20- TÂ HÂ SÛRESİ
Mekke döneminde inmiştir.
135 âyettir. Sûre, adını birinci âyette yer alan harflerden almıştır.
Sûrede, Allah’ın peygamberler aracılığıyla insanlara gösterdiği doğru
yolun temel gerçeklerine işaret edilmekte, Hz.Peygamber teselli edilerek
peygamberlik görevini mutlaka en güzel şekilde başaracağı müjdelenip
kendisine karşı çıkanların uğrayacağı sonuçlar izah edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Tâ Hâ.
2,3.
(Ey Muhammed!) Biz, Kur’an’ı sana sıkıntı çekesin diye değil, ancak
(Allah’ın azabından) korkacaklara bir öğüt (bir uyarı) olsun diye indirdik.
4.
(O) yüksek gökleri yaratanın katından peyderpey indirilmiştir.
5.
Rahmân, Arş’a
kurulmuştur.
6.
Göklerdeki, yerdeki bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey,
yalnızca O’nundur.
7.
Sen sözü açığa vursan da, gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de
bilir, ondan daha gizli olanı da.
8.
Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. En güzel isimler
O’nundur.
9.
Mûsâ’nın haberi sana ulaştı mı?
10.
Hani bir ateş görmüştü de ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm
(oraya gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm, yahut ateşin
başında, yol gösterecek birini bulurum” demişti.
11.
Ateşin yanına varınca, ona şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ!”
12.
“Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen
mukaddes vadi Tuvâ’dasın.”
13.
“Ben seni (peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle.”
14.
“Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana
ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”
15.
“Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye,
neredeyse onu gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek)tim.”
16.
“Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimseler, seni ondan (ona
hazırlanmaktan) sakın alıkoymasın, sonra helâk olursun!”
17.
“Şu sağ elindeki nedir ey Mûsâ?”
18.
Mûsâ dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak
silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.”
19.
Allah, “Onu yere at ey Mûsâ!” dedi.
20.
Mûsâ da onu attı. Bir de ne görsün o, hızla akan bir yılan olmuş!
21.
Allah, şöyle dedi: “Tut onu. Korkma! Biz, onu yine eski durumuna
döndüreceğiz.”
22,23.
“Sana büyük mucizelerimizden birini daha göstermemiz için elini koynuna sok
ki bir başka mucize olarak, (alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle
olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın.”
24.
“Firavun’a git, çünkü o azmıştır.”
25.
Mûsâ, dedi ki: “Rabbim! Gönlüme ferahlık ver.”
26.
“İşimi bana kolaylaştır.”
27,28.
“Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar.”
29.
“Bana ailemden birini yardımcı yap,”
30.
“Kardeşim Hârûn’u.”
31.
“Onunla gücümü artır.”
32.
“Onu işime ortak et.”
33.
“Seni çok tespih edelim diye”,
34.
“Seni çok zikredelim diye.”
35.
“Çünkü sen bizi hakkıyla görmektesin.”
36.
Allah, şöyle dedi: “İstediğin sana verildi ey Mûsâ!”
37.
“Andolsun, biz sana bir kere daha iyilikte bulunmuştuk.”
38.
“Hani annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik:”
39.
“Onu (bebek Mûsâ’yı) sandığın içine koy ve denize (Nil’e) bırak ki, deniz
onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan
birisi (Firavun) alsın. Sana da, ey Mûsâ, sevilesin ve gözetimimizde
yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.”
40.
“Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidiyor ve “size onun bakımını
üstlenecek kimseyi göstereyim mi?” diyordu. Derken, gözü aydın olsun,
üzülmesin diye seni annene döndürdük.
(Sana baktı, büyüdün) ve (kazara) bir cana kıydın da biz seni kederden
kurtardık, seni sıkı bir denemeden geçirdik (ve kaçıp Medyen’e gittin).
Medyen halkı içinde yıllarca kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir
edilmiş bir zamanda (Tûr’a) geldin ey Mûsâ!”
41.
“Ben seni kendim için seçtim.”
42.
“Sen ve kardeşin mucizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni anmakta
gevşeklik göstermeyin.”
43.
