Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Kadr Sûresi Fahrettin Razı

Beş ayet olup, Mekkî'dir.[1][1]

"Gerçketen, biz onu Kadir gecesinde indirdik"  (Kadr, 1).

Bu ifadeyle ilgili olarak birkaç mesele vardır:[2][2]

Kur'ân Kadir Gecesi İndirildi

Müfessirler,  ayetin bu  ifadesiyle  "Biz Kur'ân'ı Kadir gecesinde indirdik" manasının kastedildiğini, ne var ki, bu, "Kur'ân" kelimesinin açıkça zikredilmediği, zira, Kur'ân'ın metnindeki bu ifadenin, şu üç bakımdan, Kur'ân'ın büyüklüğüne delalet ettiği hususunda müttefiktirler:

1) Cenâb-ı Hak, Kur'ân'ı indirme işini, Kendisine nisbet etmiş ve bu işi, başkasına değil sadece Kendisine tahsis etmiştir.

2) Kur'ân'ı, zahir ismi ile değil, onu, ona raci olacak amir ile getirmiştir ki, bu, Kur'ân'ın çok yüce ve şöhretli bir kitab olduğuna; isminin açıkça zikredilmesine gerek duyulmadığına, Cenâb-ı Hak tarafından bir şehadettir. Baksana, bir önceki sûrede de, Ebû Cehil'in adı geçmemiştir. Fakat meşhur ve maruf olduğu için, herkes, o ifadelerle Ebû Cehil'in kastedildiğini anlamıştır. Cenâb-ı Hak, "Hele (can) boğaza gelince..." (Vakıa, 56/83) buyururken de, meşhur olduğu için, "ölüm" kelimesini açıkça zikretmemiştir. İşte burada da böyledir.

3) Kur'ân'ın indirildiği vakti tazim için...[3][3] 

Allah’ın “İnni” İle “İnnâ” Tabirini Kullanması

Cenâb-ı Hak, bazı yerlerde, “Muhakkak ki ben yeryüzünde bir halife yaratacağım…” (Bakara, 2/30) ayetinde olduğu gibi, "İnni: ben..." “Gerçekten biz onu Kadir gecesinde indirdik.” (Kadr: 97/1) “Muhakkak ki Zikri biz indirdik…” (Hicr: 15/9) “Muhakkak ki Nuh’u biz gönderdik” (Nuh, 1) “Muhakkak ki biz sana Kevser’i verdik.” (Kevser, 108/1) gibi yerlerde de, "İnnâ: biz..." şeklinde ifade buyurmuştur.[4][4]

Azamet İfadesi İçin İnnâ Tabiri

Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın “İnnâ” "Biz..." ifadesi ile bazan "tazîm" manası kastedilmektedir. Bu gibi ifadeleri çoğul anlamına almak imkansızdır. Çünkü deliller, Yaratan'ın tek bir olduğuna delalet etmektedir. Bir de, ilahlarda çokluk olsaydı, herbirinin rütbesi, ilah olmaktan aşağı olurdu. Çünkü, bunlardan herbiri, mükemmel olmayı elde etmiş olsaydı, o zaman yine her biri, birbirinden müstağni olurdu. Bunların herbirinin birbirinden müstağni oluşları, diğeri hakkında bir noksanlık olmuş olurdu. Böylece, hepsi de noksan olmuş olurdu. Yok bunlardan her biri, kemal noktasına ulaşamamışlarsa, zaten noksan demektirler. Böylece biz, "Biz" ifadesinin cem'e değil, tazim manasına alınması gerektiğini anlamış bulunuyoruz.[5][5]

Kur'ân'ın Nüzul Keyfiyeti

Şayet, "Kur'ân'ın parça parça indiği bilinip dururken, onun Kadir gecesinde indirilmesi de ne demektir?" denilirse, biz deriz ki: Bu hususta şu izahlar yapılabilir:

1) Şa'bî, "Bu, onun Kadir gecesinde inmeye başlaması anlamındadır. Çünkü ba's (peygamber olarak gönderilme işi), Ramazan'da olmuştur" demektedir.

2) Ibn Abbas da şöyle der: "Kur'ân, Kadir gecesinde, en yakın semaya toptan indirilmiş, daha sonra da, parça parça yeryüzüne tenzil olunmuş, indirilmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak da, "Nücûm'un (parça parça inen ayetlerin) iniş zamanlarına kasem ederim ki..." (Vakıa, 56/75) buyurmuştur.

Biz bu meseleyi, “Ramazan ayı ki, Kur’an onda indirilmiştir.” (Bakara, 2/185) ayetinin tefsirinde ele almıştık. Buna göre, "Peki Cenâb-ı Hak niçin, "Biz onu semaya indirdik..." dememiştir. Zira, "Onu indirdik..." ifadesi mutlak bir ifade olup, bu ifade Kur’an’ın yeryüzüne indirildiği zannını da uyandırabilir" de denilemez. Çünkü biz diyoruz ki, Kur'ân'ın en yakın semaya indirilmesi, onun yere indirilişi gibidir. Çünkü, Cenâb-ı Hakk'ın, bir işe başlayıp da, sonra onu tamamlamaması düşünülemez. Ve bu ifade, yabancı birisinin, bir beldenin kıyısına geldiğinde, "Falanca geldi" denilmesi gibidir. Yahutta, Kur'ân'ın yaklaştırmasının ve onun, en yakın semaya indirilmesinin gayesinin, mü'minlerin onun nüzulüne şevk ve iştiyak duymalarını temin etmek olduğu da söylenebilir. Ve bu tıpkı, babasına yahut annesine ait bir haber ve açıklamanın geldiğini duyan bir kimsenin, onu görüp, okuyup anlamayı çok istemesi gibidir. Nitekim şair de,

"Yurtlar ve beldeler birbirlerine yaklaştıklarında, bir gün, içinde bulunduğum o iştiyak ve özlem halini terkedeceğim..." demiştir. Bu böyledir, zira semâ, bizimle melekler arasında ortaklaşa kullanılan bir yer gibidir. Çünkü, sema, melekler için bir mesken; bizim için de bir tavan ve zinettir. Nitekim Cenâb-ı Hak da, "Biz semayı, korunmuş bir tavan yaptık” (Enbiya, 21/32) buyurmuştur. O halde Kur’an’ı oraya, dünya semasına indirmek, yeryüzüne indirmek gibidir.

Bu hususta bir üçüncü cevabımız da şu olabilir. Ayetteki takdirî mana, "Biz, Kur'ân'ı, Kadir gecesinde, yani Kadir gecesinin fazileti ve şerefinin beyan hususunda indirdik..." şeklindedir.[6][6]

Kadr Kelimesi ve Kur'ân'da Kullanılışı

"el-Kadru" “Kadrera- yekdiru” ifâdelerinin masdarıdır. “Kadran” Ki, bununla, Allah Teâlâ'nın, onaylayıp yürürleğe koyduğu şeyler kastedilmektedir. Çünkü Cenâb-ı Hak, “İnnâ kulle şey’in bikaderin” "Muhakkak ki biz, her şeyi bir takdir ile yarattık..." (Kamer, 54/49) buyurmaktadır. el-Kaderu ile el-Kadru, aynı anlamdadır. Ancak ne var ki, sükûn ile olanı masdar, fetha ile olanı ise isimdir. Vahidî şöyle der: "Arapça'da el-Kadru, takdir anlamındadır. Takdir ise, bir şeyi, ne fazla ne de eksik olmaksızın, başka bir şeyin dengi kılmak, onun misli kılmaktır."[7][7]

Kadr İsminin Kullanılması

Alimler, bu geceye, neden Kadir gecesi denildiği hususunda ihtilaf ederek şu izahları yapmışlardır:

1) Bu gece, işlerin ve hükümlerin takdir edildiği gecedir. Nitekim Atâ, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Allah Teâlâ, bu yıl içinde yağmur, rızık, diriltme, öldürme vs. gibi olabilecek şeyleri, gelecek yılın bu gecesine kadar takdir eder." Ki bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın, "Her hikmetli iş nezdimizde bir emr ile o zaman ayrılır..." (Duhân, 44/4) ayetidir. Bil ki, Allah'ın "takdîr"i, bu gecede oluyor, meydana geliyor değildir. Çünkü Cenâb-ı Hak, olabilecek her şeyi; ta gökleri ve yeri yaratmazdan önce, ezelde takdir etmiştir. Tam aksine, bu ifadeyle, "Bunları Levh-i Mahfuza yazmaları sebebiyle, takdir edilen bütün bu işlerin o gecede meleklere açıklanması" kastedilmiştir. Ki bu görüş, bütün ulemanın tercih ettiği bir görüştür.

