| Önceki Bölüm İçin Tıkla
Kullar Arasında Hesabın Görülmesi
Yaratılmışlar arasında hesabın görülmesi ve yargının sonuçlanmasına Allah’ın izin vermesiyle, bu konuda ilk hesaba çağrılacak olanlar peygamberlerdir. Peygamberlere, aldıkları görevin gereğini yapıp yapmadıkları, vazifelerini yerine getirip getirmedikleri sorulacaktır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de sorguya çekeceğiz.” (Araf, 7/6)
Peygamberler, biz, Rabbimizden aldığımız mesajları kendi kavimlerimize ilettik, ancak onlar bizi yalanladırlar –ki Allah zaten bu gerçeği bilmektedir- diye haber verdiklerinde, hemen ümmetler hesaba çekilmek üzere çağrılır. Bu konuda davet olunacak ilk ümmet de Peygamberimizin (as) ümmeti olacaktır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.” (Hicr, 15/92–93)
Mümin olan kişi inancını açıklayacak, inkârcı kâfir de inkârını, münafıkların da ikiyüzlülüğünü ortaya koyacaktır. İşte diğer ümmetler de bu şekilde hesaba çekileceklerdir. Allah katında Genel anlamdaki bu hesap görme ve arz olayından sonra bu defa insanların işledikleri ameller konusunda yapıp ettiklerinin tartışılması ve hesapların görülmesi için birer birer hesaba çekileceklerdir. Nitekim yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz onların dönüşü sadece bizedir. Sonra onların sorguya çekilmesi de bize aittir.” (Ğaşiye, 88/25–26)
Ebu Hureyre’den (ra) Tirmizi rivayet ediyor, Ebu Hureyre demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde insanlar hesap görmek üzere üç defa huzura, mahkemeye çıkarılırlar. Bunlardan iki tanesi karşılıkla tartışma ve mazeretler ileri sürme gibi bahanelerle geçecektir. İşte bu sırada amel defterleri ellerde dağıtılır, kimisi defterini sağ tarafından alırken, kimisi de sol tarafından alacaklardır.”[1][1]
İşte ümmetler hesapları görülmek üzere böylece Allah’ın huzuruna arz olunurlar. İnsanların hesapları amelleri doğrultusunda oldukça farklı farklı olacaktır. Bunlardan kiminin hesabı gayet kolay geçecek, kiminin hesabı oldukça zor geçecek, kimisinin hesabı gizli olarak görülecek ve kimisinin de hesabı açıktan görülecektir. Kimisi Allah’ın dilemesiyle mağfiret olunacak, kimisi ise, Allah’ın dilemesiyle azap görecektir. Çünkü Allah her şeye kadirdir, her şeye gücü yetendir.
Kıyamet gününde ilk defa hesabı görülecek olan varlıklar hayvanlar arasında görülecektir. Onların hesaplarının bitiminden sonra, kendilerine “Toprak oluverin” denilecek ve onlar da hemen toprak olacaklardır. Kâfirler hayvanların bu durumunu gördüklerinde hayıflanarak: “Keşke biz de toprak oluverseydik” diyeceklerdir. Yani keşke bizler de insan değil de hayvanlar olsaydık, mutlaka biz de toprak olup kurtulurduk, anlamında söyleyecekler. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: ‘Keşke toprak olsaydım!’ diyecektir.” (Nebe, 78/40)
Ebu Hureyre’den Müslim ve Tirmizi rivayet ediyor. Ebu Hureyre diyor ki; Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde mutlaka haklar hak sahiplerine ödenecektir. Öyle ki boynuzlu olan koyundan boynuzsuz koyunun hakkı, öcü alınacaktır.”[2][2]
Hayvanların kıyamet gününde diriltilmesi, mahşer yerine getirilmesindeki hikmet ve incelik bazı kimselere azap olsun içidir. Çünkü senin de bilip öğrendiğin gibi sahipleri onlardan gereken zekâtı vermemiştir. O hayvanları sahibinden haksız bir şekilde almıştır. Böylece bu hayvanları onların sırtına yükleyerek ve onlara taşıtarak mahşer yerine getirecektir. Yine de en iyisini yüce Allah bilir.
Kullar arasında ilk sorgulaması yapılacak olanlar, kan davasıdır. Buhari, Müslim ve başkaları İbn Mesud’dan (ra) rivayet ediyorlar. İbn Mesud demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde insanlar arasında ilk başta bakılacak olan dava, kan davasıdır.”[3][3]
Öyle ki öldürülen kimse, kendisini öldürmüş olan kimsenin yakasına yapışarak der ki: “Rabbim! Beni öldüren bu adamdan hakkımı al.”
Kulun hesaba çekileceği amellerin ilki ve en başta geleni namazdır. Eğer namazını istenilen manada kılmış ve kabul edilmiş ise, gerçekten kurtulur ve felaha ulaşır. Eğer namazdan geçer not almaz ise, namazı da kabul edilmemişse, eli boş döner ve hüsrana uğrar.
Tirmizi ve Nesai Ebu Hureyre’den (ra) rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre diyor ki Allah Resulünden (as) şöyle buyururken işittim:
“Kıyamet gününde kulun ameli bakımından hesaba çekileceği ilk ameli nanmazıdır. Eğer namazını tüm esaslarına göre kılıp eda etmişse, felah bulur ve kurtuluşa erer. Eğer namazını gereği gibi yerine getirmemişse, kılmamışsa, geçer not almamışsa, boşa çıkar ve hüsrana uğrar. Eğer farz namazlarından bir eksikliği varsa, rahmet ve bereketi bol olan yüce Allah buyurur ki: ‘Hele bir araştırın bakalım, bu kulumun hiç nafile namazı yok mudur? Böylece bulunan nafile namazı ile eksiği tamamlanır. Daha sonra diğer amellere gelir. Şüphesiz Allah kulunu hesaba çeker ve ona dört şeyden hesap sorar; Ömründen, ilminden, malından ve bedeninden dolayı hesaba çeker.”[4][4]
Tirmizi Ebu Berze’den (ra) rivayet ediyor. Ebu Berze diyor ki: “Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde kul, dört şeyden hesaba çekilmedikçe hesap yerinden ayrılamaz. Ömrünü nerelerde çürüttü, diye ömründen, ne gibi bir işledi, diye amelinden, nereden kazandı ve nereye harcadı diye malından ve bedeninin nerelerde çürüttü, diye bedeninden sorguya çekilecektir.”[5][5]
Allah her kuluna bu dört şeyi soracak ve onları bundan dolayı yargılayacaktır.
Ey kardeşim! Bir düşün hele. Kıyamet gününde bekleme yerinde Allah’ın huzurunda hesap vermektesin. Rabbin sana ömründen, hayatından soru sormaktadır. Şu anda her geçen dakika ve saniyeler senin aleyhinde geçip gitmektedir ve sen bu ömürden ötürü sorgulanacaksın. Bunu bir düşün! Sen bu ömrünü Allah’a itaat yolunda mı geçirdin, yoksa ona isyan ile mi?
Allah’ın san öğrettiği ilimden ve bilgiden ötürü de hesaba çekileceksin, kısaca dinin ve dünyan ile alakalı olarak her ne öğrendiysen bütün bunlardan hesaba çekileceksin. Çünkü tüm bu öğrendiklerin ilim adı altında değerlendirilecektir. Acaba sen öğrendiklerinin gereğini olumlu manada yerine getirdin mi, yoksa olumsuz manada mı uyguladın, ilminle amel ettin mi, etmedin mi?
Toplayıp biriktirdiğin ve sonra da harcadığın malından da hesaba çekileceksin. Sen bu malı nereden kazandın, helal olarak mı kazandın, yoksa haramdan mı elde ettin? Bunu nerelere harcadın, Allah yolunda mı, yoksa Allah’a isyan yolunda mı? Kısaca kazandığın her bir kuruş ve her bir paranın hesabını vereceksin, bunlardan ötürü sorgulanacaksın. Bu kazancının kaynağı ne idi ve nelere harcandın, diye sorulacaktır.
Sonra bedeninden, Allah’ın sana bahşeylediği göz, kulak, konuşma ve akıl gibi duyu organlarından ve benzeri şeylerden sorgulanacaktır. Yani bu şeyleri Allah’ın rızasını kazanma yolunda mı, yoksa Allah’a masiyet uğrunda mı çürüttü, diye sorulacaktır.
O halde sorulara cevap hazırla! Çünkü seni hesaba çeken zat, her şeyi biliyor, görüp gözetliyor. Hesaba çekecek olan o yüce zat, her şeyden haberdardır. Ona hiçbir gizli şey asla gizli kalmaz. Allah gözlerin haince bakışını da bilir, sinelerde saklı ve gizli olarak tutulanı da bilir. Nitekim Peygamberimiz (as) şöyle buyuruyor:
“Hak eskimez, kaybolmaz, yapılanlar unutulmaz, Allah asla ölmez. İstediğin gibi amel işle, neye layıksan, onunla cezalandırılırsın.”[6][6]
AMEL DEFTERLERİNİN DAĞITILMASI
Daha önceki sayfalarda okuyup öğrenmiştin. Kıyamet gününde insanlar üç gurup halinde olacaklardır. Bunlardan ilki Sabikun, ikincisi sağcılar ve üçüncüsü de solculardır.
Sabikun: Bunlar hiçbir hesaba çekilmeden doğrudan cennete girecek olanlardır. Bunlar için amellerinin mizanda tartılması söz konusu değildir. Bunlara ayrıca bir kitap da verilecek değildir.
Ashabı Yemin: Bunlar amel defterlerini sağ taraflarından alacak olanlardır.
Ashabı Şimal: Bunlar da sol taraflarından amel defterlerini alacak olan kimselerdir. Kimin amel defteri sol tarafından verilirse o kimse hüsrana uğrar, her şeyini kaybeder.
Şunu da bilmelisin ki, insanlar Allah’ın huzuruna çıkarılıp burada hesaba çekildikten sonra artık amel defterleri uçuşmaya başlayacaktır. Kimi defterini sağ taraflarından alırken kimisi de sol taraflarından alacaklardır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Amellerin yazıldığı defter açıldığında,” (Tekvir, 81/10)
Yüce Allah yine buyuruyor: “Her insanın amelini veya kaderini boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (İsra, 17/13–14)
Herkes o gün kitabını alınca, ister daha önce dünyada iken okuması olsun, ister olmasın, kitabını okuyacaktır.
Kitabını okuması demek; o kimsenin dünyada iken yaptığı iyilik veya kötülük adına ne varsa hepsini bilmesi ve tanıması demektir.
Senin de öğrendiğin gibi herkesin kendi derdi ve problemiyle meşgul olduğu bir sırada, ailesi ve yakınları hiç aklına gelmediği bir anda hep kendilerini düşüneceklerdir. Çünkü dağıtılan amel defterlerinin hangi taraflarından verileceğini bilememektedirler. Bunun sıkıntısını yaşamaktadırlar. Defterleri sağ taraflarından verilenler sevinip mutluluk duyarlarken, kurtuluşa erdiklerinin sevincini yaşarlarken, defterleri sol taraflarından verilecek olanlar ise, artık kesin olarak azap göreceklerini ve horlanacaklarını anlamış olacaklardır. Nitekim Allah Teala buyuruyor ki:
“Kitabı sağ tarafından verilen: Alın, kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum, der. Artık o, meyveleri sarkmış yüce bir cennette hoşnut kalacağı bir hayat içindedir.” (Hakka, 69/19-23)
İşte kitapları bu şekilde sağ taraflarından verilecek olanlar bundan ötürü sevinecekler ve sevinçlerinden, işte benim kitabım! Alın, okuyun, diye sesleneceklerdir. Yani gelin de benim sevaplarımı ve amellerimi bir görün, diye adeta yılsonunda sınıfını takdir ve başarıyla geçen bir öğrencinin sevinç ve mutluluğu ile koşup gelen ve ailesine mutlu haberi veren bir öğrenci gibi: “gelin benim okuldaki üstün başarımı bir görün hele!” dercesine davranacaktır. Gerçi o sevinç ve mutluluk hiçbir zaman okuldaki bir öğrencinin sevinç ve mutluluğu ile asla kıyaslanacak değildir. Allah Teala buyuruyor:
“Kitabı sol tarafından verilene gelince, o: Keşke, der, bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla (ölümle) her iş olup bitseydi! Malım bana hiç fayda sağlamadı; saltanatım da benden koptu, yok olup gitti. Onu yakalayın da, ellerini boynuna bağlayın; sonra alevli ateşe atın onu!” (Hakka, 69/25–31)
