Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Reddül Muhtar,İbn-i Abidin

İCARE KİTABI 1

FASİT İCARE BABI 1

ECİRİN (İŞÇİNİN) ZAMİN OLMASI BABI 1

İCARENİN FESHİ BABI 1

 

 

 

İCARE KİTABI

METİN

Musannıf hibe bahsini icare bahsinden öne almıştır. Zira hibe; bizzat mal, icare ise malın menfaatini

temlik etmektir.

İcâre lügatta; ücret manasınadır. Hayırlı bir amelden dolayı hak edilen şeyin ismidir. Bundan dolayı

kelime ile dua da edilir. Mesela, «Allah senin ecrini büyük etsin.» denilir.

Şeriatte icare, bir karşılık mukabilinde maldan kast olunan menfaati temlik etmektir. Birisi

süslemek için elbise ve kapkacak, yedeğinde çekmek için bir at, oturmak için değil gösteriş için bir

konak. ihtiyacı olmadığı halde sırf «desinler» diye bir köle kiralasa, bu icarelerin tamamı fasittir.

Onun için ücret de yoktur. Çünkü bunlar; nesneden kast olunacak menfaat değillerdir. Bezzaziye.

Tafsilat ileride gelecektir.

Alış verişte semen, yani bedel olabilen her şey icarede de ücret olabilir. Zira ücret de menfaatin

bedelidir. Fakat bunun olduğu gibi aksi söylenemez. Yani alış verişte semen olmayan her şeyin

icârede de ücret olamayacağı söylenemez. Mesela, muhtelif oldukları takdirde bir menfaat diğer bir

menfaatin ücreti olabildiği halde satılan bir malın bedeli olamaz. Bu mesele ileride geniş bir şekilde

gelecektir.

Birisi diğerine. «Şu evi sana bir aylığına şu kadar lira karşılığında iyreti verdim dese, bu icare olur.

Çünkü bedel karşılığında iyreti vermek icâre olur. Ama bunun aksine «karşılıksız olarak kiraya

verdim» dese bu iare (iyreti vermek) olmaz.

Yine birisi diğerine, «Bu konağın menfaatini sana aylığı beş dirheme hibe ettim veya kiraya verdim»

dese, bu sözle de icare olur.

Musannıf; «Menfaatim bir karşılıkla temkil etmektir.» sözü ile icarenin rüknünün icap ve kabul

olduğunu ifade ve ima etmektedir.

İcarenin şartı, ücret ve menfaatin malum olmalarıdır. Çünkü bunların bilinmemesi nizaya sebep olur.

İcarenin hükmü, yani üzerine terettüb eden eseri ise, tarafların an be-an aldıkları şeylerin

mülkiyetine sahip olmalarıdır.

İcare de, alım-satım akdi gibi icap ve kabul olmaksızın bedelleri alıp vermek suretiyle de münakit

olur mu? Hülasa sahibinin sözlerinin zahirine göre; müddet malum olursa, olur. Yalnız bu ev ve

benzeri şeylerdedir. Bezzâziye'de ise, «Eğer icâre müddeti kısa olursa, sahih olur. Yoksa, sahih

olmaz.» denilmiştir.

Evde şu kadar müddet oturmak, tarlayı şu kadar müddet ekmek gibi. İcare müddetinin açıklanması

ile menfaat de açıklanmış olur. Müddet ister kısa olsun, fark etmez. «Ben sana şu mülkü veya şu

şeyi yarından itibaren icare verdim.» demesi gibi gelecek bir zamana izafe edilmesi de caizdir.

İcarenin gelecek bir zamana izafesi halinde izafe edilen günden önce kiraya verenin icarlanan şeyi

satması meşrudur. Bu durumda icare de batıl olur. Fetva da bu kavle göre verilir. Haniye.

Vakfa ait arazilerdeki kira süresi üç seneyi, konak ve dükkan gibi mallarda ise bir seneyi aşamaz.

Nitekim bu Vakıf bahsinde geçmiştir. Vakıf mütevellisi icare müddetini söz konusu sene fazlaya

çıkarmak isterse, bunun şer'î hilesi şudur: Her sene için icare ücretini tespit ederek ayrı ayrı

akitlerle her sene için akit yapılır. Bu durumda birinci akit bağlayıcıdır. Çünkü o hemen başlar.

Diğer akitler işe geleceğe izafe edildiğinden dolayı bağlayıcı değildir, mütevveli bu akitleri

feshedebilir. Haniye.

Yine Haniye'de şöyle denilir: «Vâkıf, vakıfta bir kira müddeti şart koşmuşsa, onun koymuş olduğu

şarta uyulur. Ancak o müddetten fazla kiraya vermekte daha fazla fayda varsa, mütevelli değil, kadı

daha fazla süre icare verebilir. Çünkü onun velâyeti umûmidir.

Ben derim ki: Vakıf bahsinde ifade ettiğimiz gibi: fetva, ayrı ayrı akitlerle de olsa uzun süreli

icarelerin batıl oluşu üzerinedir. Mesele yakında metin olarak gelecektir. Oraya müracaat edilerek

öğrenilmelidir.

O halde mütevelli, vakfı anılan müddetten daha uzun bir süre için kiraya verse, icaresi sahih

değildir. İcare, müddetlerin tamamında feshedilir. Çünkü akit bir kısmında feshedildiği zaman,

tamamında feshedilmiş olur. Feteva-yı Kariü'l-Hidaye. Enfeu'I Vesâil'de zikrolunduğuna göre

musannıf da bunu tercih etmiş ve vakfa veya yetime ait bağların müsâkat (ortaklık) yoluyla

tutulmalarının fasid olduğunu söylemiştir.



İZAH

Ben derim ki: Allame Abdülkadir Turi'nin Bahır Tekmilesinde, «Musannıf icare kelimesi yerine

el-îcar deseydi daha iyi olurdu. Zira tarif edilen; menfaatlerin satışı olan icaredir. «Ücret anlamına

gelen icaret değildir.» demiştir.

Kâdî zade de şöyle der: «Lügatta, icarenin mastar olduğu duyulmamıştır. âcerehü denildiği zaman

ücretini verdi anlaşılır

«Hibe nesnenin temliki... ilh...» Yani, malların kendisine ait konular menfaatlere takdim edilir. Ayrıca

hibe karşılıksızdır. İcare ise bir bedel karşılığı yapılan akittir. Her zaman yokluk varlıktan öncedir.

Sonra icarenin sadaka konusu ile özel bir münasebeti vardır: Her ikisi tarafları bağlayıcı olarak vaki

olurlar. Bunun için de icareyi sadakanın peşinde getirmiştir.

«Temlik ilh...» Bu kelime hem ayn, hem de menfaatin satışına şamil olan bir cins isimdir. Ayrıca

efrâdını cami olduğu gibi ağyarında da mani bir kelimedir. O halde, ariye de bu tarife girmektedir.

Çünkü o da bir menfaati temliktir. Nikah da bu ifadenin şumûlüne girer. Çünkü o da bir çeşit

temliktir.

«Menfaat ilh...» Bu kelime ile malın kendisinin temliki tariften çıkmaktadır. Musannıfın «karşılıkla»

demesi de tarifin tamamlayıcısıdır. Turî.

Minah'ta şöyle denilir: «Musannıfın buradaki icare tarifi fukahanın; «İcare, bilinen bir menfaati belli

bir karşılıkla temlik etmektir» sözünden daha kabule şayandır. Zira fukahanın tarifini sahih icarenin

tarifi saysak, fasit şart sebebiyle fasit olan icareye ve aslen şayi bir ortaklıkla ortakolan malın

icâresinde de şamil olacağı için ağyarını mânî olmaz. Bu sözü daha umumi bir tarif saysak, o

zaman menfaat ve ıvazın «mâlûm» ile kayıtlanması doğru olmaz. Bu muhtasarda Dürer'e uyularak

seçilen tarif genel bir tariftir. Ama bu uygun değildir. Zira, mezhep imamlarının tarif ettikleri icare

şer'î icaredir. O da ancak sahih olanıdır. Fasit ise onun zıddıdır. O halde tarif fasit icareyi içine

almaz.

Mebsut'ta şöyle denilmektedir: «İcare aktine konu olan şeyin kullanma müddeti, icâr mesafesi ve işi

açık bir şekilde nizâya meydan vermeyecek şekilde bildirilmesi gerekir. Bunları bildirmek nasıl

lazımsa akitte bedelin bildirilmesi de lazımdır. Eğer bunlar bildirilmezse, yapılan akit Bedayî'de

beyan edildiği üzere abes olur. Ayrıca bilinmeyen bir bedelle, temlik olmaz. Şurunbulâliye.

«Nesneden kastolunacak ilh...» Yani şeriata ve akıl sahiblerine göre. Ama musannıfın ileride

zikredeceği (süslenmek elbise kiralama v.s.) bunun hilafınadır. Çünkü her ne kadar müstecirin

maksadı bunlar ise de onda bir fayda yoktur ve şer'î maksatlardan değildir. Bu söz, başkası için

bile olsa maksût olan her şeye şamildir. Nitekim ileride, Bahır'dan «Sabah ve akşam istirahatı için

bir arazinin kiralanması caizdir. Çünkü onun asıl maksadı ziraattir.» kavli nakledilecektir. Bu, araziyi

ekmek mümkün olmadığı zaman, icârenin sahih olması için bir çaredir.

«Onun da elbisesi, konağı, atı, kölesi vardır ilh...» Bu meseleler metin olarak gelecek babta

zikredilecektir.

«Ücret de yoktur ilh...» Zikrettiğimiz şeyleri kullansa bile yine ücret yoktur. Fukahanın «fasit icarede

de faydalanmakla ücret gerekir» sözünün yeri menfaatin bizzat kasdedildiği hususlardadır. T.

Hülasa'da sayılan meselelerde ücretin gerekmemesi şu şekilde kaydedilmiştir: «Ancak, icarlanan

nesne bazen de ondan faydalanılsın diye icarlanırsa o zaman ücret vardır» Bu bahis daha geniş

olarak gelecektir.

«Alış verişte bedel ilh...» Bu söze aynlar da girer. (ayn da ücret olabilir.) Zira aynlar trampa yollu

satışda bedel olabildiği için icarede de ücret olabilir.

«Menfaatin semenidir ilh...» Yani menfaat. ayna tabidir. Asl'a bedel, olabilen teb'a da bedel olabilir.

«Bunun aksi söylenmez ilh...» Musannıfın burada «külli» ile kaydetmesinin sebebi: buradaki aksın

mantıkî akis değil, lügavi akis olduğunun anlaşılması içindir. Mantıkî akis, kaziye-i mucibe-i

külliyenin aksi mucibe-i cüz'iyedir. Zira ücret olmaya elverişli olan bazı şeyler, semen olmaya da

elverişli olur.

«İare ettim ilh...» Bu sözle ve sulh lâfzı ile de icare akti yapılabilir. Nitekim bunu Hulvanî de

zikretmiştir. Zahir olan görüşe göre; vakit tayin edilirse, bey'e (satmak) lafzı ile de icare aktedilir.

Bahır'da belirtildiğine göre; İmam Kerhi de bu görüşe dönmüştür. Şu kadar var ki

Şurunbulâliyye'de: Burhan isimli kitapta, icare aktinin bey'e lafzı ile yapılamayacağı söylenerek,

«Falan şeyin menfaatlerini sana sattım.» demek ile de icare akti yapılmaz, zira olmayan bir şeyin



satışı batıldır. O halde olmayan bir şeyi. «sattım», «aldım» kelimeleri ile temlik etmek sahih

değildir.» demiştir. Bunun benzeri Haniye'den de nakledilmiştir.

«Aksi bunun hilafınadır ilh...» Yani bedelsiz icare, iare olarak aktedilmez. Bezzâziye'de şöyle

denilmektedir: «Adam birisine, «Şu evimin menfaatlerini bir seneliğine karşılıksız olarak sana

kiraya verdim» dese, ariye değil, fasit bir icare olur.»

Minah'ta da Hâniye'den naklen şöyle denilir: «Adam, «Şu evi sana karşılıksız olarak kiraya verdim»

dese, bu ariye olmaz, fasit icare olur. Aynı şekilde bir kimse; «Şu nesneyi sana karşılıksız olarak

sattım.» derse hibe değil batıl veya fasit bey' (alım satım akdi) olur.

Bahır'ın ariye bahsinde Haniye'den nakledilen şu ifade Minah'daki yine Haniyeden nakledilen

ifadeye muhaliftir. «Şu evi sana karşılıksız olarak bir aylığına kiraya verdim» demiş olsa, o iare

(iyreti) vermek olur. Eğer «bir ay» kelimesini zikretmezse, iare olmaz.»

Tatarhaniye'de de şöyle denilmiştir: «Bu, fasit icare olur. Bunun aksi de söylenmiştir.» Daha önce

ariyet bahsinde anlattıklarımıza bakınız.

«Bu konağın menfaatini sana aylığı beş dirhem karşılığında hibe veya icar ettim ilh...» Metindeki

ibare Bahır'da da vardır. Ancak, Bahır'da bundan sonra şöyle denilmektedir: «Ben şu konağın

menfaatlerini sana bir aylığına şu kadar para ile kiraya verdim.» demek suretiyle akdi menfaatlere

izâfe ederse caiz olmaz. Ana akid, aynı malın kendisine izafe edilirse sahihtir.

Bahır'daki ifade ile metindeki ifade orasında bir çelişki var. Şu kadarı var ki, Remli, «Bezzaziye ve

birçok kitapda bu konuda iki görüş zikredilmiştir.» Şurunbulâliye'de de Bürhan'dan naklen şöyle

denilir: «Ben onun menfaatlerini icare verdim. dese akit yapılmaz. Çünkü menfaat, elde olmayan bir

şeydir. Aktin, ancak ayn üzerinde icare edilmesi caizdir. O da burada mevcut değildir. Bazı alimler

de. «Akit menfaate izafe edilse. de olur, zira icare aktini ayna izafe etmek, maksadı yerine getirmek

demektir. Zaten icareden de maksat, aynın menfaatleriyle menfaatlenmekdir.» derler.

Bu ifadeden anlaşılan; musannıf ve şarihin kabul ettiklerinin aksi tercih edilmiştir. Bunun için de

Zeylaî yalnız o görüşü zikretmiştir.

«Rüknün icab ve kabul ilh...» İcap ile kabulün kendileri ve vasıflan hakkında söylenecek şeyler

bey'deki icab ve kabul esnasında ylenenler gibidir. Bedaîc.

Turi'mn Tekmilesi'nde Tatarhaniye'den naklen şöyle denilmektedir: «İcare akdi sözle yapılabildiği

gibi sözsüz de yapılabilir. Meselâ adam bir seneliğine bir ev kiralasa, müddet dolduktan sonra mal

sahibi müstecire; «Bu gün evi boşaltacaksın. Eğer bugün boşaltmazsan aylığı bin liradır.» dese, o

zaman kiracı eşyasını taşıyabileceği kadar bir süre ecr-i misille oturur. Eğer çıkmazda bir ay daha

oturursa, O zaman ev sahibinin dediği meblağı vermek zorundadır.»

«Şartı ilh...» Bu şaıt birkaç çeşittir: Bazısı ini'kat şartı; bazısı geçerlilik şartı, bazısı sıhhat ve bazısı

da lüzum (bağlayıcılık) şartıdır. Bunların tafsilatı Bedai'de vardır. T.

«Ücret ve menfaatîn malum olmaları ilh...» Ücretin malum olması, «Şu kadar dinar veya dirhemle»

diye sarih olarak ifade edilmesidir. Buradaki dirhem ve dinar, memlekette kullanılan paradır. Eğer

bir memlekette çok çeşitli paralar kullanılıyorsa, o zaman bunlardan birisi açıklanmadıkça icare

fasit olur.

Eğer icare; tartılacak, ölçülecek veya sayılacak bir cins karşılığı yapılıyorsa, o zaman şart; bedelin

miktar ve sıfatının beyan edilmesidir. Eğer ücretin taşınması külfet ve masrafı gerektiriyorsa Ebû

Hanifeye göre ücreti teslim mahallinin de beyan edilmesi gerekir. Eğer taşınma külfeti

gerektirmiyorsa malın nerede verileceğini beyan etmeye ihtiyaç yoktur.

Eğer ücret elbise veya meta olursa, o zaman müddetin ve meblağın işaretle tayin edilmemişse

malın vasfının beyan edilmesi lâzımdır.

Ücret hayvan ise; ancak muayyen olduğu takdirde caizdir. Bahır. Özetle

Menfaatin malum olmasına gelince: Onun izahı metinde yakında gelecektir. Bu sebeple burada izah

etmiyeceğiz.

«An be an ilh...» Çünkü menfaat iki ayrı zamanda aynen kalmayan bir arazdır. Menfaatin oluşu bu

şekilde olduğu için adaleti sağlamak için ücrete de peyder pey sahip olunur. Mal sahibi, kiraya

verdiği malın kira bedelini hemen talep edemez. Ancak, kasdedilen menfaatten istifade edildiği

zaman ücret talep edebilir. Mesela, icarlanan bir toprak veya bir bina ise, bir gün dolduktan sonra,

binek ise bir merhaleyi geçtikten sonra ücreti talep edebilir. Tafsilatı ileride gelecektir.

«Teati (sözle icap kabul bulunmadan malı alıp, ücreti vermek suretiyle) ile münakit olur mu ilh...»



Vehbaniye'de «Fakihler çömleklerde teati ile akti caiz görmişlerdir.» denilmektedir.

Şurunbulaliye'de 'ise şöyle denilir: «Mesele Zahîriyye'de şu şekilde ifade edilmiştir: Adamın biri

diğerinden lâlettayin çömlekler kiralasa, bu icare caiz değildir. Çünkü çömlekler arasında yüklük

küçüklük farkı var-dır. Ama kiracı «Çömlekleri önceki ücretle kabul ediyorum.» dese, caizdir. Bu,

teati ile yeniden akdedilen bir icare olmuş olur. Vehbaniye'nin nazmında; «teati ile yapılan icarenin

çömleklere tahsis edilmesi nakle uymak içindir. Yoksa teati ile icare çömleğin dışındaki mallarda

da olur» denilmektedir. Bezzaziye'de de, «İcare, müddeti uzun olmazsa teati ile münakit olur. Uzun

olursa olmaz. Zira, müddet uzun olursa ücret bilinmez. Çünkü ücret senede bir danik {bir ölçü) veya

az yada daha çok olabilir.» denilmiştir.»

Tatarhaniye'de Tetimme'den naklen şöyle denilir: «Ben İmam Yusuf'a, «Adam gemiye biniyor,

yarasını yardırıyor, hacamat aleti ile kan aldırıyor veya hamama girip yıkanıyor yada sakadan su

içiyor sonra ücreti, suyun parasını veriyor, bu caiz midir?» diye sordum «İstihsanen caizdir. Daha

önceden bir akit yapmaya da ihtiyaç yoktur.» dedi.»

Ben derîm ki: Bizim yukarıda söylediğimiz «sözsüz olarak teati yoluyla icare akdi yapılır.» sözü

icârenin bu kısmını ifade etmektedir. Eşbah'tan naklen çeşitli meseleler bahsinde, «İcarede sükut

rıza ve kabuldür.» sözü gelecektir.

Zâhidi'nin Hâvisinde remz olarak şöyle denilmektedir: «Bir adam vakıf kayyumundan bir ev

kiralasa, ve orada otursa, sonra akti yenilemeden ikinci sene de otursa, kayyum ikinci sene için de

biraz ücret alsa, onunla yalnız aldığının hissesinde değil, senenin hepsinde icare akti yapılmış

olur.» Bunun benzeri Kınye'de: «İcarenin bitimi icare müddetinin bitimin-den sonradır ve akitsiz

olarak ücretin gerekli olacağı» babındadır. Hamidiye.

«Hülasa sahibinin sözünün zahirine göre evet ilh...» Hülâsa'nın ibaresi Bezzaziye'nin biraz önce

zikrolunan ibaresi gibidir. «Müddet malum olursa ilh...» Bunun doğrusu «müddet» değil, ücrettir.

Minah'ta, Hülasa'da ki ibâre nakledildikten sonra şöyle denilmektedir:

«Bunun ifade ettiği şudur: Eğer uzun süreli icârede müddet malum olursa. teati ile de münakit olur.

Zira onun münakid olmamasının illeti, ücretin belli olmayışı olarak kabul edilmiştir.»

«Bezzazîye'de ilh...» Bu söz; her ikisinin ibaresi aynı olduğu halde sanki Hülâsadaki ibarenin fark

olduğu intibaını veriyor. Uzun süreli icarede -ileride beyanı geleceği gibi- ücret malumdur. Yalnız

son senenin haricinde az bir şey karşılığında olmaktadır.

«İcare müddetinin ilh...» Zira müddet malum olduğu takdirde menfaatin miktarı da malum

olmaktadır.

«Uzun bile olsa ilh...» Yani icarede öyle uzun bir zaman konuşsalar ki, mucur ile müstecirin âdeten

o kadar yaşamaları mümkün olmasa bile, yine caizdir. Hassaf da bunu ihtiyâr etmiştir. Alimlerin

bazıları ise bu kadar uzun bir müddet konuşmaktan men etmişlerdir. Bahr. Metinlerdeki ifadelerde

herhangi bir kaydın bulunmayışı birinci görüşü tercih etmektedir.

«O gün batması meşrudur ilh...» Yani icare vakti gelmezden önce. Bir da icarenin bir zamana izafe

ile münakit, fakat bağlayıcı olmamasına binaendir. İşte bu da iki tashihten birisidir. Bu durumdaki

icârenin bağlayıcı olmadığını; «Fetva bu kavil üzeredir.» sözü teyid etmektedir. Nitekim çeşitli

meseleler bahsinde gelecektir.

Bezzaziye'de şöyle denilir: «Eğer ertesi güne izâfeten icâre edilip de, satılan mal, herhangi bir

sebepten dolayı malikin mülküne dönmüş olsa, icare avdet etmez. Ama eğer bir ayıp sebebiyle,

hâkimin hükmü ile reddolunmuş olsa veya sahibi hibe edip, hibeden dönse eğer bunlar izafe ettiği

gün gelmeden önce olursa avdet eder.»

«Vakıflarda ilh...» Cevhere'de beyan edildiği üzere yetim çocuğun tarlası da vakıf gibidir. Bahır

sahibi ve musannıf da bununla fetva vermişlerdir. Fukahanın sözlerinin ekserisine göre muhtar ve

müftabih olan da budur. Zira her ikisinde de illet aynıdır. Bu illet, uzun süreli icare ile her iki

toprağın mülkiyet iddiasından korunmasıdır. Hattâ bu daha evladır. Remli. Bunun benzeri

Haniye'den naklen de gelecektir.

Kâzrûnî'nin Feteva'sında, şeyhi Hanefiiddin el-Mürşidî den naklen şöyle denilmektedir «Hazine

arazisine gelince: fakihlerin her hangi bir kayıt koymayışı onun da kiraya verilmesinin caiz olmasını

gerektirir. Fukahanın, İmam'ın hazine arazisindeki iktâ ve satış gibi tasarruflarının cevazı

konusundaki müsamahaları hazine arazisinin kiraya verilmesinin de caiz olmasını ifade eder.

«Özetle şu kadarı var ki Remlî'nin haşiyesinde «hazine arazisi, yetim malı gibidir.» denilmiştir.

Hamidiye'de de uygun olanı Kazrunî'nin dediğidir.» denilir. Hayriye'de de, «Hazine arazisinde



müebbed vakıf hükmü cari olur.» denilmektedir.

«Üç seneyi ilh...» Yani vakıf arazisi üç seneden fazla kiraya verilemez. Bu, kiraya verenin vâkıfın

kendisi olmadığı takdirdedir. Ama vakf eden, kendisi kiraya verirse, üç seneden fazla bir müddet

için de verebilir.

Kınye'de şöyle denilir: «Vâkıf. vakfettiği araziyi on seneliğine kiraya verse ve beş sene geçtikten

sonra ölse. ondan sonra da o vakfın sarf yeri başka bir cihete intikal ederse, icare müddeti sona

ermiş olur. Daha evvelki kiracı geriye kalan beş senelik ücreti ölen vâkıfın terekesinden alır.» T.

Seriyüddin'den naklen.

Ben derim ki: Bu konuda söylenecek şeyler var, şarih fesih babının sonunda bunu zikredecektir.

«Vakıf babında geçmiştir ilh...» Yani Vakıf bahsinde metin olarak geçti. Şarih orada şöyle demişti:

«Eğer maslahat onun hilafına ise müstesnâ (o zaman konak ve hanı da bir seneden fazla bir

müddet için kiraya verebilir) Bu da zaman ve yere göre değişen şeylerdendir.

Musannıfın burada böyle blr istisnâ anmadan mutlak söylemesi metinlere uymak içindir. Hidaye'de

de muhtar olan budur.» denilmiştir.

Şarihin Vakıf bahsinde söylenene uyarak yaptığı yorum Sadru's Şehid'in verdiği fetvânın ta

kendisidir. Muhit'te de: «Bahırda da belirtildiği gibi fetva için seçilen görüş budur.» denilmiştir.

«Hilesi ilh...» Yani vakfın kayyumu vakfı uzun bir zaman için kiraya vermeye ihtiyaç duyduğu zaman.

«Müteferrik akitlerle ilh...» Haniye'nin ibaresi de bunun aynıdır. Haniye'de şöyle denilir: «Senede

şöyle yazılır: Falan oğlu falan şu tarlayı veya şu binayı otuz seneliğine otuz akit ile icarlamıştır. Her

senenin akti şu kadardır. Bunların bazısı bazısının şartı değildir.»

Bakılsın: Her sene için müstakil bir akit şart mıdır, yoksa «Ben otuz akitle otuz seneliğine icar

ettim.» sözü akdin tekrarı yerine kaim olur mu? Zahir olan, birinci görüştür. Yani her sene için ayrı

bir aktin yapılmasının şart olduğudur. Zira musannıf «Bunun hilesi, ayrı ayrı akitler yapılmasıdır.»

demiştir.

«Her sene için ilh...» Ben diyorum ki, musannıfın burada «sene» ile kaydetmesi hem arazide hem

de diğer mallarda sahih olması içindir. Yoksa mutlaka lüzumlu olduğu için değildir. Zira, arazide

her akti üç sene için yapması caizdir. Arazide dört veya daha fazla sene için arazinin dışındakilerde

ise bir seneden fazlası için akit yapılması sahih değildir. Zira o takdirde boş vurulan çare fayda

vermez.

«Diğer akitler ilh...» Bu söz, müfabih olan «İzafe lüzumlu değildir.» kavline göredir. Nitekim

musannıf bunu yukarıda zikretti, ileride de gelecektir.

«Vakıf bir müddet şart koşarsa uyulur ilh...» Yâni vâkıfın koymuş olduğu şarta uyulur.

«Ancak uzun süreli kiraya vermek daha faydalı ise ilh...» Yani halk, onu bir seneliğine kiralamak

istemezlerse bir seneden fazlasına kiraya verilmesi vakıf için daha hayırlı, fakirler için daha

menfaatli ise, o zaman mütevelli değil, Kadı onu icare verebilir. İs'af.

«Kadı icare verebilir ilh... » İs'af isimli eserde şöyle denilmiştir: «Bir kimse vakfettiği malın vakıf

senedinde; Ancak fakirlere daha menfaatli olursa bir seneden daha uzun müddet kiraya verilebilir.»

kaydını koymuşsa, o zaman vakıfın izni bulunduğundan, fakirlerin menfaati daha fazla ise, meseleyi

Kadı'ya götürmeden bir seneden fazlası için icare verilebilir.» Çünkü bu konuda vâkıfın izni vardır.

«Vekaleti umumi olduğundan iIh...» Zlra, Kadı fakirlerin, gaiblerin ve ölülerin hakkını gözetme

velayetine sahiptir. İs'af.

Zâhir olan şu ki; eğer Kadı mütevelliye izin verirse. sahih olur.

«Ben derim ki ilh...» BIr vakıf malını uzun süre için kiraya vermenin çaresi bir Hanbelînin hüküm

vermesidir. Nitekim zamanımızda da böyle yapılmaktadır.

«Müddetlerin tamamında feshedilir ilh...» Yani yalnız fazla olan senede değil.

«Çünkü akit bir kısmında fesh olursa, hepsinde münfesih olur ilh...» Bu kavil. Haniye'de üstün

görülen kavildir. Minah'ta da şöyle denilmektedir: «Kâdîhan'ın Fetevasında şöyle denilir: «Vasî,

yetimin toprağını üç sene gibi uzun bir müddet için kiraya verse veya yetimin malı ile yetime yine üç

seneliğine gibi uzun bir müddet için bir tarla kiralasa o icare caiz değildir. Küçük çocuğun babası

ve vakfın mütevellisi de vasi gibidirler. Zira, bu anlaşmada icare malından az bir şey ilk senelerin

çoğu ise son senelerin karşılığında kılınmaktadır. Yetimin veya vakfın tarlasını kiraya vermek,

birinci senelerde, ücret, ecr'i misilden az olduğu için câiz olmaz. Bura göre yetim veya vakıf için bir



yer icarlamış olsa, bu da son senelerin icare ûcreti ecr-i mislinden daha fazla olduğu için sahih

olmaz. Akit, müddetin bir kısmında fasit olduğu zaman, acaba yetim ve vakfa faydalı olan kısmında

sahih olabilir mi? Uzun süreli icareyi bir tek akit kabul edenlerin görüşüne göre sahih olmaz. Uzun

süreli icareyi bir kaç akit kabul edenlere göre ise yetim ve vakfa hayırlı olan kısmında sahih zararlı

olan kısmında ise sahih değildir. Bence doğrusu sayılan suretlerin hepsinde aktin fasit olmasıdır.»

Musannıfın «üç sene» sözünden maksat, her biri üçer sene olan akitlerdir. Sözün başı ve sonu

buna delalet etmektedir. Düşün.

«Musannıf Enfail Vesail'de ilh...» Yani, arazide üç seneden fazla olan, diğer vakıf mallarında da bir

seneden fazla olan müddetler feshedilir. Bunlar ister bir akitle, ister ayrı ayrı akitlerle yapılsın.

Hattâ, meselâ: bir arazi bir akitle dört seneden fazla bir sûre için icare verilse, üç senesinde

sahihtir. Kalanında ise fesh olur. Bu fesih vakıf nazırının talebine muhtaç mıdır, yoksa fazla

müddetin girişi ile kendi kendine münfesih olur mu? Zahir olan: nazırın talep etmesinin gerekli

oluşudur. Bu bahsin tamamı Enfail Vesail'dedir.

Ben derim ki Şu kadar var ki. Birî'nin şerhinde, Hizanetü'l-Ekmel'den naklen şöyle denilmektedir:

«Vakıf olan bir evi otuz seneliğine beher seneliği bir ölçek buğdayla icarlamış olsa, o icare sadece

bir sene için sahih, kalanında batıldır.» Bunun benzeri Ebû Cafer'e isnadla Telhisü'l-Kübra'da da

vardır. Bu ibarenin gereğine göre vakıf nazırı taleb etmese de bu icare akti bâtıldır.

«Fesadını ifade etmiştir ilh...» Yani musannıf. Haniye'nin ibaresinden sonra şöyle demiştir: «Ben

derim ki, bundan anlaşılan yapılan icare akti de fasittir...»

METİN

Adam vakıf arazisinin ağaçsız kısmını büyük bir meblağ ile icarlasa, sonrada, o yerin ağaçlarına

binde bir sehimle sulayıp baksa, onun icârede payı vardır. Müşâkât da değil. Bu, ifade ediyor ki,

müşâkât (ağaçların bakımı karşılığında meyvedeki ortaklık) fasittir. Çünkü bunların her birisi kendi

başına birer akittir.

Ben derim ki: Fukaha fasit alış verişler bâbında fesadın başka akitlere sirayet etmesini üzerinde

icma edilen kuvvetli fesat ile kayıtlamışlardır. Bu, köle ile hürrü birlikte satmaya benzer. Burada

hürrün satışının fasit oluşu kölenin satışına da sirayet eder. Ama zayıf fesad sadece kendi

mahalline mahsus kalır. Başkasına sirayet etmez. Meselâ, adam halis köle ile müdebber köleyi bir

akitle satmış olsa, müdebber kölenin satışının fesadı zayıf olduğundan yalnız kendisinde kalır, hâlis

kölenin satışını etkilemez. Düşün.

Yine fukaha bunu. sonradan meydana gelen fesaddan saymışlardır. Dikkatli ol.

Osmanlı ülkesinde yaygın olan şöyle bir uygulama var: Ölen Zeyd'in vasîsi Zeyd'in terekesinden bir

arsayı onun mülkü zannıyla, Zeyd'in borcunu ödemek üzere satsa, sonra da o arsanın bir kısmının

mescidin vakfı olduğu ortaya çıksa, kalan kısmın satışı sahih midir? Bazı alimlere göre, sahihtir.

Diğer bazılarına göre ise, sahih değildir. Bir alim de bu mesele hakkında bir risale telif etmiştir. Bu

risalanın hülasası, birinci kavlin tercihidir. Yani bu satış sahihtir.

Cevahirü'l-Feteva'da şöyle denilir: «Vakıf olan bir arsayı birinci üç seneliğine icarlasa ve, icare

senedinde «Birbiri arkasına olmak üzere otuz akitle icarladım.» yazsa, bu icare sahih değildir.

Sahih olan görüş budur, Evkafın korunması için fetva buna göre verilir.»

Cevahirü'l-Feteva'nın sahibi daha sonra da şöyle demektedir: «Eğer bir Kadı bu icarenin sıhhatine

hüküm verirse, bu hüküm caiz olur ve ihtilaf'da ortadan kalkar.»

Ben derim ki: İleride geleceği üzere; mütevelli ve vasi, vakfı veya yetim malını ecr-i mislinden az bir

fiyatla kiraya verseler, müstecirin ecr-i mislin tamamını vermesi gerekir ve vakfa en menfaatli olanı

yapar. Hâniye'nin sulh bahsinde şöyle denilir: Akde bitişik müfsidden dolayı kiralanan malın bir

kısmındaki akit fasit olursa. O malın tamamında da fasit olur.»

Menfaat (kiralanan malın menfaati) işin beyanı ile de bilinir, kuyumculuk, boyacılık, terzilik gibi

cehaleti kaldıran şeylerle menfaat bilinir.

Bir hayvanın binek için kiralanması halinde binilecek vaktin ve yerin beyan edilmesi de şarttır. O

halde, bu tür bir icârede yer ve vakit konuşulmazsa o icare fasit olur. Bezzâziye.

Menfaat işaret ile de bilinir. Mesela. şu buğdayı şuradan şuraya taşı denilmesi gibi.

Ücret, akit sebebiyle lazım olmaz. O halde ücretin hemen teslim edilmesi akitle gerekli değildir.

Ancak, müstecir isterse veya hemen başlayan geçerli icarede şart kılınırsa. o zaman ücret akitle

birlikte verilir. Gelecek senelere izafe edilen akitlerde ise ücret peşin verilmez. Mesela. yarından



itibaren icarlayacağı bir konağın icare ücretinin hemen verilmesi şartı koşulsa mal sahibi bu ücrete

mâlik olamaz.

Bazı alimler, uzun süreye bağlanan icâreyi bütün hükümlerde değişik akitler gibi saymışlardır.

Ancak, bit' rivayete göre bu icarede ihtiyacı için ücretin peşin verilmesinî şart koşarsa. ücreti

alabilir. Bu görüşle de fetva verilir. Şurunbulalî, Şerh-i Vehbaniye.

Ücretin peşin alınabilmesi için birde maldan faydalanmak veya faydalanmak imkanının olması

şarttır. .Ancak Eşbah'ta zikredilen üç mesele bundan müstesnâdır.

Musannıf «menfaat imkanı» sözüne binâ ederek şöyle demiştir: İnsan, kiralayıp da teslim aldığı

evde oturmasa dahi, kirayı vermesi gerekir. Çünkü faydalanması her zaman için mümkündür. Bu

hüküm sahih icareler içindir.

Fasit icareye gelince, onda ancak faydalanmakla ücret verilir. Nitekim İmadiye'de de bu

kasdedilmiştir.

Is'af'taki ibarenin zahiri ise, fasit icarede maldan faydalanmadan ücretinin verilmemesi hükmünden

vakfı istisnâ etmiştir. Vakıf malı kiraya verildiğinde icare fasit de olsa yararlanma imkânı oldukça

ücretini vermek gerekir. Eşbah'ta dayle denilmektedir.

İZAH

«Ağaçsız olan kısmını ilh...» Yani, tarlanın ağaç bulunmayan yerini. Yukarıda geçtiği üzere ağaçları

kiraya vermek sahih değildir. Çünkü icare, menfaati temliktir. O halde, bir malın kendisinin

tüketilmesi üzerine îcare batıl olur.

Remli: «Süt annesi kiralama bahsinde şöyle bir ifadenin geleceğini söyler: Nesnelerin istihlâki

üzerine yapılan icare akti; -bir ineği sütünü içmek için icar etmek gibi- sahih değildir. Bir bahçenin

meyvesini yemek için icarlamak da bunun gibidir.

Remlî, sözlerinin devamında da şöyle demektedir: «Bu naklettiğimle, çîftçilerin elinde bulunan arazi

ve köy gibi yerleri icarlamanın hükmü de bilinmiş olmaktadır. Bu arazilerden havacı mukasemeye

tabi olanlar bu hükümde değildir. İcarların batıl oluşunda şüphe yoktur. Ben, defalarca böyle fetva

verdim.»

«Büyük bir meblağ ilh...» Yani hem yerin ücretine hem de o ağaçların meyvesinin bedeline denk bir

miktar ile..

«Ağaçlarını müsâkat ortaklığına tutsa ilh...» Yani icare aktinden evvel ortağa verilmişse. Yok eğer

icare aktinden evvel olmazsa, zaten arazi başka birinin hakkı ile meşgul olur ki, bu zaten sahih

değildir. Nitekim ileride gelecektir.

Bezzaziye'nin, Süyü Meseleler bahsinde şöyle bir ifade vardır: «Adam içinde ağaç dikili bir tarlayı

kiralasa, veya ortağa ekmek için alsa, bakılır: Eğer ağaçlar tarlanın orta yerinde ise o icare caiz

değildir. Ancak orta yerinde büyük değil de bir veya iki yaşında iki ağaç bulunsa, caizdir. Ama bu iki

ağaç büyük olsalar, bunların bölgesi ve yaprakları yeri kapladığından dolayı arazinin icaresi caiz

olmaz. Bir veya iki yaşındaki küçük ağaçlara gelince, bunların ne doğru dürüst yaprağı, ne de

kökleri vardır. Ama ağaçlar; set ve arklar gibi tarlanın bir kenarında iseler o tarlayı icarlamak

caizdir. Çünkü bunlar tarlaya zarar vermezler.»

«Bir sehimle ilh...» Yani, binde birini yetime veya vakfa vererek diğerini amile (ağaçları ortak tutana)

verse.

«Bu ifade ediyor ki ilh...» Yani, musannıfın «İcare müddetlerin hepsinde fesholur.» sözünün ifade

ettiği mana. Biz yukarıda musannıfın bunu Haniye'nin sözlerinden istifade ile söylediğini yazmıştık.

Bundan şarihin böyle anladığı anlaşılır.

«Müşâkâtın fasid oluşu Evleviyetledir» Evleviyetin yönü şudur: Yetim için hem hayrı, hem de zararı

içine aldığı halde müddetin hepsinde akt fasit olduğuna göre ona sadece zarar getiren müstakil bir

aktin fasit olması daha evladır.

Bil ki, müsâkat akti fasid olunca icarlanan toprak da bir hakta meşgul olarak kalır. O zaman

icaredeki pay ve masrahat açık isede icare aktinin de fasit olması lazım gelir. Nitekim biz bunu

yukarıda söylemiştik. Bu inceliğe dikkat et.

Hanûtî'nin Fetevâ'sında özetle. «Ağaçsız yeri kiralamayı açıkça söylemesi; icarenin sahih olduğunu

göstermez. Çünkü icare akti, müşâkât aktinden evvel yapılmıştır. Ama eğer şartlarına uyularak

müşâkat akti evvel yapılırsa, Bezzâziye'de de belirtildiği gibi icare akti sahih olur. Eğer icare fasit

olursa, vakıf tarafı ücrete müstahık olmaz. Müstahık olan ancak ağacın meyvesi olur. Vakıf için az



bir bedel olduğundan müsâkat akdi fasit olduğu için işçi emeğinin ecr-i mislini alır. Bu hüküm

vakfa aittir. Mal sahibinin bahçesinin meyvesini bakımı karşılığında ortağa vermesine gelince; onda

maslahata bakılmaz. «Nitekim mal sahibi malını ecr-i misilden aşağı bir ücretle de kiraya verebilir.»

denilmiştir.

Hanutî'nin Feteva'sında musannıfın istifade ettiği ve bizim dikkat çektiğimiz konu açıkça ifade

edilmektedir.

«Ben derim ki ilh...» Musannıfın bu sözünü Enfail Vesail'deki kavli teyid etmektedir. H.

«Düşün ilh...» Musannıf bu sözüyle bu ifadenin muktezasının fesadın yalnız zait olan miktarda

olduğuna işaret etmektedir. Çünkü odam bu durumda caiz ile fasit aynı akitte birleştirmiş

olmaktadır. Ancak bu fesad kuvvetli bir fesad değildir. Çünkü bunun fasid olduğunda bütün alimler

ittifak etmemişlerdir. Zira mütekaddimîn fukaha icareyi bir müddetle sınırlamamışlardır.

«Bunu âriz olan fesad saydılar ilh...» Musannıfın bu sözü Enfail Ve-sail'deki kavle diğer bir

takviyedir. Yani fesadı arızî olduğundan diğerine sirayet etmemektedir. Bu konuda da düşünmek

gerek. T.

Ben derim ki: Fesadın ârizî oluşunun yönü o icarenin anbean münakit olmasındandır.

«Uyanık ol ilh...» Herhalde musannıf bu sözü ile bizim biraz önce söylediğimize işaret etmektedir.

«Osmanlı ülkesinde yaygın olan ilh...» Bu söz de Enfii'l Vesail'e diğer bir takviyedir. Zira, alış veriş

icareden daha kuvvetlidir, mülkte ve vakıfta aynı akitle yapılmıştır. O zaman mülkteki satış sahihtir.

T.

«Bu risalenin hülâsası, birinci kavlin tercihidir ilh...» Yâni, Nehir isimli eserin fasit bey' babından

naklen musannıfın, «Halis köleyi müdebber bir köleyle birlikte satması bunun hilafınadır.» sözünün

yanında birinci görüşü teyit edecek ifadeyi beyan etmiştik.

«Teemmül et ilh...» Musannıf bu sözüyle yine zaidin dışında olanlardaki icarenin sahih olduğuna

işaret etmektedir. Hatta yukarıda da geçtiği üzere bunun sahih olması evlâdır.

«Cevahirü'l-Feteva'da ilh...» Muhtemeldir ki bu söz «Eğer bir Kadı onun sıhhatine hükmederse,

caizdir.» sözünün dördüncü teyididir. Zira bu ifade ediyor ki; uzun süreli icare akti halis köle ile

hürrün bir akitte satılması gibi değil, hâlis köle ile müdebber kölenin satılması gibidir. O, zaman bu,

birinci teyidi teyid etmektedir. Zahir olan bu kavil, musannıfın ihtiyar ettiği görüşü teyide giriştir.

Zira musannıf bu akdin sahih olmadığını mutlak bir şekilde ifade etmiştir. O zaman birinci akid

geçerli olduğu halde bütün akitlere şamil olmaktadır. Musannıfın sözünün zahiri ise, birinci aktın de

sahih olmadığını göstermektedir. Bunun illeti; Velvaliciye'de de belirtildiği üzere şudur: Bu akit her

ne kadar manâ itibariyle birkaç akit olup bir kısmı hemen münakit olurken bir kısmı da gelecek

zamana izafe edilmekte ise de, şekil itibariyle tek bir akiddir. (Dolayısıyle bir kısmı fasid olunca

kalanı da fasid olur.)

«Üç seneliğine ilh...» Bu sözün doğrusu; «üç sene» değil, «otuz sene»dir. Nitekim Minah ve başka

kitaplarda da yledir. Ayrıca ben bazı nüshalarda da bunu düzeltilmiş olarak otuz yıl şeklinde

gördüm.

«Vakıfların korunması için ilh...» Yani uzun bir müddet için kiraya verildiği zaman kıracının vakfı

kendi mülkü olduğunu iddia etmesinden korumak içindir. Ama eğer bu ihtimal olmasa, delil, birinci

aktin sıhhatini gerektirir. Çünkü o, anında ve kesin, sonrakiler ise zamana dayalı akitlerdir. Bunun

bağlayıcı olup olmadığında da iki görüş vardır. Nitekim biz bunu yukarıda beyan ettik. Şu kadar var

ki,daha önce geçtiği gibi, bunun tamamının bir akit sayılması da, birinci aktin nâciz sayılması

içindir. İşte bundan ötürü müteahhirîn fukaha, mütekaddimin fukahaya muhalefet ederek vakıfta

icare müddetini bir veya üç sene ile takdir etmişlerdlr.

«Bir Kadı bu icarenin sıhhatine hüküm verirse ilh...» Yani kaza (hüküm) şartlarını tamamlayarak

hüküm vermiş olsa. Şu kadarı var ki bu hüküm, Hanefi Kadı'larının dışındakiler içindir. Hanefi

mezhebinin mutemed kavli ile hükmetmeye memur edilen zamanımız Kadı'larının bu şekilde hüküm

vermeleri ise sahih değildir.

«Ben derim ki: İleride gelecektir ki ilh...» Yani icare bahsinin sonlarında gelecektir. Bu da yine

musannıfın tercihini teyid etmektedir. Teyid yönü de şöyledir: Fesadın sirayet edip etmemesinde

görüşler muhtelif olduğu zamöan vakfa en menfaatli görüş tercih edilecektir. Bu da fesadın aktin

tümüne sirayet etmesidir. Çünkü bu durumda ikinci bir fesadın gelerek, sağlam akti fasid etmesi

önlenmiş olur.



«Hâniye'nin sulh bahsînde ilh...» Musannıf bu sözü, Minah'ta kendi tercih ettiği görüşü teyid için

zikretmiştır. Ancak bu mesele Haniye'de, karının borçtan hissesine düşecek kısmın varislere

bırakılması karşılığında kendi hissesine düşecek mirastan vaz geçmesi bahsindedir. Bunun bizim

meselemizle alakası konusunda düşünmek gerek. Zira yukarıda da geçtiği gibi fukaha bunu

sonradan âriz olan fesaddan saymışdır. Halbuki Haniye'deki mesele akide bitişik olan fesaddır.

Evet, bizim Hâniye'den daha önce naklettiğimiz, «Zahir olan fesadın aktin tamamında olmasıdır.»

sözü musannıfın kavlinin tercihini ifade etmektedir. Zira Cevahirü'l-Feteva'dan naklettiğimizle

anlaşıldı ki, birinci akit sahih olduğu halde vakıflardaki icare akidleri birkaç tane olduğu takdirde,

uzun süreli icare sahih değildir. Böyle olunca nasıl olurda uzun süreli icare hem lâfız hemde ma

itibariyle tek akitle yapıldığında sahih olur? Zâhir olan, Musannıfın Kariü'lHidaye'den naklen tercih

ettiğine itimad etmektir. Zira Kariül-Hidaye'nin sözünün kuvvetli bir senedi vardır, ki bu sened de

Haniye ve Cevahirü'l-Feteva'da olanlardır. Verdiğim bu izahat, benim kısa anlayışıma doğandır.

Allah daha iyisini bilir.

«Cehâleti kaldıran şeylerle ilh...» Yani. boyatacağı elbiseyi boyanın rengini ve boyanın miktarını

tayin etmesi lazımdır. Zira bunlar bazen değişik olur.

Muhît'te şöyle denilmektedir: «Adam birisini görmediği on elbiseyi boyaması için tutsa, icare

fasittir. Çünkü boyamak, elbisenin kalınlık ve inceliğine göre değişir.» Bunu Bahır sahibi de

zikretmiştir.

«Vakit ve yerin beyan edilmesi ilh...» Bezzaziye'de şöyle denilmektedir: «Birisi hacıları yolcu etmek

veya karşılamak için bir at kiralasa, bineceği vakti ve yeri zikretmeden bu icaresi sahih değildir

Yine Bezzâziye'de: «Kufe'den Hire'ye kadar binmek için bir hayvan kiralasa, hayvana evinde binip,

evinde iner. Eşyasını yüklemek için kiralasa hüküm yine böyledir.» denilmektedir.

Yine Bezzaziye'de şöyle denilir: «Birisi bir gün çalışması için bir adam tutsa örf gereği o adamın

çalışma saati güneşin doğuşuyla başlar.»

«Hayvan kiralarken vakit ve gidilecek yer belirtilmezse o icare fasittir ilh...» Yani ecr-i misil ancak

menfaatlerinin tahakkuku ile gerekir. T.

«İşaret ile de ilh...» Zira götürülecek yük ve nakledeceği yer bilindiği zaman, menfaat de bilinmiş

olur. Bu tür icare, birinci tür icareye yakındır. Zeylaî.

Bunun hülasası şu: İşaret etmek. miktarı beyan etmeye ihtiyaç bırakmaz.

«Ücret akit sebebiyle gerekli olmaz» Yani akitle ücret alma hakkına sahip olunmaz. Nitekim Kenz'de

de böyle denilmiştir. Zira akit menfaat için yapılmaktadır. Menfaat ise peyder pey hasıl olur. Bedelin

de menfaatin karşılığı olması lazımdır. Hemen menfaatin elde edilmesi mümkün olmayan bir

icarede ücretin peşin ödenmesi lazım gelmez. Ancak ücretin peşin alınması hükmen de olsa şart

koşulsa o zaman alınabilir. Çünkü bu durumda müstecir akit yapılırken paranın peşin ödenmesini

kendisi kabullenmiş ve aktin gerektirdiği eşitliği ibtal edilmiş olur.

«Peşin verilmesi konuşulursa ilh...» İtâbiyye'de şöyle denilmektedir:

Müstecir kirayı peşin verirse geri alamaz. Eğer ücret (para değilde) metâ ise ve kiracı o metâ mal

sahibine iyreti olarak veya emaneten vermiş olsa, o da peşin gibi olur.»

Muhit'te de şöyle denilir: «Metâ olan icare bedelini diğer bir metâ ile tırampa etse aldığını kabzetse,

caizdir. Çünkü bu ücretin peşin olmasını tazammun eder. Turî.

«Ücretin peşin olması şart koşulursa ilh...» Mal sahibi ücreti taleb edebilir ve icare verdiği nesneyi

de parayı almadan kiracıya vermeyebilir. Peşin konuşulduğu halde kiracı parayı ödemediği zaman

icare aktinı fesih de edebilir. Muhit'te de böyle denilmektedir.

Ancak mal sahibi kira bedeli olan nesneyi teslim almadan önce onu satamaz. Bahır. Bu şart, aktin

gereğine muhalif olduğu ve taraflardan birisine fayda sağladığı (yani aslında bunun caiz olmaması

gerekir) halde nasıl caiz olabildiğini araştır. T.

Ben derim ki: Bu şart aslında kiracının; eşitlikten doğan hakkını düşürmesidir. Bu: müşterinin,

satın aldığı malın ayıplardan salim olması hakkını düşürmesi ve satıcının sattığı malın bedelini

peşin alma hakkına sahipken onu tehir etmesi gibidir. Halbuki bey akti, malın ayıplardan salim

olmasını ve bedelin de malın teslim alınmasından evvel kabzını gerektirir.

«Geleceğe izafe edilen akitlere gelince ilh...» Geleceğe izafe edilen icare akitlerinde ücretin peşin

ödenmesi şartı batıldır, kiracının peşinen bir şey vermesi de gerekmez. Bu tür icârelerde ücretin

peşin verilmesinin gerekli olmamasının sebebi, akitte menfaatin saraheten geleceğe izafe



edilmesidir. Zaten bir vakte izafe edilen şey, o vakitten evvel mevcut olmaz. O halde bu manâ,

ücretin peşin ödenmesi şart kılınmakla da değişmez. Ama, hemen geçerli olan icare akti böyle

değildir. Çünkü akit eşitlik ister. Bu akit ise açık bir şekilde bir zamana izafe edilmemiştir. Öyleyse,

sarahat sebebi ile akdin gerektirdiği şey (mal ve bedeldeki eşitlik) hemen geçerli olan icârenin

aksine geleceğe izâfe edilen icare akdi de batıldır.

«Ayrı ayrı akitler gibi ilh...» Bu söz uzun süreye izafeli icare akitlerindendir. Şarih de bunu yukarıda

Cevahirü'l-Feteva'dan nakletti.

Bunun şöyle diğer bir sureti daha vardır: Adam bir evi otuz seneliğine mütevâli akitlerle kiraya

verir. Ancak her senenin sonunda üç günü istisna edip, ücretin çoğunu da son sene için tayin eder.

Geri kalanı da evvelki senelere mahsub eder. Bu şekilde Beher seneden üç günün istisna edilmesi

her iki tarafın da icare aktini feshe kadir olmaları içindir. Ücretin azının son senenin dışındaki

senelere tahsis edilmesi de mal sahibinin icare aktini o günlerde feshetmemesi içindir. Eğer

taraflar mal sahibinin fesh etmesinden emin olsalar, bu kayıtlara lüzum kalmaz. Anılan bu tarz,

uzun süreye bağlanan icare aktinin bağlayıcı olu-şuna binaendir. Vakıf nâzın eğer ücretin peşin

alınmasına ihtiyaç duyarsa bu şekilde akit yapar. Şu kadarı var ki: «Bu akitlerin hepsi tek akit

sayılırsa o zaman bir akitte üç günden daha fazla muhayyerlik hakkının sabit olması durumu ortaya

çıkar. Eğer bir akit değilde. birkaç akit sayılırsa, o zaman da şart koşulsa dahi ücret peşin alınamaz.

Çünkü o, bir süreye bağlanmıştır. O zaman da vakıf nazırının maksadı yok olur. Şeklinde bir itiraz

olabilir. Bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Sadru Şehid bunun: icare ücretini şart koşularak veya

kiracının peşin vermesi ile peşin almaya malik olması bakımından tek akit, diğer hükümlerde ise

birkaç akit sayılmasını tercih etmiştir. Ayrıca biz aradaki günleri muhayyerlik müddeti olarak kabul

etmiyoruz. Biz onları aktin dışında bırakıyoruz. İşte bu izahla anlaşıldı ki şarihin dediği pek yerinde

değildir.

«Faydalanma imkânı olması ilh...» Hidâye'de «Adam kiraladığı evi teslim aldığı zaman, içinde

oturmasa bile ücretini ödemesi lazımdır.» denilir.

Nihaye'de de şöyle denilmektedir: «Bu icare akti birkaç kayıtla kayıtlanmıştır. Birincisi,

faydalanabilme imkânıdır. O halde sahibi veya bir yabancı, adamın kiraladığı binada oturmasına

mani olsalar, veya sahibi evi, içersinde eşyası olduğu halde teslim etse, ücret vermek gerekmez.

İkincisi, aktin sahih olmasıdır. Eğer akit fasit ise, fiilen faydalanılmış olması lâzımdır.Üçüncüsü ise,

faydalanma imkânının akit mahallinde verilmesi gerekir. Mesela; adam evi Kûfe için kiralasa, ama

kiraya veren kişi evi bir müddet sonra Bağdat'ta teslim almış olsa, ücret vermesi gerekmez.

Dördüncüsü, icarladığı maldan icar müddeti boyunca faydalanma imkânı olmalıdır. Bugün için

Kûfe'ye kadar bir hayvanı kiralamış olsa, bir gün geçtikten sonra hayvan ile fakat binmeden Kûfe'ye

gitse, yine ücret vermesi gerekmez. Çünkü menfaatlenme imkânı ancak müddet geçtikten sonra

hasıl olmuştur.»

İşte bu nakilden anlaşıldı ki; evlâ olan, bu kayıt ve şartların şerhte zikredilmesiydi. O zaman

musannıfın «Ancak üç yerde değil» sözüne de ihtiyaç kalmazdı. Nitekim bunu sen de göreceksin.

«Üç meselede değil ilh...» Birincisi, icare fasit olursa. İkincisi şehirin dışında binmek üzere bir

hayvan kiraladığı halde hayvanı yanında tutsa fakat binmezse. Üçüncüsü, günlüğü bir danikten (bir

para birimi) bir elbise kiralasa ve senelerce yanında tuttuğu halde onu giymese, o elbiseyi giydiği

takdirde eskiyeceği kadarki süre çıkıldıktan sonra kalan müddet için ücret yoktur. Bu istisnaya

itiraz edilebilir. Zira metnin sarih ifadesinde de görüldüğü gibi buradaki sahih icare hakkındadır.

Fasit icare bundan sonra zikredilecektir. Daha önceki kayıtlar burada istisna edilen birinci ve ikinci

meselelere ihtiyaç bırakmaz. Burada istisnâ edilen ikinci mesele, yukarıda zikredilen üçüncü kayıtla

zaten mevzudan dışarı çıkmaktadır. Çünkü akdin kendisine izafe edildiği yerde faydalanma imkânı

bulunmamaktadır. Ama şehir içinde binmek üzere kiraladığı hayvan meselesi böyle değildir. Çünkü

bu meselede şehir içinde binmese bile, binme imkânı vardır. İtkanî. İstisna edilen üçüncü mesele

ise, ücretin sakıt olduğu müddet zarfında ondan faydalanmak mümkün değildir. Bununla birlikte bu

da yukarıda kaydedilen dördüncü kayıtla çıkmaktadır.

«Musannıf bu asıl üzerine binâ ederek ilh...» Yani menfaatlenme imkânı üzerine bazı meseleler binâ

etmiştir. T.

«Teslim aldığı ilh...» Yâni oturmaya mani olan şeylerden hâlî olan bir evi.

«Faydalanmanın tahakkuk etmesiyle ilh...» Yani, müstecire bizzat mal sahibi tarafından teslim

edilmesiyle ücret vermek gerekir. Ama eğer onun tarafından teslim edilmemişse, maldan

faydalanmış olsa bile yine de ücret yoktur. İtkanî.



Bilinmelidir ki, fasit icarede gerekli olan ücret muhteliftir. Bazen konuşulan ücret, bazen ne kadar

olursa olsun ecr-i misil, bazen de akitte konuşulanı geçmemek şartıyla ecr-i misildir. Bunun izahı

fasit icare bahsinde gelecektir.

«İs'af'ta ki ibarenin zahîri ilh...» İs'af sahibi şöyle demektedir: «Vakıf olan bir arazi veya konağı fasit

icare ile icarlamış olsa, arazı ise ektiği, bina ise oturduğu takdirde, ecr-i misle göre ücretini vermesi

lazımdır. Eğer ekmemişse veya içinde oturmamışsa mütekaddimin fukahasının kavline göre hiç

ücret gerekmez.»

Minah'ta da şöyle denilmektedir Bahır sahibi efendimiz, İs'af'taki ibarenin mefhumundan şunu

anlamıştır: Müteahhirin fukahanın kavline göre icare ücretini vermek lazımdır. Bu da zahirdir.»

Sen bunu bildiğin zaman, Molla Husrev'in kayıt konulması gereken yerde mutlak zikrettiğini

anlarsın. Açıktır ki yine Molla Husrev'in yazdığı metin üzerine de itiraz edilmektedir. Allâme Birî de

Molla Husrev'i takib ederek. «Bu meselede müteahhirin ulemanın bir şey dediğini görmedik.»

demiştir.

Bizim. ,Nâsıhî'nin vakıf bahsinde gördüğümüz ibare ise şöyledir: «Eğer icare fasit olursa, müstecir

kabzettıği halde ekmese veya oturmasa onun üzerine herhangi bir ücret yoktur. Vakfa fâsit icare ile

kiralayan müstecir gasb sayılmaz. Faydalanmadığı müddetçe de onun ödeyeceği bir ücret de

gerekmez.» Nâsihi sonra da Ecnâs'tan, «Fasit icare ile icarlanan bir yerin ücreti ancak tam olarak

faydalanıldığı takdirde ödenir.» sözünü naklederek şöyle demiştir: «Mal sahibinin razı olacağı bir

meblağdan fazlası da verilmez.»

Ben derim ki: Müteahhirin fukahanın sözlerinde bu mesele ile ilgili sarih bir ifade görmemek

yukarıda belirtilen hükmü geçersiz kılmaz. Ebussuud, Eşhab'ın haşiyelerinde. Yani, Nâsıhî ve

Ecnas'taki mütekaddimin mezhebini beyan eden ibâre, İs'af'tan anlaşılana zıt değildir. Allah daha

iyisini bilir.

METİN

Ben derim ki :Yetimin malı, kira için hazırlanan bir mal, Rum diyarının (Osmanlı ülkesi) ulemasının

verdiği fetvaya göre bey-i vefa ile satılan birşeyin satıcı tarafından icarlanması da vakıf icar gibi

midir değil midir? Bunlar ihtilaflı meseleler olduğu için yerlerine müracaat edilerek ayrı ay

araştırılması lazımdır.

Kiralanan malın icare bedeli, gasbla yani, müstecir ile mal arasına menfaate mani bir engelin

girmesi ile düşer. Çünkü akarda gerçek gasb olmaz. Peki icare akti, icare olunan malın

gasbedilmesiyle feshedilebilir mi?

Hidaye'de; «Kâdîhan'ın hilâfına Evet, fesholunur.» denilmiştir.

Eğer kiralanan mal icare müddetinin bir kısmında gasbedilirse, gasbolunan müddet zarfında ücret

verilmez. Ancak, gâsıb, gasbettiği evden hatır için veya birisinin şefaatiyle çıkarsa, o zaman ücret

düşmez. Eşbâh.

Mal sahibi gasbı inkâr ederken müstecir iddia etse fakat beyyine getirmese değirmen meselesinde

olduğu gibi hale göre hükmedilir. (Evde müstecirden başkası varsa müstecirin iddiası kabul edilir.)

İcarlanan nesnede oturan kimsenin sözü kabul edilmez. Zira o tek kişidir, sözü kabul edilmez.

Zahire.

Yine musannıf şöyle demiştir: Eğer icare ücreti, mâlikin yakını olan bir köle ise azad edilmez.

Çünkü ona bizzat akti ile malik olmamıştır.

Maldan faydalanma imkânından maksat, icare olunan mahalli faydalanmaya mani bir şey yokken

müstecire teslim etmektir. Eğer mal sahibi kiraya verdiği malı icar müddetinin bir kısmı geçtikten

sonra teslim ederse, ne mal sahibi, ne de müstecir geri kalan müddette teslim ve tesellümden

kaçınamazlar. Ancak bu geçen müddet içerisinde kiralamaya maksat olan bir vakit bulunmadığı

taktirdedir. Ama eğer geçen zaman zarfında Mekke ve Mina'daki evlerin hac mevsiminde

icarlanması gibi hac mevsiminden sonra onların talibi bulunmaz, kiralamaya esas maksat olan bir

vakit ve o vakitte mal bulunur teslim edilmezse, o zaman müstecir icarladığı malı geri kalan müddet

için teslim alıp almamakta muhayyerdir. Alış verişte de hüküm böyledir.

Mal sahibi evin anahtarını teslim etse, kiracı da kaybetse, eğer külfetsiz ev açmaya kadir ise ücret

vermesi gerekir. Eğer külfetsiz evi açmaya kâdir değilse lazım gelmez... Eşbah.

Ben derim ki: Müstecir kendisine verilen anahtarla kiraladığı yeri açmaktan aciz ise, malikin

anahtarı vermesi evi teslim sayılmaz. Çünkü tahliye sahih olmamıştır. Seyrefiye.



Mal sahibi ile müstecir evin açılıp açılmadığı hususunda ihtilâf etseler, o zamoa hâle göre

hükmedilir. Eğer her ikisi de davalarına beyyine getirirlerse, mal sahibinin beyyinesi kabul edilir.

Zahire. Binanın satışındaki hüküm de yine böyledir.

Bazıları «Mal sahibi müstecire. «Anahtarı al, kapıyı aç.» dese, o teslimdir. Eğer böyle demezse,

teslim etmiş sayılmaz.» demişlerdir.

Mal sahibi kiraya verdiği ev veya tarlanın ücretini her gün; binek hayvanının ücretini de her

merhalede isteyebilir. Bu icare mutlak olduğu takdirdedir. Ama eğer ücret için gün ve yerini beyan

etmiş ise, o tahakkuk ettiğinde taleb eder.

Terzilik ve diğer sanatlar için de ücret ancak iş bitirilip teslim edildikden sonra taleb edilir. Eğer

teslimden önce mal helâk olursa, o zaman ücret düşer. Malda müstecirin emeğinin eseri olan tüm

icarelerde hüküm böyledir. Hamallık gibi üzerinde müstecirin emeğinin eseri olmayan işlerde ise,

teslim etmese dahi işin bitiminde parasını taleb eder. Terzilik ve emsali sanatların ücreti, iş

yaptıranın evinde yapmış olsa da hüküm yine böyledir.

Terzi elbisenin bir kısmını diktikten sonra çalınsa, veya usta binanın bir kısmını yaptıktan sonra

yıkılsa, burada terzi veya usta mezhebin kuvvetli görüşüne göre diktiği veya yaptığı kadarının

ücretini alır. Bahır ve İbni Kemal.

Terzi elbiseyi dikse ve mal sahibine teslim etmeden önce başka birisi onu sökse, mal sahibinden

ücret talebinde bulunamaz. Ancak, sökene ücreti tazmin ettirir. Elbiseyi yeniden dikmeye de

zorlanamaz. Ama eğer söken, terzinin kendisi ise, sanki hiç dikmemiş gibi yeniden diker.

Terzi yalnız biçme ücretini olabilir mi? Esas olan kavle göre alamaz. Eşbah.

Şu kadar var ki, Eşbâh'ın haşiyesinde Müzmarat'a nisbetle «Müftabih olan kavle göre, evet, kesim

ücreti de alabilir» denilmektedir.

Musannıf, «Burada uygun olan ,örf ile hükmetmektir.» der.

Ben Tatarhaniyye'de Kübrâ'ya nisbetle «Fetva ve birinci kavil (yâni ücret alamayacağı kavli)

üzerindedir.» denildiğini gördüm. Düşün.

Ekmekçi, ekmeği, sahibinin evinde pişirdiği zaman ekmekleri tandırdan çıkardıktan sonra ücretini

talep eder. Çünkü o işin tamamlanması tandırdan çıkarmakladır. Ekmeğin bir kısmını çıkardığında,

bunların ücretini hesaplayarak alabilir. Cevhere.

«Beyu'l-vefa ile satılan birşeyin bayi tarafından icarlanması ilh...» Yani satıcının bey-i vefa ile sattığı

bir malı teslim ettikten sonra müşteriden kiralaması caizdir. Nitekim bu mesele kefâlet bahsinden

hemen önce geçti. Şarih orada, «Ben derim ki, buna göre; eğer icare müddeti geçse, mal da elinde

kalsa, Osmanlı uleması ecr-i mislini vermesi lazım geldiği yolunda fetva vermişlerdir. Bu fetvaya

şeyhlerimizin şeyhi Sayıhanî; «Hakiki mülkte bile fasit icârelerde kullanma imkânı olsa da ücret

vermek gerekmez. Bunda nasıl ecr-i misil verilir, şaşarım.» diyerek itirazda bulunmuştur. Tahtâvî de

şöyle demiştir: «Bunda bir yanlışlık var, icare müddeti bittikten sonra asla kira olmaz.»

denilmektedir. Sen düşün.

Ben derim ki: Mûtemed görüşe göre beyu'l-vefâ rehin hükmündedir. Kabzdan sonra da olsa icar

müddetinde menfaatini tamamen alsa bile ona ücret gerekmez. Nitekim Nihaye'de de böyledir.

Şârihin kefale bahsinden önce çelebiden naklettiğinin hilafına Fetevâyı Hayriye ve Hamidiye'de

rehin bahsinde de bu görüş ile fetva verilmiştir.

Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Âlimlerden bu satış şeklini fasit sayanlar, «İcare sahih değildir

ve ücret de gerekmez.» derler. Bunu rehin kabul edenler de aynı görüştedirler. Bu satışa cevaz

verenler ise satanın ve başkasının kiralamasını da caiz görürler ve ücretin de gerekli olduğuna

hükmederler.»

«Tereddüt mahalli ilh...» Ben derim ki, yetimin malının vakıf gibi olduğunda tereddüt yoktur. Zira

yetim malının menfaatleri gasbedildiği takdirde tazmin ettirilir. Bu da, gasp kabilindendir. Sayıhanî.

Az önce Bîrî'den nakl ettiğimiz, «Vakfın malını fâsit icâre ile elinde bulunduran gasıb sayılmaz.»

sözü. Sâyıhânînin ifâdesine terstir.

«Gaspla ücret düşer...» Mahallin teslîmi, menfaate imkân vermesinden dolayı menfaati teslim

yerine geçer. Faydalanma imkânı ortadan kalktığı takdirde teslim de yok olur. Minah.

Remlî şöyle demiştir: «Eğer menfaat gaspla yok olmazsa; meselâ ağaç dikimi veya bina için

kararlaştırılmış bir yer ağaç ve bina ile birlikte gasbedilse, ücreti düşmez. Çünkü ağaç veya bina

onunla birliktedir. Bu çok vaki olmaktadır. Teemmûl et.»



«Gasp akarda cari olmaz. ilh...» İmam Muhammed'e göre gayri menkulde gasbedilir.

«İcare akti, icare olunan nesnenin gasbedilmesiyle münfesih olurmu? ilh...» Bu ihtilâfın semeresi

şu meselede görülür: «İcare müddeti bitmeden gasp ortadan kalkarsa icare feshedilmez.»

görüşüne göre kalan müddette faydalanır ve hissesine göre ücretini verir. Ebussuud. Musannıfın

sözü de bu görüşe göre tertip edilmiştir.

«İcare müddetinin bir kısmında gasbedilirse, gasbolunan müddet zarfında ücret verilmez ilh...»

İcare verdiği evi bir odası hariç müstecire teslim etse, veya icare verdiğı evde müstecirle beraber

otursa yine hüküm böyledir. Bahır'da da böyle denilir.

Şürünbülâliyye'de Burhan'dan naklen şöyle denilmektedir: «Kiraya verilen toprağı, ekilmeden önce

su bassa, gene ücret gerekmez. Ama eğer. kiraladığı toprağı semavî bir âfet telef ederse,

Muhammed'den gelen bir rivayete göre: ücretin tamamını verir. Çünkü orasını ekmiştir. Ama fetvâ

yalnız o afete kadar ki müddetin ücretini vermesi afetin yok ettiğinin yerine yenisini ekme fırsa

olmadığı takdirde vermemesi tarzındadır.

Şârih, ileride icârenin feshi babının hemen başında bunu zikredecek ve Velvaliciye'de bu kavle

itimad edildiğini, Haniye'de de birinci görüşle hükmedildiğini söyleyecektir.

«Birisinin şefaatiyle gasıbı çıkarmak mümkün olursa ilh...» Yâni gâsıbın gönlünü almakla veya

kuvvetli bir kimsenin gücü ile elinden alınırsa, Eğer bu imkânlar varsa, her ne kadar gâsıbı o

mülkten çıkarmasa da ücret düşer. Çünkü o zaman müstecir kusurludur. Ama eğer gasıbı çıkarmak

ancak, ona bir miktar mal vermekte mümkünse. o zaman o malı vermek müstecire gerekmez. Kınye

ve başka kitaplarda do böyledir. Bunu, Eşbah'ın haşiyesinde Ebussuud zikretmiştir.

«Hale göre hükmedilir ilh... » Kirâlanan binada müstecirden başkası oturuyorsa, söz müstecirindir.

Ücret vermesi de lazım gelmez. Bahır.

«Değirmen meselesi gibi ilh...» Yani. mucir ile müstecir müddet bittikten sonra değirmenin

suyunun kesildiği konusunda ihtilaf etseler. (0 esnâda suyun akıp akmayışına göre hükmedilir.)

Bu ihtilaf hususunda Tatarhaniye'nin yirmibeşinci faslında şöyle denilmektedir: «Buradaki ihtilâf iki

yönlüdür: Ya suyun kesilme müddetinin miktarında ihtilaf edilir, mesela mal sahibi beş gün

kesildiğini iddia ederken müstecir de on gün kesildiğini söylerken mal sahibi, suyun hiç

kesilmediğini iddia eder. Miktarla ilgili ihtilafda söz yemini ile birlikte müstecirindir. Suyun kesilip

kesilmediği hususunda ise, hale göre hükmedilir. Eğer su husumet vaktinde akıyorsa söz, yemini

ile birlikte mal sahibinin, kesik ise, müstecirindir.» özetle.

Açıktır ki bu, beyyineleri olmadığı takdirdedir. Nitekim musannıf da böyle demiştir. Bundan dolayı

da Zahire'de şöyle denilmektedir: «Eğer müstecir geçmişte suyun kesik olduğuna dair beyyine

getirirse husumet vaktinde aksa bile onun beyyinesi ile hükmedilir.»

Musannıf meseleyi ücretlinin damadı babının sonunda zikredecektir.

«Kiralanan malda oturan kimsenin sözü kabul edilmez ilh...» Yani ev sahibi içersinde bir başkasının

oturduğu evi diğer bir şahsa icare verse ve kiracıya git eve otur dese müddet bittikten sonra «Evde

oturan adam benim oturmama mani oldu.» dese, fakat buna delil getiremese, evde oturan şahıs

ister evde oturduğunu ikrar, ister inkâr etsin, sözüne itibar edilemez. Çünkü o başkasının aleyhinde

ya şahitti, ya da mukırdır. Bir kişinin başkası aleyhindeki ferdî şehadet veya ikrarı kabul değildir.

İhtilâf mal sahibi ile müstecir arasındadır. O zaman bakılır: Eğer münazaa esnâsında müstecir

kiraladığı evde oturuyorsa, söz mal sahibinindir. Eğer evde bir başkası oturuyorsa, o zaman da

kirâcının sözü kabul edilir. Zahire.

«Çünkü ona akit ile mâlik olmamıştır ilh...» Eğer, «buna göre; ücretten ve kefaletten ibra etmenin.

ücret karşılığında rehin vermenin sahih olmaları müşkül olur.» denilirse, ben derim ki, «hayır,

müşkül olmaz. Zira o, sebebin varlığı üzerine bina kılınmıştır. Ama bu mesele yaralamadan sonra

kısastan affetme meselesine benzer. İtkanî.

«Menfaatlenme imkânından maksat ilh...» Şarih bu sözü ile metindeki ifadenin mukadder bir hüküm

üzerine binâ edildiğine işaret etmektedir.

«Malın müştecire teslim ilh...» Bu söz; bir mal kiralamak üzere tayin edilen vekile de şamildir. Şu

kadar var ki, icarlanan evde bizzat vekil oturursa; Ebû Yusuf «ücret yoktur.» demiştir. İmam

Muhammed ise, «Evin kirası müvekkile aittir.» Zira vekilin teslim olması müvekkilinin teslim alması

gibidir. Çünkü kabız, evvelâ müvekkil için olmuş, vekil de oturmakla gasıb durumuna düşmüştür.

Gâsıba da ücret vermek vacib değildir.



Ancak bu pek uygun değildir. Çünkü, kiracıdan edilen gasıb ondan o ücreti düşürür. Bezzaziye.

«Alım satımda olduğu gibi ilh...» Yani, hac mevsiminden evvel Mekke gibi bir yerden bir ev satın

alsa ancak satıcı evi hac mevsimi geç-tikten sonra teslim etse müşteri bunu kabul edip etmemekte

muhayyerdir. Çünkü satın almayı arzulatan şey ortadan kalkmıştır. T. Bunu hiç kimseye isnad

etmemiştir.

Halebî de şöyle der «Satılan geminin bazısı başkasının hakkı çıksa, müşteri muhayyerdir. Çünkü o

zaman pazarlık parçalanmış olur.»

Şeyhlerimizin şeyhi -Rahmetî de şöyle demiştir: Halebinin dediğinden; müstecire mutlaka

muhayyerlik hakkının olduğu anlaşılır. İster arzu edilen bir vakit olsun, ister olmasın eşittir. Çünkü

pazarlık bölünmüştür. Ayrıca malı müddetin başında teslim etmemiştir. Halbuki çoğu kez müstecir,

kiralayacağı mala şiddetle muhtaçtır. Buna güvenip başka mal kiralamayacaktır. Bu müddetin bir

kısmı geçtikten sonra icareyi bağlayıcı kabul etmekte mutazarrır olmaktadır. Düşünülsün.»

En uygun görüş, Ebu Tayyibi'n söylediği şu sözlerdir; «Satışta, satılan malda dikiş bilme ve kâtiplik

gibi müşteriyi satın almaya rağbet ettirecek bir özellik bulunmadığı takdirde müşteri muhayyerdir.»

«Anahtarı kaybetse iIh...» Bu söz eve girme kudretinin olmayışının illetidir. Zahîre'nin ibaresi ise

şöyledir: «Camiü'l-Asgar'da: «Birisi diğerine bir dükkân kiralasa, anahtarını da verse, kiracı

dükkânı açmasa ve anahtar birkaç gün kaybolsa, sonra anahtarı bulsa, eğer o anahtarla dükkâ

açabilme imkanı varsa geçen günlerin kirasını vermesi lâzımdır. Açma imkâyoksa geçen günlerin

kirasını vermez.» denilmiştir.»

Bezzâziye'de de şöyle denilir: «Eğer zahmetsiz ve masrafsız açmaya kadir ise ücret vermesi

gerekir. Yoksa gerekmez. «Mülk sahibinin» «Kapıyı kırarak girseydin» gibi bir söz söyleme hakkı da

yoktur.

«Mal sahibi ile müştecir ihtilâf etseler ilh...» Yâni kayı açma gücünün olup olmadığında ihtilaf

etseler duruma göre hükmedilir.

Zehîre'de de şöyle denilir: «Mal sahibî ile kiracı ihtilâf etseler ve ikisinin de beyyinesi olmasa, o

zaman mal sahibinin kirâcıya verdiği anahtara bakılır. Eğer kapının kilitlenmesine uygun olsa ve

onunla açma imkânı da varsa söz mal sahibinindir. Yoksa söz müstecirindir.»

«Her ikisi de beyyine getirse mal sahibinin beyyinesi ilh...» Yani anahtar kaya uymuyorsa. Zira

beyyine hâlin hilafına olduğu zaman, değirmen meselesi gibi, o andaki durumla hükmedilemez.

Halin hakem kılınması, ancak Mal sahibi; anahtarın, kilitlemeye uygun olduğu halde kiracının onu

değiştirdiğini iddia ederken, kiracı anahtarın aslından uygun olmadığını iddia ederse mümkün olur.

Zahire.

«Binanın satışındaki ilh...» Yani birisi bir ev satın alıp anahtarını teslim almasına izin verilir ve

verilen anahtarla külfetsiz olarak kapıyı açıyorsa adam o evi kabzetmiş sayılır. Yok eğer açmıyorsa,

evi kabzetmiş sayılmaz. Minah.

Bu anlatılanlardan anlaşıldı ki, müstecirin, kirâya verilen evi teslim almasına izin verilir ve verilen

anahtarla külfetsiz olarak kapıyı açmak mümkün olursa anahtarı teslim o binayı teslim demektir. Bu

durumda, evde oturmasa bile geçen müddetin ücretini vermesi lazımdır. Kınye'de bu evin şehirde

olması kaydı konmuştur. Zira Kınye sahibi ;«Kiracı anahtar elinde olduğu halde şehirde mahsur

olsa, şehir dışında anahtarı teslim etmek evi teslim demek değildir. Bunu Bahır ve Minah sahipleri

de ikrar etmişlerdir.

Şu kadar var ki bu hüküm Kariü'l-Hidaye'nin fetva verdiği görüşün aksinedir. Onu Eşbah'ın

muhaşşisi ikrar etmiştir. Nitekim çeşitli meseleler bahsinde hemen önce bu mevzunun tamamı

gelecektir.

«Ev veya tarlanın icaresinde her gün ücret istenir ilh...» Burada maksat; menfaat, mesele kat etmek

ve iş üzere yapılan icare akitlerinin hepsidir, sadece ev veya tarla değil.

«Günü ve yerini beyan etmişse ilh...» Yani akitte ücretin ödenme vaktini beyan ederse, beyan ettiği

vakit taayyün eder. Bundan ötürü de Azmiye'de şöyle denilmiştir: «Bu hüküm, eğer ücret peşin

veya vadeli ya da aydan aya diye konuşulmamışsa, böyledir.» Bu Hûlasada beyan edildiğine göre,

Fukahânın tümünün görüşüdür.

0 zaman, musannıfın metinde zikrettiği mesele, akitte ücretin ödeme vaktinin konuşulmaması

durumu için geçerlidir.

«İşini bitirip teslim ettiği zaman ilh...» Ebu Hanife önceleri «menfaatın tamamı elde edilinceye ve iş



bitene kadar ücretin verilmesi gerekmez, zira akit, o menfaat veya işin üzerine yapılmıştır. Satılan

malın bedelinde olduğu gibi ücret, cüzler üzerine, taksim edilmez.» diyordu. Sonra, bu sözünden

dönerek şöyle dedi; «İcâre aktı bina ve tarlanın icaresi gibi muayyen bir müddet veya binek

hayvanının kiralanması gibi bir mesafenin aşılması üzerine yapılmışsa, istifade ettiği zaman kadar

ücret vermesi vacibtir. Eğer kolayca bilmiyorsa; evde her gün için, mesafenin alınmasında da her

bir merhale için ücret verir.» Kıyasa göre:

eşitliğin tahakkuku için hesap edilerek her saatin ücretinin verilmesi lazımdır. Şu kadar ki, onda da

zahmet vardır. Eğer icare akti dikiş ve boya gibi şeyler üzerine yapılmışsa, o zaman ücret ancak o

işin bitiminde gerekli olur. İşçi işi bitirir, ücretin tümünü birden alır. Çünkü üzerinde akit yapılan

şeyin bir kısmının yapılması fayda vermez. Yine -mesela terzi veya boyacı- iş verenin evinde çalışsa

dahi işi bitirene kadar ücretten hiçbir şey hak edemez. Nitekim bunu Hidaye ve Tecrid sahibi de

zikretmişlerdir.

Mebsut, Fevaid-i Zahîriyye, Zahîre. Şeyhülislam'ın Mebsut'u, Fahrülislam'ın, Cami'inin şerhi,

Kâdîhan ve Timurtaşî'de şöyle denilmektedir: «Terzi elbiseyi işverenin evinde dikerse, diktiği

kadarının ücretini alabilir. Hatta bir kısmını diktikten sonra elbise çalınmış olsa, o diktiği kısmın

parasını alır. İşte bu delâlet ediyor ki; geçen meselelerin hepsinde işin bir kısmını yapmakla ç

kısmın ücretini almaya hak kazanır. Şu kadar var ki, yaptığı kısmı iş sahibine teslim etmesi şarttır.

Evde oturmak ve mesafeyi katetmekte ise evin teslimi ve mesafenin katedilmesi ile teslim etmiş

sayılır. Dikişe gelince diktiği kısmı hakikaten veya hükmen teslim etmesi gerekir. İşverenin evinde

dikmesi hükmen teslim sayılır.

Zira onun evi kendi elindedir.» Zeylâî. Özetle.

Bu meselenin özeti şudur: Fukaha, Ebû Hanife'ye göre teslim etmeden işin yapılan kısmına karşılık

ücret verilmesinin asla vacib olmadığında ittifak etmişlerdir. Teslim edildiği takdirde işçi evde

oturmak ve mesafeyi katetmekde, oturduğu müddetin ve katettiği mesafenin nisbetinde ücret

verilmesi gerekir. Fakihler, imamı Azam'ın dikiş gibi bir iş yapmak için yapılan icâredeki görüşünün

ne olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Çoğuna göre yaptığı işi teslim ederse, bu teslim hükmen de olsa,

ücretin verilmesini gerektirir. Ancak, Hidaye ve Tecrid sahibleri çoğunluğa muhâlefet ederek

«Gerekli değildir» demişlerdir.

Zeylâî de şöyle demektedir: «Hidâye ve Tecrid sahiplerinin sözü, Ebu Hanife'nin sonraki görüşü

olarak rivayet edilen, iki tür icâre arasında fark olduğu tarzındaki görüşe daha yakındır. Fukahanın

ekserinin zikrettiğine göre bütün icâreler arasında hiçbir fark yoktur.»

İşte bununla anlaşılmış olmaktadır ki: musannıfın, içi bitirme teslim etme kayıtları Hidaye'deki

ifadeye binâendir. «Teslim» sözü hem hakîkî. hem de hükmî teslime şamildir. Hükmen teslim de

musannıfın «Eğer işverenin evinde çalışırsa» sözüyle tabir ettiğidir. Musannıf bu tabirin yerine

«Hükmen de olsa» dese idi. ifadesi daha kısa ve daha açık olurdu. O halde, «bu tabire hiç lüzum

yoktur» diyenlerin sözü de anlamsızdır. Anla.

«Emeğinin bir eseri olan herkes îlh...» Yani yapacağı iş, elinde helâk olduğu takdirde o işin ücreti

yoktur. Şarih bir yaprak sonra eser-den muradın ne olduğunu zikredecektir.

«Diktikten sonra malın bir kısmı çalınsa ilh...» Musannıfın bu sözü yukarıda fakihlerin çoğunun

sözü olarak geçen «Hükmen de olsa, teslim etmişse, yapılan kısımdan dolayı ücret gerekir.»

sözlerinden dolayıdır. Şarih bu kavliyle, Bahır'da zikredilenle musannıfın hatasını işaret etmek ister.

Zira. Bahır sahibi, talebesi, musannıf şerhinde «Bina meselesi Asl'da, «Binadan yaptığı kısmın

ücretini alması gerekir. Çünkü yaptığını mülk sahibine teslim etmiştir.» diye nassa dayanılarak

zikredilmiştir.» diyerek Allâme Tûrîye uydu» demektedir. Kerhî de bunu Hanefi mezhebinin

alimlerinden nakletmiştir. Gayetü'l-Beyan'da da Hidâye'yi redden bu mesele kat'î olarak kabul

edilmiştir. O halde mezhebin asıl görüşü budur» demişlerdir. İşte bundan ötürü musannıf, yani

Kenz'in sahibi buradaki ifadesi her ne kadar mutlaksa da Mastaşfâda bu görüşü ihtiyar etmiştir.

Demek ki, «şarihin sözünde kapalılık varsa» gibi, güzel bir yön vardır. Anla.

Şu kadar var ki, Hidaye'deki ifadeye «Mezhebin hilafınadır» denilmesini düşünmek gerekir. Bu

yukarıda Zeylâî'den naklen geçen ifade ile açığa çıkmaktadır. Eğer Hidâye'deki ifadeyi «Esahhın

hilafı» kabul etseydi daha uygun olurdu. Düşün.

«Bir kısmını diktikten sonra ilh...» Yani mal işverenin evinde çalınsa. Ama eğer terzinin dükkanında

çalınırsa, bütün ulemanın ittifakıyla ücret yoktur. Çünkü bu durumda teslim hiç gerçekleşmemiştir.

Ücret ancak teslimle olur.

«Bir binânın, bir kısmını yaptıktan sonra yıkılsa ilh...» Yani binayı bitirmeden önce yıkılsa.



«Elbise sahibi teslim almadan önce ilh...» Yukarıda geçtiği üzere işverenin evinde yapılan iş

hükmen ona teslimdir.

«Mal sahibinden ücret talebinde bulunamaz ilh...» Zira terzilik, üzerinde işin eseri görülen

şeylerdendir. O halde satılan malda olduğu gibi tesliminden önce ücreti gerekmez.

«Söken adama ücret tazmin ettirir ilh...» Yani terzi söken adamdan dikiş bedelini alır. Çünkü bu

telef ettiğinin bedelidir. Onun sökmesi terzinin ücretini düşürmüştür. Bahır.

«Tazmin ettirir ilh...» Yâni baştan mal sahibi ile konuşulan ücreti değil onun söktüğü kadarını alır.

Çünkü konuşulan ücret ancak akitle alınabilir. Terzi ile söken adamın arasında ise akit yoktur.

Rahmetî.

«Terzi malı tekrar dikmesi için cebredîlmez ilh...» Çünkü o işi almış ve aldığı işi de yapmıştır.

Rahmetî.

«Ama terzi kendisi sökerse sanki hiç dikmemiş gibi tekrar diker ilh... » Zira taahhüt ettiği işi

tamamen yapmadığından yeniden dikmesi için cebredilir. Zira icare akti, bağlayıcı bir akittir.

Rahmetî.

«Esah kavle göre terzi kumoşı biçmekten dolayı ücret alamaz ilh...»

Bu kavil, Hülâsa ve Bezzâziye'de de esah görülmüştür. Fukaha meseleyi şöyle farzetmişlerdir:

Adam kumaşı verir, terzi de keser. Ama dikmeden ölür. Bu meselenin talilini de şöyle yapmışlardır

ki, âdet olarak ücret, kesim değil. dikiş içindir.

Ben derim ki: Terzi kumaşı biçtikten sonra ölmese, ihtilâfın tesiri yoktur. Çünkü dikiş için

cebrolunur. Şu kadar var ki. eğer kesimden sonra terzi ile kumaş sahibi akti feshetseler, zahir olana

göre onun hükmü de ölüm gibidir. (ücret verilmez.) Teemmül et.

Yukarıdaki tâlilden anlaşıldığı üzere kumaşı terziye yalnız kesim için verse, kesim ücretini vermesi

Iâ2imdır. Zira akit yalnız kesim üzerine yapılmıştır.

«Eşbah'ın haşiyesinde ilh...» Bu haşiyenin yazarı Şeyh Şerafeddin el-Gazzî'dir. Haşiye'de şöyle

demiştir: «Ben derim ki. Kâdîhân'ın Fetevâ'sında ve Zahîriye'de şöyle bir ifade vardır: «Terzi kumaşı

kesse de dikmeden ölse, onun kesim ücretini vermek lazımdır.» Sahih olan da bu görüştür.

Câmiü'l-Müzmarât ve Müşkîlat'ta da Kübra'dan naklen «Fetva bu kavil üzerinedir.» denilmiştir.

Uygun olan bu kavle itimad etmektir. Zira o, «Fetva bunun üzerinedir.» sözüyle teyid edilmektedir.»

«Fetva birinci kavil üzerinedir ilh...» İfadenin doğrusu, «birinci» değil «ikinci kavil üzere»

denilmesiydi. Nitekim az evvel Kübra'nın ibaresini gördün. Benim Tatarhaniye'de gördüğüm de

yle.

«Cevhere ilh...» Bunun misli Gâyetü'l-Beyan'da da vardır. Orada «Tandırdan çıkardığı miktarda işi

un sahibine teslim etmiş sayılacağı» illet gösterilerek böyle demiştir. Bunun zahiri, terzilik

meselesinde gecen ihtilafın burada cari olmadığını gösterir. Herhalde cari olmamasının illeti,

intifanın mevcudiyetîdir. Teemmül et.

METİN

Ekmekçi ekmeği tandırdan çıkardıktan sonra onun bir dahli olmadan ekmek yansa, emeğinin

karşılığını alır. Zira ekmeği, ekmek sahibinin evine koyduğu için teslim etmiş sayılır. Ekmeğin

yanmasından sorumluda olmaz. Çünkü bir kusuru yoktur.

Fakat İmameny; pişirdiği ekmeğin unu kadar ekmek sahibine borçlu olduğunu ve ücret de

alamayacağını söylemişlerdir. Mal sahibi dilerse ona ekmeğini ödettirir ve ücretini verir.

Ekmekler tandırdan çıkarılmadan yansa, işçi ücret alamadığı gibi ittifaken mal sahibine ekmekleri

öder. Çünkü onda kusuru vardır. Dürer ve Bahır.

Ama ekmeği ekmeğin sahibinin evinde değilde kendi evinde, veya başkasının evinde pişirse,

yandığında veya çalındığında ücret alamaz. Çünkü hakikaten teslim etmemiştir. Fakat yandığı ve

çalındığı takdirde zamin de olmaz. Çünkü ekmek onun elinde emanettir. Bu müşterek işçi

meselesidir. İleride gelecektir. Cevhere.

Ekmek tandırdan çıkarılmadan yansa veya elinden düşse, o zaman işçi ekmeği öder. Ekmek sahibi

muhayyerdir. Diterse kıymetini ekmek olarak alır ve işçiye ekmek pişirme ücretini verir. İsterse

unun ücretini alır ve ücret vermez. Çünkü mal teslimden evvel helâk olmuştur. Ekmeği ödettirme

meselesinde işçi yanan odunu ve sarfedilen tuzu tazmin etmez.

Aşçı yemekleri kaplara doldurduktan sonra ücretini hak eder. Fakat müstecir yemekleri kendi evi



için pişirttiriyorsa, o zaman kaplara koymak şart değildir. Cevhere. Bunda asıl örftür.

Aşçı yemeği bozsa veya yaksa veya iyice pişirmese. o yemeği öder.

Birisi yemek veya ekmek pişirmek üzere bir eve ateş getirse ateşten düşen bir parça evde yangın

çıkarsa, işçi izinli olduğu için zamin değildir. Ev sahibi de evde bulunan bir misafirin yangında

yanan eşyasına veya kendisinin yanmasına zamin değildir. Çünkü taaddisi yoktur.

Ücretle kerpiç yapan kimse kuruyan kerpiçleri yerinden kaldırdıktan sonra dikerse ücreti hak eder.

Buna ikame denir. İmameyne göre ise ancak kerpici kurutup istif ettikten sonra ücrete müstehak

olur. İbni Kemal, Uyûn'a nisbetle İmameynin kavli ile fetvâ vermiştir. Zikredilen hüküm işçinin

kerpici mal sahibinin yanında dikene kadar ücrete müstahak olamaz. İmameyne göre, ise, ancak

kurutup istif ettikten sonra ücret alabilir.

FER'Î MESELELER:

Kerpiç yapımında kullanılan kalıp kerpiççiye, toprak işverene aittir.

Yükü eve getirmek hamala aittir. Çuvallara boşaltmak veya yüksek bir yere çıkarmak ise şart

koşulmadıkça hamala ait değildir.

Yük taşıyacak hayvanın semeri, eğeri, ipi ve çuvalları hayvanı kiralayana aittir.

Yazı yazdırmak için yapılan akitte mürekkeb katibe aittir. Kağıdın da katibe ait olmasını şart

koşmak, icare aktini ifsad eder.

Boyacı ve çamaşırcı gibi nesnede emeklerinin eseri görülen kimseler, ücretlerini alabilmek için

boyadıkları veya temizledikleri nesneleri ellerinde tutabilirler.

Burada eserden murad, koku veya boya gibi işçinin mülkü olan bir şey midir, yoksa görülen ve

müşahade edilen şeyden mi ibarettir? Bu konuda iki görüş vardır. Bu görüşlerin tercih edileni

ikincisidir. O halde çamaşırcı, fıstıkçı, kırıcı, baltacı, değirmenci, terzi, ayakkabıcı ve köle tıraş eden

berber gibi işçiler, ücretlerini almak için üzerinde iş yaptıkları malı sahibine vermeyebilirler.

Mücteba.

Malı vermeme hakkı ücretin peşin ödenmesi şart koşulduğu takdirdedir. Ama eğer ücret vadeli

ödenecekse, o zaman malı elinde tutamaz. Bu, işçinin işi, işverenin evinde yapmasına benzer. Zira

iş işverenin evinde olmakla, hükmen kendisine teslim edilmiş olur. İşçi işi müstecirin evinde yapsa

bile malı telef ettiği takdirde, taaddi etmişse zamin olur. Gaye.

İşçi. ücretinin karşılığında yaptığı malı sahibine vermese malda telef olsa ücret alamaz. Fakat

taaddisi olmadığı için ona zamin de olmaz.

İZAH

«İmameyn unu kadar borçlu olduğunu söylemişlerdir ilh...» Bu ihtilaf Hidaye'de zikredilmiştir. Buna

göre; işin işverenin evinde yapılması ile, başka bir yerde yapılması arasında fark yoktur. Nitekim

ileride gelecektir. Yine bu, müşterek işçinin sorumluluğu konusuna girer. Bu meselenin özeti şudur

Mal imama göre müşterek iççinin elinde emanettir. İmameyne göre ise işçinin sorumluluğundadır.

Gayetü'l-Beyanda, zikredilen bu ihtilâfı Kudurî, İbni Sem'a'nın İmam Muhammed'den rivayet ettiğini

ylemiştir. Halbuki ne İmam Muhammed Camiü's-Sagır'da ne de onun şarihleri zikretmemişlerdir.

Aksine hiçbir kayıt koymadan mesuliyet yoktur.» demişlerdir. İşte bundan ötürü fukaha

«Camiü's-Sağir'deki mesele umumu üzerine caridir. Ebû Hanife'ye göre ise mal işçinin müdahalesi

olmadan telef olmuştur. İmameyne göre ise teslimden sonra helak olduğu için işçinin

sorumluluğundadır» demişlerdir.

Bahır ve Minah isimli eserlerde de İtkanî'nin Gayetü'l-Beyan'da zikrettiği görüşe göre hareket

edilmiştir.

Sadece Minah ve Bahır'a müracaat etmiş olan bazı alimler şarihin zikrettiği meselede «Kalemi

yanılmıştır. Bununla birlikte Hidâye'ye uyan kimse sapmaz.» demişlerdir.

«Taksiratı vardır ilh...» Yani piştikten sonra tandırdan çıkarmamıştır. Mal sahibi eğer

yananekmekleri ekmek olarak tazminettirirse, pişirme ücretini verir. Eğer un olarak tazmin ettirirse,

pişirmeücretini vermez. Bahır.

«Hakikaten teslim etmemiştir ilh...» Yanı işverenin evinde yapılmamıştır. Bu sebeple hükmen teslim

yoktur. O halde hakikaten teslim etmesi lazımdır. Bu da olmadığına göre ücret vermek gerekmez.

«Çalındığında ilh...» Burada uygun olan «yansa» kelimenin de ilavesi idi. T. Ben sanıyorum ki,

şarihin bu sözü terketmekteki maksadı ekmeğin tandırdan çıkardıktan sonra çalınmasıdır. Yanma



ise tandırdan çıktıktan sonra nadiren olur.

«Ekmek yansa veya elinden düşse ilh...» Yukarıda, müstecirin evinde olsa hükmün böyle olduğu

geçti. Eğer musannıf geçen kavlini ve ondan evvelki «ücret yoktur ve zamin olur» Kelimelerini de

ylemeseydi de, buradaki ifadeyi her iki meseleye rücu ettirseydi daha iyi olurdu. Nitekim bunu

Tahtâvî de ifade etmiştir.

«Ekmek pişirme ücretini verir ilh...» Zira pişirilen ekmek müstecire manen ulaşmıştır. Çünkü

ekmeklerin kıymeti eline ulaşmıştır. T.

«Yanan odunla sarf edilen tuzu tazmin etmez ilh...» Zira o, yanan ekmekleri zamin olmadan önce,

onların ikisini de kullanmıştı. Ekmeklere zamin olduğu vakit de yanan odunlar kül olmuştur. Zeylaî.

«Kendi ailesi için kiralamışsa...» Şarihin bu sözü musannıfın zikrettiğinin ziyâfetlere ait olduğunu

ifade etmektedir. Ziyafetlerin nev'î ise onbirdir. Alimlerden bazısı bu onbir ziyafet türünü nazmen

şöyle ifade etmişlerdir:

Ziyafet ondur, bir de ilave edilir. Onları sayanlar akranları içerisinde aziz olur. Çocuk doğduğunda

verilene hurs, Çocuk için verilenede akika denir. Çocuğun sünnetinde verilene İ'zar, Kur'an ve

adâbı hıfzettiğinde verilene de hızak denilir. Çünkü Kur'anı okumakta mahir olmuştur. Nikahta

verilene melâk, düğünde verilene de velîme denir. Düğünün ilanını ihmal etme. Sebepsiz verilene

me'debe, bina için verilene de vekîre denir. Seferden dönüş için verilen nakîa'dır. Bir felâket anında

verilene de vadîme denir. Bunu komşular verir. Recep ayının başlaması üzerine kesilen hayvan ve

verilen yemeğe de atîre denir.»

«Bunda asıl örftür ilh...» İcare akti şartsız olduğu zaman mutad olana şamildir. Ama şart koşulursa

bunun hilafınadır. İtkanî.

«Aşçı yemeği pişirmese veya yaksa öder ilh...» Ekmek bahsinde geçen ifadeye göre yemek

sahibinin muhayyer olması gerekir. Dilerse yemeğe sarfedilen malzemeyi alır, aşçıya ücret vermez.

Dilerse pişirilmiş ücreti tazmin ettirir ve ona pişirme ücretim verir. T.

«Kerpiç yapan kimse ilh...» Kerpiç kalıbı tek değilse veya bunlardan birisi örfen diğerlerine galip

değilse kalıp tayin edilmediği takdirde kerpiç yaptırmak üzere yapılan icare akdi fasittir. Kuhistanî.

özetle.

«İkame ettikten sonra ilh...» Zira kerpiçleri ikame etraflarını düzeltmek içindir. O halde o da kerpiç

kesimine dahildir. İkâme; kerpiçler kuruduktan sonra onları yerden kaldırıp dikmektir. Kerpiçleri

kalıba dökse, fakat ikame etmezden önce yağmur bozsa müstecirin evinde bile olsa ücret vermek

lazım değildir. Kuhistanî.

«İstif ettikten sonra ilh...» İmameynin bu görüşlerinin delîli istihsan dır. Zeylaî. Herhalde onların

görüşlerinin müftabih olmasının sebebi, bunun istihsal oluşudur. Ancak İtkanî onların delillerinin

zayıf olduğunu söylemiştir. Teemmül et.

Bahır'da da şöyle denilmektedir: «İhtilafın faydası şurada ortaya çıkar: Kerpiçler kuruyup istif

edilmeden telef olsa, İmam-ı Azama göre müstecirin malından telef olmuştur. İmameyne göre ise

işçiden gider. Ama kerpiçler yerden kaldırılmadan önce telef olursa, her üçünün icmaına göre ücret

yoktur.»

«İmama göre onları, mal sahibinin yanında yerden kaldırılmış olarak sayıncaya kadar ilh...»

Mustasfâ'nın ibaresi şöyledir: «İmama göre kerpiçleri diktikten sonra İmameyne göre de istif

ettikten sonra ücrete müstahak olur.» İzah ve Mebsut'ta da böyledir.

Mustasfa sahibi ücreti hak etmek için kerpiçleri saymayı şart koşmamıştır. Evlâ olan da budur.

Çünkü saymadan da teslim etmiş olsa ücretini alabilir. Bahır.

İtkanî'de Tahavî'nin şerhinden naklen Mustasfa'daki ibarenin benzerini zikretmiştir. Teslim

kelimesini müstecir ile kerpiçleri başbaşa bırakmak şeklinde tefsir etmiştir.

«Kâğıdın da katibe ait olduğunu şart kılmak, icare aktîni îfsad eder ilh...» Ama mürekkebi ona şart

koşmak icare aktini ifsad etmez. Hamevî.

«Ücret almak için malı elinde tutabilir ilh...» Yani malı sahibine vermeme hakkına sahiptir. Burda

şöyle bir müşkül ortaya çıkar. Ücreti talep etmek, yukarıda da geçtiği gibi ancak teslimden sonra

olabilir. Malı hapsettiği zaman ne teslim, ne de ücret isteme vardır. Bu müşkülün şu şekilde def'î

mümkündür: Yukarıda geçen söz, işi bitirip teslim ettikten sonra talep edebilir anlamına gelir.

Sözün kendisi varken mefhûmu muhalifine bakılmaz. Sayıhanî.

0 zaman da «İbârede teslimin anılmasında bir fayda olmaz. Çünkü fukaha, «Ücret ancak teslimle



vacibtir.» demişlerdir şeklinde bir itiraz gelebilir. Eğer mal teslimden önce işçinin elinde helak

olursa ücret düşer. Çünkü işçi üzerinde emeğin eseri olan ma'kudunaleyhi teslim etmemiş-tir. Ama

emeğin eseri olmayan iş böyle değildir. Çünkü onda ücret işi bitirdikten sonra gerekli olur.

Buradaki «hapis» kelimesine «teslimden sonra geri alma hakkı vardır» diyerek teslimden sonra

hapis demek de mümkün değildir. Musannıfın aşağıdaki sözü buna delâlet eder: «Ücretini almak

için nesneyi hapsetme, o da zayolsa, ücret yoktur.» Halbuki, teslimle ücret gerekli olur. Üstelik

adamın, müstecirin evinde yaptığı işte olduğu gibi hûkmî teslimde de işçi malı hapsedemez. Hakiki

teslimden sonra nasıl hapsedebilir? O zaman zahir olan: «hapseder» kelimesinin manası işçinin

zamin olmamasıdır. Çünkü onun hapsetme hakkı olmasaydı teslimden sonra zayi olması

durumunda zamin olurdu. Düşünülsün.

«Esah olanı ikinci kavildir ilh...» Gurerü'l-Efkar'da ve Kadıhan'a uyularak Gayetü'l-Beyan'da da bu

kavil sahih görülmüştür.

Bahır'da ise şöyle denilmiştir: «Nesefî Mustasfa isimli eserinde Zahîre'ye nisbetle birinci kavlin

sahih olduğunu söylemiştir. O halde bu meselede esah olan kavlin hangisi olduğu ihtilaflıdır.

Halbuki iki kavilden birisini tercih etmek gerekir. Hidâye sahibi; elbiseyi yıkamayı yük taşımanın

benzeri sayarak tercih yapılması gerektiğini söylemiştir.»

«Terzi ve ayakkabıcının ücret almak için malı ellerinde tutma hakları vardır ilh...» Bu kavil Zahîriye

sahibinin zamanındaki örfte «İplik kumaş sahibine aittir.» sözüne göre açıktır. Ama ondan evvelki

«iplik terziye aittir» örfüne göre -ki o, şu anda bizim de örfümüzdür- Bu söz açık değildir. Çünkü

iplik de boya gibidir. Sayıhanî.

«Hükmen kendisine teslim edilmiş olur ilh...» Çünkü ev işverenin evidir ve kendisinin elindedir.

Buna göre hükmî teslim. hakiki teslim gibidir ki, hakiki teslimde de malı hapsetmeye malik değildir.

«Taaddisi olmadığı için ilh...» 0 zaman eskiden olduğu gibi elinde emanet olarak kalır. İşte bu da

sorumlu olmamanın illetidir. Ücret almamanın illeti ise, üzerinde akit yapılan nesnenin teslimden

önce helâk olmasıdır.

METİN

Sırtı ile veya hayvanla yük taşıyan hamal, gemici, elbiseyi güzelleştirmek için değilde, temizlik için

yıkayan -Mücteba- kimseler gibi, işinde emeğinin eseri görülmeyen ücretliler, ücret için malı

hapsedemezler. Eğer hapsederse, gasp sorumluluğu gibi sorumlu olurlar. Bu kendi konusunda

gelecektir. O zaman malın sahibi muhayyerdir. Dilerse o, nesneyi bedeli ile tazmin ettirerek evine

getirtir ve taşıma ücretini verir: dilerse, taşıtmak-sızın yalnız tazmin ettirir ve ücret ödemez.

Cevhere.

İşveren. «Sen kendin bizzat yapacaksın» diye işçinin kendisinin çalışmasını şart koşarsa, işçi kendi

yerine başkasını, çalıştıramaz. Ancak ücretle tutulan süt annesi, şart koşulsun, veya koşulmasın,

kendi yerine çocuğu bir başka kadına emzirtebilir. Hülasa.

İşveren işçiyi mutlak şekilde «Şu işi yap.» diye tutsa işçi bir başkasına da yaptırtabilir. Musannıf

«Başkasına da yaptırabilir» ifadesiyle, işçi aldığı işi ücretle bir başkasına yaptırsa, zayi olduğu

takdirde mal sahibi ikincisine değil bizzat kendi adama tazmin ettirir. Hulâsa da bunu açıkça

belirtmiştir.

Musannıfın, işçinin bizzat kendi ameliyle kayıtlaması şunun içindir:

Eğer işveren işi verdiğinde bugün veya yarın diyerek vakit şart koşsa, o da şart kılınan vakitte

yapmasa, işveren birkaç kere yapılmasını taleb ettiği halde işçi ihmal etse ve mal çalınsa zamin

olmaz. Şemsü'l-Eimme, bu mesele sorulduğunda, «işçi zamindir.» diye cevap vermiştir. Hülasa'da

da böyle denilir.

«İşverenin şu işi sana, yapman için veriyorum.» sözü kayıtlama değil mutlaktır. Mustasfa. Buna

göre işçi bir başkasını tutarak da o işi yaptırabilir.

Birisi diğerini uzak bir yerde olan aile efradını getirmek üzere tutsa oma aile efradından bazıla

ölmüş olsa ve işçi geri kalanları alıp getirse, o zaman getirdiklerinin oranınca ücret alır. Bunu

musannıf; «Eğer müstecirin aile efradı, her ikisince de biliniyorsa» sözüyle kayıtlamıştır. Zira

ücretin, onların tümünün karşılığı olması böyle mümkündür. Eğer aile efradının kaç kişi olduğu

malum değilse, o zaman ücretin hepsini alır.

İbn-i Kemal şunu nakletmiştir: «Eğer aile fertlerinin sayılarının azalması ile külfet azalıyorsa, o

hesaba göre ücretini alır. Yok eğer meşakkat azalmıyorsa ücretin tamamını alır.»



Birisi diğerini «Şu mektubu veya şu paketi Zeyd'e götür.» diye tutsa, o da mektup veya paketi Zeyd

öldüğü veya kaybolduğu için geri getirse. onun için ücret yoktur. Çünkü terzinin elbiseyi diktikten

sonra geri sökmesi gibi, götürdüklerini geri getirdiğinden dolayı akdi bozmuştur.

Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Birisi diğerini belli bir ücretle bir yerdeki adamı çağırması için

kiralasa. kiralanan adam oraya gitse fakat adamı bulamasa ve geri gelse, işverenin ücreti vermesi

gerekir.»

Mektup veya paketi Zeyd'e götürmesi için tutulan kimse, Zeyd'in ölümü halinde götürdüklerini

varislerine, kaybolması halinde de geldiğinde ona teslim edecek bir adama verse, işverene yalnız

götürme ücretini vermesi gerekir. Bu da konuşulan ücretin yarısıdır. Dürer ve Gurer'de böyle

denilmiş musannıf da onlara uymuştur. Şu kadar var ki muhaşşiler bu ibarenin devamında ücretin

tamamının verilmesi gereğine itimad etmişlerdir.

Kuhistanî, Nihâye'den naklen şöyle demektedir: «İşveren, teslim ettikten sonra cevabını getirmesini

şart koşarsa, cevabı getirmediği takdirde ücretin yansını verir. Eğer şart koşmazsa, o zaman

ücretin tamamını verir.»

Kuhistanî'den yapılan bu nakil ile Molla Husrev ile muhaşşilerin kelamları uzlaştırılsın.

Mektubu götüren adam Zeyd'i bulsa fakat mektubu ona vermese. işverenin hiçbir şey vermesi

gerekmez. Zira, üzerinde akit yapılan iş mektubu ona vermesidir. Bu da yerine getirilmemiştir.

İşçinin, götürdüğü mektubu yırtılmış olarak teslim etmesi halinde hükmün ne olacağı ihtilaf

edilmiştir.

Vakıf mütevellisi, vakıf arazisini ecr-i misilden farklı bir ücretle kiraya verse, müstecirin

-mütevellinin değil, nitekim alimlerin bazıları bu hususta yanılmıştır- müftabih kavle göre emsalinin

ücretinin tamamını vermesi lazımdır. Nitekim Telhis ve başka kitaplardan naklen Bahır'da da

yledir. Mecmeu'l-Fetevâda da denildiği üzere;

Vasi ve babanın, çocuğun arazisini icare vermesinin hükmü de yledir.

Vakıf arazileri veya menfaatlerinin gasbi halinde, dımânın gerekli olduğuna fetva verilir.

Ulemanın hakkında ihtilâf ettiği meselelerde vakfa faydalı olan husus hangisi ise fetva ona göre

verilir. Nitekim ulemâ fahiş bir ücretle icara verilen bir vakıf arazisinde, Allah'ın hakkını korumak ve

vakfı gözetmek üzere o icare aktini bozmuşlardır.

Ücretim peşin alarak mülkü kiraya veren kimse, borçlu olduğu halde ölse, icare feshedilir. İcare

verilen nesne müstecirin elinde ise, icare akti fasit bile olsa, müstecir ödediği ücretin karşılığını

alıncaya kadar o malda diğer alacaklılardan daha çok hak sahibidir. Şu kadarı var ki, kiraya verilen

mal helâk olsa bile alacağı düşmez. Zira icare verilen nesne her yönüyle rehin değildir. Ama rehin

yle değildir. Çünkü rehinin kendi kıymeti veya borçtan hangisi daha az ise onun karşılığında

mazmundur. Nitekim rehin babında gelecektir. Mecmaü'l-Feteva.

İZAH

«İşinde emeğinin bir eseri görülmeyen kimse ilh...». Ancak kaçan köleyi geri getirip sahibine teslim

eden adamın ücretinin hükmü bu hükümden müstesnadır. İbni Kemal.

«Kumaşı temizlemek için yıkayan ilh...» Ama eğer güzelleştirmek için yıkamışsa, o zaman çamaşırcı

işinin eseri mal üzerinde görülen işçilerden olur. Zira: meselâ beyazlık gizli iken adamın yıkaması

ile açığa çıkmıştır. Dolayısıyla sanki onu yeniden beyazlatmış gibi olmaktadır. O zaman o işçi geçen

ihtilafa göre ücreti olmak için elbiseyi sahibine vermeyebilir.

«Konusunda gelecektir ilh... » Bu mesele şöyledir: Hapsettiği mal, elinde tuttuğu için zayolduğu

takdirde benzerleri varsa onun benzerini vermesi gerekir. Ama eğer benzeri piyasadan çekilmişse

gelecek ihtilafa göre piyasadan kaybolduğu veya hükmün verildiği ya da gasbedildiği gündeki

kıymetini verir. Eğer benzeri olmayan şeylerden ise, o zaman gasbettiği gündeki kıymetini verir.

Bunda bütün âlimler ittifak etmişlerdir.

«İşveren, «Sen etinle yapacaksın veya bizzat çalışacaksın.» diye bizzat işçinin kendisinin

çalışmasını şart koşarsa ilh... » Bu kavil metinlerin açık ifadesidir. Şerhler de bu kavil üzere

yürümüşlerdir. Hülâsa'dan naklen Bahır ve Minah'taki «Başkasının eliyle çalışma», ifadesini ilave

etmekse, önceki sözünü kuvvetlendirmek içindir. Böyle denilmediği takdirde, kiraya verenin sözü

mutlak olur, manasına kaydı ihtiyazî değildir.

«İşçi kendi yerine başkasını çalıştıramaz. ilh...» Çocuğu veya işçisi de olsa. Kuhistanî. Zira üzerinde

akit yapılan iştir ve muayyen bir şahıstan taleb edilmektedir. Bir diğeri onun yerini tutamaz. Ay



şekilde üzerinde akit yapılan şey birisini bir aylığına hizmet ettirmek için kiralamada olduğu gibi

menfaat olsa, yine başka birisi onun yerini tutamaz. Çünkü o zaman menfaati akitsiz olarak yerine

getirmek olur. Zeylaî.

İnâye'de şöyle denilmiştir: «Yukarıdaki görüşü dikkatle düşünmek gerek. Çünkü işverene

muhalefet ettiğinde, aldığı işi kendisinden daha usta birisine vermiş olsa, veya bir binekse onun

yerine daha kuvvetlisini verse, caiz olması gerekir.»

Bu itiraza Sâyıhanî şöyle cevap vermiştir: «İşi yapana göre değişen şeylerde «kendi elinle yap»

kaydı faydalıdır. Musannıfın dediği de bu kabildendir.»

Hâniye'de de: «Eğer aldığı işi çocuğuna veya çırağına yaptırırsa, ona ücret vermek gerekmez.»

denilmektedir.

Hâniye'den nakledilen bu ifadenin zahiri, yukarıda geçen illetle birlikte ifade ediyor ki: «Başkasını

çalıştıramaz» sözünden murad: icârenin sahih olup, konuşulan ücretin hak edilmesi veya icârenin

fasit olup ecri mislin gerekli olması ile birlikte çocuğuna veya hizmetçisine vermesinin haram oluşu

değildir. Hem de ikinci işçinin iş verene karşı bir sorumluluğu yoktur. Çünkü işverenle ikinci şahıs

arasında hiç bir akit yoktur. Ama bu, aldığı işi bir ikinci şahsa yaptırırsa ona ecr-i misil vermesi

lazım mıdır? İşte burası tereddüt mahallidir, bunu araştırmak lâzımdır.

«İster şart koşulsun, ister şart koşulmasın ilh...» Ancak şârih ileride fasit icare bahsinde

Şurunbulalîye'den naklen şöyle diyecektir: «Süt anne eğer ücretle emzireceği çocuğu kendi

hizmetçisine emzirtse veya o da ikinci bir kadını çocuğu emzirmek üzere icarlasa, yine ona ücret

vermek gerekir. Fakat çocuğu bizzat kendisinin emzirmesi şart koşulmuşsa, esas kavle göre ücret

vermek gerekmez.

Öyle sanıyorum ki, metindeki sözün illeti şudur: İnsan birçok arazlara maruzdur. Öyle bir hal olur

ki, onun aldığı çocuğu emzirmesi çok zor olabilir. O zamanda çocuk zarara uğrar. Onun için bizzat

kadının emzirmesi şartı lüzumsuz olur. Teemmül et.

«İşçiyi mutlak şekilde tutmuşsa ilh...» Yani «elinle yap.» şartını koymayarak «Şu elbiseyi dik veya

şunu bir dirheme boya.» demesidir. İşverenin bu şekilde mutlak bir ifade kullanması başkasının

yapmasına razı olduğunu gösterir. Kuhistanî. Musannıfın ileride zikredeceği de bu kabildendir.

«Bizzat kendi icarladığı adama tazmin ettirir ilh...» Yani çalındığı zaman bu İmam-ı Azama göredir.

İmameyne göre ise dilediğine tazmin ettirebilir. Hülasa.

«İhmal ederek ilh...» Yani konuşulan sürede işi bitirmezse fakat korunmasında da kusur etmese

zamin olmaz.

Zira öyle zannediyorum ki «bugün ve yarın» kelimeleri acele yapılması için zikredilir, şart için

değildir. T.

«Şemsü'l-Eimme ilh...» Bu ifadenin zahiri, mutemed olan kavlin birinci kavil olduğunu

göstermektedir. Zira Şemsü'l-Eimme bu cevap da yalnız kalmıştır. Alimlerden hiçbiri ona

katılmamıştır. T.

Ben derim ki: Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Ben, Buhara imamlarından, «Birisi boyacıya

bugün boyayıp vermesi şartıyla bir elbise verse, o da verilen günde bitiremeyip aldığı elbise ertesi

gün telef olsa boyacının zamin olup olmadığını» sordum. «Zamin olur.» diye cevap verdiler. Bunun

benzeri Zahîre'den de nakledilmiştir. Camiü'I-Fusuleyn'de bundan sonra da Fetevâ-yı Dînarî'den

naklen şöyle denilmektedir: Eğer boyacı ile kumaş sahibi tarih üzerinde ihtilaf etseler, uygun olan

boyacıyı tasdik etmektir. Çünkü o hem şartı, hem de dımânı inkar etmektedir. Diğeri ise bunları

iddia etmektedir.» Daha sonrada şöyle denilir: «Eğer verilecek günü şart koşmuş olsalar. boyacı da

birkaç gün sonra boyamış olsa, uygun olan, ücretin verilmesinin vacip olmamasıdır. Zira icare akti

kalmamıştır. Gününde yapmadığında helâk olduğu takdirde onu tazmin etmesinin gerekli olması,

bunun delilidir. Bu mesele şuna benzemektedir:

Adam boya için aldığı kumaşı inkâr etse, sonra da boyanmış olarak getirse, elbette ki bunda da

ücret olmaz.»

«Aile fertlerinden bazıları ölse ilh...» Ama eğer hepsi ölmüş olsa, hiç ücret alamaz. Çünkü yapılan

akit onları getirmesi için idi. Bu da olmadı. Remli.

«Getirdiklerinin hesabı kadar ücret alır ilh...» Yani geliş ücretini getirdiklerinin sayısına göre alır.

Gidiş ücretinin ise tamamını alır. Makdîsî. Kifaye'den naklen.

Ben derim ki: Miraç'ta Hidaye'nin. «Birisi diğerini Basra'ya gidip oradan aile efradını getirmesi için



icarlasa, o da gidip getirse, gidiş ücretinin tamamını, geliş ücretini ise getirdiklerinin sayısına göre

alır.» ibaresi nakledildikten sonra, «Bu görüş Hindivanî'nin seçtiğidir.» denilmiştir.