2) Zührî'nin şöyle dediği nakledilmektedir: “Leyletu’l-kadri” ifâdesi, azamet ve şeref sahibi gece, manasına gelip, bu ifade Arabların, "Falancanın, falanca nezdinde kıymet ve şerefi vardır" manasındaki “Lifulânin kadru ınde fulânin” ifâdesine varıp dayanır. Bunun delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır" (Kadr, 97/3) beyanıdır. Sonra, bu, şu iki manaya gelebilir:

a) Bu kıymet ve şeref, fail ile ilgilidir. Yani, "Kim o gecede, taatta bulunursa, kıymetli ve şerefli olur..." demektir.

b)  Bu, fiil ile ilgilidir. Yani, "O gecede yapılan taatların kadr u kıymetleri daha fazladır..." demektir. Ebû Bekir el-Verrak'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bu geceye Kadir gecesi denilmesi, o gecede kıymetli bir kitabın kıymetli bir meleğin lisanı üzere, kıymetli bir ümmete inmiş olmasındandır. Belki de Cenâb-ı Hak, "Kadr" lafzını, bu sûrede, işte bu sebepten dolayı üç kez tekrar etmiştir."

3) Leyle-i Kadir, "Darlık gecesi" anlamındadır. Çünkü, o gece, yeryüzü, inen melekleri istiab edememekte, yeryüzü dar gelmektedir.[8][8]

Kadr Gecesinin Gizli Kalmasının Hikmetleri

Allah Teâlâ, şu sebeplerden dolayı, bu geceyi gizli  tutmuştur:

1) Allah Teâlâ, diğer şeyleri gizli tuttuğu gibi, bunu da saklı tutmuştur. Çünkü Cenâb-ı Hak, herkes bütün taatlara rağbet etsin diye, rızasını taatlarda; günah sayılabilecek bütün şeylerden sakınsınlar diye, gazabını masiyetlerde; herkese saygı duysunlar diye, iyi gözle baksınlar diye, evliyasını, insanlar arasında; bütün dualarda alabildiğine çaba sarf etsinler diye, kabul ve icabetini, bütün dualardan; bütün isimlere saygı duysunlar diye, ism-i a'zamını; her namaza, alabildiğine devam etsinler diye, "salât-ı vüstâ"yı; her çeşit tevbeye devam etsinler diye, tevbenin kabulünü ve her mükellef sakınsın diye de, ölüm vaktini gizli bıraktığı gibi, Ramazan'ın tüm gecelerini tazim etsinler diye de, bu geceyi saklı tutmuştur.

2) Cenâb-ı Hak sanki şöyle demek istemiştir: "Ben sizlerin günahlara karşı ne kadar cür'etkâr olduğunuzu bildiğim için, Kadir gecesini muayyen ve belirli bir hale getirmiş olsaydım, sizin bu geceye olan güveniniz, sizi, çoğu kez günah işlemeye sevkedebilir, böylece de sizler günah işlemiş olurdunuz. Binâenaleyh sizin bile bile günah işlemeniz, bilmeyerek işlemenizden daha ağırdır. İşte bundan dolayı bu geceyi size saklı tuttum..."

Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.s), Mescid'e girdi ve uyuyan bir kimse gördü. Bunun üzerine, Hz. Ali’ye,

"onu uyandır, abdest alsın" dedi. Hz. Ali de, onu uyandırdı. Sonra da,

"Ey Allah'ın Resulü, sen, hayırlar konusunda hep öndesin. O halde sen niçin uyandırmadın?" deyince de, Hz. Peygamber (s.a.s),

"Çünkü, onun sana, "Kalkmıyorum" demesi, küfür olmaz. İşte bu sebeple, diretmesi ve itiraz etmesi halinde, onun suçunu gizli tutasın diye böyle yaptım" buyurdu. Şimdi, Peygamber (s.a.s)'in rahmeti bu olduğuna göre, Rab Teâlâ'nın rahmetini var sen buna kıyas et. Buna göre Cenâb-ı Hak adeta, "Kadir gecesini bilip de, onda taat edersen, bin aylık mükafaat elde etmiş olursun. Eğer, onda günah işlersen, bin ayın cezasını hak etmiş olursun. (Bunun için saklı tuttum...). Halbuki, cezayı savuşturmak, mükafaatı celbetmekten daha evladır" demiştir.

3) "Mükellef, o geceyi araştırmada iyice gayret göstersin ve böylece de sa'y ü gayretine mukabil mükafaat kazansın diye, Ben, bu geceyi saklı tuttum" demektir.

4) Kul, Kadir gecesinin hangi gece olduğunu kesinkes bilmediği zaman, içinde bulunduğu gecenin Kadir gecesi olduğu ümidi ile, Ramazan'ın tüm gecelerinde taatta bulunmaya sa'y ü gayret gösterir. Böylece de, Cenâb-ı Hak bu kullarıyla meleklerine karşı övünür ve, "Siz, bunların yer yüzünü ifsad edip kan akıtacaklarını söylüyordunuz. Ama, bilinmeyen bir gece hususundaki gayretlerini görünüz; nasıldır!.. Ya ben o geceyi onlara bildirmiş olsaydım, o zaman gayretleri nasıl olurdu?!.." der. Bu durumda da, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ben, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum" (Bakara, 2/30) ayetinin sırrı teselli olmuş olur.[9][9]

Kadir Günü

Alimler, bu gecenin gündüzünün de gece gibi olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak Şa'bi, "Evet, bu gecenin gündüzü de gecesi gibidir" demiştir. Belki de, bunun sebebi, geceleyin zikredilmesiyle gündüz­lerin de anlaşılmış olmasıdır. Bir kimsenin, iki gece "itikafa girmeyi nezretmesi halinde, bizim, bu kimseye, o iki gecenin gündüzünü de itikafta geçirmesini gerekli görmemiz, işte bu hususa dayanır. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir..." (Furkan, 25/62) buyurmuştur. Bu, "Gece gündüzün, gündüz de gecenin-yerini tutar, onun peşinden gelir" demektir. [10][10]

Kadir Gecesinin Fazileti Devam Ediyor Mu?

Bu gece halâ devam etmekte midir? Halîl, "Bu gecenin faziletini, Kur'ân'ın kendisinde nazil oluşuna bağlayanlar, bu gecenin sona erdiğini ve onun, bir kereye mahsus olduğunu söylerler. Ama ulemanın ekserisi, bu gecenin halen devam ettiği kanaatindedirler" demektedirler. Bu görüşe göre, bu gece, sadece Ramazan’a mı mahsustur, yoksa Ramazan'ın dışında da söz konusu mudur? İbn Mes'ûd'un, "Kim bir yılı bu niyetle geçirirse, ona isabet edip o geceye rastlar..." dediği rivayet edilmiştir. İkrime ise bu geceyi, Cenâb-ı Hakk'ın, "Biz onu mübarek bir gecede indirdik..." (Duhan. 44/3) ayetini tefsir ederken, "Berâe" (Berat) gecesi diye tefsir etmiştir.