İşte kitabı sol taraflarından verilecek olanlar da böyle diyeceklerdir. Kitaplarının hiç verilmemiş olduğunu temenni edecekler ve hatta ölümle her şeyin bitip sona ermiş olmasını arzulayacaklar ama bu, mümkün değildir. Bu kimseler dönüp arkadaşlarına: “Ben dünyada iken güçlü idim, saygı değer biriydim ve varlıklıydım ama bunların hiçbirisinin burada bir geçerliliği olmadı. Benim elimde kurtuluşum biçin ne bir kanıtım ne de bir mazeretim var. Aksine azap görmem kesindir ve o oraya gidecektir” diye konuşur. Bu kimse kitabını görünce, içinde ne var ne yok diye okuyunca, bir de ne görsün büyük ve küçük hiçbir şey bırakılmamış tüm yaptıkları orada sayılıp dökülmüştür. Her şey açık seçik ortadadır. Kaldı ki yüce Allah buyuruyor:
“Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. ‘Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın yaptıklarımızın hepsini sayıp dökmüş!’ Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49)
Allah Teala buyuruyor: “Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur. Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır.” (Kamer, 54/52–53)
Yine rabbimiz buyuruyor: “Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.” (İsra, 17/71
Münafıklara gelince, bunlar defterlerini arkalarından alacaklar. Çünkü münafıkların elleri arkalarına kelepçelenmiştir. Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Kimin de kitabı arkasından verilirse, derhal yok olmayı isteyecek, alevli ateşe girecek.”(İnşikak, 84/10–12)
Artık her insan kendi amel defterindeki durumunu öğrendikten, kurtulan ile hüsrana uğrayan meydana çıktıktan sonra sırat üzerinden geçme işlemi başlayacaktır. Bu sırada köprüden düşüp cehenneme girenler olacak, kurtulanlar da kurtulmuş olacaklardır.
Allah’tan dileğimiz bizleri de ve seni de –Sabikun sınıfından olamasak bile bizleri de- lütuf ve keremiyle o kurtulanlardan, defterlerini sağ tarafından alanlarından eylesin. Çünkü Allah ikram edenlerin ikramı en bol olanıdır.
KIYAMET GÜNÜNDE ŞEFAAT VE ALLAH’IN MERHAMETİ
Ey kardeşim öncelikli olarak ve her şeyden önce şunu aklında çıkarma ve bilmiş ol ki, Allah’ın kıyamet gününde katında şefaat etmeleri için izin vermediği hiçbir kimse asla şefaat edemeyecektir. Allah’ın kendilerine şefaat izni verdiği kimselere de Allah şefaat etmeleri için ilhamda bulunacak, Allah da o kimselerin Allah’ın dilediği bazı kimselere şefaat edebilmeleri için izin verecektir. Böyle bir izin olmaksızın kimsenin şefaatte bulunması imkânı yoktur. Kaldı ki Allah Teala da şöyle buyuruyor:
“Onun katında kim şefaat edebilir?” (Bakara, 2/255)
İşte şefaat konusuyla ilgili bazı ayet mealleri, yüce Allah aşağıda mealini sunacağımız ayetlerde buyuruyor ki:
“O gün Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.” (Ta Ha, 20/109)
Allah peygamberlerinden haber verdiği ayette buyuruyor ki: “Onlar, Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar Allah korkusundan titrerler.” (Enbiya, 21/28)
Nitekim bu manada birçok ayet bulunmaktadır. Kıyamet gününde şefaat edecek olanlar şu kimselerdir; Peygamberler, şehitler, âlimler, fakirler ve melekler. Ancak Allah’ın rahmeti bütün bu sayılanların şefaatinden çok daha geniş ve kapsamlıdır.
Hiç kuşkusuz o gün insanlara şefaat edecek olan en büyük şefaatçi Peygamberimiz (as) olacaktır. Makamı da en üstün olacak olan da yine efendimizdir. Çünkü onun bu şefaati tüm varlıkları içerdiğinden buna makamı Mahmud denmektedir. En büyük şefaat denen bu husus tüm yaratılanları kapsaması sebebiyledir. Bundan başka Peygamberimizin (as) ayrıca sadece ümmetine özgü olarak özel şefaati de olacaktır.
