefaatten Mahrum Olayım, Demek Yemin Sayılır Mı?. 4
İçinde Bismillah Yazılı Bir Kitabı Kaldırarak Yemin
Ederse : 4
YEMİN
KEFFARETİ 4
Keffareti Bir Defada Bir Fakire Vermek : 5
Keffaret Vekâlet Yoluyla Ödenebilir Mi?. 5
Yemin Keffaretiyle Kefen Alınır Mı?. 5
Keffaret Ana-Babaya Veya Evlâda Verilebilir Mi?. 5
Gayr-İ Müslim Vatandaşlara Verilir Mi?. 5
Yemin Keffareti Orucunu Bayram Günleri Tutmak Caiz
Olur Mu?. 6
Üzerinde Îki Yemin Keffareti Bulunan Kimse : 6
Kendisine Yemin Keffareti Gereken Bir Başkasının
Yerine Oruç Tutmak Caiz Midir? 6
Oruç Tutacak Güçte Olmayan Yaşlı Ne Yapar?. 6
Fıkıhta, bir şeyi
yapmaya veya yapmamaya azmedip üzerine Allah (C.C.) adıyla sağlam bağlantıda
bulunmaya Yemin denir. Bo-jşama veya azâd etmeye ta'likan yapılan and'a da Yemin
denilmiştir.
Yemîn iki kısma ayrılır
.
Allah (C.C.) ile veya
O'nun Sıfatlarından bir sıfat ile yemin etmek; diğeri de Allah'tan başkasıyla
yemin etmek.
Allah'tan başkasıyla
yemin etmek de iki kısma ayrılır :
1. Baba-dedelerle, peygamber ve meleklerle, oruç ve namaz
gibi ibadetlerle yemin etmek gibi. Kabe, Zemzem, Harem-i Şerîf ve benzeri
kutsal yerlerle yemin etmek de bu türdendir ve caiz değildir.
2. Şart ve ceza şeklinde yapılan yemindir. Bu da ya
Allah'a yakınlık ifade eder, ya da etmez. Örneğin : «Şunu yaparsam bana bir gün
oruç, veya namaz, veya hac ya da umre vâcib olsun», gibi, bunlar Allah'a
yakınlık ifade eden yeminlerdir. «Şu işi yaparsam, karım boş olsun veya kölem
azâd olsun» derse, bunda yakınlık söz konusu değildir.
Yeminin Rüknü :
Allah (C.C.) ile veya
O'nun sıfatlarınO iu biriyle yemin etmenin rüknü, Allah'ın ismini veya
sıfatlarından İr ı "mi anmakla gerçekleşir.
Yemin edenin âkil ve
baliğ olması şarttır. O halde delinin ve çocuğun yaptığı yemin sahih değildir,
bir hüküm ifade etmez. Aynca yemin edenin Müslüman olması da şarttır. Bu
bakımdan kâfirin yemini sahih sayılmaz. Yemin ettikten sonra İslâm'a giren ve
sonra yemini bozan kâfire keffaret gerekmez. Çünkü" henüz Müslüman olmadan
yemin etmişti ki bu bir hüküm ifade etmemekteydi.
Adam Müslüman iken
yemin eder ve sonra dinden dönerse, yap1-tığı yemin hükümsüz kalır. Sonra tekrar
İslâm'a dönse bile artık o yeminin hükmü gerekmez.
Yeminin sıhhati için
hürriyet şart değildir. Kölenin, esirin, tutuklunun yapacağı yemin hüküm taşır,
yani sahihtir. Hanefîlere göre, zorlanarak yapılan yemin de sahihtir, hüküm
taşır. Bunun gibi, şaka yollu veya alay vâri yemin etmek de hüküm taşır.
O halde mevcut olmayan
ve olması da imkân dahilinde bulunmayan bir şey için yemin etmek sahih
sayılmaz.