Ama, ulemanın ekserisi, bu gecenin Ramazan'a mahsus olup, "Bunun delilleri "Cenâb-ı Hakk'ın “Ramazan ayı ki Kur’an onda indirildi.” (Bakara, 2/185) ayeti ile, "Biz onu, Kadir geces'inde indirdik..." (Kadr, 97/1) ayetidir. Binâenaleyh, bir çelişkinin olmaması için, Kadir gecesinin, Ramazan'ın içinde olması gerekir" demişlerdir. Bu görüşe göre, Kadir gecesinin hangi gece olduğu hususunda da ihtilaf ederek sekiz görüş ileri sürmüşlerdir: Bu cümleden olarak İbn Rezîn, Kadir gecesinin, Ramazan'ın ilk gecesi olduğunu söylerken, Hasan el-Basrî yirmiyedinci gecesi olduğunu söylemiştir. Enes'den de, "merfû" olarak, bu gecenin yirmidokuzuncu gece olduğu rivayet edilmiştir. Muhammed ibn İshâk, yirmibirinci gece; İbn Abbas, yirmi üçüncü; ibn Mes'ûd, yirmidördüncü; Ebû Zer el-Gifarî, yirmibeşinci; Ubeyy İbn Ka'b ile bir grup sahabe, yirmiyedinci ve bazıları da yirmidokuzuncu gece olduğunu söylemişlerdir.

Kadir gecesinin, Ramazan'ın ilk gecesi olduğunu söyleyenler şöyle demektedirler: "Vehb, Hz. İbrahim'in Suhuf'unun, Ramazan'ın ilk gecesinde, Tevrat'ın da, İbrahim'in Suhuf'undan yedi yüzyıl sonra, Ramazan'ın altıncı gecesinde, Davud'a inen Zebur'un, Tevrat'tan beşyüz yıl sonra, Ramazan'ın onikinci gecesinde; İsa'ya indirilen İncil'in de, Zebur'dan altıyüz yirmi yıl sonra, Ramazan'ın onsekizinde nazil olduğunu, Kur'ân'ın ise, Hz. Peygamber (s.a.s)'e, bir seneden diğer seneye kadar olan her Kadir gecesinde indiğini, Cebrail (a.s)'in Kur'ân'ı, Beytü'l-İzze'den, yedinci kat gökten, en yakın semaya indirdiğini, böylece de Cenâb-ı Hakk'ın, Kur'ân'ı yirmi yıl, yirmi ayda inzal buyurduğunu rivayet etmiştir. Şimdi bu ay, bu kadar yüce şeylerin kendisinde meydana geldiği bir ay olunca, hiç şüphesiz ki bu ay, son derece kıymetli, şerefli ve muazzam olmuş olur. Dolayısıyla da, bunun ilk gecesi Kadir gecesi olmuş olur."

Hasan el-Basrî'ye gelince, o, bu gecenin sabahında, Bedir Savaşı olup bittiği, meydana geldiği için, bu gecenin Ramazan'ın yirmiyedinci gecesi olduğunu söylemektedir.

Bu gecenin, Ramazan'ın ondokuzuncu gecesi olmasına gelince, bu, Enes'in bu konuda bir hadis rivayet etmesinden dolayıdır.

Bu gecenin yirmiyedinci gece oluşuna gelince Şafiî (r.a), "su ve çamur" (Hz. Adem, su ile çamur arası bir şey iken, Hz. Peygamber'in Nebî olması...) hadisinden dolayı bu görüşe meyletmiştir.

Büyük bir kesim ise, bu gecenin, Ramazan'ın yirmiyedinci gecesi olduğu kanaatindedirler. Bunlar bu hususta zayıf bir takım şu ipuçlarını ileri sürmüşlerdir:

1) Bir hadiste Ibn Abbas, "Busûre, otuz kelimedir. “Hiye” kelimesi ise, yirmiyedinci kelimeyi teşkil etmektedir" demiştir.

2) Rivayet olunduğuna göre, Hz. Ömer, bu meseleyi sahabeye sormuş, sonra da Ibn Abbas'a dönerek, "Ey ilimler dalgıcı, bu konuya bir gir, dal" demiş, bunun üzerine de Zeyd ibn Sabit "Muhacirin çocukları burada bulunduruldu da, bizim çocuklarımız burada bulundurulmadı" deyince de, Hz. Ömer (r.a), "Sen bu sözünle, İbn Abbas'ın bir çocuk olduğunu söylemek istiyorsun, ama ne var ki, onda bulunan (ilim) sizde yoktur" buyurdu. Bunun üzerine İbn Abbas söze şöyle girdi: "Allah'a en sevimli sayı, tek olan sayıdır. Tek olan sayıların en sevimlisi ise, yedidir. İşte bundan dolayı o, yedi kat göğü, yedi kat yeri, yedi günden oluşan haftaları, yedi tabakalı cehennemi, sayısı yedi olan tavafı ve yedi uzvu zikretmiştir. Böylece bu, bu gecenin Ramazan'ın yirmiyedinci gecesi olduğuna delalet eder.

3) İbn Abbas'ın şöyle dediği de nakledilmiştir: “leyletü’l-kadr” "Kadir gecesi" tabiri dokuz harftir. Bu tabir, bu sûrede üç defa geçmektedir. Binâenaleyh, (çarpma işlemi yapıldığında (3x9) yirmiyedi olmuş olur.

4) Osman Ibn Ebi'l-Âs'ın, bir kölesi vardı. Bunun üzerine o köle, "Ey efendimiz, denizin suyu, bu ayın bir gecesinde tatlılaşıyor" deyince, Osman, "O gece olduğunda beni haberdar et..." dedi. Bir de ne görsünler, bu gece, Ramazan'ın yirmiyedinci gecesidir.

Bu gecenin, Ramazan'ın en son gecesi olduğunu söyleyenler ise şöyle demektedirler: "Çünkü, bu gece, bu aya ait taatların kendisinde tamamlandığı bir gecedir. Daha doğrusu, Ramazan'ın bu işi, tıpkı Hz. Adem (a.s), sonu da tıpkı Hz. Muhammed (s.a.s) gibidir. İşte bundan ötürü, bir hadiste, "Ramazan'ın sonunda, başından itibaren bu güne kadar, cehennemden azad edilen nefisler sayısınca, sadece, bu gecede azad edilir..." buyurulmuştur. Daha doğrusu Ramazan'ın ilk gecesi, bir oğlu olan kimse gibidir. Binâenaleyh bu gece, şükür gecesidir. En son gecesi de, bir çocuğu ölen gibi, ayrılık gecesidir. Binâenaleyh bu son gece de, sabr gecesidir. Şimdi sen, herhalde sabırla şükr arasındaki farkı anlamış bulunuyorsun.[11][11]

"Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir?" (Kadr, 2).

Yani, "Senin aklın ve kavrayışın, o gecenin faziletinin son noktasına, kadr ü kıymetinin yüceliğinin nihayetine erişmemiştir" demektir.[12][12]

Kadir Gecesinin Fazileti

Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu gecenin faziletini şu üç cihetten açıklamıştır.