Buhari ile Müslim Enes’ten rivayet etmişlerdir. Rivayete göre Allah Resulü (as) Makamı Mahmud’u anlattıktan sonra şöyle buyurmuştur:
“… Sonra Rabbim için secdeye kapanırım. Yüce Allah şöyle buyurur: Ey Muhammed! Kaldır başını, konuş, sözün dinlenecek ve iste dilediğin de verilecektir. Şefaat et, şefaatin de kabul olunacaktır. Bunun üzerine ben derim ki: Rabbim! Ümmetimi istiyorum, ümmetimi! Kendisine denir ki; git, kalbinde bir buğday veya bir arpa danesi ağırlığınca iman bulunan kim varsa, onu oradan çıkar. Ben de gidip denileni yaparım. Bu defa tekrar Rabbime döner ve yine o bana öğrettiği hamd ve övgülerle Rabbimi över ve sonra da gelir yine secdeye kapanırım. Yine tıpkı birincisinde olduğu gibi bana sorulur. Ben de: Ey Rabbim! Ümmetim nerede ümmetimi istiyorum, derim. Bunun üzerine bana denilir ki: Git, kimin kalbinde hardal danesi kadar bir imanı olan varsa, onu oradan çıkar. Ben de hemen oraya gider ve denileni yaparım. Sonra yeniden Rabbimin huzuruna dönerim, daha önce davrandığım gibi hareket ederim, bunun üzerine yine bana ilkinde olduğu gibi “Kaldır başını” denilir. Ben de: “Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum” derim. Yine bana denilir ki: “Git, kimin kalbinde bir hardal danesi ağırlığından daha az ağırlıkta bir iman varsa, onları ateşten çıkar.” Ben de hemen gider ve denileni yaparım. Sonra tekrar Rabbime döner ve Ona bana öğrettiği o hadlerle hamd ederim ve sonra tekrar secde için yere kapanırım. Bana denilir ki:
Ey Muhammed! Kaldır başını! Konuş, sözün dinlenecek ve dile, dilediğin de verilecektir. Şefaat et, şefaatin de kabul olunacaktır. Ben de derim ki: “Rabbim! Bana izin ver, Kim La İlahe İllallah demişse onlara şefaat edeyim.” Bunun üzerine yüce Allah, “bu, senin için değildir veya bu, sana ait bir iş değildir. Ancak İzzetim, Celalim, Kibriya’m ve Azametim için kim La İlahe İllallah demişse onu ben mutlaka oradan çıkaracağım.” diye buyurur.”[7][1]
Bu hadisten anlaşılan şu ki, o kimseler amelleri gereği cehennemde azap olunacakları kadar azap göreceklerdir. Sonra Allah Teala, Muhammed’i onlar için şefaatçi kılacak, böylece onlar da cehennemden kurtulmuş olacaklardır ama bu birkaç defada gerçekleşecektir.
Buhari, Müslim ve daha başkaları Ebu Hureyre’den rivayet etmişlerdir. Ebu Hureyre diyor ki Allah Resulü (as) buyurdu ki: “Her bir peygamberin kabul olan bir duası vardı. Onlar o dualarının sonucunu bu dünyada isteyerek aceleci oldular. Ancak ben duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat edebilmek için o güne gizledim. Ümmetimden herkim Allah’a ortak koşmadan ölecek olursa, Allah’ın dilemesiyle o buna nail olacaktır.”[8][2]
Ebu Davud ve Tirmizi Cabir’den (ra) rivayet ediyorlar. Demiş ki, Allah Resulü (as) buyurdu ki: “Ümmetim içinden öyle kimseler var ki, bir tek kişiye şefaat edecektir, kimisi iki kişiye, kimisi bir kabileye ve kimileri de büyük kitlelere şefaat edeceklerdir. Benim şefaatim ise, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.”[9][3]
Şehit düşen kimseler ise, bunlar da kendi ailesi ve yakın çevresi olmak üzere yetmiş kişiye kadar şefaat edeceklerdir.
