SORULAR
VE CEVAPLAR
Soru-1:
Gazzâlî'ye ait ifadeden (1) delile, emrin tavsiye için olduğunu değil vücûb için
olduğunu söyleyenin muhtaç olduğu anlaşılmıyor mu?
Gazzâlî'nin koyduğu bu ölçüde ilmî bir tereddüt var mı?
Gazzâlî'nin koyduğu bu ölçüde mutabık isek başörtüsü emrinin vücûb ifade
ettiğinin delili nedir?
Cevap:
Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîslerde geçen emirlerin bağlayıcı olup olmadıkları (vücûb
ifade edip etmedikleri) hükmünü Gazzâlî'nin açıklama ve anlayışına dayandırmak
istiyorsak "bu hüküm, açık ve kesin olarak tevakkuftur; yani emrin gereklerinden
birini belirlemek için başka delil ve işaret (karîneler) aramaktır; bunları
bulmadıkça da durmak, bir hükme varmamaktır." Buna göre "emrin tavsiye için
olduğunu" söyleyen de buna delil bulacak, "bağlayıcı olduğunu" söyleyen de buna
delil bulacaktır. Gazzâlî'nin görüşü tevakkuf olduğuna göre, bunu tek taraflı
alıp "emrin bağlayıcı olduğunu söyleyenin, Gazzâlî'ye göre, delil bulması
gerekir" demek yanılgıdır; bu yanılgının sebebi de peşin hükümdür; önce bir şeyi
hissî veya gayr-i dinî sebeplerle benimsemek, sonra da buna akıl ve nakil
yönlerinden delil aramaya kalkışmaktır. Eğer Gazzâlî taklit olunacaksa onun
kitaplarına bakarak, doğrudan bu konuda (başı örtme, başörtüsü kullanma
konusunda) ne dediğini araştırmak gerekmez mi? Biz Gazzâlî'nin bu konuda ümmetin
icmâından ayrılmadığını, hür kadınların başlarının ve saçlarının avret olduğu
görüşünde olduğunu biliyoruz ve bu sebeple de kadınların başlarını örtmeleri
gerektiğini savunuyoruz. Bunu gereksiz bulanların, örtünme emrinin (bu emir bir
bütündür, başı diğer yerlerden ayırmamıştır) tavsiye için olduğunu ileri
sürenlerin buna delil bulmaları gerekecektir. Örtünme emrinin bağlayıcı olduğunu
gösteren delilleri ise biz aşağıda diğer sorulara cevap verirken sunmuş
olacağız.
Soru-2:
Başörtüsü emrinin (mutlak tesettür başka), vücûb için olduğunu Cumhûr nerede
söylüyor?
Cumhûrun bu görüşü nerede naklediliyor? 20'nci asırdan önce, herhangi bir
devirde bu emrin vücûb mu nedb mi ifade ettiği tartışılmış mıdır?
Kim ne demiş?
Cevap:
"Mutlak tesettür (örtünme)" ile başörtüsü aynı âyetlerde ve aynı üslûb içinde
hükme bağlanmıştır. Örtünme emrinin kadının başını da içine alıp almadığı bütün
devirlerde konuşulmuş ve hür müslüman kadının baş ve saçlarının avret olduğunda,
örtülmesi gerekli bulunduğunda, örtünme emrinin bu uzuvları da içine aldığında
ittifak edilmiştir. Bu hüküm, bütün fıkıh kitaplarının namaz bahsi ile
helal-haram konularına ayrılan "kerâhiye, hazr ve ibâha" bahislerinde
yazılmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîslerde baş dahil olmak üzere avret yerlerinin örtülmesi
ile ilgili emir ve talîmatın bağlayıcı (vücûb için) olduğunda ittifak
edildiğini, "özellikle ittifaklı meseleleri toplayan" icmâ kitaplarında da
görmek mümkündür.