Birinci Sıfat: Cenâb-ı Hakk'ın, "Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır" (Kadr, 97/3) aytinin beyan ettiği husus olup, bununla ilgili birkaç mesele vardır.[13][13]

Ayetin Tefsiri

Bu ayetin tefsiri hususunda şu izahlar yapılabilir:

1) Bu, "Bu gecede yapılan ibadetler, kendisinde bu gecenin bulunmadığı bin aydan daha hayırlıdır" demektir. Zira, "Kendisinde bu gecenin bulunduğu bin aydan daha hayırlıdır" denilmesi muhaldir. Allah Teâlâ'nın bu gecede olan lütufları, muhtelif iyilikleri ve rızıkları, alabildiğince arttığı için, bu, bu şekilde ifade edilmiştir.

2) Mücâhid şöyle demektedir: "İsrailoğulları arasında, sabaha kadar namaz kılan, sabahtan akşama kadar da cihad yapan birisi vardı. Ve bu kimse bu işi bin yıl böyle devam ettirdi. Derken, Allah'ın Resulü ve mü'minler buna imrendiler de, işte bunun üzerine Allah Teâlâ, bu ayeti indirdi. Yani, "Senin ümmetin için Kadir gecesi, bin yıl silahına sarılan o İsrailî kimsenin bin yılından daha hayırlıdır" demektir.

3) Malik ibn Enes de şöyle der: "Hz. Peygamber (s.a.s)'e, indirilen yaşama süreleri (liste halinde) gösterildi de, ümmetinin ömrünü kısa buldu. Böylece de, diğer ümmetlerin yaptığı hayırlı işleri, ümmetinin yapamayacağından endişelendi de, işte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed (s.a.s)'e Kadir gecesini verdi. Ve, Kadir gecesi, diğer ümmetlerin bin ayından hayırlı oldu..."

4) Kasım ibn Fadl, İsa ibn Mazin’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hasan İbn Ali'ye. "Ey mü'minlerin yüzünü karartan, sen, (Muaviye'yi kastederek), bu adama yöneldin de, ona biat ettin" dedim. Bunun üzerine Hasan şöyle dedi: "Allah'ın Resulü, rüyasında, Ümeyve oğullarının peygamberin minberine teker teker ayak bastıklarını, bir rivayette de, minber üzerine, maymunların sıçrayışı gibi sıçradıklarını gördü de, bu ona ağır geldi. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, “Bin aydan hayırlıdır” ifâdesine kadar bu sûreyi indirdi.." Yani, Cenâb-ı Hak, bu "bin ay" tabiriyle, Ümeyye oğullarının krallık süresini kastetmiştir. Bunun üzerine Kasım, "Biz, Ümeyve oğullarının krallık süresini hesapladık, bir de ne görelim, o, bin aymış" dedi.

Kadî, bu izahları tenkid eder ve "Bu bin ayın, Ümeyye oğullarının idaresi günleri manasına alınması akıldan uzaktır." Çünkü Cenâb-ı Hak, bu gecenin faziletini, kınanmış bin ayı zikretmekle anlatmaz. Halbuki, Ümeyye oğullarının idare günleri ise, hep mezmumdur..." der. Bil ki, bu tenkit tutarsızdır, zira, Ümeyye oğullarının idarede bulunduğu bu günler, dünyevi saadetler açısından ulu ve kıymetli günlerdir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ben sana bir gece verdim ki, bu gece, dini mutluluklar açısından o dünyevi mutluluklardan daha üstündür" demiş olması imkansız değildir.[14][14]

Ayetin Müjde ve Tehdit İfade Etmesi

Bu ayette, hem alabildiğine bir müjde, hem de alabildiğine bir tehdid yatmaktadır.

Bunun müjde olmasına gelince, bu, Allah Teâlâ'nın bu hayırlılığın miktarını beyan etmeksizin, bu gecenin hayırlı bir gece olduğunu belirtmiş olmasıdır. Ve bu tıpkı, Hz. Peygamber (s.a.s)'in, Hz. Ali (r.a), Amr Ibn Abdi Vedd el-Âmirî'nin karşısına çıktığında, "Bu, ümmetinin kıyamete kadar olacak olan amelinden daha üstündür" demesi gibidir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s), "Bu ümmetimin ameli gibidir" dememiş, tam aksine, "ümmetimin amelinden daha üstündür" demiştir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.s) adeta, "Bu amelin, "tartılma için kafidir; gerisi ise, tartılmasa da olur..." demek istemiştir.

Bil ki, kim ki, bu geceyi ihya ederse, bu kimse sanki Allah'a, seksen küsur yıl ibadet etmiş gibi olur. Bu geceyi her yıl ihya eden kimse de, pekçok ömür yaşamış gibi olmuş olur. Kim, kati olarak bu geceyi rast getirmek için ayın tümünü ihya ederse, bu kimse de adeta, otuz Kadir gecesi ihya etmiş gibi olur. Rivayet olunduğuna göre, kıyamet gününde dörtyüzyıl Allah'a ibadet eden bir İsrailli ile, bu ümmetten kırk yıl Allah'a ibadet etmiş birisi bir araya getirilir. Derken, bu ümmetten olanın sevabının daha çok olduğu görülür. Bunun üzerine İsrailli,

"Sen, adilsin. Oysa ki ben, onun sevabının daha çok olduğunu görmekteyim" der. Bunun üzerine de Cenâb-ı Hak,

"Çünkü sizler, dünyevi cezadan korkuyordunuz da, bunun üzerine ibadet ediyordunuz. Halbuki, ümmet-i Muhammed'in, "Sen onların için bulunduğun sürece ben onlara azab edici değilim" (Enfal,  8/33) ayetinden dolayı teminatları vardı ve bu konuda emin idiler. Ama, buna rağmen onlar yine de ibadet ediyorlardı. İşte bu yüzden, bunların ibadetleri, daha çok ibadeti gerektirmiştir" demiştir.

Bu ayetteki tehdide gelince, Allah Teâlâ büyük günah sahibini cehenneme girmekle tehdit etmiştir. Yüz Kadir Gecesini ihya etmek bile, bu kimsenin, tek bir daneyi eksik tartıp eksik ölçmesi sebebiyle hak etmiş olduğu o azabtan onu kurtaramaz. İşte bu yüzden burada, günahkarın halinin perişan ve güç olduğuna bir işaret vardır.[15][15]

Bir Gecelik Amele Bin Aylık Ecir?

Birisi şöyle diyebilir: "Hz. Peygamber (s.a.s)'ın, "Ecrin, yorgunluğunun, yani yaptığın işin miktarına göredir"[16][16] dediği sahihtir. Halbuki, bin yıl taatta bulunmanın, tek bir gecede taatta bulunmadan daha zor olacağı ise, malumdur. Binâenaleyh, bu ikisinin denk olması nasıl düşünülebilir? Buna, şu birkaç açıdan cevap verilebilir:

1) Aynı işin, kendisine eklenen farklı durumlar sebebiyle iyilik veya kötülük açısından farklı hükümler olması normaldir. Baksana, mesela cemaatla kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha üstündür. Halbuki aslında kılınan namaz her iki durumda da aynıdır. Bir hristiyana zina iftirası atan tazir ile cezalandırılırken, bir iffetli müslümana bu iftirayı atana had (seksen kırbaç) uygulanır. Binâenaleyh bu gibi yerlerde, şekil aynı olmasına rağmen hükümler farklı farklı olmuştur. Hatta aynı sözü Hz. Aişe (r.ah) hakkında söyleseydin, bu küfür (inkar) olurdu. İşte bu yüzden Cenâb-ı Hak, "Siz onu basit birşey sanıyorsunuz ama o, Allah katında pek büyük bir şeydir" (Nur, 24/15),  buyurmuştur. Bu böyledir. Çünkü bu, yüksek bir ilim rahlesi olan Hz. Aişe (r.ah) hakkında bir ta'ndır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s), onun için, "Dininizin üçte ikisini şu Humeyrâ'dan alınız"[17][17] buyurmuştur. Hz. Aişe mü'minlerin annesi olduğu için, bütün mü'minler hakkında bir ta'ndır. Çünkü çocuğun, anası kafir bile olsa, anasına iftira edilmesi durumunda hak taleb etme yetkisi vardır. Daha doğrusu bu, gayret, yani kıskançlık bakımından en ileri noktada bulunan Hz. Peygamber (s.a.s)'e yönelik bir ta'ndır; bundan da öteye, Allah'ın hikmetini ta'ndır. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Peygamber (s.a.s)'i —hâşâ— zâniye bir kadınla evli olarak bırakması caiz olmaz. Sonra, "Bu zina etmiştir" diyen kimse, bunun aslında dağlardan daha ağır bir şey olmasına rağmen, basit ve hafif birşey olduğunu sanmıştır. İşte bütün bu izahlarla, bu fiillerin sebepleri ve konumları farklı farklı olduğu için sevab ve ceza hususlarında neticelerinin de farklı olacağı ortaya çıkar. Dolayısıyla da şekil açısından —zahiren— az görünen taatın mükafaat bakımından pek çok taata denk olabilmesi akıldan uzak görülemez.

2) Hakîm olan Cenâb-ı Hakk'ın maksadı, insanları taata ve ibadetlere çekmektir. Böylece O bazan bir taatın ücretini (sevabını) iki katına çıkarır ve mesela, "Şüphesiz zorlukla beraber bir kolaylık vandır, zorlukla beraber bir kolaylık vardır" (İnşirah, 94/5-6) buyurarak (bir zorluğa iki kolaylık va'detmiştir); bazan on katına, bazan da yediyüz katına çıkarır. Bunu bazan zamanı açısından, bazan da yeri (yani yapıldığı yer) açısından böyle değerlendirir. Bütün bunlardan Cenâb-ı Hakk'ın asıl maksadı, mükellefi ibadete çekmek ve onu dünyaya dalmaktan geri durdurmaktır. İşte bu yüzden Beytullah ve Zemzem diğer yerlere ve sulara üstün kılınır; Ramazan diğer aylardan üstün tutulur; cum'a, diğer günlerden faziletli sayılmıştır; da Kadir gecesi diğer gecelerden efdal kılınmıştır ki bütün bunların maksadı biraz önce bahsettiğimiz şeydir.[18][18]

Melek İnsan Münasebeti

İkinci Cihet: Bu gecenin faziletine dair ikinci cihet de şu ayetin ifade ettiği husustur:

"Onda melekler ve ruh, Rablerinin izniyle, herbir iş için iner de iner" (Kadr, 4).

Bu ayetle ilgili olarak birkaç mesele var:[19][19]

Meleklerin Bakışı Ruhlaradır

Bil ki meleklerin bakışı ruhlaradır; beşerin bakışları da geçici bedenleredir. Melekler ruhunu, şehvet ve gazab gibi kötü sıfatların bulunduğu bir yer olarak gördükleri için seni kabullenememiş ve Allah Teâlâ'ya, "Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan akıtacak kimseleri mi yaratıyorsun?" (Bakara, 2/30) demişler. Ana-baban da, bir menî ve alaka iken, tâ ilk başta şeklinin çirkinliğini görünce, seni kabullenememiş, tam aksine nefretlerini ortaya koymuş; o meniyi ve alakayı kazurat saymış; elbiselerini ondan temizlemek için yıkamışlar; hem sonra düşünmek ve hamileliği önlemek için nice çaba sarf etmişlerdir. Ama Allah Teâlâ sana güzel bir şekil verip, ana-baban o güzel şekli görünce, seni bağırlarına basmış ve seni çok sevmişlerdir. Aynen bunun gibi, ruhundaki güzel şekli, yani marifetullah'ı ve Allah'a taatı görünce, seni sevmişler ve ta baştan (yaratılışta) söyledikleri o sözden özür beyan etmek için, sana kadar gelmişlerdir. İşte, "O (gece de) melekler... iner de iner" ayetleriyle bu kastedilmiştir. Binâenaleyh onlar sana gelip, ruhunu, beden gecesinin karanlıklarında ve maddi kuvvetlerin karanlıklarında görünce, işte bu noktada yine bu önceki sözlerinden özür dileyerek, "iman edenler için istiğfar ederler" (Mü'min, 40/7).[20][20]

Meleklerin İnmesi

Ayetteki  bu  ifadenin  zahiri,  bütün  meleklerin  indiği manasına gelir. Ama melekler, yeryüzünün alamayacağı kadar çokturlar. İşte bu yüzden, alimler çeşitli izahlar yapmış:

Birinci Görüş: Bütün meleklerin en yakın semaya, birinci göğe indiğini söylemişlerdir. Buna göre, "Problem aynen sürmektedir. Çünkü birinci gök de, her bir seccade serilebilecek kadar yerde bir melek olacak şekilde zaten doludur. Binâenaleyh bu tek gök, bütün o melekleri nasıl içine alabilir?" denilirse, deriz ki: Kur'ân-ı Kerim'in genel ifadesi ile haber-i vahidin aleyhine hükmedilebilir. Nasıl böyle hükmedilmesin ki?.. Çünkü haber-i vahidde, meleklerin kafileler halinde indikleri rivayet edilmiştir. Binâenaleyh oraya bir kafile inerken, diğer bölük çıkmaktadır. Bu tıpkı hacıların, onca çokluklarına rağmen hepsinin de Mescid-i Haram'a girebilmeleri gibidir. Fakat hacıların da bir kısmı girerken, bir kısmı çıkarlar. İşte bu sebebten ötürü bu iş, Kadir gecesinin fecrinin doğuşuna kadar sürmektedir. Binâenaleyh defalarca inişi (çeşitli kafilelerin iniş-çıkışını) ifade eden, "tenezzül" fiili kullanılmıştır.

İkinci Görüş: Ekseri alimlerin tercihine göre, melekler yeryüzüne inmişlerdir. En uygun görüş budur. Çünkü Cenâb-ı Makk'ın bundan maksadı, İnsanları o geceyi ihya etmeye teşviktir. Bir de çok çok hadis, meleklerin diğer günlerde bile, zikirlerin yapıldığı, dini konuların müzakere edildiği toplantılara indiğini göstermektedir. Binâenaleyh bunca şanından ve kadr-u kıymetinden ötürü, bu iniş kadr gecesinde, haydi haydi olur. Bir de mutlak olarak zikredilen bir "iniş", ancak gökten yere iniş manasına gelir.

Bu görüşü benimseyenler de değişik izahlar yapmışlardır. Bu cümleden olarak, meleklerin yeryüzüne indiğini söyleyenler şu izahları yapmışlardır:

1) Bazıları meleklerin, insanlığın ibadetini, Allah'a taattaki ciddiyet ve gayretini görmek için indiklerini söylerler.

2) Melekler, "Biz ancak Rabbimizin emriyle inebiliriz" (Meryem, 19/64) demişlerdir. İşte bu onların, bu "iniş" ile zaten emrolunmuş olduklarını göstermektedir. Dolayısıyla bu, alabildiğine bir sevgiye delalet etmez. Ama bu sûredeki, "Rablerinin izniyle... iner" ifadesi, meleklerin Cenâb-ı Hakk'tan önce izin istediklerine ve bunun üzerine kendilerine izin verildiğine delalet eder ki işte bu, insanlara karşı son derece bir sevgilerinin bulunduğuna delalet eder. Çünkü onlar, biz insanlara arzu duymuş ve bizimle karşılaşmayı istemişlerdir. Fakat bunun için izin beklemişlerdir.