“Firavun’a gidin. Çünkü o azmıştır.”
44.
“Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.”
45.
Mûsâ ve Hârûn, şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun bize karşı
aşırı davranmasından yahut azmasından korkuyoruz.”
46.
Allah, şöyle dedi: “Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitirim ve
görürüm.”
47.
“Ona gidin ve şöyle deyin: ‘Şüphesiz biz Rabbinin elçileriyiz.
İsrailoğullarını (serbest bırak ve) bizimle gönder. Onlara işkence etme.
Sana Rabbinin katından bir mucize getirdik. Selâm, doğru yola uyanlara
olsun.’ ”
48.
“Şüphesiz bize, azabın yalanlayan ve yüz çevirenlere olacağı vahyolundu.”
49.
Firavun, “Sizin Rabbiniz kim, ey Mûsâ?” dedi.
50.
Mûsâ, “Rabbimiz, her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra
onlara yol gösterendir” dedi.
51.
Firavun, “Ya geçmiş nesillerin hâli ne olacak?” dedi.
52.
Mûsâ, şöyle dedi: “Onlar hakkındaki bilgi Rabbimin katında bir kitapta
(Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır. Rabbim, yanılmaz ve unutmaz.”
53.
“Rabbim, yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve size gökten
yağmur indirendir.” Böylece onunla sizin için yerden türlü türlü bitkileri
çift çift çıkardık.
54.
Yiyin, hayvanlarınızı yayın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah’ın
varlığını ve birliğini gösteren) deliller vardır.
55.
(Ey insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz
ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.
56.
Andolsun, biz ona (Firavun’a) bütün mucizelerimizi gösterdik de o bunları
yalanladı ve reddetti.
57.
Şöyle dedi: “Ey Mûsâ! Sihrin ile bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?”
58.
“Biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle
bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de caymayacağımız bir
buluşma vakti belirle.”
59.
Mûsâ, “Buluşma vaktimiz, bayram günü, insanların toplandığı kuşluk vaktidir”
dedi.
60.
Bunun üzerine Firavun ayrılıp, hilesini kuracak sihirbazlarını topladı,
sonra geldi.
61.
Mûsâ, onlara şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Allah’a karşı yalan
uydurmayın, yoksa sizi azap ile yok eder. Allah’a karşı yalan uyduran
mutlaka hüsrana uğramıştır.”
62.
Sihirbazlar, işlerini kendi aralarında tartıştılar ve gizli gizli
konuştular.
63.
Şöyle dediler: “Şüphesiz bu ikisi, sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak
ve en üstün olan dininizi ortadan kaldırmak isteyen birer sihirbazdırlar.”
64.
“Öyleyse, hilelerinizi toplayın (birbirinize destek olun) sonra sıra
hâlinde gelin. Bu gün üstün gelen muhakkak başarıya ulaşmıştır.”
65.
Sihirbazlar: “Ey Mûsâ! Ya önce atmayı tercih edersin, ya da ilk atan biz
oluruz” dediler.
66.
Mûsâ: “Yok, (önce) siz atın” dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve
değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi
görünüyor.
67.
Bunun üzerine Mûsâ, içinde bir korku hissetti.
68.
Şöyle dedik: “Korkma (ey Mûsâ!). Çünkü, sensin en üstün olan.”
69.
“Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz
yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa
eremez.”
70.
(Mûsâ’nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar
hemen secdeye kapandılar ve, “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” dediler.
71.
Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha!
Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin
ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma
dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış,
mutlaka göreceksiniz.”
72.
Sihirbazlar şöyle dediler: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana
seni asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu
dünya hayatında hüküm verirsin.”
73.
“Şüphesiz ki biz; günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri affetmesi
için, Rabbimize inandık. Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlı ve daha
kalıcıdır.”
74.
Şüphesiz, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem
vardır. Orada ne ölür, ne de (güzel bir hayat) yaşar.
75,76.
Her kim de O’na salih ameller işlemiş bir mü’min olarak varırsa, işte onlar
için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyyen
kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan temizlenenlerin
mükâfatıdır.
77.
