Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Ahiret Günü MAHŞER

Ahiret Günü  MAHŞER (TOPLANMA YERİ)

Allah, yeryüzünde tüm yarattığı varlıkları yeniden dirilttikten sonra, insanlar da kabirlerinden kalkınca, hepsi de oldukları gibi haşre yani toplanma yerine gidecek­lerdir. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Sur’a üfürülür; işte bu, geleceği vaad edilen gündür. Herkes yanında bir sürücü ve bir şahitle beraber gelir. Andolsun sen bundan gaflette idin; derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir, denir.” (Kaf, 50/20–22)

يَوْمٌ مَجْمُوعٌ لَهُ النَّاسُ وَذَلِكَ  يَوْمٌ مَشْهُودٌ

Yüce Allah buyuruyor: “O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün bütün yaratılmışla­rın hazır bulunduğu bir gündür.” (Hud, 11/103) لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلَى يَوْمِ الْقِيَمَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ

Her şeyden münezzeh olan Allah buyuruyor: “Sizi, var­lığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette topla­yacaktır.” (Enam, 6/12)

Nasıl insanlar mahşerde toplanıp hesap vereceklerse aynen diğer canlılar da toplanıp hesap vereceklerdir. Nitekim Rabbimiz buyuruyor ki:

Vahşi hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde,” (Tek­vir, 81/5)

İşte burada görüldüğü gibi yarın kıyamet gününde tüm yaratılmışlar mahşer yerine, toplanma mahalline sevk oluna­caklardır. Onlar o günde, işledikleri ameller bakımından oraya farklı konumlarda gönderileceklerdir. Kimi binitli ola­rak, kimi yaya bir şekilde, kimi yüz üstü sürünerek oraya gelecektir. Böylece üç gurup halinde geleceklerdir. Kaldı ki Allah bu durumu Vakıa suresinin baş taraflarında zaten açıklamıştır. Allah şöyle buyuruyor: وَكُنْتُمْ اَزْوَاجًا ثَلاَثَةً

Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Soldakiler, ne bahtsızdırlar on­lar! Hayırda önde olanlar, ecirde de öndedirler. İşte bun­lar Allah’a en yakın olanlardır.” (Vakıa, 56/7–11)

Bu sınıflardan “Sabikun” adını alanlar, Resuller, Nebiler, Sıddikler ve şehitlerdir. Bu gurupta olanların tamamı binitli olarak mahşer yerine gideceklerdir. Nitekim Kur’an’a şöyle buyruluyor:

Takva sahiplerini heyet halinde çok merhametli olan Allah’ın huzurunda topladığımız, günahkârları da susuz olarak cehenneme sürdüğümüz gün, Rahman olan Allah nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefaate güçleri yetmeyecektir.” (Meryem, 19/85–87)

Sağdakilerden kasıt, tüm inananlardır. Bu gurupta yer alan müminler mahşer yerine yaya olarak gideceklerdir.

Soldakiler ise kâfirlerle münafık olanlardır. İşte bunlar da mahşer yerine yüzükoyun sürünerek gideceklerdir. Nite­kim Allah bunlar hakkında şöyle buyuruyor:

وَمَنْ يَهْدِ اللهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِهِ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيَمَةِ عَلَى وَجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّا مَأْوَيهُمْ جَهَنَّمُ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَعِيرًا

Kıyamet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşrederiz.” (İsra, 17/97)

Ebu Hureyre’den Tirmizi’nin yaptığı rivayete göre, Ebu Hureyre Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

Kıyamet gününde insanlar üç sınıf olarak haşroluna­cak­lardır. Bunlardan biri yaya olarak, biri binitli olarak, üçün­cüsü de yüzükoyun sürünerek mahşere ge­leceklerdir. Allah Resulüne, ey Allah’ın Resulü! Yüzükoyun nasıl mahşere yürüyüp geleceklerdir, diye sorulunca, şöyle buyurmuştur: Şüphesiz onları ayakları üstünde yürüten Allah, elbette yüzükoyun da süründürerek yürütür. Ancak bunlar yüzüstü sürünerek giderlerken yüzlerini her türlü taş-tümsekten ve dikenden sakınırlar.[1][1]

İşte o günde müminler yüzleri bembeyaz olarak, mutlu­luktan parıldayarak mahşer yerine geleceklerdir.

Kâfir ve münafık olanlar ile mücrim denilen suçlular ise, bunlar yüzleri simsiyah olarak, rezillikten ve utançtan yüzleri bozararak mahşer yerine geleceklerdir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur: -105, يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَاَمَّا الَّذِينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ اَكَفَرْتُمْ  بَعْدَ اِيمَانِكُمْ

Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü düşünün.” (Ali İmran, 3/106, 107)

Başka bir ayette de Allah şöyle buyuruyor: “O gün bir takım yüzler parlak, güleç ve sevinçlidir. Yine o gün bir takım yüzleri de keder bürümüş, hüzünden kapkara ke­silmiştir. İşte bunlar kâfirlerdir, günahkârlardır.” (Abese, 80/38–42)

Nitekim Sabikun denilen ve daha önce de belirttiğimiz gibi birinci sırada yer alan bu kimselere gelince, bunlara, melekler tarafından kendilerine getirilen cennet elbiselerin­den giydirilecektir.

Buhari ile Müslim ve başkaları İbn Abbas’tan rivayet edi­yorlar. İbn Abbas (ra) diyor ki, Allah Resulü (as) şöyle bu­yurdu:

Dikkat edin ve iyi dinleyin! Kıyamet gününde yara­tılmışlar arasında ilk defa kendisine elbise giydirilecek olan kimse İbrahim (as) peygamberdir.[2][3] لاَ يَحْزُنُهُمُ  الْفَزَعُ  اْلاَكْبَرُ وَتَتَلَقَّيهُمُ الْمَلَئِكَةُ هَذَا يَوْمُكُمُ الَّذِى كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

Melekler kabirlerinden kalkan müminleri karşılarlar ve onları cennetle müjdelerler. Nitekim Hak Teala şöyle buyu­ruyor: “En büyük dehşet dahi onları tasalandırmaz. Me­lekler kendilerini şöyle karşılar: İşte bu size vaat edilmiş olan mutlu gününüzdür.” (Enbiya, 21/103)

İnsanların mahşer yerine sevk olunmalarından sonra, Allah burada tüm yaratılmışları toplayacaktır. Burada onlar uzun bir süre bekletilirler. Denilene bakılırsa yetmiş yıl kadar bir süreyle bekletilirler. Hatta, haklarında hüküm verilene dek daha fazla bir süre ile bekletileceklerdir, diyenler de vardır. Artık burada dertler, korku ve endişeler olabildiğince ağırdır. Burada rezil olmak, azap ile cezalanmak da dâhil her türlü sıkıntı vardır. 

İşte şimdi sana buradan itibaren de kıyamet sahnelerini anlatmaya çalışacağım. Allah bizi ve seni, Müslümanları o günü dehşetinden ve azabından bizleri korusun. Âmin.

 

MAHŞER YERİNDE İNSANLARIN DURUMU

Daha önceki belirttiğim gibi, insanların dümdüz ve bem­beyaz, arı ve duru bir arazinin üzerinde toplanacağını öğrenmiştin. Buradaki bekleyişlerinin oldukça uzun bir süre olacağını, haklarında kesin karar çıkana dek burada bekleti­leceklerini okumuştun. Melekler halkalar şeklinde yedi kez olmak üzere saf halinde çevrelerini kuşatmış bir halde bekle­tileceklerdir. Tüm gök melekleri saf halinde olacaklardır. Nitekim Allah şöyle buyuruyor: كَلاَّ اِذَا دُكَّتِ اْلاَرْضُ دَكًّا دَكًّا

Ama yeryüzü parça parça döküldüğü, Rabbinin emri geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman her şey ortaya çıkacaktır.” (Fecr, 89/21–22)

İşte gökteki melekler diğer yaratılmışları böylece kuşata­caklardır. Bildiğin gibi zaten gök de yok olup gidecektir. An­cak mahşer yerinde bekleme mahallinde beklemekte olanlar esasen işledikleri amellere göre farklı farklı konumdadırlar. İşte bu bekleme yerinde insanların dünyada işledikleri amel­ler ortaya çıkacaktır, hiçbir şey hiçbir kimseye gizli kalmaksı­zın meydana çıkmış olacaktır. Nitekim Yüce Mevla şöyle bu­yuruyor: يَوْمَ تُبْلَى السَّرَآئِرُ

Gizlenenlerin ortaya döküldüğü günde insan için ne bir güç ne de bir yardımcı vardır.” (Tarık, 86/9–10)

Burada öncelikli olarak gündeme getirmek istediğim husus, bekleme yerinde olan korkular olacaktır. Bundan sonra da orada insanların farklı farklı konumlarda bekledikle­rini açıklamaya çalışacağım.

Ey kardeşim! Şunu unutma ki, o bekleme gününde kor­kulanın en başında olacak olan şey, güneşin insanın başı üzerine bir mil mesafeye kadar yaklaşacağıdır. Neredeyse aşırı sıcaklıktan ve hararetten ötürü insanın beyninin fokur fokur kaynatacaktır. Nasıl kaynatmasın ki, o güneşin ısısı yüzde yirmi milyon derece ile değerlendiriliyor.

Müslim, Mikdat’dan (ra) rivayet ediyor. Mikdat demiş ki, Allah Resulü’nden (as) şöyle buyururken dinledim:

Kıyamet gününde güneş insanlara bir mil mesafe kalıncaya dek yaklaştırılır.[3][1]

Ravi Süleym b. Amir diyor ki, ben, hadiste sözü edilen “mil” ifadesinin kara mili mi yoksa göze süre çekilen mil mi olduğunu bilemiyorum. Hadisin devamı şöyledir: “O günde insanlar dünyadaki amellerine göre ter içerisinde kalacaklardır. Kiminin ter yüksekliği topuklarına kadar, kiminin dizlerine kadar, kiminin ise ter –eliyle ağzını işaret ederek- ta ağızlarına gem vuracak kadar ulaşır.[4][2]

İşte o günde insanlardan akan ter, yetmiş arşın olarak ta yerin dibine inecektir. Buhari ile Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre’nin dediğine göre Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde insanlar öylesine terleyecekler ki, onların teri yetmiş arşın derinliğine ula­şır. Ter onların ağızlarına adeta gem vurur da ta kulakla­rına kadar çıkar.[5][3]

İşte böyle bir sıkıntı ve azap içerisinde beklerlerken hepsi de, oradan kurtulmak için cehennem de olsa gidecekleri yer, bir an önce buradan ayrılıp gitmeyi isterler.

O kıyametin en büyük ve dehşet verici korkularından biri de, cehennemin mahşer yerine getirilmiş olmasıdır. Cehen­nemi oraya çekip getirmek için yetmiş bin halat bağlanmış ve her bir halatını da yetmişer bin melek çekmektedir. Nite­kim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: وَجِئَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ اْلاِنْسَانُ وَاَنَّى لَهُ الذِّكْرَى

O gün cehennem getirilir. İnsan yaptıklarını birer bi­rer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var! İşte o zaman insan: ‘Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!’ der. Artık o gün, Allah’ın edeceği azabı kimse edemez. Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.” (Fecr, 89/23–26)

İbn Mesud’dan Müslim ile Tirmizi rivayet ediyorlar. İbn Mesud demiş ki: “O hesap gününde cehennem getirilir. Cehennemin yetmiş bin halatı vardır. Her bir halatını da çeken yetmiş bin melek vardır.[6][4]

Cehennem mahşer yerine getirildiğinde öylesine bir homurdanışı ve korkutucu bir sesi var ki, kimse dayanamaz. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:

اِذَآ اُلْقُوا فِيهَا سَمِعُوا لَهَا شَهِيقًا وَهِىَ تَفُورُ

Yüce Allah yine şöyle buyuruyor: “Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.” (Mülk, 67/7)

Cehennem ateşi bekleme yerinde olanlara yaklaştırıldı­ğında, ateşten bir boyun uzanır, böylece bazı insanları to­parlayıp yakalar ve ateşin içine çeker.

Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den rivayetine göre, demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde gören iki gözü, işiten iki kulağı ve konuşan dili bulunan bir bo­yun ateşten dışarıya doğru uzanır ve der ki: ‘Ben üç ki­şiye vekil olarak tayin olundum. Bunlardan ilki Allah ile birlikte başka ilahlar ve putlar edinenler, ikincisi inatçı olan her zorba ve bir de tasvir (heykel ve büst) yapanlara cezalandırmada vekil olarak görevlendirildim.[7][5]

İşte cehennemden uzanan boyun mahşer yerinde bek­lemekte olan bu kimselerin üzerine uzanır, oradakilerin ara­sından bu üç sınıf insanı tıpkı kuşun susam tanelerini topla­yıp yuttuğu gibi onları toplayıp yutar.

İşte mahşer yerinde bekleme alanında uzun bir bekle­yişle birlikte bir de bunlar olacaktır. Gözler belermiş, dışarı fırlamış olarak hesaplarının sonucunu beklerler. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:

Resulüm! Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak, Allah onları cezalandırmayı, korku­dan gözlerinin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Za­limleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe dikişmiş bir vaziyette koşarlar.” (İbrahim, 14/42–43)

O gün mahşer yerinde insanların oldukça farklı gurup­lara ayrılmış olmaları, amelleri bakımından durumlarının açığa çıkması ve rezil rusvay olmaları ise bir yanadır. Ancak Sabikun denilen ve ilk sınıfta yer alan, mahşer yerine binitli olarak gelen bu kimselerle birtakım müminler, bekleme ye­rinde o insan beynini kaynatan güneşin sıcaklığından uzak tutulacaklardır, hatta dahası onlar Rahman olan Allah’ın Arş’ının gölgesinde gölgeleneceklerdir. İşte ben burada sana bu makamı kazandıracak ve buna muvaffak kılacak bazı amellerden söz edeceğim ki, sen de yarın kıyamet gününde o Arş’ın gölgesinde yer alanlardan olasın.

Buhari ve Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:

Başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gü­nünde yüce Allah, yedi sınıf insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır. Şöyle ki:

1- Adaletli devlet başkanı,

2- Rabbine kulluk ve ibadet ederek tertemiz bir hayat içerisinde gelişip büyüyen genç,   

3- Kalbi mescitlere bağlı olan Müslüman,

4- Birbirlerini Allah için seven, bir araya gel­meleri de, ayrılmaları da Allah rızası için olan iki insan,

5- Güzel ve mevki sahibi bir kadının kendisiyle beraber olma arzusuna ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek onu ret edip ona yaklaşmayan kişi,

6- Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli olarak sadaka veren kimse ile

7- Tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken adam.[8][6]

İşte kıyamet gününde herkes güneşin yakıcı sıcaklığında kavrulurken sözü edilen bu yedi sınıf insan özel muamele görecekler ve Arş’ın altında gölgeleneceklerdir. Bunlardan kimisi de nurdan minberlere kurulup oturacaklardır. Bunlar Allah için birbirlerini sevenlerdir. Nitekim sahih olan kudsi hadiste bunların durumlarını yüce Allah şöyle açıklıyor:

“Benim Celal ve azametim adına birbirlerini sevenler için kıyamet gününde nurdan minberler kuracağım. Oysa bunla­rın kendileri peygamber ve şehit olmadıkları halde peygam­berler ve şehitler onlara imreneceklerdir.”

Mahşerde o bekleme yerinde bekleyenlere gelince bun­lardan kimisi, dünyada iken verdiği sadakasının gölgesinde gölgelenecektir. Sadakası onun üzerinde bir gölge gibi dura­cak ve onu güneşin hararetinden koruyacaktır. Kaldı ki bu konuda Allah Resulünden de (as) hadis gelmiştir. İçine dal­dıkları terleri ise, daha önceki sayfalarda öğrendiğin gibi o da insanların amellerine göre farklılık gösterecektir.

AMELLERİNE GÖRE İNSANLARIN DURUMU

Bir de herkesin dünyada işlediği amele göre olan du­rumu vardır. Bu da herkesin amel durumuna göre orada görülecektir. Örneğin kâfirler, gözleri kör ve yüzleri siyahlaş­mış olarak geleceklerdir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurur:

Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben hakikaten görür idim! der. Allah buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana ayetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bu gün de aynı şekilde sen unutulu­yorsun” (Ta-Ha, 20/124–126)

Yine Allah Teala buyuruyor: “Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür, üstelik iyice yolunu şaşırmış­tır.” (İsra, 17/72)

İşte kâfirler bu şekilde yüzleri kapkara olacak olanlardır. Gözleri de kördür. Evet, kâfirlerle münafıkların, ikiyüzlü in­sanların hali kıyamet gününde bu olacaktır. Bir de tevbe etmeyip de asi olan bir takım kimseler de vardır ki onların da durumlarına göre amellerinin eseri görülecektir.