Ayrıca yeminin istisna
ile yapılmaması da şarttır. Örneğin : «Vallahi şu işi -inşaAllah- yapmıyacağım»
demek gibi.
1. Yemin-i Ğâmûs : Geçmişte olan bir şeyin olmadığına,
olmayan bir şeyin olduğuna yemin etmek gibi. Bu yeminden dolayı sahibi
günahkâr olur ve günaha daldığı için Ğâmûs denir. Bunun kef-fareti yoktur;
sahibinin tevbe ve istiğfar etmesi, bağışlanmasını dilemesi gerekir.
2. Yemin-i Lağv :
Boş ve anlamsız yemin.
Geçmişte olmayan bir şeyi oldu sanarak veya içinde bulunduğu zamanda mevcut olan
bir şeyin mevcut olmadığını sanarak yemin etmek, bu cümledendir. Bir de ağız
alışkanlığı olup âdet haline gelen yeminlere de bu isim verilmiştir. Bu tür
yeminler bir hüküm taşımaz. Keffaret de gerekmez. Ancak ağzı yemine
alıştırmamak, sünnete riayettir.
3. Bağlantı yapan yemindir. Gelecekte bir şeyi yapma voya
yapmamaya azmedip yemin etmek bu cümledendir. Böyle bir yemin bozulduğu
takdirde keffaret gerekir.
Bu üçüncü kısım ise
yapılan yemini muhafaza
hususunda dörde ayrılır : Birincisi, kendisine vâcib olan bir fiili yapmaya
azmedip yemin etmek veya kendisine günah olan bir fiili yapmamaya azmedip
yeminde bulunmak. Bu zaten yeminden önce de kendisine farz idi. Yaptığı yeminle
bunu daha sıkı bağlamış olur. İkincisi, yapılan yemini muhafaza etmek caiz
değildir. Örneğin, kendisine farz olan bir taati terketmeye veya kendisine haram
ve günah sayılan bir fiili işlemeye yemin etmek bu cümledendir. Böyle bir yemini
muhafaza etmek caiz değildir.
Üçüncüsü, yaptığı ye'mini muhafaza ile
onu bozmak arasında serbest olmasıdır; ancak bozması daha hayırlıdır.
Dördüncüsü, yaptığı yemini bozmasıyla, muhafaza etmesi
ibahatte eşittir, ancak bozması daha uygun sayılır.
Gelecekle ilgili ise, o
da yemin, yani bağlantı yapmış yemin kabul edilir. Geçmişle ilgili ise, onda ne yemini lağv, ne de yemin-i-ğâmûs
tahakuk eder. Yani bu anlamda bir hüküm taşımaz. Ancak yaptığı yeminin aksini
bilir veya bilmezse, talâk vaki' olur. Adak ile yemin etmek ise, onun
geçerliğini ve gerçekleşmesini kuvvetlendirmektir. Bunu bir misal ile
açıklıyalım : «Eğer bu falan değilse, bana bir haccetmek gerekli olsun» der ve
kasdettiği kimse o adam çıkmaz ve kendisi de onun
falan olduğunda şüphe
etmemişse, o takdirde adak mahiyetindeki yemininden dolayı kendisine bir hac gerekir.
Allah İC.C.) ile yemin
etmek mekruh değilse de buna dili alıştırmamak veya pek az yemin etmek daha
uygundur.
Allah İC.C.)
ile veya O'nun Rahman, Rahim gibi isimlerinden biriyle yemin etmek,
geçerlidir. Yani şer'î anlamda yemin kabul edilir. Halk ilâhî isimlerden
herhangi biriyle yemin hususunu bilsin bilmesin farketmez. Mezhebin zahiri de
budur. Ayni zamanda sahih görüşte bu
doğrultudadır.
Bunun gibi halkın
örfünde Allah'ın sıfatlarından bir sıfatla yemin ediliyorsa, o takdirde o
sıfatla yemin etmek de, şer'î anlamda yemin kabul edilir. Meselâ : Allah'ın
İzzeti veya Kibriyası ile yemin letmek bu cümledendir. Yani bazı kesimlerde halk
bu sıfatlarla yemin eder. Meşayihten çoğu bunu ihtiyar etmiştir.
' O halde ilâhî
sıfatlardan biriyle yemin etmek, örfî yönden muteber sayılır. Böyle bir örf
yoksa, farklı görüşler ortaya konmuştur. Buna bir misal verelim : «Rabbime and
olsun» veya «Arş'm Rabbine yemin ederim» veya «Âlemlerin Rabbine and olsun»
diye yemin etmek, uygundur, çünkü bu hususta yaygın bir örf mevcuttur.
Bunun gibi, «Cenâb-ı Hakk'a yemin, olsun» derse, bu da sahihtir. Çünkü sözü
edilen tabir örf yönünden çok yaygındır. Eİ-Mebsut sahibi de ayni tesbiti yapmış
ve sahih olduğunu belirtmiştir.
«Allah hakkı için...»
diye yemin ederse, îmam Ebû Hanîfe'ye göre yemin yasılmasa bile, îmanı Ebû
Yusuf'a göre yemin sayılır. Bunun gibi, «Allah'ın kuvveti, O'nun irâdesi", O'nun
sevgisi, O'nun Kelâmı hakkı için» diye yemin ederse, bunlar da yemin kabul
edilir. Çünkü halk arasında bu türlü yeminler çok şayi'dir.
«Allah'a ahd olsun,
İlâhî emanet hakkı için» derse, bunda şüphe edenler olmuştur. Tahavîye göre,
yemin sayılmaz. îmam Ebû Yusuf'tan da bu mealde bir rivayet yapılmıştır. Ama
«Allah'ın ahdi, Allah'ın zimmeti hakkı İçin» derse, bu yemin sayılır.
«Allah ile şehadet
ederim ki...» veya «Allah'a yemin ederim» •Allah'a kasem ederim», «Allah ile
azmediyorum, O'nun ahdiyle yemin ediyorum...» derse, bunlar da yemin kabul
edilir. Bunun gibi, «Allah üzerine yemin olsun», «Allah'ın yeminiyle, «Allah'ın
ömrüyle», «Allah üzerine adak olsun» veya «Allah'ın adağıyla yemin olsun» gibi
sözler de yemin sayılır.
Genellikle yemin
Allah'ın isimlerinden veya sıfatlarından biriyle yapılırsa muteber olur. Bunun
için Allah'tan başkasıyla
yapılan yemin sahih değildir. Buna bir misal verelim : «Peygamber ile
yemin-ederim» veya «Kabe hakkı için» gibi sözler bu cümledendir.
îmam Muhammed'e göre,
«Kur'ân ile» yemin etmek de sahih kabul edilmez. Fukahadan çoğuna göre, İmam
Muhammed zamanında, kimse Kur'ân ile yemin etmezdi. Ama günümüzde, Allah Kelâmı
olduğu düşünülerek onunla yemin edenler çoğalmıştır. Bu bakımdan Kur'ân ile
yapılan yemin bugün için sahihtir. Fetva da bunların görüşüne göredir. Nitekim
fukahanm meşayihi de ayni görüşü ihtiyar etmişlerdir. Muhammed bin Mukatü de
Kur'ân ile yeminin sahih olduğuna kaaildir.
Fukahadan bir kısmı, bu
da yemin sayılır demişlerse de sahih olan kavle göre, yemin sayılmaz. Ama *Şu
şeyi yaparsam Kur'ân'-dan ilgim kesilsin» veya «Kıbleden, ya da Namaz ve
Oruc'tan ilgim kesilsin» diye yemin ederse, muhtar olan kavle göre, bunlarla
yemin sahihtir. Çünkü bunların hepsi ilâhî emirle farz kılınmıştır. Dolayı-siyle
Allah ile yemin etmek demektir. «Dört kitaptan beri olayım» demek de yemin
sayılmıştır.
İçinde
Bismillahi'r-Rahmâni'r-Rahîm yazılı bir kitabı kaldırarak, «Eğer şu işi yaparsam
bu kitapta yazılı bulunan şeyden beri olayım» derse, yemin sayılır. Veya
doğrudan doğruya, «Bismillah'tan berî olayım» diye yemin ederse bu da sahihtir.
Ama «Mü'minlerden berî olayım»- derse yemin sayılmaz.
Ramazan ayı'ını
kasdederek «Şu otuz günden beri olayım» der ve bununla onun farziyetini
kasdederse, yemin sayılır. «îmândan berî olayım» derse, yemin kabul edilmez.
«Orucumdan veya
Namazımdan beri olayım» diye yemin ederse, sahih sayılmaz,
«Eğer şu işi yaparsam
Yahudi veya Hıristiyan ya da Kâfir olayım» derse, bunlar kendi itikadınca küfür
sayılıyorsa, yemin kabul edilir. O
halde belirttiği işi yapacak olursa, keffaret gerekir. Ancak yemini bozunca,
Kelime-i Şehadeti getirmesi, tavsiye olunur.
Yemin keffareti,
fakirleri korumaya, sosyal adaleti kısmen olsun sağlamaya, toplum yapısındaki
boşluğu doldurmaya yönelik bir sosyal anlamda yardımdır.
Keffaret şu üç şeyden
biriyle yerine getirilmiş olur ;
1. Varsa bir köle azâd etmek (hürriyetine kavuşturmak).
2. Köle yoksa, on fakiri giydirmek veya on fakiri sabahlı
akşamlı doyurmak.
3. Bunlardan hiçbirine güç getiremediği takdirde üç gün
oruç tutmak.
Günümüzde kölelik
cariyelik konusu kapanmıştır. Bu bakımdan nasü bir köle azâd edilmesi gerekiyor,
diye üzerinde durmuyoruz. Bu hüküm, zorbalar tarafından esir alınıp köle olarak
kullanılan masum insanları kurtarmayı amaçlar. Savaşlarda da elde edilen
esirlere zaman zaman köle muamelesi yapılırdı.
On fakiri giydirme
hususuna gelince : îmanı Ebû Hanife ile İmam Ebû Yusuf a göre, elbisenin en
aşağısı, bütün bedeni örtecek şekilde olmasıdır. Sadece bir gömlek ya da bir don
yeterli değildir. Sahih olan da budur.
Yemini bozduğunda
zengin iken keffaret vermek istediğinde fakir düşen kimsenin üç gün üstüste oruç
tutması kafi gelir. Şöyle ki, bu konuda zenginlik, keffaret verileceği vakit ile
itibar edilir. Daha önce zengin ya da fakir bulunması buna te'sir etmez.
Kendisine keffaret
gereken kimsenin elinde mal ve parası bulunmaz da gaibde malı bulunur veya
birinde alacağı olur, ama hemen tahsil etmesi mümkün değilse, o takdirde üç giın
oruç tutması yeterli sayılır. îmam Muhammed'in de ictihad ve tesbiti bu
anlamdadır. Ama adam alacağını hemen tahsil edebiliyorsa, o takdirde oruç
tutması caiz olmaz.
Bunun gibi kadına yemin
keffareti gerekir, fakirleri giydirecek veya yedirecek mal ve parası bulunmaz,
sadece kocası üzerinde meh-ri bulunur ve kocasının da ödeme imkânı olursa, o
takdirde kadının oruç tutması caiz değildir, mehrini alıp fakirleri yedirmesi
gerekir.
Ancak kadının alacağı
mehr kadar başkasına borcu varsa, aldığı mehri borcuna yatırır, keffaret için
üç gün oruç tutar.