İmdi eğer, "(Melekler), "Biz saf safız" (derler)" (Saffât, 37/165) ayeti, "melekler... iner de iner" ayetine ters düşer" denilirse, deriz ki: "Biz bu iki durumu, farklı zamanlarda meydana gelmiş durumlar olarak görürüz."

3) Allah Teâlâ ahirette meleklerin, cennetliklerin yanına her kapıdan girip, "selam size" diyeceklerini va'detmiştir. İşte bu sûrede bahsedilen de dünyada olan hadisedir. Şimdi ey insan sen, Bana ibadetle meşgul olursan, melekler sana iner, selam vermek ve ziyaret etmek için yanına girerler." Hz. Ali (r.a)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Melekler, bize selam vermek ve şefaatçi olmak için inerler. Kendisine meleklerin selamı isabet edenlerin günahları bağışlanır."

4) Allah Teâlâ bu gecenin faziletini, yeryüzünde taatta bulunmaya bağlamıştır. Binâenaleyh melekler, taatlarının daha çok mükafaat celbetmesi için yeryüzüne iniyorlar. Bu tıpkı, bir kimsenin daha çok mükafaat elde etmek için Mekke'ye gitmesine, orada ibadetler yapmasına benzer. Bütün bunlar, insanı taata teşvik eden hususlardır.

5) İnsanın, alim ve zahid gibi büyük kimselerin yanında yaptığı taat ve hayırları, kendi başına iken yaptığı taat ve hayırlardan daha güzeldir. Şimdi Allah Teâlâ, mükellefin o alim, abid ve zahid kimseler yanında yaptığı taatların daha mükemmel ve noksanlıktan daha uzak olduğunu anlaması için, mukarreb meleklerini indirir.

6) Bazı kimseler de, bu sûrede geçen "melekler" kelimesini, bazı melek grublarına tahsis etmişlerdir. Ka'bû'l-Ahbâr'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Sidre-i Müntehâ, cennetin komşusu olan yedinci kat göğün sınırındadır. Binâenaleyh Sidre, dünya havası ile âhiret havası çizgisi üzerindedir ve kökü cennette dalları Kürsî'nin altındadır. Sidre'de, sayılarını ancak Allah'ın bilebileceği kadar çok melek vardır. Bunlar hep Allah'a ibadetle meşguldürler. Cebrail (a.s)'in makamı da Sidre'nin tam ortasındadır. Buradaki her meleğe, mü'minler için merhamet etme ve anma duygusu verilmiştir. Dolayısıyla bu Sidre melekleri, Kadir gecesinde Cebrail (a.s) ile birlikte dünyaya inerler. Binâenaleyh bu gecede, yeryüzünün her tarafında ya secdeye kapanmış, yahut mü'min ve mü'minlere dua ile meşgul melekler vardır. Cebrail (a.s) ise, istisnasız herkesle musafaha eder (tokalaşır). Bu musafahanın alameti ise, onun musafaha ettiği kimsenin tüylerinin ürpermesi, kalbinin rikkate gelmesı ve gözlerinin yaşla dolmasıdır. İşte bu haller, Cebrail (a.s)'in o kimseyle musafahasından kaynaklanmaktadır.[21][21]

Bu Gecede Zikrin Fazileti

Şimdi o gecede kim üç kez, "Lâ ilahe illallah" derse, biriyle günahları bağışlanır; biriyle cehennemden kurtulur; biriyle de, Cenâb-ı Hak onu cennetine sokar. Gökyüzüne ilk çıkan Cebrail (a.s) olur. O, güneşin önüne kadar çıkar ve iki yeşil kanadını açar. O, kanatlarını, o gecenin gündüzünün bu saatinde açar. Sonra da melekleri teker teker çağırır. Böylece hepsi yukarı çıkarlar ve meleklerin nuru ile, Cebrail (a.s)’in kanadının nuru birleşir. Bunun üzerine Cebrail (a.s) ve beraberindeki o meleklerin tümü, o gün dua, rahmet ve mü'minler ile Ramazan orucunu, sevabını Allah'dan umarak tutan herkese istiğfarda bulunmak için, güneş ile dünya seması (birinci gök) arasında dururlar. O günün akşamında da, dünya semasına girerler ve halka halka otururlar. Derken yanlarına, bu semanın melekleri de gelir ve onlara dünyadaki erkek kadın insanları tek tek sorarlar. Hatta, "Falanca ne yapıyor, onu nasıl buldunuz" derler. Sidre melekleri de, "O falancayı ilk yıl âbid olarak bulmuştuk. Fakat bu yıl bidatci olarak bulduk. Falanca ise geçen yıl bidatcı idi, bu yıl âbid olmuş" derler. Bunun üzerine gök melekleri birinciye dua etmeyi bırakır, ikinciye dua etmeye başlarlar. Yine Sldre melekleri, "Falancayı Kur'ân okurken, falancayı rükûda, falancayı secdede bulduk. Bu insanların geceleri ve gündüzleri hep böyle" derler.

Sidre melekleri sonra ikinci göğe çıkarlar ve ta Sidre'ye varıncaya değin, her gökte, birinci gökte yaptıklarını yaparlar. Sidre'ye varınca o, bunlara, "Ey sakinlerim, bana insanlardan bahsedin. Çünkü benim sizde hakkım var ve ben, Allah'ı sevenleri severim" der." Ka'bûl-Ahbar sözüne şöyle devam eder: "Bu melekler Sidre'ye. dünyadaki erkek-kadın her şahıs, isimleri ve babalarının isimleriyle tek tek sayıp anlatırlar. Sonra da bu haberler cennete ulaşır. Bunun üzerine cennet "Allah'ım, onlan çarçabuk bana gönder" diye dua eder. Sldre ve melekleri "Amin amin" derler."

Bunu iyice kavradığına göre şimdi biz diyoruz ki: Cemaat ne kadar kalabalık olursa, oraya rahmetin inişi de o nisbette çok olur. İşte bu yüzden, en büyük kalabalık Arafat'ta vakfede bulunur. Şüphesiz Allah'ın rahmetinin oraya inişi de, o nisbette çok olur. Aynen bunun gibi, Kadir gecesinde de mukarreb meleklerin bir araya gelip, büyük bir cemaat oluşturmaları söz konusudur. Binâenaleyh o gecede Allah'ın rahmetinin inişi de o nisbette çok olmuştur.[22][22]

Rûh

Alimler ayette geçen "ruh" hususunda da şu izahları yapmışlardır:

1) Ruh, büyük bir melektir. Eğer o, gökleri ve yerleri yutmak istese, tek lokmada yutardı.

2) Ruh, bir melaike topluluğudur. Diğer melekler bunları, ancak Kadir gecesinde görebilirler. Bu tıpkı bizim, kendilerini sadece bayram günleri görüp, ziyaret ettiğimiz zahid kimseler gibidir.

3) Bu, Allah'ın bir mahlukudur. Bunlar da, yerler, giyerler. Fakat ne melektirler ne insan... Belki de bunlar, cennetliklerin hizmetçileridir.

4) Bu kelimeyle, kendisine "Ruhullah" denildiği için, Hz. İsa (a.s) da kastedilmiş olabilir. Dolayısıyla o da, bu gecede, ümmet-i Muhammed’i tanımak için meleklerle birlikte iner.

5) Bu, "Kur'ân"dır. Çünkü Hak Teâlâ, "Sana emrimizden (katımızdan) bir ruh indirdik" (Şûra, 42/53) buyurmuştur.

6) Ruh ile, rahmet-i ilahiyye kastedilmiştir. "Allah'ın ravhından ümit kesmeyin" (Yusuf, 12/87) ayeti, işte bu manadan ötürü "Allah'ın ruhundan, yani rahmetinden ümit kesmeyin" şeklinde okunmuştur. Buna göre Hak Teâlâ sanki, "Melekler iner, onların peşinden rahmetim de iner. Böylece insanlar o gecede, hem dünya hem de ahiret saadetini birlikte bulurlar" demek istemiştir.

7) Ruh, meleklerin kıymetlileridir.

8) Ebû Nüceyh'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ruh, hafaza ve kiramen kâtibin melekleridir. Sağdakiler kişinin yerine getirdiği farzları ve ibadetleri kaydederler; soldakiler de kişinin kötü şeyleri bırakışını, yapmayışını kaydederler.

En doğru olan görüş bu "Ruh" ile Cebrail (a.s)'in kastedilmiş olmasıdır. Onun bu şekilde, diğer meleklerden ayrı olarak zikredilişi ise, son derece kıymetli oluşundan ötürüdür. Binâenaleyh Hak Teâlâ, "Bir kefede tüm melekler, bir kefede ise Cebrail (a.s) var" demek istemiştir.

Ayetteki, "Rablerinin izniyle" kaydının, o meleklerin bizi görmeye ve arzulu olduklarına delalet ettiğini daha önce söylemiştik. Eğer, "Onlar bizim bunca günahımız olduğunu bilmelerine rağmen, daha nasıl bizi görmeyi arzuluyorlar?" denilirse, biz deriz ki: "Melekler, günahlarımızı ayrıntılı bir şekilde bilmiyorlar. Rivayet olunduğuna göre, melekler Levh-i Mahfuz'u gözden geçirirler ve orada mükelleflerin taatlarını tafsilatlı bir şekilde görürler. Günahları görmeye sıra gelince, araya bir perde çekilir ve böylece onlar günahları görmezler. Bu durumda da, "Güzel şeyleri ortaya koyan, çirkin şeyleri ise saklayan zatı teşbih ve tenzih ederiz" diyorlar.[23][23]

Meleklerin Yeryüzünden İstifadeleri

"Biz daha önce meleklerin inişlerinin fayda ve hikmetlerinden bahsetmiştik. Şimdi de diğer bazı faydaları zikredelim ki bunların neticesi de, o meleklerin yeryüzünde, gökler aleminde görmedikleri çeşitli taatları görmüş olmalarına varıp dayanır:

1) Zenginler evlerinden çeşitli yemekler götürür ve fakirlere ikram ederler. Fakirler de zenginlerin yemeklerini yer ve Allah'a ibadet ederler. İşte bu gökler aleminde bulunmayan bir taat çeşididir.

2) Melekler asi ve günahkar kişilerin yalvarış-yakanşlarını duyarlar. Bu da göklerde bulunmayan bir taat çeşididir.

3) Allah Teâlâ bir hadis-i kudsi'de şöyle buyurmuştur: "Günahkarların yalvanş-yakarışları Bana, tesbihte bulunanların avazından daha sevimlidir." Melekler de "Gelin, yeryüzüne gidelim ve Rabbimize tesbihlerimizin sesinden daha sevimli gelen bir sesi duyalım" derler. Bu ses nasıl sevimli ve güzel olmasın! Çünkü tesbih edenlerin çıkardığı ses, itaat edenlerin o mükemmel halini ortaya koymaktadır. Günahkarların iniltileri ise, göklerin ve yerin Rabbisinin gaffar oluşunu ortaya koymaktadır. İşte birinci mesele budur.[24][24]

Meleklerin Günahsızlığı

Bu ayet, meleklerin masum (günahsız) olduklarına delalet etmektedir. Bunun bir benzeri de, "Biz Rabbimizin emri olmadıkça inemeyiz" (Meryem, 19/64) ve "O melekler, Allah'ın önüne söz ile geçmezler" (Enbiya, 21/27) ayetleridir. Burada şöyle bir incelik var: Allah Teâlâ ayette, "melekler izinlidirler" dememiş, aksine "Rablerinin izniyle" buyurmuştur. Bu, onların, Rabİerinin izni olmadan hiçbir hareket ve tasarrufta bulunamadıklarına bir işarettir. Mesela bir kimsenin, hanımına, "Benim iznim olmadan çıkma" demesi de böyledir. Çünkü bu durumda hanımının her çıkmak istediğinde izin alması gerekir.[25][25]

"Rablerinin" İfadesi Hakkında

Ayetteki, "Rablerinin" ifadesi, melekler için bir ta'zimi (büyüklüğü), günahkarlar için de tahkiri ifade eder. Buna göre Hak Teâlâ sanki, "Onlar Benim içindirler. Ben de onlar içinim" demek istemiştir. Bu ifadenin bizim hakkımızdaki benzeri de, "Sizin Rabbiniz gökleri ve yeri yaratan Allah'dır" (A'raf, 7/54) ayetidir. Cenâb-ı Hak Hz. Muhammed (s.a.s)'e de, "Hani Rabbin demişti ki..." (Bakara, 2/30) buyurmuştur.

Yine bu ifadenin bir benzeri de, rivayet edilen şu husustur. Hz. Davud (a.s), ölüm döşeğinde hasta yatarken,

"Allah'ım, benim için olduğun gibi, Süleyman için de ol" demiş. Bunun üzerine ilahi vahiy gelerek, Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:

"Süleyman'a söyle: Ben onun için olduğum gibi, o da Benim için olsun" buyurmuştur.

Yine rivayet olunduğuna göre, Allah'ın dostu Hz. İbrahim (a.s) günlerce, misafir edecek bir adam bulamadı. Bunun üzerine bir misafir bulmak için araştırmaya çıktı ve bir çadır gördü. Onlara,

"Misafir ister misiniz?" diye seslendi. Onlar,

"Evet" dedi. Hz. İbrahim (a.s) misafir edecek şahsa,

"Yanında süt veya bal katığı var mı?" dedi. Adam iki taşı eline aldı ve bunları birbirine vurdu. Taşlar yarıldı ve birinden süt, diğerinden bal akmaya başladı. Hz. İbrahim (a.s) hayret etti ve

"Allah'ım ben senin halîlinim (dostunum) ama, böyle bir ikramı (imkanı) bulamadım. Bu adam buna nasıl ulaştı?" dedi. Bunun üzerine vahiy geldi ve

"Ey dostum, o Bizim için oldu, Biz de onun için olduk" denildi.[26][26]

Meleklerin O Geceki İşleri

Ayetteki,  "Her bir iş için" ifadesi, "Melekler ve ruh o gece, her bir iş için inerler" demektir. Bu da, "Onlardan herbiri bir başka iş için inerler" demektir. Alimler bu hususta şu izahları yapmışlardır:

1) Meleklerin herbiri bir işle meşguldürler. Dolayısıyla bazıları rükû, bazıları secde, bazıları da dua ile meşguldürler. Tefekkür, ta'lim ve vahiyleri ulaştırma ile ilgili söz de böyledir. Bazıları da o gecenin faziletini idrak etmek, yahut da müslümanlara selam vermek için inmişlerdir.

2) Ekseri alimlerin görüşüne göre ayetin manası, "Allah Teâlâ'nın o yılda takdir ettiği her hayır ve her şer için inerler" şeklindedir. Bunda onların inişlerinin bir ibadet oluşuna bir işaret vardır. Buna göre melekler adeta, 'biz yeryüzüne kendiliğimizden inmedik. Fakat kendisinde mükelleflerin iyiliği ve hayrı sözkonusu olan her iş için ineriz" demektedir.

Cenâb-ı Hak ayetteki "emr" (iş) kelimesini, dünya ve ahiret iyiliklerini içine alsın ve kendisinden o meleklerin, mükellefin dini ve dünyası ile ilgili hayrın bulunduğu şeyler için indiklerini beyan etmek üzere, umumi ve mutlak olarak zikretmiştir. Buna göre sanki birisi, o meleğe "Nereden geliyorsun?" demiş de, melek, "Seni ilgilendirmez. Bu lüzumsuzluk nereden? Fakat sen "Hangi iş için geldin?" diye sor. Çünkü sana düşen budur" cevabını vermiştir.