Kibir ve gurur sahibi olan, büyüklük taslayan kimselerin mahşerdeki durumuna gelince, bunlar adeta karıncadan küçük böcekler halinde olacaklar ve mahşer yeri halkı tara­fından ayaklar altında kalacaklar ve üzerlerinden çiğnenin geçilecektir. Böylece aşağılanıp hakarete uğrayacaklardır. Nitekim bunlar hakkında bir hadisi şerifte şöyle buyruluyor:

Büyüklük taslayanlar, kıyamet gününde tıpkı küçü­cük böcekler gibi ayaklar altında kalacaklar ve mahşer yerindeki insanların ayakları altında çiğnenecekler.[9][7]

Faiz yiyenler de kıyamet gününde adeta cin çarpmış gibi olacaklardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:

Faiz yiyenler, kabirlerinden, şeytan çarpmış kimse­lerin cinnet nöbetlerinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların ‘Alım satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzünden­dir. Oysaki Allah, alım satımı helal, faizi haram kılmıştır.” (Bakara, 2/275)

Herhangi bir ihtiyaçları olmadığı halde sırf keyfi olarak dilenen yüzsüzlere gelince, bunların da yüzlerinde sırf ke­mikten başka et namıyla bir şey olmayacaktır. Nitekim İbn Ömer’den Buhari ve Müslim rivayet ediyorlar. İbn Ömer di­yor ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:

Kişi insanlardan hep dilene dilene sonunda kıyamet gününde mahşer yerine yüzünde bir parça et olmaksızın çıkıp gelecektir.[10][8]

Zekâtını vermeyenlere gelince, bunların mahşer yerin­deki durumu, zekâtını vermedikleri mallar ile azap görecek­lerdir. Verilmeyen zekat ister nakit türünden olsun, ister deve, sığır veya koyun türünden olsun, bunların cezalandı­rılmaları da bu türden olacaklardır. İnsanlar bekleme yerinde onların hallerine şahit olacaklardır.

Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! Bu paralar cehen­nem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki: ‘İşte bu kendini için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!’” (Tevbe, 9/34–35)

İşte bu anlattıklarımızdan Allah’a ait olan bazı haklar. Onları burada göstermiş olduk.

Bir de kula hakları vardır. Onlara karşı işlenen haksızlık­lar vardır. Kul hakkıyla mahşere gelenler o günde, kime karşı haksızlık yapmışlarsa onu sırtlarında taşıyarak üzerinde borç yükü olduğu halde geleceklerdir. Nitekim yüce Allah bu ko­nuda şöyle buyurmaktadır:

Onlar günahlarını sırtlayarak gelecekler. Dikkat edin! Yüklendikleri şey ne kötüdür!” En’am, 7/31)

Bir diğer ayette de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim emanete, İslam devleti malına hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahını boynuna asılı olarak gelir.” (Ali İmran, 3/161)

Şimdi de bir diğer ayet, yüce Allah burada şöyle buyur­maktadır: “Yükü, günahı ağır gelen kimse onu taşıması için başkasını çağırsa, bu çağırdığı kimse akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez.” (Fatır, 35/18)

Buhari ile Müslim Ebu Hamid Saidi’den rivayet ediyorlar. Rivayete göre Peygamber (as) şöyle buyurmaktadır:

Allah’a yemin ederim ki, sizden her kim haksız bir şekilde birinden bir şey alacak olursa, o kıyamet gü­nünde o aldığı şeyi üzerinde taşımak suretiyle Allah’ın huzuruna gelecektir. Eğer haksız bir şekilde aldığı şey bir deve ise, adamın sırtında deve ses çıkararak, aldığı şey bir sığır ise, adam sırtında o sığırığüre böğüre taşıyıp mahşer yerine gelecektir, Eğer haksızlık ettiği şey bir koyun ise, adam sırtında koyun meleyerek huzura gele­cektir.” Allah Resulü (as) daha sonra koltuk altlarının beyaz­lığı gözükene dek ellerini havaya kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Allah’ım! Tebliğ ettim mi?[11][10]

Hatta yaptığı haksızlık bir arazi ise, bir toprak ise, kıya­met gününe onu yedi kat toprak olarak sırtında taşıyıp hu­zura gelecektir.

