Bakara suresinin son iki âyeti yüce Rabbimizin bizlere hediyesidir. “Âmenerrasûlü” diye başlayan bu âyetlerde önemli inanç konuları yer alır. Son âyette de kısa ve özlü dua örnekleri verilir. Bizim inancımıza göre her bir Peygamber, Allah’ın insanlar için seçtiği yüce önderlerdir. Bu ayette imanın temel maddeleri kısaca ele alınır. Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, hayatın sonunda O’na verilecek hesaba inanmak, imanın temel şartlarındandır. Bunları kabul ettikten sonra birer Müslüman olarak tutumumuz, Allah’ın her emrine itaat etmek olmalıdır.
Kur’an’da yüce Allah bazı ayetlerin daha iyi anlaşılması amacıyla bazen farklı üslup ve metotlar kullanarak insanların dikkatlerini çekmektedir. Bu konuda tercih edilen metotlardan biri de ticaret örneğidir. Bu ticaret örneklerini birlikte anlamaya çalışırsak;
Âyetü’l-Kürsi, yüce Rabbimizi bize en güzel şekilde tanıtan bir ayet-i kerimedir. Bizler Allah’ın kulları olarak ona karşı görevlerimizi ancak onu tanıyarak yapabiliriz. Kendisine ibadet ettiğimiz, her şeyin yaratıcısı ve yaşatıcısı Rabbimize layık insanlar olmanın yolu onu tanımaktan geçer.
İnsanoğlunun ihtiyaçları hiçbir zaman bitmez. İnsan bu ihtiyaçlarını karşılamak için her türlü yola başvurur. Elde ettiği serveti acımaksızın harcar. Harcamalarının doğru olup olmadığına da bakmaz. İnsanın bu zaafından dolayı, Rabbimiz, saçıp savurmayı yasaklamış, saçıp savuranları kınamış ve bu kimseleri şeytanın dostları olarak nitelemiştir. Kur’an-ı Kerim’de infak teşvik edilmekle birlikte, kişiyi muhtaç bırakacak ya da bakmakla yükümlü olduğu insanları mağdur edecek oranda harcama yapması da uygun görülmemiştir.
İnsanoğlu yaratılışı itibarıyla dünya nimetlerine meyyaldir. Onun dünyaya ve dünya nimetlerine meyli, yaşama arzusunun bir gereğidir. Bu itibarla insan, ölümü arzu etmez. Her insan gibi biz müminler de daha uzun ömürlü olmayı, daha sağlıklı ve mutlu yaşamayı arzu ederiz. Ancak bu dünyadaki hayatımızın ölümle sınırlı olduğunu, ölümsüzlüğün ve ebediyetin ancak ahiret hayatında olduğunu biliriz ve buna inanırız.
Aile, dinen evlenmelerine engel bulunmayan bir kadın ve bir erkeğin evlenerek oluşturduğu sosyal bir müessesedir. Başka bir ifade ile aile; en küçük bir topluluk, topluluk ise büyük bir ailedir. Yüce kitabımız Kur’an, toplumun çekirdeğini oluşturan ailenin sağlam temeller üzerine kurulmasını ve korunmasını istemektedir. Ailenin her bir bireyi hak ve sorumluluk sahibidir. Eşler, aralarında karşılıklı saygı ve sevgiyle ayrıca birbirlerinin hak ve sorumluluklarına riayet ederek yuvanın ahenk ve huzuruna yardımcı olurlar. Mutlu ve huzurlu bir aile için eşlerin karşılıklı anlayış ve uyum içinde olması gerekir. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde karşılıklı hak ve görevler belirlenmiştir.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, gerek insanın kendisini yaratan Allah’a verdiği sözde durması, gerekse başka insanlarla yaptığı sözleşmeler ve antlaşmalara bağlı kalması hususu üzerinde önemle durmuş ve değişik vesilelerle yapılan antlaşma veya verilen sözlere vefa gösterilmesini bütün Müslümanlardan istemiştir. Okuduğum ayet-i kerimede yerine getirilmesi istenen “akid” burada, hem Kur’an’ın getirdiği iman esaslarını, Allah’ın emir ve yasaklarını, uygulanması gereken kuralları, hem de genel anlamıyla kişilerin kendi aralarında yaptıkları sözleşmeleri ve verdikleri sözleri kapsamaktadır.
Amel defteri, insanların dünyada kabul ettikleri inançlarla, yaptıkları işlerin kaydedildiği ve âhirette kendilerine takdim edileceği bildirilen deftere veya kitaba verilen addır.
Kur’an’da, insanın dünyada yaptıklarının, kıyamet günü açılmış bir kitapta kendisine gösterileceği ve her fertten kendi kitabını okumasının isteneceği hem bu surede hem de diğer bazı surelerde Mesela
Bütün peygamberler kavmini bir olan Allah’ı tanımaya ve O’na kulluk etmeye davet etmiş, bu davet esnasında çeşitli zorluklarla karşılaşmış, sıkıntıya maruz kalmışlardır. Diğer bütün peygamberlerin yaptığı gibi Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) de aynı şekilde kavmini Allah’a kulluk etmeye davet etmiştir.
İnsanlık tarihinde insanlar, her şeyin yaratıcısı olan bir Allah’a inanma ve ibadeti sadece O’na yapma anlamına gelen tevhîd inancında zaman zaman sapkınlığa düşmüşlerdir. Allah ile kendileri arasında yeni ilahlar edinerek O’na ortak koşma yolunu seçmişler, aracılar edinerek Allah’a yaklaşmak istemişler ve bu aracılar vasıtasıyla Allah’tan af ve mağfiret dilemişlerdir. Öyle ki bazen ay, güneş, yıldız gibi gök cisimlerini, bazen dağları, tepeleri, bazen atalarını dedelerini ilâh saymışlar, bazen de madenden, taştan, topraktan v.s. yaptıkları şeylere ilâh adını vermişler ve onlara tapmışlardır. İslam dini gelmeden önce de Arap yarımadasında da sayıları 400’e yaklaşan putlara tapılıyor ve onların her birine ilâh deniliyordu. O çağda yaşamış insanlar bir taraftan ilâhlarına tapıyorlar, öte yandan hiçbir fayda görmedikleri ilâhlarını yeri geldikçe ihtiyaçları için kullanıyorlardı. Böylece tevhîd inancından sapıp şirke ve küfre düşmüşlerdi.