"Allah Teâlâ Hazretleri, Şaban ayının on beşinci gecesi (kullarına rahmetle) nazar eder ve müşrikle, müşâhin (kindar, bencil) hariç herkese mağfiret buyurur."
İnananlara barış içerisinde bir hayatı hedef olarak gösteren İslâm, barış içinde yaşamak ve bütün insanlığın hayrına olacak faaliyetlerde işbirliği yapmak için insanların aynı inanca sahip olmalarını da şart koşmaz. Önemli olan karşılıklı olarak barışa taraf olunması, insanların hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesi, dinlerine ve yurtlarına tecavüz edilmemesidir. Bundan dolayı Müslümanlar, bir dine inansın ya da inanmasın bütün insanlarla iyilik ve adalet temelli ilişkiler kurabilir ve işbirliği yapabilirler.
Efendiler Efendisi (sav), Mekke’de iken bir gece evinin tavanı açılır ve ‘Cibrîl’ iner. Göğsünü yarıp zemzem suyu ile yıkadıktan sonra hikmet ve iman ile doldurur. Sonra ellerinden tutup kendisini semaya doğru çıkarır. Sema katları arasında devam eden yolculukta Hz. Âdem, Hz. İdris, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. İbrâhim peygamberleri görüp onlarla sohbet eder Sevgili Peygamberimiz. Ve mucizevî bir şekilde Rahmân’a yapılan bu yolculuktan büyük hediyelerle döner. Cenâb-ı Allah’ın elli vakte bedel kabul ettiği beş vakit farz namaz, belki de en büyüğüdür bu hediyelerin
Zulüm, hak yemek, eziyet, işkence ve baskı kullanmak, adaletsizlik yapmak, haddi aşmak söz ve fiilde aşırı gitmek demektir.Aynı zamanda zulüm;Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kıyım, acımasızlık, haksızlık, eziyet ve cefadır.
Gerek Kur’an’daki âyetlerde gerekse de Hz. Peygamber’in hadislerinde hidayet verenin Allah olduğuna sık sık işaret edilir. Hidayetin kaynağı Kur’an olduğuna göre onu lütfeden de elbette Allah’tır. Ancak insan, onu alıp almamakta özgür bırakılmıştır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Hidayet kişinin Allah’a inanma, emir ve yasaklarını tam olarak yapabilme imkânına kavuşmasıdır. Böyle bir konumda bulunan kişi Kur’an’da belirtilen doğru yola ulaşmış demektir. Nitekim konumuzu belirleyen ayette de bu hususa vurgu yapılmaktadır. Allah’ın hidayet verdiği kimsenin doğru yolda olduğu, hidayetten uzaklaştırdığı kimsenin ise yardım edecek, kendisine arka çıkacak kimsesinin bulunmadığı anlatılmaktadır.
Cenâb-ı Hakk, dalalete düşmesin diye daha ilk insan Âdem (a.s)’i peygamber olarak görevlendirerek kendisine vahiy göndermiştir. Ondan sonra da bütün zamanlarda tüm insanlığı peygambersiz ve vahiysiz bırakmamıştır. Buna göre insan, hidayet ve dalalet yollarının önünde, vahyin ışığında, akıl ve iradesini kullanarak istediği yolu belirleme hürriyetine sahiptir. Elbette hidayet yolunu seçen insan, Allah’ın ebedî mükâfatı olan cennet yurdunu kazanmaya namzet, meleklerin bile gıpta ettiği insandır. Dalalet yolunu seçen kimse ise, yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi, kendini ziyana ve hüsrana sürükleyen insan olacaktır. Allah Teâla, herkesin hidayet yolunu seçmesini arzu eder ve daima bunu öğütler. Daha Kur’an’ın ilk sayfasında, her gün namazlarımızda defalarca okuduğumuz Fâtihâ suresinde, üzerinde yürümemiz gereken yolu bize dua mahiyetinde öğretir. Şöyle ki:
Dini yaşamak, bir köşeye çekilip yalnızca Allah’a olan sorumluluklarını yerine getirmekten ibaret değildir. Aksine din, kişiden Allah’a karşı görevlerini yaparken bir taraftan da insanlarla ve diğer canlılarla olan ilişkilerini gözetmesini talep eder. Nitekim insanın imtihanını anlamlı kılacak ve onun sonucunu etkileyecek en önemli hususlardan birisi de budur.
Müslüman toplumların önünde duran en büyük ve acil sorunların başında birlik ve beraberlik geliyor. Giderek küçülen ama küçüldükçe de sorunları artan ve sıkışan dünyamızda birlik olmadan dirlik sahibi olmak mümkün değil.