Fukahanm çoğuna göre,
kadın mehrini alıp henüz borcunu yatırmadan oruç tutabilir mi? En sahih kavle
göre, tutabilir. El-Mebsut sahibi de ayni fetvayı vermiştir.
On fakire birer çift
ayakkabı veya birer sarık vermek kafi değildir. Ve bunlar elbiseye- de dahil
değildir.
Keffaret olarak verilen
elbiselerin çok eski olması halinde, şu hususa dikkat edilir : Yeni elbise altı
ay giyiliyoı, verilen eski elbise dört ay ancak giyilebilirse, o takdirde caiz
olur. Artık ikisi arasındaki kıymete bakılmaz.
Keffaret ister yiyecek
veya bedeli olsun, ister elbise veya bedeli olsun, hepsini birden bir defada bir
fakire vermek caiz değildir. Ancak başka fakir bulmakta zorluk çekiyorsa, o
takdirde ayni fakire her gün sabahlı akşamlı doyacak kadar buğday ya da bedelini
veya ayni fakire her gün bir elbiseyi vermek kâfi gelir, yani keffaret ödenmiş
olur.
On fakire, kıymeti on
elbiseyi bulacak bir deve, bir at verecek olursa, bu da kâfi gelir. Fakirler o
deve veya atı satıp eşit şekilde aralarında taksim ederler.
Genellikle malî
ibâdetlerde vekâlet caizdir. Hatta vekil olarak belirlenen kimse, müvekkili
henüz para vermeden kendi malından onun keffaretini öderse, caiz olur.
Adamın üzerinde biriken
birkaç yemin keffaretiyle kefen alıp dağıtacak olursa, caiz olmaz. Bunun gibi
keffaret parası, cami inşasına ve benzeri yerlere de verilmez. Çünkü bu
fakirlerin hakkıdır, herhalde bu hakkı sahiplerine ulaştırmak gerekir.
Zengin de olsa yolda
kalmış ve memleketinden hemen yardım gelmesi mümkün değilse, yemin keffaretinden
ona da vermek caizdir.
Üzerinde iki yemin
keffareti bulunur ve yirmi elbise değerinde on elbise alıp on fakire verecek
olursa, bu sadece bir keffaret yerine geçer. Nitekim îmam Ebû Hanîfe ile îmam
Ebû Yusuf'un görüşleri de bu anlamdadır.
Yemin keffaretini
verdiği fakir ölür ve keffareti veren adam ona vâris bulunur veya keffareti ona
verdikten sonra değerinde satın alır veya fakir aldığı keffareti ona hibe
ederse, verdiği keffaret bozulmuş olmaz. Buna fetva verilmiştir.
Ancak bu fetvayı kötüye kullanmamak gerekir. Yani danışıklı biçimde fakiri
çağırıp ona yemin keffareti verir ve sonra anlaşmaları gereği fakir o keffareti
ona bağışlarsa, buna fetva verilmez. Çünkü maksatlı ve danışıklı bir bağış söz
konusudur.
Yiyecek maddesi
keffaret olarak verildiğinde hepsinin ayni cinsten olması şart değildir. Meselâ
: Beş fakire yarım sa' £1,667 gr.) buğday verirken beş fakire de birer sâ'
(3,334 gr.) arpa verebilir. Fuka-ha buna cevaz vermiştir. Bunun gibi, beş fakire
elbise, beş fakire de temlik anlamında buğday ya da arpa verilirse caiz olur.
Ama beş fakire elbise verirken diğer beşini sabahlı akşamlı temlik olmaksızın
yedirmek kâfi görülmemiştir.
On fakire sabahlı
akşamlı yedirmenin ölçüsü, doyacakları nis-bettir. Ama temlik ölçüsünde buğday
veya arpa verilirse, bunun nis-beti bellidir. Ekmekle birlikte katık vermek
müstehabdır.
Nitekim İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, on fakirin önüne üç ekmek bırakır ve onlar da bununla doyacak
olurlarsa, on fakiri doyurmuş sayılır.