Burada birkaç icmâ kitabından nakiller yapmakta fayda görüyoruz:
"Ergenlik çağına gelmiş hür ve müslüman bir kadının namaz kılarken başını
örtmesi gerektiğinde va başı tamamen açık olarak namazını kılmış olması halinde
namazı iade etmesinin gerekli bulunduğunda müctehidler ittifak etmişlerdir." (2)
Bu ifadede "namaz kılarken" kaydı vardır, bu kayıt bizi yanılgıya
düşürmemelidir; çünkü meselemiz, kadının avret yerlerinin tesbitidir, namazda
örtülen yerler avret yerleridir ve yukarıdaki ifade başın avret olduğunu açıklar
ve kesin olarak ortaya koymaktadır. (3)
"Kadının eli ve yüzü müstesna olmak üzere bedeni ve saçının avret (kapatılması
gerekli uzuv) olduğunda fıkıh âlimleri ittifak etmişlerdir. Kadının yüzü,
elleri, hattâ tırnaklarının avret olup olmadığı konusunda ise görüş farkları
(ihtilâf) vardır." (4)
"İlim sahipleri, namaz kılarken kadının başını örtmesi gerektiği, başı tamamen
açık olarak kıldığı namazı yeniden kılması icabettiği hususunda ittifak
etmişlerdir. " (5)
"Alimler, avret yerlerinin mutlak olarak (namaz dışında ve içinde) örtülmesinin
farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak bu örtünmenin namazın sıhhat şartı
olup olmadığı konusu ile avret yerlerinin sınırlandırılması konusunda farklı
görüşler ileri sürmüşlerdir... Kadının el ve yüzü hariç bütün vücudunun avret
olduğu ulemâ çoğunluğunun görüşüdür. (Geriye kalan müctehidlerden) Ebû Hanîfe'ye
göre ayakları da avret değildir, Ebû Bekr b. Abdurrahman ve Ahmed b. Hanbel'e
göre kadının bütün vücudu avrettir." (6)
Bu nakillerde, kadının saçları avret değildir diyen bir âlimin bulunmadığı,
başka bir deyişle kadının başının örtülmesi gerektiğinde ittifak ve icmâ
bulunduğu açıkça görülmektedir. Bu icmâ ve ittifakın dayanağı âyet olsun, hadîs
olsun fark etmemektedir; icmâ bu nasların delâlet ve hükmüne kesinlik
kazandırmaktadır.
Hicrî üçüncü asrın ikinci yarısında yaşayan Taberî (v. 33210/992), dördüncü
asırda yaşayan Ebû Bekri'r-Râzî el-Cessâs (v. 370/980), beşinci asırda yaşayan
Şâfiî mezhebinden el-Keyâ el-Herrâsî (v. 504/1110), çağdaşı, Mâlikî mezhebinden
İbnu'l-Arabî (v. 543/1148) gibi birinci veya ikinci dereceden müctehid veya
mezhebe bağlı âlimlerin, ahkâm âyetleri ile ilgili tefsirleri elimizdedir. Bu
tefsirlerde örtünme ile ilgili âyetlerin mânâ ve hükümleri incelenmiş, üzerinde
birleşilen noktalar ile ihtilâf edilen hususlar açıkça kaydedilmiştir. Bunlara
dayanarak, konunun ne zamandan beri tartışıldığını ve kimin ne dediğini tesbit
etmek kolaylıkla mümkün bulunmaktadır.
Bizim tesbitlerimize göre sahâbe müfessirlerinden günümüze kadar her asırda
yapılan ve kısmen yazılan tefsirlerde "hür, müslüman kadınların, el, yüz ve
ayakları hariç, bütün vücutlarının avret olduğu, örtülmesi gerektiği konusunda
sözbirliği ve görüş beraberliği vardır. Nûr ve Ahzâb sûrelerinde yer alan
âyetleri ile bunları açıklayan hadîslerin, "yüz, el ve ayaklar" dışında kalan
yerlerin örtülmesi gerektiğini kesin ve bağlayıcı olarak ifade ettiğinde
birleşilmiştir.
Hiçbir fakîh "Başın veya örtülmesi gereken diğer yerlerin, dünya hayatında
faydası bulunduğu için ve âdete dayalı olarak örtülmesi tavsiye edilmiştir,
fayda ve âdet değişirse örtülmeyebilir." şeklinde bir görüş ileri sürmemiş,
müctehidler bu konudaki talîmatın devamlı ve bağlayıcı olduğunda
birleşmişlerdir. Örnek olarak bak. (7)
Kadının saçı ve başı dahil olmak üzere örtünmesinin gerekli ve bu konudaki emir
ve talîmatın bağlayıcı olduğunu müfessir ve fıkıhçılar nereden çıkarmışlardır?
Bir kere "Emir vücûb içindir, bağlayıcıdır; aksine bir işaret bulunmadıkça böyle
yorumlanır." diyen usulücülere göre ortada bir problem yoktur;
Allah ve Rasûlü kadın ve erkeğin belli yerlerinin örtülmesini emretmiş ve
istemişlerdir; baş ve saç da örtülmesi gereken yerler içindedir, bu emirler de
bağlayıcı olduğuna göre örtünmek (başörtüsü, türban... kullanmak) gereklidir,
farzdır, dinin vazgeçilmez bir isteğidir.
İmam Gazzâlî gibi "Emrin bağlayıcı olup olmadığı belli değildir, bunun için
ayrıca bir delil, karîne ve işarete ihtiyaç vardır, meselâ oruç emri
bağlayıcıdır; çünkü seferde ve hastalık yüzünden tutamayanların nasıl
tutacakları anlatılmış, böylece bağlayıcı olduğuna işaret edilmiştir..."
diyenlere göre de bu konuda bir kapalılık ve problem yoktur.
Çünkü Allah Teâlâ örtünme ile ilgili âyetlerde şöyle bir seyir takip etmiş ve
arka arkaya açüıklamalar getirmiştir:
a) Erkeklerin gözlerini haramdan korumalarını, iffetlerine sahip olmalarını
istemiş, ancak bu davranışın onları ruhen temiz kılacağını bildirmiştir.
b) Kadınların da gözlerini haramdan (cinsî arzuyu uyandıracak yerlere bakmaktan)
sakınmalarını, iffetlerini korumalarını emretmiş, hemen bunun arkasından zarûrî
olarak açıkta kalanlar (eller, ayaklar ve yüz) müstesnâ bütün vücudu
kapatmalarını, güzel ve çekici yerlerini (zînet) nâmahreme açıp göstermemelerini
istemiştir.
c) Başörtülerini boyun ve göğüslerini örtecek şekilde bağlamalarını emretmiştir.
d) Örtülecek ve açıkta bırakılacak yerleri sınırladığı gibi vücudunu kimlere
karşı örteceğini ve kimlere karşı açabileceğini ayrıntılı olarak açıklamıştır.
e) Son âyetin sonunu "Ey mü'minler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa
eresiniz!" şeklinde getirmiştir; bu ifade, gerek daha önceki davranışlar ve
gerekse bu âyet geldikten sonra ona uymayan hareketlerin günah olduğuna,
bunlardan kurtulmak için Allah'a tövbe edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. (Nûr:
24/29-31)
f) Bu âyetler nâzil olunca müslüman kadınlar, bulundukları yerden ayrılmadan,
etekliklerinin uygun yerlerini yırtarak başörtülerini bununla bağlamışlar ve
bundan sonra hiç aksatmadan bu emri yerine getirmişler, Hz. Peygamber (s.a.) de
bu âyetin uygulanmasını titizlikle takip etmiştir.
Bütün bu karîne, delil ve işaretler, konumuz olan örtünme emrinin bağlayıcı
olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Bu emir âdete de bağlı değildir; çünkü
o zaman cârî olan âdeti olduğu gibi bırakmak için değil, değiştirmek ve ıslâh
etmek için gelmiştir, başörtülerini omuzlarından arkaya atarak boyun ve
göğüslerini açıkta bırakan cahiliye kadınlarına yeni bir örtünme şekli öğretmiş,
İslâmî örtüyü tarif etmiştir.
Soru-3:
Bir âyette aynı sîgalarla ifade edilen her konunun hükmü, aynı mertebede mi
kabul edilmek icab eder?
Böyle bir prensip hangi usul ve kavaidde mevcuttur?
Soru-4:
Usul ve kavâidde olması şart değil, âlim olmak da şart değil, akıl var yakın
var diyecek isek, o takdirde, Bakara, 177. âyetinde, birr-ü takva'ya ermenin
şartları olarak iman, ibadet ve infak konuları aynı sîgalarla yan yana
zikredilmektedir. Bu durumda iman konularının hükmü ile ibadet konularının
hükmü; iman ve ibadet konularının hükmü ile infak konularının hükmü aynı
mertebede mi kabul edilecektir?
Meselâ zekât'ın dinî hükmü ile akraba, yetim ve yoksula infakın dini hükmü aynı
mertebede mi kabul edilecektir?
Cevap:
Bir âyette, aynı şekil ve üslûb içinde arka arkaya sıralanmış emir ve talimatın
aynı hükümde olması şart değildir. Bakara sûresinin 177. âyetinde olduğu gibi
iman, ibadet, infak arka arkaya sıralanınca, ibadet ve infakın da iman
derecesinde önemli ve gerekli olduğu mânâsı çıkarılmaz. Ancak bu hususların
bizim konumuzla alâkası yoktur. Örtünme ile ilgili âyetlerde namus ve iffetin
korunması ile belli yerlerin örtülmesi arka arkaya zikredilmiştir. Fukahâ
örtünme gereklidir derken bu hükmü, âyetlerin sıralanışından çıkarmamışlar,
hüküm çıkarmanın açık ve kesin kaidelerinden faydalanmışlardır. Buna göre zina
etmek de haramdır, çıplak yerlere şehvetli (hattâ bazı yerlere şehvetsiz) bakmak
da haramdır. Şimdi zinanın haramlığı ile avret yerlerini açmanın ve buralara
bakmanın haramlığı aynı derecede olmayabilir; fakat aynı derecede olmamak,
birinin çiğnenebileceğini, buna uyulmasa da olabileceğini ifade etmez, bağlayıcı
olma, riayet gerekli bulunma, çiğnenmesi caiz olmama bakımından haramlar
arasında fark yoktur.
Soru-5:
Endonezya ve Malezya çok eski birer İslâm ülkesidir. Bu ülkeler, müslümanları
tesettür emrini Hicaz veya Anadolu müslümanları ile aynı şekilde mi algılamış ve
tatbik etmiştir?
Uygulamanın farklı olduğu, Endonezyalı müslümanın, değil sadece başını açmak,
göğsü açık dolaştığı tarihen bilindğine göre, tesettür emrini tatbik etmekte örf
ve âdete bağlı maslahat-ı dünya mülahazasının rolü olmak icab etmez mi?
Soru-6:
Daha dün, 60'lı yıllara kadar şehirlerimizde erkeklerin bile başları açık
gezmeleri, dinî tepki ile karşılanmaktaydı. Hâlâ bugün bile dünyanın pek çok
yerinde hattâ Anadolu'nun bazı yörelerinde tepki ile karşılanmaktadır. bu
tepkiyi, dinî kaynaklı değil de örfî kaynaklı kabul etmek mecburiyetinde
olduğumuza göre, kadınların başlarını örtmelerindeki uygulamayı da bu açıdan
değerlendirmek icab etmez mi?
Cevap:
Endonezya veya Malezya müslüman kadınlarının baş ve göğüslerinin açık
bulunmasını, bunun caiz olduğuna delil sayabilmek için, Allah Rasûlü'nün (s.a.)
bunları görmesi ve sesini çıkarmaması, yahut oralarda yaşayan âlimlerin, baş ve
göğüsleri açmanın caiz olduğuna dair, delile dayalı fetvâ vermiş olmaları
gerekir. Bunlar bulunmadığına göre, şurada veya burada İslâmın yasaklarını
çiğneyen erkek ve kadınların bu davranışlarını delil kılmaya, bunları Kitap ve
Sünnete göre değerlendirmek gerekirken, Kitap ve Sünneti bunlara göre yoruma
tabi tutmaya kimsenin hakkı ve salahiyeti yoktur. Erkeklerin başlarını örtmeleri
gerektiğine dair hiçbir dinî talimat yoktur. Bu sebeple İslâm ulemâsı, baştan
beri bunun caiz olduğunu söyleyegelmişlerdir. Mübah olan bir sâhada örf ve
âdete, benimsenen âdâba uyulması tabiîdir. Bu sebepledir ki fukahâ, erkeklerin
başlarını açmalarının saygısızlık olarak kabul edildiği bölgelerde, namaz
kılarken başın örtülmesi gerektiğini, böyle bir telakkinin bulunmadığı
bölgelerde, namazın açık baş ile kılınabileceğini ifade etmişlerdir. Kadınlara
gelince, yukarıda sıralanan delillere dayanılarak baştan beri kadının başını
örtmesinin bağlayıcı bir dinî emir olduğuna hükmedilmiş ve bu hüküm
uygulanmıştır. Bu bir inkılâb hükmüdür, örfü, âdeti devam ettirmeye değil,
değiştirmeye yöneliktir, değişebileceğine dair hiçbir delil ve görüş mevcut
değildir.
--------------------------------------------------------------------------------
1) el-Mustasfâ, c. I, s. 434-435
2) İbnu'l-Munzir, el-İcmâ', s. 41
3) Ayrıca bak. Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, c. III, s. 316
4) İbn Hazm, Merâtibu'l-icmâ, s. 29
5) İbn Kudâme, el-Muğnî, c. I, s. 633
6) İbn Rüşd, Bidâye, c. I, s. 98-90
7) Taberî, Câmi'u'l-beyân, c. XVIII, s. 82 vd; Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, c. III,
s. 314 vd.
|