3) Bazı kimseler de, “Min kulli emrin” ifâdesini “Min kulli’mrii” şeklinde okumuşlardır. Bu, "Her insan için..." demektir. Rivayet olunduğuna göre, melekler karşılaştıkları her mü'min ve mü'mineye selam verirler.[27][27]

Berat ve Kadir Gecesi İlişkisi

Ecellerin, rızıkların, Şaban ayının onbeşinde belirlenip taksim (takdir) edildiği rivayet edilmemiş midir? Ama sizler şu anda bunun, Kadir gecesinde olduğunu söylüyorsunuz" denilirse, biz deriz ki: Hz. Peygamber (s.a.s)'in, "Allah Teâlâ olacak tüm şeyleri Berat gecesinde takdir eder. Kadir gecesi gelince de, bu şeyleri sahiblerine teslim eder" dediği rivayet edilmiştir. Şöyle de denilmiştir. Berat gecesinde eceller ve rızıklar; Kadir gecesinde ise, kendisinde hayır, bereket ve selametin bulunduğu işler takdir edilir. Kadir gecesinde, sayesinde dinin güç-kuvvet bulduğu ve müslümanlar için büyük faydaların bulunduğu şeylerin takdir edildiği; Berat gecesinde ise, o yıl ölecek olanların isimlerinin kaydedilip ölüm meleğine teslim edildiği de söylenmiştir.[28][28]

O Geceki Selamet

Üçüncü Cihet: Kadir gecesinin faziletiyle ilgili üçüncü cihet de şu ayetin ifade ettiği husustur:

"O (gece) tan yeri ağanncaya kadar bir selamdır" (Kadr, 97/5).

Bu ayetle ilgili birkaç mesele var:[29][29]

Birinci Mesele

Ayetteki "selam" ile ilgili, şu izahlar yapılır:

1) Bu, "Kadir gecesi, fecrinin doğuşuna kadar selamdır, yani melekler itaatkar kimselere selam verirler" demektir. Bu böyledir. Çünkü melekler, ta gecenin başlangıcından fecrin doğuşuna (sabaha) kadar bölük bölük inerler. Bu inişin bölük bölük oluşu, selamın çokça verilmesini temin içindir.

2) Bu gece "selam gecesi" olarak nitelenmiştir. Binâenaleyh selamın hafife alınmaması gerekir. Zira, o pişmiş buzağı (ikramı) hadisesinde, yedi meleğin Hz. İbrahim (a.s)'e selam, vermiş olmaları sebebiyle, onun huzur ve süruru, dünya krallarının huzur ve sürurundan daha fazla olmuştur. Daha doğrusu melekler ona selam verince, Nemrud'un ateşi, İbrahim (a.s) için bir serinlik ve bir selamet (esenlik) oluvermiştir. Şimdi bu meleklerin bize verdikleri selamın bereketi ile, cehennem de bize bir serinlik ve esenlik olmaz mı? Fakat İbrahim (a.s)'in meleklere ziyafeti, kızartılmış bir buzağı idi. Melekler bizden ise, böylesine kızarmış, (Allah aşkıyla) yanmış bir kalb istemektedirler. Hatta burada şöyle bir incelik daha vardır: Bu da, ayetin ümmet-i Muhammed'in faziletini ortaya koyduğudur. Çünkü o kıssada melekler, Hz. İbrahim (a.s)'e inmişler; bu ayette ise, meleklerin, Hz. Muhammed (s.a.s)'in ümmetine indikleri belirtilmiştir.

3) Bu, "Bütün kötü şeylerden ve afetlerden selamet" manasına olup, tıpkı, "o hep bu iki iş ile meşguldür" manasında, "Şüphesiz falanca hac ve demektir" denilmesi gibidir. Bunun bir benzeri de "Gök mutluluk ... gâh bedbahtlık" ifadesidir. Alimler meleklerin ve ruhun Kadir gecesinde, bütün iyi şeyleri ve mutluluk veren şeyleri indirip, o gecede hiçbir zararlı şeyi indirmediklerini söylemektedirler. Binâenaleyh o gecede inen herşey, sırf bir "selam"dır, yani mahza selamet, fayda ve hayırdır.

4) Ebû Müslim şöyle der: "Buradaki "selam", bu gece rüzgarlardan, eziyetlerden, yıldırımlardan ve benzeri afetlerden beri bir gecedir" demektir.

5) Bu, "O gece, şeytanın kötülük yapamadığı bir selamet gecesidir" demektir.

6) Vakıf, "selam" kelimesinin sonunda da yapılabilir. Dolayısıyla selam, bir önceki ayetle ilgili olur ve fecir doğuncaya (sabaha) kadar sürer" şeklinde olur. Bu görüş zayıftır.

7) Bu gece, tâ başından sabaha kadar, her parçasında yapılan ibadetlerin, bin ayda yapılan İbadetlerden daha hayırlı olması hususunda selametli bir gece olup, farzlar için ilk üçte bir; nafileler için gece yarısı; dua için de seher vaktinin seçilmesinin müstehab oluşu hususunda diğer geceler gibi değildir. Aksine bu gece, bütün cüzleri ve parçaları açısından hep aynı fazilete sahip olan bir gecedir.

8) “Selâmun hiye” ifadesi, "cennettir bu" manasınadır. Çünkü cennetin bir ismi de, "selam yurdu", yani "selametten kalıba dökülmüş"tür.[30][30]

Matla'

Matla’, tulu’ (yani doğuş) manasınadır. Nitekim Arapça'da, “Talea’l-fecru, tuluân vemetleâ” denilir. Buna göre ayetin manası, "bu selam işi, fecir doğuncaya kadar sürer" şeklindedir. Bu kelimeyi “Metliu” şeklinde okuyanlara göre, ismi zaman, yani "doğuş vakti" manasına olur. Bunun ism-i mekanı da, bu şekilde gelir. Bu izahı Zeccâc yapmıştır. Ama Ebû Ubeyde, Ferrâ ve diğerleri, kelime masdar mîm'i olduğu için, lâm'ı fethalı okumayı tercih etmişler ve şöyle demişlerdir: "Lâm kesreli okunursa, kelime, tıpkı, "meşrîk' (doğu) kelimesi gibi isim olur. Halbuki ayette bunun isim olarak alınmasının manası yoktur. Aksine Zeccâc'ın ileri sürdüğü gibi bu, doğuş vaktinin ismi (yani ism-i zaman) manasına alınırsa doğru olur." Ebû Alî ise der ki: "Kelimeyi, lâm'ın kesresiyle, masdar manasına almak da mümkündür. Çünkü "mef'ıl" kalıbındaki masdarların, ayne'l fiilinin kesresiyle gelmeleri gerekir. Bu tıpkı, Arapların "ihtiyarlık ve acizlik ona hakim oldu" demeleri ve "Sana mahizden, yani hayızdan sorarlar" (Bekara, 2/222) ayeti gibidir. Aynen bunun gibi, "matlı' " kelimesi de, kesreli okununca, bu kaidenin şazzı (istisnası) olarak gelmiş olur. Allah Teâlâ en iyi bilendir. Salat-ü selâm efendimiz Hz. Muhammed'e, âline ve ashabına olsun (amin)![31][31]



YAZAR: Kadir Hatipoglu - Nisan 13 2023 01:00:00 · Adobe Reader Belgesi · Microsoft Word Belgesi · Yazdır
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.03 saniye 14,869,887 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024