Fazlî'den de şöyle nakledilmiştir: «Eğer birisi şehirde, köye gidip buğday getirmesi için kiralansa ve

ye gitse de buğday bulamazsa, boş olarak dönse, eğer mal sahibi; «Ben seni köyden buğdayı

yükleyip getirmen için icarladım.» demişse, ücret vermesi gerekmez. Çünkü birincisinde akit iki şey

üzerinedir. Birisi köye gitmek, ikincisi de oradan yükü getirmek. İkincisinde ise taşıma şart

koşulmuştur. Taşıma da mevcut olmadığından ücret vacib değildir. Zahîre'de ve Timurtâşî'nin

Câmii'n'de de böyledir.» Bunun benzeri Nihaye'den naklen Tebyîn'de de vardır.

Metinlerin zahiri, Hindivânî'nin kavlinin ihtiyâr edilmesi istikâmetindedir. Öyleyse, Hidâye'nin

ibaresi üzerindeki her iki kavil arasındaki farka bakılsın. Zira Hidaye'nin ibaresinde isticar iki şey

üzerinedir. Evet, o da Kenzde olduğu gibi musannıfin ibaresine göre zahirdir. Herhalde gitmeyi

sarahaten söylemek herhangi bir kayıt değildir. O zaman iki kavil arasındaki fark açığa çıkmaktadır.

Bunu Tatarhâniyedeki şu ifâde de teyîd etmektedir.

«Adam birisini depodan buğday yükleyip getirmesi için icarlasa, o da gitse fakat depoyu bulamasa,

akitte konuşulan ücretin yansını alır.»

Tatarhaniye'de ki bu ifadeye göre: ailesini getirmesi için birisini icarlayan adamın ailesinin hepsi

ölmüş olsa, gidiş ücretini vermesi gerekir. O zaman bu da bizim yukarıda Remlî'den nakl ettiğimiz

ifadeye muhâlif olur.

Bu muhalefeti def etmek Remli'nin ibaresindeki «ücret yoktur» ifadesini «gitme ücretinin dışında

ücret yoktur» şeklinde anlamakla mümkündür. (Çev. M.T.)

«Ücretin hepsini alır ilh...» Kuhistanî'de şöyle denîlir: «Eğer aile efradının sayısı bilinmiyorsa, icare

aktl fasîd olur, Ecr-i misli vermesi lazımdır.»

Metindeki «hepsi» kelimesini «ecr-i mislin hepsi» şeklinde anlarsak, iki ifade arasındaki zıtlık

ortadan kalkar.

«Eğer aile fertlerin azalması ile külfet azalırsa ilh...» Bu söz musannıfın «Getirdiği adamların

hesabına göre ücretini alır.» kavlini kayıtlamaktır. Bu da imam Hindivanî'den nakledilmiştir.

«Aksi halde tamamını alır ilh...» Ölenin küçük olması veya gemi kiralanmasında olduğu gibi

hallerde ücretin tümünü alır. Çünkü gemi kiralamada ölenler büyük bile olsa sayının azalması bir

şey değiştirmez..Bu, onların taşınması için icarlanmış olması halindedir. Ama eğer taşımak ücreti

işverene ait olmak üzere akit yapılsa veya ecirin ailesi yakın bir yerde olup yaya olarak gelebilecek

olsalar yada uzakta oldukları halde yaya olarak gelmeye kudretleri varsa, ve işçinin sadece onlara

arkadaşlık etmesi üzerine akıt yapsalar ücretin hepsini vermesi lâzımdır. Çünkü bir topluluğa

arkadaşlık etme külfeti bir veya iki kişinin eksilmesiyle azalmaz. Ancak köle olurlarsa bu

müstesnadır. Çünkü kölenin bir kısmına sahip olmak, hepsine sahip olmaktan daha kolaydır.

Hamevî. T.

«Şu mektubu ilh...» Burada mektubun örnek verilmesinden maksat, taşımakta bir meşakkat

olmayan şeylere paketten maksat da taşımakta zahmet olan şeylere işaret içindir.

«Onun için bir ücret yoktur îlh...» Yani paket için ihtilafsız olarak, mektub için ise Ebû Hanife ve

Ebû Yûsuf'a göre gidip gelme ücreti yoktur. İmam Muhammed'e göre ise: ister cevabı getirmeyi şart

koşsun, ister koşmasın, gidiş ücretim vermek gerekir. Nitekim Nihaye ve başka kitaplarda da

yledir. Öyle zannediyorum ki, «cevabı getir» sözü ile kayıtlamak lazımdır ki, İmam Muhammed'in

hilafı ortaya çıksın. Eğer böyle kayıtlanmazsa, İmam Muhammed'in kavline göre uygun olan ücretin

tamamının verilmesidir. Kuhistanî.

Ben diyorum ki: Evet, öyledir. Ancak getirmeyi kaydetmek Camiü's-Sagir, Hidâye ve Kenz'de olduğu

üzere Dürer'den naklen gelecek meseleye nisbetle lazımdır. Nitekim bu açıkça ortaya çıkacaktır.

Demek ki, İmam Muhammed ile hocaların arasındaki ihtilafın aslı şudur: Ücret İmam Muhammed'e

göre işçinin mesafeyi katetmesi karşılığındadır, taşıma karşılığında değil. Çünkü meşakkat

mesâfeyi katetmededir. Paketin taşın-ması ise bunun aksinedir. Zira bunda ücret taşımanın

karşılığıdır. Çünkü meşakkat ve külfet, taşımakdadır. Mesafeyi kat etmekte değil. Ebû Hanife ve Ebû

Yusuf'a göre ipe ücret her ikisinde de taşımanın karşılığıdır. Çünkü taşıma maksada vesiledir.

Maksat da paketi götürdüğü adamın yanına bırakmak ve mektubun içindekini götürdüğü adamın

bilmesidir. İşçi götürdüğünü geri getirdiği takdirde üzerine akit yapılan şeyi eksik yapmış

olmaktadır.

«Adamı çağırması için tutsa...» Kâdîhan bunu bir haberin tebliği meselesinde tasvir etmiş ve



bununla mektubun ulaştırılması meselesini farklı mütalaa ederek şöyle demiştir: «Haber götürmek

bazen gizli olur, gönderen ona başka birisinin muttali olmasına razı olmaz. Mektub ise mühürlüdür.

Eğer mühürlü olarak bıraksa, ona başka bir adam muttali olamaz.»

Hulevânî de mektup götürme ile haber götürmenin bir olduğunu kesinlikle söylemiştir. Şarih ise o

adamı çağırmayı haber gönderme gibi kabul etmiştir. T.

Ben derim ki: Çünkü birisini çağırmak üzere adam göndermek de risaletin bölümlerindendir.

Teemmül et. Şarihler şöyle demişlerdir: «Bir haber götüren kişi gittiği odamı bulsa. fakat haberi

tebliğ etmeden geri dönse bütün alimlerin icmaı ile döndüğünde ücreti hak eder.» Bunun ille-ti;

Muhit'ten naklen Zeylaî'de belirtildiğine göre şöyledir: «ücret mesafenin kat'ı karşılığındadır. Çünkü

mesafeyi katetmek adamın gücünde olan bir şeydir. Ama haberi duyurmak adamın gücünde

değildir. O halde o, ücret onun karşılığı olamaz. Teemmül edilsin.

«Ücret götürme sebebiyledir...» Yani alimlerin icmaı ile. Nitekim İtkanî ve diğer alimlerde bunu

zikretmişlerdir.

«Konuşulan ücretin yarısıdır ilh...» Azmiye de bu kavle, «fahiş hatadır.» denilerek itiraz edilmiştir.

Çünkü gitmek ve getirmek ücreti yan yarıya eşittir. Pek ittifak edilecek bir mesele değildir. Ben bu

ibareyi başka bir alimin eserinde de görmedim.

«Muhaşşiler bu Ibarenin peşînde getirdiler ilh...» Vanî ve Şurunbulâlî gibi şarihler.

Şurunbulaliyye'de şöyle denilir: «Bu görüşte bir yanlışlık var, «Ücretin yarısını değil, tamamını

vermek lazımdır. Zira üzerinde akit yapılan şey, götürülenin ulaştırılmasıdır. Bundan başkası değil,

o da mevcuttur. Peki, ücreti yarılamanın sebebi nedir? Nitekim metin ücretin tamamının verilmesi

gerektiğini uygun görmektedir. Mevahib sahibi meseleyi mektubu götürmek ve cevabını getirmek

için adam tutmak konusunda birlikte farzetmiştir.»

«Bunların orası uyuşturulsun ilh...» Şu kadar var ki bu, Dürer sahibine varid olan itirazı defetmez.

Zira önce cevabı getirmekle kayıtlamamış ikincisinde ise konuşulan ücretin yarısını vereceğini

ylemiştir.

«Yırttığı takdirde hüküm de ihtilaf ettiler...» Hâniye'de şöyle denilir: «İşini bozmadığı takdirde,

fukahanın kavline göre ücretini alır. Bazı alimler tarafından; mektubu yırtarsa ücretin vacip

olmaması gerekir» denilmiştir. Çünkü mektubu götürdüğünde mektup gönderilen adamı

bulamadığı takdirde, götürdüğü yerde bıraksa, mektup gönderilen adamın varisleri ondan

faydalanır ve maksat da hasıl olur. Yırtmak ise böyle değildir. Ama eğer iletmeden yırtarsa ücret

alamaz. Araştırılsın. T.

Ben derim ki: Hâniye'nin «O ücreti alır» sözünden maksadı götürme ücreti alabilir demektir. Nitekim

Kuhistânî'nin ibaresi de bunu ifâde etmektedir. Bu hüküm, cevap getirmeyi şart koşmuş olma

halindedir. Ama cevap getirmesi şart koşulduğu halde kendisine mektup gönderilenin mektubu

yırtması veya cevap vermemesi halinde hükmün ne olacağı araştırılsın, bu durumda ücretin yarısını

mı alır, yoksa tamamını mı? Çünkü mektubu götüren adamın mektubu olan adamın yaptığını haber

vermesi de mana itibariyle cevaptır. Araştırılsın.

«Mislinin ücretinden farklı bir ücretle ilh...» Evlâ olan, «ecr-i misilden aşağı ücretle» demesiydi.

Çünkü, her ne kadar ifadenin akışı maksadı tayin ediyorsa da farklı kelimesi ecr-i misilden fazlasını

da ifade eder. T.

«Nitekim alimlerin bazıları bu hususta yanılmıştır ilh...» Bahır'da şöyle denilmektedir: «Hulâsada,

Vakıf mütevellisinin ecr-i mislin tamamını zamin olması gerektiğini vehmettiren bir ibâre yer

almıştır. Hulâsa sahibi şöyle der «Vakıf mütevellîsi, vakıf arazisini benzerinin ücretinden aşağı bir

ücretle icare verirse, ecr-î misli tamamlaması lazımdır.

Şeyh Kasım, Fetâvâ'sında (ona, ecr-i misli tamamlaması lâzımdır. Cümlesindeki) ona «zamiri,

müstecire racidir.» diyerek Bahır'daki görüşü reddetmiştir. Bu redde TeIhisü'l-Feteva-i Kübra'da

zikredilen, «Bazı âlimlere göre, «arazinin müstecirinin ecr-i misli tamamlaması lâzımdır ve fetva da

bu kavil üzerinedir.» sözü de delâlet eder.

Zahîre'de de şöyle denilir: «Vakıf mütevellisı, vakıf arazisıni ecr-i mislinden aşağı ücretle icare verir

ve müstecire araziyi teslim ederse, meşayihten müteahhirin ulemanın ihtiyar ettiği görüşe göre;

ecr-i misil ne kadar olursa olsun, müstecirin onu tamamlamak zorundadır.» özetle.

«Vasi ve babanın hükmü deyledir ilh...» Yani vasi veya baba çocuğun taşınmaz malını ecr-i

misilden aşağısına kiraya verirse, müstecir, akarı teslim aldığı zaman ecr-i misli tamamlama

lazımdır. T.



«Vakıf akârının gasbında ilh...» «Velvaliciye'de şöyle denilmiştir: «Fetva; vakıf olan akârın

gasbında, vakfın menfaat! gözetilerek gasıbın zamin olması üzerinedir. Gasıbin aleyhinde,

gasbettiği akârın kıymetinin alınmasına hükmedildiği zaman, para alınır ve onun ile önceki vakfın

sarfedilecek yerlerine sarfedilmek üzere ikinci bir akar alınır.»

Tenvirü'l-Ezhan şerhinde bu mesele ele alınmıştır. T.

«Vakfın menfaatlerinin gasbında ilh...» Camiû'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Bir konak alsa. sonra do

o konağın vakıf veya küçük bir çocuğa ait olduğu ortaya çıksa, onların malının korunması için

emsalinin ücretinin verilmesi lazımdır.»

Müftabih olan kavlin karşılığı ise, Umde'de sahih görülen «Vakfın menfaati gasbedildiği takdirde

tazmin ettirilmez.» kavlidir. Bu kavle, Kınye'de de uyulmuştur. T. Özetle.

«Fahiş bir ücretle ilh...» Yani taannüt olmaksızın ecr-i mislin fazlası. Nitekim bunun tafsilatı yakında

gelecektir. T.

«Allah'ın hakkını korumak ilh...» Çünkü vakıf bir nesneyi hapsetmek ve sırf Allah rızasını talep için

ondan gelen maddi menfaati tasadduk etmektir.

«İcare feshedilir. İlh...» Yani ölüm sebebiyle. Eğer musannıf, «Akit münfesih olur.» deseydi daha

uygun olurdu.

«Nesne kiracının elinde ise ilh...» Yani kiraladığı malı teslim almışsa Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle

denilmiştir: «Birisi, geçersiz kiralama ile bir ev kiralamış olsa, ve evi teslim almadan ücretini peşin

ödese, kiralayan ölse veya kira süresi bitse kiracı peşin ödediği ücret için evi elinde tutamaz. Zaten

geçerli kiralamada da tutamazdı. Ama eğer sahih veya geçersiz kiralama ile kiraladığı evi kabzetmiş

olsa. peşin ödediği ücret için binayı elinde tutabilir. Hatta, kiralayan öldüğü takdirde parasını

almaya başkalarından daha çok hak sahibidir.» Yani, kiraya veren. kiracıdan başkalarına da borcu

olduğu halde ölse ve bina satılsa. müstecir evin parasına diğer alacaklılardan daha çok hak

sahibidir. Eğer binânın parası verilen kira bedeli kadarsa hepsini kiracı alır. Ama eğer satılan

binanın fiyatı peşin ücretten daha fazla ise fazlalık diğer alacaklılara verilir. Eşbah üzerine

Ebussuud.

METİN

FER'İ MESELELER:

Müstecirin icare müddeti içerisinde ve icare müddetinden sonra ücreti artırması sahihtir. Fakat

mucirin ücreti artırması, yetime ait bile olsa şahsa ait mülkte olduğu takdirde, makbul değildir. Ama

vakfın icaresinde olduğu takdirde icare fasit olur ve vakıf nazırı birinci müstecire arzetmeden önce

de başka bir talibe kiraya verebilir. Şu kadarı var ki, asıl olan ecr-i misli ile sahih olmasıdır.

Birisi vakıf icarında fahiş bir aldanma olduğunu iddia etse ve bilirkişi de Kadı'ya durumun böyle

olduğunu bildirse, Kadı icare aktini fesheder. Şahitler akit anındaki ücretin ecr-i misil olduğuna

şehadet etseler bile yine müstecirin yaptığı artış makbuldür. Ama bilirkişi, fahiş bir aldanma

olduğunu Kadı'ya bildirmese: eğer iddia müstecire zarar ve taannüt için ise, kabul edilmez. Ama

iddia edilen fazlalık ecr-i misil kadar ise, muhtar olan kavil, o ziyadenin kabulüdür. Mütevelli de

icare aktini feshedebilir. Müstecir kirayı artırmaktan imtina ederse, o zaman Kadı akti fesheder.

Sonra kim fazla fiyat verirse ona icarlar.

Kiraya verilen mal bir konak, bir dükkân veya boş bir arazi ise ve fiatın arttırılması istenirse evvelâ

onu önceki müstecire arz eder. Kabul ederse ona vermek daha uygundur. Fazla ücret, kabul ettiği

andan itibaren geçerlidir.

Müstecir. ecr-i misilin daha fazla olduğu tarzındaki iddiayı inkâr eder ve artışın kendisine zarar

vermek için yapıldığını iddia ederse, o zaman delil getirmesi lazımdır. Eğer ziyadeyi kabul etmezse,

mütevelli malı başkasına icara verir.

Ama tarla akıl ise, onu ekin sahibinden başkasına kiraya vermek sahih değildir. Şu kadar var ki,

artış vaktinden itibaren icâre ücretine zam yapılır.

Müstecir icarladığı tarlaya bina yapmış veya ağaç dikmişse, eğer tarla aylık olarak kiraya

verilmişse, müstecir fazlalığı kabul etmediği takdirde, ayın bitiminde o tarla başkasına icare verilir.

Çünkü icare akti ay başında yapılır. Binaya gelince. mütevelli o binayı ya sökülmüş haldeki kıymeti

ile vakıf namına kabullenir. Veya (binayı sökmek tarlaya zarar verecekse.) vakıf nazırı binanın

kendiliğinden yıkılmasına kadar bekler.

Eğer icare müddeti bitmemişse, müstecirden başkasına icare verilmez. Ancak ona fazlalık eklenir.



Bu da ekilmiş tarladaki artış gibi olur.

Hiç kimse artırmadığı halde (piyasadaki değişiklik sebebiyle) ecr-i misil kendiliğinden artarsa. vakıf

mütevellisi icare aktini fesheder. Fetva bu kavil üzerinedir. Eğer akti feshetmezse, «Müstecirin

akitte konuşulan ücreti vermesi lazımdır.» Suğraya nisbeten Eşbah.

Ben derim ki: Musannıfın, «Vakıf nazın arazisinde yapılan binayı vakıf adına temellük eder.»

sözünün zahiri şudur: Vakıf cihetini korumak için, bina sahibi istemesede vakıf namına temellük

eder. Bu hüküm; binayı sökmek vakıf arazisine zarar verdiği takdirdedir. Yok eğer binayı sökmek

vakıf arazisine zarar vermiyorsa, bina sahibinin rızasını almak şart-tır. Nitekim şerhlerin hepsinde

yledir. Bahır ve Minah da o şerhlerdendir. Eğer doğru ise, şerhler mezhebin nakli için yazıldıkları

için onlardaki kavle itimad edilir. Ama fetva kitablarında nakledilen bunun aksinedir.

Müeyyidzâde'nin Fetvâ'sında Fusuleyn'e isnadla şöyle denilmektedir: Bir vakıf dükkânını icarlayan

kimse mütevelliden izin atmadan dük-kâna bir ek yapsa: eki kaldırmak dükkâna zarar vermiyorsa,

mütevelli onu kaldırır. Eğer zarar veriyorsa, adam malını zayi etmiş sayılır. Bina yıkılıp da altından

malı çıkıncaya kadar bekler, sonra alır. Onun yaptığı ek, dükkânı başkasına icare vermeye manı

olamaz. Zira onun bina üzerinde bir hakkı yoktur. Bu sebeple onu kaldırmaya da malik değildir.

Eğer mütevelli ile müstecir o ekin para karşılığında vakfa kalması hususunda anlaşırlarsa, o zaman

fiat binanın yıkılmış veya yapılı haldeki fiyatlarından daha azını aşmaz.

«Mülkünü kiraya veren kimse borçlu düşse, (borçlarını ödemek için icare verdiği akardan başka bir

şeyi almasa,) icare aktinin feshi için mahkemeye başvurur. Kendi başına akti feshedemez. Fetvâ

görüşe göredir.

Bir malı ecr-i misille veya halkın kabul edeceği az bir fazlalık veya az bir noksanla kiraya vermek

caizdir. Fakat halkın kabul edemeyeceği bir fazlalık veya noksanlıkla icare vermek, icare aktini ifsâd

eder. O zaman ecr-i misille veya kiracının razı olacağı bir fazlalıkla ya birinci müstecire veya bir

başkasına kiraya verir.

Hânûtî'nin fetevâ'sında da şöyle denilmektedir: Eğer hükme bitişik ise «İsbat beyyinesi, takdim

edilir. Bu ücretin ecr-i misl olduğuna şahitlik eden beyyinedir.

Hânûtî daha sonra bununla görüşlere cevap vermişdir.» Hıfzedilsin.

İZAH

«Artması sahihtir ilh...» Yâni. yapılan artış, kiralanan nesneden başka cinstense. Ama eğer artış.

kiralanan malin cinsinden olursa sahih değildir. Mal sahibi tarafından yapılan artış ise mutlaka

câizdir. T. Hindiye'den özetle.

«İcare müddetinden sonra ilh...» Doğrusu, Eşbâh ve Minah'da zikredildiği gibi. «İcare müddetinden

sonra artış yapamaz.» demesiydi. Zira akdin zamanı geçmiştir. Burada müddetin geçmesinden

maksat, icare müddetinin tümünün geçmesidir. İcare müddetinin bir kısmının geçmesinden sonraki

durumla ilgili olarak ise Hizânetû'l-Ekmel'de şöyle denilmiştir: «İki aylığına bir ev veya iki fersah

mesafede binmek üzere bir at kiralasa, bir ay geçtikten sonra veya atla bir fersah yol gittikten sonra

ücret artsa, kıyasa göre artış geri kalan kısım içindir. İmam Muhammed ise istihsanen bu artışın

hem geçen müddet ve hem de kalan müddete tevzi edileceğini söylemiştir. Birî'den Ebussuud.

«Mülk yetimin bile olsa ilh...» Eşbah'ın ibaresi şöyledir: «Bu söz yetimin her türlü malına şamildir.»

Hamevî'de; «İs'afta, vakıf arazisi ite yetimin arazisi eşit kabul edilmiştir. Zira İs'af sahibi, hür olan

bir mütevelli vakıf arazisini veya yetimin vasisi yetime ait bir evi ecr-i misilden aşağıya kiraya

vermiş olsalar; ibni Fazl'a göre müstecir gasıb sayılır. Hassafa göre ise «gâsıb sayılmaz. Ama ecr-i

misil vermesi lazımdır. Cevhere'de de yetimin arazisinin vakıf gibi olduğu saraheten söylenmiştir.»

demiştir.

Ben derim ki: şarih de birkaç satır evvel bunu söylemişti. Şu kadar var ki, bu zikredilenler bizim

üzerinde durduğumuz meselelerden değildir. Çünkü musannıfın burada istişhâd ettiği mesele,

ücretinden aşağı bir fiyatla icare vermektir. Halbuki bizim mevzumuz akitten sonraki ücret artışıdır.

Aradaki fark sabah ışığının geceden farklılığı gibi açıktır.

«Makbul değildir ilh...» Eşbah'ta, «Mutlaka, yani ne müddetin bitiminden evvel ne de müddetten

sonra.» denilmiştir.

«Ücreti ucuzlatmada olduğu gibi ilh...» Yani akitten sonra ücret eksiltilse feshedilmez. Çünkü

müstecir ona razı olmuştur.

«İcare fasit ise ilh...» Vakıf nâzırı vakıf malı halkın adeten aldanmadıkları bir ücretle icare verirse,



akıt fasit olur. O halde yeniden ya ilk müstecire veya bir başkasına ecr-i misliyle kiraya verir. İşte bu

icare akdinin gabnı fahiş sebebiyle fasit olması halinde verilecek malı birinci müstecire arzetmenin

gerekli olmadığını açıkça gösterir.

İmâdiye'de ise bunun aksi vardır. Ancak Eşbah'in haşiyesinde bütün fıkıh kitaplarında olanın birinci

görüş olduğu zikredilmiştir.

«Aslolan ecr-i misli ile sahih olmasıdır ilh...» Eşbah'ta da böyle denmektedir. Bazı nüshalarda da;

aslolanın yerine «esah olan ecr-i misille olmasıdır.» denilmiştir. Buradaki istidrâkin manası fazlalık

konusundaki sözün vakıfta müstecire aleyhine olmasıdır. «İcare fasittin sözü ise mücmel bir

kelamdır. Çünkü fesaddan maksadın; ücretin, akit zamanında ecr-i misilden az olması muhtemeldir.

O halde bu sebeple fesâdı iddia ederse vakıf nazırı birinci müstecire hiç arzetmeden de onu bir

başkasına kiraya verir. Çünkü birinci müstecirin hiçbir hakkı yoktur. İşte musannıf makamın tafsile

ihtiyacı olması sebebiyle istidrâkde bulunmuştur.

Tafsil de şudur: Aslolan icarenin ecr-i misliyle sahih olmaasıdır. Yalnız ücret artışı iddiası kabul

edilemez. Ama Kadıya böyle bir şey haber verilirse kabul edilir. İşte şarihin sözlerinin sonuna kadar

mesele bundan ibarettir. Eşbah'ın muhaşşileri ve diğerlerinin bu ibarenin (icare fasittir) ibaresinin

izahı hususundaki görüşleri çelişmektedir. Benim anladığım bu. Teemmül edilsin.

Ben Enfa'il Vesail'de onun sözünün yukarıda belirtildiği gibi ifade edildiğini gördüm. Buna göre:

uygun olan, musannıfın yukarıda «Eğer iddia ederse» cümlesinin başında vav'ın yerine fa-i

tefriiyeyi getirmesiydi.

«Gabn-ı fahiş ilh...» Gabn-ı Fahiş muhtar olan izaha göre, fiyat takdir eden kimselerin takdir ettikleri

listeye girmeyen meblağdır. Allame Kınalızade'nin risalesinde bu konuda geniş izah vardır.

«Bilirkişi Kadı'ya haber verse ilh...» Yani Kadı o davacının iddiasını kabul etmez. Çünkü davacı eğer

yabancı ise, o nesneyi kendisi icarlamak istiyor olabilir davacı akit (mucir) ise birinci müstecirden

kurtularak bir başkasına icarlamak istiyor olabilir. Halbuki akitlerde asıl sıhhattir.

«Bilirkişi ilh...» Bu söz ifde ediyor ki, bilirkişinin bir tane olması kâfidir. Bu, İmam Ebu Hanife ile

Ebu Yusuf'un görüşüdür. İmam Muhammed'in görüşü bunun aksinedir. Eşbah.

«Şehadet etseler ilh...» Bu söz öncesine bağlıdır. Sevadet'in sonunda Hanutî'den buna zıt bir görüş

gelecektir. Şu kadarı var ki; caiz gören alimlere göre: şehadetten maksat, hüküme bitişik olmayan

şehadettir denilebilir. Bunun izahı tümüyle orada gelecektir.

«Bilirkişi bildirmese ilh...» Yani bilirkişi o icare aktinin gabnı fahişle olduğunu haber vermese;

meseleye değişik açılardan bakılır. Manâ itibariyle bu söz musannıfın «icare fasittir» sözünün

mukabilidir. Zira bu kavlin mefhumu, haber verilmediği zaman akdin sahih olmasıdır.

«Zarar ve taannüd için ise ilh...» Bu ziyadeyi İbni Hüceym Feteva'sında ancak bir veya iki kişinin

kabul edeceği ziyadelikle tefsir etmiştir.

Yenabî'de de şöyle denilmiştir: «Halktan birisi vakfın ücretini artırsa, o artışa iltifat edilmez. Zira

belki de o adam bunu inat için yapmıştır. T.

«Fazlalık ecr-i misil ise ilh...» Eşbâh'ın ibaresi şöyledir: «Eğer o artış ecr-i mislin artması için ise.

«Bu ibare, Durrun bazı nüşhalarında da yledir. Buna göre ziyadeden maksat; herkese göre fiatlar

yükseldiği için ücretin kendi kendine artmış olmasıdır. Ama ecr-i misil, halkın icare talebinin

artmasından dolayı artmış ise, kabul edilmez. Nitekim Aynî'nin Mecma Şerhi'nde de böyledir.

Hamevî. Bunun benzeri İbni Melek' te de mevcuttur.

Ben diyorum ki: Bu makul bir görüş değildir. Zira eğer icare ücreti meselâ buğday ise ve icare

müddeti içinde o buğdayın fiyatı artmış ise. -Nitekim İbni Melek de bunu örnek vermiştir- icare

aktini bozmanın sebebi nedir? Aksine maksadı, ecr-i mislin, talebin artmasıyla artmasıdır. Nitekim

mezhebimizin meşayihinin ibarelerinde de böyle vaki olmuştur.

Ebussuud'un Eşbah Haşiye'sinde Birî'den naklen özetle şöyle denilmiştir: «icare ücreti olarak

kabul edilen malın fiyatının kendi kendine yükselmesine itibar edilemez. Çünkü bu sebeble akdi

bozmak da ne fayda vardır, ne de vakfın ve vakıftan istifade edenlerin menfaati için maslahat vardır.

Nitekim bu yazdığımızı Allame Trablusî de Feteva'sında ifade etmiştir. Bu görüşle Mecma

Şerhi'ndeki görüşü reddederek onu tenkid edilecek görüşlerden saymıştır.»

ECR-İ MİSLİN ARTIŞINDAN MAKSAT NEDIR?

Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta kaldı: Şöyle ki,ecr-i mislin artışından maksat nedir?

Biz deriz ki: Artış fakihlerin sözlerinin çoğunda mutlak olarak vaki olmuştur. «Genelde talebin artışı



ile ecr-i mislin de artması halinde» demişlerdir. Havî-el-Kudsî'nin ibaresi ise şöyledir: «Ecr-i misil

fahiş bir şekilde artarsa icare akti bozulur.»

Bahr'ın vakıf bahsinde de şöyle denilmektedir: «Ziyâdenin «fahiş» ile kayd edilmesi delâlet ediyor

ki: eğer ecr-i mislin artışı az olursa icare bozulmaz. Her halde «fahiş»ten murad; halkın

yanılamayacağı derecedeki bir artışdır. Nitekim ecr-i misilin noksanlaşması durumunda da böyledir.

Onda bir oranındaki bir artış. insanların yanılabilecekleri bir miktardır. Nitekim Fakihler bunu

vekâlet konusunda zikretmişlerdir. Bu kayıt güzeldir. Bunun öğrenilmesi gerekir. Buna göre;

binanın ücreti on dirhem ise, ecr-i mislinde bir dirhemlik artış olsa bu artışla icare akti bozulmaz.

İcare ücreti on lira olduğu halde mütevellinin onu dokuz liraya vermesi halinde de yine akit

bozulamaz. Ama her iki durumda da fark, iki lira olursa bozulabilir.»

Ben diyorum ki: Şu kadar var ki. Havi-i Hasırî'de, Biri ve başkalarının da ondan naklettikleri gibi-

açık bir şekilde, «Fahiş artıştan maksat, evvelce verilen ücretin yarısı kadar olan artıştır.»

denilmiştir. Bunu Allâme Kınalızade de nakletmiş ve. «Bunu ben Havi-i Hasırî'den başkasında

görmedim. Doğrusu: halkın kabul etmediği ve yanılmadığı derecede olan bir artış fahiş artıştır. İster

yarısı kadar, ister dörtte biri kadar olsun.» demiştir.

Kınalızâde başka bir yerde de, «Bunların ikisi, iki ayrı rivayet midir, yoksa bütün alimlerin maksadı

Hasırî'nin zikrettiği midir? Bizden evvel bunu hiç kimse araştırmamıştır.»

Ben derim kî: Kınalızâde'nin ikinci sözü daha makbuldür. Zira o kavil üzerine icare aktinin batıl

oluşuna hüküm verildiği zaman mutlaka bir delil lazımdır. Çünkü asıl olan, rivayetlerin müteaddit

olmamasıdır. O halde. âmmenin kelâmı bu asıl üzerine hamledilir. Bunun aksine sarahaten bir nakil

bulunmadıkça, onu iki rivayet saymak zorunludur. Allame Bir ve başka âlimler İmam Hasırî'nin

ifadesini kabul etmişlerdir. Hamidiye'de de ona uyulmuştur. Bu güzel faideyi iyi öğren.

«Umumun kelamı ona hamledilir» sözündeki hamlin ne kadar uzak olduğu gizli değildir. Doğrusu

ihtilafın varlığını kabuldür. «Vakfın menfaatine olanla fetva verilir» sözünün gereği. Hasîrînin

görüşü ile amel edilmemesidir.

«Mütevelli feshedebllir ilh..Allâme Kınalızâde şöyle demektedir: Maksat Kadı mı fesheder, yoksa

mütevelli fesheder de Kadı onunla hüküm mü verir?» eski alimler bunu araştırmamışlardır. Ancak

Enfaül Vesâil'in sahibi buna temas etmiş ve ikincisi ile (mutevelli fesheder kadı hüküm verir)

hüküm vermiştir. Kadı ancak, vakıf mütevellisi fesihten imtina ederse feshedebilir.»

Ben derim ki: «Kadı fesheder» sözü rivayetlerin birisidir. İleride geleceği gibi müftabih olan da

budur. Sonra bilmiş olun ki; şârih burada feshi mutlak zikrettiği halde daha sonra tefsil etmiştir.

Tafsilin hulâsası şudur: Üzerine icare akti biten bir tarla gibi müstecirin mülkünden hâlî olur.

ylece ekin ekmesi bina yapması yada ağaç dikmesi hallerinde olduğu gibi müstecirin mülkü ile

meşgul olabilir. Birinci durumda eğer müstecir sabit olan artışı kabul etmezse mütevelli icare aktini

feshedip, başkasına icare verir. İkinci durumda ise, eğer icare müddeti içinde ekmişse. başkasına

icare verilmez. Ekili olduğu halde müddet bitmiş fakat hasat yapmamışsa, fiyatın artışı anından

hasat edeceği vaktin sonuna kadar artış ücrete ilave edilir. Zira o yerin, müstecirin mülkü olan

bir-şeyle meşgul olması müstecirden başkasına icare verilmesinin sıhhati-ne manidir.

Eğer orada bina yapmış veya ağaç dikmişse, bakılır: Eğer, aylık kiraya verildiğinde olduğu gibi

müddet bitmişse, icare aktini fesheder. ve müstecir artışı kabul etmezse onu başkasına kiraya verir.

Ama eğer müddet bitmemişse, başkasına icare vermez. Dediğimiz gibi arazinin müstecirin mülkü

ile meşgul olması başkasına icare verilmesine manidir. Onun için kira ile ekilmiş tarla meselesinde

geçtiği üzere artış ücrete eklenir. Şu kadarı var ki burada artış aktin bitimine kadar azdır. Çünkü

ekinin aksine binanın ve ağacın sonu bilinmez. İşte şarihin Eşbah'a uyarak zikrettiğinin özeti budur.

Bu da Enfail Vesail'den. -o da Bedayî ve başkalarından- alınmıştır.

Açıktır ki artışın ilave edilmesi, ancak müstecirin râzı olması iledir. Yok eğer razı olmazsa: eğer

bina veya ağacın sökülmesi vakfa zarar vermiyorsa, sökülmesi emredilir. Vakfın hakkını korumak

için de başkasına kiraya verilir. Zikredilenlerin hepsi; o yerin ücretinin kendiliğinden artması

halindedir. Ama mesela içine yapılan binadan dolayı artmışsa yle değildir. Çünkü bu durumda

artış kiracının vereceği ücrete eklenmez. Zira artış müstecirin mülkünden dolayı hasıl olmuştur. Bu

da açıktır.

«Kim fazla fiyat verirse ona icarlar ilh...» Beğenilen bu ifadenin hiç yer almamasıdır. O zaman daha

sonra gelecek izah yerinde olurdu. Nitekim Bahır sahibi vakıf bahsinde böyle yapmıştır. Eşbahta ise

burada olduğu gibi yer almıştır.

«Müstecire arzeder ilh...» Fasit icârede ise, müstecire arzetmez. Bazı alimler tarafından fasit icarede



de arzedileceği söylenmiştir. T.

«Yalnız ilh...» Yani, müddetin başından değil. Eşbah. Aksine vacib olan, sürenin başından fesih

vaktine kadar, konuşulan ücrettir.

«Delil getirmesi lazımdır ilh...» Yani artışı inkâr edenin aleyhine delil getirmemesi gerekir. Zira söz

münkirin, delil getirmek ise davacınındır. Aslolan; mevcudun olduğu durumda kalmasıdır. Hamevî.

Açıkça bu hüküm Muhammed'in görüşüne göredir. Zira, yukarıda geçtiği gibi Ebû Hanîfe ve Ebû

Yûsuf'a göre bir kişinin haber vermesi yeterlidir.

«Ekin sahibinden başkasına kiralaması sahih değildir. ilh...» Yani eğer tarla haklı olarak ekilmişse.

Ama eğer gasıb ve fasit icare ile kiralayan kimseler gibi haklı olarak ekilmemişse bir başkasına

kiraya verebilir. Nitekim Zâhiriye ve Sirâciye'de de böyledir. Zira bu ekin, kiracıya teslime mani

değildir. Bahır. Şarih de bunu ileride zikredecektir. Az sonra metin olarak gelecektir.

«Ziyade vaktinden ilh...» Geçen süre için akitte konuşulan ücret üzerinden ücret verilmesi gerekir.

«Tarla aylık olarak kiraya verilmişse ilh...» şarihin bu tabirinde mü-samaha vardır. Çünkü bu söz

gelecek olan «eğer müddet bitmemişse» sözünün karşılığıdır. Uygun olan, «Eğer süre bitmiş ve

müstecir artışı kabul etmemişse mütevelli, malı bir başkasına kiraya verebilir.» demesi idi. Şu kadar

var ki, ay, az bir süre olduğundan sanki bitmiş gibi kabul edilebilir. Eğer, «Aylık hesabı ile aylığını

şu kadara kiraya verdim» dese o ay kira geçerli, diğerlerinde ise kiralama geçersizdir. Bunun izahı

aşağıdaki bölümde gelecektir.

«Binayı kıymeti ile vakıfnamına alır ilh...» Yani eğer binanın kaldırılması tarlaya zarar verirsezorla

alır. Nitekim bunun beyânı az sonra gelecektir.

«Yahut bekler ilh...» Yani vakıf nazırı buna razı olursa, ve sökmek de araziye zarar veriyorsa.

Burada muhayyerlik hakkı vakıf nazırınındır. Dilerse cebren temellük eder, dilerse müstecirin

binasının kendiliğinden yıkılmasını bekler. Binâdan düşen her parçayı da müstecire verir. Nitekim

bu kavil. şerhlerde de gelecektir. Ama eğer binanın sökülmesi araziye zarar vermiyorsa, o zaman

muhayyerlik müstecirindir. Nitekim bunun da izahı gelecektir.

«Kendiliğinden artarsa ilh...» Şarihin geçen, «Eğer artış ecr-i misl ise (Artış ile ecr-i misle

ulaşıyorsa) kavli bu kavle ihtiyaç bırakmamaktadır. Çünkü o kavil burada olduğu gibi fetva ve

«muhtar olan» lafzlanyla kitab'l-vakfta da «Esah» lafzıyla tashih edilmiştir. O halde mûtemed olan

her ne kadar İs'af, Tatarhaniye ve Haniye'de, «Ecr-i misile akit vaktinden itibar edilir, ondan sonraki

ziyadeye itibar edilmez» kavliyle bunun hilafına sahip olunmuşsa da mutemet olan budur. Ancak

sen Hasîrî'den az önce nakl ettiğimiz ziyadeden maksadın ne olduğunu öğrendin.

«Ben derim ki ilh...» Bu bahsin aslını musannıf Minah da babın başında «Mütevelli onu daha fazla

fiyatla icare verirse, sahih değildir.» İfadesi altında zikretmiştir.

«Binâyı vakıf adına temellük eder ilh...» Yani eğer nâzır isterse. Yok eğer ditemezse müstecirin

binasını yıkılıncaya kadar bırakır ve enkazını da maliki alır.

«Nitekim bütün şerhlerde de böyledir ilh...» Yani Hidaye, Kenz ve diğer kitapların şerhlerinde. Bunu

da şarihler gelecek bölümde «Ancak mal sahibi onun sökülmüş haldeki kıymetini borçlanması

müstesnâ» kavlinin izahında zikretmişlerdir. Bu da gene bütün metinlerin ibarelerinden

anlaşılmaktadır. Kayıtsız zikredilen bu ifade hem mülke, hem de vakfa şamildir. Nitekim musannıf

bu hususa dikkat çekmiştir.

«Fetevalarda nakledilen bunun hilafınadır ilh...» Muhit, Tecnis, Haniye ve İmadiye de bu fetvalar

vardır. Bu fetvaların sahipleri şöyle demişlerdir: «Eğer binanın sökülmesi zarar veriyorsa, müstecir

onu kendi başına kaldırmaz. Aksine. ya nazırın onu vakıf adına temellük etmesine razı olur veya

kendiliğinden yıkılıp enkazını alıncaya kadar bekler. Çünkü, nazırın müstecirin rızasını almadan

malı temellükü caiz değildir. »

Şarihin Feteva-i Müeyyid Zade'den naklen zikrettiği de fetevalardan yapılan nakillerden birisidir.

Velhasıl; fetva sahipleri «Binayı sökmek araziye zarar veriyorsa, muhayyerlik müstecirindir.»

demişlerdir. Şerh sahipleri ise, «eğer binayı sökmek araziye zarar veriyorsa, muhayyerlik nazırındır,

zarar vermiyorsa, müstecirindir.» demişlerdir. Bu hüküm; bina mütevelliden izin alınmadan

yapıldığı takdirdedir. Şayet mütevellinin izni ile yapılmışsa. bu bina vakfın olur. Binayı yapan

müstecir binaya sarfettiği parayı mütevelliden alır. Nitekim Ebülleys'in fetevasında da böyledir.

Zahir olan; Müştecirin bina için izin istemesi, vakıfa ait olması içindir, Müstecir eğer kendi şahsı

için yapmış ve buna şahit de getirmişse, o bina vakfın olmaz. Nitekim AIIame Kınalızade de yle



demiştir.

Ben derim ki: Aşağıdaki bölümde, eğer vakfa zarar vermiyorsa müstecir bina ve ağacı icare

müddeti geçtikten sonra ecr-i misille cebren elinde tutabilir.» sözü gelecektir. Bu kavil, az önce

şerhlerden ve fetavalardan nakl ettiğimiz kavillere zıttır. Allah izin verirse, ileride açıklayacağımız

üzere metinlere de aykırıdır.

MÜHİM BİR TENBİH :

Kâdî'nın iznini şart koşmayan alimlerin görüşüne göre; kadı veya nâzır müstecire gelirinden fazla

olmamak kayyla vakfa borç olmak üzere, bir bina yapması için izin verseler, yapılan bina

vakfındır. Bu uygulamaya memleketimizde mersad deniiir. Nazır müsteciri çıkartmak istediği

zaman, binaya harcadığını kendisine verir. Açıktır ki, yapılan bina ile ecr-i misil de artar. Zahir olan

müstecirin ecr-i misli tamamlamasıdır. Bu kavil ile yukarıda Eşbah'tan nakledilen kavil arasındaki

fark şudur:

Gelecek olan matlabda mersad tabiri izah edilecektir. (mütercim)

Bu meselede bina vakfındır. O halde ecr-i misil kiracının mülkü sebebiyle artmamıştır.

Ben fetevâ-i Hayriyye'de uzun bir sorunun zımnında saraheten ne kadar fazla olursa olsun ister

binanın yapılmasından evvel, ister sonra ecr-i mislin verilmesinin lazım olduğunu gördüm. Müstecir

(binayı terkettiği zaman) da binaya sarfettiğini mütevelliden alır.

Zamanımızdâki uygulama şöyledir: Adam vakıf arazisini ecr-i misilden çok aşağı bir fiyatla icarlar,

ücretin bir kısmını verir, bir kısmını da binaya sarfettiğinin karşılığı olarak keser.

Denilebilir ki, zamanımızda yapılan bu icare aktinin cevazı için bir tek şekil vardır. O da şudur;

başka bir adam vakıf arazisini kiralamak istediği ve birinci müstecire bina için sarfettiğini verdiği

zaman orayı ancak (birinci adamın vakfa ödediği) bu az ücretle icarlar.

Evet, eğer vakıf zenginleşse ve vakıf nazın birinci kiracının sarfettiğini ona verse bundan sonra kim

olursa olsun o malı tamirden sonraki ecr-i misliyle icar eder. Nâzır binaya sarfedileni vermediği

takdirde vakıf arazisinin ecr-i misli, birinci kiracının verdiği ücret olur. Bu durumda yapılan bu bina

ile kiracının mülkü olan bina arasında bir fark kalmaz.

MEŞEDDİ MÜSKE

Bunlar vakfa ait özel tâbirlerdir. Hukûku İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhıyye kamusunda (c: 4: 286 ve 4:

292) izah edilmişlerdir. Bu tabirlerin ifade ettiği manalar özetle şöyledir:

MERSAD: Vakıf malının tamirinden dolayı olan borçtur. Yani tamire ihtiyacı olduğu halde geliri

olmayan ve tamire kâfi olacak peşin bir ücretle de kiraya verilemeyen bir vakıf malını, kiracı ileride

vakıftan almak üzere kendi malından tamir ettirirse kiracının bu alacağına Mersad denilir. Kiracı bu

alacağını ya kira bedeli olarak yada vakfın diğer gelirlerinden tahsil edebilir.

MEŞEDDİ MÜSKE: Başkasının meselâ bir vakfın arazisi üzerinde olan bir istihkakdır. Yani

başkasına aid bir araziyi sürüp aktarmak onun su yollarını kazarak ıslah etmek üzere o arazide bir

kimseye verilmiş olan ekme ve sürme hakkıdır. Bu arazi kirası verildikçe o kimsenin elinden alınıp

başkasına kiraya verilemez. Bu istihkaka sadece «meşed» ve sadece «müşke» de denir. Meşed:

kuvvet manasına olan şiddetten alınmıştır. Müske de: sarılınacak vesika demektir. Bu araziyi bu

şekilde ıslah edecek kimsenin elinde güvenebileceği kuvvetli bir belge bulunacağından dolayı buna

Meşeddi Müske denilmiştir. Müşke tabiri bazen «kirdâr»! da içine alacak bir manada kullanılır.

Şöyle ki: bir kimsenin kiraladığı bir bostanda yaptığı nadasa, tamirata, topladığı çiftçilik aletlerine

yetiştirdiği sebze ve yoncalara da müske denilir. (mütercim)

Hanutî'nin Feteva'sından naklen Hamidiye'nin vakıf bahsinde şu ifadeyi gördüm: «Vakıf mülkünün

ecr-i misilden aşağı bir fiyatla icarlanması, bir felakete uğraması veya borçlu olması halinde

caizdir...» Bu da bizim yukarıda söylediğimizi doğrulamaktadır. Zira şüphe yoktur ki mersad; vakıf

aleyhine bir borçtur ve bu sebeble de vakfın icare ücreti azalır. Teemmül et.

Mülteka Şerhi'nde Eşbah'tan naklen şöyle denilmiştir: «Vakıf ancak ecr-i misille icare verilir. Fakat

çok az bir noksanlıkla ya da kirâlamaya talip olanların ancak az ücret vermeleri halinde ecr-i

misilden aşağı bir ücretle de icare verilebilir.» Teemmül et.

Gedik hakkında da hüküm aynıdır. Gedik, kiracının vakfa ait dükkanda masrafını kendi cebinden

karşılayarak yaptığı şeye denir. Kiracı, yapım tamiri, kilidi ve benzeri şeyler gibi gerekli olanı

kendisi temin eder. Ecr-i misil, kiracının sarfettiği bu parayı ileride vakıf arazisine sarfedeceği şeye

nisbetle olur. Kiracının vermiş olduğu bu az ücret ecr-i misil olur. Bazen de vakfın binası gedik



sahibi tarafından yapılır. Vakıfda bulunan kişi onu gedik sahibinden alarak tamir eder ve müstecire

tahsis eder ve az bir ücretle kiraya verir. Buna memleketimizde hulüv denilir. Bunun benzeri

bostanlarda yapılan mesedd-i müske kıymet hakkında da söylenir.

Hulüv, Hukuku islamiyye ve Istılahatı fıkhiyye kamûsunda: «bir akarın evvelce vaz'iyed edilmiş ve

mâlûm bir bedelle kiralanmış bulunmasına mukabil olan menfaati mücerrededen ibarettir» diye tarif

edilmiştir.

Bunlar; çöpleri temizleme, su arkı açmak, kökü yerde kalan şeyler ekmek, ağaç dikme ve ekin ekme

haklarıdır. Bunlar sebebiyle yerin ücreti çok artar. İşte bunlar halkın adet edindiği sonradan ortaya

çıkan şeylerdir.

Dımışk müftüsü Allame muhakkık Abdurrahman el-İmâdî efendi kendisine, «örf haline gelen

hulüvv» meselesi sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: «Umumi hükümler, bazen Nesefî ve diğer

bazı alimlere göre özel bir örfle de sabit olur. Bu memlekette adet halini alan «ihkâr» do bu

kabildendir.» İhkâr; şudur. Bir yer ölçülüp yüzölçümü tesbit edildikten sonra ondan birkaç

metrekare karşılığında muayyen bir meblağ takdir edilip müstecir icareyi yenilemeden her sene o

takdir edilen meblağı arazi sahibine vererek üzerindeki binayı ikbâ eder. Bu mesele nitekim Enfail

Vesailde de konu edilmiştir.

«Yukarıda anılan bina kaldırıldığı takdirde arazi daha yüksek bir ücretle kiraya verilmeyecek bir

biçimde yapılsa, o zaman arazi binayı yapan müstecirin elinde ecr-i misille bırakılır. Şu kadar var ki,

mutlak olarak her meselede örfle fetva vermek uygun değildir. Zira, takdirde birçok kötülük ve

bidatlerin örfe kıyas edilerek yayılmasından korkulur. İhtiyaç duyulduğu takdirde dükkânlardaki

hulûv gibi uzun süreden beri adet haline gelen ve inkâr edilmeden uygulanan konularda örfle fetva

verilebilir.

«Dükkânlarda âdet olan hulûv da şöyledir: Vakıf bırakan veya mütevelli yada malik, dükkâna

muayyen bir meblağ takdir edip bu parayı orada oturandan alır. O meblağ karşılığında da kanûnî bir

belge verir. İşte bundan sonra dükkân sahibi içinde hulûv hakkı sabit olan kişiyi dükkândan

çıkartamadığı gibi onu bir diğerine de icare veremez. Ancak. dükkânı kiralayandan alınan para iade

edilirse o zaman kiraya verebilir. Sonra gelen alimlerin faizden çıkış olarak, örf haline getirdikleri

bey-i bî vefaya kıyasla hulûvvün de caiz olduğuna fetva verilir. Hatta Mecmaü'n-Nevazil'de şöyle

denilir: «Şeyhlerimiz şu zamanda halk mecbur kaldığından bey-i vefanın bir alım satım akdi olarak

sıhhatinde ittifak etmişlerdir.»

«Bir şey daraldığı zaman, onun hükmünün genişlemesi küllî kaidelerdendir. Bu külli kaide içine

zaruretin gerekli kıldığı benzer hükümler de girer. Allame en iyisini bilir.» Özette.

«Anlaşılırsa ilh...» Bu kavil ya efdal olanı beyan içindir. O zaman anlaşma olmadığı takdirde malik

veya mütevellinin zorla kaldırabilme yetkisine zıt değildir. Yada zayıf bir rivayettir. Bahır üzerine

Remlî, özetle

Bu sözün efdal olanı, beyân için olması, şerhlerde geçen ifadeye uygun düşer.

Zayıf bir rivayet kabul edilirse, o zaman da feteva sahiplerinin zikrettiklerine uygun olur.

«Mülkünü kiraya veren kimse borçlu düşse ilh...» Bu sözün yeri İcarenin iptali bölümüdür.

Açıklaması orada gelecektir.

«Ecr-i misille icare cabdir ilh...» Yani vakıf veya yetim malı karşılığında olmazsa ecr-i misille veya

daha fazlasıyla icare vermek caizdir. Nitekim Haniye'den naklen uzun süreli icare bahsinde geçen

ifadelerden bu mesele bilinmişti.

«Halkın aldanabileceği ilh...» Bu az olan aldanmanın sınırıdır. Bu hükümlerin hepsi mükerrerdir.

Zira yukarıda geçen ifadeler bu hükümleri bildirmiştir.

«Hanûtî'nin Feteva'sında ilh...» İbâre Hanutî'de, aynen şöyledir: «Bir Kadı, kiralık şeyin ecr-i misille

olduğuna dair delil ortaya koymasından sonra akdin sıhhatine hükmetse, sonra da ecr-i misilden

aşağıya kiraya verildiğine dair beyyine ikame edilse, akdin butlanını gerektiren bu son delil ile amel

edilir mi, edilmez mi? Ne dersiniz? sorusuna, Hanefi başkadısı Şeyh Nureddin Trablusî'nin cevabı

şudur diye cevap verdi:

«Yüceler yücesi Allah'a hamd olsun. İsbat eden delil diğer delile takdim edilir. O da; ücretin ecr-i

misil olduğuna şahitlik eden delildir. Üstelik bu delile hüküm de eklenmiştir. Arttk bozulmaz. Şeyh

Nasırüddin el-Lakkanî-Malikî ve Hanbelî kadısı olan Kadı'l-Kuddat Ahmed bin Neccar da benim

dediğim gibi cevap vermişlerdir.» Evet bu cevaplar sahihtir. »



Ben derim ki: Evet. Hanutî'nin verdiği cevap birinci şahadeti o anki durum yalanlamadığı takdirde

doğrudur. Yok eğer o anki durum şehadeti yalanlarsa kabul edilmez ve icare bozulur. Nitekim

Hamidiyye'de de böyledir.

«Ona hüküm bitmiştir ilh...» Yani hükmün şartlan do tamam olmuştur. İbni Nüceym'in Fetevâ'sında,

Hanbelî Kadı'nın, akdin sıhhatine hükmetmesi onun, yani ziyadenin kabulün-e mani değildir. Zira o

sahih değildir. » denilmiştir.

Hamidiye'de de şöyle denilir: «İbnü Nüceym'in Feteva'sındaki ifade doğru değildir. Zira, Kadı'nın

hükmü ihtilafı ortadan kaldırır. Teemmül et»

Ben derim ki: İbni Nüceym'in muradı şudur: Hanbelî Kadı'nın icarenin sıhhatine ve onun ecr-i

misille olduğuna dair verdiği ilk hüküm, -Müftabih kavle göre- taliplerin çoğalması sebebiyle

meydana gelen ücret artışı yüzünden icarenin feshine mani değildir. Zira Hanbelî Kadı. ücret artışı

sebebi ile kiralama sözleşmesinin feshedilemeyeceğine hükmetmemiştir. Hanbeli Kadısı'nın önceki

hükmünün talep fazlığından doğan fiat artışından dolayı, icarenin feshine mani olması sahih

değildir. Evet, eğer Hanbelî Kadısı, şartların yerine getirerek hususî bir hadise sebebiyle arız olan

fiyat artışının ilgasına hükmederse, o zaman bu hüküm, ziyadenin kabulüne mani olur. Hanûti de

bunu Feteva'sında sarahaten zikretmiştir.

Hanûtî şöyle demiştir: «Şer't bir davadan sonra olsa bile Hanbelî Kidı'sının icarenin sıhhatine dair

verdiği hüküm, Hanefi Kadı'nın ücret artışını kabul etmesine mani değildir. Zira ücret artışının

kabulü ile fesih ayrı ayrı hadiselerdir ve o hadise ile hükmedilmemiştir.»

Hanutî bunun benzerini başka bir yerde de ele almıştır. Allame Kınalızâde'de bunu saraheten

zikrederek şöyle demiştir: «Hanbelî Kadı'sının;

«Bana göre şu icare ecr-i misille sabittir» veya «arız olan şu ziyadeyi ilga ettim.» sözleri kâfi

değildir. Zira, bu sözler, inkâr eden bir hasmın yüzüne karşı söylemedikçe yalnızca fetvadırlar, nafiz

olan hükümler değildirler.»

Bir Şafii Kadı, icarenin sıhhatine hükmetse; bu hüküm hususen ölümden sonraki icarenin sıhhatine

ait olmadıkça, Hanefi Kadı'nin ölüm sebebiyle icareyi feshetmesine mani değildir. Nitekim İbni Gars

da bunu açıkça ifade etmiştir. Dikkatli ol. Allah daha iyisini bilir.

CAİZ OLAN VE CEVAZINDA İHTİLAF EDİLEN İCARELER (KİRALAMALAR)

METİN

Dükkân veya evi, içinde ne yapacağını açıklamadan kiralamak sahihtir. Çünkü bu âdet olana

hamledilir. Buralarda kimin oturacağını beyan etmeden kiralamak da sahihtir.

Kiracı kiraladığı dükkân veya evde bir başkasını ücretli veya ücretsiz olarak oturtabilir. Nitekim

bunun izahı gelecektir.

Kiracı, dükkân ve evde istediği işi yapabilir. Oraya çivi çakabilir, hayvanını bağlayabilir, odununu

koyabilir, duvarı ile istincâ edebilir. Eğer zarar vermiyorsa sarnıç yapabilir. Zarar verse bile el

değirmeni ile unu öğütebilir. Fetva da bu kaville verilir. Kınye.

Ancak, kiracı; demirci, çamaşırcı veya değirmenci ise, malikin rızası olmadan veya bunları yapmayı

kiralama sözleşmesinde şart koşmadan kiraladığı yerde işleri yapamaz. Bu işler, binaya zarar

verdiği için malikin rızasına bağlıdırlar.

Kiralayan ile kiracı bu işlerin şart kılınıp kılınmadığında ihtilaf etseler, akdin aslını inkârda olduğu

gibi mal sahibi'nin sözü kabul edilir. Bu ihtilafta her ikisi de delil ikame ederlerse, kiracının delili

kabul edilir. Çünkü kiracı ziyadeyi isbat etmektedir. Hülasa

Hülâsa'da şöyle denilmiştir: «Adam bir binayı çamaşırcılık yapmak üzere kiralamışsa, eğer ikisinin

verdiği zarar eşitse, orada demircilik de yapabilir. Kiracı orada hakkı olmayan bir şey yaparsa, ücret

vermesi lazımdır. Eğer o işten dolayı bina yıkılırsa binaya zamin olur, ücret vermez. Çünkü ücret ile

dıman bir arada bulunmazlar.

Kiracı kiraladığı yerde kendisi oturabildiği gibi ücretle veya ücretsiz olarak bir başkasını da

oturtabilir. Kullanana göre değişiklik arzetmeyen bütün durum aynıdır. Bu meselede «Falan kimse

oturacaktın» şeklindeki bir kayıt, kulanışda fark olmadığı için geçersizdir. Fakat kullanana göre

farklılık arzeden şeyin hükmü böyle değildir. Hükmü ileride gelecektir.

Kiracı kiraladığı malı kira bedelinden daha fazlaya bir başkasına kiraya verirse, bu fazlalığı iki

mesele hariç tasadduk eder. Bunlardan birisi kiraladığı malı kira bedelinden başka bir cins malla

kiraya vermesi, diğeri de kiraladığı mala bir şey eklemesi veya onu onarması halidir.



Kiracının kiraladığı malı tekrar sahibine kiraya vermesi sahih değildir. Bu kiralama esah olan kavle

göre münfesihtir. Bahır. Cevhere'ye isnadla. Bunun hilafının daha doğru olduğu ileride gelecektir.

Dikkatli ol.

Bir tarlayı, ne ekeceğini beyan ederek veya. «Ben dilediğimi ekerim» sözleriyle kiralamak münazaa

olmayacağı için sahihtir. Fakat ne ekeceğini beyan etmeden veya, «Ben dilediğimi ekerim.»

demeden kiralamak ekeceği şey meçhul olduğundan dolayı fasittir. Fakat bu şekilde kiralanan

tarlaya tohumu serpmekle cehalet ortadan kalktığından dolayı fesad zail clur. Konuşulan ücreti

vermek gerekir. Sulama hakkı ve yol da kiraya aittir.

Kiracı, kiraladığı tarlayı; birisi baharda, birisi de güzde olmak üzere iki defa ekebilir.

Kiracının ekmek için kiraladığı tarlaya, sulama veya su kanalı açmaya muhtaç olduğu için o anda

ekin ekmesi mümkün değilse bakılır: Eğer kiralama süresi içinde ziraat yapması mümkün olursa

kıra sözleşmesi geçerlidir. Yoksa kira sözleşmesi geçerli değildir. Bunun tamamı Kınye'dedir.

İçersinde başkasının ekini olan tarlayı kiralasa eğer ekin bir hakka binaen ekilmişse hasad vakti

gelmedikçe o kiralama geçerli değildir. Vakti gelince adam, ekinini kaldırıp tarlayı teslim etmekte

emrolunur. Adam ekini biçip tarlayı teslim ederse kiralama geçerli hale gelir. Fetva da böyle verilir.

Bezzâziye.

Fakat içerisinde başkasının ekini olan tarlayı, geleceğe izafe ederek kiraya verse, o zaman mutlaka

sahihtir.

