Toplumun sağlıklı bir yapıya sahip olmasının temel şartlarından biri de öksüz, yetim, dul ve yaşlıların korunup gözetilmesidir. Modern devlet anlayışının temel ilkelerinden biri de bu sınıfta meydana gelen sorunlarla mücadeledir.
Şimdi, öksüz, yetim, dul ve yaşlıların korunup gözetilmesi yönünde İslâm’ın yaklaşımını gözler önüne serecek bâzı örnekler sunmak istiyoruz.
Kur’an’ı Kerim’de iyi insanların özellikleri şöyle anlatılır:
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِيناً وَيَتِيماً وَأَسِيراً {8} إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُوراً {9} إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَرِيراً {10} فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُوراً {11}
“8- Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler. 9- "Size sırf Allah rızası için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz." 10- "Biz sert ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız." derler. 11- Allah da onları o günün fenalığından korur, yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir.” (İnsan 76/8-11)
a) Yetimler
Her toplumda korumaya muhtaç olan kesimlerin başında yetimler gelmektedir. Çünkü bunlar en yakın koruyucularını yitirmişlerdir, bu sebeple de genellikle maddî ihtiyaç içindedirler. Çalışıp hayatlarını kazanacak imkânları da bulunmamaktadır: Özellikle savaş durumlarında çok sayıda çocuk yetim kalır. Bir hayat kitabı olan Kuran’ın, bu toplumsal gerçeği görmezlikten gelmiş olması düşünülemez. Mâûn Sûresinde, ahireti inkâr eden bir kimsenin nitelikleri arasında yetime kötü davranmanın zikredilmesi, İslam’ın yetime bakış açısını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir:
أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ {1} فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ {2} وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ {3}
“Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.”(Mâûn 107/1-3)
Yine Fecr Sûresi’nde cehennemlikler, fakirleri ve yetimleri doyurmaya, böylece topluma hizmete yanaşmamakla suçlanmaktadırlar:
كَلَّا بَل لَّا تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ {17} وَلَا تَحَاضُّونَ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ {18}
“Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.”(Fecr 89/17-18)
Hz. Peygamber (s.a.s.) de yetim olarak doğmuştu. O, yetimliğin günlerini bizzat Allah’ın korumasında geçirmişti. Yüce Allah da Resûlüne, yetimliğinde gördüğü bu koruma ve yardımı hatırlatarak, kendisinin de yetimlere aynı şekilde davranmasını emretmektedir:
أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيماً فَآوَى {6} وَوَجَدَكَ ضَالّاً فَهَدَى {7} وَوَجَدَكَ عَائِلاً فَأَغْنَى {8} فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ {9} وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ {10} وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ {11}
“(Rabbin) seni yetim bulup ta barındırmadı mı? Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç halinde bulup da zengin etmedi mi? Öyle ise sakın yetimi ezme.”(Duhâ 93/6-11)
Kur'an terbiyesi ile yetişen Allah Resulü, yetimler konusunda aldığı bu emri, şahadet parmağı ile işaret parmağını açıp göstererek,
أنَا وكافلُ اليَتيمِ في الجنّةِ هكَذَا، وأشارَ بالسَّبَابَةِ والوُسطَى، وفرَّجَ بينَهُمَا.
"Ben ve yetimi koruyup gözeten kimse cennette şöyleyiz"( Tirmizî, Birr, 14, (IV, 321) sözleri ile uygulama alanına taşımıştır. Yetimlerin himayesi konusunda daha pek çok hadis bulunmaktadır.
Yetimlerle ilgili önemli bir konu da onların mallarına karşı takınılacak tavır konusudur.Zira genel olarak yetim denince akla her bakımdan korumaya muhtaç yetimler gelirse de durum her zaman böyle olmamakta, bazen yetimin ekonomik durumu iyi olmaktadır. Bu durumda onun malının da korunması söz konusudur.
İslâm’dan önce Arap toplumunda yetimler itilip kakıldığı gibi, çeşitli yollarla onların mallarına da sahip olmaya çalışılırdı. Bu konuda genellikle yetimlerle evlenme ya da onları kendi çocuklarıyla evlendirme yöntemine başvurulurdu. Kur’an bu haksız uygulamaya son verecek düzenlemeyi yaptı:
إِنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْماً إِنَّمَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ نَاراً وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيراً
“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zâten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme)gireceklerdir.” ( Nisa 4/10)
Bu ayetlerin inmesi üzerine müslümanlar, himayelerindeki yetimlerin malları konusunda çok hassas davranmaya, mallarının kendi mallarına karışmamasına özen göstermeye başladılar. Hatta bazıları, evlerinde barındırdıkları yetimlerin yiyeceklerini ayırdılar ve onlara ayrı bir barınak açtılar. Zihinlerde oluşan tereddütleri gidermek üzere Hz. Peygamber’e sorular yönelttiler. Bunun üzerine şu âyet indi:
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْيَتَامَى قُلْ إِصْلاَحٌ لَّهُمْ خَيْرٌ وَإِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِ
“Bir de sana yetimleri soruyorlar. De ki onların durumlarını düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışır (birlikte yaşar)sanız, sakıncası yok. Onlar da sizin kardeşlerinizdir. Allah bozguncuyu, yapıcı olandan ayırır.” ( Bakara, 2/220)
İşte Kur’an’ın yaptığı bu uyarılar, müslümanlar arasında, yetimlere ayrı bir yer oluşturdu."Yetim hakkı", "kul hakkı" kavramları hep ön planda tutuldu. Ne yazık dini ve ahlaki duyarlılığın azalması sonucu bu konuda büyük boşluklar yaşandığına şahit olmaktayız.
Ülkemizde yaşanan sosyal değişim ve ekonomik sıkıntılar, çocuklar konusunda ağır problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yaşanan iç göçler ve maddi sebepler bir çok çocuğu beslenme, eğitim ve barınmak problemi ile karşı karşıya bırakmıştır. Onbinlerce çocuğun sokaklarda yaşıyor olması bu toplumun kanayan yaralarından biridir. Çocuk Esirgeme Kurumu gibi kurumlar bu problemin üstesinden gelmek için asla yeterli değildir. Ancak toplumun şuurlu ve planlı bir sahip çıkma hareketi konunun üstesinden gelme şansını sağlayacaktır.
b) Güçsüzler ve Yaşlılar
Doğumla birlikte getirilen fiziki zayıflık hali, annenin, yakın koruması sayesinde telafi edilmektedir. Fakat, ömrün sonlarına doğru yaşanan zaaf, insanın gerçek güçsüzlük dönemini oluşturmaktadır. Zira artık anne-baba koruması ve şefkati sona ermiş, insan daha korumasız bir konuma gelmiştir. Bâzı durumlarda yaşlılar, çocuklardan daha fazla ilgiye muhtaç duruma gelebilmektedirler. İnsanın güçsüz düşmesi yalnız yaşlılık sebebiyle olmamaktadır. Hastalık ve benzeri sebepler de kişiyi özel ilgi ve bakıma muhtaç hale getirebilmektedir.
İslâm bu tabii ve sosyal olgu karşısında gerekli önlemleri almıştır. Aşırı yaşlılıktan Allah’a sığınan Hz. Peygamber,( Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 185) bir devlet başkanı olarak güçsüzlerin ve yaşlıların bakımını üstlenmiştir. Bu konudaki bir hadis şöyledir: Sahabelerden biri -İslâm öncesi anlayışın etkisi ile olacak- kendisinden daha güçsüz olanlardan üstün olduğunu düşünüyordu. Bunun üzerine Resûlüllah,"Güçsüz ve düşkünleri araştırıp bana getirin, (ihtiyaçlarını karşılayayım). Çünkü siz ancak içinizdeki güçsüzler sayesinde yardım görüyor ve rızıklandırılıyorsunuz." ( Ebû Dâvûd, Sünen, Cihad, 70; Tirmizî, Sünen, Cihâd, 24, Nesâî, Sünen, Cihâd, 43.23- Buhârî, Cihâd, 67)
Şu hadisler, İslâm’ın yaşlılar ve güçsüzler konusuna ne kadar önem verdiğinin açık bir göstergesidir: "Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir."( Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 185)
“Her hangi bir genç, bir kimseye yaşlı olduğu için ikramda bulunursa, Allah o gence, yaşlılığında kendisine ikramda bulunacak birini nasip eder.” (Tirmizî, Sünen, Birr ve Sıla, 75)
Hz. Peygamberin, barınağı ve maddi imkanı olmayan Muhacirleri Medine Mescidi’nin yanındaki "suffe" adı verilen mekanda iskan edip ihtiyaçlarını karşılaması önemli bir uygulamadır. Güçsüzler ve hastalar, askerî harekâta katılma görevinden de muaf tutulmuş olduklarını da ayrıca hatırlatmak gerekir.
Kur’an ve sünnetin getirdiği bu prensipler, İslâm toplumunda, asırlar boyu süregelen uygulamalar sonucu günlük hayatın bir parçası olan tabii davranışlar haline gelmiştir. Her Müslüman ailede yaşlılar daima en büyük ilgiyi ve saygıyı gören bireyler olmuşlardır. Toplumsal hayatta ise, müslüman-gayrimüslim ayırımı yapmadan tüm yaşlılar ve güçsüzler eşit derecede ilgi odağı olmuşlardır. Kurumsallaşma planında bu yaklaşımın en açık örneğini Darülaceze oluşturmaktadır. |