Buhari ile Müslim Hz. Aişe annemizden rivayet ediyorlar, rivayete göre Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:

Kim bir karış yer kadar bir kimseye haksızlık ederse, kıyamet gününde o toprak yedi kat olarak onun boynuna dolandırılmış bir halde mahşere gelir.”[12][11]

NAMAZ

Namaz ve namazın tesirlerine gelince, o da şöyledir. Namaz kılanlar mahşer yerine yüzleri, elleri ve ayakları nur­dan parlar bir vaziyette geleceklerdir. Yüce Allah şöyle buyu­ruyor:

Münafık erkeklerle münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine: Artık dönün de bir ışık arayın! denilir.  Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bu­lunan kapılı bir sur açılır. (Hadid, 57/13)

Nitekim Peygamber’den (as) de sahih olarak gelen riva­yette, Peygamber (as): “Namaz nurdur” diye buyurmuştur.[13][14]

Buhari, Müslim ve Nesai Ebu Hureyre’den rivayet edi­yorlar. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:

Benim ümmetim kıyamet gününde abdest eserle­rinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları da sekili ola­rak çağrılacaklardır. Artık kim daha çok bu parlaklığını artırmak isterse, hemen durmasın bunu yapsın.[14][15]

Doğrusu bu işaret ve alametler sadece Muhammed üm­metine has olacaktır, diğer peygamberlerin ümmetle­rinde böyle bir özellik olmayacaktır.

ORUÇ

Dünyada iken oruç tutanların kıyamet gününde durum­ları ne gelince, bu da şöyle olacaktır. Ağızlarından adeta misk kokusu gibi koku yayılacaktır. Ebu Hureyre’den Buhari ile Müslim rivayet ediyorlar. Demiş ki Ebu Hureyre, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:

Muhammed’in varlığı elinde olan Allah’a yemin ede­rim ki, Allah katında oruçlu kimsenin ağız kokusu, misk kokusundan daha güzeldir.[15][19]

Kardeşim, Allah her ikimizi de, bir daha susuzluk çek­memek üzere Peygamberimiz Muhammed’in (as) havuzun­dan su içmeyi nasip kılsın. Şunu da unutmamak gerekir ki, bu havuzdan ancak İslam şeriatına, efendimiz Muhammed’in (as) yoluna uyanlar su içebileceklerdir. Onun dışından hiçbir kimse buradan su içemeyecektir. Nitekim Buhari ile Müs­lim’in İbn Mesud’dan rivayetlerine göre, İbn Mesud demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:

“Ben havuz başına sizden önce geleceğim. Sizden kimi kişiler benim yanıma kadar çıkıp geleceklerdir. Ben de tam onlara dönüp kendilerine havuzdan su içirmek üzere iken, melekler hemen onları benden çekip uzaklaştırırlar. Ben de: ‘Rabbim! Onlar benim ashabımdırlar’ derim. Bu arada ken­disine denilir ki: ‘Sen, onların enden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun.’ Bunun üzerine ben de: ‘Öyleyse benden sonra dinde değişiklik yapanlar benden uzak durun, bana yaklaş­mayın’ derim.”[16][21]

Bu durum mahşer yerinde hesap için beklerlerken ve bu bekleyişin uzun sürmesi, tahammül gücünün kalmaması üzerine meydana gelecektir. Senin de bildiği gibi bu sıkıntı, bu aşırı sıcaklık ve şiddet, bir de güneşin o yakıcı şiddeti ki bu cehennem ateşinden bir parçadır, devam ederken henüz aralarında Allah hükmünü vermiş, hesapları bitmemiştir.

İşte böyle bir durumda iken onlar, bu defa bir an önce yaratılmışların arasında hükmünü vermesi için Allah katında kendilerine şefaat edebilecek, aracı olabilecek birilerini ara­maya koyulurlar. Bu amaçla önce Âdem’e (as), sonra sıra­sıyla Nuh’a (as), İbrahim’e (as), Musa’ya (as) ve İsa’ya (as) gidecekler, kendileri için Allah katında şefaatçi olmalarını isteyeceklerdir. Ancak bunların hepsi de kendilerince bir takım mazeretler ileri sürecekler ve böyle bir şeyi yapamaya­caklarını söylerler. Netice onlardan hiçbiri böyle bir işi yapa­mayacağını söylemeleri üzerine, bu işin ancak efendimiz Muhammed’in (as) yapabileceğini öğrenmeleri üzerine, he­men efendimiz Muhammed’e (as) gelirler. O da, “evet, bu işi ben yaparım, bu benim işimdir. Bu, yüce Allah’ın bana ver­meye söz verdiği makamı Mahmud’dur, övgüye değer en yüce makamdır, der. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmakta­dır:

Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Böylece Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin.” (İsra, 17/79)

Ebu Hureyre’den Buhari, Müslim ve daha başkaları riva­yet ediyorlar. Demiş ki: “Biz, Allah Resulü (as) ile birlikte bir davette idik. Derken sofraya et kondu, ona bir but sunuldu. Allah Resulü (as) bunu çok severdi. Derken bundan bir par­çaya yemeye başladı ve şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde ben tüm insanların seyyidiyim, efen­disiyim. Bunun neden böyle olacağını biliyor musunuz? Çünkü: Allah da bütün insanları, öncekilerle sonrakilerin tamamını düz ve geniş bir alanda toplar. Öyle bir alan ki, bakan biri, orada toplananların tamamını görebilecek ve seslenen biri de oradakilerin tümüne sesini duyurabilecek bir yerdir. Diğer taraftan güneş de tüm sıcaklığıyla onların baş­ları üzerine yaklaşacak. İnsanlar, tasalarından, keder ve sı­kıntılarından dolayı artık güç ve takatlerinin kalmayacağı, tahammüllerinin biteceği bir noktaya, dayanamaz bir ko­numa geleceklerdir. İşte tam böyle bir anda insanlar; başı­nıza gelen bu sıkıntıyı görmüyor musunuz? Siz, Rabbiniz katında size şefaat edebilecek, aracılık yapabilecek birine bakmayacak mısınız? Bu durum karşısında mahşer yerinde toplanmış olanlardan kimisi kimisine; İşte atanız Âdem (as). Ona gidelim, diyecekler. Hemen doğruca ona varacaklar ve kendisine şöyle diyecekler; Ey Âdem, sen beşerin, tüm in­sanların atasısın, Allah, seni eliyle yarattı. Ruhundan sana üfledi, meleklere emir verdi, onlar da sana secde ettiler. Al­lah seni cennete yerleştirdi. Rabbin katında bize şefaat etme­yecek misin? Şu anda başımıza gelenleri, şu çektiğimiz sı­kıntıyı bilmiyor musun?

Âdem’in (as) şu cevabı verir; Rabbim, bugün öyle bir şe­kilde gazaplanmış ki, ne bundan önce böyle öfkelendi ve ne de bundan sonra böyle öfkelenecek. Çünkü Allah bana bir ağacı yasakladı, ben ise ona karşı geldim. Bugün ben ancak kendimi düşünüyorum, ben, nefsim, nefsim, nefsim diyo­rum. İyisi siz benden başkasına, Nuh peygamber’e gidin, der. Onlar da hemen Nuh’a (as) gelirler ve ona: “Sen yeryü­züne gönderilen ilk Resulsün, Allah sana, şükreden kul adını vermiştir. Şu halimizi görmüyor musun? Başımıza gelenleri bilmiyor musun, Rabbin katında bize şefaatte bulunsan ol­maz mı?” derler.

Nuh (as) şu cevabı verir: Rabbim bugün öylesine öfke­lenmiştir ki, ondan önce ne birisine öfkelendi, ondan sonra da öylesine birine öfkelenmeyecektir. Kaldı ki benim kavmim aleyhinde bir bedduam olmuştu. Ben bugün sadece kendimi düşünüyorum, vah benim halim, vay başıma gelecek olan­lara, vay nefsime! En iyisi siz benden başkasına, İbrahim’e (as) gidin. Onlar da hemen İbrahim Peygambere gelirler ve ona derler ki:

Ey İbrahim, sen yeryüzünde Allah’ın peygamberi ve Halilisin, Rabbin katında bizim için şefaatçi ol, şu anda ne durumda olduğumuz görmüyor musun?

İbrahim (as) onlara şöyle der: Doğrusu Rabbim bugün öylesine gazaplanmıştır ki, bundan önce kimseye böylesine gazaplanmamıştır. Oysa ben üç kez yalan söyledim. Ben bugün kendi derdimdeyim. Vay başıma geleceklere, vay halime ve vay nefsime! En iyisi siz benden başkasına, Musa’ya gidin, der. Onlar da hemen Musa Peygambere ge­lirler ve ona derler ki:

Ey Musa! Sen Allah’ın elçisisin, Allah seni risaletiyle ve insanlara karşı seninle konuşmakla seni üstün kıldı. Rabbin nezdinde bize şefaatçi ol, şu anda ne durumda olduğumuzu bilmiyor musun? Musa (as) onlara der ki:

Rabbim bugün öylesine gazaplanmıştır ki, bundan önce kimseye öylesine öfkelenmediği gibi, bundan sonra da böy­lesine öfkelenmeyecektir. Oysa ben, öldürülmesi konusunda emir almadığım halde birini öldürdüm. Şu anda kendimi, evet kendimi düşünüyorum. Siz benden başkasına, İsa pey­gambere gidin.  Hemen İsa Peygambere giderler ve ona şöy­le derler:

Sen Allah’ın Resulüsün ve sen Allah’ın kendisini Mer­yem’e ilka ettiği kelimesi ve ondan bir ruhsun, insanlarla henüz beşikte iken konuşansın. Şu anda içinde bulunduğu­muz hali bilmiyor musun? Rabbin katında bize şefaatçi ol. İsa (as) da onlara şöyle der:

Şüphesiz Rabbim bugün öylesine kızgındır ki, ne bun­dan önce birine böylesine kızmış ve ne de bundan sonra kı­za­caktır. Ben bugün sadece kendimi, evet kendimi düşü­nüyorum, der. Ancak İsa (as) kendisiyle alakalı herhangi bir suçtan söz etmez. Onlara siz benden başkasına, Muham­med’e (as) gidin, der.

Onlar da ona gelirler ve derler ki: “Ey Muhammed! (as) sen Allah’ın resulüsün ve sen peygamberlerin sonuncusu­sun. Allah senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını da af­fetmiştir. İçinde bulunduğumuz şu durumuzu bilmiyor mu­sun? Ne olar Rabbin katında bize şefaatçi ol!”

Peygamberimiz (as) diyor ki, işte bunun üzerine ben derhal Arş’ın altına gider, hemen Rabbim için orada secdeye kapanırım, derken Rabbim secdede bana kendisine yapıla­cak hamdlerin öylesine güzel olanlarını, öylesine övgüleri ilham edecek ki, benden önce hiçbir kimseye açmadığı bir güzelliği açacak ve ben öylece Rabbime yakaracağım. Sonra denecek ki:

Ey Muhammed! Kaldır başını, iste, istediğin verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır. Ben de başımı kaldıra­cağım ve şöyle diyeceğim:

Rabbim! Ümmetim! Rabbim! Ümmetimin hali ne ola­cak! diye şefaat isteğimi dile getiririm. Bu arada şöyle denilir; ey Muhammed! Ümmetin içerisinden hesaba çekilmeyecek olanları al, onları cennetin kapılarından olan sağ kapısından içeri sok. Aslında bu kimseler cennetin diğer kapılarından oradan girecek olanlarla gir hakkını elde etmiş olanlardır.

Daha sonra Peygamber (as) şöyle devam etti: “Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, cennetin kapı kanatla­rından ikisi arasındaki mesafe Mekke ile Himyer arası veya Mekke ile Busra arası kadardır.”[17][22]

İşte bu, Allah’ın Resulü Muhammed’e (as) vermeyi vaat ettiği Makamı Mahmud, en yüce makamdır. İnsanların önce Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (as) gelmeyip de diğer peygamberlere teker teker uğramalarının sebebi, Kıyamet gününde Peygamberimizin faziletini ve diğer peygamberler olan üstünlüğünü göstermek.  Devamı  

YAZAR: Kadir Hatipoglu - Mart 16 2013 18:05:13 · Adobe Reader Belgesi · Microsoft Word Belgesi · Yazdır
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.03 saniye 14,871,159 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024