Eğer tarladaki ekin, haksız bir şekilde ekilmişse kiralama geçerlidir. Çünkü ekin ister yetişkin

olsun, ister olmasın, sahibinin ekini cebren tarladan kaldırtarak tarlayı teslim etmesi mümkündür.

Feteva-î Kari'l-Hidaye.

Vehbaniye'de şöyle denilmektedir: «Başkasının emtiasıyla meşgul olan binayı icare vermek

sahihtir. İcareden sonra emtianın sahibine binayı boşaltması emredilir. Kira süresi de binanın

teslimi ile başlar.»

Eşbah'ta da «Birisi bir tarafı dolu. bir tarafı boş bir binayı kiralasa, kira yalnız boş olan kısımda

geçerlidir.» denilir. Tafsilat çeşitli meseleler bahsinde gelecektir.

İZAH

«Ne yapacağını beyan etmeden ilh...» Yani dükkân ve ev gibi yerlerde. Orayı ne için kullanacağını

ylemeden kiralasa geçerlidir. Çünkü adet olan orada oturmaktır. Oturmakta ise fark yoktur. Minah.

«Oraya bir diğerini oturtabilir ilh...» Yani yalnız kendisinin oturması, şart kılınmış olsa da.

şeriyyüddin. Bu hüküm. ev ve dükkânlar içindir. T. Hizmet için icarladığı kölede de durum aynıdır.

Yani köleyi de bir başka-sına kiraya verebilir. Ama elbise ve binek veya yük için kiralanan hayvan

yle değildir. Kullanan kişinin değişmesiyle kullanışın değiştiği her şeyde hüküm böyledir.

Minah'da da böyle denilmiştir.

«Hayvanını bağlayabilir ilh...» Yani kiraladığı evin hayvan bağlamaya ait olan yerine bağlar. Çünkü

insanların oturacağı yere bağlanırsa oraya zarar verir. Nitekim Gayetü'l-Beyan'da da böyle

denilmektedir.

Sâyhânî de; «Kiraladığı evin su kuyusundan da faydalanır. Eğer kuyu bozulursa, onu onarması için

zorlanamaz. Orada tandır da yapabilir. Yapılan tandırdan evin bir yeri yansa, zamin değildir.» der.

Ben derim ki: Tandırı uygun olmayan yerde. mesela kolayca yanabilecek, ağaç gibi bir şeyin yanına

yaparsa, yandığı takdirde zamindir. Makdisî.

«Odununu kırabilir ilh...» Bu sözün. kendinden önceki ve sonraki kısım alınarak «Kırıldığı yerin

zarar görmeyeceği ve altında su mecrası bulunmayan yerde kırabilir.» şeklinde kayıtlanması

gerekirdi.

Ben Zeylaî'nin şöyle dediğini gördüm: «Bu sözden, yemek pişirmek için gerekli odunu kırabileceği

anlaşılmalıdır. Fakat âdet dışı ve kırıldığında eve zarar verecek şekilde bir odunu, mal sahibinden

izin alınmadan kırması caiz değildir. Çivi çakmanın da bu izah üzere anlaşılması gerekir.

«Zarar verse bile el değirmeni i(e ununu öğütebilir. Fetva da bu kaville verilir. Kınye ilh...» Ben

Kınye'de bu meseleyi görmedim. Fakat daha önceki bu mesele ise Hûlâsaya nisbetle Bahır'da

zikredilmiştir. Musannıf Minâh'ta ona, şarih de her ikisine tabi olmuştur. Ancak bu ifadede bir

düşme var. Zira benim Hülasa'da gördüğüm ifade şöyledir «Eğer zarar vermiyorsa el değirmeni

kullanmaya mani olunmaz; Ama zarar veriyorsa, mani olunur. Fetva da bu kavil üzerinedir.» Bunun

benzeri Zahîre'den naklen Şurunbulâliye'de de mevcuttur.



«Binaya zarar verdiği için ilh...» Zeylaî şöyle der: «Bunun özeti şudur: Binayı tahrib eden veya ona

zarar veren, hiçbir şeyi bina sahibinin izni olmadan yapamaz. Ama binaya zarar vermeyen her şeyi

de kayıtsız şartsız akitle yapma hakkına sahiptir.»

«Mâlikin rızasına bağlıdır ilh...» Yani mâlikin rızasına veya sözleşmedeki şorta bağlıdır. Ebussuud,

Hamevî'den naklen şöyle demiştir: «Bundan anlaşılıyor ki, oturulan ev, vakıf olduğu takdirde

mütevelli razı olsa bile adam eve zarar verecek şeyleri yapamaz.»

«Aktin aslını inkâr ettiğinde olduğu gibi ilh...» Zira söz mal sahibinindir. Aynı şekilde akitten bir nevi

inkâr ettiğinde de yine söz onundur. T.

«Hakkı olmayan bir şey yaparsa ilh...» Yâni icâre müddeti bittiği halde. Ama icare müddetinin bir

kısmı geçmiş olsa, onun ücreti düşer mi, yoksa vermesi gerekli midir? bu araştırılmalıdır. T.

Makdisî'den.

Üstâdımız bir kısmını tamamına kıyas ederek ücretin verilmesi gerektiğini söylemiştir.

«Ücret vermez ilh...» Yani zamin olduğu şeyde ayrıca birde kira ücreti vermez. Nihaye. Ama avluya

gelince, uygun olan onun karşılığında ücret vermesidir. Zahire'de de böyledir. Sâyihanî.

«Kullanışta ihtilaf olan şeyin hükmü bunun hilafınadır ilh...» Binmek ve giymek gibi.

«Başka cinsten bir mal ile iIh...» Yani kira ücretinin cinsinden olmayan bir mal karşılığı olursa yine

icarladığı şeyle birlikte kendi malından başka bir şey de ekleyerek kiraya verse daha fazla ücretle

icare akti yapılması caizdir. Dolayısıyla ücretin fazlası onun için helal olur. Hülasa'da da böyledir.

«Onda bir onarım yapsa ilh...» Yani evi badana etse veya oluklarını tamir etse, Değeri olan her iş

bunun gibidir. Zira, almış olduğu fazla ücret, yaptığı tamire karşılık tutulur. Mebsut'ta dayle

denilir. Binayı temizlemek onarım değildir. Su yolu açması halinde, Hassaf. «Ücretin fazlası helal

olur» demiştir. Ebu Ali en-Nesefî de, «Ashabınız bu hususta farklı görüştedir» der. Fakat ekin

ekmeyi kolaylaştırsa bile toprağı aktarmak fazla ücreti helal kılmaz.

İki odayı tek pazarlıkla kiralasa ve birisinde bir ilâve yapsa ve her ikisini de fazla ücretle kiraya

verebilir. Ama odaları ayrı pazarlıkla kiralamışsa, ancak ilave yaptığı odayı fazlasına verebilir,

diğerini veremez. Hülasa. Özetle.

«Malı kendi sahibine kiraya vermesi sahih değildir ilh...» Cevherede belirtildiği üzere, kabızdan

evvel de, kabızdan sonra da caiz değildir. Tercih edilen görüşe göre araya üçüncü bir adam da

girse kiracının malı sahibine kiraya vermesi yine sahih değildir. bu görüş, İmam Muhammed'den

rivayet edilmiştir. Fetva da bu görüşle verilir. Bezzaziye.

«Kiracı malı yine mal sahibine kiraya verirse esah olan kavle göre bu icare münfesihtir ilh...» Yâni

birinci kirâ sözleşmesi esah kavle göre münfesih olur. İkinci (kiracının mal sahibine kiralaması) ise,

zaten ittifakla münfesihtir.

«İleride gelecektir ilh...» Yani, Kitabu'l-İcârenin çeşitli meseleler bahsinde. Şarih orada «esah kavil»

ile «sahih kavil» arasındaki uyuşmayı zikredecektir.

Araziye ne ekeceğini söylemese cehâletten dolayı ilh...» Yani karşılığı olan bir akitte münâzaaya

götüren cehaleti. Zira bazı ekinler tarlaya zarar. bozıları da fayda verir.

«Onu ekmekle sahih hale gelir...» Yani istihsanen. Çünkü malı kullanmakla üzerine akit yapılan şey

malum olmuştur. Böylece sanki cehalet hiç yokmuş sayılır. Zeylaî'den kısaltarak.

Allâme Makdisî de şöyle der: Uygun olan bu kavli mal sahibinin müstecirin ne ekeceğini bilmesi ve

ona razı olması ve elbise icarında da elbiseyi kimin giyeceğini bilmesi ile kayıtlamaktır. Aksi halde

rızâ çıkması mümkündür.» T. Muhtasaran.

«Kiracı, su ve yol hakkına sahiptir îlh...» Yani kira sözleşmesinde su ve yol hakkı şart kılınmasa bile

bunlara hakkı vardır. Satış akdi ise bunun aksinedir. Çünkü kira sözleşmesi, menfaat için yapılır.

Menfaat de ancak su ve yol ile mümkündür. O halde, su hakkı ve yol, tabiî olarak kira sözleşmesine

girer. Satışa gelince, ondan kasıt, mülkiyettir, derhal faydalanmak değildir. Hattâ sıpanın ve çorak

toprağın satışı caiz olduğu halde icareleri caiz değildir. Minah. (Çünkü bunlarla hemen

yararlanılamaz.)

«İki defa ekebilir ilh...» Kınye'de şöyle denilir: «Tarlayı. dilediğini ekmek üzere bir seneliğine

kiralarsa, o zaman bahar ve güz ekini olmak üzere iki defa ekebilir.» Görülüyor ki, iki defa ekmek

ancak iki defa ekmeye müsait bir zaman için yapılan kiralamada farzedilir. Fakat yukanda mutlak

olarak zikredilmiştir. T. Bunun tamamı Kınye'dedir.



Kınye'de şöyle denilmiştir: «Tarlayı kışın dokuz aylığına icarlasa, ve kışın oraya bir şey ekilmesi

mümkün olmasa o zaman, müddet içersinde ekilmesi mümkün olan şeyi eker. Ama eğer toprağın

çorak olması gibi bir sebeple o tarladan faydalanmak kesinlikle mümkün değilse, o zaman o

kiralama fasittir. Kışın yapılan icare meselesine gelince, bunda vereceği ücret yalnız faydalanma

müddetinin değil, müddetin hepsinin karşılığıdır. Bazı alimler ise ücret, sadece faydalanma

müddetinin karşılığıdır demişlerdir.»

Ben derim ki: Şârih, icârenin feshi babında Cevhere'den naklen şöyle diyecektir: «Eğer su ancak

tarlanın bir kısmını sulayacak kadar gelirse, kiracı dilerse kiralananın tümünü fesheder, dilerse

feshetmeyerek ancak suladığı miktarın ücretini verir.»

«Başkasının ekini ile ilh...» Yani tarlada kiracıdan başkasının ekini varsa. Ama ekin kiracının

kendisine ait ise, bu kiranın sıhhatine mani olmaz. Burada «başkası»ndan maksat müstecirin

dışındaki -tarla sahibi de dahil- kimselerdir. Eğer ekin tarla sahibinin ise, bunun caiz olmasının şeri

hilesi şudur: Evvela tarladaki ekini malûm bir fiyatla kiracıya satar. Kiralayan parayı, kiracı da ekini

kabzeder. Sonra da tarlayı kiraya verir. Nitekim As'dan naklen Hülâsa'da dayle denilmiştir. İcare

aktinde, evvel müsakat akti yapmanın hükmü de böyledir. Nitekim biz bunu yerinde inceledik.

«Ekin haklı olarak ekilmişse ilh...» Yani fasid bile olsa icâre ile olması ve Hassaf'ın tercih ettiği

görüşe göre; vakıf arazisinin ecr-i mislinden aşağı bir fiyatla kiralamışsa gasıb sayılmaz. Ecr-i misil

vermesi lazımdır.»

Kâriü'l-Hidâye'nin Fetevâ'sında şöyle denilmiştir: Fasit bir icare ite bir tarla kiralayan kiracı oraya

ekin ektiği takdirde o ekin tarladan söktürülmez, yetişip hasat edilene kadar tarlada kalır. Fasit bir

akitle yapılan müsâkat da bunun gibidir.» T.

İleride geleceği üzere mustair( iyreti olan) da bu meselelerde kiracı gibidir. Buna göre mustairin

ekini de ecr-i misil vermesi şartıyla yetişip hasat edilene kadar tarlada bırakılır. '

«Geleceğe izafe ederek kiralarsa müstesna ilh...» Yani ekinin hasat edileceği ve tarlanın boşalacağı

bir zamana izafe ederek kiraya verse bu icare mutlak olarak caizdir. Yani ister tarladaki ekin bir

hakka binaen ekilmiş olsun, ister olmasın, ister hasat edilsin, ister edilmesin.

«Cebren ilh...» Yani cebir yoluyla ekin sahibinin ekinini kaldırması ve tarlayı teslim etmesi

sağlanabilir.

«Çeşitli meseleler bahsinde gelecektir ilh...» Yani Kitabu'l-İcârenin çeşitli meseleler bahsinde. Yine

gelecektir ki, Eşbah'taki ifadenin «Eğer adam bir arazi kiralasa ve bu arazinin bir kısmı boş. bir

kısmı da ekili olsa, ekili olan kısmı işgal edenden boşaltmak da o yere zarar verirse.» şeklinde

anlaşılması Vehbaniyedeki ifadeye aykırı değildir.

METİN

Bir yeri ağaç dikmek veya bina yapmak için kiralamak sahihtir. Aynı şekilde tuğla pişirmek. çömlek

yapmak, hayvanların gündüz istirahat etmesi ve gecelemesi için icarlamak da sahihtir. Ekin ekme

imkânı ister olsun ister olmasın, tarlanın teslimi ile de ücret vermek vacib olur. Bahır.

Anılan hususlarda kira süresi dolduğu zaman kiracı ağacı söker veya binayı kaldırır ve tarlayı boş

olarak teslim eder. Çünkü ikisinin de ekin gibi sonu yoktur. Ancak tarla sahibi, araziyi onlarla

birlikte ve onlarsız olarak değerlendirerek aralarındaki farkı zamin olmak suretiyle, tarladaki bina

veya ağacın sökülmüş haldeki kıymetini borçlanır ve ona malik olursa o zaman bunların sökülmesi

emredilmez. İhtiyar. Bunda da her iki tarafın menfaati vardır.

Bahır'da şöyle denilmiştir: «Bu istisna, (yani «zamin olursa» sözü) sökmenin kiracıya gerekli

oluşundan istisnadır. O halde bu ifade ediyor ki, tarla sahibi kiracıya onların kıymetini vermeye razı

olursa artık sökmeye lüzum yoktur. Şu kadar var ki, eğer sökme toprağa zarar veriyorsa, kiracı

istemese de onlara sahip olur. Zarar vermiyorsa, kiracının rızası ile temellük edebilir

Kiralayan, kira süresi bittikten sonra ağaç veya binanın tarlada kalmasına razı olursa, o zaman,

bina ve ağaçlar kiracının, yer de kiralayanın olur. Bu durumda da ağaç ve binanın sökülmesi

gerekmez. Eğer bu terk, ücretle olursa, kiralama olur. Eğer ücretsiz olursa, iare olmuş olur. Bu

durumda tarla sahibi ile kiracı bu yeri üçüncü bir şahsa kiraya verebilirler. Alınan ücreti. tarlanın

binasız kıymeti ve binanın arazisiz kıymetine göre aralarında taksim eder ve hisselerini alırlar.

Mücteba.

Kınye'nin vakıf bahsinde şöyle denilmiştir: «Kiracı vakıfa ait bir arsada vakıf nazırının iznini

almadan bir bina yapsa, icare müddeti bittikten sonra o binayı kaldırmak vakıf binasına zarar

verirse. vakıf nazın, yapılan binanın kıymetini yapana vermeye zorlanır. ilh...»



Birisi bir vakıf arazisini kiralasa ve orada ağaç dikse veya bina yapsa. icare müddeti bitince vakfa

zarar vermiyorsa, kıracı araziyi elinde tutarak ondan faydalanır. Yerin, kendilerine vakfedildiği

kimseler bunların kalmasını değil, sökülmesini isterlerse onların böyle bir haklayoktur. Kınye'de

de böyledir.»

Bahır'da şöyle denilir: Bununla muhteker arazi meselesi de anlaşılmış oluyor. (Muhteker arazı:

Kalıcı bir şekilde ağaç dikmek veya binâ yapmak üzere kiralanan arazidir.) Bu mesele Hassâf'ın

vakıflar bahsinde de nakledilmiştir.

Yonca ekmenin hükmü de -sonu olmadığı için- ağaç gibidir. İcare müddeti bittikten sonra o da

sökülür. Burada yoncadan maksat. yonca ve bunun gibi kökü devamlı olarak yerde kalan bitkilerdir

ki, onların yaprak veya çiçekleri toplanır satılır. Havuç, turp ve patlıcan gibi malum bir sonu olan

bitkilere gelince, uygun olan bunların da ekin gibi kabul edilme-sidir. Bunlar, icare müddeti bittikten

sonra ecr-i misliyle sonuna kadar kiracının elinde bırakılır. Bunu musannıf Kenz'in haşıyelerinde

araştırmış ve Hâniye'nin muamele bahsindeki ibare ile takviye etmiştir.

Ben derim ki: Burada musannıfın zikretmediği bir şey kaldı. O da, kamış gibi belirli bir sonu olan

fakat uzun zaman bekleyen bitkilerdir ki, bunun hükmü do ağacın hükmü gibidir Nitekim İbni

Çelebi'nin Feteva'sında da yledir. Hıfzedilsin.

Kira süresi bittiğinde ekin yetişmemişse. her iki tarafın hakkına riâyeten ecr-i misliyle ekin hasat

zamanına kadar tarlada bırakılır. Çünkü ekinin sonu vardır. Fakat ekin yetişmeden kiralayan veya

kiracıdan birisinin ölümü halinde kira sözleşmesi akdi münfesih de olsa, ekin, yukarıda-ki

meselenin aksine sözleşme sırasında konuşulan ücrette (ecr-i misille değil) hasat zamanına kadar

tarlada bırakılır. Zira kira süresi kaldığı müddetçe onu olduğu gibi bırakmak daha iyidir. Ama kira

süresi bittikten sonra hasat olmamışsa, o zaman ecr-i misille kalır. Bu meselede mustair de kiracı

gibidir. O halde ariyet olan (ölmüşse) tarla mustairin elinde ekin yetişene kadar ecr-i misille kalır.

Gasıba gelince, o zulmettiği için onu mutlaka söküp teslim etmesi emredilir.

Fukahanın, «Tarla, ecr-i misille kiracının elinde kalır.» sözünden maksat ya Kâdı'nın hükmüyle veya

tarafların kendi akidleri ile müstecirin elinde kalmasıdır. Çünkü ücret ya kâdı'nın hükmü ile veya

akit ile gerekli olur. Nitekim Kınye'de de böyledir. Hıfzedilsin. Bahır.

İZAH

«İstirahat ve gecelemesi için ilh...» Bahır sahibi bundan bahsetmiş, Turî de ona uymuştur. Bir yerin

adı geçen işler için kiralanmasının sıhhati üzerine Şihab-ı şiblî ve Hanutî de fetva vermişlerdir.

Bununla kastedilen şudur. İster ekimi mümkün olsun ister olmasın, su her tarafına ulaşsın veya

ulaşmasın, kiralanan yerin kullanma imkânının olması, ücreti gerekli kılar. Bahir sahibi bu sebeble

«onun sıhhatinde şüphe yoktur. Çünkü adam orayı sırf ziraat için kiralamadığı için suyun

ulaşmaması kira aktinin feshine sebeb olamaz.» demektedir.

Eşbah'ın vakıf bahsinde de bu icarenin sıhhatinin illeti üzermde uzun uzadıya durulmuştur. Hamevî

de, «Böyle bir icare hususunda bazı alimler tevakkuf etmişlerdir.» diyerek bu mesele üzerinde uzun

uzun durmuştur. Eşbah ve Hamevî'ye müracaat edilsin,

«İster ekme imkânı olsun, ister olmasın ilh...» Eğer sadece ziraat için icarlanmıyorsa, böyle bir

yerin icaresi de sahihtir. Ama eğer ekin için icarlamışsa mutlaka ekme imkânı bulunmalıdır. Nitekim

yukarıda geçti, ileride'de gelecektir. Dikkatli ol.

«Müddet bittiği zaman ağaç veya binayı kaldırır ilh...» Ama eğer ağaçta meyve varsa yetişinceye

kadar arazi, ecr-i misille müstecirin elinde bırakılır. T.

«Boş olarak teslim eder ilh...» Kiracının o yeri, bina veya ağacı söktükten sonra düzeltmesi gerekir.

Zira orayı tahrib eden odur. T. Hamevî'den.

«İkisinin de belirli sonu yoktur ilh...» Yani bina ve ağacın. Zira her ikisinin de bilinen bir sonu

yoktur. Ama ekin böyle değildir. Nitekim aşağıda gelecektir.

«Yıkılmış halindeki ilh...» Yani sökülmeye müstahak şeklindeki kıymetini verir. Çünkü onun kıymeti,

sökülmüşün kıymetinden daha azdır. Gasb bahsinde de yledir. Kuhistanî.

Şurunbulaliye'de de şöyle denilir: «Ağaç veya binanın sahibine onları sökmesi emredilir. Biz, niçin

«sökülmeye müstahak çeklindeki kıymetine» şeklinde tefsir ettik? Çünkü sökülmüş bir şeyin

kıymeti, sökülmesi emredilen bir şeyin kıymetinden daha fazladır. Zira onun sökülmesi için birtakım

zahmetler vardır.» Kifaye'de de böyledir.

«Tarlayı bina veya ağaçla birlikte ilh...» Yani, sökülmeye müstehak kıymetiyle. İşte bununla Aynînin



gasb bahsinde, «Bu onun sökülmüş şeklindeki kıymetinin dımanı değil, sökülmemiş şekildeki

kıymetinin dımanıdır. Zira onun sökülmüş haldeki kıymeti, bina ve ağacın sökülüp yere

konulduktan sonra takdir edilen kıymetidir.» kavliyle yaptığı itiraz def olunmaktadır.

Sanıyorum ki, Aynî bunu bina veya ağacın tarlada kalmaya müstahak şekildeki kıymeti şeklinde

anlamıştır. Halbuki maksat ne bu ne de ikinci zikrettiğidir. Aksine maksad, şerhin yukarıda

zikrettiğidir. Düşün.

«İkisinin hakkına da riayet vardır ilh...» Zira biz, «Kiralayana, kira süresi bittikten sonra yeri teslim

alması, kiracıya da bina veya ağacın sökülmeye müstahak haldeki kıymetinin verilmesi icab eder.»

dedik.

«Bahır'da ilh...» Bu durumda sözün ifade ettiği şudur: Yer ister bina ve ağacın sökülmesinden zarar

görsün. ister görmesin. Kiralayan, kiracıyı zorluyarak bina veya ağaca sahip olabilir. Halbuki,

durum hiç de öyle değildir. Yani kiralayan ancak ağaç veya binanın sökülmesi, tarlaya bir nakıse ve

zarar getiriyorsa zorla temellük edebilir. Bundan ötürü de, Zeylaî ve Hidaye'nin şerhlerinde, bazı

alimler, «sökmek zararlı ise, kiralayanın zarara uğramaması için istimlak hakkı vardır: Burada

kiracıya da hiç bir zarar yoktur. Zira söz sökülmeye müstahak olan hakkındadır. Kıymet onun yerine

kaim olmaktadır. Eğer onların sökümüyle, tarla zarar görmüyorsa. kiralayan ağaç ve binayı ancak

kıracının rızası ile istimlak edebilir. Zirâ her ikisi de mülkün sübûtunda ve birinin diğerine tercih

edilmemesinde eşittirler.» demişlerdir.

Bilindi ki; Bahır sahibinin; istisnanın merciini beyandan sonra «Zeylaî ve başkalarının yaptıkları gibi

bu yoruma ihtiyaç yoktur» demesi açık değildir. Bununla birlikte Bahır sahibi ikinci defa o yoruma

mecbur kaldığı için tafsili zikretmiştir. Nitekim bizim şarihimiz de «Şu kadar var ki» sözü ile Bahır

sahibi gibi yapmıştır. Dikkatli ol.

Bu izaha bu babtan evvel, «Fetvalar da olan hükümler şerhteki, hatta metinlerdeki hükümlere

muhaliftir.» sözüyle işaret edilmiştir. Biz de orada musannıftan naklen şahsa ait «mülke ve vakfa

şamil olur.» demiştik.

«Ağaç ve bina tarlada ücretle kalırsa ilh...» Yani onların tarlada kalması için yeniden icare akti

yapılır. T.

«Muir ile müstair ilh...» Bu söz «aksi halde iare olur» sözüne bağlıdır. Zira, eğer kiracının elinde

ücretle terkedilmiş olsa, artık toprak sahibine bir hak kalmaz.

«İlaahirihi ilh...» Kınye'deki ifadenin tamamı şöyledir: «Kiracının kiraladığı vakıf araziye, eğer tarlaya

zarar vermiyorsa, mütevellinin sarâhaten izni olmasa dahi, ağaç ve bağ dikmesi caizdir. Ama su

havuzu kazması caiz değildir. Mütevellinin izin vermesi, ancak vakfa fazladan bir hayır getirmesi

halinde helâldir. Bu da eğer orada tamire karar verme hakkı olmadığı takdirdedir. Ama eğer

mütevellinin böyle bir karar hakkı varsa, o zaman havuz yapmak, ağaç dikmek ve vakıf toprağından

duvar yapmak caizdir. Çünkü bu gibi şeylerde delâleten izin mevcuttur. » Bahır.

«Vakıf arazisini kiralasa ve oraya ağaç dikse...» Musannıfın burada vakıf kaydını koyması;

Hayriye'de Havi-i Zahidî'den onun da Esrar'dan naklettikleri şu söz içindir: «Vakıf arazisinin aksine

birisinin mülkünü kiralamış olsa, malik, eğer tarladaki ağaç veya binanın kalmasını istemezse de

mutlaka sökülmesini arzu ederse kiracı onu elinde tutamaz. Ağacın kıymeti arazinin kıymetinden

fazla değilse, kiracıyı onları sökmeye mecbur eder. Ama ağaçların kıymeti tarlanın kıymetinden

fazla olursa o zaman kiracı mâlike, yerin kıymetini öder, ağaçlar ve yer, kiracının olur. Ama eğer

yerin kıymeti ağaçların kıymetinden fazla ise, o zaman tarla sahibi, dikilen ağaçların» kıymetini öder

ve tarla ile birlikte ağaçlar da onun olur.» Ariyede de hüküm böyledir.

«Kınye'de böyle denilmiştir ilh...» Bu ifade ile musannıfın işaret ettiklerinin hepsine işaret

edilmiştir. Feteva-i Hayriye sahibi de. «Sen de biliyorsun ki şeriat, bilhassa insanların işledikleri

zararı yasaklar. Tarladaki ağaç veya binayı sökmekte de halka zarar vardır.» diyerek musannıfın

dediği ile fetvâ vermiştir. Resulullah (s.a.v.): «Zarar vermek ve zarara zararla mukabele etmek

yoktur.» buyurmuştur.

Hamidiye'de de bu şekilde fetva verilmiştir. Ancak Hayriye'nin başka bir yerinde de bunun hilafına,

«Ağaçlar sökülür, tarla, yer vakıf nazırına teslim edilir. Nitekim bütün metin sahipleri böyle

demişlerdir.» denilerek fetva verilmiştir.

Ben diyorum ki: Metinlere zıt olan yerde onlara muhalif olan görüşle fetva vermek nasıl caizdir?

Üstelik bu da Kınye'nin sözündendir. İbnû Vehban ve başkalarının dedikleri gibi; diğerlerine zıt

olduğu takdirde, Kınye'deki ile amel edilmez. Metinlerdeki hükmü şarihler ve fetâvâ sahipleri de



ikrar etmişlerdir. Ancak onlar mucirin müstecire cebrederek, tarladaki bina ve ağaçları istimlak

etmesi konusunda ihtilaf etmişlerdir. Zira bu meselede şerhlerdeki fetevâ sahiplerinin ittifak

ettikleri kavil üzerine takdim edilmiştir. O zaman hepsinin üzerinde ittifak ettikleri görüşü takdim

etmek daha evlâdır. Keşke musannıf bunu metinde zikretmeseydi.

Ebussuud'un Miskin haşiyesinde, «Kınye'deki ifade kıracının elinde kalmasının şart koşulması

halinde farzedilir» sözü ve metinde geçen, «Ağacın devamlı kalması şart kılınmadığında mal

sahibinin rızası şarttır» ifadesi, ihtilâfı ortadan kaldırmaz. Zira metinlerdeki ifade mutlak ve onların

mefhumları da hüccettir. Üstelik denilebilir ki, ağacın ecr-i misille tarlada kalmasının şart koşulması

akdi ifsad eder. Zira bu her ne kadar onun vakfı istila etmesine sebeb olmasa da, yinede müstecirin

onda menfaati vardır. Zamanımızda görüldüğü gibi kiracının onda menfaati vardır. Zamanımızda

görüldüğü gibi kiracının ondaki tasarrufu mülkündeki tasarruf gibidir. Kiracı; az ve değersiz bir

ücretle o araziyi kiralayarak kendisinden daha fazlasının alınmasının da zulüm ve bühtan olduğunu

iddia eder hole gelir. Bunun menşei ise. -Allah onların gözlerini kör etsin- vakıf nazırlarıdır. Zira

onlar, «hizmet» ismi vererek rüşvete tamah ederek vakıflara bu fenalıkları yapmaktadırlar.

Şunu da ilave edebiliriz ki, Kınye'deki ifade. ileride geleceği üzere Hassaf'ın zikrettiği ile takviye

edilerek olsa ve metinlere, şerhlere ve fetavalara karşı murazı olabilmesi farzedilse bile yine de

onunla fetva verilmez. Zira yukarıda geçti ki; alimlerin ihtilaf ettikleri meselelerde, vakfa en faydalı

olan görüşte fetva verilir. Bu esasa binâen alimler kira süresi içinde ecr-i mislin artması halinde,

kiralamanın feshi ile hükmeden kavlin daha sahih olduğunu söylemişlerdir. Bunların hepsinde,

zamanımızda uygulama hep bu esasın aksine olmaktadır. Hattâ Kadı'lar, vakıf aleyhine kendi

mezheplerinde bile hile bulamadıkları yerde. diğer bir mezhebe baş vuruyorlar. İşte bundan dolayı

iş, vakıfları istila haline geldi. Camilerin yıkılması, medreselerin ve alimlerin yok olması, vakıftan

faydalanacak müstahıkların ve vâkıfların çocuklarının fakir düşmesinin sebebi de budur. Hatta halk

arasında birisi, vakıfların bu durumunu konuştuğu zaman onun sözünü çirkin bir söz kabul

ediyorlar. Saydıklarımız eski bir beladır.

Allame Kınalızade' özetle şöyle demiştir: «Vakıf arazisi üzerinde bina yapmak ve ağaç dikmek

meselesi memleketlerde özellikle Dimişk (Şam) do çokca vaki olmaktadır. Zira orada meyve

bahçeleri çoktur, ekserisi de vakıftır. O ağaçları toprağı kiralayan müstecirler dikmiş ve kendilerine

mürk edinmişlerdir. Çoğunun kirası da ecr-i misilden çok azdır. Bu azlık ya başlangıçtan itıbarendir

veya talipleri çoğaldığı için sonradan olmuştur. Şehirlerdeki vakıf dükkânlarının durumu da aynıdır.

Mütevelli veya Kadı onların icarlarını ecr-i misle yükseltme talebinde bulunduklarında kiracılar

zalim oldukları halde kendilerinin zulme uğradıkları havasına girerler. Bu, şarihin şu sözüne

benzer: «Sen muhibbini şikâyet edersin. Zalim olduğu halde o da şikâyet eder. Kendi sesi atıcıları

sağır ettiği halde, onların gürültücü olduğunu söyleyen yay gibi...»

Bazı yetkili ve ileri gelenler, fiyatların yükselmesinin halk içinde fit-neyi tahrik edeceğini, doğru

olanın işleri olduğu gibi bırakmak olduğunu, işlerin en kötüsünün sonradan çıkanlar olduğunu

zannederek bu vakıf kiracılarına yardım ediyorlar. Halbuki bilmezler ki; en büyük kötülük şeriatı

uygulamamaktır. Yine hiç bilmezler ki, ümmet bozulduğu zaman sünneti ihya etmek cihadın en

faziletlisi ve Allah'a yaklaşmanın en iyi yoludur. O halde âdil, alim her Kadı'nın ve zalim olmayan

güvenilir vakıf nazırlarının üzerine düşen, vakıfların hakkını korumaktır. Şöyle ki, eğer ağaç ve bina

söküldüğü günde daha çok kira getirecekse ya kira sözleşmesini feshetmeli ve bunlar sökülmeli ya

da kira yükseltîlmelidir. Çünkü ağacı veya binayı sökmek yere çok az zarar verir. Çok defa ağaç ve

binayı vakıftan kaldırmak vakfa daha faydalıdır ve vakfa rağbeti artırır.

MUHTEKER YER VE İSTİHKARIN MANASI

«Muhteker yer ilh...» Hayriye'de şöyle denilir: «İstihkâr; bir toprağı, üzerinde yapılan binanın ve

dikilen ağacın veya ikisinden birisinin orada uzun zaman kalması için icarlamaktır.

«Hassaf'ın vakıflar bahsinden nakledilmiştir ilh...» Bu cümleden maksat da Kınye'deki meseleyi

takviyedir. O halde, bu söz, metinlerin ifadesini tahsis etmektir. İlleti de şudur: Sökmekte bir fayda

olmadığı için her iki tarafa zarar vermeden menfaatlerini gözetme ve riayet etme imkânının mümkün

oluşudur. Zira eğer bina ve ağaç sökülmüş olsa, o tarla daha fazla ücretle kiraya verilemez. Buna

göre: eğer kiracı ölmüş olsa, varisleri murislerinin kiraya verdiği araziyi ellerinde tutma hakkına

sahiptirler. Ama eğer kiracı veya varisinin müflis olması, muamelesinin kötü olması vakfa zorla

sahip olmasından endişe edilmesi gibi bir sebeple vakfa zarar gelmesinden korkulursa kendilerine

vakf edilen kimseleri, o yeri, adı ve vasfı geçen kiracının elinde bırakmaya zorlanamazlar. Remli,

özetle.

Remlî. Feteva'sında, muhtekire, arazi hususunda, ecîrin Dımanı babından hemen önce bunun



aksine fetva vererek şöyle demiştir: «Alimlerin ifadelerinin mutlak oluşundan anlaşıldığına göre,

vakıf nazırı binayı kaldırmayı ve yeri boş olarak teslim etmeyi kiracıdan talep etme hakkına sahiptir.

Aşikârdır ki, zarar şimdi muhakkaktır. İs'afta da serahaten şöyle denilmektedir: «Eğer kiracının

vakfa bir zarar vereceğinden korkulursa, Kadı kiralamayı iptal eder ve malı onun elinden alır.»

Artık nasıl olur da kira süresi bittikten sonra ona kiraya verilir?!!!

«Yonca ekmenin hükmü ilh...» Bu mesele de metinlerin meselelerindendir. Musannıf, bu mesele ile

bundan evvelki mesele arasını Kınye'nin ibaresi ile ayırmıştır. Musannıfın «ağaç gibidir» sözünün

manası, mal sahibinin ağacın kıymetini borçlanması hariç, icare verilen araziye dikilen ağacın

kaldırılmasının hükmü gibidir. İşte bununla açığa çıktı ki şârihin «müddet geçtikten sonra yonca vs.

kaldırılır.» kavli sahih bir tefricdir. Kınye'deki ifade üzerine tefric değildir. Sen anla.

«Veya çiçekleri ilh...» Evlâ olan semeresi diye tabir etmesiydi. Zira semeresi deseydi hem çiçeğe,

hem de başkalarına şamil olurdu. T.

«Turp da olduğu gibi ilh...» Çünkü turp ve havuç kökü uzun zaman yerde kalıp semere veren

bitkilerden değildir. Onlar tek bir kere sökülürler, sonra da yerlerinde onlardan bir şey kalmaz.

«Haniye'nin muamelesi ilh...» Muameleden maksat, müsakattır. Hindiye'de şöyle denilmiştir: «Birisi

diğerine yonca gibi kökü birkaç sene yerde kalacak bir bitki ekmesi için bir yer verse. veya

üzerinde böyle bir bitkinin kökü olan bir yeri icarlarsa, icare müddetini de konuşmasalar, bakılır:

Eğer o bitki, ilk bitiş vakti ve kesilmesinin sonu için belli bir zaman olmayan bitkilerden ise, bu

muamele fasittir. Ama eğer kesilme vakti belli ise, caizdir. Kira sözleşmesi de meyveli ağaçta

olduğu gibi birinci kesimin üzerine vaki olur.» T.

«Ben derim ki ilh...» Bazı memleketlerde patlıcan da bu kabildendir. Sayıhanî.

«Tarlada bırakılan ekin gibi olması uygundur ilh...» Yani ya Kadı'nın hükmüyle veya mucirin

rızasıyla bırakılır. Nitekim ileride gelecektir.

«Her iki tarafın hakkına da riayeten ilh...» Kiralayanın hakkına riayet, ecr-ı misli vermek, kiracının

hakkına riayet ise, ekinin yetişinceye kadar tarlada bırakılması ile olur.

«Birisinin ölümü bunun hilafına ilh...» Bu mesele ile önceki mesele arasındaki fark, şarihin ileride

işaret edeceği gibi şudur: Kiralama süresinin bitiminde, üzerinde anlaşacakları bir hüküm

kalmamaktadır. Çünkü sürenin bitimi ile akit sona ermektedir. O halde. yani bir zaman tayinine

ihtiyaç vardır. Ama kira süresinin bitiminden evvel böyle değildir. Çünkü onların akit sırasında

anlaştıkları müddetin bir kısmı daha geridedir. Bu sürenin hükmü ortadan kalkmamıştır. Bunun için

de ikinci bir süre tesbitine ihtiyaç yoktur. İtkanî.

«Kira sözleşmesi münfesih olsa dahi ilh...» Bu kavil Cevâhirü'l-Feteva'nın beşinci babındaki şu

söze muhaliftir. «İki kiracı bir adamdan bir yer kiralasalar, sonra kiracılardan birisi ölse ekin tarlada

olduğu takdirde onun ölümü ile kira akti iptal olmaz. O tarla ecr-i misille değil, akitte konuşulan

ücretle varislerine bırakılır. Sahih olan da bu kavildir. Ama süresi dolan icâre yle değildir. ilh...

şârihin kiralananın iptali babında Minye'den naklen zikredeceği, «Tarla ekin yetişinceye kadar akitte

konuşulan ücretle onların elinde kalır.» kavli de bunun benzeridir. Düşün.

Sonra ben Bidâye'de şöyle gördüm: «Akitte konuşulan ücretin vacib oluşu istihsandır. Kıyas ise

ecr-i mislin vacib olmasını gerektirir. Çünkü akit hakikaten münfesih olmuştur. Ancak biz bu akti

hükmen devam ediyor kabul ettik. Hükmen ikba edilen akit ise şüpheli akte benzemektedir. Şüpheli

akit olunca do ecr-i misil gerekir. Süre bittiktten sonra ondan faydalandığı takdirde ecr-i misil lazım

geldiği gibi burada da ecr-i misil lazımdır.»

0 halde Cevahirü'l-Feteva'daki, «Ölümle akıt münfesih olmaz.» sözü ile şarihin Münye'den naklettiği

«akit kalır.» sözünün manâsı; akit hakikaten değil, hükmen baki kalır olmaktadır.

TENBİH : Mucir ile müstecir, tarlada bakla ekili olduğu halde icare aktini feshetseler, bazı alimler

tarafından tarlada bırakılmayacağı söylenmiştir. Diğer bazı alimler ise, baklanın tarlada

bırakılabileceğine kail olmuşlardır. Zahire.

Bezzâziye'de sadece birinci görüş verilmiştir. Çünkü müstecir fesih cihetine giderek tarlanın

teslimine razı olmuştur.

«Ekin yetişinceye kadar ecr-i misille kalır ilh...» İster ona bir vakit tayin edilsin, ister edilmesin. Bu

sözde tarlayı ekin için iyreti aldığına, işaret vardır. Ariyet bahsinde geçtiği gibi, toprağın binâ veya

ağaç dikmek için istiare edilmesi sahihtir. Tarlayı ariyeten veren kişi dilediği zaman geri almak ve

ağaç binayı söktürmek hakkına sahiptir. Ancak, torla veya binanın sökülmesi tarlaya zarar verdiği



takdirde bunlar sökülmüş haldeki kıymetleri ile mülk sahibine terkedilir. Eğer tarlayı iyreti verdiği

zaman ariye müddetini tayin ve tesbit etmişse, müstaire söküm sebebiyle meydana gelen

noksanlığı öder. Bu meseleyi daha önce anlatmıştık.

«Mitlaka ilh...» Yani ektiği ekin yetişmese dahi ekinini kaldırması emredilir. T.

«Ücret vacib değildir ilh...» Bu kavil, sonra gelen alimlerin istisna ettikleri vakıf, gelir için

hazırlanmış bir mal ve yetim malının dışındaki mülklerle ilgilidir. Zira süre bitip de ekin yetişene

kadar tarlada bırakıldığı zaman süreden fazla olan zaman için mutlak olarak ecr-i misille hükmedilir.

Şurunbulaliye.

METİN

Hayvanın binmek ve yük taşımak, elbisenin de giymek için kiralanması sahihtir. Ama hayvanın sırf

yedekte çekilmek üzere kiralanması ve binmek için değil de, sırf halkın «falan kimsenin de atı var»

demeleri için kapının önüne bağlamak üzere kiralanması sahih değildir. Evini veya dükkânını

süslemek için elbise veya kumaş kiralamak da caiz değildir. Zira yukarıda ifade ettiğimiz üzere

bunlar maldan kasdedilen menfaatlerden değildir. Mallar bu şekilde kiralandığında icare akti fasit

olduğu için ücret yoktur.

Namaz kılmak için bir ev, koklamak için esans, okumak üzere kitap -velev şiir kitabı veya musannıf

olsun- kiralamak da sahih değildir. Şerhu Vehbâniye.

Birisi kimin bineceğini veya giyeceğini kaydetmeden bir binek veya bir elbise kiralasa, dilediğini

bindirebilir, dilediğine giydirebilir. İlk binen veya ilk giyen, akit yapılan kimse olarak teayyün eder.

Adam kimin giyeceğini veya bineceğini beyan etmeden kiraladığında cehaletten ötürü kiralama

geçersiz olur. Ama kendisinin binmesi veya bir diğerini bindirmesi halinde binen kimse taayyün

ettiği için batıl kiralama sahih kiralamaya dönüşür.

Bineği veya elbiseyi falan kimse binecek veya giyecek diye kayıtlayarak kiralasa, sonrada tayin

ettiği kimseden başkasını bindirse veya başkasına giydirse, bunlar telef olduğu takdirde

kıymetlerini öder. Kiralanan malı teslim edecek olursa da ücret gerekmez. (Zira gasıb olduğu için

menfaati zamin değildir.) Ama dükkân bunun hilafınadır. Çünkü kiraladığı dükkâna bir demirci

oturtsa o zaman dükkânı teslim edince ücret vermesi hükmedilir. Hem de demircilik dükkâna bir

zarar veremez. Çünkü ücret dımanla birlikte gerekmez. Gaye'de de böyle denilmiştir.

Çadır gibi kullanana göre farklılık gösteren şeylerin hükmü de elbise ve hayvanın hükmü gibidir.

Ama kullananın farklılığı ile kullanılışı değişmeyen nesnelerde kullanacak kişiyi kayıtlamak batıldır.

Meselâ, bir binayı birisinin oturması şartıyla kiralasa, o adamı değil de bir başkasını oturtması da

caizdir. Bölümün başında geçtiği üzere kullanışı şahsa göre farklı olmayan mallarda takyid faydalı

değildir.

Hayvanı, yükleyeceği yükün çeşit ve miktarını tayin ederek kiralarsa meselâ beş ölçek buğday

yükleyeceğim diye tutsa aynı ölçüde olmak kaydıyla buğday ağırlığındaki veya daha hafif olan

başka bir malı yükleyebilir. Ama tuz gibi daha ağır bir nesneyi yükleyemez.

Bunda asıl kaide şudur: Yapılan akitle takdir edilen bir menfaati hak eden kimse o menfaatte veya

onun misli yada ondan aşağısı ile menfaatlenme hakkına sahiptir. Ama ondan fazlası ile

faydalanması caiz değildir. İşte, buğday yüklemek üzere kiraladığı hayvana buğday ağrılığında

-esah kavle göre- pamuk yüklemesi caiz olmaz. Arpa yüklemesi ise caizdir.

Kendisi binmek üzere icarladığı hayvanın terkisine kendi kendine tutunabilen bir başkasını daha

bindirse ve hayvan da telef olsa, hayvanın yarısını öder. Burada ağırlığa itibar edilmez. Zira insan

tartılacak bir şey değildir. Eğer hayvanın iki kişiyi taşımaya gücü yetiyorsa hüküm böyledir. Ama

eğer hayvanın iki kişiyi taşımaya gücü yetmiyorsa her halükârda hayvanın tamamına zamindir.

Nitekim ata binen adamın, omuzuna bir başkasını bindirdiğinde, at ikisini taşıyabilse bile atın

tamamına zamin olur. Çünkü yükün hepsi aynı noktaya toplanmaktadır.

Kitabın yazıldığı tarih gözönüne alınmalıdır.

Eğer terkisine aldığı kimse kendi başına duramayan bir çocuk ise, hayvan öldüğü takdirde çocuğun

ağırlığı miktarında zamin olur. Fazla-dan yüklenen şey, devenin yavrusu gibi hayvan sahibinin

mülkü de olsa. hayvana başka bir şey yüklendiğinde de durum aynıdır.

«Ağırlığı miktarında» sözünden maksat, çocuğun tartılarak ağırlığının tesbit edilmesi değildir. Onun

yükü ne kadar fazlalaştırdığını bilirkişilerden sormaktır.

Adam yük yüklenecek yere binerse hayvanın tamamına zamin olur. Ata binen adam üzerine her



zaman giydiğinden daha fazla elbise giyse. halk o kadar elbise giyiyor olsa bile, giydiği fazlalık

miktarınca hayvan zamin olur. Mücteba.

Gitmek için kiraladığı yere ulaştıktan sonra hayvan ölse kendisi bindiği için ücretin tamamını

vermesi gerekir, başkasını bindirdiği için de hayvanın kıymetinin yansını öder. Hayvanı kiralayan

onun kıymetini ödedikten sonra terkisine aldığı adamdan bir şey alamaz. Ama terkisine binen adam

kiracıdan kiralamış ve hayvanın kıymetini ödemişse birinci müstecirden verdiğini alır. Eğer

müstecir değilse, hiç bir şey alamaz.

Musannıfin «helak» ile kayıtlamasından anlaşılıyor ki, eğer hayvan ölmezse, o zaman yalnız akitte

konuşulan ücreti verir. Musannıfın «terkisine alması» ile kayıtlamasının sebebi de, eğer adamı

eyere oturarak kendisi terkiye binmişse, gasıb olduğu için ücret vermesinin gerekmediğine

işarettir. Bu durumda hayvan ölürse ücret vermez, gasıb olduğu için yalnız hayvanın kıymetini öder.

Bahır. Gayetü'l-Beyan'dan.

Siracü'l-Vehbac'ta Müşkil adlı kitaptan naklen yukarıdakine muhalif bir ibare vardır. Her iki kavil de

fukuhanın kavli olduğundan fetva zamanında düşünmek lazımdır. Halbuki Eşbah ve diğer muteber

kitaplarda da «ücretle tazminatın bir araya gelmeyeceği» söylenmiştir.

İZAH

«Hayvanın binek ve yük taşımak ilh...» Şu kadar var ki: hayvanı yük taşımak için kiralasa, binek

olarak da kullanabilir. Ama aksi caiz değildir. O halde eğer üzerine yük yüklemiş olsa, ücret

vermesi lazım değildir. Çünkü binmeye de yükleme denilir. Zira, «onunla birlikte başkasını da

yükledi.» denilebilir. Ama bunun aksi söylenemez. Bahır, Hülâsa'dan özetle.

Yine Bahır'da İmaadiye'den naklen şöyle denilmektedir: «Bir yerden evine buğday taşımak için bir

tam günlüğüne bir hayvan kiralasa, hayvana buğdayı yüklese ve evine bırakıp dönerken her

defasında hayvana binse; Razî, «Eğer hayvan helâk olursa, zamin olur.» demiştir. Çünkü kendisi

binmek için değil, buğdayı taşımak için icarlamıştır. Ebüleys ise, «İstihsana göre zamin olmaz.»

demiştir. Çünkü adet öyle caridir. O halde sarahaten olmasa bile delaleten binmesine izin vardır.»

Velhasıl fakihler kişinin yük taşımak için kiraladığı hayvana binebileceği hususunda ittifak

etmişlerdir. Şu kadarı vâr ki, Razî; binmeyi ve yüklemeyi birlikte yapmama kaydını koymuştur, Fakih

Ebülleys ise bunu umumileştirmiştir. Yani, «yük taşımadığı zaman hayvana binebilir de» demiştir.

«Elbisenin de giymek için ilh...» Elbisenin kiralanmasında, giymese dahi -mesken de olduğu gibi-

giyebilme imkânının olması kâfidir. Hayvanda ise, yükleme veya binme imkânının verilmesi ücret

için kâfi değildir. Hadiye'de ki, «Adam belli bir yere gitmek için bir hayvan kiralasa, şehirde onu

evinde tutsa, ücret vermesi gerekmez. Ama helak olduğu takdirde o hayvan zamindir.» Sözü bunu

ifade etmektedir. Bahır. Özetle.

«Binmek için değil ilh...» Bunun mefhumu açıkça zikredilmemiştir. Bunun mefhumu ifade ediyor ki,

hayvanı hem binmek, hem de yanında çekmek için kiralasa, bînmeye itibarla kiralama sahihtir.

Binmenin dışındaki şey de binmeye tabidir. Araştırılsın. T.

Ben diyorum ki: Hülasa ve Tatarhûniye'de bu meselenin benzerleri serdedildikten sonra. «Bu

şekilde kiralamak fasittir. Onun ücret vermesi de gerekmez. Ancak hayvanı yanında çekmek için

kiralayan kimse, bazen de faydalanmak maksadını taşıyorsa o zaman sahih olur.» denilmiştir.

Bunun zahiri şudur: Halyle olunca odam binmeyi ve benzerini anmasa dahi ücret vermesi

lâzımdır. O halde hem binmek ve hem de yanında çekmek için kiralarsa ücret vermesi hayda hayda

gereklidir. Bu, ücretin vacip olması yönündendir. Akdin sıhhatine gelince; o, menfaatin beyanına

bağlıdır. Yani menfaati beyan ederse sahihtir.

«Namaz kılmak için bir ev ilh...» Haniye'de şöyle denilmiştir: «Bir kimse bir müslümandan namaz

kılmak için bir oda kiralasa» İbni Vehban;

«müslüman'dan kelimesi ile kâfiri hükmün dışında tutmuştur. İbni Şıhne de, «Uygun olan, bunun

mefhûmunun terkedilmesidir. Çünkü burada namaz için bir oda kiralamanın caiz olmamasının

sebebi, sürenin belli olmayışındadır.

Ama eğer süre bilinirse, sahihtir. Aynı şekilde, eğer menfaat kasdedilmiyor denilse bile yine

sahihtir.» demiştir.» Özetle.

Ben derim ki: Tatarhaniye'de şöyle bir ifade vardır. «Bir zımmî, diğer blr zımmiden ibadet etmek

üzere bir oda kiralasa, bizim hukukumuza göre caiz değildir. Yine bir zımmi bir müslümandan

ibadet etmek için bir kilise kiralasa, yine caiz değildir. Ama şehir dışında olursa caizdir. Bir

müslümanın diğer bir müslümandan mescit yapıp namaz kılmak üzere bir yer kiralaması, Hanefi



fukahasının kavline göre caiz değildir. Yine zımmi bir kimseye kendilerine ibâdet ettirmesi için

kiralarsa, caiz değildir.» Özetle.

Tatarhaniye'nin bu ifadesinde açıkça «müslüman» kelimesinin, kâfiri hükmün dışında tutmak için

bir kayıt olmadığı görülüyor. Kiralamanın caiz olmamasının sebebi de Haniye'de zikredilen sürenin

belli olmayışı değildir. Tatarhaniye'nin ifadesi, binayı, namaz kılmak için kiralamanın -vakti açıklasa

bile- caiz olmadığını gösteriyor.

«Okumak üzere kitap ilh...» Zira okumak; Kur'anı okumak gibi sevapsa veya şarkı okumak gibi

ma'sıyetse, bunun üzerine kira caiz değildir. Bu kitap şiir veya edebî bir kitap gibi okunması mubah

olanlardan ise, zaten icareden evvelde onu okumak mübahtır. öyleyse onu kiralamak caiz değildir.

Eğer kira aktedilmişse, o akit, onun taşınması ve yapraklarının çevrilmesi için aktedilmiş olma

gerekir. Halbuki bunlar için icare aktedilemez. Akitte, yaprakların çevrilmesi açıkça zikredilmiş olsa

bile yine caiz değildir. Çünkü kiralık olarak alanın yaprakları çevirmesinde bir menfaati yoktur.

Velvarliciye.

«Kaydetmeden ilh...» Bu söz herhangi bir ilâvede bulunmadan sadece «binmek» ve «giymek»

sözleri gibi mutlak anlama gelebileceği gibi «Dilediğimi bindiririm ve giydiririm» demesi gibi genel

anlama da gelebilir. Burada kasdedilen de budur. Nitekim Şârihin, sonraki. «beyan etmese de»

sözüyle muradı da birinci kavildir. Şu kadar var ki, her iki tabirde de kapalılık vardır.

0 zaman, mutlak ile genel arasındaki fark şudur: Mutlak zikredildiği zaman, -meselâ- iki şahısın

bineceği iki ayrı cins gibi olmaktadır. O zaman da üzerinde akit yapılan şey meçhul olur. Ama, «Ben

dilediğimi bindiririm, dilediğime giydiririm.» genel ifadesinde ise mâlik, binmek noktasında hasıl

olacak miktara razı olmuş olmaktadır. O halde üzerinde akit yapılan şey de malûm olmaktadır. Bu

manayı Bahır'da ifade etmiştir.

«Ne yükleyeceğini söylemese icâre fasittir ilh...» Kimin bineceğini açıklamadığında nasıl fasit

oluyorsa, ne yükleyeceğini açıklamadığında da akit fasit olur. Zira Bezzaziye'de şöyle denilir. «Yük

için bir hayvan kiralasa, ama ne yükleyeceğini söylemese, icare akti fasit olur.»

Hâniye'de de şöyle denilir: «Adam un öğütmek üzere günlüğü bir dirhemden bir hayvan kiralasa ve

arpa veya benzeri şeylerden ne öğüteceğini de beyan etse, Kudurî'deki ifadeye göre. «Ne miktar

öğüteceğini açıklamasa dahi o akit caizdir.» Haherzade de ise; «Her gün ne miktar öğüteceğini de

beyan etmesi lazımdır.» denilir. Fetva da bu kavil üzerinedir.»

«Fakat kendisinin binmesi veya bir diğerini bindirmesi halinde binen kimse taayyün ettiği için fasit

icare sahih icare haline döner ilh...» ister kendisi binsin, ister başkasını bindirsin farketmez.

İstihsanen akitte konuşulan ücreti vermesi gerekir. Zira sonundaki tayin, başındaki tayin gibi kabul

edilerek cehalet ortadan kalkmıştır. Hayvanın, binmekle helak olması halinde de kiracı zamin olmaz.

Çünkü hayvanı kullanmada mal sahibine muhalefet etmemiştir. Zeylâî. Özetle.

«Binecek olanı veya giyecek olanı söyler de buna muhalefet ederse zamin olur. ilh...» Çünkü hakka

tecavüz etmiş olmaktadır. Zira binmek ve giymekte insanlar birbirinden farklıdır. Nice hafif ve

bilgisiz adam var ki hayvana ağır fakat bilgili adamdan daha çok zarar verir.

«Teslim etse bile ilh...» Zira şarta uymadığında gâsıb sayılır. Fukahanın istisna ettikleri hariç

gasbedilen şeyin menafii tazmin edilmez. T.

«Demircilik dükkâna bir zarar vermez. ilh...» Yani her ne kadar zarar verecek durumda olsa da fiilen

zarar vermez.

«Tazminatla ücret bir arada bulunmaz. ilh...» Şârihin bu sözü yukarıdaki «kiracının ücret vermesi

gerekmez.» sözünün gerekçesidir, şu kadar var ki ücretin gerekmemesi helâk olması halinde has

bir hükümdür. Eğer hayvan helak olmazsa, ücret gerekir. Bunun gerekçesi ise yukarıda geçti.

«Kullanana göre kullanışı değişen şeylerin hükmü de elbise ve hayvanın hükmü gibidir ilh...» Yani

kiralayan ile akit esnasında konuştukları kayda uymadığı takdirde helâk olduğunda zamindir. Bahir.

«Çadır gibi ilh...» Dürer'de şöyle denilir: «Çadırı kiralamış olsa ve başka birisine kiraya verse veya

iare etse, o da çadırı kurarak içinde otursa İmam Ebû Yusuf'a göre ilk kiracı sorumlu olur. Çünkü

yerini seçmek, kazıklarını çakmak ve çadırı kurmak bakımından insanlar birbirinden farklıdır. İmam

Muhammed'e göre ise zamin olmaz. Çünkü çadır oturmak içindir. O halde o da binâ gibidir.»

Dürer'in, İmam Ebu Yusuf'a göre ilk kiracı zamin olur.» sözü hakkında Ebussuud şöyle der:

«Kendim kullanacağım diye kiralarsa, başkasına verdiği için zamin olur.» Hamevî.

Şeyhimizin Miftah'tan naklettiğine göre. İmam-ı azama göre de kendisi kullanmak için kiraladığı



çadırı bir diğerine kiraya verse veya iare etse, zamin olur.

Tatarhâniye'de şöyle denilir: «Bir aylığına, evinde kurmak üzere beş dirheme yuvarlak bir çadır

kiralasa kuracak yeri zikretmese bile caizdir. Ama o çadırı güneşte veya yağmurda kursa, ve çadıra

bir zarar gelse, onu öder, ücret vermesi gerekir. Eğer aynı şehirde başka bir arsada kurmuş olsa,

yine zamin olmaz. Ama çadırı şehir dışına çıkartarak orada kurarsa. -gasıb olduğundan- ister helâk

olsun, ister olmasın ücret yoktur. Mekke'de gölgelik olarak kurmak üzere bir çadır kiralasa kendisi

de başkası da ondan istifade edebilir. Çünkü gölgelenmek herkes için aynıdır. Ama kiraladığı

çadırın ipleri kopsa direkleri kırılsa ve kurmaya da gücü yetmese ücret vermesi gerekmez. Çadırdan

faydalanma miktarı konusunda kiralayan ile kiracı ihtilaf etseler kiracının sözü kabul edilir. Ama

eğer faydalanmanın kendisinde ihtilâf ederlerse, -değirmen meselesinde olduğu gibi- duruma göre

hükmedilir.» Bu bahsin tamamı Tatarhâniye' dedir.

«Birisinin oturması şartıyla kiraladığı evde bir başkasını oturtması da caizdir ilh...» Yani o

birisinden başkasını.

Zeylaî'de, İcare Bölümünün başında şöyle denilmektedir: «Kiracı bir adamın oturması için kiraladığı

eve onu münferiden oturtabileceği gibi onunla birlikte bir başkasını da oturtabilir. Zira evde

oturanların çoğalması eve zarar vermez. Hatta evin sağlam kalmasına da yardımcı olur. Çünkü

meskenler boş kaldıkları zaman harab olurlar.»

Yukarıda takdim ettiğimiz üzere kiracı birisinin oturmasını şart kılsa bile o eve bir başkasını

oturtma hakkına da sahiptir.

Bazı alimler tarafından bir adamın oturması. bir cemaatin oturması gibi değildir demekte iseler de,

fukahadan nakledilen hükümlere muarızdır.

Şu kadar var ki, fukahanın: «Bir başkasını da oturtabilir» sözleri «kiraladığı evin diğer bölümlerinde

oturtabileceği anlamına gelir» denilebilir. Çünkü adam kiralanan evin bir bölümünde otursa, diğer

bölümü boş bıraksa, eve zarar gelir. Zira evi tahrip edecek yağmur sularından ve benzerlerinden

haberi olmaz. Teemmül et

«Buğday yığını gibl ilh...» Kürr, altmış ölçek ve sekiz meküktür. Bu mekûk 1.5 sa'dır. Buna göre

kürr; 12 vesk olmaktadır, Mısbah. Bu miktar, Bağdat ve Kûfelilere göredir. Hamevî.

«Kiracının buğdayın mislini yükleme hakkı vardır. ilh...» Yani ağırlıkta eşit olması şartıyla zarar

vermek de onun mislini.

Dürerdeki; «ağırlıkta eşit bite olsalar» sözü, Şurunbulali de «Ağırlıkta eşitseler» manasına

alınmıştır.

«Takdir edilen ilh...» Yani muayyen bir miktar. Bu hükmün altına toprağı ekmek de girer. Meselâ,

«Bir tür tohum ekeceğim» diye tohumun türünü tayin etse, toprağa zarar bakımından onun misli

veya ondan daha hafif başka bir tohumu da ekebîlir. Nitekim Bahır'da da böyledir.

«Onun misli ilh...» Yani kendi buğdayının yerine başkasının buğdayını da yükleyebilir.

Bahır'da şöyle denilmiştir. Meselâ, buğday yerine arpayı örnek verenler yanılmıştır. Çünkü buna

göre beş ölçek arpa yüklemek üzere kiraladığı hayvana beş ölçek buğday yükleyebilmesi gerekir.

Halbuki hüküm böyle değildir. Çünkü buğday, ağırlık bakımından arpadan çok fazladır

«Ondan aşağısı ilh...» Mesela buğday yerine arpa yüklemesi gibi. Zira arpa tartıda buğdaydan daha

hafiftir.

«Esah kavle göre arpa değil ilh...» Yani kiraladığı hayvana bir miktar buğday yükleyeceğini beyan

etse, onun mislinde arpa yüklemesi caizdir. Helâk olduğu takdirde de istihsanen zamin değildir

Esah olan kavil de budur. Zira hayvan bakımından arpa ve buğdayın ölçüleri eşit olduğu takdirde

arpanın zararı buğdaydan daha azdır. Zira arpa hayvanın sırtında buğdayın kapladığı yerden daha

çok yer kaplar. Onun için yayılma sebebiyle buğdaydan hafif olur.

Fakat buğday ağırlığında pamuk yüklemesi böyle değildir. Zira, pamuk hayvanın sırtında daha çok

yer kapladığı halde onda hararet olduğu için hayvana zararı buğdaydan daha fazla olur. Hayvana

buğday yerine aynı ağırlıkta saman veya otun yüklenilmesi nasıl caiz değilse, pamuk yüklemesi de

caiz değildir. Buğday ağırlığında demir veya tuz yüklemek de caiz değildir. Zira onların ağırlığı

hayvanın sırtında bir yere toplandığı için hayvana zararlı olur.

Bu meselenin özeti şudur; Ağırlıkları aynı olduğu halde birisinin zararı bir yönden diğerinden hafif

olsa bite başka bir yönden diğerinden fazla olursa, zararı fazla olan öbürünün yerine yüklenemez.

Zeylaî de böyle ifade etmiştir.



Ben diyorum kl; Zeylaî bu yönlerden, zamin olunan kısmı zikretmemiştir. Bedayî'de ki ifadenin özeti

şudur: Dımanı gerektiren anlaşmazlık ya cinsde ya miktarda veya vasıftadır. Cinsteki anlaşmazlık

meselâ beş ölçek arpa yüklemek üzere kiraladığı hayvana beş ölçek buğday yüklemiş olsa, hayvan

helak olduğu takdirde hayvanın kıymetinin tamamına zamindir. Çünkü buğday başka bir cinstir ve

arpadan daha ağırdır. Bu durumda kiracı gasıp olduğundan dolayı ücret vermez, yalnız hayvanın

kıymetini öder. Çünkü ücretle zamin bir arada olmaz.

Miktardaki ihtilaf ise şöyledir: Meselâ on ölçek buğday yüklemek üzere kiraladığı hayvana onbir

ölçek yüklemîş olsa, hayvana bir zarar gelmediği takdirde yalnız akitte konuşulan ücreti verir. Eğer

hayvan ölürse hayvanın takdir edilen kıymetinin onbirde birini verir.

Vasıftaki ihtilafa gelince: Mesela, yüz kilo pamuk yüklemek üzere kiraladığı hayvana yüz kilo veya

daha hafif demir yüklemiş olsa, hayvan öldüğü takdirde kıymetine zamindir. Çünkü gelen zarar

ağırlık yönünden değildir. O halde demir yüklemeye de izinli değildir. Yukarıda zikrettiğimiz

sebebten ötürü ücret de vermez. Bu bahsin tamamı ileride gelecektir.

«Hayvanın terkisine bir başkasını daha bindirse ilh...» Yani binicinin arkasına bir başkası daha

binse. Musannıf bu sözüyle kiracının, başka birini eyere oturması halini hükmün dışında

bırakmıştır. O husustaki söz ileride gelecektir.

«Yarısına zamindir ilh...» İster ağır, ister hafif olsun. İtkanî. Zira, bunların birisinin binmesine izin

vardır ama diğerinin binmesine yoktur. Binen adamın ücret vermesi lazımdır. Çünkü üzerine akit

yapılan işi fazlasıyla elde etmiştir. Şu kadarı var ki, o fazlalık akitsiz olarak elde edildiği için ona

ücret vermek gerekmez. Bedayî.

«Ağırlığa itibar edilmez ilh...» Yani tartı bakımından fazla olan miktara zamin olunmaz. Bu mesele;

iki adam arasında üçte bir oranla ortak olan duvar meselesine benzer. Ki, bir adam ortaklardan

birine haber vermek suretiyle duvarın üzerine çıksa ve duvardan birisinin üzerine bir tuğla düşerek

adamı öldürse, kendisine haber verilen kişiye diyetin yarısı gerekir. Duvardaki hissesi yarıdan az

bile olsa hüküm böyledir. Çünkü adamın ölümü o tuğlanın ağırlığı ile değil, yaralaması ile olmuştur.

Çünkü dımân yönünden az yara do çok yara gibidir. Meselâ, birisi diğerini bir yerinden yaralasa,

diğer birisi de aynı adamı başka iki yerinden yaralasa ve adam aldığı yaralardan ötürü ölse,

yaralayanlar diyeti yarı yarıya verirler. Bedayî.

«Her halükârda ilh...» Yani adam terkide kendisini tutamıyorsa bile. T.

«Aynı noktaya toplanmasından ilh...» Çünkü yükün aynı noktada toplanması hayvan için daha

meşakkatlidir. Zeylaî.

«Kendi başına duramayan bir çocuk ise ilh... » Atın terkisinde kendisini tutamayan büyük de, çocuk

gibi midir? Araştırılsın.

«Çocuğun ağırlığı miktarında zamin olur ilh...» Bu kavli Zeylaî ve İtkanî de zikretmişlerdir. Halbuki

bu, geçen gerekçeye de muhaliftir. Onun için düşünmelidir. Bu hüküm illeti şudur: Mademki kendi

başına duramıyor, o halde bir yük gibi itibar edilir. İtkanî.

Bu sebebe kıyasla atın terkisinde kendi başına duramayan bir büyüğün de çocuk gibi olduğu

ylenebilir.

«Fazladan başka birşey yüklediğinde zamin olduğu gibi ilh...» Zira yük yüklenecek yere binmediği

için fazla olan yük miktarınca zamin olur.

«Maksat, çocuğun ağırlığının tartılarak tesbit edilmesi değildir ilh...» Bu söz zımmen, «Fazlalığın

miktarı o ziyadenin ve adamın tartılmasından sonra bilinir. Bu durumda da önde geçen, «adam

tartılmaz» sözüne zıt düşer» şeklinde varid olacak bir soruya cevaptır.

«Fazla elbise giyse ilh...» Yani, eğer akit esnâsında giydiği elbiseden çok elbise giymişse ve onun

giyinmesi de halkın adeten giymeyeceği kadar çoksa hayvanın tamamını zamin olur. Mücteba'dan

yle anlaşılır.

«Kendisî bindiği için ilh...» Musannıf bu ve bundan sonraki sözüyle Bahır'da söylenene işaret

etmiştir.

Burada, tazminatla ücretin toplandığı söylenemez. Zira biz diyoruz ki; tazminat başkasının

binmesinden, ücret de kendisinin binmesinden dolayıdır. Bunun izahı ileride gelecektir.

«Başkasını bindirdiği hoyvan helâk olursa yan kıymetini öder ilh... » Yani «başkası» terkide kendi

kendine durabilen bir kimse ise. Yok eğer kendi başına duramıyorsa. yukarıda açıkça belirtildiği

üzere hayvanın kıymetinin yarısına değil, ancak diğer adamın ağırlığına tekabül eden miktarı tazmin



eder.

«Hayvanı kiralayan onu tazmin ettikten sonra bu parayı terikedekinden isteyemez ilh...» Çünkü

müstecir dıman ile o hayvana malik olmuştur. O zaman terkiye binen adam onun hayvanına, izni ile

binmiş olmaktadır. Dolayısıyla ondan bir şey alamaz. Terkiye binen adam ister icarla, ister iareten

binsin farketmez. Rahmeî.

«Ama terkisine binen adam öderse ilh...» Parasını müstecirden alır. Zira müstecir onu muavaza

aktinin zımnında aldatmıştır. Ama eğer kiraya veren olursa, rücu edemez. Zira aralarında bir akit

yoktur. Hayvanın salim olması hususunda bir garanti vermemiştir.

«Eğer kiracı değilse ilh...» Yani eğer terkiye binen terkiyi icarlamamışsa ödediği parayı müstecirden

isteyemez.

«Hayvan salim kalırsa ilh...» Yani geçen suretlerin hepsinde. T.

«Bu meseleyi Bahr sahibi Gayetü'l-Beyan'dan nakletmiştir ilh...»

Gayetü'l-Beyan'ın ifadesi aynen şöytedir: «Adam eğer bir başkasını terkisine alırsa, yabancı

kiracıya tabi olmuş gibi olur. Ama eğer kiraladığı hayvanın eyeri üzerine oturtursa, gasıb olur.

Dolayısıyla ücret vermesi de gerekmez. Çünkü kendisi hayvanı bırakmış onu hakkı olmayan birisine

vermiştir. O halde hayvan helâk olduğunda hayvanı öder. Ücret ile dıman da bir arada olmaz.»

Gayetü'l-Beyan sahibi bu yazdıklarını İstıcâbî'nin Kâfî şerhine isnad etmiştir.

«Siracü'l-Vehbaç'ta bunun aksi vardır. ilh...» Zira Sirâc sahibi şöyle demiştir: «Onunla birlikte birisi

terkiye binse sözü, söz gelişiylenmiştir. Çünkü âdet, kiracının asil olmasıdır. Tâbii değil. Zira

kiracı kendisi terkiye binse, başkasını da eyere bindirse, hüküm yine değişmez.» Çünkü kiracı

odur.» Yani hayvan iki kişiyi taşıyabiliyorsa, helâk olduğunda ücreti ile birlikte yarısını tazmin eder.

Nitekim yukarıda Bedayî'den naklen de geçti. Ama eğer hayvanın gücü iki kişiyi taşımaya

yetmiyorsa, o zaman kıymetinin hepsini tazmin etmek gerekir.

Gayetü'l-Beyan'da bu kavlin birinci kavle mukabil bir görüş sayılması ve «Ücret vermesi vacib

değildir.» kavlinin de açıklıkla belirtilmesi onun muhalefet ettiğinin sarih ifadesidir.

«Fetva esnâsında dikkat edilmelidir ilh...» Bu söz meseledeki karışıklığa işaret etmektedir. O halde,

delili zahir olmadan o kaville fetva vermeye kalkışmak uygun değildir.

«Eşbah ve diğer muteber kitaplarda ilh...» Sözü Siracü'l-Vehhac'ta ki sözün meseleden uzak

olduğunu ve fetva anında acele etmemenin sebebini beyan etmektedir. Zira Sirâc'taki kavil mezkûr

kaideye muhaliftir.

«Ücretle tazminatın bir araya gelemeyeceği ilh...» Burada kiracı gasıb olunca, kirayandan kendi

mülküne zamin olmuş olmaktadır. Biz terkiye kendiliğinden binen adama ücret lâzımdır» dediğimiz

zaman tazminatla ücretin bir araya toplanması lazım gelir. Çünkü adam kendi maliki olduğu bir

şeye ücret vermiş olmaktadır. Adamın kendiliğinden binmesi ile kiracının bindirmesi arasındaki

fark şudur: Kiracının bindirmesi meselesinde, hayvanı elinden ç^kardığı için gasıp olmaktadır. Bu

durumda, yukarıda geçtiği gibi kıymetinin hepsini vermesi gerekir. Adamın onun terkisine

kendiliğinden binmesi meselesinde ise, adam müstecire tabi olmaktadır. Onun kendiliğinden

binmesi halinde müstecire ücreti gerekli kılmak mümkün değildir. Bunun illetini zikrettik.

Ama müstecir eyere kendisi binse, mezun olduğu bir işi yapmıştır. Başkasını terkisine bindirmekle

de kiraladığı hayvanı bir diğeriyle meşgul ettiğinden izne muhalefet etmiş olur. O zaman kendisi

binmekle meşgul ettiği bir şeye dıman sebebiyle malik olamaz. Akitte konuşulan ücretin hepsi de

bunun binmesinin karşılığıdır. Ancak müstecir bir diğerinin binmesiyle hayvanı meşgul ettiğinden

dolayı zamindir. Başkasının binmesi karşılığında da tazminatın düşmesini gerektirecek bir ücret

yoktur. Nihaye'ye müracaat ederseniz, burada anlattıklarımızı açıkça görürsünüz.

METİN

Muayyen bir miktar yük yüklemek için bir hayvan kiralasa ve hayvana konuşulan miktardan daha

fazla yük yüklese de hayvan ölse, hayvanın kıymetinin kararlaştırılan miktardan fazla olan ağırlığa

tekabül eden kısmını öder. Bu müstecirin o fazla yükü bizzat kendisinin yüklemesi halindedir.

Ama o fazlalığa hayvan sahibi kendi eliyle yüklemişse, kiracıya dıman gerekmez. Çünkü yükleyen

bizzat mal sahibidir. İmadiye.

Eğer yükü hayvana mal sahibi ile müstecir birlikte yüklemişlerse, o zaman fazla olan yükün

yarısının tazminatı müstecire aittir. Mal sahibinin hissesine düşen heder olur. Mücteba.



Hayvana iki çuval buğday yüklenecek olsa da müstecir ile mal sahibi birer çuval olarak, ister

birlikte, ister peşpeşe, hayvanın üzerine koysalar ve hayvan helak olsa müstecire dıman yoktur.

Yani müstecirin yüklediği yük akitle hak ettiği sayılır. Gayetü'I-Beyan.

Gâyetü'l-Beyân'ın ibaresi şunu ifade etmektedir: Müstecir çuvalı is-ter önce, ister sonra koysun,

dıman müstecire ait değildir. En uygun olan da budur. Bundan dolayı Hülâsa'daki muhalif görüşe

karşı buna itimad ettik. Musannıfın şerhinde de böyledir.

Ben derim ki: Hülâsa'da kavil; metinin bazı nüshalarındakı «Müstecir evvel. mal sahibi de sonra

yüklerse, -hayvan helak olduğu takdirde- müstecir zamin değildir. Ama eğer evvela mal sahibi,

sonra müstecir yüklerse. hayvan helak olduğu takdirde müstecir hayvanın kıymetinin yarısına

zamin olur.» Kavlidir. Dikkatli ol.

Bu hüküm, hayvanın gücünün yüklenen yükü taşımaya yetmesi halindedir. Ama eğer yüklenen

yükü taşımaya gücü yetmiyorsa, müstecir hayvanın kıymetinin hepsine zamindir. Zeylaî. Bu

durumda müstecirin. akitte konuşulan ücreti vermesi de gerekir. Ücretin gerekli oluşu yükü

yüklemesinden, dıman ise, fazla yük yüklemesinden dolayıdır. Gayetü'l-Beyan.

Gayetü'l-Beyan sahibi burada «fazla» kelimesi ile bu fazlalığın konuşulan yükün cinsinden olan

fazlalık olduğunu ifade etmektedir. Eğer o fazlalık konuşulan yükün cinsinden olmazsa, mesela

sadece konuşulduğu kadar buğday yüklese, sonra da fazla olarak buğdaydan başka bir şey

yüklese, o zaman hayvanın kıymetinin tamamına zamin olur. Bahr.

Müstecir fazla yük yüklediği halde hayvana bir zarar gelmese ulema bu fazlalığın ücreti hususunda

bir şey söylememiştir. Zira o fazlalığı müstecirde yüklemiş olsa yalnız ecr-i mislin verilmesinin

vacib olduğu açıktır. Zira bize göre gasbedilen malın menfaati tazmin edilmez.

Bu izahtan, hacıların Mekke'ye gitmek için icarladıkları hayvanların hükümleri de anlaşılmış

olmaktadır.

Kiraladığı hayvan kiracının vurması veya dizginlerini sertçe çekmesi yüzünden ölürse, zamin olur.

Çünkü kirada izin selâmetle kayıtlıdır. Hattâ baba veya vasî terbiye için çocuğa vursalar da çocuk

ölse diyetini öderler. Çünkü çocuk azarlamak veya kulağını çekmekle de terbiye edilebilir.

İmameyn, «Baba veya vasî çocuğu adet olan şekilde döverlerse, çocuk öldüğü takdirde zamin

olmazlar» demişlerdir.

Gayetü'l-Beyan'da Tetimme'den naklen esah kavle göre İmam-ı Azamın kendi görüşünden

İmameynin görüşüne rücu ettiği söylenmektedir.

Kiracı hayvanı önünde sürerken ölürse ittifaken dıman gerekmez.

Hidaye'nin zahirine göre müstecir kiraladığı hayvana vurabilir. Zira örfen vurmaya izin vardır.

Kişinin kendi hayvanını dövmesine gelince; Kınye'de Ebu Hanife'den naklen «Hayvanını asla

dövemez.» denilmiştir.

Terbiye için gerekenden fazla dövmesi halinde adam mahkemeye verilir.

Adam kiraladığı hayvandan eyeri kaldırarak semer vursa da hayvan ölse, zamin olur. O hayvana

semerin misli ister vurulsun ister vurulmasın farketmez.

Bir kimse kiraladığı eşeğe, adeten eşeklere vurulmayacak bir eyer vursa, eşek öldüğü takdirde

bütün kıymetine zamin olur. Fakat eşeklere vurulan eyerin benzerini vursa veya palanı kaldırıp eyer

vursa, zamin olmaz. Ancak, eyer palandan daha ağırsa, o zaman fazlası kadarını zamin olur. İbnî

Kemal.

Adam gemsiz olarak kiraladığı eşeğe eşeklere takılması adet olmayan bir gem taksa, eşek öldüğü

takdirde kıymetinin tamamına zamin olur. Kiraladığı eşeğin gemini değiştirse hüküm yine böyledir.

Çünkü eşeğin durumu gem takılmak veya takılmamakla değişmez. (Yani gem eşeğin hareketine

tesir etmez) Gayetü'l-Beyan.

Adam kiraladığı hayvanla malikîn tayin ettiği yoldan gitmeyîp de uzaklığı bozukluğu veya tehlikesi

sebebiyle halkın kullonmadığı bir başka yoldan gitse, öldüğü takdirde hayvana zamindir. İbni Kemal

Mal sahibi hayvanı karodan götürmesini şart koştuğu halde müstecir onu bir gemiye yüklese -halk

bu yoldan ister gitsin ister gitmesin mutlaka zamindir. Çünkü deniz yolu tehlikelidir. Eğer kara

yoluyla kayıtlamamışsa, deniz yoluyla gittiğinde hayvan helak olduğu takdirde müstecir zamin

olmaz. Akit anında konuşulan şarta muhalefet ettiği halde, hayvan akitte konuşulan yere ulaşırsa

vermesi gerekir. Çünkü maksat hâsıl olmuştur.



İZAH

«Konuşulan miktardan daha fazla yük yüklese ilh...» İleride geleceği üzere Musannıf bu sözüyle

konuşulan miktardan fazla olanın onun cinsinden olduğuna işaret etmektedir.

«Fakat olan ağırlığa tekabül eden kısmına zamindir ilh...» Musannıf bu sözüyle tazminatın o fazlalık

karşılığında, ücretin de yükü yüklemesi karşılığına verileceğini işaret etmiştir. O halde bu durumda

ücretle tazminat bir araya toplanmış olmamaktadır. Nitekim bu meselenin benzeri yukarıda

geçmiştir. Bunu Bahır da ifade etmiştir. Bundan sonra da yine işaret edilecektir".

«İmadiye ilh...» Bahır'da ifade edildiğine göre İmadiye'nin ibaresi şöyledir: Bir kimse her birisine

yüz batman yük vurmak için birkaç deve kiralasa ve yüz batman yerine yüzelli batman yük

hazırlamış olsa, develerin sahibi de hayvanları getirdiğinde müstecir ona hazırladığı yüklerin her

birisinin yüzer batman olduğunu söylese, deveci de o yükleri yükleyip istediği yere götürse ve

develerin bazıları ölseler müstecir öten develere zamin değildir. Zira yükü yükleyen develerin

sahibidir. Ona, düşen, «Evvelce bu yükleri tartmandı» denilir.»

«Yarısının tazminatı müstecire aittir ilh...» Yani hayvanın kıymetinden o ziyadeliğe tekabül edenin

yansını müstecirin vermesi gerekir.

Metindeki hükmü, Minâh, Muhit'ten nakletmiştir. Sonra da Hülasa'dan naklen «Müstecirin, hayvanın

kıymetinin dörtte birisini ödemesi lazımdır.» demiştir. Hülasa'dan nakledilenin aynısı Zahire'den

naklen Tatarhaniye'de, Tetimme'den naklen de Şurunbulaliye'de mevcuttur.

Doğrusu, fazlalık, şart koşulana eşitse, buradaki yarıdan maksat dörtte birdir. Zira Bezzaziye'de

şöyle bir ifade vardır: «0n ölçek yüklemek üzere bir hayvan kiralasa ve sahibiyle birlikte hayvana

yirmi ölçek yükleseler, hayvan helâk olduğu takdirde hayvanın kıymetinin dörtte birini öder. Zira

yükün yansını yüklemeye mezûn, diğer yarısında ise mezun olmadığı yarı da ikiye bölündüğünde

dörtte bir eder.»

«Bunun ifâde ettiği ilh...» Eğer Gayetü'l-Beyan'da «peşpeşe» kelimesi ile ifade edilseydi o zaman

metindeki manayı ifade ederdi. Oysa Gayetü'l-Beyan»da «ikisi birlikte koysalar» denilmiş ve bu da

Tetimmetü'l-Fetevâ'ya isnad edilmiştir. Zahire'den naklen Tatarhaniye'de de böyle denilmiş ve daha

sonra şu söz eklenmiştir: «Eğer müstecir evvel yüklerse hüküm yine böyledir.» O halde Gaye'deki

ifade, Hülâsa'dakine muhalif değildir. Sadece Hülâsa'da Gâye'nin ibâresinden anlaşılmayan diğer

bir mesele ilave edilmiştir. O mesele de metnin yazarının tafsilatıyla anlattığı meseledir. Eğer

«peşpeşe» ibaresinin Gayetü'l-Beyan'da da olduğu farzedilirse, o ibarenin mefhumu olurdu.

Hülasa'daki ifade ise sarahaten söylenmiştir. Bundan nasıl yüz çevrilebilir?!..

Nitekim fukaha; «Hülâsa sahibi, itimad edilecek kişilerin en büyüklerindendir.» O halde nakle

uyarak onun dediğine dönmek gerekir.» demişlerdir. Allah daha iyisini bilir.

«Ücretin gerekli oluşu yükü yüklemesinden dolayı ilh...» Bu söz «ücret ile dıman bir arada

toplanmaz» denilerek yapılacak itiraza zımnen bir cevaptır.

«Sonra ayrıca fazla olarak buğdaydan başka birşey yüklese ilh...» Tatarhaniye'de bu ibare, «Eğer o

yükü konuşulan yerde yüklerse» sözüyle kayıtlanmıştır. O halde konuşulan yerde değil de başka bir

yerde yüklese, yalnız fazlalığa tekabül eden kıymete zamin olur. Bunun aynısı Camiü'l-FusuIeyn'de

de vardır.

Yine Câmiü'l-Fusuleyn'd'e şöyle denilmektedir: «Bu mesele şunun aksinedir: Eğer adam on ölçek

buğday öğütmek üzere bir öküz kiralasa fakat onbir ölçek öğütse veya bir dönüm tarla sürmek için

kiralasa fakat birbuçuk dönüm sürse de. öküz ölse, öküzün kıymetinin tamamına zamin olur. Zira

öğütmek veya sürmek peyder pey olur. O halde bir dönümü sürdüğü. veya on ölçeği öğüttüğü

zaman akit bitmiştir. Buna göre müstecir, fazla olan kısımda her yönden akte muhalefet etmiştir, o

halde öküzün kıymetinin tamamına zamin olur. Yük ise defaten yüklendiğinden. onun bir kısmı

zaten hakkıdır. Hakkı olana zamin olmaz, ancak fazla yüklediğine zamindir.»

«Bununla, Mekke yolunda kiracılık yapanların hükümleri de bilinmektedir ilh...» Yâni, konuşulan

yükten fazla yük vurulsa ve hayvan zarar görmese, her ne kadar fazlayı yüklemek câiz değilse de

yalnız akitte konuşulan ücret verilir. Fazla yüklemek ancak mal sahibinin rızası ile câiz olur. Bundan

ötürü fukaha, «Uygun olan; mûcirin yükleyeceği yükün tamamını görmesidir.» demişlerdir. Bahır.

İşte dolayı alimlerden birinin kendisinden bir kitap götürmesini isteyen arkadaşına «Deveciden izin

aldıktan sonra alayım» dediği rivayet edilmiştir. Bu hüküm, yüklenecek yükün tayin edilmiş olma

halindedir.

Musannıf, «çeşitli meseleler» bahsinde şöyle diyecektir: «Yük yüklemek ve iki adamın binmesi için



bir deveyi Mekke'ye kadar kiralamak sahihtir. Deveyi bu şekilde kiralayan adam deveye mutad olan

yükü yükleyebilir. Ama devecinin yükü görmesi daha iyidir.»

FER'İ BİR MESELE: Minah'ta Haniye'de naklen şöyle denilmektedir: «Hayvan sahibî, kiraya verdiği

hayvana kiracının yükü ile birlikte kendi eşyasını da yükleme hakkına sahip değildir. Fakat yüklerde

gideceği yere varırlarsa kira ücretinden bir şey eksiltilmez. Ama ev sahibi kiraya verdiği evin bir

kısmını işgal etse, kira bedeli onun işgal ettiği yer kadar eksilir.» özetle.

«Kullanma izni selâmetle kayıtlıdır ilh...» Kiracı malı, ona zarar vermeden kullanabilir. Zira, hayvanı

sürmek ona vurmadan da mümkündür. Hayvana vurmak ancak daha hızlı yürümesi içindir.

«Baba veya vasi çocuğu döverse zamin olurlar ilh...» Yani diyetini zamin olur, ve keffaret öder. Ama

Kadı'nın hadd veya tazirinden dolayı birisi ölse, Kadı zamin değildir. Çünkü dımdn yapılması

gereken bir hükmün yerine getirilmesi halinde vacib değildir. T. Hamevî'den.

«Çocuk azarlamak veya kulağını çekmekle de terbiye edilebllir ilh...» Terbiye çocuğu dövmeden,

azarlamak ve kulağını çekmekle de mümkün olduğu için zamin olur.

«Sahibeyn Mütearıf şekilde döverlerse zamin olmazlar dediler ilh...» Yani baba ve vasi mutad olan

şekilde döverlerse zamin olmazlar. Zira mutad dövme çocuğun terbiyesi içindir. Baba veya

vasisinin çocuğu dövmesi, öğretmenin dövmesi gibidir. Hatta bunların dövmesi daha da uygundur.

Çünkü öğretmen dövme hakkını bunlardan alır.

İmam Ebû Hanife ile imameyn arasındaki ihtilaf, kirâlanan hayvanın dövülmesi ve geminin sertçe

çekilmesi meselesinde caridir. Zira (sahibeyne göre) bu mutlak akitle elde edilen bir haktır. Yalnız

hizmeti için tutulan köleyi dövmek. çocuk veya hayvanı dövmek gibi değildir. Kölenin

dövülmesinde alimlerin icmaı iIe döven zamin olur. İmameynin köle ile farklı bir hüküm

koymalarının sebebi; anlayışı olduğu için kölenin dövülmesinde bir zaruret olmamasıdır. Köle için

emretmek veya yasaklamak kâfidir.

Musannıf hayvanın dövülmesi veya dizgininin sertçe çekilmesi meselesinde mutlak bir ifade

kullanmıştır. Bu ifade, «Eğer dövmek veya dizginini sertçe çekmenin sahibinden izin alınmaması

halindedir,» şeklinde yorumlanır. Eğer bunlar için izin almışsa ve mutâd olan yerlere vurmuşsa,

öldüğünde icmaen zamin olmaz. Nitekim Tatarhaniye'de de böyledir.

«Gayetü'l-Beyân'da Tetimme'den naklen ilh...» Bu kavlin zahirine göre; İmam-ı Azam çocuk

meselesinde İmameynin görüşüne rücû etmiştir. Hayvan meselesinde değil. Uygun olan da böyle

olmasıdır. Zira metin sahipleri, İmamın hayvan meselesindeki kavlini zikretmişlerdir. Eğer imam;

Hayvan meselesinde de görüşünden rücu etmiş olsaydı metin sahipleri bu ihtilaftan

bahsetmezlerdi. Zira müctehidin rücu ettiği bir görüş, artık onun mezhebi olamaz. Bununla birlikte

musannıf da, «Kitabu'l-Cinâyetde» İmamın çocuk meselesi hakkında kevli üzerine yürümüş ve

İmamın bu görüşünden rücu etmesini, «kıyl (denilirki)» sözüyle tabir etmiştir. Bunun açıklaması,

İnşallah «Kitabu'l-Cinâyet» de gelecektir.

«Hayvanı önünde sürdüğü sırada ittifaken zamin değildir ilh...» Yanı mutad olan sevk (sürme) ile

zamin olmaz. Zira Tatarhaniye'de; «Hayvanı acımasız bir şekilde sürerse alimlerin icmaı ile

zamindir.» denilmiştir.

«Hidaye'nin zahirlne göre müstecirin dövme hakkı vardır ilh...» Bahır sahibi de böyle demiştir.

Herhalde Bahır sahibi bu kavli, Hidaye sahibinin, «İmama göre müstecirin zamin olması dövme

izninin hayvana zarar vermemesi ile kayıtlanmasındandır.» gerekçesinden almıştır. O halde bu söz,

müstecirin hayvanın zarar görmemesi şartıyla izinli olduğunu ifade ediyor.

Mirac'u-d Diraye'de, «Resulullah (s.a.v.)ın, Câbir'in devesini elindeki üvendere ile dürttüğü ve

vurduğu sahih sabittir. Ebubekir Sıddık da devesine elindeki bastonla dürterdi.» denilmiştir.

Mirac-u'd Diraye sahibi daha sonra da şöyle der «Peygamber (s.a.v.) in bu fiili, dövmenin mubah

olduğuna delâlet eder. Ama tazminatın olmadığına delalet etmez. Zira tazminatın gerekmemesi

hayvanın sâlimen teslimi şartı ile kayıtlıdır.»

Velhasıl, terbiye için mutad bir şekilde mal sahibinin veya başkasının -bu başkası müstecir

olmayabilir de- hayvanı dövmesi mübahtır. Teemmül et.

«Ama kendi hayvanını dövmeye gelince ilh...» Kınye sahibi şöyle demiştir: «İmamAzama göre

kendi mülkü de olsa hayvanı asla dövemez. Evcil hayvanların hepsinin hükmü böyledir.» Kınye

sahibi daha sonra da, Hayvanı terbiye edecek miktarda döven kimse mahkeme edilemez. Ama daha

fazla döverse, fazlasından dolayı muhakeme edilir.» demektedir. Bahır'da da böyledir.

Ben derim ki: İmâm Ebu Hanife'nin «Hayvanını asla dövemez.» sözünden murad, terbiye için de



olsa hayvanı dövmenin uygun olmadığıdır. Terbiye için mutad şekilde dövmek mübah olsa bile bu

mübahlık, önceki sözümüzü nefyetmez. Buna da Kınye sahibinin, «Hayvanı terbiye edecek miktarda

döven kimse mahkeme edilmez.» Kavli delalet etmektedir.

Tahtâvî, Hamevi'nin Kenz şerhinden şunu nakletmiştir: «Fakihler, «Sebebsiz yere hayvanı döven

adam muhakeme edilir. Bu muhakeme, yasak olan bir şeyi yapan kişinin işlediği fiilin tasvib

edilmediğini göstermek için yapılır.» demişlerdir. Hayvanı döveni, herkes mahkemeye verebilir.

Hayvanı bir sebebden dolayı döven adam ancak yüzüne vurduğu zaman muhakeme edilir. Çünkü

bir sebebe binâen de olsa yüzüne vurmak men edilir. İşte bu yazdığımız İmam Muhammed'in

Mebsût'taki «Sebebsiz yere hayvana vuran adam ancak yüzüne vurmuşsa muhakeme edilir.»

sözünün manâsıdır.

«Eyeri kaldırarak semer vursa da hayvan ölse, zamin olur ilh...» Hamevî ve Şıblî yalnız eyeri

kaldırılmasının tazminatı mucib olduğunu ifade etmişlerdir.

Cevhere'de de şöyle denilir: «Bir odam eyerle binmek üzere bir hayvan kiralasa ona eyersiz

binemez, binmek üzere kiraladığı hayvana eşyasını yükleyemez. Üzerinde uzanamaz, yaslanamaz.

Ancak örf ve adette olduğu şekilde biner.» T. Özetle. Burada bir mesele kaldı. Bir atı çıplak olarak

kiralasa ve ona eyer vursa, Hakim'in Kâfî'sinde «Hayvan telet olduğu takdirde zamin olur.»

denilmiştir.

İsbicabî de şerhinde. Eğer kiraladığı hayvan eşekse ve o eşeğe de adeten eyer vurulmuyorsa zamin

olur. Ama eğer adeten emsallerine eyer vuruluyorsa. zamin değildir.» demiştir.

Kudurî de şöyle der: «Mezhebimizin fakihleri bu mesele hakkında ayrıntılı bilgiler vererek şöyle

demişlerdir: Bir kimse şehir dışında binmek üzere çıplak bir hayvanı kiralasa, eyer vurduğunda

zamin değildir. Aynı şekilde Eşraftan olan bir kimse şehir içinde binmek üzere icarladığı hayvana

eyer vurursa yine zamin değildir. Ama eşraftan değilse zamin olur.» Fakat kıymetinin hepsini mi?

Yoksa fazlalığa tekabül eden kısmına mı? zamin olduğunda ihtilâf etmişlerdir.»

Kâdîhan, Câmi şerhinde birinci görüşün, yani kıymetinin hepsine zamin olacağı görüşünün sahih

olduğunu söylemiştir. Gayetü'l-Beyân sahibi de özetle, uygun olan, ikinci görüşün daha sahih

olmasıdır. Zira eyer, hayvanın üzerine yüklenen fazla yük gibidir. Yükte nasıl fazlasına zamin ise,

burada da eyerin miktarına zamindir.» demiştir.

Ben derim ki: Gayetü'l-Beyân sahibinin sözünde bir yanlışlık olsa gerek. Zira yukarıda geçtiği üzere

adam hayvanın sırtına bindiğinde binilecek yeri değil de yük yüklenecek yere binse, onun

kıymetinin hepsine zamindir. Bunu da bizzat İtkanî nakletmiştir. Düşün.

Bahır'da şöyle denilir: «Mezhebin görüşü Kâfi'deki görüştür. Çünkü acıktır ki o,

zahirü'er-Rivayetdir.»

«O semerin misli ister vurulsun, ister vurulmasın semer vurmak ilh...»

Çünkü semerle eyerin cinsleri ayrıdır. Zira semer yük için, eyer ise binmek için kullanılır. Ayrıca

birisinin, hayvanın sırtında kapladığı yeri de diğeri kaplamaz. O halde eyer ile semer arasındaki fark

buğdayla demir arasındaki fark gibi olur. Zeylâî.

«Eşeğe bir eyer vursa ilh...» İbni Kemal, «Hayvanın sırtındaki eyeri kaldırıp bir başka eyerle

eyerlese ve ikinci vurulan eyer âdeten o eşeğe vurulacak şekilde değilse zamin olur.» demiştir.

«Bütün kıymetine zamin olur ilh...» Yani Camiü's-Sağır'in rivayetinde İmam-ı Azama göre, Asl'ın

rivayetinde ise, kıymetten fazlalığa tekabül eden miktara zâmindir. Asl'daki rivayet İmameynin

kavlidir. Bu hüküm, eğer eşek, vurulan semerin benzeriyle semerlemiyorsa böyledir. Ama eşek o

semerle veya onun benzeriyle semerlenmiyorsa, bütün imamlara göre kıymetinin hepsine zamindir.

Hakaik'te de böyledir. İbn-i Kemal.

Şurunbulalî, fetvanın İmameyn'in kavli üzerine olduğunu nakletmiştir.

Zeylaî şöyle der: «Fukahâ, İmameynin, fazlalığa tekâbül eden miktara zamin olduğu görüşü

üzerinde tartışmışlardır. İmameynin kavli, Ebu Hanife'den naktedilen iki rivayetten birisidir.

Fakihlerden bazıları, o fazlalığın semerin sırtta kapladığı yer ölçülerek takdir edileceğini

ylemişlerdir. Buna göre hatta eğer hayvanın sırtında iki karışlık semer ise dört karışlık yer

tutuyorsa, o zaman onun oranına göre zamin olur. Bazı alimler ise eyer ve semerin ağırlıklarına

itibar edileceğini söylemişlerdir.»

«Eşeğin gemini değiştirse ilh...» Şarihin bu kavli, sebepten anlaşıldığına göre metinin mefhumu ile

hüküm vermektir. Şarih de burada Bahır ve Minah'a uymuştur. Gayetü'l-Beyan'da ki ibare de



yledir. Kerhî de; «Eğer kiraladığı hayvanın başında gem yoksa ve gem taksa, eğer o eşeğin

benzerleri böyle bir gemle gemleniyorsa, tazminat yoktur. Gemini değiştirdiğinde de hüküm

yledir. Zira eşeğe o gem vurulmuş bu gem vurulmuş farketmez ve gemle de telef olmaz. O halde

eşeğe gem vurmak tazminatı gerektirmez,» demiştir.

«Sahibinin tayin ettiği yoldan ilh...» Sahipten maksat Hidaye sahibinin zikrettiğine göre yüklenen

yiyecek maddesinin sahibi. Gaye sahibine göre ise hayvanın sahibidir. Eğer malik böyle bir yol

tayin etmemişse dıman yoktur. Bahır.

«Halkın kullanmadığı diğer bir yol ilh...» (Mal sahibinin tayin ettiği yol olmasa bile) eğer halkın

gittiği bir yoldan gitse. Kudurî'nin zahirine göre iki yol arasında fark varsa zamin olur, fark

yoksa.zamin olmaz. Bahır.

Zeylâî, bu hükmü; «Yollar arasında farklılık yoksa. zaten tayin sahih değildir. Çünkü tayin etmekte

bir fayda yoktur» şeklinde gerekçe göstererek Kâfi ve Hidâyeden nakletmektedir.

«Menzile ulaştıktan sonra ilh...» Yânî deveci, yüklediği emtiayı yerine ulaştırırsa.

«Maksat hasıl olmuştur ilh...» Zira yolların cinsi birdir. Mal sahibinin isteğine muhâlefetin hükmü

ancak farklılığın eseri olan helâk ile ortaya çıkar. Farklı yoldan gittiği halde hayvan bir zarar

görmese farklılık mâna itibariyle değil, sûreten kalır. O halde konuşulan ücreti vermesi gerekir.

İtkanî.

METİN

Birisi buğday ekmek üzere kiraladığı bir tarlaya yonca ekse, yoncanın tarlaya verdiği zarar

ölçüsünde tazminat verir. Çünkü yonca tarlaya buğdaydan daha çok zarar verir. Müstecir, zamin

olduğu için icare ücreti de vermez. Çünkü şarta muhalefet ettiği için gâsıbolmaktadır. Ancak ileride

geleceği gibi istisnâ edilen bazı şeyler vardır ki bunlarda gâsıb olsa da ücret vermesi gerekir.

Musannıf burada tarlaya daha çok zarar veren şeyi konu edinmiştir. (ki bu, yoncadır) Çünkü kiracı

eğer daha az zarar veren bir şey ekseydı zamin olmaz ücret vermesi icabederdi.

Birisi terziye gömlek dikmesi için bir kumaş verse, terzi de gömlek yerine kaftan diksey kumaşın

kıymetini öder. Ama kumaş sahibi isterse, kaftanı alıp-akitte konuşulan ücreti geçmemek kaydıyla-

ecr-i misil de verebilir. Nitekim fâsit icârenin hükmü budur, Adam terziye kaftan dikmesi için bir

kumaş verse, o da pantolon dikse, bunun hükmü de esah kavle göre yine aynıdır.

Dürer sahibinin «kaftan» ile kayıtlaması hükmün ona mahsus olmasından dolayı değil, söz gelişidir.

Birisi boyacıya kırmızıya boyaması için bir kumaş verse, o da sarıya boyasa, boyacı kumaşı boyasız

halindeki kıymeti ile öder. Malik dilerse kumaşı alır ve boyanın kumaşın değerinde meydana

getirdiği kıymeti verir. Ayrıca ücret vermez.

Boyacı aldığı kumaşı kötü bir boya ile boyasa, eğer kötülük fazla değilse zamin değildir. Ama

boyacılar nazarında fahiş bir kötülükte ise, o zaman kumaşın boyanmamış haldeki kıymetini öder.

Hülasa.

FER'İ MESELELER:

Bir kimse terziye bir kumaş getirerek: «Eni şu kadar, boyu şu kadar ve yeni şu kadar olmak üzere

biçip dik» dese, terzi söylenilen ölçülerden eksik olarak biçip dikse; eğer bu eksiklik bir parmak

kadar olursa, affedilir. Ama bir parmaktan fazla ise kumaşı telef etmiş sayılacağından kıymetini

öder.

Bir kimse terziye kumaşı getirerek, «Eğer bana gömlek için yeterse bir dirheme biç ve dik.» dese,

terzi kumaşı biçtikten sonra. «Kumaş buna yetmez» dese, kumaşı öder.

Adam terziye getirip «Bu bana gömlek olur mu?» dese, o da «olur» cevabını verse, malik «öyleyse

kes.» dese ve terzi kesse, sonra da kumaşın yetmediğini söylese zamin değildir.

Deveci bir kırda konaklasa, taşıdığı mal hırsızlar tarafından çalınıncaya veya yağmur sebebiyle telef

oluncaya kadar oradan kalkmasa; eğer orada hırsızlık ve yağmur çok oluyorsa, zamindir. Hülasa.

Eşbah'ta şöyle denilir: «Birisi çarşıda malını satması için diğerinden yardım istese, adam yardım

ettikten sonra ücreti isterse; bu hususta oranın örfüne bakılır. (Eğer oranın halkı o tür işleri ücret ile

yaptırıyorsa, ecr-i misil verilir. Ücret vermiyorlarsa, onun da bir şey vermesi gerekmez) Birisi

dükkânında yardım etmesi için diğerini çağırsa, yine hüküm böyledir.»

Dürer'de de şöyle denilmiştir: «Adam, oğlunu veya kölesini sanat öğrenmesi için ustanın muayyen

.bir ücret vermesi şartıyla bir müddet için bir dokumacının yanına bıraksa, bu akit caizdir. Ama



adam ustanın para vermesini şart koşmadan bırakır da, usta onlara sanatı öğrettikten sonra usta ve

köle sahibi birbirlerinden ücret isteseler bu hususta memleketin örfüne göre amel edilir.» Eğer

orada sanatı öğretmesine karşılık ustaya ücret vermek adet ise, ustaya ücret verilmesine, ustanın

çırağına ücret vermesi adetse o zaman da ustanın çocuk veya köleye ücret vermesine hükmedilir.»

Yine Dürer'de, «Adam bir yere gitmek için bir hayvan kiralasa, oraya vardıktan sonra daha ileri bir

yere gitse ve sonra konuşulan yere dönse, hayvan helâk olduğu takdirde esah kavle göre mutlaka

zamindir. Nitekim ariyede de hüküm böyledir. Bu «mutlaka zamindir» kavli, İmameyn'in kavlidir.

Mecmaü'l-Feteva'da belirtildiğine göre, Ebû Hanife de bu görüşe dönmüştür.»

Mecmaü'l-Feteva'da şöyle denilmiştir: «Kervancılar bir yere götürmek üzere aldıkları yükü yerine

götürmekten aciz kalıp teslim aldıkları yere geri getirseler, ücret alamazlar. Uygun olan, deveciyi,

malı götürmesi gereken yere götürmeye zorlamaktır.

Yine Mecmau'l-Feteva'da, «Adam birisine boyaması için ibrişim verse. sonra vazgeçerek geri

istese, o da vermese, helâk olduğu takdirde zamin değildir.» denilir.

Yine aynı eserde şöyle denilir: «Fakih Zahiru'd-din'e, «Bir adam diğerini, tarlada çalışması için

tutsa, adam dışaya çıksa, fakat yağmur yağdığı için çalışmasa ücret alır mı, almaz mı?» diye

sorulunca. «alamaz.» cevabım vermiştir.»

«Bir adam belirli bir yükü taşımak üzere bir hayvan tutsa, hayvan hastalandığı için konuşulan yükü

vurmayıp ondan daha az yüklese; ücretten yüklemediği yükün miktarını geri isteyebilir mi?» diye

sorulunca «hayır, çünkü ona razı olmuştur.» demiştir.

«Birisi bir değirmen kiralasa, komşuları, binanın zayıf olduğu gerekçesiyle un öğütmesine mani

olsalar, hakim de değirmeni çalıştırmamaya hükmetse, değirmeni çalıştırmadığı müddetin hissesini

ücretten düşebilir mi? diye sorulunca, «Fiilen değirmenin çalışmasını durdurmadıkları müddetçe,

ücretten düşemez» demiştir.

«Birisi bir seneliğine bir hamam kiralasa, hamam su bastığı için bir müddet çalışmasa, ücretin

hepsini vermesi gerekir mi?» diye sorulunca da «Ancak faydalandığı müddet için ücret vermesi

gerekir.» demiştir.

Vehbaniye'de şöyle denilmektedir: «Adamın, kiraladığı binanın bir kısmı yıkılsa, sonra sahibi binayı

tamir ettirse; tamir için geçen müddet için yıkılan kısmın hissesinden ücret düşer. Binâyı kiracı

tamir ettiği takdirde mal sahibi ile kiracı sarfedilenin mikdârı hususunda anlaşmazlığa düşseler

önce mal sahibinin sözü kabul edilir.»

Ben derim ki: Vehbâniye'nin nazmının ifadesinden anlaşılıyor ki, bina sahibi kiracıya binayı

yapmasını emretse kiracı bu emir sebebiyle bina içın sarfettiğini alır. Ancak, kiracı tandır, tuvalet ve

su oluğu yaparsa, harcadığını mal sahibinden alamaz. Bunların parasını alabilmesi için, ücretlerini

mal sahibinin vereceği şart koşulmuş olmalıdır.

Eğer bina tümüyle harab olursa ücretin tamamı düşer. Fakat icâre akti; müstecir, mal sahibinin

huzurunda feshedene kadar münfesih olmaz. Esah olan kavil budur.

(Eğer önceden feshedilmemişse) yıkılan bina yeniden yapılırsa artık kiracıya akdi feshedip etmeme

muhayyerliğı yoktur.

Kiracı yıkılan binanın arsasına çaıdır kurarak otursa, ücret gerekmez. İbni Şıhne.

Ben derim ki: İbni Şıhne'nin «ücret gerekli değildir» sözüne itiraz edilir. Herhalde İbni Şıhne'nin bu

sözünden maksat, icâre aktinde konuşulan ücretin gerekli olmamasıdır. Ama arsanın ecr-i mislini

veya konuşulan ücretten arsaya düşen hisseyi vermesinin lüzumuna bir mani yoktur. Düşün.

İcârenin feshi babında bunu belirten ifadeler gelecektir. Allah daha iyisini bilir.

Birisi bir hamam kiralasa ve hamamın yıllık kirasından tatil dolayısıyla kapalı olacağı iki ayın

ücretinin düşülmesini şart koşsa, icare fasid olur. Ama eğer tatil müddetinin ücretten düşülmesini

şart koşsa icâre fasit olur. Eğer tatil müddetinin ücretten düşülmesini şart koşmuşsa sahihtir.

Bezzaziye.

Zamanımızda, hapishane ücreti ile hapishane görevlisinin ücreti alacaklıya gerekir.

Hizanetü'l-Feteva.

Birisi bir evi kiralasa ve ev sahibi ortada olmadığı için kiralama süresi dolduktan sonra bir sene

daha evde otursa, bu bir sene için ücret vermez. Çünkü o adam orada icare yoluyla oturmamıştır.

İcare müddeti bittiğinde kiracı gaib olsa ve ev kiracının karısının elinde kalsa, hüküm yine böyledir.

Çünkü kadın orada kiraya oturmamıştır.



Birisi evini aylığı şu kadara kiraya verse, ay bitince her ikisinin de kirayı fesih hakkı vardır. Ama ay

bitmeden kiracı hanımı ile malını evde bırakıp kaybolsa ev sahibi kadınla kira sözleşmesini

feshedemez. Çünkü kadın sözleşmeye taraf değildir. Bu durumda sözleşmesini feshetmenin çaresi

şudur: Ay tamamlanmadan ev sahibi evini başka birine kiraya verir, ay bitince de birinci akit

münfesih, ikinci akit geçerli olur. O zaman kadın evi boşaltıp ikinci kiracıya teslim eder. Haniye.

İZAH

«Buğday ekmek için kiraladığı tarlaya yonca ekse ilh...» Salatalık, karpuz, kavun, patlıcan ve

benzeri şeyleri ekmesi de yonca gibidir. Semerkandî'den.

«Çünkü yonca tarlaya buğdaydan daha çok zarar verir ilh...» Zira onun kökleri yayılır, suya da daha

çok ihtiyacı vardır. Bu durumda kiracı, akit esnasında konuşulanla aynı cinsten olmamasının yanı

sıra, ondan daha zararlısını ekerek şarta muhalefet etmiştir. O halde bütün noksanlığı ödemesi

gerekir.

Ama binmek üzere kiraladığı hayvanın terkisine bir başkasını bindirse veya yük için tuttuğu

hayvana fazla yük yüklese, fazlalık miktarınca zamin olur. Çünkü o hayvan sadece fazlalıkla değil,

hakkı olan binmesi ve yükü ile hakkı olmayan yükten dolayı telef olmuştur. Bu sebeble cins bir

olduğundan dolayı sadece haksız olduğu miktar kadarıyla zamindir. Zeylaî. Özetle.

«İcare ücreti de vermez. ilh...» Ben diyorum ki, lâyık olan bu sözün bir kayıtla kayıtlı olan bütün

icare meselelerine raci olmasıdır. Zira kayıtlamak o kayda muhalefet edildiği zaman bir mana ifade

eder. Turî.

«Çünkü gasıb olmaktadır ilh...» Akitteki kayda muhalefet ettiği için gasıb olmuş ve menfaati de

gasb yoluyla elde etmiştir. Gasbla elde edilen menfaate de ücret yoktur. Zeylaî.

«İstisna edilen bazı şeyler hariç ilh...» Minah'ta şöyle denilmiştir: «Ben diyorum ki; burada

zikredilen, ücretin gerekli olmaması ve tarlaya verilen zarar miktarında zamin olunması önceki

alimlerin mezhebidir. Sonrakilerin mezhebine gelince, vakıf arazisini, yetimin mülkünü ve han gibi

gelir için hazırlanan bir şeyi gasbeden kişiye ecr-i misil gerekir.» .

«Kumaş sahibi kaftanı alıp ilh...» Bu zahirü'r-rivayeye göredir. Zira kaftan da bir yönden gömleğe

benzer. Çünkü Türkler kaftanı gömlek gibi kullanırlar.

Hasan b. Ziyâd'ın rivayetine göre ise kaftanı almayarak kumaşın kıymetini tazmin ettirir.

«Ecr-i mısil de verir ilh...» Zira terzi işi değiştirdiği için kumaş sahibi de ona verilecek ücreti

değiştirir. Nitekim adam ince bir kumaş dokuması için dokumacıya iplik verse, dokumacı da kalın

bir kumaş dokusa veya bunun aksi olsa, yine konuşulan ücret değil, ameli değiştirdiği için ecr-i

misil verir. İtkanî.

Gelecek babın sonunda, yapılacak işle ortaya çıkan anlaşmazlığın hükmü gelecektir.

«Bunun da hükmü yine böyledir ilh...» Hüküm, muhayyerliktir. Zira. menfaatleri birdir. O da vücudu

örtmek, sıcaktan ve soğuktan korumaktır. Ayrıca dikişte de muvafakat mevcuttur.

«Esah kavle göre ilh...» Bazı alimler tarafından da «Muhayyerlik hakkı olmadan tazmin ettirir. Çünkü

hem menfaatte. hem de şeklinde farklılık vardır» denilmiştir. Onun için «esah olan kavle göre»

kaydı konulmuştur.

«Dürer'in kayıtlaması ilh...» Yani Dürer «kaftan dikmek» sözüyle kayıtlamıştır. Bütün metinlerde

imam Muhammed'in Camiü's-Sağır'dekı lafzına uyularak böyle kayıtlanmıştır. Şu kadarı var ki,

Hidâye ve Mültekâ'da bu ibareden sonra «Şalvar dikse sözü eklenmiştir. Yapılan bu ilave, ifade

ediyor ki. burada kayıt, hükmün sadece gömleğe ait olduğunu ifa-de için değil söz gelişi

ylenmiştir.

«Kumaşın boyanmamış haldeki kıymeti kadar zamin olur. ilh...» Yani kumaş sahibi kumaşı boyacıya

boyasız olarak vermişse, böyle yapar.

«Zamin değildir ilh...» Yani eğer boyama fazlaca kötü değilse zahir olan, boyacının ecr-i misil

almasıdır. T.

Ben derim ki: Musannıfın gelecek olan; «Eğer bu eksiklik bir parmak kadar olursa, affedilir.»

sözünün zahiri de buna delâlet eder. Şu kadar var ki, Bezzaziye'de Muhitten naklen şöyle

denilmektedir: «Adam, kumaşı, safranla boyaması için verse, boyayı iyice yedir.» dese, boyacı da

boyayı iyice yedirmese, adam ya kumaşın kıymetini alır veya kumaşı o haliyle alır ve akitte

konuşulan ücretten fazla olmamak şartıyla ecr-i misil verir.» Teemmül et.



«Parmak kadar veya daha azı affedilir. ilh...» Bezzaziye'de belirtildiği üzere terzi ücretini de alır.

Çünkü farklılık azdır ve o kadar eksiklikten korumak da çok zordur.

«Bu bana gömlek çıkarmı?» dediğinde, «çıkar» der, sonra sahibinin emri ile kumaşı keserde

gömlek çıkmazsa zamin değildir ilh...» Çünkü kumaşı sahibinin izni ile kesmiştir. Birincisinde ise

yine mal sâhibinin izni ile ama yetmesi şartıyla kesmiştir. Birinci durumda terzi «evet» dese,

malikde «Öyle ise kes» dese terzi yine zamin olurdu. Çünkü kumaş sahibi şarta bağlamıştır.

Fusuleyn.

Yine Fusûleyn'de şöyle denilmiştir: «Adam dikmesi için terziye bir kumaş verse o da bozuk bir

gömlek dikse, kumaş sahibi gömleğin bozuk olduğunu bildiği halde giyse, artık kumaşı tazmin

ettiremez. Zira onun giymesi bu bozukluğa razı olmaktır.»

İşte bu nakilden birçok meselenin hükmü açığa çıkmaktadır.

«İtibar onların adetinedir...» Yani esnafın adetinedir. Eğer bunu ücretle yapıyorlarsa ecr-i misil

gerekir. Değilse gerekmez.

«O bölgenin örfüne itibar edilir...» Eğer örf ustanın lehine şahitlik ediyorsa o sanatı öğretmenin

ecr-i misline olmakla hükmedilir. Köle sahibine şahitlik ediyorsa ustanın, kölenin ecr-i mislini

vermekle hükmedilir.

«Esah kavle göre mutlak olarak zamin olur ilh...» Yanı yalnız gitmek için veya gidiş geliş için

kiralarsa. Bazı alimler tarafından da, «eğer hayvanı yalnız gitmek için kiralarsa zamin olur. Zira tayin

edilen yere ulaştıktan sonra akit sona erer.» denilmiştir.

«Ariyede de böyledir ilh...» Ama mûda (emanet bırakılan mal) bunun hilafınadır. Çünkü vedîa da

müda (emanetçi)a bırakmaktaki asıl maksat malı korumaktır. O zaman, döndükten sonra mal

maksada uygun hale döner. İcâre ve iârede ise malı korumakla da memurdur ama, kullanmaya da

hakkı vardır. Kullanma sona erdiğinde artık kiracı naib değildir. Hidaye.

«Malı eski yerine getirirlerse ücret alamazlar ilh...» Çünkü işi bozmuşlardır. Bu sözün zahirine göre

müstecir istediği miktarda ücret alamaz. Buna da musannıfın yukarıda geçen. «Birisi diğerini bir

mektup veya bir paketi birisine ulaştırması için icarlasa...» sözü de delâlet eder. Oraya müracaat

ediniz.

KERVANCININ YOLDA HIRSIZLARIN OLDUĞU HABERİNE RAĞMEN DÖNMEMESİ

Kervancıyı, yolda hırsızların bulunduğundan haberdar ettikleri halde yoldan dönmemesi halinde

zamin olup olmayacağı meselesi söz konusu edilmedi.

Bezzaziye'de şöyle denilir; «Birisi bir kimseyi bir malı bir yere götürmek için kiralasa, kervancıya

gideceği yolda hırsızların bulunduğu haber verilse ve kervancı bu söze aldırış etmeyerek o yoldan

gitse de hırsızlar, taşıdığı emtiayı elinden alsalar, bakılır: Eğer bu habere rağmen halk yine o yoldan

gidiyorsa, zamin değildir. Yoksa zâmindir.»

«Uygun olan, deveciyi malı götürmek için zorlamaktır ilh...» Çünkü akit devam etmektedir. Bu

zorlamaya da yukarıda geçen, «Terzi kumaşı kestiği halde dikmezse dikmeye zorlanır. Çünkü akit

bakidir.» sözü delâlet eder. Ama eğer terziden başkası keserse, o zaman terzi zorlanamaz. Tûrî'de

de Muhit'ten naklen buna benzer şu ifadeler vardır:

«Gemiyi birisi yoldan geri cevirse, gemici ücret olamaz. Gemicinin tekrar yola çıkması mecburiyeti

yoktur. Ama eğer gemici kendisi geri dönerse, tekrar gitmesi lâzımdır.»

«Boyacıya boyaması için ipek verip, sonra boyama bana geri ver dese de boyacı vermese zamin

değildir ilh...» Zira kumaşın sahibi karşı tarafın rızası olmadan kendi başına icareyi feshedemez.

Ancak bir mazerete binaen feshedebilir. O halde nehyettikten sonra aktin hükmü devam etmektedir.

Bu durumda malın emanet olarak ecirin elinde kalması akdin hükmündendir. O halde mal kusuru

olmadan telef olduğu takdirde zamin olmaz. Bu bahsin tamamı Camiü'l-FusuIeyn'dedir.

«Tarlada çalışmak için tutulan kişi tarlaya çıksa fakat yağmur yağsa da çalışmasa ücret olamasa

ilh...» Aşağıda geleceği üzere tek bir adama çalışmak için tutulan adam (Ecir-i has) akitten sonra

çalışmasa dahi ücreti hak eder. Bezzûziye'de ise «İşçi işi yapmadan ücreti hak eder.»

denilmektedir. Şu kadar var kı, yağmur veya benzeri bir özürden dolayı çalışmazsa, ücret lazım

değildir. Sayıhanî.

«Hayvan hastalanır da şart koşulmadan daha az bir yük vursa ilh...»

Az yük yüklediği halde hayvan yine gidemese de hayvanı olduğu gibi bıraksa ve hayvan telef olsa,

Kâdînın dediğine göre zamin olmaz. Bezzaziye



«Fiilen değirmenin çalışmacını durdurmadıkları müddetçe ilh...» Allah daha iyisini bilir ama bu

sözden maksat, kiracı ile değirmenin orasına değirmeni çalıştırmasına mani olacak bir engel

koymalarıydı.

«Hamam su bastığı için bir müddet çalışmasa ilh...» Yani hamam kendisinden faydalanılamayacak

bir hal alsa. Bezzaziye.

«Ücret düşer ilh...» Yanı eğer binanın hepsi yıkılmışsa, tamir müddetince müstecirden ücretin

tamamı alınmaz. H.

«Yıkılan kısım tahminen tesbit edilir ilh...» Yani yıkılan kısmın miktarı tahmin edilir ve tahminen

tesbit edilen bu ücret düşer. Bunun aynısı Bezzaziye'de de vardır.

Şu kadar var ki İbni Şıhne, «Zahirür Rivayeye göre; kiralanan bir binanın bir odası veya duvarı

yıkılsa, ücretten hiçbir şey düşmez. Ama eğer mal sahibi kiraya verdiği binanın bir odasını işgal

ederse, bu mal sahibinin kendi fiili olduğundan işgal ettiği odanın icar kıymeti binanın tümünün

icarından düşer.» demiştir.

Bunun benzerini Sâyıhânî de Makdisî'den nakletmiştir.

Bezzâziye'de de şöyle denilmektedir: «Kiraladığı binanın bir duvarı yıkılsa, eğer yıkılan kısım

binada oturmaya zarar vermiyorsa, kiracı kira sözleşmesini feshedemez, zarar veriyorsa,

feshedebilir. Zarar verdiği halde akdi feshetmezse, akitte konuşulan ücreti vermesi lazımdır.»

«Mal sahibi ile kiracı tamir edilen miktarda ihtilaf etseler ilh...» Bu meselenin sûreti şöyledir: Ev

sahibi sarfettiğini kiraya saymak şartıyla kiracıdan evi onarmasını istese ikisi de evin onarıldığı

konusunda ittifak ettikleri halde sarfedilen miktarda ihtilaf etseler. yemini ile birlikte ev sahibinin

sözü kabul edilir. Çünkü o ziyadeyi inkâr etmektedir. Fukaha; «Bu hüküm ustalar sarfedilen parayı

tayin edemedikleri takdirdedir» demişlerdir. Ama eğer ustalar, ev sahibi veya kiracıdan birisinin

sözü üzerinde icma ederler ve «Bu binaya şu kadar sarfedilir.» derlerse, o zaman söz onların

sözüdür. İkisinin de sözüne iltifat edilmez. Zahîre. özetle. Bunun aynısı Bezzaziye ve Tatarhaniye'de

de mevcuttur. Remli de aynı şekilde fetva vermiştir.

Müsteciri tasdik etmenin hîlesi şudur: Ücretten bir miktarını âcilen mülk sahibine verir. Mal sahibi

parayı aldıktan sonra kendisine verilen ücreti binanın yapılmasında sarfetmek üzere geri vermesini

ister. O zaman makbul olan söz, kiracının sözüdür. Çünkü emindir. Nitekim Muhibbiye'nin sahibi

bunu nazmen söylemiştir.

«Vehbaniye'nin nazmının mutlak oluşundan anlaşılan ilh...» Burada mutlak ifadeden maksat, tamiri

emreden kiralayana rücu ile takyit edilmemesidir. Sen anla.

«Sadece emretmek suretiyle ilh...» Yani, «Sarfettiğini benden alırsın.» demese bile. Sahih olan da

budur. Haniye. Bunu İbni Şıhne de Kınye'den nakletmiştir.

«Ancak kiracı tandır, tuvâlet ve su oluğu yaparsa ilh...» Çünkü bunlardan maksat müstecirin şahsî

menfaatidir.

«Mucirin huzurunda ilh...» Musannıf bu sözünde Şurunbulâliye'ye tabi olmuştur. Şurünbulâli

Mülteka'ya yazmış olduğu şerhte izahıyla birlikte Sugra'nın ibaresini naklederek şöyle der; «Bir

duvar veya bir oda yıkılması halinde kiracı ulemanın icmaı ile o kira aktini ev sahibinin huzurunda

feshedebilir. Ama bmanın hepsi yıkılırsa kiralayan hazır olmasa da yine feshedebilir. Kiracı kira

aktini feshetmedikçe, akit kendiliğinden münfesih olmaz. Sahih olan budur. Çünkü binanın

arsasına çadır kurulabilir. Şu kadar var ki, bina yıkıldıktan sonra kiracı, binayı kiralamakta

kasdettiği şeyi alamamıştır.»

Ben derim ki: Bu ibâre binanın tamamen yıkılması ile bir kısmının yıkılması arasındaki farkı

sarahatle göstermektedir. O zaman bu yıkılma maksada manimi değil mi? meselesine rücu eder.

Oturmaya zararlı olmadığı takdirde müstecirin akdi feshetme muhayyerliği yoktur.

Şarih bu ifade ile Kuhistanî'yi reddetmiştir. Zira Kuhistanî akdi fesh için mucirin hazır olmasının

şart olmadığını söylemiştir. Burada ise mucirin hazır olmasının şart olduğu ifade edilmektedir. O

halde şarihin, naklettiği, Kuhistanî'nin ifadesini reddetmektedir. Bu tafsilat Haniye ve başka

kitaplarda da sarahaten ifade edilmiştir.

Kınye'de şöyle denilmiştir: «Kiralanan binanın bir kısmı yıkılsa, kiralayan da gaib olsa veya hastalık

bahane edip Kadî'nin meclisine gelmese, Kadî ona bir vekil tayin ederek kira aktini fesheder. Fesih

Bölümünde bu meselede Kâdı'nın hükmünün veya kiralayanın rızasının şart olduğu söylenecektir.

«Bina yapılırsa müstecire muhayyerlik hakkı yoktur ilh...» Çünkü fesihten evvel muhayyerlik



hakkına sebeb olan şey ortadan kalkmıştır. Zahir olan, bu hüküm, eğer evi aynen eski Şekilde

yaparsa böyledir. Eğer evi eski şeklinde yapmazsa kiracı akti feshedebilir. Araştırılsın.

«Fesh babında bunu ifade eden söz gelecektir ilh...» Gelecek söz şudur: «Tebyin isimli kitapta,

«Eğer değirmenin suyu kesilmiş olsa ve bina ile un öğütmekden başka bir yolla faydalanmak

mümkünse, o zaman kiracının faydalandığı miktarca ücret vermesi gerekir. Zira üzerine akit

yaptıkları şey mevcuttur. Eğer o binanın menfaatini tam olarak alırsa, o zaman ona tekabül eden

ücreti de vermesi lazımdır.» denilmiştir.» H.

Ben derim ki: Fesih babında biz yukarıdaki sözü «Eğer oturma ile un öğütme beraber zikredilirse.»

kavliyle kayıtlayan bir ifade zikredeceğiz. İşte bununla Tebyîn'in «Üzerine akit yapılan şey

mevcuttur.» sözü anlaşılmaktadır. Demek ki sadece tebyindeki ibare ile hükmetmek doğru olmaz.

Bizim yukarıda Mülteka şerhinden naklettiğimiz: «Kiracı binânın kirasından kasdettiğini

alamamıştır,» sözü yine ücretin verilmeyeceğini ifade eder. Her halde meselede ihtilâf var. Allah

daha iyisini bilir.

«Tatil dolayısıyla ilh...» Yani böyle bir şart koşarsa, icare akti fasit olur. Evlâ olan Bezzâziye'de

olduğu gibi musannıfın, aktin fasid olacağını açıkça belirtmesiydi. Şu kadar var ki, fesad ibarenin

bunun mukabili olan sıhhatten bilinmektedir.

Fesadın sebebi şudur: Aktin gereği tatil müddeti ister az olsun. İster çok olsun, ücretin

verilmemesini gerektirir. Nitekim Zahîre'de de böyledir. O zaman «iki ay» ile kaydetmek aktin

gerektirmediği bir şarttır. Ama tatil müddeti kadar ücreti düşürmek şeklindeki bir şart sahihtir. Bu

şuna benzer: Adam bir küp içinde zeytin yağı alsa, küpün ağırlığından ötürü birkaç batman tutarının

fiyattan düşülmesini şart koşsa, bey'e fâsit olur. Ama küpün ağırlığı kadarının fiyattan düşmesini

şart koşsa sahih olur.

«Hapishane ücreti ilh...» Bu mesele, hapishanenin herhangi bir adamın mülkü olması halinde söz

konusudur. Ama eğer, hapishane hazine tarafından veya vakıf olarak yapılmış ise ücret yoktur.

«Zemanımızda ilh...» Herhalde bunun sebebi, zamanımızda hazinenin muntazam olmayışıdır. Eğer

hazine muntazam olsa, hapishane ve görevlilerinin ücreti hazineden verilir.

«Alacaklıya ilh...» Çünkü borçlu onun içinde hapse girmiştir. Fukaha burada borcunu savsaklayan

ve savsaklamayan borçlular arasına fark koymamıştır. T.

Ben diyorum ki: Şarih Kitabu's-Sirka (hırsızlık kitabın) da hasımları mahkeme huzuruna getirenin

ücretinin hazineden verileceğini söylemiştir. Bazı alimler de bu masrafın zorbalık edenden

alınacağını ylerler. Haniye'nin kitabu'l-Kadâ bahsinde «Sahih olan bu kavildir.» denilmiştir.

Şu kadarı var ki, Bezzazlye'nin Kitâbu'l-Kadâ bahsinde «Bazı alimlere göre, mahkemeye gelme

masrafı davacıya aittir. Esah olan görüş de budur.» denilmiştir.

«Bu sene için ücret vermez ilh...» Fesih babının sonlarında Haniye'den naklen şu ibare gelecektir:

«Bir ev veya hamamı bir aylığına kiralasa ve orada iki ay otursa eğer o ev veya hamam kirâ

getirmesi için yapılmışsa, ikinci ayın ücretini de vermesi gerekir. Değilse gerekmez. Fetva da

bununla verilir. Tamamı ileride gelecektir.

«Her ikisinin de feshetme hakkı vardır. ilh...» Çünkü birinci ay için olan akit sahih, ondan sonrası

için olanı fasittir, Veya birinci ay için olan hemen geçerli sonrası ise geleceğe izafe edilmiştir.

Yukarıda geçtiği üzere, ileriye izafe edilen kira akdinin bağlayıcı olup olmadığı alimler arasında

ihtilâflıdır. Şüphesiz taraflar akdi ancak birbirlerinin huzurunda feshedebilirler. Diğeri hazır

olmadan yapılan fesih sahih değildir. İmam Ebû Yûsuf buna muhalefet etmiştir. Bazı alimlere göre

ise fukahanın ittifakıyla tek taraflı fesih sahih değildir. Nitekim Hindiye'den naklen Tahtavî'de de

yle denilir.

«Çünkü kadın hasım değildir ilh...» Zira yukarıda da geçtiği gibi, kira aktinin feshinde hasmın hazır

olması şarttır.

«İkinci akit geçerli olur ilh...» Yani aktin eseri görülür. Yoksa, birinci akit zaten sahihtir. T. Allah

daha iyisini bilir.

 

 

 

 

FASİT İCARE BABI

METİN

Fasit akitler; aslında meşru, fakat vasfında gayri meşru olan akitlerdir. Batıl akitler ise, hem asyla

hem de vasfıyla meşru olmayan akitlerdir.

Fasit akitlerin hükmü. eğer akitte konuşulan ücret malum ise kullanmakla ecr-i mislin gerekli

olmasıdır. İbni Kemal.

Batıl icarenin hükmü ise, kullanmakla ücretin gerekli olmamasıdır. Hakaik.

Fâsit icarede menfaatlere kabızla malik olunmaz. Fâsit alış verişlerde ise malı teslim almakla ona

malik olunur. Kîracı, fasit kiralama ile kiraladığı malı kabzetse, onu bir başkasına kiraya veremez.

Eğer verirse, gâsıb olmaz, ecr-i misli vermesi gerekir. Birinci kiracı ikinci kira sözleşmesini

bozabilir. Bahır, Hülasa'ya nisbetle.

Esbah'da şöyle denilmiştir; «Bir malı fâsit icare ile kiralayan kişi aynı malı başka birine sahih bir

icare ite kiralarsa, caizdir.» Bu hüküm ileride gelecektir.

Akdin gereğine muhalif olan şartlarla icare akti fasit otur. O halde, bey'i ifsad eden -Bey bahsinde

geçen- her şey icare aktini de ifsad eder. Kiraya verilen malın veya kira ücretinin veya sürenin yada

işin bilinmemesi gibi. Aynı şekilde kiraya verdiği kölenin yemeğini, hayvanın yemini, binanın

tamirini, vergileri ve diğer masraftan, -arazi ise- öşür ve haracı, icarlanan malı sahibine teslim

masrafını kiracıya şart koşmak icareyi fasit eder. Eşbah.

-Taksimi kabul etsin veya etmesin- aslında şüyu olan bir şeyi vermek de fasittir. Meselâ, oturduğu

evin bir kısmını veya müşterek olan bir binanın kendi hissesine düşen kısmını ortağı olmayan

birisine veya ortaklardan birisine kiraya vermesi bu kabildendir. Emfa-ut Vesail ve İmadiye,

otuzuncu fasıl.

Musannıf burada «aslında şüyu olan» tabiri ile sonradan arız olan şüyûu hükmün dışına çıkarmıştır.

O halde akitten sonra arız olan şüyû. Zahirür Rivayeye göre kira sözleşmesini ifsad etmez. Mesela,

evvelâ binasının hepsini kiraya verse, sonra o binanın bir kısmında kira sözleşmesini feshetse veya

iki kişi bir binayı bir adama kiraya verseler ve bunlardan birisi ölse, veya iki kişi bir binayı bir

kişiden kiralamış olsa, kıra fasit olmaz.

Adamın binayı kiraya verdikten sonra binanın bir kısmında kira sözleşmesini feshetmesi, müşâın

kiralamasının sahih olmasının hîlesidir. Nitekim adı geçen kira işleminin vazına hükmedildiği

zaman kiralama sahih .olur.

Ancak, mûşa olan binada ortaklardan birisi hissesinin tamamını veya bir kısmını kendi ortağına

kiraya verirse, caiz olur. Bu cevâz için herhangi bir kayıt yoktur. Fetva da bu görüşe göredir. Zeylaî

ve Bahır bunu Muğnî'ye nisbetle söylemişlerdir. Şu kadarı var ki Allâme Kasım Tashîh' inde

Muğnî'deki kavli «Şazzdir, söyleyeni meçhuldür. Bu söze itimad edilemez.» diyerek reddetmiştir.

Ben derim ki: Bedayi'de şöyle denilmektedir: «Taksimi mümkün olan müşai icare verip teslim etse

caizdir. Çünkü meni ortadan kalkmıştır. Ama eğer kadı bu icâreyi ibtal eder ve adam sonra yeniden

taksim ve teslim ederse, caiz olmaz.

Fasit icareyi sahih icareden sonra zikretmesi gayet yerindedir. Dolayısıyla bunun sebebini

araştırmaya ihtiyaç yoktur. Minah.

«Akitlerden fasid olanlar ilh...» Musannıf «akitlen» kelimesini ibadet hükmün dışında tutmak için

koymuştur. Zira ibadetlerin fasidi ile batılı arasında bir fark yoktur. Akitler ise farklıdır.

«Vasfında değil, aslında meşrû olan ilh...» Vasfındaki gayri meşruluk; âriz olan bir meçhullük veya

aktin gerektirmediği bir şart koşmaktan ileri gelir. Eğer akit meydana gelen bu vasıftan hâlî olsa,

sahih olur. T.

«Batıl ilh...» Meselâ, adam bir şeyi ölü hayvan veya kan karşılığında kiralasa; kokulanmak için

esans, veya diğer koyunların arkasından gideceği bir koyun, veya tohumluk için bir erkek hayvan,

veya heykel yapması için bir adam kiralasa, bunlanın hepsinde icare bâtıldır.

«Hem de vasfıyla meşru olmayan ilh...» Zira aslında batıl olduğundan vasfı da ona tabi olur.

«Ecr-i mislin vacib olmasıdır ilh...» Yâni o işte onun misli olan bir şahsın ücretinin verilmesi

lazımdır. Bunda muteber olan icare aktinin zamanı yeri ve ücretin altın ve gümüş cinsinden

olmasıdır. Akitte konuşulan ücretin cinsi eğer altın ve gümüşten değilse o zaman akitte konuşulan

ücretin cinsinden de olmaması gerekir.



Eğer halk arasında ecr-i misil farklı ise, orta bir ücret tesbit edilir. Alınan bu ücret. sebebi haram

bile olsa, helâldir. Nitekim Munye'de de böyle denilmektedir. Kuhistanî.

Minah'ta nakledildiğine göre Şemsü'l-Eimme Hulvânî, «Fasit icarede ücret ecr-i misil olduğu

takdirde temiz ve helâldir.» diyerek bu meselede iki kavil zikretmiştir. Bunlardan birisi daha

sahihtir. O halde sen, sahih bir nüshaya müracaat et

Gurürü'l-Efkâr'da Muhit'ten naklen şöyle denilmektedir: «Fahişenin icare akti ile aldığı zina ücreti

İmam-ı Azama göre helâldir. Zira fasit icarede ecr-i misil -her ne kadar kazancı haram ise de- temiz

ve helâldir. İmameyne göre ise mutlaka haramdır. Ama fahişenin icare akti yapmadan aldığı zina

ticareti imamların ittifakıyla haramdır. Zira onu haksız olarak olmaktadır.»

«Kullanmakla ilh...» Yani fasit icare ile icarladığı maldan gerçek manâda menfaatlenirse. Ama o

malı kullanma imkânının olmasıyla ecr-i misil gerekmez. Nitekim bu yukarıda geçti, ileride de

gelecektir.

Ancak İs'af'ın ibaresinin zahirine göre; vakıfta kullanma imkânı ile ecr-i misil verilmesi gerekir.

Nitekim bu Kitabü'l-İcâre kitabı'nın başında da geçti.

«Konuşulan ücret malum ise ilh...» İbn-i Kemalin Hidaye ve Kenze uyarak yaptığı gibi musannıf da

konuşulan ücretten fazla olmaz» ifadesini ekleseydi o zaman bu söz sahih olurdu. Yani musannıf,

«ecr-i misil akitte konuşulanı aşmamak şartıyla vacibtir» deseydi bu söz sahih olurdu. Bu durumda

şarihe düşen; «Eğer akitte ücret konuşulmamışsa veya mâlûm değilse» kullanmak suretiyle ecr-i

misil gerekir» demesiydi Çünkü musannıfın mutlak zikretmesine binâen ancak bu iki surette ecr-i

misil meblağı ne olursa olsun gerekli olur. Ama fasit icarede konuşulan ücret malum ise, o zaman

ecr-i misil akitte konuşulan ücretten fazla olamaz. Nitekim ileride gelecektir.

-Batıl icârede- «Kullanmakla bile ücret gerekmez. ilh...» Bunun zahiri, kiraya verilmek için

hazırlanmış bir bina bile olsa, batıl bir akitle icarlandığında ve kullanıldığında yine ücretin

gerekmediğini ifade eder. Çünkü kiraya verilmek için hazırlanmış bir mülkün icarında ancak akd

veya mülk te'viliyle kullanmadığı takdirde gerekli olur. Nitekim bu mesele yukarıda geçmiştir. Şu

meselede ise batıl bir aktin tevili ile kullanılmıştır. Araştırılsın. T.

Yine Tahtavî'de: «Batıl akde asla hüküm yoktur. Onun varlığı yokluğu gibidir. Bedâic'de de

yledir.» denilmiştir. Düşün.

Vakıf ve yetim malında, uygun olan -akd batıl ise de- kullanmakla ecr-i mislin vacib olmasıdır. Zira

zikredilen te'vil ile kullanmama şartı ancak kira için hazırlanan maldadır. Nitekim bu mesele gasb

bahsinde gelecektir.

Bezzaziye'de şöyle denilir: «Vakıfta. mülkiyet veya akit tevili ile oturmak ecr-i mislin lüzûmuna mani

değildir.» Bazı alimlere göre ise yetimin evi de vakıf evi gibidir. Bezzâziye sahibi daha sonra şöyle

der: Eğer adam kira için hazırlanan bir dükkânda otursa, ve o dükkânın mülkü olduğunu iddia etse,

malik, oturan aleyhine delil bile getirmiş olsa, yine ecr-i misil lazım değildir. «Kiracı kirayı fesihten

sonra bir te'ville dükkânda otursa eğer dükkân kira için hazırlanmamışsa muhtar kavle göre verdiği

ücretin karşılığı kadar oturabilir. Muhtar olan kavle göre vakıfta da hüküm böyledir.» der.

Fakihler, «Birisi bir bina satın alsa. oturduktan sonra da o binanın vakıf veya bir yetimin malı

olduğu ortaya çıksa, onların malını korumak için ecr-i misil vermesi lâzımdır.» demişlerdir. Nitekim

bu mesele vakıf bahsinde de geçmişti. İtimad edilecek görüş de budur. Gasb bahsinde de

gelecektir.

«Fasit icare fasit bey'in hilâfınadır ilh...» Zira menfaatin kabzı tasavvur edilemez. Ancak biz, malın

kabzını menfaatin kabzı yerine ikâme edersek, o zaman tasavvur edilebilir. Bu da sadece

tamamlanma zaruretinden dolayı sahih akitte olabilir.

«Fasid icarede kiracı malı kabzetse ilh...» Musannıfın bu sözü fasit icarede menfaate malik

olunamayacağı hükmünün bir feri'dir. Yani fasit icare ile kiralanan malı kabzetse bile yine de onun

menfaatine malik olamaz.

«Eğer fasid icare ile kiralayan kişi bir başkasına kiraya verirse, kiracı gasıb olmaz, ecr-i misil

vermesi gerekir ilh...» Yani, fasit icare ile icarladığı malı bir diğerine kiraya veren birinci kiracının

ecr-i misil vermesi gerekir. Zira ikinci bir adama kiraya vermesi, o nesneyi kullanması sayılır.

Başkasının fiili ile de gasıb sayılmadığından ücretin vacib olmaması bahis mevzuu olamaz.

İkinci kiracıya gelince, eğer bununla birinci kiracı arasında bir ücret konuşulmuşsa, acaba

konuşmaya itibar edilerek konuşulan ücretin verilmesi mi. -ki zahir olan da ancak budur- yoksa akit

fasit olduğundan ecr-i misil mi vermesi gerekir? Burası araştırılmalıdır. T.



«Birinci kiracı ilh...» Yani birinci kiracı kendisinin yaptığı ikinci kira sözleşmesini bozarak binayı

ondan alabilir. Zira bir kimse fasit bir alış-verişle bir şey satsa, müşteri de bu malı kiraya verse,

satıcı o kira sözleşmesini bozarak binayı ondan alabilir. Zira bir kimse fasit bir alış-veriş ile satın

alınan malın bir başkasına satılması bunun aksinedir. Bu satış bozulmaz.

Zira icare özürlerle feshedilir, satış ise feshedilemez. Muzmarat'ta da böyledir. Minah.

«Caizdir ilh. » Nisab isimli eserde. «Ancak bu sahihtir.» denilmiştir.

Siraciye'de de şöyle denilmektedir: «Zahirüdden el-Merginanî deyle bir icarenin sıhhatine fetvâ

vermiştir.» Tatarhaniye.

Musannıfın oğlu. İmadiye ve Hülasa'dan bu fetvanın benzerini nakletmiştir.

Remlî de şöyle der: Çoğunluk, sizin de gördüğünüz gibi yukarıda adı geçen icarenin caiz olduğu

görüşündedir. Bundan ötürü de musannıf. ileride bu görüşün mukabili olan -ki, caiz olmadığı

üzerinedir- görüşü «kıyi» denildi kavli ile tabir etmiştir.

Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «Anılan icare sahih olan kavile göre caizdir. Bazı alimler tarafında

da,» caiz değildir. Çünkü Adam, binasını tamir edip içinde ücretsiz oturması için birisine verse, o

da binayı başka bir adama kiraya verse ve ikinci adamın oturması sebebiyle bina yıkılsa. kiracı

ittifaken binaya zamin olur. Zira gasb durumundadır.» denilmiştir. Bu görüşe, «Bu akit kira değil,

iare aktidir. Çünkü o adam onarmayı şart koşmamış, meşveret yoluyla zikretmiştir» şeklinde cevap

verilir.

«Alım-satım akdim ifsad eden her şey icareyi ilh...» Musannıfın bu kavli, takdir olunacak bir ifadenin

üzerine yeni meseleler koymaktır. Yani icare, alım satım akdinin bir nevidir. Zira o menfaatlerin

satımıdır. O halde alış verişi ifsad eden her şey icareyi de ifsad eder.

«Veya müddetin meşhul olması ilh...» Ancak, istisna edilen türlerde değil.

Bezzaziye'de şöyle denilmiştir: Komisyoncunun dellâlin, hamamcının, arzuhalcinin icâresi vakit ve

iş tayin edilmeyen her şeyde icare müddet belli olmasada caizdir. Zira, halkın, bu saydıklarımıza

ihtiyacı vardır. Burada eğer ecr-i misil takdir edilirse ücret de helâldir.

Bezzâziye sahibi bu konuda kendisinden birçok mesele çıkartılabilecek bir asıl kaide

zikretmektedir. Bezzâziye'nin çeşitli meseleler ve günah olan bir şeyi yapmak üzere ücret bahsine

müracaat ediniz.

«Kölenin yemeği ve hayvanın yeminin şart koşulması gibi ilh...» Zahiriye adlı eserde şöyle denilir:

«Birisi yemeğin veya yeminin kiracıya ait olması şartıyla bir köle veya hayvan kiralasa, el-Kitap

(Kudurî) da belirtildiğine göre bu icare akti caiz değildir. Fakih Ebülleys de. «Hayvan meselesinde

sonra gelen fukahanın kavlini alırız. Yani hayvanın ye-mi müstecire şart koşulamaz. Ama

zamanımızda köleler adeten kiracının malından yerler.» demektedir.

Hamevî de, «Kiralanan kölenin yemeğini akitte şarta bağlamak sahihtir.» demiş, Tahtâvî ise buna,

«Şartsız olarak kiracının malından yemesiyle şartlı yemesinin arasında fark vardır,» diyerek itiraz

etmişlerdir.

«Ben derim ki: Örfle sabit olan bir şey, şart kılınmış gibidir. Fakih Ebülleys'in sözü de buna işaret

etmektedir. Fakih'in sözünün zâhiri; kiralanan hayvan meselesinde de hayvanın yeminin kiracıya ait

olması örf haline gelirse bununda caiz olmasına delâlet eder.

Yemin kiracıya ait olmasının çaresi şudur: Kiralanan hayvanın ücretinde yem bedeli kadar bir

miktar artırılır. Sonra da hayvan sahibi kiracıyı artırılan bu ücreti hayvana sarfetmek üzere vekil

eder. Eğer kiracı mal sahibinin kendisini tasdik etmeyeceğinden korkarsa bunun çaresi de şudur:

Yem miktarı olan parayı sahibine peşin olarak verir, sonra hayvan sahibi bu parayı kiracıya verir ve

onu hayvan için harcamasını emreder. Bu durumda da kiracı emîn olur. Bezzâziye. Özetle.

«Binanın tamir edilmesi vergileri ve diğer masrafları ödeme şartıyla ilh...» Bahır'da şöyle

denilmiştir: «Asla nisbetle Hülâsa'da, «Tamir etmek ve masraflarını vermek şartıyla bir evi kiralasa,

bu icare fasittir. Zira aktin muhtevasına muhalif olan bir şey şart koşulmuştur.» denilmektedir.

«Asla nisbet edilen bu ifadeden anlaşılıyor ki: zamanımızda vaki olan; kâşif ve temizleme

masraflarının kiracıya ait olması şartıyla bir vakıf arâzinin malûm bir ücretle icare verilmesi fasittir.

«Ben derim ki: Zamanımızda Vakıf mallarının kiralanmasındaki uygulama da böyledir. Ancak bazen

senette şart sarâhaten yazılır. Meselâ kâtip senede, «Arazinin tesviyesi. su kanallarının açılması»

gibi, arazide yapılması gerekenler kiracıya ait olmak şartıyla icarladı.» der. Bazen da, kiralayan ile

kiracı, kiralanan mal için gerekli olan şeylerin kiracıya ait olduğunda onlaştılar...» der. Doğrusu



bunların hepsi kira sözleşmesini ifsad eder. Çünkü anmasalar bile bunlar, örfen sabittir. Maruf da

meşrut gibidir. Teemmül et.

«Öşür ve harcı ilh...» Alimlerden bazısı tarafından buradaki haraçtan maksadın mukaseme haracı,

yani araziden elde edilen mahsulden alınan belirli orandaki haraç olduğu söylenmiştir. Çünkü o

harç meçhuldür. Elde edilecek ürüne bağlıdır.

Fakat harac-ı muvazzafaya (tarladan alınan belirli miktardaki haraç) gelince bunu şart koşmak

caizdir. (Zira muvazzaf harac arazinin dönümüne göre devlet tarafından alınır.) Şu kadar var ki,

fetva; harcın hangi türü olursa olsun. şart koşulmasının mutlaka caiz olmadığı şeklindedir. H.

Minah'tan.

Eşbah'ın haşiyelerinde; fesadın, İmam Ebû Hanîfenin kavli olduğu zikredilmiştir. Zira ona göre harç

mal sahibine aittir. T.

Müftâbih olan görüşün her türlü haracı şart koşmanın akdi ifsad ettiği görüşü) illeti şudur:

Muvazzaf harç da arazinin verdiği mahsule göre azalabilir. O halde, muvazzaf harcda da

(mukassem harc gibi) meçhuliyet vardır.

«Aslında şüyu olan bir şeyi ilh...» Malın şuyûan ortak olması İmam» Azama göre ister taksimi kabul

etsin, ister etmesin icare aktini ifsad eder. Bu konuda fetva İmam-ı Azâmın kavli üzerinedir. Haniye.

«Oturduğu evin bir kısmını kiraya vermek suretiyle ilh...» Böyle fasit bir kira sözleşmesi akti ile

kiraya verse, kıracının ecr-i misil vermesi gerekir. Sahih olan da budur. Fakat bazı alimler, «Zaten

bu şekildeki bir akit asla akit sayılmaz. O halde hiçbir şekilde ücret gerekli değildir» derler.

Camiü'l-Fusuleyn.

«Müşterek olan bir binanın kendi hissesine düşen kısmını ilh...» Bu meselede iki rivayet vardır.

Makbul olanı, böyle bir icare aktinin caiz olmamasıdır. Nuru'l-Ayn Haniye'den.

«Zahirür-Rivayye göre ilh...» Yani Ebû Hanife'ye göre, (akitten sonra arız olan şüyu akti ifsad etmez.)

Camiü'l-Fusuleyn'in rivayetine göre ise, akitten sonra arız olan şüyu da akti ifsad eder.

«İki kişi bir binayı bir adama kiraya verseler ve bunlardan birisi ölse ilh...» Yâni ister iki kişi bir

adama kiraya versin, ister iki kişi bir adamdan kiralasın her iki surette de, akit ölenin hissesinde

fasit, hayatta olanın hissesinde ise bakîdir. Nitekim Cami'ül-Fusuleyn'de de böyle denilmiştir.

Yine Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Birisi tamamı kendisine ait olan binasını, iki kişiye kiraya

verse ve verirken de kısaca «Binayı ikinize kiraya verdim» dese, bütün alimlerin ittifakı ile caizdir.

Ama eğer, «Binayı yarısı birinize. yarısı da birinize olmak üzere icare verdim.» veya ((Üçte biri veya

dörtte biri birinize, üçte ikisi veya dörtte üçü birinize» şeklinde tefsil ederek kiraya verse, Ebû

Hanifeye göre yukarıda geçen iki ortaktan birisi kendi hisseni yabancı birine kiraya vermesi

meselesindeki ihtilaf üzere fasit olmaması gerekir. Yukarıda belirtildiği gibi üstün sayılan kavle

göre, böyle bir akit caiz değildir. Bundan ötürü Hamidiye'de «iki kişinin bir değirmeni eşit olarak

kiralamaları hadisesinde, «eşit olarak» tabiri tafsil sayılarak bu kiralamanın fasid olduğuna fetva

verilmiştir.

«Hilesidir ilh...» Hakimin tümü kiraya verilen binanın bir kısmında kira sözleşmesinin feshine

hükmetmesi de mal sahibinin feshi gibidir.

Tahtâvi, Hindiye'den naklen şöyle der: Meseleyihakime götürme mümkün olmazsa tarafların

kendioralarında seçtiklerihakem de Kadı gibidir.»

«Her halükârla ilh...» Yani ortaklardan birisi, kendi hisseni ister ortağına kiraya versin, ister bir

başkasına, ister taksimi kabal etsin, ister etmesin caizdir. H.

Şu kadarı var ki, böyle bir akit ancak ortağın kendi hisseni beyan etmesi şartıyla caizdir. Ama beyan

etmezse, sahih kavle göre caiz değildir. Zeylâî.

«Bu kavle itimad edilemez der ilh...» Kasım bin Kutluboğa'nın aksine, Haniye'de «Fetva İmamın

kavli üzerinedir» denilerek bu kavil alınmıştır. Metin ve şerh sahipleri de bunu katiyetle ifade

etmişlerdir. O halde mezhebin görüşü odur. Bunu musannıf da ifade etmiştir. Bugün de bu kavil

üzerine amel edilir.

«Bedâic'de ilh...» Şarihin bu sözü, İmamın görüşünden tahriçtir. T. (Bedaic'deki Taksimi mümkün

olan müşaı taksim ederek icare verse ve teslim etse, caizdir.» sözü İmamın, müftabih olan kavli

üzerine istihrac edilmiştir.)

«Kiraya verse ve teslim etse, caizdir ilh...» Bu kavlin zahirine göre malı akit meclisinden sonra



teslim etse, yine caizdir. Buna sonra gelen ifade delâlet etmektedir. Zira peşin de hüküme itibar

edilmiştir. T.

«Caiz değildir ilh...» Doğrusu teati yoluyla icarenin caiz olmasıdır. Çünkü birinci fesihten sonra

teatiye mani yoktur. Rahmetî.

METİN

Bina birisinin, arsa da başka birisinin olursa, bu binanın kiraya verilmesinin caiz olduğuna fetva

verilmiştir. Camiü'l-Fusuleyn. Yirmibirinci faslın ortasından naklen.

İcare akti; konuşulan ücretin hepsinin veya bir kısmının meçhul olmasıyla da fasit olur. Meselâ.

ücretin. belirsiz bir kumaş veya bir hayvan olması yada kiracının evi tamir etmesi şaryla yüz

dirhem alması akdi ifsâd eder. Zira evi tamir de ücretten sayıldığından ücret yine meçhul

olmaktadır. Bundan dolayı da icare akti fasit olur.

İcare akdi, ücretin hiç konuşulmaması veya domuz ve şarap gibi -dinen mal sayılmayan- bir şey

olması hallerinde de yine fasittir.

Son iki sebeble, yani akitte konuşulan ücretin meçhul olması veya hiç konuşulmaması sebebiyle

fasid olan icare aktinde kiracı kiraladığından gerçek anlamda faydalanmışsa konuşulan ücretten

aşağı olmamak üzere neye ulaşırsa ulaşsın, orta haldeki ecr-i misli vermesi gerekir. Çünkü akitte

konuşulan ücrete raci bir şey yoktur. Ancak yukarıda da söylendiği gibi ecr-i misil, ecr-i

müsemmadan aşağı kalmaz.

Yok eğer akit, konuşulan ücretin meçhul oluşu veya hiç konuşulma-ması sebebiyle değil de ifsad

edici şartlarla veya ücret bilinmekle birlikte malın şüyûan ortak oluşu sebebiyle fasit olursa, o

zaman ecr-i misil, akitte konuşulandan fazla olamaz. Çünkü taraflar konuşulan ücrete razı

olmuşlardır. Akitte konuşulan ücret, fasit olduğu için ecr-i misil ondan noksan olur.

Zeylâî, içinde oturmaması şart koşulmak suretiyle fasit olan ev kiralama meselesini bundan istisnâ

etmiş ve «Eğer bu şekilde kiraladığı evde oturursa, ne kadar olursa olsun ecr-i misil gerekir.»

demiştir.

Bahır'da Zeylâî'nin istisna ettiği bu meselenin hükmü, «Eğer akitte konuşulan ücret meçhul ise o

zaman ecr-i misil verir.» şeklinde yorumlanmıştır. Bu meseleyi Kâdîhan da Cami'in şerhinde akitte

konuşulan ücretin meçhuliyetine irca ettirmiştir. Sen anla. Yani Bahır'daki yorumla Kâdîhân'ın

ifadeleri aynıdır.

Buna göre her halükârda yukarıda geçen meselede istisna yoktur. Dikkatli ol.

Ben derim ki: Kiraya verilen mal vakıf ise onun istisna edilmesi gerekir. Çünkü vakıfta gerekli olan

neye ulaşırsa ulaşsın ecr-i misildir. Teemmül et.

Bir kimse evini meçhul bir köle karşılığında kiraya verse, kiracı meçhul köleyî vermediği halde evde

bir müddet otursa, oturduğu müddet için miktarı ne olursa olsun ecr-i misil vermesi gerekir. Geri

kalan süredeki kira akdi feshedilir.

Dükkânını aylığı şu kadara kiraya vermiş olsa, bu icare yalnız birinci ayda sahih, diğer aylarda ise

fasittir. Çünkü geriye kalan kısımda süre belli değildir.

Bunda asıl kaide şudur: «Küll (her)» kelimesi (aylar gibi) sonu bilinmeyen bir kelimenin başına

gelirse o zaman en azı taayyün eder. O halde böyle bir kaç aylığına aylığı şu kadara denilerek

verilen icarelerde ilk ay dolduğunda taraflardan isteyen diğer tarafın hazır olması şartıyla icare

aktini feshedebilir. Çünkü sahih akit sona ermiştir. Ayrıca ilk gününde oturduğu her ayda da örfen

icare yenilenmiş olur. Fetva buna göre verilmektedir. kiralayan, o ay bitene kadar bir özür

olmadıkça çıkartamaz. Aynı şekilde iki aylığını veya daha fazlasının ücretini peşin verse, zaman

konuşulmuş gibi olduğundan kiralayan kiracıyı çıkaramaz. Zeylaî.

Ayların hepsini anarsa, mesela aylığı şu karada on iki ay diyerek kiralarsa o zaman bu sürenin

tamamında sahih olur. Çünkü mâni ortadan kalkmıştır.

Adamın binasını, her ayın ücretini anmadan seneliği şu kadara, diyerek kiraya vermesi sahihtir. O

zaman, senelik kira ücreti eşit olarak aylara taksim edilir. İcare müddetinin başlangıcı. belirtilmişse

akit o zaman başlar. Belirtilmemişse akdin konuşulduğu vakit akit vaktidir. Eğer akit ay hilâl

şeklinde görüldüğü zaman yapılmış ise -ayın hilâllenmesinden maksat, ayın birinci günüdür- o

zaman aylar kamerî aya göre hesaplanır. Yok eğer akit zamanı ayın hilâllendiği zaman değilse, o

zaman aylar gün hesabıyla otuz gün olarak hesaplanır.

İmameyn ise. «Birinci ay, günlerle tamamlanır, diğer aylar da ise yine kameri aya itibar edilir»



demişlerdir.

Adam malûm bir ücret ve yemeği de kendisine ait olmak üzere bir köle kiralasa, caiz değildir.

Çünkü ücretin bir kısmı meçhuldür. Nitekim bu konu yukarıda geçti.

Hamamı kiralamak caizdir. Zira Rasûlullâh (s.a.v.) Cuhfe'deki hamamda yıkanmıştır. Örfen de

hamama girilip yıkanılması caizdir. Çünkü Rasûlullâh (s.a.v.) «Müslümanların güzel gördüğü şey

Allah katında da güzeldir» buyurmuştur.

Ben derim ki: Yukarıdaki hadis, İbni Hacer'in de zikrettiği gibi İbni Mes'ud'dan mevkufen rivayet

edilmiştir.

Hem erkekler hem de kadınların yıkanması için hamam yapmak caizdir. Sahih olan budur. Çünkü

hamama ihtiyaç vardır. Hatta kadınların ihtiyacı erkeklerden daha çoktur. Çünkü onların yıkanma

sebebleri erkeklerden daha fazladır. Hazreti Osman'ın hamamı mekruh görmesi orada avret

yerlerinin açılmasına hamledilir. Zeylaî.

Eşbah'ın Ahkâmat' bahsinde şöyle denilir: «Bir kavle göre kadının hamama girmesi mekruhtur.

Alimlerin bazısı da «Ancak hasta veya lohusa olursa hamama girmesi mekruh değildir.» demiştir.

Mutemet kavle göre mutlak surette kadının hamama girmesinde kerahet yoktur.»

Ben derim ki: Zamanımızda hamama girmenin mekruh olduğunda şüphe yoktur. Çünkü, avretlerin

açılması muhakkaktır. Bu mesele, nafakat bahsinde de geçmiştir.

Ücretle kan aldırmak da caızdir. Zira Rasûlullâh (s.a.v.) kan aldırmış, kan atana da ücretim

vermiştir. Rasûlullâh'ın kan almadan dolayı alınan ücreti yasaklayan hadisi de mensuhtur.

Muayyen bir ücretle süt annesi kiralamak da caizdir. Çünkü halk bunu adet edınmiştir. Ama

hayvanları, sütü için kiralamak caiz değildir. Çünkü halk arasındayle bir örf yoktur. Ücretle

kiralanan süt anneye fazla olarak orta hallı yemek ve elbise vermek de caizdir. Bu İmam-ı Azama

göredir. Çünkü çocuklara şefkat olarak süt anneye fazla mal vermek ikram da bulunmak adettir. Süt

annenin kocası süt anneliği yapan karısıyla cinsi münasebet hakkına sahiptir. İmam Malik'e göre

ise caiz değildir. Fakat koca süt anneyi kiralayan adamın evinde onunla birlik olamaz. Çünkü ev

onun mülküdür. Ancak sahibinin izniyle bir kimsenin mülküne de girebilir.

Süt anne olarak kiralanan kadının kocası, eğer nikâhı zahir ise, yani ikrarsız herkesçe biliniyorsa o

kira aktini feshedebilir. Esah olan kavle göre ister o kiralama kocaya bir leke getirsin, ister

getirmesin, fesh hakkına sahiptir. Eğer nikâhlan zahir değilse, yani onların nikâhları karı kocanın

ikrarı ile biliniyorsa, o zaman koca kiralama aktini feshedemez. Çünkü karı kocanın sözü kiracı için

makbul değildir.

Müstecir, kadının gebe kalması, hastalığı, açıkça fuhuş yapması ve bunlara benzer özürlerden

ötürü icare aktini feshedebilir. Ama küfrü sebebiyle icare aktini feshedemez. Çünkü kadının küfrü.

çocuğa zarar vermez.

Çocuk veya süt annesi ölürse, icare akti biter. Ama babası ölürse bitmez.

Çocuğun ve elbiselerinin yıkanması. yemeğinin hazırlanması, temizlik ve bakımı örfen süt anneye

aittir. örf, nassın olmadığı yerde muteberdir. Bunları yaptığı için de süt anneye ayrı bir ücret vermek

gerekmez. İmam Muhammed'in bahsettiği yağlamak ve koku sürmek Kûfe ehlinin adetidir.

Eğer çocuğun malı yoksa süt annenin ücreti, babasına aittir. Ama eğer çocuğun malı varsa,

çocuğun malından verilir. Çünkü süt ücreti nafaka gibidir.

Süt anne çocuğu emzireceği yerde inek veya koyun sütü yada yemekle beslese, sürenin bitiminde

ücret alamaz. Zira akde konu olan kadının emzirmesi ve terbiyesidir. Süt veya başka gıda vermek

değildir. İnaye.

Yukarıdaki meselenin aksine kadın çocuğu, emzirmesi için hizmetçisine verse veya ücretle başka

bir kadın kiralasa, o zaman ücret hakeder. Ama babası bizzat icarlanan kadının emzirmesini şart

koşmuşsa başkasına emzirtmesi halinde esah olan kavle göre ücret alamaz. Şürunbulaliye,

Zahire'den.

Süt anne, müstecirin haberi olmadan ikinci bir çocuk daha alarak ikisini birlikte emzirse, günahkâr

olmakla birlikte ücretini her iki taraftan da tam olarak alır. Çünkü kadın hem özel işçiye hem de

ortak çalıştırılan işçiye benzemektedir. Bunun tamamı İnaye'dedir.

BİNALARIN KİRALANMASI BAHSİ

İZAH



«Bu binanın kiraya verilmesinin cevazına fetvaverilmiştir ilh...»

Dürrü'l-Münteka'da şöyle denilir: «Kuhistanî, fetvanın tek başına binanın kiraya verilmesinin cevazı

üzerine olduğunu söylemiştir. Alimlerden bazısı ise «caiz değildir. Çünkü bu müşa gibidir»

demişlerdir.

Ben derim ki: İmam Muhammed, açıkça şöyle demiştir: Birisi bir arazi kiralasa ve orada bir bina

yapsa, sonra da yaptığı binayı arazi sahibine kiraya verse, ücretten binanın hissesi kadarını almaya

hakkı vardır. Eğer yalnız binanın kiralanması caiz olmasaydı, binanın karşılığı olan ücreti hak

edemezdi. İmam Muhammed bunu çadıra kıyas ederek söylemiştir. Bizim üstadlarımız bunun

cevazı ile fetva vermişlerdir.

Eğer bina birisinin mülkü, arsa da vakıf olsa ve mütevelli bina sahibinin izni ile arsayı kiraya verse,

alınan kira ücreti vakıf ile bina sahibi arasında taksim edilir.

Bir diğerinin arsası üzerine, yapılmış olan binayı, sahibi, arsa sahibine kiraya vermesi ittifakla

caizdir. Müftabih olan kavle göre bir başkasına kiraya verilmesi de caizdir. Bu meselenin tamamı

İmadiye'dedir. Bâkânî de bunu kabul etmiştir. Bu meselenin tamamı icare konusunun sonunda

çeşitli meseleler bahsinde gelecektir.

«Ücret olarak kumaş veya bir hayvanın konuşulması ilh...» Bu, tamamı meçhul olanın örneğidir.

Bundan sonra olan da bazısı meçhul olana misaldir. Ücretin bir kısmının bilinmemesi tamamının

bilinmemesi gibidir. Buna göre, şarihin «Ücret meçhul olmaktadır.» sözü yerindedir.

«Ücretin hiç konuşulmaması ilh...» Mesela, adamın evini hiç bir ücret konuşmadan bir aylığına veya

bir seneliğine icare vermesi gibi. Minah.

«Ücret olarak domuz veya şarap gibi bir şey konuşulması ilh...» Musannıfın bu sözü bu icarenin

batıl değil, fasit olduğunu ifade ediyor. Yani yukarıda geçen ifadeye uymuyor.

«Orta halli birinin ecr-i misil ilh...» Yani halkın ecr-i misilde ihtilaf etmesi halinde ortak halde ola

gerekir.

«Kullanma imkânı vermesi ile değil fiilen faydalanmakla ilh...» Yani mal sahibinin kiracıya intifa

etme imkânını tanıması ile ecr-i misil gerekmez. Metnin bazı nüshalarında da «temekkül» kelimesi

kullanılmış-tır. Buna göre «Müstecirin kullanma imkânı bulması ile ecr-i misil gerekmez» demek

olur.

«İcare bahsinin başında geçmişti ilh...» Yani metin olarak bu babın başında ücret ancak

kullanmakla verilir» denilmişti. Bir de Kitabu'l-İcarenin başında da «Fasit icarede ücrete gelince,

onda ücret, ancak hakikatten intifa ile lâzım olur.» denildi. Biz Kitabu'l-İcarenin başında bunu.

«Eğer mal icare cihetiyle müstecire teslim edilmişse» sözü ile kayıtlamıştık. Yine orada vakıfa ait

malın bu hükümden müstesna olduğu ve şarihin bu husustaki sözleri de geçti. Oraya müracaat

ediniz.

«Ecr-i Misil ne kadar olursa olsun ilh...» Yani mal sahibi henüz ecr-i misli beyan etmemişse. Eğer

beyan ederse beyan ettiğinden fazlasını alamaz. Velvaliciye'de şöyle denilmiştir: Bağdat'a kadar bir

hayvan kiralasa ve «Bağdat'a varırsa kaç paraya razı olursa vereceğini» söylese ve Bağdat'a varsa;

kiralayan «Ben ancak yirmi dirheme razı olurum» dese, o zaman ecr-i misil alır. Ancak ecr-i misil

yirmi dirhemden fazla olursa, ondan fazlasını olamaz. Çünkü ücret meçhuldür. Ecr-î misil de yirmi

dirhemden fazla olamaz. Çünkü mal sahibi kiracıya daha fazlasından ibra etmiştir. Sayıhânî.

«Konuşulan ücretten aşağı olma ilh...» Bu ifade iki yerde mevcuttur. Birincisi, Musannıfın. «Yani

ecr-i misilden orta olanı» sözünden sonra, ikincisi de. «Çünkü konuşulan ücrete dönmeyi

gerektirecek bir şey yok» sözünden sonradır. Haşiyyeyi yazan zatı, «Bu ziyadeye her iki yerde de

ihtiyaç hatta mani bile yoktur. Çünkü farzedilen meselede akitte konuşulan ücretin meçhul

oluşudur» demiştir.

Bazı alimler ise «Akitte konuşulandan maksat, evini onarması şartıyla on dirheme icare vermesi

halinde olduğu gibi ecr-i müsemmânın bir kısmının meçhul olması ise, o zaman bu ifade sahihtir»

derler.

Ben derim ki: Müsemmadan maksat «onun bir kısmının meçhul olmasıdır» demek doğru değildir.

Zira Hâniye'de, «İster müsemmanın bazısı, ister hepsi meçhul olsun. ne kadar olursa olsun ecr-i

misil vermesi gerekir.» denilmiştir. Sonra. «Ama akit fasit bir şartın hükmü ile fasit olursa o zaman

ecr-i misil, ecr-i müsemmâ akitte konuşulandan fazla olmaz.» denilmiştir. öyleyse musannıfın,

«Çünkü ecr-i musemmaya dönecek bir şey yoktur» sözü ile birlikte bu nasıl sahih olur?!



«Ecr-i misil akitte konuşulandan fazla olmaz ilh...» Meselâ eğer ecr-i misil oniki dirhem akitte

konuşulan ücret de on dirhem olursa, o zaman akitte konuşulan verilir.

«Ecr-i misil akitte konuşulan ücretten noksan olur ilh...» Mesela akitte konuşulan ücret onbeş

dirhem ise o zaman on iki dirhem vermesi lazımdır.

«Akitte konuşulan ücret fasit olduğu için ilh...» Yani aktin fasid oluşu sebebiyle. Zira bir şey fasit

olursa, onun zımnındaki de fasit olur. Meselâ icare akti fasit olursa, onun zımnındaki konuşulan

icare ücreti de fasit olur.

«Zeylaî istisna etmiştir ilh...» Yani. Zeylaî. «İcare fasit bir şart sebebiyle fasit olursa -kiracı,

kiraladığı nesneyi kullandığı takdirde ecr-i misil fasit akitte konuşulan ücretten fazla olmaz.»

sözünden istisna etmiştir. Şarih de burada Bahır sahibine uymuştur. Aslında Zeylâî'nin ifadesinde

istisna yoktur. Belki onun sözünün zahirine göre bu mesele konuşulan ücretin meçhul oluşunun

fürüundandır. Zeylaî'ye müracaat ediniz.

«İçerisinde oturmamak şartıyla bir ev kiralasa bu icare fasittir ilh...»

Çünkü bu şartta bina sahibine aktin gerektirmediği bir menfaat vardır. Zira kiracı binada oturmadığı

takdirde su kuyusu doldurulamaz, abdest alınacak kaplara da su konulmaz. Ama eğer binada su

doldurulacak kuyu veya abdest kabı olmazsa, kira sözleşmesi şart sebebiyle fasit olmaz. Çünkü

bunda mal sahibi için bir menfaat yoktur. Bezzaziye ve başka kitaplar.

«Bahır'da ............... şeklinde yorumlanmıştır ilh...» Bahır'da şöyle denilir: «Bunda, yani Zeylaî'nin

istisna etmesinde bir yanlışlık var. Çünkü eğer ücret akitte hiç konuşulmamışsa, o zaman bu

mesele geçen meselenin ta kendisidir. Ama eğer konuşulmuşsa; icarenin fasit olmasından dolayı

-diğer şartlarda olduğu gibi- ecr-i mislin konuşulan ücreti geçmemesi gerekir. Hülasa sahibi de bu

meseleyi ele almış fakat ücretten hiç bahsetmemiştir.

Hülasa'da zikredilenin delaletiyle anlaşılıyor ki, Bahır'ın ifadesinin zahiri. Bahır sahibinin birinci

şıkkı ihtiyar ettiğini gösteriyor. Bunun akitte hiç konuşulmadığı halde ecr-i müsemmanın meçhul

oluşu sayılması onda zikredilen şartta bina sahibinin menfaati olmasındandır. Bina meçhul olduğu

halde bedel kabul etmiştir. O zaman, neye ulaşırsa ulaşsın ecr-i misil vermesi gerekir. Teemmül et.

«Şu kadarı var ki, Kadıhan bu meseleyi akit esnasında konuşulan ücretin meçhul oluşuna da icra

ettirmiştir. ilh...» Şarihın bu kavline Kadıhan'ın bu izahı da Bahır'dakinin aynıdır. O halde buradaki

istidrake gerek yoktur.» şeklinde itiraz edilmiştir.

Ben derim ki: Bu itiraza şöyle cevap verilir: Bahır sahibi burada bu sözü ikinci şıkka hamletmiştir,

ki o da ücretin akit esnasında konuşulmuş olması halidir. O zaman, Kadıhanın bunu müsemmanın

meçhul oluşuna ircânın yönü şudur: Evde oturmamayı ve akitte konuşulanı ücret kılmıştır. O zaman

Kadıhan'ın bu izahı yukarıda geçen. «Adam bir evi kiracının onarması şartıyla yüz dirheme icare

verse...» meselesinin benzeri olur. Şarih de bu meselenin fesadına onarmak ücretten sayıldığı için

ücret meçhul olmaktadır» sözü ile gerçeklendirmiştir.

Meselenin hülasası şudur: Ücretin bazısının meçhul oluşu ile tamamı meçhul sayılır. İşte bundan

ötürü de şarih, «Kadıhan bu meseleyi müsemmanın meçhuliyetine irca etmiştir.» demiştir. Ama

Bahır'daki ifade , böyle değildir. Çünkü ondaki başlangıçta tümünün meçhul oluşuna

hamledilmiştir. Bu benim anladığımdır. Allah daha iyisini bilir.

Ayrıca Allah'a çok şükür. Gayetü'l-Beyan'da benim dediğime delalet eden şu ifadeyi gördüm. «Kira

sözleşmesi kiralayan tarafından matlub olan bir şartın gerçekleştirilmesi sebebiyle fasit olsa,

mesela adam evini ve masraflarını ödemesi şartıyla aylığını on dirheme kiraya verse ki bu icare akti

fasit olur. Kiracı bunu, ne kadar olursa olsun ecr-i misil olarak vermesi gerekir. Ecr-i misilde, akitte

konuşulan ücretler noksan olamaz. Yine adam, «Şu binamı sana içinde oturman şartı ile aylığı on

dirhemden kiraya verdim.» dese, bu akit fasittir. Eğer anılan o evde oturursa, ne kadar olursa olsun

ecr-i misil vermesi gerekir. Bu da aslında müsemmanın cehaletine râcîdir. Fahreddin Kâdıhân da

yle demiştir.»

Gayetü'l-Beyan sahibi meseleyi «Akitte ücret konuşulmuşsa» şeklinde farzederek ücretle birlikte

onarılmasının şart koşulması meselesine benzetmiş ve şöyle demiştir: «Bu da birincisi gibi yine

müsemmanın cehaletine racidir. Bu ifadeler -Allah'a çok şükür- Gayetü'l-Beyan'ın sözlerini

görmezden önce şarihin sözlerine getirdiğim yorumun aynıdır.

«Sen anla ilh...» Her halde şarih bu sözüyle yukarıda anlattığımız; Kadıhan'ın ifadesi ile Bahır

sahibinin hamli arasındaki farka işaret etmektedir. Faziletli şarihin nükteleri Gayetü'l-Beyan'ın

nüktelerinden daha incedir. Nitekim bu şarihin sözlerini çok okuyan ve meramını anlayanlar da bilir.



Ben diyorum ki: Sayıhânî'nın Camiü'l-Fusuleyn'de menkuldür dediği ifade metin olarak yukarıda

geçmiştir. Zira metinde musannıf şöyle demiştir: «Mütevelli, vakıf arazisini ecr-i misilden daha

aşağıya verirse. ki-racının ecr-i misli tamamlaması lazımdır.» Şarih de orada Mecmaü'l-Feteva'dan

naklen, «Keza vasinin ve babanın, çocuğun arazisini kiraya vermesinin hükmü de vakıf gibidir.»

demiştir.

İstisna edilen meselelerden birisi de şudur: Bir kimse Muayyen bir köle karşılığında bir binayı

icarlasa ve köleyi vermediği halde bir ay otursa köleyi de azad etmiş olsa, icaresi sahihtir.

Oturduğu ay için ne kadar olursa olsun ecr-i misil vermesi gerekir. Geri kalan müddette de icare

akti biter. Çünkü icare kölenin azâdı ile fasit olmuştur. Bu meselenin tafsilatı için

Hizanütü'l-Ekmel'e bakılsın.

Bezzazîye'de şöyle denilmektedir: «Tayin edilen belirli bir mal karşılığında bir ev kiralasa evde

otursa, teslim edilmeden önce o mal telef olsa, veya kiracı onu telef etmiş olsa, oturduğu süre

karşılığında -ne kadar olursa olsun- ecr-i misil vermesi gerekir. Diğer kiralamalar bunun aksinedir.

Onlarda, konuşulan ücretten fazla ecr-i misil verilemez.»

«Köleyi vermediği halde ilh...» Ama eğer meçhul bir köle karşılığında evi kiralasa ve köleyi de peşin

olarak verse, kiralayan da onu alarak kabul etse. köleden fazla bir şey olamaz. Çünkü ona razı

olmuştur.

Kiracının köleyi vermesiyle bu fasit kiralama sahihe dönüşür mü? Bu araştırılmalıdır. Rahmetî.

Şurunbulaliye'de: Köleyi vermemesine bağlanmadan ecr-i mislin gerekli olduğu ifade edilmektedir.

Zira ecr-i misil icare ile faydalandığı için gerekir. O zaman bu ibarenin muhalif mefhumu söz

konusu değildir. Köleyi verirse ecr-i musemma gerekir denilmez. Aksine, vaki olan şeyi beyan

içindir. Ama eğer vereceği köleyi tayin ederse onu vermeden oturması, bu meselenin hilafınadır...»

«Dükkânını kiraya verse ilh...» Dükkân sadece misaldir. Zira eğer günlüğü bir dirhemden

değirmenin çarkını döndürerek un öğütmek üzere bir öküz kiralasa, bunun hükmü de aynıdır. Turî.

«Geri kalan aylarda ise fasittir ilh...» Bu söz peşindeki ifadeden anlaşılan şu üç şeyle kayıtlıdır. 1 -

Birinci aydan sonra oturmaması, 2 - Ücreti peşin vermemesi, 3 - Ayların hepsini tayin etmemesi.

Eğer bunlardan bir tanesi bulunursa kiralama sahih olur.

Bezzaziye'de şöyle denilir: «Eğer kiralayan, kiracıyı ebedî olarak ücretten ibra ederse, ancak bir

aydan ibra etmiş olur. diğerlerinde değil.

«Şunu bilinmeyen birşeye dahil olursa ilh...» «Aylar ve günler» gibi. Bu, ifade ediyor ki musannıfın

«her ay» sözü misaldir. Remli'nin belirttiğine göre «her gün» veya «her hafta» demesi de böyledir.

«Her kelimesi tayin edilmeyen şeylerin başına getirilirse en azı taayyün eder ilh...» Yani aktin

sıhhati için en azı taayyün eder. Zira birinci aydan sonrası akte dahildir. Onun için de fesih anında

tarafların hazır olması şarttır. Bu akit aslında fasittir. Ama adamın içinde oturması ile sahih hale

gelmiştir. Şarihin sözünden anlaşılan budur.