Ama pn fakirden biri
daha önce karnını doyurup öylece gelmişse veya on kişinin arasından biri henüz
süt emiyorsa, o takdirde dokuz fakiri doyurmuş kabul edilir, ayrıca bir fakiri
daha doyurması gerekir.
Fukahanın çoğuna göre,
yedirilen şey arpa, darı ve benzeri tahıldan yapılmış ekmek veya çorba ise,
bunun yanında biraz da katık bulundurmak gerekir. Buğday ekmeği ise, katık
bulundurulmasa da olur.
Adam keffaret olarak
beş fakiri doyurduktan sonra fakir düşerse, o takdirde üç gün oruç tutması
gerekir.
Usûl ve furu'a zekât
verilmediği gibi, keffaret de verilmez. Usûl ve furu'dan kasdımız, ana, baba,
dede, nine, evlâd ve torunlardır.Bun-ların dışında kalan diğer yakınlara -fakir
iseler- vermek daha uygun olur.
Bilindiği gibi, zekât
ancak Müslüman fakirlere verilirdi. Keffaret böyle değildir, Müslümanlara
verilebileceği gibi, gayr-i müslim fakir vatandaşlara da verilebilir. Vatandaş
olmayan gayr-i müslim-lere vermek caiz değildir. Bunda icmâ' vardır.
Bayram günleri bu gibi
keffaret orucunu tutmak caiz değildir. Bunun gibi teşrik günlerinde (kurban
bayramının birinci gününü takip eden ilk üç güne verilen ad) de keffaret orucunu
tutmak caiz görülmemiştir.
Üzerinde bulunan üç
yemin keffaretine karşılık birisi için bir köle azâd eder, birisi içinde on
fikiri giydirir, üçüncüsü için de on fakiri yedirirse, caizdir. Buna muhalefet
eden olmamıştır.
Yemin keffaretini
karşılamak için iki gün oruç tuttuktan sonra on fakiri yedirecek veya
giydirecek kadar imkâna erişirse, o takdirde, geriye kalan bir günün orucunu
bırakıp yiyecek ve giyecekleri keffaret olarak vermesi gerekir.
Kendisine keffaret
gereken kadın fakir olur da oruç tutmak zorunda kalırsa, kocası dilerse oruç
tutmasına engel olur ve onun yerine, yani onun adına keffaret olarak on fakiri
doyurur.
Üzerinde iki yemin
keffareti bulunan kimse, birisi için önce üç gün oruç tuttuktan sonra diğeri
için on fakiri yedirir veya giydirirse, tuttuğu oruç sahih olmaz. Çünkü önce on
fakiri yedirip veya giydirdikten sonra bir keffaret için üç gün oruç tutması
gerekirdi. Fakirleri yedirme veya giydirme imkânı varken oruç tutmak sahih
değildir.
Nasıl bir başkasının
yerine namaz kılmak veya Ramazan orucunu tutmak caiz değilse, bir başkasının
ölü olsun, diri olsun- yemin keffaretini karşılamak için üç gün oruç tutmak da
caiz değildir. Çünkü bedeni ibâdetlerde genellikle vekâlet caiz değildir. Ancak
Hacc ibâdeti müstesna.
Kendisine yemin
kefareti gereken yaşlı kimse, on fakiri yedirecek veya giydirecek malî imkâna
sahip değilse, yaşlılığından dolayı oruç da tûtamıyorsa, o takdirde başkası
isterse onun yerine on fakiri' yedirip ya da giydirebilir.
Üzerinde yemin
keffareti bulunduğu halde ölen veya öldürülen kimseden bu borç düşmez. Malı
varsa, mirasçılara taksim etmeden bu keffaret borcu çıkarılıp verilir. Fukahanın
çoğuna göre, Zihar keffareti de böyledir, yani ölmekle sakıt olmaz, terekesinden
ödenmesi gerekir.