İbn Mace ve Taberani Ebu Hureyre’den (ra) rivayet ediyorlar, Allah Resulü (as) buyurmuş ki: “Şehit, şehit düştüğü anda akan ilk kandamlasıyla bağışlanacaktır, hurilerle evlendirilecektir ve ailesi bireylerinden de yetmiş kişiye kadar şefaat edecektir.”
Âlimler ise, dünyada hidayetlerine sebep oldukları kimseler hakkında Allah onları şefaatçi kılacaktır. Allah Teala kendilerine: “Bakın hele, hidayete ermelerine sebep olduğunuz kimseler varsa onları alın, kendinizle birlikte cennete sokun.”
Fakirlere gelince; Peygamber’den rivayet olunduğuna göre o şöyle buyurmuştur: “Fakirler yanında yer edinin. Çünkü kıyamet gününde onlar için bir devlet, imkân vardır.” Bunun üzerine oradakiler: “Ey Allah’ın Resulü! Onların devleti nedir?” diye sorduklarında, Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur: “Onlara, bakın hele, kimler size bir lokma, bir ekmek kırıntısı yedirdi ise veya size bir giysi giydirdiyse alın onu, kendinizle birlikte cennete sokun, denilecektir.”[10][4]
Meleklere gelince, yüce bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Göklerde nice melekler var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah’ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz.” (Necm, 53/26)
Allah’ın rahmetine gelince, işte o herkesi kuşatacak şekilde geniştir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Rahmetim her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inanlara yazacağım.” (Araf, 7/156)
Yüce Allah bir bakla ayette de şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer, 39/53)
Buhari ve Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre diyor ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Allah varlıkları yarattığında, Arşın üstünde katında bulunan bir kitapta, ‘Şüphesiz benim rahmetim, gazabıma galebe çalmıştır.”[11][5]
Buhari ve Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre diyor ki, Allah Resulü’nün (as) şöyle buyurduğunu dinledim: “Allah rahmetini yüz parçaya böldü. Bundan doksan dokuz adedini kendi katında tuttu. Sadece bir tanesini yeryüzüne indirdi. İşte tüm yaratılmışlar bu bir tanesinin eseri olarak merhamette bulunurlar. Hatta dört ayaklı bir hayvan bile yavrusunu çiğnememek için bu merhametin eseri olarak ayağını kaldırır.”[12][6]
Müslim’in bir rivayetinde ise şu lafızlar yer almaktadır: “Şüphesiz yüce Allah’ın yüz rahmeti vardır. Allah bunlardan sadece bir tanesini tüm insanlar, cinler, hayvanlar ve böcekler arasında paylaştırarak indirmiştir. İşte onlar bundan ötürü birbirlerine şefkat ederler; bundan dolayı birbirlerine merhamet ederler ve vahşi hayvanlar da bu sayede yavrusuna merhamet eder. Allah kalan doksan dokuz rahmetini ise ertelemiştir. İşte Allah ertelediği bu doksan dokuz rahmeti ile kıyamet gününde kullarına merhamet edecektir.”[13][7]
İşte yüce bu, her varlığı kapsayacak olan rahmetiyle kullarına merhamette bulunduğu zaman, bu rahmet, kulları içerisinden, “La İlahe İllallah” diyen herkesi kuşatacaktır. İşte böyle bir anda şeytan bile, kendisini de bu rahmet kapsamında bağışlanacağı umuduna kapılacaktır.
Buhari ile Müslim İbn Ömer’den rivayet ediyorlar. İbn Ömer demiş k, Allah Resulüne (as) esirler getirildi. Bir de ne görelim, getirilen esirler arasında bir kadın aranıp duruyor. Esirler arasında bir çocuk görünce, hemen onu alıyor, onu bağrına basıyor ve onu emziriyor. İşte bu manzara karşısında Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Siz bu kadının çocuğunu alıp ateşe atacağına inanır mısınız?” Biz de, “hayır” dedik. Bunun üzerine Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Şüphesiz bu kadının çocuğuna gösterdiği merhametten daha çok Allah kullarına merhamet eder.”[14][8]
Öyleyse kardeşi! Sana tavsiyem, Allah’ın rahmetini elde etmek ve kurtuluşa ermek istiyorsan, hemen Allah’a itaat et, Onun emir ve yasakları doğrultusunda vazifeni yap. Allah’ın rahmeti geniştir, diye kendini aldatma. Eğer sen Allah’ın rahmetini elde etmek istiyor ve buna ermeyi diliyorsan, hemen onun yoluna gir. Onun rızasının olduğu yerleri ara. Kaldı ki Kur’an-ı Kerim bu yolları gayet açık olarak göstermiştir. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Rahmetim her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inanlara yazacağım. Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygamber’e uyanlar var ya, işte o peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur’a (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Araf, 7/156–157)
Ahmed İbn Hanbel, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve daha başkaları Abdullah İbn Amr’dan rivayet ediyorlar. Abdullah demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Şanı yüce ve mübarek olan Rahman Allah, merhametli olanlara merhamet edecektir. Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökteki de size merhamet etsin.”