Ayrıca ben Turi'nin şöyle dediğini gördüm: «Musannıfın sözünün zahiri. akdin bir ayda sahih

diğerlerinde ise fasit olduğunu ifade eder.»

Muhit'de: «Turî'nin sözü alimlerin bazısının sözüdür. Sahih olan her ay için icarenin caiz olmasıdır.

İmam Muhammed'in mutlak ifadesi de buna delalet eder. O halde. akit birinci, ikinci ve üçüncü

oylarda caizdir. Ancak ikinci ayın fesh muhayyerliği vardır. Zira ikinci aydaki icare geleceğe izafe

edilmiş bir icaredir. Taraflardan herhangi birisi de ileriye izafe edilen akti feshetme hakkına

sahibtir.» denilmektedir.

Muhit'teki bu ifade Hidâye ve Tebyin'de de olduğu gibi musannıfın «diğer aylarda fasittir» sözüne

muhaliftir. Ancak, «musannıfın kelâmındaki fasittir sözünden maksat, diğer aylarda icare aktinin

bağlayıcı olmadığıdır. Bu manayı metindeki şekilde ifade etmiştir. Çünkü ifsadı mümkündür.»

denilebilir. Düşün.

«Diğer tarafın hazır olması şartıyla ilh...» Müstecir hazır olmadığı halde, mal sahibi icare aktini

feshetmeyi isterse, bunun şer'î hilesi şudur: O binayı başka birine kiraya verir. Ay bittikten sonra

diğer ayda ikinci kiracı için kiralama sahih, birinci akit ise münfesih olur. Camiü'l-Fusuleyn'de de

yle denilmektedir. Zira, sarih olanda hoş görülmeyen bir çok şey de hoş görülür. Sayıhani. Şarih

de bu meseleyi bu konudan az evvel beyan etmiştir.

«Bu kavil fetva verilir ilh...» Çünkü bu görüş Zârirü'r-Rivâyedir. Ulema'dan bazıları ise «her ayın

başının birinci saatinde oturursa o ayda da icare sahihtir.» demişlerdir. Kudurî ve Kenz sahibi de



bu görüşü benimsemişlerdir. Kıyasa uygun olan da budur. Fakat bunda zorluk vardır. Hidaye ve

Zeylâî'de de böyledir.

Remlî şöyle der: «Bezzaziye'de, «En sahih olan kavil, aktin fesih vaktinin birinci ikinci ve üçüncü

günler olmasıdır. Zira fesih muhayyerliği ayın başında olur. Ayın başı ise budur. Fetva da bu kavil

üzerinedir.» denilmiştir.

Bezzaziye'nin bu sözü yukarıda zikredilen iki görüşün de aksinedir. Halbuki Bezzaziye sahibi

«Fetva bunun üzerinedir.» diye sarahatle söylemiştir. O zaman bu ve şarihin «Bununla fetva

verilir.» sözü üzerinde düşünülmelidir. Şu herkesçe kabul edilmektedir, şerhlerdeki ifadelerle fetva

kitaplarındaki ifadeler çelişirse, muteber olan şerhlerdekidir. Nite-kim bildiğin gibi şerhlerdeki-

Zahirür Rivayedir.

«O ay bitene kadar müsteciri çıkartamaz ilh...» Yani üç kavile göre de oturmaya başladığı ay bitene

kadar kiracıyı çıkaramaz.

«Ancak bir özürle çıkartabilir ilh...» Yani aşağıda gelecek olan feshi gerektiren özürlerden biri

özürle.

İki veya daha fazla ayın ücretini vermesi halinde olduğu gibi ilh...» Bu metindeki sahih icarenin

misalidir.

Zeylaî şöyle demektedir: Taraflardan hiçbirisi ücreti peşin verilen zamandaki icareyi feshetme

yetkisine sahip değildir. Çünkü peşin vermekle ücretini verdiği müddetin miktarının meçhuliyeti zail

olmaktadır. O halde icare ücreti ve müddeti akitte konuşulmuş gibi olur.»

«Ancak ayların hepsini birden anarsa ilh...» Bu söz dükkânını aylığı şu kadara kiraya verse birinci

ayda sahih «diğer aylarda fasittir» cümlesinden istisnadır. Yani kiraya vermek istediği müddetin

tümünü zikrederse o zaman bu müddetin tamamında icare sahihtir. Meselâ: «Bu evi aylığı şu

kadardan altı aylığına kiraya verdim» demesi bu kabildendir.

«Çünkü mani ortadan kalkmıştır ilh...» Yani her ayın tek tek söylenmemesi durumundaki sıhhate

mani olan hal (zamanın meçhul oluşu) ortadan kalkmıştır.

«Kira ücreti eşit olarak oylara taksim edilir ilh...» Bundan faydası, icare müddeti esnasında akit

feshedildiğinde görülür.

Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Adam, «şu dükkânı sona bir seneliği bin dirheme kiraya verdim,

her ayı yüz dirhem karşılığı.» dese ve kiracı da bunu kabul etse, o zaman bu sözle yıllığı binikiyüz

dirheme, «her ayı da yüz dirheme» kiralamış olur. Bu son söz «seneliği bin dirhem» sözünü

feshetmiş olur. Fakih diyor ki: «Eğer kasden böyle söylerse son sözü birinciyi fesheder. Eğer

yanlışlıkla söylerse. ücret birincisi, yani seneliği bin dirhem olur.»

«Kiranın başlangıç vakti konuşulmuşsa akit o günden başlar ilh...» Meselâ «Kira bu senenin Receb

ayından başlar» demesi gibi. Dürer.

Tabi bu akitte muhayyerlik şartı olmadığı takdirdedir. Ama eğer muhayyerlik şartı varsa, o zaman

icare müddetinin başlangıcı, muhayyerlik şartının düşmesi anından itibaren boşlar. Şeriyüddin,

Kafî'den naklen.

«Maksat, ayın birinci günüdür. ilh...» Yani hilâlin görüldüğü vakit değildir.

«İcare müddeti kameri aya göre hesaplanır ilh...» Hattâ kamerî aya itibar edildiği zaman ay bir gün

eksik bile olsa, ayın ücretini tam vermesi lazımdır. Decaic.

«Akit zamanı hilâlin görüldüğü zaman değilse ilh...» Yani akit, kamerî ayın ortasında yapılırsa. o

zaman günlere itibar edilir. Zira birinci ay ikinci ayın günleriyle ikmal edilir. O zaman ikinci ayda da

günlere itibar edilir. İkinci ay da üçüncü ayın günleri ile ikmal edilir. Daha sonra böyle devam eder.

Bedaic.

«İmameyn birinci ay günlerle tamamlanır kalanında hilâle itibar edilir dediler, ilh...» Zahire'de şöyle

denilmiştir: «Aylığı bir dirheme bir icare akti yapılsa, akit eğer ayın ortasında yapılmışsa, ihtilafsız

olarak her ay günlerle hesaplanır. Zira İmameyn müddetin sonu bilindiği zaman hilâle itibar ederler.

Ebu Yusuf'tan da Ebu Hanife'nin kavli gibi bir görüş rivayet edilmiştir. İbn-i Kemal der ki: «İmam

Muhammed'e göre -ki bu Ebu Yusuf'tan gelen diğer bir rivayettir- birinci ayda günlere itibar edilir ve

bu sonuncu ayı ile ikmal edilir, diğer aylarda da hilale itibar edilir. O halde Zilhicce ayının onunda

bir seneliğine bir yeri kiralasa, ve Zilhicce ayı otuz çekse o zaman sene. İmam Muhammed'e göre

gelecekteki Zilhicce ayının onunda tamamlanır. Eğer Zilhicce ayı yirmi dokuz çekerse, o zaman

sene bir dahaki senenin Zilhicce ayının onbirinci gününde tamamlanır.»



«Eğer sen: «İmam Muhammed'in bu hesabına göre «bir sene içinde Kurban Bayramı tekrarlanmış

olmaz mı» dersen ben de derim ki, «evet tekrarlanmış olur. Ancak Kurban Bayramı bilinen sene

içinde değil, icare müddeti olarak takdir edilen sene içinde tekrar etmiş olur. Bunda da bir mahzur

yoktur. Tekrar da mahzurlu değildir.»

«Hamamı icarlamak caizdir ilh...» Yukarıda belirttiğimiz üzere icareden maksat ücrettir. Yani

hamamcının hamam ücreti alması caizdir.

Zikra isimli kitapta da «Hamamı ilk yapan Hz. Süleyman Aleyhisselamdır» denilmektedir.

RESULULLAH (SAV)'IN HAMAMA GİRDİĞİNE DAİR OLAN HADİSLER

«Zira Resulullah (s.a.v) Cuhfe'deki hamama girmiştir ilh...» Molla Aliyyül Kari şöyle der: Demirî ve

Nevevî. Bu hadis cidden zayıftır.» dediler. Üstadımız İbni Hacer el-Mekkî'nin Şerh-i Şemail'deki,

«Resulullah'ın hamama girdiğine dair olan hadis her ne kadar Demirî ve diğer bazı alimler

tarafından söylenmekte ise de hadis hafızlarının ittifakı ile mevzudur.» sözü yerinde değildir.»

Ortada hafız Demirî'nin isbatı ve Nevevî'nin «zayıftır» sözü varken buna «Hafızların ittifakı ite

mevzudur.» nasıl denilebilir? Zira zayıf ve mevzu arasındaki farkı herkes bilir.»

«Örfen de cazdir İlh...» Çünkü şehirlerdeki halkın -ne kadar su kullanıldığı orada ne kadar

oturulduğu bilinmemekle birlikte- hamam ücretini verdikleri bilinmektedir. Onların bu konudaki

icma ile -her ne kadar tüketilecek su belli olmadığı için kıyasen caiz olmaması gerekirse de-

hamamda yıkanıp ücretinin verilmesinin caiz olduğu aşikârdır.

«İbni Hacer'in de zikrettiği gibi ilh...» Kezâ Ahmed de Sünen'inde Ebî Vail'in İbni Mes'ud'dan rivayet

ettiği hadisi nakletmiştir. İbni Mes' ud şöyle demiştir: «Allahu teâlâ kullarının kalbine nazar buyurdu

vs Muhammed aleyhisselamı seçip halka peygamber olarak gönderdi. Sonra da kulların kalblerine

baktı ve Hazreti Muhammed için bizim ashabımızı geçerek göndermiş olduğu dine yardımcı ve

peygamberine de vezirler kıldı. O halde müminlerin güzel gördükleri şey, Allah kartında da güzeldir.

Müminlerin çirkin gördükleri şey de Allah katında çirkindir.» İbni Mes'ud un rivayet ettiği bu hadis

hasen ve mevkuftur. Yine bu hadisi Bezzar. Teyalisî, Taberanî, İbni Mes'ud'un hal tercümesinde

Hilye'den tahric etmişlerdir. Mekasıdu'l-Hasene den. T.

«Sahih olan budur ilh...» Bazı alimler de hamamı mekruh görmüşlerdir. Zira İmâre bin Ukbe'den

şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Osman bin Affan'ın yanına gittim. Malî durumumu sordu. Ben de

ona kölelerim ve bana gelir getiren bir hamamım olduğunu söyledim. Bana, kölelerimin kan

almadan dolayı aldıkları ücret ile hamamdan gelen gelirin kerih olduğunu söyleyerek. «Hamam

şeytanların evidir ve Resûlullâh (s.a.v.) da hamam hakkında «Evlerin en şerlisidir.» buyurdu. Çünkü

hamamda avret yerleri açılır, kir ve pislikler dökülür» dedi.

Alimlerden bazıları da erkek hamamları ile kadın hamamlarını birbirinden ayırmışlardır. Zeylaî.

«Çünkü onların yıkanma sebebleri erkeklerden daha çoktur ilh...» Yani kadınların hayız, nifas ve

cenabetlik halleri vardır. Soğuk su kullanmak bazen zarar verdiği gibi onunla vücudu tam olarak

yıkamak ve kiri temizlemek de mümkün olmaz. Zeylaî.

«Denildi ki; Ancak hasta veya lohusa olursa hamama gidebilir ilh...» Sünen kitaplarında Abdullah

bin Ömer'e isnadla şu hadis rîvayet edilmiştir: «Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki, «Şüphesîz Acem

toprakları size açılacaktır. Siz orada hamam denilen bazı binalar bulacaksınız. O hamamlara

erkekler ancak peştemalla girsinler. Hasta ve lohusa olanlar hariç, kadınların o hamamlara

girmelerine izin vermeyin.» İtkanî.

Ben derim ki: Hamamda avretlerin açılması kadınlar hamamına has değildir. Zira memleketimizde

câhil ve fasık erkekler de hamamda hafif ve galiz avretlerini açmaktadırlar. O halde bu konuda

hüküm verirken hamamdaki davranışı göz önüne almak gerekir. Eğer hamama giren adam gözlerini

sakınır, kimsenin avretine bakmaz ve kendi avretini de hiç kimseye göstermezse o zaman hamama

girmesinde hiçbir kerahet yoktur. Ama eğer böyle yapmazsa, gerekçe bu olduğuna göre hem

kadınların ve hem de erkeklerin girmeleri mekruh olur. Dikkatli ol.

«Zira Rasûlullâh (s.a.v.) kan aldırmış, kan alana da ücretini vermiştir ilh...» Buharî, İbni Abbas'a

isnadla şu hadisi rivayet etmiştir: «Rasulûllâh (s.a.v.) kan aldırmış ve kan alana da ücretini

vermiştir.» Eğer bu mekruh olsaydı Rasulûllâh ona ücret vermezdi.

Sünenin rivayetinde de, «Kan alma ücretinin habis olduğunu bilseydi Rasûlullâh (s.a.v.) kan alana

ücret vermezdi.» denilmektedir. İtkanî.

«Kan olmayı yasaklayan hadis mensuhtur ilh...» Bu hadis, Sünen sahibinin Râfî bin Hadîc'e isnad

ettiği şu hadistir: Rasûlullâh (s.a.v.) kan alanın kazancı habistir. Köpeğin semeni habistir. Zinâ eden



kadının ücreti habistir.» buyurdu. İtkanî. Bu hadis, şu manaya gelen hadisle neshedilmiştir: «Bir

adam Rasûlullâh (s.a.v.)'e gelerek, «Benim bir ailem ve kan alan bir kölem var. Kan alan kölemin

kazancını aileme yedireyim» mi? dedi. Rasûlullâh (s.a.v.) «Evet yedir.» buyurdu.» Zeylaî.

İtkanî. «Rasûlullâh (s.a.v.)'ın kan alma ücretinin habis olduğunu bildiren hadisini insanın onu tab'an

kerih görmesine hamleder. Çünkü kan aldırmak düşük ve kötü bir iştir. İtkanî.» Sözlerine devamla,

«Bundan ayrı olarak biz deriz ki. kan alma ücretinin habis olduğunu bildiren hadisin ravisi Rafî'dir.

Rafî de hadis zaptı, anlayış ve fıkıhta İbni Abbas gibi değildir. O halde Rafi'nin hadisi ile değil, İbni

Abbas'ın hadisi ile amel edilir.» demiştir.

Cevhere'de de «Kan alan adam kan alması karşılığında bir ücreti şart koşarsa, mekruhtur»

denilmektedir.

«Çünkü halk bununla amel etmektedir ilh...» Halkın ameli süt anne kiralamasının cevazının

gerekçesidir. Bu cevaz da istihsandır. (kayasa göre caiz olmaz.) Çünkü burada icare aynın

tüketilmesi üzerine varit olur. Bu ayn süttür. Kıyâsen aynın tüketilmesi için kira akdi yapmak caiz

değildir. Ama istihsanen halkın ihtiyacı bulunduğundan dolayı caiz kabul edilmiştir.

Süt anne tatarken bir vakit tayin etmek şarttır. Bunda da icmâ vardır. Hamevî, Mensuriyeden.

Musannıfın burada süt annesi tutmanın cevazını mutlak şekilde söylemesi, müslüman bir kadının

ücret karşılığı bir kâfirin çocuğunu emzirmesinin de caiz olduğuna işaret etmektedir. Zaten Hâniye

de, sarahâten, müslüman bir kadının bir kâfirin çocuğunu ücretle emzirmesinin caiz olduğu

ylenmiştir. Ama müslüman bir kadının, bir kâfire hizmet etmek için kendisini kiralaması caiz

değildir.

Eşbah'ta şöyle denir: «Bir hıristiyanın şahsî hizmeti için bir müslümanı kiralaması caiz değildir.

Ama hizmetçinin dışındaki işlerde muayyen bir müddet çalıştırmak üzere kiralasa caizdir.»

Ebussuud.

«Diğer hayvanlar, sütü için kiralanamaz. ilh...» Yani sütünü emmek üzere kiralamak, kadını

kiralamanın aksine câiz değildir.

Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: «Sütünü içmek için bir inek, meyvesini yemek için bir bağ veya

bahçe içindeki otu otlamak için bir tarla veya yününü kırpmak için bir koyun kiralamak fâsittir.

Müstecirin. sütün, meyvenin, taze otun ve yünün kıymetini vermesi gerekir. Çünkü bunlar

kiralayanın mülküdürler ve müstecir bunlardan fasit akitle faydalanmıştır. Ama hayvanı otlatmak

için tarlasını kiralasa, o caizdir

«Yemek ve elbisesi kiralayana ait olmak üzere ilh...» Musannıf bu sözüyle bunun müstakil bir

mesele olduğuna ve yemek ve elbise akitte kiracıya şart koşulmazsa bunların kadına ait olduğuna

işaret etmektedir.

«Âdet böyle câri olduğu için ilh...» Bu; İmameynin, «Kadını ücretle birlikte yemek ve elbise vermek

şartıyla kiralamak caiz değildir. Çünkü ücret meçhul olmaktadır» kavline verilen bir cevaptır. İmam

Ebû Hanifenin kavlinin gerekçesi çocuğa şefkat olarak süt anneye ikramda bulunmak âdet olduğu

için ücretin meçhul olması taraflar arasında nizaya sebeb olmaz. Zaten ücretin meçhul oluşu

taraflar arasında nizayavesile olduğundan dolayı icareye manidir.

«Süt annenin kocası, onunla cinsi münasebet hakkına sahiptir ilh...» Yani kocası karısının ücretle

çocuğu emzirmesine razı olmuşsa müstecir süt annesinin hamile kalmasından korkarak kocasının

onunla münasebet kurmasına mani olamaz. Çünkü gebeliğin zararı şüphelidir. Münasebete mani

olmanın zararı ise muhakkaktır. O halde süt anne kendisini kocasından men edemez. İtkanî.

«O icare ister kocaya bir leke getirsin, ister getirmesin ilh...» Yani kadının süt annesi olarak

tutulması kocaya halk arasındaki mevkiinden dolayı ayıp getirsin. veya getirmesin koca icareyi

feshedebilir. Zira erkek, karısının evden çıkmasına da çocuğun karısının yanına girmesine de mani

olabilir. Çünkü emzirmek ve geceleyin kalkmak kadını zayıflatır çirkinleştirir. O halde erkek,

karısının nafile oruç tutmasına mani olabildiği gibi süt anne olarak ücretle bir çocuğu emzirmesine

de mani olabilir. Zeylaî.

«Müstecir icare aktini feshedebilir ilh...» Zira gebe ve hasta kadının sütü küçük çocuğa zarar verir.

Bu durumda emzirmek kadına zarar verir. Öyleyse kadına da müstecire de muhayyerlik hak

vardır. Yine kadın eğer ailesi kendisine eziyet ediyorsa akdi fesih yetkisine sahiptir. Aynı şekilde,

kadın daha önce bir başkasının çocuğunu emzirmemişse veya çocuk emzirdiği için kadını

ayıplarlarsa -ki bu ayıplama ile kadın mutazarrır olur- kadın icare aktini feshedebilir. Nitekim bu

hususta, «Hür kadın aç kalır fakat yine de memeleri ile ekmek yemez» denilmiştir. Zeylaî.



Bu söylediklerimiz çocuğun yemek yemesi veya başkasının sütü ile beslenmesinin mümkün olması

halindedir. Yok eğer çocuk yemek yemiyor ve başkasının sütünü almıyorsa kadın icare aktini

feshedemez. Tatarhâniye'de uzun uzun bahsedildiği üzere fetva bu kavle göredir. Kadının fuhuş

yapması, çocukla ilgilenmesine mâni olacağı için mû'cir bu durumda da akti feshedebilir.

«Bunlara benzer özürlerden ötürü de feshedebilir ilh... Mesela, çocuğun anne babası yolculuğa

çıkmak istedikleri halde kadın gitmek istemezse, kadının dili bozuksa, hırsızsa, çocuk kadının

sütünü kusuyorsa veya memesini emmiyorsa müste'cir akdi feshedebilir. Aynı şekildeyle

durumlarda müstecirin kadının çıkıp gitmesine mani olma yetkisi vardır. 'Ama çocuğa zarar

vermeyen ve zararı şüpheli olan şeylerde ise kadına mani olamazlar.

Eğer kadının, çocuğu babasının evinde emzirmesi adet değilse veya şart koşulmamışsa kadının

çocuğu babasının evinde emzirmesi lazım değildir. Tatarhaniye ve diğer kitaplar.

«Kadının kâfir olması sebebiyle icare aktini feshedemez ilh...» Zira kadının küfrü itikadındadır.

Zeylaî. Tahtavî ise, «Haniye'de ise bu görüşün aksine şöyle denilmiştir: Süt annenin kâfir veya deli

veya fahişe yada ahmak olduğu ortaya çıkarsa, çocuğun sahipleri icareyi feshederler.»

«Babası ölürse icare bitmez ilh...» Çünkü icare ister çocuğun malı olsun ister olmasın baba için

değil çocuk için olmuştur. Bundan dolayı da eğer çocuğun malı varsa, emzirme ücreti onun

malından verilir. Çünkü emme ücreti onun nafakası gibidir. Zeylaî.

«Elbiselerinin yıkanması ilh...» Musannıf burada elbiselerinin yıkanmasını her hangi bir kayıtla

kayıtlamadan zikretmiştir.

Kifâye'de şöyle denilmiştir: «Çocuğun elbisesindeki idrar ve benzeri şeylerin yıkanması süt anneye

aittir. Ama çamaşırların normal kirlerinin yıkanması süt anneye ait değildir. Hamevî. Bunun benzeri

Mecma şerhinde de vardır.

«Yemeğini düzgün hazırlaması ilh...» Musannıfın bu sözden maksadı kadının çocuğun yemeğini

hazırlamasının yanı sıra sütünü bozacak ve çocuğa zarar verecek şeyleri de yememesidir.

Tatarhâniye, Muzmerat'tan.

«Kufe ehlinin adetindendir ilh... Çocuğun krem ve esansı kadına aittir. Fakihler, akitlerde

zikredilemeyen ve akde tabi olan şeyler hakkında. «Onlar her memleketin adetine göre yorumlanır.»

demişlerdir. Mesela dikiş ipliği terziye aittir. Dokumacıların dokudukları kumaşın ıslahı için

kullandıkları un mal sahibine aittir. Buğdayı eve indirmek, buğdayı yükleyip getiren kiracıya odaya

veya dama çıkarmak ise sahibine aittir. Kiralanan hayvanının semeri hayvan sahibine aittir. Yükü

hayvana bağlayacak ipler ve çuval gibi şeyler ise örfe göredir. Bedâic. Özetle.

«Babasına aittir ilh...» Çocuğun babası süt annenin ücretini öder. Tatarhâniye ve Zahîriyye'de şöyle

denilmektedir: «Babası çocuğa süt anne kiraladığı zaman, çocuğun malı olmasa ama sonra çocuğa

bir yerden mal gelse, «Ücretin kimin malından verileceği» babamdan sorulmuştu. Babam da

«Çocuğa mal gelinceye kadar ki ücret babaya, geri kalan zamanın ücreti de çocuğa aittir» cevabını

verdi.

Yine Tatarhaniye'de şöyle denilmektedir: «Yetimin emzirme ücreti, çocuğun nafakası kime aitse

ona aittir. Eğer çocuğun hiç vârisi yoksa, o zaman yetimin emzirme ücreti hazineden verilir.»

«Koyun sütü emzirse ilh...» Yani ücret gerekmez. Eğer kadın koyun sütünü verdiğini ikrar eder ve

beyyine ile isbat ederlerse ona ücret verilmez. Eğer kadın inkâr ederse istihsanen yemini ile birlikte

kadının sözü kabul edilir. Ama kadının sütünü emzirmediğine şahitlik ederlerse, bu şahitlik kabul

edilmez. Çünkü şahitler, maksûd olan şeyin yapılmadığına şahitlik etmişlerdir. Birincisi ise bunun

aksinedir. Çünkü o isbatın zımnına girmiştir. Eğer taraflar beyyine ikâme ederlerse makbul olan süt

annenin beyyinesidir. Nitekim Zahire'de yle denilmiştir. Şurunbulaliye.

«Zira akde konu olan emzirmedir ilh...» Yani kadın vazifesi olan emzirme işini yapmamıştır. Yaptığı

iş de icardır. Ama irda (emzirme) değildir.

Muhit'te şöyle denilir: «Bir kimse bir oğlağı veya çocuğu emzirmek için bir koyun kiralasa, caiz

değildir. Zira hayvanlarının sütünün değeri vardır. İcare o kıymet üzerine vaki olmuştur ve o da

meçhuldür. O halde bu icare caiz değildir. Ama kadının sütünün kıymeti yoktur. Onun için icare akti

kadının sütü üzerine değil kadının çocuğu emzirmesi, terbiyesi ve bakımı üzerine vaki olmaktadır.»

Zeylaî.

«Kadının emzirmesidir ilh...» Emzirme de insan sütü ile olur. Bunun ötesine emzirme değil, yedirme

denir. İtkamî.



«Başka bir kadın kiralarsa ücrete müstahak olur ilh...» Yani istihsanen caizdir. Zira insan bir işi

bazen bizzat kendisi yapar bazen de başkasına yaptırır. Diğer kadının, süt annemin emri ile

emzirmesi, sanki süt annenin emzirmesi gibidir. Bedâîc.

«Zahire'den nakletmiştir ilh...» Zahire'nin ibaresi aynen şöyledir: «Alimler, bu konuda süt annesinin

ikinci bir süt anneyi yerine kiraladığı takdirde ücreti hususunda ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan

görüşe göre kadın ücreti hak edemez.» Bunun benzeri Tatarhâniye'de de vardır.

«Önceki müstecirin haberi olmadan ilh...» Çünkü haberleri olsa icare aktini feshederler. Bu ifadeye

göre, çocukları için kadını ilk icare edenler ikinci akti feshetme hakkına sahiptirler.

«Günahkâr olmokla birlikte ilh...» Zira kadının vazifesi çocuğu tam olarak emzirmektir. İki çocuğu

birlikte emzirirse, sütü azaldığı için çocuğa zarar vermiş olur.

«Ücretini her iki taraftan da tam olarak alır ilh...» Kadının bu ücreti yemesi de helâldir. Birinci

çocuğu şart koşulan sürede emzirdiği takdirde ücretinden hiçbir şey de eksiltilmez. Ancak eğer

geri kalan bazı günler emzirmemişse, o günlere düşen miktar kadar ücretinden düşülür.

Tatarhâniye.

«Çünkü kadın burada özel işçi ile ortak çalıştırılan işçiye benzemektedir ilh...» Şarihin bu sözü

gelmesi muhtemel bir itiraza cevabtır. İtiraz şudur: Birisinin işçisi başka bir adamın aynı işini

ücretle yapamaz. Eğer işçi kendisini başka bir adama kiralık vermişse, birinci müstecirden ücretin

tamamını hak etmediği gibi günahkâr da olur. Zahire'de şöyle denilmektedir: «Eğer çocuğun babası

kadına, «Ben seni çocuğumu emzirmen için bir seneliğine şu kadar ücretle kiraladım» demişse bu

meselede bir anlaşılmazlık yoktur. Kadın bu durumda ortak çalıştırılan işçi gibi olur. Zira müstecir

sözleşmeyi önce emzirmek olan iş üzerine yapmış, sonra seneyi zikretmiştir. Ancak anlaşılmazlık,

çocuğun babasının kadına «Ben seni bir seneliğine kiraladım, çocuğumu emzir...» demesi halinde

olur. Zira çocuğun babası sözleşmeyi evvela süre üzerine yapmış-tir. Meselenin izahı şudur:

Emzirme işinde bir ücretli. her iki çocuğu da tam olarak emzirebileceği için terzi gibi ortak

çalıştırılan işçidir.

Kadın bir tek kişinin özel işçisine benzediği için günahkâr olur. Diğer taraftan da ortak çalıştırılan

işçiye benzediği için her iki taraftan ücretini alır. Özetle.

METİN

Bir erkek hayvanın damızlık olmak üzere kiralanması sahih değildir.

Şarkı ve türkü okumak, ölünün arkasında ağıt yakıp ağlamak. müzik aletleri çalma gibi günah olan

işler için birinin kiralanması do sahih değildir. Fakat şart koşulmadan bunları yaparlarsa aldıkları

ücret mübahtır.

Ezan, hac. imamlık, Kur'an ve fıkıh öğretmek gibi ibadet olan şeyler için icare de sahih değildir.

Günümüzde ise Kur'an ve fıkıh öğretmek. imamlık ve müezzinlik için kiralamanın sıhhatine fetva

verilir.

Kiracı sözleşmede kabul ettiği ücreti vermesi için zorlanır. Sözleşme ile, bunda konuşulan ücretin

verilmesi gerekir. Ama eğer sözleşmede kira süresi konuşulmamışsa, o zaman ecr-i misil verilir.

Vehbânıye şerhî. Şirket bahsi.

Kiracı kabul ettiği ücreti vermediği takdirde hapsedilir. Fetva böyledir. (Amme, Tebareke ve Yasin

gibi) Bazı sûrelere başlanacağı zaman, muallime verilen adet olan helva ve benzeri hediyeleri

vermesi için müstecir zorlanır.

Dokumacıya yarısı ücret olmak üzere dokuması için iplik verilmesi, yüklediği yiyecek maddesinin

yarısı onun ücreti olmak üzere bir katırın kiralanması, unun bir kısmı ücret olmak üzere değirmende

un öğütmek için bir öküzün kiralanması suretlerinin hepsinde icare fasittir. Zira kiralayan kiracıyı

işinin bir kısmı ile kiralamıştır.

Bu konuda asıl, Rasûlullâh (s.a.v.) in değirmenciye, öğüttüğü undan bir kısmının ücret olarak

verilmesini yasaklamasıdır. Bunun açıklamasını bey-i vefa bahsinde takdim ettik.

Ücreti undan vermek üzere un öğütme meselesinde çare (şer'i hile) şudur: Ya ücret öğütülmeden

önce çıkarılır veya mücir (un buğday diye) tayin etmeden «Sana bir ölçek vereceğim.» der ve

öğüttükten sonra bir ölçeği verir. Bu durumda caiz olur.

Taşıyacağı yiyecek maddesinin diğer yarısını ücret olarak vermek üzere birisini tutsa ona ücret

vermesi lazım değildir. Çünkü onu kendisine ortak yapmıştır.

Zeylaî'nin bu meselede gördüğü müşkilde musannıf şöyle cevap vermiştir: Fukaha sarahaten,



«Nassın delâletinde umumîlik yoktur. O halde nassın delâletinden -Belh ulemasının zannettiği gibi-

bir şey örf ile tahsis olunmaz.» demişlerdir.

Bir kimse bir fırıncıyı şu kadar unu ekmek yapması için günlüğü bir dirheme kiralasa. İmam Ebu

Hanifeye göre fasittir. Çünkü adam iş ile vakti bir araya cemetmiştir. Bunlardan biri diğerine tercih

edilmediğinden anlaşmazlığa sebep olur. Ama eğer «bugünde» veya «gününde bitirmek üzere»

diyerek kiralasa, alimlerin icmaı ile caizdr.

Bir kimse; İki kere sürmek veya ona su kanalı açmak yada gübrelemek şartıyla bir tarla kiralasa bu

icare fasittir. Çünkü bu fiillerin eseri mal sahibine kalır. Eğer bunların eseri mal sahibine

kalmasaydı fasit olmazdı.

Yine bir kimse bir tarlayı ekmek üzere kiralasa ve ücret olarak da kendi tarlasını mal sahibinin

ekmesini şart koşsa bu icâre fasiddir. Zira ileride geleceği üzere bir nesneyi kendi cinsinden olan

bir şey karşılığında veresiye olarak vermek haramdır.

Musannıfın «fasittir» sözü yukarıda geçen «eğer verse» sözünün cevabıdır.

Tarlayı sürüp veya sulayıp ekmesi şartı ile kiralasa sahihtir. Çünkü bu sözleşmenin gerektirdiği bir

şarttır.

GÜNAH İŞLEMEK ÜZERE KİRALAMA

İZAH

«Bir erkek hayvanın damızlık olmak üzere kiralanması sahih değildir ilh...» Çünkü burada maksat

dişinin gebe bırakılmasıdır ki, buna hiç kimse kadir değildir.

«Müzik aletleri ilh...» Davul, zurna ve emsali çalgıları çalması için adam kiralamak sahih değildir.

Ama yalnız savaşa giden askerler veya düğün için davul çalınmasında beis yoktur. Ecnâs'ta bunun

izahı yapılmıştır.

Düğün gecesi nikâhın ilanı için def çalmakta da bir beis yoktur.

Velvaliciye'de şöyle denilir: «Ordunun veya kafilenin uğurlanması yahut karşılanması sırasında def

çalınması caizdir.» İtkanî. Özetle.

Müntekâ'da şöyle denilmektedir: «Ölüler için ağıt yakıp ağlayan kadın veya davul veya zurna çalan

kadın, bu sanatları ile mal biriktirmişse, biliniyorsa ki o malları şartsız almıştır, o, kendisinindir.»

Fakat üstâd İmam, bu malların helâl olmadığını söylemiştir. Çünkü örfen sabit olan da şart

koşulmuş gibidir.

Ben derim ki: Çalgıcı veya ağlayıcı kadının bu sanatından ötürü para alması taayyün etmiştir.

Çünkü halk onların ücretsiz hiçbir yere gitmediğini bilir. T.

«İbadet olan şeyler için kiralama da sahih değildir ilh...» Bunda asd olan şudur: Bize göre,

müslümana has olan taatler için kiralama caiz değildir. Zira Rasûlullâh (s.a.v.). «Kur'anı okuyun

ama Kur'anla ekmek yemeyin.» buyurmuştur. Yine Rasûlullâh (s.a.v.) Amr İbnü'l-As'a verdiği ahdin

sonunda şöyle buyurmuştur: «Eğer müezzinlik yaparsan, okuduğun ezana karşılık ücret alma.»

Ayrıca ibadet ne zaman yapılırsa yapılsın. ibadeti yapan içindir. Bundan dolayı taati yapanın ehliyeti

şarttır. O halde namaz ve oruçta olduğu gibi yaptığı ibadet için başkasından ücret alması caiz

değildir. Hidaye.

KUR'AN OKUMAK- TEHLİL VE BENZERİ ZARURET OLMAYAN ŞEYLER İÇİN KİRALAMANIN CAİZ

OLMADIĞI HUSUSUNDA MÜHİM BİR ARAŞTIRMA

«Günümüzde ise Kur'an öğretmek için icarenin sıhhatie fetva verilir ilh...» Hidâye'de şöyle

denilmektedir: «Meşâyihten bazıları, günümüzde dini işlerde gevşeklik zuhur ettiği için Kur'anı

öğretmek üzere hoca tutmanın caiz olduğuna istihsanen hükmetmişlerdir. Eğer caiz olmadığını

ylersek, Kur'an-ı ezberleyen kimse kalmaz. Fetva da bu kavil üzerinedir.»

Aynı şekilde Mevahibü'r-Rahmân ve muteber birçok kitapta taat için adam kiralamanın caiz

olmadığı hükmünden sadece Kur'an öğrenmek için ücretle adam tutulması istisna edilmiştir.

Vikâye ve Metnü'l-lslâh'ta buna fıkıh öğretmek de ilâve edilmiştir. Mecma'nın metininde ise bunlara

imâmet de eklenmiştir.Bunun aynısı Mülteka ve Dürerü'l-Bihâr metinlerinde de mevcuttur.

Alimlerden bazıları bunlara ezan, kâmet, ve vaazı da ilave etmişlerdir. Musannıf da bunların

ekserisini zikretmiştir. şu kadar var ki, kitapların çoğunda sadece Hidaye'deki ile -Kur'an öğretmek-

iktifa edilmiştir.



İşte bu yazdıklarım, Belh'li, sonraki alimlerimizin fetvalarının toplamıdır. Ancak bu fetvâlar. İmam-ı

Azam ve talebelerinin görüşlerine muhalif olduğu gibi kendi aralarında ihtilaflıdır.

Bunların hepsinin şerh ve fetevalardaki sözleri zaruret gerekçesine dayanır. Bu zaruret. Hidaye'de

denildiği gibi, Kur'an'ın unutulması korkusudur.

Ben, mezhebimizin fetva için yazılan meşhur metinlerindeki kavilleri naklettim. Artık şerhlerdeki,

feteva kitaplarındaki ifadeleri nakletmeye ihtiyaç yoktur.

Bu alimlerin sözleri ittifak etmektedirler ki; mezhebimizin asıl görüşüne göre taat olan bir şeyi

yapması için adam kirolamak caiz değildir. Mezhebin bu görüşünü terk etmeyi mübah kılan

zaruretlerden dolayı yukarıda anılanlar bundan istisnadır. Alimlerin ifadeleri fetvânın bu şekilde

verilmesi gerektiğine kesin delildir. Zira lâkap mefhumu da olsa kitapların mefhumları usul

alimlerinin açıkca ifade ettiklerine göre hüccettir. Hatta sarih ifade. demektir. Çünkü istisna, yine

usul bilginlerinin belirtildiği gibi. umum ifade eden edatlardandır.

Alimler, bir diğerinin yerine hacc etmenin kiralama değil, niyabet yoluyla olduğunda icma

etmişlerdir. Bundan ötürü niyabet yoluyla hacca giden kimsenin yol masrafından artan parayı,

kendisini gönderene veya varisine geri vermesi gerekir. Eğer ücret olsa, idi, onu geri vermesi

gerekmezdi.

Bu izahla ortaya çıkıyor ki, Cevhere'deki, «Alimler belli bir müddet Kur'an okuması için adam

kiralama hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları caiz değildir derken, bazıları da caizdir demişlerdir.

Muhtar olan da budur. » sözü doğru değildir. Doğrusu: «Kur'an öğretmesi için ücretle adam tutma

konusunda ihtilaf etmişlerdir.» denilmesiydi. Zira bilindiği gibi alimler arasındaki ihtilaf Kur'an-ı

okuma değil öğretme konusundadır. Çünkü Kur'anı okumakta zaruret yoktur. (Dolayısıyla bu.

ittifakla caiz değildir.) Eğer Cevhere'deki bu sözler bir yazı hattı ise mesele yoktur. Ama eğer kasdi

olarak yazılmışsa, bütün alimlerin sözüne muhaliftir, makbul değildir.

Tebyinü'l-Mehârim sahibi. Cevhere'deki bu ifadeyi sarih nakillere istina ederek uzun uzadıya

reddetmiştir. Onun sözünün bir bölümü şöyledir: «Tacü'ş-şerîa, Hidaye şerhinde şöyle der:

«Ücretle okunan Kur'anın ne ölüye, ne de okuyana bir sevabı vardır.» Aynî de Hidaye şerhinde,

«Dünyalık için okuyan kimse bu işten menedilir. Kur'an okuma karşılığında ücret olan da, veren de

günahkârdırlar» demiştir.

Velhasıl, zamanımızda yaygın olan, şekliyle para karşılığı cüz okumak, caiz değildir. Zira bunda

kiralanana Kur'an okuması ve sevabını bağışlaması emredilmektedir. Okuyan da mal için

okumaktadır. Okuyanın niyeti sahih olmadığından kendisine bir sevap olmadığına göre artık

okutana nasıl sevap ulaşır? Eğer ücret olmasa. bu zamanda hiç kimse kimseye Kur'an

okuyuvermez. Görüldüğü gibi Kur'an okuma bir dünya ve kazanç vesilesi yapılmıştır. İnnâ lillah ve

inna ileyhi raciun.»

Bu, bir ölüm veya felaket haberi alındığında ylenen ayettir.

Bahır sahibi Kitabü'l-Vakf da: Cevhere'deki ifade yüzünden yanılmış Şarih de, Kitabü'l-Vesâya da

ona uymuştur. Zirâ şârihin. Kitabü'l-Vesâyâ'daki sözü, bütün taatler için ücretle adam tutmanın caiz

olduğuna işaret etmektedir. Kur'an okumak da taatlerdendir.

Şeyh Hayreddin Remlî. Bahır haşiyesinin Kitabü'l-Vakfında, Bahr sahibinin sözünü reddetmiş ve

şöyle demiştir: «Ben diyorum ki, Müftabih olan, Kur'anın okunması için değil ücret almanın

istihsanen caiz olduğudur. Nitekim bu Tatarhâniye'de şu ifade ile açık bir şekilde ifade edilmiştir:

«Kur'an okutulması için vasiyet edilmesinin veya Kur'an okuyanın bu vasiyeti yerine getirmesinin

hiç bir anlamı yoktur. Çünkü vasiyeti yerine getirmek için Kur'an okumak, para karşılığında okumak

gibidir. Kur'an okumak için parayla adam tutmakda bâtıldır. Halifelerden hiçbirisi bunu

yapmamıştır. Biz Kur'an öğretme meselesini istihsan yoluyla zikrettik.» Yani zaruretten dolayı.

Kabristanda Kur'an okuması icin birisini kiralamakta ise hiç bir zaruret yoktur. Zeylaî ve birçok

muteber kitapta şöyle denilmektedir: «Eğer ücretle Kur'an öğretme kapısı açılmasaydı, Kur'an

elden giderdi. Onun için müteahhirün ulema Kur'anı öğretme karşılığında ücret verilmesinin caiz

olduğuna fetva verdiler ve bunu iyi bir hareket olarak gördüler. Dikkatli ol. Remlînin sözü burada

bitti.

Tatarhâniye'deki ifade, «Birisi diğerine, kabrinde şu kadar para ile Kur'an okumasını vasiyet etse,

bu vasiyetin icra yoluyla değil, sıla yoluyla caiz olması gerekir.» diyen kimsenin sözünü

reddetmektedir. Velvaliciyye, Muhit ve Bezzâziye sahibleri de böyle bir vasiyetin batıl olduğunu

yleyenlerdendir.



Yine Tatarhâniye'nin bu sözü Bahır sahibinin böyle bir vasiyetin batıllığına kabir üzerinde Kur'an

okumanın mekruh oluşunu gerekçe göstermesini de reddetmektedir. Çünkü mesele, Bahır

sahibinin dediği gibi değildir. Bu vasiyetin bâtıl oluşuna sebep Kur'an okuması için adam

kiralamasına benzemesidir. İlletin bu olduğu İhtiyarda ve diğer kitaplarda da sarahaten söylenmiştir.

Bundan ötürü Velvaliciye'de aynen şöyle denilmektedir: «Birisi bir dostunun veya yakınının kabrini

ziyaret etse ve orada Kur'an okusa güzel olur. Ama ölen adamın birisine Kur'an okumasını vasiyet

etmesinin ve okuyucunun bu vasiyeti yerine getirmesinin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü bu Kur'an

okunması için adam tutmaya benzemektedir ve bâtıldır. Bunu halifelerden hiçbirisi yapmamıştır.i»

Eğer illet Bahır sahibinin dediği gibi olsaydı, Velvaliciye sahibinin, «o güzeldir» sözü doğru

olmazdı. Bu şekildeki bir vasiyetin bâtıl olduğuna fetva verenlerden birisi de Hayreddin Remlî'dir.

Allâme Halvetî Haşiyetü'l-Münteha el-Hanbelî'de Şeyhülislam Takiyyüddin'den naklen aynen şöyle

demektedir: «Kur'an okuması ve o ondan hasıl olan sevabı ölüye bağışlaması için birisini icarlamak

sahih değildir. Zira imamların hiçbirisinden bu hususa izin verdikleri nakledilmemiştir. Alimler

şöyle demektedir: «Birisi, mal için Kur'an okusa, onun için bir sevab yoktur. O halde ölüye hangi

sevabı bağışlayacaktır? Ölüye ancak salih amel ulaşır. Sadece Kur'an okuması için birisini

kiralamayı hiçbir müctehid imam caiz görmemiştir. Ancak Kur'an öğretmesi için birisini tutmanın

hükmünde ihtilâf etmişlerdir.»

Bu icarenin sahih olmadığını açık açık söyleyenlerden birisi de İmam Birgivi'dir. Birgivî Tarikatu'l-u

Muhammediye isimli kitabının sonlarında şöyle demektedir: «Üçüncü fasıl, bid'adlar hususundadır.

İnsanların kendilerini Allah'a yaklaştıracağı zannıyla yöneldikleri bâtıl bidatler hakkındadır...» Bu

bid'adlerden bazıları şunlardır: Bir kimsenin, öldüğü gün veya daha sonraki günlerde yemek ve

ziyafet verilmesini, ruhu için Kur'an okuyan tesbih veya tehlil okuyanlar için para verilmesini

vasiyet etmesidir. Bu saydıklarımızın hepsi bâtıl münker bidatlardır. Kur'an okumak ve tehlilden

dolayı alınan para da haramdır. Bu adam dünya menfaati için zikir ettiği ve Kur'an okuduğundan

dolayı günahkârdır.» İmam Birgivi. bu konuda dört tane risâlesi olduğunu da zikretmiştir.

Bunları bildikten sonraylediklerimizin hepsinin doğru, aksinin de mezhebin Belh alimlerinin

vermiş olduğu fetvanın, onlarla aynı fikirde olan metin, şerh ve fetevâ yazarlarının görüşlerinin

dışında olduğu açıkça görülür. Bunları ancak gafil, kibirli, cahil ve büyüklerin sözünü anlamayan

kimseler inkâr ederler.

Bâzı haşiye yazarlarının Kur'an'ın para ile okunmasının cevazına Buharî'de nakledilen; yılan

tarafından sokulan bir kimsenin para karşılığı bazı sahabelere Kur'an okutması hadisini delil

almaları hatadır. Zira Tahtavînin beyanına göre; Kur'an okumak ve okutmak için ücretle adam

tutmayı kesinlikle caiz görmeyen önceki alimler, velev ki Kur'an ile olsun ücretle Rukye (efsun

yapma) ya cevaz vermişlerdir. Zira efsunlamak ibadet değil tedavidir. (Buharî'nin naklettiği hâdis de

sahabelerin yaptığı da efsunla tedavi idi.)

Bazı hamiş yazarlarının Hâvî-Zahidî'ye isnad ederek naklettikleri, «Kur'an'ın hatmi için kırkbeş

dirhemden aşağı ücret vermek caiz değildir. » sözü mezhep alimlerinin hepsinin üzerinde ittifak

ettikleri görüşün dışındadır. Artık açıkca ortaya çıktı ki asrımızda halkın üzerine düştüğü Kur-an

hatmi ve tehlil vasiyeti yapılması esnasında yapılan kötü davranışlara bakmasak bile bâtıldır. Hatim

esnasında yapılan hareketlerin kötülüğünü de ancak basireti olmayanlar inkâr edebilir. Ben bu

konuda Şifaü'l-Alil ve Bellü'l-Galil fi Hükmil Vasiyyeti bil-Hatemâti vet-Tehalil isminde bir risale

yazdım. Bu risâlede akıllı kimseleri hayrete düşürecek çok enteresan şeyler zikrettim. Bu haşiyede

ylediklerim o risâlede anlattıklarıma nisbetle denizden bir damla veya inci dizisinden bir inci

gibidir. Bu risâleden bu kitabın (durrü'l-muhtarın) muhaşşisi asrının en büyük sabık Mısır müftüsü

Seyyid Ahmed et-Tahtavî'yi haberdar ettim. Risâleye bir takriz yazarak övdü. Allah ona bol hayırlı

mükâfatlandırsın. Asrımızın fakihlerinden daha başka takriz yazcınlar da oldu.

«Hepsinde icare fasittir ilh...» Ücretini, yaptığı işten almak üzere yapılan kiralamalarda. Konuşulan

ücreti geçmemek şartıyla ecr-i misil vermesi gerekir. Zeylâî.

«Yaptığı işin bir parçası karşılığında kiralamıştır ilh...» Yani yaptığı işin neticesinde elde edilenin

bazısı ile kiralamıştır. Ücretin sahih olması için teslimine kudret şarttır. Burada ise adam kendi

başına teslime kadir değildir. Zeylâî.

«Öğütme meselesinde şer'i hile şudur: Evvela ücret çıkarılır ilh...» Yani ücret olarak vereceği

buğdayı ecîre teslim eder. Eğer ondan sonra diğer buğdayla karıştırır ve hepsini öğütürse, sonra da

ücreti ayırarak kalan kısmı sahibine iade etse caizdir. Bu durumda Rasûlullâh (s.a.v.) ın yasakladığı

şekilde olmaz.



Çünkü bu durumda ecîri öğüteceği unun bir bölümü veya bir ölçeği karşılığında kiralamış olmaz.

Nitekim Cevahirü'f-Fetevâ'dan naklen Minah'ta da böyle denilmektedir.

Bu konuda Remli de şöyle der: «Bu izahla bilindi ki, memleketimizdeki ücretin, buğday ve para

birlikte olması şeklindeki uygulama şeksiz şüphesiz caizdir.

«Tayin etmeden ücretin kaç ölçek olacağı belirlense ilh...» Yani yüklenen veya öğütülenden olması

şeklinde bir şart koşmaksızın ücretin kaç ölçek olduğu belirlenir. Bu miktar müstecirin zimmetinde

borç olarak teayyün eder. Zeylâî.

«Yiyecek maddesinin yarısını diğer yarısı karşılığında taşımak üzere ilh» Musannıf «yarı» ile

kaydetmiştir. Zira eğer yükün tamamını yarısı karşılığında taşımak üzere kiralamış olsaydı adam

ortak olmaz, ecr-i misil olması gerekirdi. Metindeki mesele budur.

«Bu durumda ona ücret vermesi lazım değildir ilh...» Yani ne akitte konuşulan; -yüklenen yükün

diğer yarısını- ne de ecr-i misil verir. İnaye.

«Çünkü onu kendisine ortak kılmıştır ilh...» Zeylâî şöyle der: «Zira ecir, ücreti peşin aldığı için malın

yarısına o anda malık olmaktadır. O zaman da o zahire aralarında ortak olur. Dolayısıyla kiracı

hakedemez. Zira ortak, ortağı için yaptığı bir şeyin yansını da kendisi için yapmış olmaktadır.

Fukaha böyle demişlerdir.

Ancak Fukahanın bu dediğinde iki müşkil vardır:

Birincisi, bu kiralama fasittir. Bize göre sahih kiralamada bile sadece akitle -iş yapılmadan veya

ücretin peşin olması şart koşulmadan- ücret hak edilemez. Burada ise iş yapılmamıştır. Daha önce

beyan ettiğimiz gibi ücret, ister para olsun ister mal, farketmez. Nasıl olur da bu meselede işi teslim

etmeden, peşinatı şart koşmadan ücrete malik olabilir?

İkincisi ise, musannıf, «Ücrete o anda malik olur» demiştir. Halbuki onun «Ücreti hak edemez»

sözü, mülkiyete aykırıdır. Çünkü kiracı ancak ücret yoluyla malik olur. O halde, hiçbir şeyi hak

etmeden ona nasıl ve hangi sebeble malik olabilir?!

«Zeylainin müşkil gördüğü meseleye musannıf cevap vermiştir ilh...» Ben derim ki: Musannıf,

Sa'diye haşiyelerinde bu işkale şu şekilde cevap vermiştir: «Her halde fukuhanın «ücreti hak

edemez» sözlerinden maksadları mülkiyeti nefyetmektir. Çünkü mülkiyetin varlığı, ücretin yok

olmasına sebeb olur. Hâl böyle olunca da o zaman bu bâtıl olur. Onların, «O anda ücrete malik

oldu» sözleri farazidir. Zâhir olan bu meselenin ecîre yiyecek maddesinin hepsini teslim ettiği

zaman şeklinde tertib edilmesi idi. O halde metindeki kelâmın takdiri şöyle olur: Eğer farzedilen

surette ücret gerekli olsa ecîr, ücreti peşin alarak derhal malik olur. Bu bâtıldır. Çünkü o zaman,

ortak olmuş olur ve ortaklık da ücretin gerekli olmamasını gerektirir. Varlığı, ücretin gerekliliğini

ortadan kaldıran her şey batıldır.

Birinci itiraza musannıfın verdiğinin özeti şudur: Zeylâî'nin de sözünün başında belirttiği gibi

burada ücret peşindir. Ücretin peşin olması şart koşulmakla, malik olduğu gibi, peşin alınma ile de

malik olunur.»

Musannıfın ikinci itiraza cevabı: Ecir, o mala peşin olmak suretiyle malik olunca ve işi yapınca işten

sonra onun bir ücreti haketmediği ortaya çıkıyor. Nitekim akit anında ücreti peşinen vermiş olsa,

sonra da ücreti bir işi istihkâk etse, müstecirin o ücrete malik» olmadığı ortaya çıkar.

Bu cevaba da şöyle bir itiraz gelebilir. Bu akit ya batıldır, ya fasittir, ya da sahihtir. Bâtıl olan akitte

babın başında geçtiği üzere asla ücret yoktur. Olmayan bir şeyi peşin almakla nasıl malik olabilir?

Fasit akte gelince onda da daha önce defalarca geçtiği üzere ücret ancak kiralanan maldan

faydalanmakla gerekli olur. O halde bunda da işi yapmadan peşin almakla malik olamaz. İş

yaptıktan sonra ise ecr-i misil gerekir. Burada farzedilen ise asla ücret yoktur.

Aktin sahih olması haline gelince, onda ücrete ifrazla birlikte peşin almakla malik olunur. Burada

ifraz, teslimin zımnında hasıl olmuştur. Zira eğer ifraz edip de ecîre teslim etseydi, sonra da ücret

olarak aldığı ile taşıyacağı yükü birbirine karıştırarak hepsini birden yükleseydi yukarıda

cevâhirü'l-Fetavâdan naklen belirttiğimiz gibi caiz olurdu.

Ancak şöyle denilebilir: Buradaki icâre akti evvelâ sahih olarak yapıldı, sonra da ifraz etmeden

önce iş yapıldığından dolayı fesad arız oldu. O zaman. Zeylâî'nin «Bu icare fasittir» sözü gelecekte

fasittir, ama o anda sahihtir, manâsına gelir. Düşünülsün.

KIYAS VE ESER ÖRF-İ HASLA DEĞİL ÖRF-İ AMMLA TAHSİS EDİLİR?

«Belh alimlerinin zannettikleri gibi nassın delâleti örf ile tahsis edilmez ilh...» Tebyin'de şöyle



denilmektedir: «Belh alimleri ile Nesefî, taşınanın bir kısmı karşılığında yiyecek maddesini

taşıtmanın ve dokunanın bir kısmı karşılığında da kumaş dokutmanın caiz olduğuna kail

olmuşlardır. Çünkü onların memleketinde adet böyle idi. Bu muâmeleyi caiz görmeyenler bunu,

«değirmencinin ölçeğine.» kıyas etmişlerdir. Kıyâs örf ile terkedilir. Eğer biz; «caiz görmeyenler

bunu kıyas yoluyla değil nassın delâletiyle caiz görmüyorlar desek, o zaman: «Nas»da örfle tahsis

edilir. Görülmüyor mu istinada kıyas terkedilmiş, şer'i kaideler teamülla tahsis olunmuştur»

(denilebilir) -Allahın rahmeti onlara olsun- bizim alimlerimiz ise bu tahsisi caiz görmemişlerdir.

Çünkü o bir tek bölgenin örfüdür. Ve onunla eser tahsis edilemez. İstisnac ise bunun aksinedir.

Zira istisnac konusunda teamül bütün bölgelerde caridir. yle umumî teamülle kıyas terk edilir,

eser tahsis edilir.»

İnaye'de de böyle denilir: «Eğer biz kıyası terketmeyiz, belki değirmencinin ölçeği meselesinin bir

kısmı nassın delâletinden örf ile tahsis edilmiştir. Nitekim Belh alimlerinden bazıları

memleketlerinin örfüne binaen kumaş meselesinde böyle yapmışlardır» denilirse, ben de derim ki,

«nassın delâletinde umumî bir ifade yoktur ki, ondan bir şey tahsis edil-sin.» T.

«Nizaa vesile olur ilh...» Meselâ kiralayan, «Akit iş üzerine yapılmıştır, vakit ise işi çabuklaştırmak

için zikredilmiştir.» derken, kiracı da, «hayır akit vakit üzerine yapılmıştır. İşin konu edilmesi ise

beyan içindir.» diyebilir. İmameyne göre bu kiralama sözleşmesi sahihtir. Sözleşme iş üzerine

yapılmış olur. Vaktin zikredilmesi ise, işin çabuklaştırılması içindir. İş ile vaktin aynı anda

sözleşmeye konu olmaları mümkün olmadığından, sözleşmeyi sahih sayabilmek için böyle demek

gerekir. Böylece meçhuliyet ortadan kalkmış olmaktadır.

Zeylaî sözünün zahiri, Onun İmameynin kavlini tercih ettiğini gösterir. Bu da eğer ücreti en son

anması durumundadır. Ama ücreti ortada anarsa önce söylenen makudun aleyh olur. Çünkü ücretin

alınması ise akit tamamlanır. Artık bu durumda sonraki anılan vakit ise işi çabuklaştırmak için

ylenmiş sayılır. Yok eğer sonra zikredilen iş ise, o zaman işin vakitte yapılmasını beyan içindir.

Bu durumda da İbni Kemal'in Hâniye'den naklettiğine göre akit fasit olmaz. Bunun benzeri

Kirmanî'den naklen Kuhistanî'de de mevcuttur.

Kuhistanî Münye'den naklen «Eğer ücreti önce verirse akit yine fasittir.» kavlini de ilave etmiştir.

Sonra bilmiş ol ki ihtilâf iş miktarı belli olduğu takdirdedir. Çünkü ancak bu durumda akde konu

olabilir ve akde konu olmak da vakite rakip olabilir. Ma'kudun aleyh, tam belli olmayınca da akit

fasit olur. Bundan ötürü musannıf, «Şu kadar ölçek unu ekmek yapması için» demiştir. Eğer işin

miktarını beyan etmese, akit sahih olur. Zira iş meçhul olduğu için sanki akitte yalnız vakit

zikredilmiş gibi olur. Nitekim kendisine kireç ve kerpiçle bina yapması için bir adamı bir günlüğüne

tutsa, bu, ihtilâfsız caizdir. Eğer işi, kira sözleşmesinin yapılmasını caiz kılacak bir şekilde beyan

etse, mesela. adamın ne kadar iş yapacağını söylese bu akit asılda zikredildiğine göre İmama göre

caiz olmaz. O zaman özel işçi bahsinde gelecek olan, «Adam, birisini bir aylığına koyunlarını

otlatması için şu kadara kiralamış olsa, sahihtir.» sözünde bir işkâl kalmaz. Halbuki bu akitte de

müddetle iş aynı anda zikredilmiştir. (Dolayısıyla sahih olmaması gerekir.) Bu akdin sahih oluşuna

sebeb otlatılacak koyunun miktarının beyan edilmemiş olmasıdır. Nitekim Allâme Turî de bu hususa

dikkat çekmiştir.

«Alimlerin icmaı ile caizdir ilh...» Eğer, o günde iş bitirmek şartıyla verirse. Birincide, «yani adamın

kiraladığı ekmekçiye, «bugünde şu kadar unu pişireceksin» demesinde icarenin caiz olması.

Zeylaî'nin de zikrettiğine göre İmam-ı Azâmdan gelen bir rivayettir. Zira. «bugünde» (fiil yevm)

kelimesindeki «fa» müddetin takdiri için değil, zarfiyat içindir. O halde o günün hepsini kaplamaz. O

zaman akde konu olan şey iş olmuş olur ki o da malumdur.

Ama «fa» hasfedilirse, o zaman el-yevm (gün) kelimesi günün tamamını kaplamayı gerektirir. Bunun

örneği, talâk bahsinde «sen yarın boşsun» veya «yarından boşsun» kelimeleri üzerindeki tahlilde

geçmiştir.

İkincisindeki, yani «o gün bitirmek üzere» sözündeki cevaza gelince, burada «el-yevm» kelimesi iş

gibi kasdi olarak zikredilmemiştir. Ki, akit her ikisine de izafe edilsin. Belki işteki bir sıfatı isbatı için

zikredilmiştir. Sıfat da akitte kasdedilemez, mevsufuna tabidir. Nitekim tebyinde de böyle

denilmektedir.

