Din akıl sahipleri insanları kendi tercihleriyle bizzat hayır olan şeylere götüren ilâhî bir kanundur. Dini vahiy yoluyla bildiren Allah’tır; peygamberlerin görevleri tebliğ etmektir. Bütün gerçek dinler Allah’tan gelmiş ve safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmıştır. İlk insan olan Hz. Âdem (a.s) aynı zamanda ilk peygamberdir. İnsanlığın ilk dini de Hak dindir. Peygamberlerin getirdikleri dinler temel nitelikleri itibariyle aynıdır. Sadece yaşanılan bölge ve döneme göre değişen bazı kurallar dışında temel inanç esaslarında ve genel prensiplerde değişme yoktur. Ancak İslam adı son peygamber sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği dine ad olarak verilmiştir:
Şu halde açıktan veya gizlice yaptıklarımız hatta kalbimizden geçirdiklerimiz dahi Rabbimiz tarafından bilinmektedir. Öyleyse bizim hem düşüncelerimizin hem de davranışımızın doğru, güzel ve hayır istikametinde olması gerekir. Çünkü bunları hiç kimse görmüyor ve bilmiyor olsa da Rabbimiz bilmekte ve görmektedir. Elbette düşünce safhasında olup henüz fiiliyata geçmemiş düşüncelerimizden sorumlu olmayız. Ancak davranışlarımızın ortaya çıkmasının öncesinde düşüncelerimizin etkisinin olduğunu da inkâr edemeyiz.
Yüce Allah’ın insana en büyük nimet olarak bahşettiği akıl ve iradeyi düzgün 0 kullanarak sahte tanrılar yerine Allah’a imanı tercih edenler O’nun manevî yakınları 0 ve dostları olurlar. Tüm evrenin tek hâkimi olan Allah’a teslim olan, O’nu kendisine tek vekil ve tek dost edinen, O’na gönülden sevgi, itaat ve saygı dolu bir korku ile boyun eğen her insan, Allah’ın velayeti altında demektir. Allah, ne güzel veli ve ne de güzel dosttur.
Yüce Allah bilgisi ve ilmi sınırsız olandır. Bizler onun kulları olarak ancak bazı şeyleri bilebiliriz. Doğal olarak bizim bilgilerimiz sınırlıdır. Ancak yüce Rabbimizin bilgisi her şeyi kuşatmıştır. O görünen görünmeyen her şeyi bilir. Hatta bizim zihnimizden geçirdiklerimizi, içimizden geçenleri de bilir. O bize bizden de yakın olandır. Göklerde ve yerde bulunan her şey yüce Rabbimize aittir. Varlık O’nundur, O’nun mülküdür. Bütün kâinatta Allah’ın ilminden, bilgisinden gizli hiçbir şey düşünülemez. Yüce Yaratan hepsini bilir. Bizler de bu varlığa dâhil olduğumuz için bizlerin de içimizde ve dışımızda olanı ve yaptıklarımızı bilir.
Allah, hiçbir şeye muhtaç olmadan dilediği her şeyi, en doğru ve en iyi bir şekilde yapabilecek güç, bilgi ve hikmet sahibidir; geçmişteki kutsal kitapları indirdiği gibi Kur’an’ı da O indirmiştir. Yüce Allah dışında hiç kimse böyle bir kitabı indirmeye muktedir değildir. Kur’an’ın insanların durumuna göre, onların ihtiyaçlarım karşılayacak şekilde peyderpey indirilmiş olması, Rabbimizin bizlere değer verdiğinin bir göstergesidir. Elimizde olan bu yüce kitabı indiren, Allah’tır ve O, Azizdir, Hakimdir.
Yüce Allah her yerde bizimle beraberdir. Nereye gidersek gidelim, O bizi görür, işitir, duamızı duyar ve bize cevap verir. Adını andığımızda bizi bilir. Biz de O’nu biliriz. Her an Allah ile beraber olmanın mutluluğunu yaşarız. O’nun adıyla girdiğimiz yerde bir korkumuz olmaz. O’nun izniyle girdikten, adını andıktan ve koyduğu kurallara uyduktan sonra her yerde, kendimizi güven içinde ve evimizdeymiş gibi hissederiz. Bu durum, bizi O’na biraz daha yaklaştırmış ve sevdirmiş olur. Bunun belirtisini de, kendi içimizde bir huzur ve mutluluk şeklinde duyarız.
Yüce Rabbimiz, bu ayette haram kıldığı şeylerin neler olduğunu özetle bildirmektedir. Buna göre başta fuhuş ve zinâ olmak üzere, gizli ve aşikâr her türlü kötülüğü, ahlaksızlığı, başkalarının malına, canına, namus ve şerefine saldırmayı, kendisine ortak koşmayı ve nihayet hakkında herhangi bir doğru bilgi ve delile dayanmadığı halde “Allah, şunu helal kıldı, bunu haram kıldı” gibi sözler sarf etmeyi yasaklamıştır.
Gerek iyilik, gerekse kötülük hiçbir zaman karşılıksız bırakılmaz. Bizler bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu, kişinin yaptıklarından hesaba çekileceğini, iyilik yapanların sevap alıp akabinde cennete; kötülük yapanların ise günah kazanıp sonunda cehenneme gideceğine inanırız. Bu, ilâhî adaletin bir gereğidir. Bir Müslüman için, ahiret gününe, ahiret gününde meydana gelecek hesap, mizan, sırat, amel defteri, cennet, cehennem gibi olgulara inanmak imanın şartları arasında bulunmaktadır.
Allah’ın dilediğine bol dilediğine az rızk vermesinin bizim için ibret verici birçok yönü vardır. Rızkı bol olanlarımızın verilecek daha çok hesabı olduğu gibi, ele aldığımız âyette de ifade buyrulduğu gibi onları bekleyen bir “şımarma” tehlikesi de söz konusudur. Diğer taraftan sabredemeyip Allah’ın rahmetinden ümitlerini kesme ihtimalinden dolayı da fakir olanlarımızı bekleyen bir tehlike vardır. Her iki durumun birer imtihan olmasının anlamı da budur. Hiç kuşkusuz her iki durumun da ilâhî hikmetleri vardır. Diğer yandan rızkın genişliği veya darlığının inançlı veya inançsız olmamızla da doğrudan bir alakası yoktur. Kârun’u hatırlayalım.
İnsan, Allah’a yakın olması ve Rabbini hatırından çıkarmaması gerekirken, bazen şeytanın aldatması neticesinde Rabbi ile arasına duvarlar girer, ümitsizliğe kapılır, Rabbinin huzuruna varmaya, O’na el açıp yalvarmaya yüzünün olmadığını düşünür. Rabbinin artık onu affetmeyeceğini ve dualarına cevap vermeyeceğini düşünür. Bu, ne kadar da yanlış bir düşünüştür! Hâlbuki Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: