BUĞAT (ASİLER) BABI 2
METİN
Bağy: Lugatta talep (istemek) manasınadır.
"İşte bizim aradığımız bu idi."
(Kehf suresi: Ayet:64) ayeti kerimesi bu kabildendir.
Örf-i lügavide, cevir ve zulüm gibi
yapılması helal ve caiz olmayan bir şeyi istemek manasınadır. Fetih.
Şeriatta buğat; haksız olarak hak olan
hükümdarın itaatından çıkıp isyan eden kimselerdir. Haklı olarak isyan
ederlerse baği olmazlar. Bu bahsin tamamı Camiü'l-Füsüleyn'dedir.
Hükümdarın itaatından çıkanlar üç kısımdır.
1- Yol kesenlerdir ki, hükümleri yukarda
beyan edilmiştir.
2- Bağilerdir ki, hükümleri gelecektir.
3- Haricilerdir. Bunlar kendilerince hak
olan bir tevilden dolayı Müslüman hükümdarın küfür ve batıl üzerinde
bulunduğunu söyleyerek onunla savaşmanın vacib olduğunu iddia eden ve biz ehli
sünnetin kanlarını, mallarını almayı; çocuklarını ve kadınlarını esir etmeyi
helal gören, Peygamber Efendimizin ashab-ı kiramını küfre nisbet eden, asker ve
kuvvet sahibi bir taifedir. Bu sapık taifenin hükmü fukahanın icma ve
ittifakıyla bağilerin hükmü gibidir. Nitekim İbn-i Hümam Kemalüddin bunu
Fethü'l-Kadir'de tahkik ve beyan etmiştir. Biz ehli sünnet Haricileri küfre
nisbet etmeyiz. Çünkü her ne kadar tevilleri gerçekte batıl ise de fakat
kendilerince haktır. Ancak biz ehl-i sünnetin mallarını, kanlarını tevilsiz
helal görenler, küfre nisbet olunurlar. Nitekim İmamet bahsinde geçmiştir.
İZAH
"Buğat: Âsiler bâbı ilh..."
Musannıf bu bâbı mürtedlik bâbından sonra zikretmiştir. Çünkü bu bâbın
meseleleri azdır ve bu bâb, kâfirlerin öldürülenlerin hükümlerini beyan
ettikten sonra Müslümanlardan kati ve idamları câiz ve meşru olanları beyan
içindir. Bahır.
Ben derim ki: Bâğilere aid meseleler,
cihâdla ilgili meselelere dahil olduğuna işaret edilmek için
"Kitabü'l'buğât" denilmeyip "Babü'l-buğât" denilmiştir.
Çünkü bâğiler ile savaşmak da Allah yolunda savaşmaktır. Bundan dolayı bâğîler
ile savaşırken ölen Müslüman şehid olur. Nitekim ileride geleceği üzere
"cihâd" yalnız kâfirlerle savaşa mahsus değildir. Fetih'de:
"Buğât, bâğînin cemidir. Lamı illetli olan her ismi fâilin bu vezinde
gelmesi kaidedir. Nitekim gâzî'nin cemi guzât, râmînin cemi rumât, kadı'nın
cemi kudât gelir." diye zikredilmiştir.
"Hak olan Müslüman hükümdarın
ilh..." Bu ifadeden anlaşılmıştır ki, hak olan Müslüman hükümdar,
hükümdarlığı zorla eline geçirmiş Kimseye de şâmildir. Çünkü hükümdarlığı zorla
eline geçiren kimse, yerini sağlamlaştırıp hükmünü geçirdikten sonra ona isyan
edilmesi câiz değildir. Bazı fukahâ böyle beyan etmişlerdir. Sonra ben:
"Dürr-i Müntekâ'da: Bu, fukahânın kendi zamanlarına göredir. Bizim
zamanımızda ise hüküm galip olanındır. Çünkü herkesin maksadı dünya olduğu için
"adâletli kimse bâğî olan kimseden ayırt edilememektedir." diye
zikredilmiş olduğunu gördüm.
"Bu bahsin tamamı
Câmiu'l-Fûsuleyn'dedir ilh..." Câmiu'l- Fûsuleyn'in birinci faslında
zikredilmiştir ki; Müslümanlar bir kimseyi kendilerine hükümdar seçip onun
sâyesinde emniyet ve asayiş içinde yaşarlarken mü'minlerden bir taife,
hükümdarın itâatından çıkıp ona isyan ederse bakılır: Eğer kendilerine yapılan
zulümden dolaya isyan etmişlerse bâğî sayılmazlar. Hükümdarın zulmü bırakıp
onlara adâletle muâmele etmesi lâzım gelir. Diğer Müslümanlar hükümdara yardım
etmezler. Çünkü bunda zulme yardım vardır. İsyan eden taifeye de yardım
etmezler. Çünkü bunda da hükümdara karşı yapılan isyana yardım vardır. Eğer
kendilerine yapılan zulümden dolayı isyan etmeyip, hak bizim tarafımızdadır.
diyerek bir hak ve velayet dâvâsı için isyan etmişlerse, artık bunlar
bâğidirler. Diğer Müslümanlardan eli silâh tutan herkesin isyan eden taifeye
karşı Müslüman hükümdara yardım etmesi lâzımdır. Çünkü bunlar şeriat sahibinin
lisânı ile melûndurlar. Peygamber Efendimiz: "Fitne uykudadır, onu
uyandırana Allah Lânet etsin." buyurmuşlardır.
Müslüman hükümdara karşı birtakım
Müslümanlar kendi aralarında isyan edeceklerini söyledikleri halde henüz böyle
bir harekete azmetmemiş olan kimselere hükümdar tarafından derhal taarruz
olunamaz. Çünkü henüz isyan cinayetine azim bulunmamıştır.
Bazı meşayıh: "Hz. Ali (R.A.)
olmasaydı biz Müslümanlarla savaşın câiz olduğunu bilmezdik. Hz. Ali (R.A.) ve
ona tâbi olanlar adalet ehlinden, hasımlar ise bağy ehlinden idi. Zamanımızda
hüküm gâlip olanındır. Herkes dünyayı istediği için adaletli kimse, bâği olan
kimseden fark olunamamaktadır." demişlerdir. T.
"Bâğilerdlr ilh..." Fetih'de
zikredilmiştir ki; bâğîler, hâriciler gibi Müslümanların kanlarını, mallarını
ve zürriyetlerinin esir edilmesini mubah görmeyen fakat adâletli hükümdara
karşı çıkan Müslüman bir taifedir.
İhtiyar'da zikredilmiştir ki; bâğy ehli,
bir te'vile yani hak ve velâyet bizimle beraberdir diye bir delile dayanarak
bir yere toplanıp üstün gelmek için adâlet ehli ile savaşan her taifedir.
"Hâricilerdir ilh..." Bunlar
vaktiyle Hz. Ali (R.A.)'a karşı çıkan kimselerdir. Hariciler ile bâğîler
arasındaki fark; hariciler kendilerine muhâlif olan Müslümanların öldürülmesini
ve zürriyetlerinin esir edilmesini mubah gören kimselerdir. Hariciler küfre
nisbet edilmedikleri için isyan etmedikçe zürriyetleri esir edilmez. İhtiyar ve
diğer fıkıh kitaplarının ibâresinden anlaşılmış olduğu üzere bâğiler daha
umumîdir. Bâğiler her iki fırkaya daşâmildir. Bundan dolayı Bedâyı'da her ne
kadar bâğîler umumî ise de hâricilerin bâğîlerden olduğunu beyan etmek için
bâğiler, hâriciler ile tefsir edilmiştir. Fırkaların bu tarifi ıstılâh
cihetindendir. Yoksa her iki fırka da hak olan hükümdara karşı çıkmaktadır.
Bundan dolayı Hz. Ali (R.A.) hâriciler hakkında :
"Kardeşlerimiz bize isyan
ettiler." demiştir.
"Bir tevilden dolayı ilh..." Yani
Hz. Ali (R.A.) ve ona tâbi olanlar harpte hakemin hükmüne razı oldukları içîn
kafir olmuşlardır. Çünkü hüküm ancak Allah'a mahsustur. diye gerçeğe muhâlif
olarak tevil ettikleri bir delilden dolayı Hz. Ali (R.A.)'nin ordusunda bulunan
bir kısım kimseler ona karşı isyan etmişlerdir. Bunlara "Hariciler"
adı verilmiştir. Bunların mezhebine göre, büyük günâh işleyen kâfirdir. Hakem
tâyin etmek de büyük günahtır.
"Peygamber Efendimizin ashab-ı
kirâmını küfre nisbet eden ilh..." Bu ifade Haricîliğin şartını beyan
etmek için olmayıp Hz. Ali (R.A.)'a karşı çıkanları beyan etmek içindir. Yoksa
Hâricilerin karşı çıktıkları hükümdarın küfrüne inanmaları kifayet eder.
= Vehhabilik hakkında =
Vehhabilik Necd çöllerinde meydana çıkıp
Harameyni (Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere) yi almışlardır. İbâdetleri
Hanbeli mezhebine göredir. Fakat kendilerinin Müslüman olduğuna inanıp,
kendilerine muhâlif olanların müşrik olduğuna inanmaktadırlar. Bundan dolayı
Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mubah görürler. 1233
senesinde Ehl-i sünnet ordusu Allah Teâlâ'nın lütfuyla onlara üstün gelip kahru
perişan etmiştir.
"Bunu Fethü'l-Kadir'de tahkik ve beyan
etmiştir ilh..." = Hâricilerin ve bid'at ehlinin küfre nisbet edilmemesi
beyanında Fethü'l-Kadir'de İbn-i Hümam Kemalüddin zikretmiştir ki; cumhur-ı
fukahâya ve cumhur-ı muhaddisine göre; Hâricilerin hükmü bâğilerin hükmü
gibidir. Bazı muhaddislere göre, Hâriciler küfre nisbet edilir. İbn-i Münzir:
"Hâricilerin küfre nisbet edilmesinde bazı muhaddislere muvafakat eden hiç
bir âlim bilmiyorum." demiştir.
İbn-i Münzir'in bu sözü Hâricilerin küfre
nisbet edilmemesi hususunda fukahânın icması bulunduğunu bildirmektedir.
Muhît'te zikredilmiştir ki; bazı fukahâya
göre, bidat ehlinden hiç bir kimse küfre nisbet edilmez. Bazı fukahâya göre,
bidatçı bidatıyla kesin delile muhalefet ederse, küfre nisbet olunur. Bu kavil,
Ehl-i sünnet fukahâsının ekserisine nisbet edilmiştir. Fakat doğru olan kavil,
bidat ehlinden hiç bir kimsenin küfre nisbet edilmemesidir. Evet, mezheb
ehlinin kelâmında bir çok küfre nisbet edilme mevcuddur. Fakat bu, müctehid
olan fukahânın sözü olmayıp, müctehid olmayan fukahânın sözüdür. Müctehid
olmayan fukahanın sözüne itibar yoktur. Müctehidlerden nakledilmiş olan ehl-i
kıbleden hiç bir kimsenin küfre nisbet edilmemesidir. İbn-i Münzir
müctehidlerin mezhebinin naklini çok iyi bilendir.
= Müctehid olmayan fukahânın sözüne itibar
yoktur = İbn-i Hümam Müsayere isimli kitabında zikretmiştir ki; âlemin kıdemine
inanmak haşr-i ecsâdı ve Allah Tealâ'nın cüzleri bildiğini inkâr etmek gibi
dinin usûl ve zarurundan olan her hangi bir şeye muhalefet eden kimsenin kâfir
olacağında ittifak vardır. Ancak ihtilâf, Allah Teâlâ'nın sıfatlarını,
iradesinin umumî olduğunu inkâr etmek ve Kur'ân-ı Kerim'in mahlûk olduğunu
söylemek gibi dinin usûl ve zarurundan olmayan herhangi bir şeye muhalefet eden
kimsenin kâfir olup olmamasındadır.
Kezâ: Münyetü-l-Musalli'de zikredilmiştir
ki; kendisi için bir şübhe bulunduğundan dolayı Hz. Ebu Bekir (R.A.) ile Hz.
Ömer (R.A.)'a dil uzatan ve onların halifeliğini inkâr eden kimse küfre nisbet
edilmez. Fakat Hz. Ali (R.A.)'nin ilâh olduğunu, Cebrâil Aleyhisselâmın galat
ettiğini iddia eden kimse kâfir olur. Çünkü bu iddia her hangi bir şübheden
dolayı değildir. Bu bahsin tamamı Müsâyere isimli kitaptadır.
Ben derim ki: Kezâ Hz. Aişe (R.A.)
validemize kazfeden ve Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in sahabî olduğunu inkâr eden kimse
kâfir olur. Çünkü bu kazf ve inkâr Kur'ân-ı Kerîm i tekzibdir. Nitekim bu
önceki babda geçmiştir.
METİN
Bir hükümdar iki şeyin bulunması ile
hükümdar olur,
a - Rey ve tedbir sahibi olan kimselerin
kendisini seçip hükümdarlığına razı olmalarıyla; ve
b - Kendisinin kahır ve kuvveti
korkusundan, tebaasında hükmünün geçerli olmasıdır. Buna göre insanların
hükümdar seçtiği kimse hükmünü geçirmekten aciz olsa hükümdar olamaz.
Bir kimse hükümdar olduktan sonra cevir ve
zulüm etse, kahır ve galebe sahibi ise, cevir ve zulmünden dolayı
hükümdarlıktan çıkarılmaz. Çünkü kahır ve galebesiyle yine hükümdar olur.
Hükümdarlıktan çıkarılmasında bir faide olmaz. Eğer kahr ve galebe sahibi
olmazsa, cevir ve zulmünden dolayı hükümdarlıktan çıkarılır. Çünkü bunda faide
vardır. Hâniyye. Bu bahsin tamamı kelâm kitablarındadır.
Müslüman bir cemaat, insanların kendisiyle
emn-ü emânda olduğu hükümdarın veya naibinin itâatından çıkıp bir şehri ele
geçirseler, hükümdar veya naibi müstehab olarak onları itâatına dâvet edip
şübhelerini giderir. Eğer dâveti kabul etmeyip bir yerde toplanır ve
mevzilenirlerse onlar bizimle savaşa başlamadan önce, bizim onlarla savaşa
başlamamız ve topluluklarını dağıtıncaya kadar savaşmamız helâl olur. Çünkü
savaşın helal olmasının hükmü öldürülmelerinin delili olan bir yere
toplanmaları ve hükümdarın dâvetini kabul etmemeleri üzerine deverân eder. Zira
bir tarata ayrılıp hükümdarın dâvetini kabul etmeyerek toplanmalarından
çıkarılan hüküm, savaş istemeleridir. Hükümdar bâğilerle savaşmaya dâvet
ettiğinde, savaşmaya muktedir olan her insan üzerine hükümdara icabet etmek
farz olur. Çünkü masiyet olmayan yerde hükümdara itâat farzdır. Tâat olanyerde
hükümdara itaat nasıl farz olmaz? Savaşmaya muktedir olmayan kimselerin
evlerinden çıkmamaları lâzım gelir. Bedayı. Dürer.
Mübtegâ'da zikredilmiştir ki; hükümdarın
zulmünden dolayı Müslüman bir taife isyan edip hükümdar da zulümden
vazgeçmezse, diğer Müslümanların hükümdara isyan eden taifeye de yardım
etmeleri lâzım gelmez.
Bâğiler savaşı bırakmak üzere sulh
isterlerse bakılır: Eğer sulh yapılmasında Müslümanlar için hayır ve menfaat
bulunursa kabul edilir. Ehl-i harb olan kâfirlerle olduğu gibi. Eğer sulh
yapılmasında Müslümanlar için hayır ve menfaat bulunmazsa kabul edilmez. Sulh
olmak için onlardan bir şey alınmaz. Biz onlardan rehin, onlar da bizden rehin
alıp sonra onlar bizlere gadr ve hıyanet edip rehinlerimizi öldürseler, biz
onların rehinlerini öldürmeyiz. Fakat bu rehinler, bâğî ehli helak oluncaya
veya tevbe edinceye kadar hapsolunurlar. Yine şirk ehil de bizim rehinlerimize
gadr ve hıyanet edip öldürseler, biz onların rehinlerine gadr ve hıyanet ederek
öldürmeyiz. Fakat rehinlere Müslüman olun diye cebrolunur, şu kadar var ki,
cizyeyi kabul edip bize zimmet ehil olurlarsa, Müslüman olmaları için
cebrolunmazlar.
Bâğîlerin kendilerine yardım edecek arkalarında
bir kuvveti bulunursa onlara katılmasın diye, savaş sırasında bıraktıkları
yaralıları öldürülür, kaçanları peşine düşüp yakalanır. Eğer arkada böyle bir
kuvvetleri bulunmazsa yaralıları öldürülmez, kaçanların arkasına düşülmez.
Çünkü bunların katılacakları bir kuvvet mevcud değildir.
Kendilerine yardım edecek taifesi bulunan
bağîlerin esirleri hakkında hükümdar muhayyer olup dilerse öldürür. dilerse
bağy ehil tevbe edinceye kadar hapseder. Hapistekiler tevbe etseler bile
kendilerinde tevbelerinin eseri görülünceye kadar hapisten çıkarılmazlar.
Bâğîlerle harbe karar verilince -kâfirlerle
yapılacak harblerde olduğu gibi -mancınık, suya gark etme gibi her türlü harb
vasıtalarıyla harbetmemiz caiz ve meşrudur. Kâfirlerden harbe katılmayan
kadınların, çok yaşlı erkeklerin, çocukların körlerin ve delilerin
öldürülmeleri caiz olmadığı gibi bağy ehlinden de öldürülmeleri caiz değildir.
Adalet ehlinden olan bir kimse kendisini
öldürmeyi kastetmedikçe bâğiler tarafında bulunan babası, kardeşi gibi
mahremlerini bizzat öldürmez.
Bağîlerin küçük çocukları esir edilmez.
Bağîlerden harp sırasında alınan mallar hapsedilir. Tevbe ettiklerinde malları
kendilerine geri verilir. Hayvanlarının nafakası çok para tutacağı için,
hayvanlarının satılıp paralarının hapsedilmesi, sahiplerinin hakkında daha evlâ
ve daha menfaatlıdır. Köleleri de hayvanlarına kıyas edilir. İhtiyaç zamanında
bâğilerin silâhlarını ve atlarını harbde kullanmamız câizdir. Fakat ihtiyaç
olsa bile diğer mallarını kullanmamız câiz değildir. Fetih, Nehir, Sirâc.
İZAH
"Bir hükümdar ilh..." Hükümdarın
şartları Namaz Bahsinin İmamet Babında zikredildiği için burada
zikredilmemiştir. İmamet Babına bak.
= Bir hükümdar ya seçilmekle veya seçilmiş
hükümdarın ölürken yerine seçmesiyle hükümdar olur =
"Rey ve tedbir sahibi olan kimselerin
kendisini seçip ilh..." Bir hükümdar ya rey ve tedbir sahibi olan
kimselerin kendisini seçmeleriyle veya seçilmiş hükümdarın ölürken yerine
seçmesiyle veyahut kahr ve galebe ile hükümdar olur. Makasıd şerhi.
Müsâyere'de zikredilmiştir ki; seçilmiş
hükümdarın ölürken yerine seçtiği kimsenin hükümdarlığı sâbit olur. Nitekim Hz.
Ebû Bekir (R.A.) ölürken yerine Hz. Ömer (R.A.)' geçmiştir. Alimlerden veya rey
ve tedbir ehlinden bir cemaatın seçmiş olduğu kimsenin hükümdarlığı sâbit olur.
İmam-ı Eşarî'ye göre, meşhur ve rey sahibi
âlimlerden bir zatın - vâki olacak inkâra meydan vermemek için cemaatın
huzurunda olmak şartıyla- hükümdarı seçmesi kafidir.
Mutezile'ye göre, hükümdarı meşhur ve rey
sahibi âlimlerden beş kişinin seçmesi şarttır.
Biz Hanefilerden bazılarına göre, hükümdarı
bir cemaatın seçmesi şarttır. Fakat bu cemaatın belirli bir sayıda bulunmaları
şart değildir.
Cahil ve adâletsiz bir kimse hükümdar olmak
istediğinde kendisine hükümdarlık verilmediği takdirde büyük bir fitnenin çıkmasından
korkulursa, bir bina yapıp bir şehir yıkanlar gibi olmayalım diye
hükümdarlığını kabul ederiz.
Zorla hükümdar olan kimsenin elinden başka
birisi hükümdarlığı zorla alıp onun yerine otursa, birinci kimse hükümdarlıktan
çıkarılmış, ikinci kimse hükümdar olmuş olur. Hükümdara adâletli olsun zâlim
olsun şeriata muhalefet etmedikçe itâat vâcibdir.
"Eğer kahır ve galebe sahibi olmazsa
cevir ve zulmünden dolayı hükümdarlıktan çıkarılır ilh..."
=Hükümdarın hükümdarlıktan çıkarılmasını
gerektiren sebebler=
Makâsıd şerhi'nde zikredilmiştir ki;
hükümdar mürted olursa yahut kesilmeksizin devam eden akıl hastalığına
yakalansa yahut esir edilip kurtarılma ümidi bulunmasa yahut bildiklerini
unutturan bir hastalığa yakalansa yahut kör veya dilsiz olsa hükümdarlıktan
çıkarılır.
Kezâ: Hükümdar Müslümanların işlerini
yapmaktan âciz olduğunu anlayıp hükümdarlıktan vazgeçse, hükümdarlıktan çıkmış
olur. Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan'ın halifelikten vazgeçmesi buna hamolunur.
Hiç bir sebep göstermeden hükümdarlıktan
vazgeçse, hükümdarlıktan çıkıp çıkmamasında ihtilâf vardır. Hükümdar fasık
olduğunda da hükümdarlıktan çıkarılıp çıkarılmamasında ihtilâf vardır. Ekser-i
Fukahâya göre, hükümdarlıktan çıkarılmaz. Şâfiî ve Hanefî mezhebinde muhtar
olan kavil budur. İmam Muhammed'den iki rivâyet vardır. O kimse ittifakla
hükümdarlıktan çıkarılmayı hak etmiş olur.
Müsâyere'de zikredilmiştir ki; bir kimse
âdil olarak hükümdar seçildikten sonra zâlim ve fasık olursa hükümdarlıktan
çıkarılmaz. Fakat fitne çıkmasından korkulmazsa çıkarılmayı hak etmiş olur.
Müslümanların din ve dünya işlerini düzene
koyması için başlarına bir hükümdar tâyin etme hakları olduğu gibi, din işleri
gevşeyip dünya işleri bozulduğunda başlarındaki hükümdarı çıkarma hakları da
vardır. Eğer hükümdarın çıkarılması fitneye sebebiyet verecek olursa, iki
zarardan ehveni tercîh olunur. Mevakıf şerhi.
"Müslüman bir cemaat ilh..." Yani
hükümdara isyan edenlerin Müslüman olmaları lâzımdır, Çünkü zimmet ehil bir
beldeyi ele geçirirlerse ehl-i harb olur. Zimmet ehli bağy ehliyle bir olup biz
Müslümanlarla savaşırlarsa, böyle savaşmakla ahidlerini bozmuş olmazlar. Çünkü
bunlar Müslüman olan bâğîlere tâbidir. Nehir.
"İnsanların kendisiyle emn-ü emânda
olduğu hükümdarın veya naibinin itâatından çıkıp ilh..." Eğer insanlar
emn-ü emânda olmazsa hükümdar ya âciz veya zâlim olmuş olur ki, bu takdirde
kendisine isyan etmek eğer fitne korkusu olmazsa kendisini hükümdarlıktan
çıkarmak câiz olur.
"Şübhelerini giderir ilh..." Yani
hükümdar isyan edenlere isyanlarının sebebini sorar. Eğer kendilerine yapılan
zulümden dolayı isyan ettiklerini söylerlerse, hükümdarın zulmü bırakıp onlara
adâletle muamele etmesi lazım gelir. Eğer hakkın kendileriyle beraber olduğunu
iddia ederek bir hak ve velayet dâvâsı için isyan ettiklerini söylerlerse artık
onlar bâğîdirler. Buna göre hükümdarın, itâatına dâvet etmek sizin onlarla
savaşması câiz olur. Çünkü onlar kendilerine dâvet ulaşan ehl-i harb ve
mürtedler gibi ne üzerine savaşacaklarını bilmektedirler. Bahır.
"Onlar bizimle savaşa başlamadan önce
bizim onlarla savaşa başlamamız ve topluluklarını dağıtıncaya kadar savaşmamız
helal olur ilh..." Çünkü onların harbe başlamasını beklesek çok defa
şerlerini defetmek mümkün olmaz. Buna göre şerlerini defetme zarureti delil
üzerine deverân eder. Kudûri'de: "Onlar harbe başlamadıkça biz de harbe
başlamayız." diye zikredilmiştir. Mezhebin muhtar olan kavline göre; onlar
bizimle savaşa başlamadan önce bizim onlarla savaşa başlamamız caiz ve
meşrudur. Onların şerlerini öldürmekten daha ehven bir şey ile defetmek mümkün
olursa, onunla iktifa edilmesi vâcib olur. Bahır, Zeylai.
"Hükümdara icabet etmesi farz olur
ilh..." Bunda asıl olan Allah Teâla'nın:
"Ey imân edenler! Allah'a itaat edin!
Resûlüne ve sizden olan emir sahiblerine de itâat edin!" (Nisâ Süresi:
âyet: 59) kavl-i kerîmidir ve Peygamber Efendimizin:
"Üzerinize azâsı kesik Habeşli bir
köle âmir tâyin edilse bile onu dinleyin ve itâat edin! hadîs-i şerifidir. Buna
göre hükümdarın emrini dinlemek ve masiyetle emretmedikçe itâat ve icabet etmek
Müslüman üzerine vacibtir. Masiyetle emrettiği zaman onu dinlemek ve ona boyun
eğmek yoktur. Şu halde hükümdar orduya cihâd etmelere için emrederse bakılır:
Eğer İslâm ordusunun gâlip geleceği yakinen bilinirse ona tâat olunur, düşman
ordusunun gâlip geleceği yakinen bilinirse ona itaat edilmez. Hangi tarafın
üstün geleceği bilinmezse yine itâat edilir. Bu bahsin tamamı Zahîre'dedir.
"Savaşmaya muktedir olmayan kimselerin
evlerinden çıkmamaları lazım gelir ilh..." "Ashab-ı kirâmdan bir
cemaat fitne zamanında evlerinden çıkmamışlardır." diye nakledilen rivâyet
buna hamlolunur.
İmam-ı Azam'dan: "Fitne çıktığı zaman
her Müslüman'ın fitneden ayrılıp evinde oturması vâcib olur." diye
nakledilen rivâyet, Müslümanların başlarında hükümdar bulunmadığı zamana
hamlolunur.
"İki Müslüman kılıçlarıyla
karşılaştıkları zaman öldüren de öldürülen de cehennemdedir." diye rivâyet
edilen hadîs-i şerif, iki köy veya iki mahalle arasında vâki olan kavgada
asabiyet (kendi akrabasını kayırmak) ve hamiyet (milli, onur ve haysiyet) için
yahut dünya için öldürme ve öldürülmeye hamlolunur. Bu bahsin tamamı
Fetih'dedir.
"Mübtegâ'da ilh..." Mübtegâ'da zikredilen
Câmiu'l-Fûsuleyn'de ve Sirâc'da zikr edilene muvafıktır. Fakat Fetih'de
zikredilmiştir ki; savaşmaya muktedir olan her Müslüman'ın hükümdarla beraber
isyan edenlere karşı savaşması vâcibdir. Ancak isyan edenler kendilerine veya
başkalarına yapılan zulümden dolayı isyan etmiş olurlarsa hükümdar adâletle
muamele edinceye kadar diğer Müslümanların mazlumlara yardım etmeleri vâcibdir.
Ben derim ki: Mübtegû'da zikredilen ile
Fetih'de zikredilenin arasını bulmak mümkündür. Şöyle ki: Eğer hükümdarın zulümden
vazgeçip adâletle muamele edeceği bilinirse mazlumlara yardım etmek, diğer
Müslümanlar üzerine vâcib olur. Eğer hükümdarın zulümden vazgeçmeyeceği
bilinirse, diğer Müslümanlar mazlumlara yardım etmezler. Çünkü yardımda bir
faide yoktur.
"Sulh olmak için onlardan bir şey
alınmaz ilh..." Yani bâğîlerle sulh yapılırken sulha karşılık olarak bir
şey alınmaz. Çünkü bâğiler de Müslüman'dırlar. Onlar ile para karşılığında sulh
olmak İslâm kardeşliğine münafidir. Mürtedlerle de bir şey karşılığında sulh
yapılmaz. Fetih.
"Biz onlarım rehinlerini öldürmeyiz
ilh..." Yani adalet ehli ile bağy ehli sulh yaparlarken bazı kimseleri
birbirine karşılık rehin verip de sonra bağy ehli ellerindeki rehinleri
öldürecek olsalar -her ne kadar iki tarafları biri hıyanet ve gadrde bulunduğu
takdirde diğer tarafın elindeki rehinleri öldürmesi aralarında şart kılınmış
olsa bile- adâlet ehli ellerindeki rehinleri karşılık olarak öldürmezler. Çünkü
böyle bir şort bâtıldır. Rehinler sulh sebebiyle emniyet altında bulunurlar. Bu
bahsin tamamı Fetih'dedir.
"Adâlet ehlinden olan bir kimse
kendisini öldürmeyi kastetmedikçe bâğiler tarafından bulunan babası, kardeşi
gibi mahremlerini bizzat öldürmez ilh..." Eğer mahremi kendisini öldürmeyi
kastederse, öldürmesi câiz ise de hayvanını kesip öldürülmesini başkasına
havale etmesi evlâdır. Fakat bir Müslüman'ın ehl-i harb olan mahremini bizzat
öldürmesi câizdir. Ehl-i harb olan ana ve babasını bizzat öldürmesi caiz
değildir. Onları başkaları öldürsün diye kaçmalarına mâni olması caizdir. Ancak
ona babası kendisini öldürmeyi kastedip onları öldürmekten başka çare bulamazsa
bizzat onları öldürmesi caizdir. Nitekim cihâd bahsinin evvelinde geçmiştir.
Velhasıl: harbi olan ana ve babada hüküm ne
ise, bağîler tarafında bulunan mahrem hakkında da hüküm aynıdır. Fakat ana ve
babadan başka ehl-i harb olan mahremini öldürmesi caizdir. Ehl-i harb tarafında
bulunan mahrem ile bağy ehli tarafında bulunan mahrem arasındaki fark: Bâğî
olan mahremde İslam hürmeti ve akrabalık hürmeti olmak üzere iki hürmet vardır.
Kafir olan mahremde ise yalnız akrabalık hürmeti vardır. Fetih.
"Bâğilerin küçük çocukları esir
edilmez ilh..." Yani bağîlerin küçük çocuklarını ve kadınlarını esir
ederek köle ve cariye edinmek caiz değildir. Çünkü bunlar Müslüman'dırlar.
İslâmiyet ise iptidaen köle olmaya mânidir. Zeylai.
METİN
"Ben tevbe ettim" diye elindeki
silahını bırakan yahut "beni bırakın işimi bir düşüneyim, belki tevbe
ederim" diye silâhını atan bir bâğîye artık dokunulmaz." Ben sizin
dininiz üzerineyim" deyip silâhını elinden bırakmayan bâğînin öldürülmesi
câizdir. Çünkü silâhını elinden atmaması isyanında devam etmesine karine ve
delildir. Şu halde silâhını elinden atarsa kendisine dokunulmaz, atmazsa
öldürülebilir. Fetih.
Bir bâği kendi bir bâğîyi öldürdükten sonra
bâğîler yakalansalar, öldürülenin kanı mubah olduğu için öldürene ne diyet ne
de kısas lâzım gelmez öldürülmesinde bir günâh da yoktur.
Biz (adâlet ehlin)den öldürülenler
şehiddirler. Bâğiler üzerine namaz kılınmaz, yıkandıktan sonra kefenlenip
defnolunurlar. Fetih. Bedâyı.
Bâğilerin başları kesilerek etrafa teşhir
için gönderilmesi câiz değildir.
Kezâlik: Ehl-i harbin başları da kesilerek
etrafa teşhir için gönderilmesi caiz değildir. Çünkü bu müsle sayılır. Müsle
ise yasaktır. Müteahhirin âlimlerinden bazıları: "Eğer bu, onların
kuvvetlerini kırmaya ve bizim kalplerimizin ferahına vesile olursa câiz
olur." demişlerdir. Bu mesele cihâd bahsinde de geçmiştir. Fetih.
Bâğiler bir şehri ele geçirip o sırada
şehir ahalisinden biri diğerini kasden öldürdükten sonra o şehir geri alınsa
bakılır: Eğer o şehrin ahalisi üzerine bâğîlerin hükmü henüz cereyan etmeden
geri alınmış ise kâtil kısasen öldürülür. O şehrin ahalisi üzerine bâğîlerin
hükmü cereyan ettikten sonra geri alınmış ise kâtil kısasen öldürülmez. Fakat
ahiret azabına müstehak olur. Çünkü bu takdirde hükümdarın velâyeti onlardan
kesilmiş olur.
Adâlet ehlinden bir kimse bâğîler tarafında
bulunan bir akrabasını öldürse, mutlaka ona vâris olur. Bunun aksinde yani bağy
ehlinden olan bir kimse harb halinde, adâlet ehlinden olan bir akrabasını
öldürse bakılır: Eğer bâğî, akrabasını öldürdüğü vakit "ben bâtıl
üzerindeydim" derse şübhe bulunmadığı için ittifakla ona vâris olamaz.
"Ben hükümdara isyanımda haklıyım" deyip, bu fâsid dâvâsında ısrar
ederse ona vâris olur. Ama dâvâsından dönerse inandığı te'vil bâtıl olur da ona
vâris olamaz. İbn-i Kemal.
Fetih'de zikredilmiştir ki: emânla adâlet
ehlinin şehrine giren bir bâğîyi âdil bir kimse amden öldürse kendisine diyet
lâzım gelir. -Bir müste'men (emânla İslâm memleketine giren bir kâfiri) İslâm
memleketinde Öldüren bir Müslüman'a diyet lâzım geldiği gibi,- Çünkü bu bâğînin
öldürülmesi hakkında mubah olma şübhesi mevcuddur.
= Kendisiyle günâh işlenecek şeylerin
satılması mekrûhdur = Fitne ve fesad ehlinden olduğu bilinen kimselere silâh
satılması tahrimen mekrûhdur. Çünkü bu satış, onların isyanlarına yardım
demektir. Fakat demir gibi kendisinden silâh yapılacak şeyleri ehl-i harbe
satmak mekruhtur. Bâği ehline satmak mekrûh değildir. Çünkü bunlar kuvvetli bir
cemiyete sahib olamayacakları için bu gibi maddelerden silah yapabilecek bir
zaman pek bulamazlar. Ehl-i harbin halleri böyle değildir. Zeylai.
Şarih der ki; fukahânın kelâmlarından
anlaşılan şudur: Kendisiyle doğrudan doğruya günâh işlenen şeylerin satılması
tahrimen mekrûhdur. Kendisiyle doğrudan doğruya günah işlenmeyen şeylerin
satılması ise tenzihen mekrûhdur.
Fetih'de zikredilmiştir ki; bâğilerin
kadısı adâletli olursa, vermiş olduğu hükmü geçerli olur. Adâletli olmazsa
vermiş olduğu hükmü geçerli olmaz.
Bâğilerin kadısı adâlet ehlinin kadısına
vermiş olduğu bir hükmü mektubla bildirse, adâlet ehlinin kadısı bu hükmün iki
adâletli şâhidin şâhâdetleriyle verilmiş olduğunu bilirse o hükmü geçerli
kılar. Aksi takdirde geçerli kılmaz. İşin hakikatını Hak Tealâ Hazretleri bilir.
İZAH
"Şu halde silâhını elinden atarsa
ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki; bu suretlerden herhangi birinde
silahını elinden bırakmayan bâğinin öldürülmesi caizdir. Silâhını elinden
bıraktığı takdirde kendisine dokunulmaz. Harbî (kâfir) böyle değildir. O
silâhını elinden bırakmasıyla kendisine dokunulmaması lâzım gelmez.
"Öldürülenin kanı mubah olduğu için
ilh..." Nitekim adâlet ehlinden bir kimse bir bâğîyi öldürse, kendisine
bir şey tâzım gelmez. Kısas ancak menfaattan ibaret olan velâyet ile tatbik edilir.
Hükümdarın bâğiler üzerinde velâyeti bulunmadığı için bâğiyi öldüren kimseye
bir şey lâzım gelmez. Öldürülen bâğî dar-ı harbde öldürülmüş gibi olur. Diğer
üç mezheb imamına göre, kendi gibi bir bâğîyi amden öldüren bâğî kısasen
öldürülür.
"Biz (adâlet ehlin)den öldürülenler
şehiddirler ilh..." Yani şehidlere yapılan muamele bunlara da yapılır,
diyoruz. Kâfi.
"Müteahhirin âlimlerinden bazıları
ilh..." Muhît'de zikredilmiştir ki; bâğilerin başları kesilerek etrafa
teşhir için gönderilmesi câiz değildir. Ehl-i harbin başları kesilerek etrafa
teşhir için gönderilmesi câizdir.
"Eğer o şehrin ahalisi üzerine
bâğilerin hükmü henüz cereyan etmeden geri alınmış ise ilh..." Yani o
şehirde bâğilerin hükmü yerleşmeden önce hükümdar bâğîleri oradan çıkarırsa, bu
takdirde hükümdarın velâyeti o şehir ahalisinden kesilmemiş olur da, amden adam
öldüren kimsenin kısasen öldürülmesi vacib olur. Fetih.
"Mutlaka ona vâris olur ilh..."
Bahır'da zikredilmiştir ki; adâlet ehlinden biri bağiler tarafında bulunan bir
akrabasını öldürse ona vâris olur. Çünkü adâlet ehli bâği olan akrabasını haklı
olarak öldürdüğünden mirasa mâni olmaz. Bunda asıl ve kaide şudur: Adalet
ehlinden olan bir kimse bir bâğinin nefsini veya malını telef etse kendisine
bir şey lazım gelmez ve günâhkar da olmaz. Çünkü adâlet ehlinden olan kimseler
bâğîlerin şerlerini defetmek için onları öldürmekle emrolunmuşlardır. Hidâye ve
Bedâyı'da da böyle zikredilmiştir. Muhit'de: "Adâlet ehlinden olan bir
kimse, bâğî birinin malını telef ve zayi etse onu öder. Çünkü bâğinin malı
adâlet ehli hakkında masum (dokunulmaz)dur." diye zikredilmiştir.
Zeylaî, Bahır'da: "Adalet ehlinden bir
kimse bağy ehlinden bir kimsenin malını telef etse ödemez.' diye zikredileni
savaş zamanına: Muhît'de: "Adâlet ehlinden bir kimse bağy ehlinden bir
kimsenin malını telef etse öder." diye zikredileni savaş olmayan zamana
hamlederek ikisinin arasını bulmuştur. Çünkü harb sırasında bâğîleri öldürmek
ancak atları gibi mallarından bazılarını telef etmekle mümkün olur. Bağîlerin
malları ma'sum olduğu için harb olmayan zamanda telef edildiğinde ödenmemesi
için bir sebep yoktur.
Ben derim ki: Bahır ile Muhît'de zikredilen
kavillerin orası şöyle de bulunabilir: bâğîler bir yere toplanıp hükümdarın
itaatından çıkmadan önce veya kuvvetleri kırılıp cemiyetleri dağıtıldıktan
sonra telef edilen malları ödenir. Biz adâlet ehli ile savaşmak için bir yere
toplanıp mevzilendikleri vakit, artık bizim onlarla savaşmamız helâl
olacağından masum olmaktan çıkarlar. İşte bu vaziyette iken adâlet ehlinden bir
kimse bâğî ehlinden bir kimsenin bir şeyini telef etse ma'sum olmadığı için
ödemez.
"Şübhe bulunmadığı için ilh..."
Yani haklı olduğuna inanmak gibi bir tevil ve delili bulunmadığı için ittifakla
ona vâris olamaz.
"Ona vâris olur ilh..." Yani bağy
ehlinden bir kimse, adâlet ehlinden bir akrabasını öldürse, bâğî "ben
hükümdara isyanımda haklıyım" deyip bu fasid dâvâsında ısrar ederse ona
vâris olur. Bu, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göredir. İmam Ebû Yusuf'a göre
varis olamaz. Çünkü bâğî, âdil olan akrabasını fâsid olan teville öldürmüştür.
Ancak bağilerin kuvveti mevcut olduğu takdirde bu tevil, hakkı defetme
hususunda sahih bir tevil yerinde sayılır. - Nitekim ehl-i harbin kuvveti ve
tevilleri hakkı defetme hususunda sahih bir tevil yerinde sayıldığı gibi- bir şeyi
hak etme hususunda sahih sayılmaz. Bundan dolayı bu te'vil, mirası hak etme
hususunda muteber olmaz.
Velhâsıl: Bâğilerin telef ettikleri canları
ve malları ödememeleri tevilleriyle beraber kuvvetlerinin bulunmasına bağlıdır.
Buna göre te'villeri bulunmayıp kuvvetleri bulunan bâğîler ellerine
geçirdikleri şehrin halkını öldürüp mallarını telef ettikten sonra yakalansalar
hem öldürdükleri kimselerden hem de telef ettikleri mallardan dolayı muâhaze
olunurlar. Tevilleri bulunup kuvvetleri bulunmasa meselâ; bir veya iki kimse
insanları öldürüp malları telef ettikten sonra yakalansa, yine hem öldürdükleri
kimselerden hem de telef ettikleri mallardan dolayı muâhaze olunur. Bu bahsin
tamamı Fetih ve Zeylaî'dedir.
İhtiyar'da zikredilmiştir ki; adâlet
ehlinin bağy ehlinden, bağy ehlini adalet ehlinden yaraladığı veya öldürdüğü
kimselerden dolayı kendilerine diyet veya kısas lâzım gelmeyeceği gibi telef
ettikleri mallan da ödemeleri lâzım gelmez. Ancak bu fırkalardan her birinin
elinde diğer fırkaya aid mal bulunsa onu sahibine verir.
İmam Muhammed: "Bâğîler tevbe
ettiklerinde telef ettikleri malları ödemeleri için fetva veririm, fakat
ödemeleri için cebretmem. Çünkü onları haksız olarak telef etmişlerdir.
Mutâlebenin düşmesi, kendileri ile Allah arasındaki ödemeyi düşürmez."
demiştir.
Bizim Hanefî imamları: "Bâğiler henüz
bir yere toplanıp hükümdarın itâatından çıkmadan önce veya cemiyetleri
dağıldıktan sonra telef ettikleri malları döktükleri kanları ödemekle mükellef
olurlar. Çünkü bunalar, bu halde kuvvetten mahrum, diğer Müslümanlar gibi
adalet ehlinden sayılır." demişlerdir.
Ben derim ki: Bundan şu anlaşılır: Bağy
ehli bir tevil ve bir delilden dolayı biz adâlet ehli ile savaşmayı helal
görürlerse bakılır: Eğer bâğiler kuvvet sahibi iseler telef ettikleri malları ve
akıttıktan kanları ödemezler. Ancak ellerinde bulunan malları sahiplerine geri
verirler. Eğer bâğiler kuvvet sahibi değil iseler yahut bir yere toplanıp isyan
etmeden önce yahut cemiyetleri dağıldıktan sonra telef ettikleri malları ve
akıttıkları kanları öderler. Adalet ehli telef ettikleri malları akıttıkları
kanlan ödemez. Bazı âlimler: "Adâlet ehli de telef ettikleri malları ve
akıttıkları kanları öderler." demişlerdir.
"Fitne ve fesad ehli ilh..."
Fitne ve fesad ehli bâğilere, yol kesicilere ve hırsızlara şâmildir. Bahır.
"Bu satış onların isyanlarına yardım
demektir ilh..." Çünkü silahın bizzat kendisiyle savaşılır. Fakat silâh
yapılan demir gibi madenlerin satılması mekrûh değildir. Ud, tanbur gibi çalgı
âletlerinin satılması da mekrûhdur. Çünkü çalgı âletlerinin bizzat kendileriyle
günah işlenmektedir. Fakat kendisinden çalgı aleti yapılan ağacın satılması
mekrûh değildir. Buna göre şarabın satılması kat'iyyen sahih ve câiz değildir.
Üzümün satılmasısahih ve câizdir. Bunların arcısındaki fark Fetih'de ve
Bedâyı'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir.
Zeylaî'de: "Şarkı söyleyen cariyenin,
süsen koçun, dövüşen horozun, dönerek uçan güvercinin satılması mekrûh
değildir. Çünkü bunların bizzat kendileri günah değildir. Günâh ancak bunların
kullanma şeklindedir." diye zikredilmiştir.
Ben derim ki: Günâh bizzat bunların
kendileriyle bulunmaktadır. Fakat bunlardan asıl maksad, günâh değildir. Çünkü
cariyenin kendisi hizmet içindir. şarkıcılığı ârizidir. Silâh böyle değildir.
Silah bizzat harb âleti olduğu için bâğîler ve yol kesiciler gibi fitne ehline
satılması câiz değildir. Kendisinden silâh yapılsa bile demirin, kendisinden
şarap yapılsa bile şıranın ve şarkıcı cariyenin satılması câizdir.
"Bâğilerin kadısı adâletli olursa
ilh..." Yani bâğilerin tâyin ettikleri kadılar, adâlet ehlinin mezhebi
üzerine hüküm verirlerse, hükümleri geçerli olur. Çünkü bu hükümleri bozmada
bir faide yoktur. Bozulsa bile aynı şekilde hüküm verilecektir.
Müctehidlerden her hangi birinin kavline
uygun olarak vermiş oldukları hüküm de böyledir. Çünkü kâdının hükmü, içtihat
edilen meselelerde adâlet ehli kâdısının reyine muhâlif olsa bile geçerli olur.
Bu ictihâd diğer bir ictihâd ile bozulamaz. Fakat bunların verecekleri hükümler
ne adâlet ehlinin mezhebine ne de diğer muteber içtihâd mezheplerine mutabık
olmadığı takdirde adâlet ehli tarafından geçerli sayılamaz. Bâğilerin kâdısı,
adâlet ehlinin kâdısına bir hüküm hakkında bir mektup yazıp gönderdiği takdirde
bakılır: Eğer kendileri adâletli ve hükümde iki adâletli şâhidin şahâdetiyle hükmedildiği
bilinirse, bu mektup kabul edilip geçerli kılınır. Aksi takdirde fâsık olduğu
için mektubu kabul edilip geçerli kılınmaz. "
Fetih'de de: "Bâğîlerin kadı tâyin
etmeleri sahihtir." diye zikredilmiştir. Nitekim babında gelecektir İşin
hakikatini Hak Teâlâ Hazretleri bilir.