(Firavun’un imana yanaşmaması üzerine) Mûsâ’ya, “Kullarımı
(İsrailoğullarını) geceleyin (Mısır’dan) yürütüp çıkar. Yakalanmaktan
korkmaksızın, endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç” diye
vahyettik.
78.
Bunun üzerine Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü de, deniz
onları görülmedik bir şekilde kuşatıp yuttu.
79.
Firavun, halkını saptırdı, onlara doğru yolu göstermedi.
80.
(Allah, şöyle dedi:) “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık, size
Tûr’un sağ yanını va’dettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik.”
81.
“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helâl olanlarından yiyin. Bu
konuda aşırı da gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. Gazabım da kimin
üzerine inerse, o muhakkak helâk olmuş demektir.”
82.
“Şüphe yok ki ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da
doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim.”
83.
(Mûsâ, Tûr’a varınca): “Seni, acele ile kavminden uzaklaştıran nedir, ey
Mûsâ?” (dedik.)
84.
Mûsâ, şöyle dedi: “Onlar, işte onlar hemen arkamdalar. Rabbim! Sen hoşnut
olasın diye, acele ederek sana geldim.”
85.
Allah, “Şüphesiz, biz senden sonra halkını sınadık; Sâmirî onları saptırdı”
dedi.
86.
Bunun üzerine Mûsâ, öfke dolu ve üzgün bir hâlde halkına döndü. “Ey kavmim!
Rabbiniz, size güzel bir vaadde bulunmadı mı? (Ayrılışımdan sonra) çok zaman
mı geçti, yoksa üzerinize Rabbinizden bir gazap inmesini mi istediniz de
bana verdiğiniz söze uymadınız (ve buzağıya taptınız)?” dedi.
87.
Şöyle dediler: “Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymış değiliz.
Fakat biz Mısır halkının mücevheratından yüklü miktarlarda takınmıştık. İşte
onları ateşe attık. Sâmirî de aynı şekilde attı.”
88.
Böylece (Sâmirî) onlar için böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya
çıkardı. (Sâmirî ve adamları) “Bu sizin de ilâhınızdır, Mûsâ’nın da
ilâhıdır. Öyle iken Mûsâ, (ilâhını burada) unuttu (da onu Tûr’da aramaya
gitti)” dediler.
89.
Onlar bu heykelin, sözlerine karşılık vermediğini, kendilerinden hiçbir
zararı uzaklaştıramayacağını ve onlara hiçbir fayda sağlayamayacağını
görmezler mi?
90.
Andolsun, Hârûn onlara daha önce şöyle demişti: “Ey kavmim! Siz bununla
yalnızca imtihan edildiniz. Doğrusu sizin Rabbiniz ancak Rahmân’dır. Öyleyse
bana uyun ve emrime itaat edin.”
91.
Onlar da, “Mûsâ bize dönünceye kadar buzağıya ibadet etmeye devam edeceğiz”
dediler.
92,93.
Mûsâ, (Tûr’dan dönünce) şöyle dedi: “Ey Hârûn! Saptıklarını gördüğün zaman
bana uymana ne engel oldu? Yoksa emrime karşı mı geldin?”
94.
Hârûn: “Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının
arasını açtın, sözüme uymadın demenden korktum” dedi.
95.
Mûsâ, “Ya senin derdin neydi ey Sâmirî?” dedi.
96.
Sâmirî, şöyle dedi: “Ben onların görmediği şeyi gördüm. Elçinin izinden bir
avuç avuçladım da onu attım. Böyle yapmayı bana nefsim güzel gösterdi.”
97.
Mûsâ, “Çekil git! Artık sen hayatın boyunca (hastalanıp) “Bana dokunmak
yok!” diyeceksin.
Senin için, asla kaçamayacağın bir ceza daha var. Hele şu ibadet edip
durduğun ilâhına bak! Biz onu elbette yakacağız ve onu muhakkak denize
savuracağız.
98.
Sizin ilâhınız ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O,
ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.
99.
(Ey Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz.
Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir (Kur’an) verdik.
100.
Kim ondan yüz çevirirse şüphesiz ki o, kıyamet gününde ağır bir günah yükü
yüklenecektir.
101.
Onlar o günahın cezası içinde ebediyen kalacaklardır. Sûra üfürüleceği gün,
bu ağır yük onlar için ne kötü bir yüktür!
102.
O gün günahkârları, (gözleri korkudan donup) gömgök kesilmiş olarak
haşredeceğiz.
103,104.
Aralarında birbirlerine “(Dünya’da) sadece on (gün) kaldınız” diye gizli
gizli konuşacaklar. -Onların, hakkında konuşacakları şeyi biz daha iyi
biliriz.- O vakit içlerinden en aklı başında olanları, “Siz sadece bir gün
kaldınız” diyecektir.
105.
(Ey Muhammed!) Sana dağların (kıyamet günündeki) hâlini soruyorlar. De ki:
“Rabbim onları toz edip savuracak.”
106.
“Onların yerlerini dümdüz, boş bir alan hâlinde bırakacaktır.”
107.
“Orada hiçbir çukur, hiçbir tümsek göremeyeceksin.”
108.
O gün kendisinden yan çizmek mümkün olmayan davetçiye (İsrâfil’e) uyarlar.
Sesler, Rahmân’ın azametinden dolayı kısılmıştır. Artık sadece fısıltı
işitebilirsin.
109.
O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının
şefaati fayda vermez.
110.
O, önlerindekini ve arkalarındakini (dünyadaki ve ahiretteki durumlarını)
bilir. Onların bilgisi ise Rahmân’ı kuşatamaz.
111.
Bütün yüzler; diri, yaratıklarına hâkim ve onları koruyup gözeten Allah’a
boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen, mutlaka hüsrana uğramıştır.
112.
Kim de inanmış olarak salih ameller işlerse, o, ne zulme uğramaktan korkar,
ne yoksun bırakılmaktan.
113.
İşte böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve Allah’a karşı
gelmekten sakınsınlar, yahut onlara bir uyarı versin diye onda tehditleri
teker teker sıraladık.
114.
Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce
Kur’an’ı okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de.
115.
Andolsun, bundan önce biz Âdem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme, diye)
emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.
116.
Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de, İblis’ten başka
melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan kaçınmıştı.
117.
Biz de şöyle dedik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir
düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.”
118.
“Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.”
119.
“Orada ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın.”
120.
Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını
ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”
121.
Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu
sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine
örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.
122.
Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.
123.
Allah, şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer
tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol
göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı
çeker.”
124.
“Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir
geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.”
125.
O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni
kör olarak haşrettin?”
126.
Allah, “Evet, öyle. Âyetlerimiz sana geldi de sen onları unuttun. Aynı
şekilde bugün de sen unutuluyorsun” der.
127.
Haddi aşan ve Rabbi’nin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız.
Şüphesiz ahiret azabı daha şiddetli ve daha kalıcıdır.
128.
Yurtlarında dolaşıp durdukları, kendilerinden önceki nice nesilleri helâk
etmiş olmamız, onları doğru yola iletmedi mi? Şüphesiz bunda akıl sahipleri
için ibretler vardır.
129.
Rabbin tarafından daha önce söylenmiş bir hüküm ve belirlenmiş bir süre
olmasaydı, onlar da hemen cezalandırılırlardı.
130.
O hâlde, onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan ve batışından
önce Rabbini hamd ile tespih et. Gece vakitlerinde ve gündüzün uçlarında da
tespih et ki hoşnut olasın.
131.
Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü
olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha
kalıcıdır.
132.
Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz.
Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten
sakınmanındır.
133.
İnanmayanlar, “Doğru söylediğine dair bize Rabbinden açık bir delil (bir
mucize) getirse ya!” dediler. Önceki kitaplarda olanların apaçık delili
(olan Kur’an) onlara gelmedi mi?
134.
Eğer biz onları o Kur’an’dan önce bir azap ile helâk etseydik mutlaka, “Ey
Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber gönderseydin de alçalıp rezil olmadan
önce âyetlerine uysaydık” derlerdi.
135.
Ey Muhammed, de ki: “Herkes beklemektedir, siz de bekleyin. Yakında kimin
düz yolun sahipleri olduğunu, kimin doğru yolu bulduğunu bileceksiniz!”