İşte Onun yoluna girenler için rahmet ve merhamet yolu. Ancak ben hiç çalışmadan Allah bana rahmetiyle muamele etsin, deyip oturmak, kendini aldatmak demektir.
Nitekim şanı yüce ve mübarek olan Allah Kudsi bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Ey kulum! Sen ne kadar yüzsüz bir adamsın ki, benim rahmetimden yararlanmayı istiyorsun ama bana itaate ve kulluk etmeye gelince, cimrilik edip geri duruyorsun. Nasıl olur ki, biri bana itaatte geri duracak ve ben de ona karşı oldukça cömert davranacağım! Bu hiç olacak bir iş mi?”
[1][1] Tirmizi, Sıfatul Kıyame, h:2425
[2][2] Müslim, Birr ve Sıla, h:2582
[3][3] Buhari, Rikak, 8/138
[4][4] Nesai, Salât, 466; Tirmizi, Salât, 413. Tirmizi bu hadis Hasen gariptir, demiştir.
[5][5] Tirmizi, Kıyamet, h: 217. Tirmizi, bu hadis Hasen, sahihtir, demiştir.
[6][6] Acluni, Keşful Hafa, 2/126, h:1996. el-Leali’de, bu hadisin Beyhaki tarafından ez-Zühd vel Esmai vessıfat adlı kitabında Ebu Kılabe’den rivayet ettiği zikredilmiştir. Ebu Kılabe, bu Mürsel bir hadistir, demiştir. Süyuti, Camiussağir, h: 6411. İbn Adiy de el-Kamil adlı eserinde zikretmiştir.
[7][1] Müslim, İman, h:193/326
[8][2] Müslim, İman, h:334
[9][3] Tirmizi, Sıfatul Kıyame, b:12, h:2440. Tirmizi, Hadis Hasendir, demiştir.
[10][4] Süyuti, Camiussağir, h:104. Münavi, bu hadisin sened açısından zayıf olduğunu söylemiştir.
Ancak burada söylendiği gibi hadis zayıf değil uydurmadır, hadislikle alakası yoktur. Askalani bunun aslı yoktur, derken, Sehavi de, bu manada hadisleri zikrettikten sonra, diyor ki bu ve bu manada olan hadislerin tamamı batıldır. Nitekim Zehebi ve İbn Teymiye de bu hükmü vermişlerdir. İbn Deyba’ da aynı şeyi söylemiştir. Ancak Süyuti, bu hadisin Hilye’de geçtiğini beyanla zayıf olduğunu ileri sürmekte ise de, bununla ilgili olarak M. Sabbağ şöyle diyor: “Süyuti’nin böyle söylemiş olması, hadisin sahih olduğunun bir delili olamayacağı gibi, bir tevsik sebebi de değildir. Yani Ebu Nuaym’ın bunu “Hilye” adlı eserinde zikretmesi neyi ifade eder ki? Zaten hadis hakkında söylenen söylenmiştir. Nitekim İbn Teymiye de bununla alakalı olarak: “Bu yalandır. Müslümanların tanınan temel kaynaklarında bu konuda bilinen bir şey yoktur.” Aliyyulkari, Mevzuat, ilgili madde (Çeviren)
[11][5] Müslim, Tevbe, h:2751
[12][6] Müslim, Tevbe, h:2752
[13][7] Müslim, Tevbe, h:2752/19
[14][8] Müslim, Tevbe, 2754/22
| |