«İki kere sürmesi şartıyla ilh...» Yani tarlanın sürülmesini iki defa yapması şartıyla.

Minah'ta şöyle denilmiştir: «Eğer «İki kere sürmek şartıyla» sözünden maksat, kira süresi bittikten

sonra sürülmüş halde geri vermesi ise, bunun fesadına şüphe yoktur. Yok eğer maksat bu değilde,

o tarlada ürün ancak iki kere sürmekle elde edilirse, iki kere sürülmesini şart koşmak akti ifsad



etmez. Ama o tarladan. ikî kere sürülmeden de ürün elde edilirse bakılır: Eğer sürülmenin e&eri akit

sona erdikten sonraya kalırsa akit yine fasittir. Zira bu şartta tarla sahibinin menfaati vardır. Yok

eseri akitten sonraya kalmıyorsa, fasit olmaz.» Özetle.

Tatarhahâniye'de de Şeyhülislâm'dan özetle şöyle denilmektedir: «Eğer tarlayı süresi içinde

sürülmüş olarak geri vermesini şart koşmuşsa, sözleşme geçersiz olur. Ama kiralayan, tarlayı kıra

süresinin bitiminden sonra sürmek şartıyla veya zamanı söz konusu etmeden mutlak şekilde sürüp

teslim etmesi şartıyla verirse kiralama geçerlidir. Bu durumda sürmesi kira zamanının bitiminden

sonraya halledilir. Suğra'da şöyre denilmiştir: «Biz bu tafsilatı Şeyhülislam'dan aldık Fetvâ da

bununla verilir.»

Ben derim ki: Yukarıda geçen icarenin sahih oluşunun sebebi şudur: Tarlayı sürmek de icare

ücretinden olmuş olur. Düşün.

«Ana su kanalı açması ilh...» Zira ana su kanalları âdeten ertesi yıla da kalır. Ama tarlanın içinde

küçük arklar yapmasını şart koşsa, bu akti ifsad etmez. Sahih olan budur. İbni Kemal.

«Gübrelemesi şartıyla ilh...» Gübreleme tarladaki ekini kuvvetlendirmek içindir. Gübrenin ekini

kuvvetlendirmesi de yalnız bir seneye mahsus olmayıp eseri birkaç sene kalacağından dolayı icare

aktini ifsad eder. Zira tarla sahibine menfaat temin eder. Bu da fasittir. T.

«Eğer gübrelemenin eseri kalmazsa caiz olur...» Yani icare müddeti uzun olursa. O zaman fasit

olmaz. Zira bu durumda gübrelemek yalnız kiracının menfaati için olur.

«Diğer bir tarlayı da kendisi ekmek şartıyla ilh...» Meselâ adam ekmek üzere bir tarla kiralarsa, bu

tarlanın kira ücreti olarak da kiralayana kendisinin bir tarlasını ekmesi için verse bize göre caiz

değildir. Mihan. Çünkü bu, bir menfaati aynı cinsten bir menfaat karşılığında, kiralamak olur. Bu

konuda ileride malumat gelecektir.

«Bir malı kendi cinsinden bir şey ile veresiye vermek haramdır ilh...» Kayıtsız olarak anılan bir ekim

yine kayıtsız anılan bir ekimle aynı cinstendir. Eğer «mal menfaatin yerine kaim olur, o halde nesie

mevcut değildir.» denilirse, biz de deriz ki: «Nesne menfaatin yerine zaruretten dolayı kıyasa aykırı

olarak kaim olur. Bu da ancak akit menfaat üzerine yapıldığında olur. Bizim meselemizde «diğer bir

tarlayı ekmek karşılığında» denilmeseydi bu mümkün olur. Ama «...mukabilinde» demlince mal

menfaatin yerine kaim olmaz. O zamanda mesele aslı üzerine kalır ve bir menfaati aynı cinsten

diğer bir menfaat karşılığında veresiye satmak olur.

«Aktin gerektirdiği bir şarttır ilh...» Çünkü menfaati sadece kiracıya aittir.

METİN

Birisi ortağını ortak oldukları yiyecek maddesini taşıması için kiralasa ücret vermesi gerekmez. Zira

ortağı için yaptığının bir kısmını da kendisi için yapmıştır. Binaenaleyh ücret almaya hakkı yoktur.

Rûhinin (rehin veren)in rehin olarak verdiği şeyi mürtehinden icarlaması da bunun gibidir. Zira

onda da ücret yoktur. Çünkü kendi mülkünden faydalanmıştır.

Cevâhirü'l-Fetevâ'da şöyle denilmektedir. «Adam bir hamam kiralasa ve hamam sahibi ile bazı

dostları hamama gelip yıkansalar, mal sahibi ile bazı dostları hamama gelip yıkansalar, mal

sahibine icare ücreti vermek gerekmez. Zira hamamcı, akde konu olan şeyin bir kısmını -ki o

hamamın menfaatidir- icare müddeti içinde geri almış olmaktadır. Ücretten bir kısmı da

düşürülmez. Çünkü menfaatin ne kadarını geri aldığı belli değildir.»

Bir kimse ekeceğini veya ne ekeceğini söylemeden bir tarla kiralasa, icâre fasittir. Ancak genel bir

ifade kullanırsa, ne ekersen ek, nasıl kullanırsan kullan» şeklinde kiraya verirse o zaman caizdir.

Ama oturacağını söylemeden mutlak şekilde bir bina kiralasa, bu sahihtir. Çünkü bina genelde

oturmak için kiralanır.

Ben derîm ki: Musannıf bu meselede «eğer müddet dolsa» sözünü Kâdîhan'ın Cami'in şerhinde

zikretmediği gibi hiç anmasaydı daha iyi olurdu.

Bir adam Bağdad'a kadar yük götürmek için bir eşek kiralasa, ama ne yükleyeceğini belirtmese ve

memlekette adet olanı yüklese, eşek yolda telef olduğu takdirde zamin olmaz. Çünkü kiralama fasit,

eşek de sahih kiralamada olduğu gibi onun elinde emanettir. Eğer Bağdad'a vardıktan sonra helâk

olursa, ekin ekmek meselesinde geçtiği gibi, kiracının akitte konuşulan ücreti vermesi lazımdır.

Ekin için kiraladığı tarla meselesinde, ekmezden önce, yük meselesinde de yüklemezden önce

kiralayan ile kiracı ihtilâf etseler, fesâdın kaldırılması için kira akti feshedilir. Çünkü fesat henüz

mevcuttur.



Bir kimse bir hayvan kiralasa ve yolun bir kısmını gittikten sonra kiralamayı inkâr etse, inkâr edene

kadar yüklediği veya bindiği kısmın ücretini vermesi gerekir. İmam Ebû Yusuf'a göre inkârdan

sonra ki yol için ücret vermez. Çünkü inkâr etmekle hayvanı gasbetmiş olmaktadır. (Gasıbta da

dıman icabeder) Ücretle tazminat bir arada toplanmaz. İmam Muhammed'e göre akitte konuşulan

ücreti vermesi gerekir. Dürer.

Musannıfın bu sözünden anlaşıldığına göre bu konuda İmam-ı Azâmdan bir görüş nakledilmemiştir.

Eşbah'ta şöyle denilir: «Temizlemek için aldığı elbiseyi inkâr etse ve temizlese bakılır: Eğer

inkârdan evvel temizlemişse ücret alır. Yok eğer inkârdan sonra temizlemişse ücret alamaz. Boyacı

ve dokumacı da bunun gibidir.

Bir menfaati diğer bir menfaat karşılığında kiralamak, eğer cinsleri muhtelif ise, caizdir. Meselâ. bir

binayı kiralayıp kira bedeli olarak eklemesi için bir tarlayı bina sahibine vermesi böyledir. Ama eğer

menfaatlerin cinsleri aynı olursa, o kira akti caiz değildir. Kiraladığı bir binanın kira bedeli olarak ev

sahibine kendi evini kiraya vermesi, veya kira ile giydiği elbisesini kirâ bedeli olarak elbise sahibine

kendi elbisesini kiraya vermesi, yada binmek için kiraladığı hayvanın kira ücreti olarak hayvan

sahibine kendi hayvanını kiralaması caiz değildr. Zira yukarıda bir kaç defa söylendiği üzere aynı

cinsten olan şeylerin bir birleri karşılığında veresiye verilmesi ribe'n-nesiedir ve haramdır. Buna

rağmen eğer bu şekilde kiralamışsa kira akti fasit olduğundan dolayı menfaat elde edildiği için ecr-i

misil vermesi vacibtir.

Adam birini av avlaması veya odun kesmesi için kiralasa, eğer bunlar için bir zaman tayin etmişse

caizdir. Fakat bir zaman tayin etmemişse, caiz değildir. Ama odunu tayın etse de vakti tayin etmese,

akit fasittir. Ancak odun kendi mülkü olduğu halde toplayıcı odunu tayin ederse. vakit tayin etmese

bile caizdir. Mücteba. Fetva da bu kavl ile verilir Sayrefiyye.

FER'İ MESELELER:

Adam karısını, yiyeceği ekmeği pişirmesi için kiralarsa, caiz değildir. Ama eğer satmak üzere

pişirmesi için kiralarsa caizdir. Ayrefivye.

Kadın kendi evini kocasına kiraya verse ve karı koca o evde beraberce otursalar, kocanın ücret

vermesi gerekmez. Eşbah ve Haniye.

Ben derim ki: Ancak Hâniye'nin Tenvirü'l-Besair adlı haşiyesinde Muzmarattan naklen Kübra'ya

nisbetle şöyle denilmiştir: «Kâdıhan demiştir ki; «Bu meselede, yani kadının evini kocasına kiraya

verme meselesinde fetvâ kiralamanın sıhhati üzerindedir. Çünkü oturmakta, kadın kocasına

tabidir.» Bu iyi öğrenilsin.

Birisinin, gelini hazırlaması için kiralaması, eğer iş ve müddet zikreriilirse. caizdir.

Su kanallarını ve nehirleri, içindeki su ile birlikte kiralamak caizdir. Fetva da bu görüşle verilir.

Çünkü halkın genellikle buna ihtiyacı vardır. Muzmarat.

İZAH

«Ücret yoktur ilh...» Ortak olduğu bir gıda maddesini taşıması için kiralanan ortağa ücret yoktur. Ne

akitte konuşulan ücret, ne de ecr-i misil yoktur. Zeylaî. Gerçi fasit kiralamada ücret vermek gerekir

ama, onun benzeri sahih bir kiralamanın bulunması şarttır. Bu kiralamanın ise sahih kiralamadan

benzeri yoktur. İtkanî.

Kâdîhan'ın Câmîe'deki sözlerinin zahirine göre ise, bu akit bâtıldır. Zira Kâdıhan, «Böyle bir akit

yapılamaz» demiştir. Düşün.

«Çünkü onun ortağı için yaptığının bir kısmı kendisi için olmuş olur ilh...» Eğer, «kendi şahsı için

yaptığı içe karşılık ücret hak etmemesi başkası için yapılan iş için de ücret verilmemesini

gerektirmez» denilirse, biz de deriz ki, «o adam yalnız kendisi için çalışmıştır. Zira kendisi asildir.

Onun başkası için çalışması kıyasa muhalif olan bir şeye binaendir. öyleyse adam kendi nefsi için

çalışmış kabul edilir. Çünkü yaptığı işin bir parçasına kendisi de ortaktır. O halde böyle bir icarede

akde konu olan şeyin teslimi tahakkuk etmez. Zira ortaklık işin diğerine teslimine manidir. O halde

ücret gerekmez. İnaye ve Tebyin. özetle.

Gâyetü'l-Beyan'da şöyle denilmektedir: «İki kişi arasında ortak bir gıda maddesi olsa ve ortaklardan

birisinin de bir gemisi bulunsa diğer ortak o geminin yarısını on dirhemle kiralasa, caizdir. Ay

şekilde iki kişi ortak oldukları buğdayı öğütmek isteseler ve ortaklardan birisinin değirmeni olsa

diğer ortak da buğdayı öğütmek için kiralasa, veya ortaklardan birisi ortağından çuvallarının

yarısını yükü (mesela) Mekke'ye götürmek için kiralasa, caizdir. Ama ortaklardan birisi, ortağının



kölesini veya kölesinin hayvanını veya ortağının hayvanını buğday yüklemek için veya köleyi ortak

buğdayın bekçiliği için kiralasa, caiz olmaz. Bu kiralama, köle veya hayvanın ister yarısında, ister

tamamında olsun, caiz olmadığı gibi ücret de gerekmez. Bu konuda kaide şudur: Ücretin ancak

ortak malda çalışılmak suretiyle hak edilebildiği şeklindeki bir icare caiz değildir. Ortak malda

çalışılmadan hak edenlerde ise caizdir. Buna göre; malı eve gemiye veya değirmene koymakla

ücret gerekir. Mal üzerinde çalışmakla değil. Demek ki hayvan ve kölenin müşterek malda yaptıkları

bir iş vardır. O da taşımak ve korumaktır. Gemi ve değirmenin ise kendi başlarına bir işleri olmaz.

«Zira kendi mülkünden faydalanmıştır ilh...» Burada niçin kendi mülkünden faydalanmıştır dedik?

Çünkü mürtehin rehin aldığı maldan faydalanmaya malik değildir. O halde, onun menfaatini temlik

etmeye de hakkı yoktur. Rehinin menfaati rehinindir. Ancak ona mürtehinin taalluk ettiği için

istifade edemez. Mürtehin malı kiraya verdiği takdirde, hakkını iptal etmiş olur.

«Geri almış olmaktadır ilh...» Bunun izahı şöyledir: Mucir hamamın menfaatini belirli bir müddet

için satmış ve o menfaatin bir kısmını kendisi almıştır. Bu durumda akdin o miktarda tekabül eden

kısmı münfesih olmuştur. Kıracının vermesi gereken ücret akitle zimmetinde sabit olmuştur.

Kiralayanın kullanması sebebiyle feshedilen miktar belli değildir. Belli olmayan bu miktarın ücretten

düşürülmesi mümkün olmadığı için ücretin tümü kiracıya borç olmaktadır. Rahmetî.

«Sahihe inkılâb eder ilh...» Mülteka, Gurer, Islah ve Minah'ta da böyledir. Şurunbulalî ise buna,

«Akdin sıhhati, ekildikten sonra müddetin dolmasına bağlı değildir. Zira ekildiği zaman meçhuliyet

ortadan kalkmıştır.» diyerek itiraz etmiştir.

Ben derim ki: Musannıf «sahihe inkılab eder» sözünü «akitte konuşulan ücreti vermesi lazımdır»

sözünün bir feri olarak zikretmiştir. Çünkü eğer akit fasit kalmış olsa, o zaman ecr-i misil vermesi

gerekirdi.

«Aynı şekilde akit müddeti dolmadan önce de sahih hale gelir ilh...» Yani ekmekle birlikte kiralama

akti sahih hale döner. Musannıfın bu sözü bizim Şurunbulâliye'den naklettiğimiz şeye işaret

etmektedir. Bu itirazın menşei sarihin, «Sahih hale döner» sözüdür, bu sözü evvela zikretmiştir.

Şarihin itirazı, şu şekilde de cevaplandırılabilir: Akdin sahihe inkılab etmesinin. ettikten sonra ve

müddetin dolmasından sonra olması doğrudur. Yani akdin sahihe inkılab etmesi. bu iki şeyin

tamamının yapılmasından sonradır. Bu sözde akdin sahih hale dönmesinin müddetin bitimine bağlı

olduğunu gerektiren bir şey yoktur. Düşün.

«Akit müddeti dolmadan önce cehalet kalktığı için ilh...» Yani aktin müddeti dolmadan önce.

İnaye'nin, «Hakimin akti bozması sebebiyle akit müddeti dolmazdan önce...» sözünü salim bir fıtrat

sahibi kabul etmez. Zira hakimin bozması ile kiralama akti aslından bozulur. Artık onun

tamamlanması nasıl mümkün olur? Çünkü bir şeyin tamamlanması o şeyin eserinin bâkî kalmasına

bağlıdır. Hâkimin bozması ile aktin eseri kalmamaktadır. Turi.

«Kâdîhan'ın da ilh...» Kâdîhan'ın ibaresi aynen şöyledir: «Eğer tarlayı ekerse, tarla sahibi akit

esnasında konuşulan ücreti alır. Çünkü akit, isfihsanen caiz hale gelmiştir. Zira icare akti menfaatin

elde edilmesine göre anbean akt olunur. Fesat ise cehaletten ötürüdür. O anda cehaletin ortadan

kalkması sanki akit ânında ortadan kalkması gibi olur. O zaman icare akti caiz hale dönüşür.»

«Adet olanı yüklese ilh...» Musannıfın bu sözüyle mutad olmayan yük meseleden çıkmaktadır. Şöyle

ki, bir hayvan kiralasa, ne yükleyeceğini beyan etmese, fakat yüklediğinde eşeğe yüklenmesi âdet

olmayan bir şeyi yüklese, eşek helâk olduğu takdirde kıymetini öder. Çünkü ona âdet olanı

yüklememiştir. İtkanî'de de yle denilmektedir.

«Çünkü icare faslttir ilh...» Dürer ve Minah'ta da böyledir. Ama evlâ olan Hidaye'nin kavlidir. «Çünkü

kira akdi fasit olsa bile malı onun elinde emanettir.

«Ziraat meselesînde geçtiği gibi ilh...» Yani, bir tarlayı niçin ve ne ekeceğimi beyan etmeden

kiralamış olsa, icare akti dolmadan önce onu ekmekle cehalet ortadan kalkmaktadır. Bu ifadenin

zahirinden anlaşıldığına göre: Eşeği kiralama meselesinde de adet olan yükü yüklemesiyle daha

Bağdad'a ulaşmadan önce icare sahih hale inkılab eder. İtkanî sarahaten zikretmiştir. Şarih de

«caiz icareler» babında bunu ifade etmiştir. Şarih orada şöyle demektedir: «Kiraladığı hayvana

kimin bineceğini söylemese (meçhuliyet bulunduğundan) akit fasit olur. Ona binmesiyle de fasit

olan kira akti. sahih hale döner.» Yalnız şarihten naklettiğimiz bu ifade. Hidaye'den az evvel nakl

ettiğimiz ifadeye aykırıdır. Teemmül et.

«İcare aktl feshedilir ilh...» Yani hakim onu ibtal eder. Zira fasit bir aktin ibtali vacibtir. Zahire.

«Ücretle tazminat bir orada bulunmaz ilh...» Yani akdi inkârdan sonra hayvan helâk olduğu takdirde



tazminat ile inkârdan sonraki kullanma ücreti bir arada toplanmaz. H.

Ben derim ki: Kira aktini inkâr etmezden önceki ücrete gelince -inkârdan sonra hayvan helâk olsa

dahi- onu vermek gerekir. Bu durumda cihetler muhtelif olduğu için ücretle tazminat bir arada

toplanmış sayılmaz. Nitekim bunun benzeri yukarıda geçti.

«İmam Muhammed'e göre ise akitte konuşulan ücreti vermesi gerekir ilh...» Yani, eğer hayvan

sağlam kalırsa. Makdisî Kenz şerhinde. «İmam Muhammed ücreti gerekli kılmıştır. Çünkü hayvan

sağ kalmıştır. O halde tazminat düşer.» demiştir. Tebyin ve Mecma şerhinde de böyledir. Halbuki

geçen mesele ve benzerleri İmam Muhammed'in dediğini teyid etmektedirler. H.

Ben derim ki: Makdisi'nin Kenz şerhinde dediğinde bir yanlışlık var. Zira geçen meselede kira

gâsıb değildir. Çünkü kiracı kiralamayı ikrar etmektedir. Akdin sahih hale dönüşmesi cehaletin

ortadan kalkmasıyla olmuştur.

GAYR-İ MENKUL OLMASA BİLE KİRA İÇİN YAPILAN MALLARDA DA ÜCRET VACİBTİR

Evet, uygun olan; kira için hazırlanan bir şeyin bir müddet kullanıl-ması halinde ücret verilmesidir.

Zira ücret zannedildiği gibi sadece taşınmaz mallara Hâmidiyye'de yük taşımaya istinaden, yük

hayvanını kullananın ücret vermesinin gerekli olduğuna fetva verilmiştir. Nitekim bunu biz gasb

bahsinde zikredeceğiz. Hâmidiyye'dekinin aynı Muradiye'de de mevcuttur. Dikkatli ol.

«Eşbah'ta iih...» Eşbah'taki ifade kapalıdır. Onun izahı Velvaliciye'deki şu ifadedir: «Adam

temizlemesi için temizlikçiye bir kumaş verse, o da kumaşı inkâr etse, sonra da o kumaşı temizleyip

getirse, ve, «Bu kumaş senindir» diye ikrar etse, bakılır: Eğer kumaşı inkâr etmezden önce

temizlemişse ücreti hak etmiştir. Zira o zaman sahibi için çalışmıştır. Yok eğer inkâr ettikten sonra

temizlemişse ücreti hak etmemiştir. Çünkü kendisi için çalışmıştır. Zira inkâr etmekle gâsıb

olmaktadır. Eğer bu adam temizlikçi değil de boyacı olsa, mesele yine aynıdır. Eğer inkâr etmezden

önce boyamışsa. ücreti hak eder, inkardan sonra boyamışsa. kumaş sahibi dilerse boyanmış

kumaşını alır ve ona da boyama ücretini verir. Dilerse de boyanmış kumaşı boyacıya bırakarak

boyanmamış hal-deki kıymetini tazmin ettirir. Eğer birisi dokumacıya iplik verse. mesele yine

aynıdır. Eğer inkâr etmezden önce dokumuşsa, ücreti hak eder. Eğer kumaşı inkâr ettikten sonra

dokumuşsa, ona ücret yoktur. Kumaş onundur, ipliğin de kıymetine zâmindir. Bu meselede inkâr

ettiği şey buğday olsa ve öğütse, inkârdan evvel öğütmüşse. öğütme ücretini alır. Yok eğer

inkârdan sonra öğütülmüşse inkâr ettiği buğday kadar buğdayı tazmin eder, un değirmenin olur.

«Bir menfaati diğer bir menfaatle kiralamak ilh...» Musannıfın bu sözü gecen, «Ekin ekmek için bir

tarla kiralamış olsa. kira bedeli olarak da diğer bir tarlayı, ekmesi için mucire verse...» sözünden

daha şümullüdür.

«Kendi evini kiraladığı evin sahibine vermesi gibi ilh...» Yani kiraladığı eve kira bedeli olarak kendi

evini kiraya verse. Ama eğer oturmak üzere bir ev kiralasa ve kira bedeli olarak da dükkânını verse,

bu kiralamada sözleşme sahihtir. Çünkü menfaatler değişiktir. Bunun sahih olmadığı da

ylenmiştir. Harman dövmek için bir öküzü diğer bir öküze karşılık kiralamak da caiz değildir.

Çünkü cinsleri birdir. Ama öküze karşılık eşek veya at verse bu kiralama caizdir. Çünkü cinsleri

muhteliftir. Camiü'l-Fusuleyn.

Kâdîhân'ın şerhinde şöyle denilmektedir: «Köle ve câriyenin hizmeti bir cins-tir. Eğer bunlardan

birisi hizmet ettiği halde diğeri etmezse, bir rivayete göre ecr-i misil gerekir. Diğer bir rivayete göre

ise hiç bir şey gerekmez;»

Tatarhâniye'de de şöyle denilir: «Bir menfaat aynı cinsten bir menfaate karşılık tutulduğu zaman

eğer kişi diğer menfaati elde ederse zahirür rivayeye göre ecr-i misil vermesi lazımdır. Fetva da

buna göredir.

«Aktin fesadından ötürü ilh...» Evlâ olan, burada musannıfın «fasit akit hükmüyle» demesiydi.

«Avlanması veya odun toplaması için birini kiralasa ve zaman tayın etse caizdlr ilh...» Çünkü bir

kişinin işçisidir. Onun şartı da vakit değil beyandır.

«Caîz değildir. ilh...» Vakit tayin edilmeden kesilen odun işçiye ait olur. T.

«Akit fasittir ilh...» Zaman tayin etmediği için. Hindiye'de şöyle denilir: «Kiracı eğer, «su odunu

topla» derse. kiralama fasittir. Kesilen odun kiracınındır. Kiracının işçiye ecr-i misil vermesi

gerekir.» T.

«Fetva Müçteba'nın bu kavli ile verilir. Sayrafiyye ilh...» Sâyrafiyye'de şöyle denilmektedir. «Eğer

gün zikrederse, yem işverene aittir, zikretmezse yem işçiye ait olur. Bu Havî'nin rivayetidir. Fetva bu



görüşe göre verilir.

Minâh'ta da şöyle denilmektedir: «Sayrafiyye'deki bu ifade, bizim Mücteba'dan naklettiğimize

uygundur. Bundan ötürü de biz Muntasar'da buna itimad ettik.»

«Caiz değildir ilh...» Yemek için ekmek pişirmek üzere karısını kiralaması. Zira bu, diyâneten

kadının vazifesidir. Çünkü Rasûlullâh (s.a.v.) Hazreti Ali ile Hazreti Fatıma arasında iş taksimi

yapmış. Evin içinde yapılacak işleri Hazreti Fâtıma'ya, evin dışında yapılacak işleri de Hazreti Ali'ye

vermiştir. Musannıf da babın sonunda Muzmarat'tan naklen. ev için yapılacak ekmek pişirme,

yemek pişirme ve buna benzer işler için kadınla kira akti yapılmayacağını zikretmiştir. T.

Ben diyorum ki: Çünkü bu diyaneten kadının vazifesidir. Doha sonra ben, «Nafaka» Bahsine

müracaat ettiğimde gördüm ki, Musannıf, ev işlerinin diyaneten kadının vazifesi olduğunu gerekçe

göstermiş ve, «kadın asîl bile olsa» sözünü eklemiştir. «Çünkü Rasûlullâh (s.a.v.)'ın Hazreti Fatıma

ile Hazreti Ali arasında iş taksimi yaptı» demiştir.

İşte bu bizim yukarıda söylediğimizi müteahhirin ulemaya göre ibadet olan bir şey üzerine adam

kiralama konusunda müftabih olan bu hükmün tüm taatlere değil, onların ismen belirttiklerine ait

olduğuna delâlet eder.

«Kocanın ücret vermesi gerekmez ilh...» Eğer kadın evini kocasına kiraya vermişse. Zira oturma

menfaati yine kadına dönmektedir. Çünkü birlikte oturmaktadırlar. Üstelik erkek bazı vakitlerde

evden çıkmakta, hatta çok defa bütün gün çarşıda olacağı için ev kadınının elinde kalmaktadır. O

yüzden ücret vermesi gerekmez.

«Kadıhan demiştir ki ilh...» Kâdîhân bunu Câmiü's-Sâğîr'e yazmış olduğu şerhte zikretmiştir. Onun

Ziyâdât'ında şu ifade vardır: «Onun Feteva'sında zikrettiğini musannıf da Minah'ta zikretmiştir. Zira

o şerhinde. «İtimad edilecek de ancak budur.» sözü bir görüştür. Müftâbih olan ise ücretin

vermemenin gerekli olmasıdır.» demiştir.»

«Oturmakta kadın kocasına tabidir ilh...» 0 halde kadın evi tahliye edip teslim etmeye mani olamaz.

SU İLE BİRLİKTE KANALI VE BALIK TUTMAK İÇİN HAVUZ VE KAMIŞLIĞI İCARLAMA

«Su ile birlikte ilh...» Yani suya tabi olarak nehir kiralamak caizdir. Bezzaziye'nin Kitabu's-Şirbin'de

(Şırb kitabında.) şöyle denilmektedir: «Su hakkını kiralamak sahih değildir. Zira kira sözleşmesi

bizzat aynın istihlâki için vaki olmaktadır. Ancak, suyu arazi ile birlikte kiralarsa, veya satsa o

zaman araziye tab'en caiz olur. Adam eğer bir tarlanın su hakkı ile birlikte başka bir tarlayı satsa,

İbnü's-Selâm'dan yapılan rivayete göre caizdir. Ama eğer bir araziyi başka bir tarlanın su hakkı ite

birlikte kiralasa caiz değildir.» Bu bahsin tamamı oradadır.

AYN ÜZERİNE VAKİ OLAN İCARELER SAHİH DEĞİLDİR BUNUN CEVAZININ ÇARESİ

Bu bahiste, «icarenin bir ayn için yapılması sahih değildir» denildi. O halde gölleri ve havuzları

balık avlamak veya kamışını kesmek yada göl ve havuzdan tarlasını veya hayvanlarını sulamak için

kiralamak caiz değildir. Aynı şekilde bir yeri odunlarını kesmek veya hayvanlarını otlatmak için

kiralamak da caiz değildir. Bunların hepsinde kiralamanın caiz olması için şer'î hile şudur:

Hayvanlarını yatırmak için belirli bir bölge kiralar, o zaman o bölgenin odunu, suyu ve otu ona

mübah olur. Kuyu veya menba suyunun mübah kılınmasına ancak su hakkının suyun tümünü

kaplaması halinde ihtiyaç duyulur. Aksi halde nehir veya kuyunun civarına zarar vermiyorsa, kuyu

veya nehrin sahibinden izin almaya ihtiyaç yoktur.

Adam kuru bir su kanalı veya bir yeri hiçbir şey söylemeden belirli bir süre için kiralamış olsa,

sahihtir. Kiracı o yer veya kanaldan su da akıtabilir.

DELLALİN ÜCRETİ

TETİMME: Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: «Dellal ve simsara ecr-i misil verilmesi gerekir. Ama

dellal ve simsarların her on dinarda şu kadar alırız demeleri haramdır.»

Hâvî de şöyle der: «Muhammed bin Seleme'ye simsarların ücreti sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

«Her ne kadar aslında fasit ise de umuyorum ki, ücret almalarında bir beis yoktur. Çünkü bu halk

arasında çokca uygulanmaktadır. Bunların çoğu da caiz değildir. Ancak ulema halkın ihtiyacına

binaen hamama girmek gibi onu da caiz görmüşlerdir.» Yine Muhammed bin Seleme'den şöyle

rivayet edilmiştir: «İbni Şüc'a'ın bir dokumacı ile kendisi için her sene belirli. miktarda kumaş

dokuması için anlaşma yaptığını gördüm.»

BİRİSİNDEN ÖDÜNÇ PARA ALAN KİŞİ ALACAKLISINI EVİNE OTURTSA, ECR-İ MISİL GEREKİR

Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Birisi diğerinden bir miktar borç alsa ve alacaklıyı evinde oturtsa



fakihler, «Alacaklının ecr-i misil vermesi gerekir.» demişlerdir. Zira borç alan adam, alacakyı

evinde meccanen değil borcun menfaati karşılığında oturtmuştur. Aynı şekilde borç para alan birisi

parayı verene kadar kullanması için eşeğini alacaklıya verse, yine ecr-i misil vermesi gerekir.

Bu saydıklarımız çok vaki olan şeylerdir. Allah daha iyisini bilir.

 

 

 

 

ECİRİN (İŞÇİNİN) ZAMİN OLMASI BABI

METİN

Ecirler (işçiler) iki kısımdır. Birisi müşterek işçi, birisi de has (özel) işçi.

Birincisi, terzi ve emsali gibi birden fazla insan için çalışan veya bir adama çalışsa bile belirli bir

müddetle kayıtlı olmayan işçidir. Mesela adam evinde kendisine bir elbise dikmesi için bir terziyi

kiralasa, her ne kadar o terzi o elbiseyi bitirene kadar başkasına çalışmasa da yine müşterek

işçidir. Belirli bir vakit için kiralamakla birlikte çalışması yalnız kiracıya tahsis edilmeyen işçiler de

müşterektir. Mesela birisi, diğerini koyunlarını otlatması için aylığı bir dirheme kiralasa, bu adam

yine müşterek işçidir. Ancak malik işçinin kendi koyunlarından başkasınınkini otlatmamasını şart

koşarsa. o zaman özel işçi olur. Musannıf bunu ileride izah edecektir.

Cevahirü'l-Feteva isimli eserde şöyle denilir: «Adam bir dokumacıyı kendisine kumaş dokuması

için kiralasa, dokumacı başka birisinden de dokumak üzere iplik alsa, her iki akit de sahihtir. Zira

burada akit, menfaat üzerine değil iş üzerine yapılmıştır.»

Müşterek işçi. işi yapana kadar ücreti hak edemez. Temizleyici, iplik bükücü, hamal, dellâl ve

gemici bunlardandır. Müşterek işçi için her işte görme muhayyerliği vardır. Çünkü yerlerin

değişmesiyle işlerin çekli de değişebilir. Müctebâ.

Müşterek işçi elinde helâk olan mala -dıman şart koşulmuş olsa bile- zamin değildir. Emânette

dımanı şart koşmak vedîada olduğu gibi bâtıldır. Fetvâ da bu kavil ile verilir. Nitekim bütün muteber

kitaplarda böyle denilmektedir. Metin sahipleri de bu görüşü belirtmişlerdir. O halde mezhebin

görüşü Eşbah'takinin aksine budur.

Müteahhirin ulemâ «Müşterek işçiye verilen malın elinde helâk olması halinde, onunla mal sahibi

arasında helâk olanın kıymetinin yarısı üzerine sulh yapılır.» diye fetva vermişlerdir.

Alimlerden bazılarına göre ise. eğer işçi sâlih bir kimse ise zamin değildir. Ama salih olmayan birisi

ise, -mal helâk olduğu takdirde- zamin olur. Müşterek işçinin hali belli değilse tazminat konusunda

mal sahibi ile anlaşması emredilir. İmâdiye.

Ben diyorum ki: Müşterek işçi, suh yapması için zorlanır mı? Tenvirü'l-Besair'de, «Evet, sulh

yapması için zorlanır. Nitekim denizde veya bir sahranın orta yerinde kira süresi biten bir işçinin

kiralanması, oradan kurtulana kadar zorla uzatılır.» denilmektedir.

Malın telef olmasına müşterek işçi sebeb olursa, meselâ, fazla dövdüğü için kumaş yırtılsa, hamalın

ayağı kaydığı için yük düşse, gemicinin sürat yapması yüzünden gemi batsa, gemicinin bu sürati

adet olandan ister az olsun ister çok telef olan mallan işçi öder.

Ama ilerde geleceği üzere kan alıcı ve benzerleri bunun hilafınadır. Bunlar zamin olmazlar.

Buntar arasındaki fark, Dürer ve diğer muteber kitaplarda Sadru's-Şeria'nın ifade ettiğinin

aksinedir. Şu kadar var ki Kuhistânî, Sadru's-Şeriâ'nın kavlini takviye etmiştir. Dikkatli ol.

Münye'de şöyle denilmektedir: «Geminin batması ise gemicinin telef olan malları ödeyeceği hükmü

mal sahibi veya vekilinin gemide bulun-maması durumundadır. Eğer gemide ise gemici mûtad olan

sûratı aşmadıkça zâmin değildir. Çünkü mal sahibi veya vekili gemide bulunduğundan işyeri

gemiciye teslim edilmemiştir.»

Yine Münye'de, «Mal sahibi malını hayvana yüklese, kendisi de binse ve işçi hayvanı sürse,

hayvanın ayağı kaysa da mal yere düşerek telef olsa, ulemânın icmâı ile işçi zamin değildir.»

denilmiştir.

Ben derim ki: Eşbah'ta şöyle denilmektedir: «Vedîa mûdaın yanına (emanet mal emanetçiye) ücretle

konulursa, telef olduğu takdirde emanetçi öder.» Bu iyi öğrenilmelidir.

İster küçük olsun ister yetişkin, insanlardan helâk olanı müşterek işçi zamin değildir. Meselâ, birisi

gemiden düşerek boğulsa veya hayvandan düşerek ölse, -onun düşmesine işçinin sürmesi, veya

çekmesi sebeb olsa bile- işçi zamin değildir. Çünkü insan akitle zamin olunmaz, ancak cinayetle

zamin olunur. Burada da cinayet yoktur. Çünkü adamın izni vardır.

Hamalın sırtındaki küp yolda kırılsa, malik dilerse onu yüklediği yerde tazmin ettirir. ücret vermez.

Dilerse kırıldığı yerde, taşıdığı yerin ücretini hesaplayarak verir ve küpü orada tazmin ettirir. Bu

hüküm, kırılma hamalın fiili ile olduğu takdirdedir. Ama eğer onun müdahalesi yok da kalabalıkta

giderken halkın çarpmasıyla kırılmışsa, zamin değildir.

İmameyn, «Bu durumda da zamin olur.» demişlerdir.



Boynuzla kan alan hacamatçı, baytar ve ustura ile kan alan hacamatçı kan almak için mutad olan

yeri taşmadıkça, kan aldıkları kişi ölse dahi zamin değildirler. Eğer mutad olan yeri dışa taşırlarsa,

kan aldıkları kişi ölmediği takdirde, mutad yeri tecavüz ettikleri nisbette zamindirler. Eğer kan

aldıkları kimse bu tecavüz sebebiyle ölürse, insan diyetinin yarısını verirler. Çünkü adam izinli

olduğu ve izinli olmadığı yerden kan alması yüzünden telef olmuştur. O sebeble diyet de yarıya

bölünür.

Daha sonra musannıf bu mesele üzerinde şunları binâ etmiştir: Eğer sünnetçi sünnet ederken

uzvun başını keserse, kesilen yer iyileştiği takdirde sünnetçinin tam bir diyet ödemesi gerekir. Zira

yaranın iyileşmesi ile uzvun başına zamindir. O da dil gibi tam bir uzuvdur. Binaenaleyh tam bir

diyet vermesi gerekir.

Ama eğer uzvu kesilen çocuk iyileşmeyerek ölür&s, o zaman sünnetçinin yarım diyet vermesi

lazımdır. Çünkü çocuğun ölmesine iki fiil sebeb olmuştur. Birisi izinli olduğu sünnet etme, ikincisi

ise izinli olmadığı, uzvun başını kesmektir. Bu sebeble diyetin yarısını verir.

Hacâmatçı ve benzerlerine, mutad yeri aşmıyacak şekilde çalışmasının şart koşulması sahih

değildir. Çünkü bu tecavüz onların isteklerine bağlı değildir. Ancak mutad olmayan yerden kan

alırsa o zaman zamin olur. İmadiye.

İmâdiye'de şöyle denilmektedir «Muhit sahibine, «Bir çocuk veya köle, ustura ile damardan kan

a^on kimseye kendisinden kan almasını söylese, oda mutad şekilde kan aldığı halde çocuk veya

köle ölse ne lâzım gelir?» diye sorulunca şu cevabı vermiştir: «Kan alan kişinin akîlesine hür

insanın diyeti ve kölenin kıymetini vermeleri gerekir. Çünkü bu hataen öldürmedir.

Yine Muhit sahibine, «Bir adam uyuyan bir kimseden ustura ile kan alsa, sonra da öyle bıraksa ve

odam kan kaybından ölse ne lâzımdır?» diye sorulunca. «Kısas gerekir» cevabını vermiştir.

İZAH

Musannıf icarenin sahih ve fasit kısımlarını anlattıktan sonra işçinin sorumluluğu konusuna geçti.

Zira dıman konusu, icare akti üzerine terettüp eden arız cümlesindendir. O halde bu konu izaha

muhtaçtır. Gâyetü'l-Beyan'da da böyledir.

Açıktır ki, «İşçinin zâmın olması» terkibinin anlamı müsbet olduğu gibi menfi de olabilir. Eğer

müsbet veya menfi düşünülmeyip sadece müsbet düşünülse idi, İmam'ı Azamın kavline göre babın

isminin sahih olmaması lazım gelirdi. Zira ona göre, ne müşterek işçiye, ne de özel işçiye

sorumluluk yoktur. Turî.

MÜŞTEREK İŞÇİ BAHSİ

«Birincisi ilh...» İnaye'de şöyle denilir: Niçin müşterek işçi bahsi, özel işçi bahsinden öne

alınmıştır?» sorusu. devri gerektiren bir sorudur ilh...»

Yani, eğer özel işçi bahsi öne alınsaydı bu defa da özel işçi bahsinin niçin öne alındığı sorulurdu.

Zira bunların her birisinin takdim edilmesinin bir sebebi vardır.

Müşterek işçi bahsine gelince; özele nisbetle genel pozisyondadır. Özel ise, çokluk karşısındaki

tekil gibidir. Ancak müşterek işçi konusunu öne almak daha evlâdır. Çünkü bu konu işçinin

sorumluluğu konusudur. İşçinin dımanı (sorumluluğu)da ancak müşterek olması halinde söz

konusudur.

Bu söylenenlerle müşterek işçinin özel işçiden öne alınmasının sebebi tam olarak ortaya çıkmadı.

Bu açıktır. Halbuki bunun sebebinin açıklanması lazımdı. Sacdiye.

«Birden fazla insan için çalışan ilh...» Zeylâî şöyle demektedir: «Musannıfın bu sözden maksadı

şudur: Müşterek işçi, başka birinin işinde çalışsın veya çalışmasın sadece bir kişiye ait olmayan

işçidir. Onun müşterek işçi sayılması için, başka birinin değildir. Aksine başkası için çalışması zor

veya imkânsız olmadığı takdirde bir tek kişinin işinde çalışsa bile yine müşterek işçidir.»

«Terzi ve emsali ilh...» Her ne kadar «terzi gibi» kelimesi ihtiyaç bırakmasa da musannıf «emsali»

kelimesini sadece terzinin müşterek işci olduğu sanılmaması için söylemiştir.

Turî şöyle der: «Attâbiyye'de, hamal, gemici dokumacı, terzi, hallaç, boyacı, elbise temizlikçisi,

çoban, kan alıcı, baytar, duvarcı ve kuyu açıcı müşterek işçi olarak sayılmıştır.»

«İleride izah edecektir ilh...» Yani özel bahsinde izah edilecektir. şu kadar var ki Musannıf özel işçi

bahsinde konunun tahkikini Dürer'e havale etmiştir. İnşaallah biz onu zikredeceğiz.

«Cevahîrü'l-Fetevada ilh...» Musannıf bu sözüyle müşterek işçi ve akde konu olan şeyin hükmüne



dikkat çekmek istemiştir.

Zeylaî şöyle demektedir: «Müşterek işçi ile özel işçinin hükümleri şudur; müşterek aynı anda işçi

birkaç kişiden iş kabul edendir. Zira onun hakkında akde konu olan şey işin kendisi veya eseridir.

O halde o herkesten iş kabul edebilir. Çünkü onun menfaatleri bir adamın hakkına zarar vermez.

İşte bu yüzden ona «müşterek işçi» denilmiştir. Özel işçi ise, müstecirden başkası için çalışma

imkânı bulunmayandır. Zira onun menfaatleri akit müddetince müstecirin hakkıdır. Ücret de

menfaat karşılığıdır. İşte bundan dolayı da onun yaptığı iş bozulsa dahi, almaya hakkı vardır.

Ebussuud şöyle demektedir: «Yâni işçinin işini bir kişi bozsa dahi yine ücrete hak kazanır. Ama

ileride de geleceği üzere işi kendisi bozarsa. o zaman zamin olur.

«İşi yapana kadar ücreti hak edemez ilh...» Müşterek işçi, kiralama karşılıklı bir akittir. Taraflar

arasında eşitlik ister. İşçi, üzerinde akit yaptığı işi müstecire teslim etmedikçe işin karşılığı olan

ücret de ona teslim edilmez. Çünkü beyan ettiğimiz üzere akde konu olan şey iş veya eseridir. O

halde ücreti alabilmesi için işi yapması lazımdır. Zeylaî.

«Ücreti hak edemez» sözünden maksat, herhangi bir şart koşulmadığı takdirde ücreti hak edemez

demektir. Meselâ, kiracının kendiliğinden ücreti peşin vermesi veya işçinin ücretin peşin

verilmesini şart koşması gibi hallerde ücreti alabilir. Nitekim Sacdiye'd'e de böyledir. Biz bunu

Kitabu'l-İcârenin başlarında şu ifadelerle belirtmiştik: «İşi bitirip teslim edeceği zaman ücretini

taleb etse, fakat teslim etmeden önce mal telef olsa, ücret düşer. İşinin bir eseri olan her işçinin

hükmü böyledir. Ama hamal gibi işinin eseri görülmeyen işçi, işi bitirince teslim etmese dahi

ücretini alabilir.»

«Mücteba ilh...» Mücteba'nın ibaresi şöyledir: «Adam yıkayıcıya Merv kumaşını bir dirheme

yıkamasını şart koşsa, yıkayıcı da buna razı olsa, takat kumaşı gördükten sonra razı olmasa, akdi

kabullenmeme hakkı vardır. Terzi de bunun gibidir.

«Bunda kaide şudur: Üzerinde çalışılacak mala göre ona verilecek emek değişiyorsa işçinin o malı

gördüğü zaman işi kabul edip etmeme serbestliği vardır. Ama malın değişmesi ile emek

değişmiyorsa, o zaman malı gördüğü zaman işi bırakmaya hakkı yoktur. Meselâ birisini buğday

ölçmesi için veya kölesinden kan alması için kiralasa, işçi buğdayı veya köleyi görünce işten imtina

edemez.»

Mücteba sahibi, devamla şöyle demektedir: «Bunda esas şudur: Kiracının elinde olan bir malda

çalışmak üzere işçi kiralamak caizdir, Ama elinde olmayan bir malda çalışması için kiralamak caiz

değildir. Meselâ bir kimsenin yanında olmayan bir malı satması için birisini kirala-ması caiz

değildir. Minah. Bunun aynısı Bezzaziye'de de vardır.

«Zamin değildir ilh...» Elinde telef olan malı müşterek işçi tazmin etmez. Bilmiş ol ki, malın telef

olması ya işçinin fiili iledir veya değildir. İşçinin fiili ile olması halinde de ya işçinin kusuru ile olur

veya kusuru olmadan olur. Malın telefi işçinin fiili ile olmazsa, bundan kaçınmak da ya mümkündür

veya değildir. Burada birinci şıkkın iki şeklinde de, -malın telef olmasında işçinin kusuru olsun

olmasın- bütün fukahanın ittifakıyla işçi zamindir. İkinci şıkkın ikincisinde, yani işçinin fiili olmadan

ve kaçınması da mümkün olmayan bir şekilde helak olması halinde, yine alimlerin ittifakı ile işçi

zamin değildir.

Ama ikinci şıkkın birincisinde, yani malın, işçinin fiili dışında helaki halinde işçinin bundan

korunması mümkün ise. İmam Ebû Hanifeye göre işçi salih olsun olmasın zamin değildir.

İmameyne göre işçi salih olsada olmasada zamindir.

Sonraki alimler ise malin işçinin elinde telef olması halinde malın yan kıymetini ödemesi için mal

sahibi ile anlaşmalarına fetva vermişler ve bunun için bir kayıt koymamışlardır.

Alimlerden bazısı tarafından da, eğer işçi salih bir kimse ise, zamin olmayacağı, salih bir kimse

değilse, zamin olacağı söylenmiştir. Bunlara göre işçiinn durumu bilinmiyorsa eğer o zaman sulh

yapmaları lazımdır. H.

İMAM EBÛ HANİFE'NİN KAVLİNE KIYASLA FETVA VERİLİR

Bedâic'de şöyle denilmektedir: «Mal, işçinin müdahalesi olmadan -ister iş yapmazdan önce olsun,

ister sonra- helâk olursa İmaAzama göre işçi mesul değildir. Çünkü mal, işçinin elinde

emanettir. Kıyasa uygun olan da budur. İmameyn ise mesul olacağını, ancak büyük bir yangından

dolayı veya zorla elinden alınması halinde zamin olmayacağını söylerler. Bu da istihsandır.»

Hayriye'de de şöyle denilmektedir: «İşte bunlar dört kavildir ki, hepsi sahihtir ve hepsi ile de fetva

verilebilir. Bu son tafsilat da güzeldir. Görüşlerden birincisi Ebû Hanife'nin görüşüdür. Alimlerden



bazıları Ebû Hanife'nin görüşü. tabiinin büyüklerinden Atâ ve Tâvus'un da görüşüdür demişlerdir.

İmameynin kavlı ise Hazreti Ali ve Hazreti Ömer'in kavlidir. Hazreti Ali ve Ömer'e hürmeten ve halkın

malının korunması için fetva bu kaville verilir. Allah daha iyisini bilir.»

Tebyîn'de de şöyle denilmektedir: «İnsanların durumu bozulduğundan dolayı İmameynin kavli ile

fetva verilir. Halkın malı da ancak İmameynin kavline göre korunabilir.»

Zîra işçi zamin olmadığını bildiği takdirde, elindeki malın çalındığını veya zayolduğunu iddia

edebilir.

Haniye Muhit ve Tetimme'de ise: Fetvâ'nın İmâm Hanife'nin görüşü üzere olduğu söylenmektedir.

Demek oluyor ki, müftabih olan görüş alimler arasında ihtilâflıdır. (Yani en uygunu bu) İbni Melek

Mecma şerhinde ve Muhit'te şöyle demiştir: «İmamlar arasındaki ihtilaf, icâre akti sahih olduğu

takdirdedir. Eğer icare akti fasit olursa, İmamların ittifakı ile işçi zamin olmaz. Zira mal o vakit

işçinin elinde emanettir. Çünkü akde konu olan şey mal değil menfaattir, o da ecr-i misille tazmin

edilir.»

Ben derim ki: Aynı zamanda Haddâdinin Cevheresinde dediği gibi helâk olan malın üzerinde iş

yapılan şey veya Bedâi'de denildiği gibi üzerinde iş yapılacak malın mutlaka muhtaç olduğu bir şey

olması durumunda da ihtilaf edilmiştir. Nitekim Bedâi'de şöyle denilmektedir: «Hişâm, İmam

Muhammed'den şöyle rivayet etmiştir: «Birisi diğerine bir iş yapması için torbası ile birlikte bir

Mushaf verse, veya bıçağa su vermesi için kını ile birlikte bir bıçak verse, adam denileni yaparken,

bunlar helâk olsalar ne lazım gelir? diye sordu. «Hem Mushafa, hem kılıfına, ve hem bıçağa hem de

kınına zamindir. Zira Mushaf ve bıçak kılıf ve kına daima muhtaçtırlar. Ama bir kişi kılıf dikmesi için

bir başkasına Mushaf verse ve kın yapması için bir bıçak verse de bıçak veya Mushaf zayi olsalar,

zamin olmaz. Zira adam müshaf ve bıçak üzerinde çalışmak için değil onların dışında bir iş yapması

için icarlanmıştır.»

«Metin sahipleri de bu görüşü söylemişlerdir ilh...» Vikaye, Mülteka, Dürer ve Islah gibi kitapların

hepsinde zamin olmayı (sorumluluğu) şart da koşmuş olsa, sarahaten işçi zamin olmaz denilmiştir.

Kudurî, Kenz ve Mecma'a gelince, bunlar da mutlak olarak zamin olmayacağını ifade etmişlerdir.

Onların sözlerinden böyle anlaşılmaktadır.

«Ancak Eşbah'ta buna muhalefet edilmiştir. ilh...» Yani kiralanan işçinin zamin olmasını şart

koşarsa mal işçinin elinde helâk olduğu takdirde fakihlerin icmaı ile zamindir denilmiştir. H.

Eşbah'ta ki bu ifade Hülâsa'dan nakledilmiştir. İbni Melek de onu Câmi'e isnad etmiştir.

«Sonra gelen alimler yarı kıymeti üzerine sulh yapılır diye fetva vermişlerdir ilh...» Yani sonraki

alimler hem İmamın, hem de İmameynin kavli ile amel etmek için böyle fetva vermişlerdir. Bunun

manâsı şudur: Her yarıda bir kaville amel etmişlerdir. Çünkü «Telef olan nesnenin yarısı düşürülür,

diğer yansı da sulhen tazmin ettirilir» demişlerdir. Bezzaziye.

Mülteka şerhinde de şöyle denilmektedir: «Zahidî, «Biz Harzemdeki üstatlarımızın yukarıda geçen

şekilde fetva verdiklerine ulaştık. Kuhistanî de bunu ikrar etmiştir.» der.

Camiü'l-Fusuleyn'de Şemsü'l-Eimme Evzeacedî ve Fergana alimleriin o şekilde fetva verenlerden

oldukları söylenmektedir.

«Alimlerden bazısına göre ise eğer işçi salih bir kimse ise zamin değiıldir ilh...»

Camiü'l-Fusuleyn'de bu görüş Muhît sahibinin Fevaid isimli eserine isnad edilmiştir.

«Ben diyorum ki: Yarı kıymetini ödemesi için müşterek işçi sulh yapması için zorlanır mı?

Tenvirü'l-Besair'de. «Evet, sulh yapması için zorlanır.» denilmektedir ilh...» Zira Tenvirü'l-Besair

sahibi şöyle der: «Eğer sulh yapmaya nasıl zorlanacağı sorulursa, cevaben şöyle derim: Kiralama,

kendisinde aktin devamı için zorlamanın câiz olduğu bir akittir. Görülmüyor mu ki, adam bir

hayvanı veya bir gemiyi belirli bir müddet için kiralasa, kirâ müddeti çölün veya denizin ortasında

iken bitse kira zorla uzatılır. Ama kira aktinin başlangıcında zorlama olmaz. Üzerinde durduğumuz

mesele kira akdinin bekâ halidir ki, onda zorlama geçerli olur.

«Ben diyorum ki: Tenviru'l-Besâir'deki bu soru ve cevap Bezzaziye'de cevabdaki bir ziyada ile

birlikte harfiyen zikredilmiştir. Bezzaziye sahibi bu soru ve cevabı «Alimlerin bazıları sulh ile fetva

verirler.» dedikten sonra zikretmiştir. Soru ve cevaptan sonra da itiraz olarak varid olamaz. Ben

İmam Ebû Hanîfenin görüşünü ihtiyar ettim. Zira, «sulh fiyatı düşmek manasına mecazen

ylemiştir.» dedik» demiştir...

Bezzaziye'de daha sonra da şöyle denilmektedir: «Semerkand uleması zorlama olmadan sulh



yapılacağına fetva vermişlerdir

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, zorlamanın yapılıp yapılmayacağı hususunda iki görüş vardır. «Telef

olan nesnenin yarısı düşürülür diğer yarısı da sulhen tazmin ettirilir» sözü, buna delildir. Zira telef

olan nesnenin yarısı tazmin ettirilir sözü cebrîdir. Öbür yarıda sulh etmek diğer yarısının kıymetini

düşürmekten mecazdır. İşte bu Evzencedî'nin Harzem ve Fergana alimlerinin sözüdür. Nitekim

yukarıda geçti.

İkincisi ise, Semerkand Fukahasınm görüşüdür. O halde Minah'ta geçen «İmam Zahîrüddin cebren

sulh yapılır sözünden rücu etmiştir.» ifadesi, cebr ile hükmetmenin terkedildiğine delalet etmez.

Ancak cebren sulh edilir sözüne kail olan bütün alimlerin sözünden rücu ettiği nakledilirse, o

zaman «zorla sulh yapılır» görüşü terkedilmiştir. denile-bilir.

«İşçinin fiili ile telef olursa, zamindir ilh...» Yani işçinin telef etme kasdı olmasa bile üç imamın

görüşüne göre zamin olur. Ücreti de hak edemez. Çünkü kiracıya menfaat değil, zarar getirmiştir.

Bedâi.

Ecirin tuttuğu işçinin işi de, ona izafe edildiğinden işçinin zayi etmesi halinde yine o zamin olur.

Onun işçisi özel işçi (ecr-i has) olduğu için malın telef olmasında kasdi bir kusuru olmadıkça ona

tazmin ettiremez. Nitekim.bu mesele bölümün sonunda zikredilecektir.

«Kumaşı fazla dövdüğü için ilh...» Yanı bizzat kendisınin veya işçisinin dövmesinden dolayı kumaş

yırtılırsa. Eğer kumaşı dövmeden, kumaş sahibinden yardım ister o da yardım eder ve kumaş

yırtılırsa, hangisinin vuruşundan yırtıldığı belli olmazsa İmam'ı Azamin kavline göre: «şüpheden

dolayı işçinin zamin olmaması» gerekir. İmam Ebû Yusuf'tan gelen rivayete göre ise kumaştan

noksan olanın yarısına işçi zamin olur. Bu meseleye işçinin ücretini almak için elinde tuttuğu

kumaşı, sahibinin asılması ve bunun sonunda kumaşın yırtılması meselesine benzer. Hamevî,

Zahiriye'den özetle.

Tebyin'de de şöyle denilmektedir: «Kumaş sahibi dilerse kumaşı işlenmemiş şekilde ona tazmin

ettirir ve ücret vermez. Dilerse, işlenmiş şekildeki kıymetini tazmin ettirir ve ücretini de tam olarak

verir.» T. Özetle.

«Hamalın ayağı kaydığı için ilh...» Musannıf. Mülteka şerhinde şöyle demiştir: «Yani hamalın

sırtındaki yük, halkın kalabalığından itelemesinden dolayı düşmemişse hamal zamindir. Ama eğer

yükün düşmesi. halkın izdihamından dolayı ise, zamin olmaz. İmameyn bu meselede İmama

muhalefetle, «İşçi yine zamin olur.» demişlerdir. Nitekim Mecma şerhinde de böyledir.»

Mecma şerhinde şöyle denilir: «Eğer kiracı ücretle yük yüklediği hayvanı çekse, hayvanın ayağı

kayıp düşse, üzerindeki yük de zayi olsa yine zâmindir.»

Kirâcının yükü hayvana bağladığı ipin kırılıp yükün düşmesi halinde de yine kiracı zamindir.

Nitekim Kenz ve Mültekâ'da da yle denilmektedir. Ama eğer ip mal sahibinin olursa, onun kopup

yükün zayi olması halinde kervancı zamin değildir. Tatarhaniye'de de böyledir.

Bedâyî'de şöyle denilmektedir: «Müşterek çoban hayvanları süratli sürse, onlar da köprünün

üzerinde veya nehrin kenarında birbirlerini sıkıştırsalar da içlerinden bazıları suya düşse, veya

hayvan çobanın sürmesi yada mutad olsa bile dövmesi ile zayi olsa, çoban zamindir.»

«Gemicinin süratli sürmesi yüzünden gemi batarsa ilh...» Musannıf burada geminin batmasını

gemicinin sürmesi ile kaydetmiştir. Zira eğer rüzgârdan, dalgadan veya herhangi bir şeyin gemiye

çarpması ile veya geminin bir kayaya çarpması ite batar ve mal telef olursa, İmam Ebû Hanifenin

görüşüne göre gemici zamin değildir.

Ben diyorum ki: Kiracının batmadan evvelki alınan yolun ücretini vermesi vacibtir. Mezhebin fer'î

meseleleri bu hükme şehadet etmektedir. Seriyüddin, Mücteba'dan.

Bu meselede kiracının alınan yolun ücretini vermesi, kendisinin de gemide olmasına bağlıdır. Eğer

kiracı onunla beraber değilse, zaten malın teslimi mevcut değildir. Bölümün başında geçtiği üzere

müşterek işçi ancak teslim ettikten sonra ücret alabilir. Teemmül et. I.

«Fark, Dürer ve diğer muteber kitaplarda ilh...» Bu farkın özeti şudur: Kumaşın kalınlığı ve inceliği

ve dövmeye ne kadar tahammül edeceği araştırılarak bilinir. O zaman kumaşın herhangi bir zarar

görmemesi şartını koşma imkânı vardır. Ama ustura veya hacamatla kan almak böyle değildir.

Çünkü kan almanın zarar verip vermeyeceği kan alınan kimsenin vücudunun kuvvet veya zaafına

bağlıdır. Bu da kendiliğinden bilinen bir şey değildir. Aynı şekilde kanı alınan kişinin ne kadar

yaraya tahammül edeceği de bilinmemektedir. O halde kanı alınan kişinin zarar görmemesi şartını

koşmak mümkün değildir. Bu sebeple kan almada böyle bir kayıd konulursa bu kayda itibar



edilmez.

«Sadru's-Şeria'nin söylediğinin aksine ilh...» Zira Sadru's-Şerîa. «Musannıfın, «FiiliyIe telef olursa

zamin olur.» kavlinden murad kan ama meselesinde geleceği üzere mû'tad olan miktarı aşan fiil

olması gerekir» demiştir. H.

«Şu kadarı var ki Kuhistanî, Sadru's-Şerîa'nın kavlini takviye etmiştir ilh...» Zira Kuhistanî şöyle der:

«İşçi izinli olmadığı bir fiili sebebiyle helâk olan hayvanı ve başka malı zamindır. Mesela Muhît ve

diğer kitaplarda belirtildiği üzere kumaşı yırtana kadar dövmesi böyledir. O halde onun kumaşı

yırtacak şekilde dövmesi mutad olan bir dövme değildir. Bundan ötürü de Sadrı Şeria, «iş»

kelimesini mutad olmayan iş ile tefsir etmiştir. Musannıfın tefsirinin Kâfi deki, «kumaşın kuvveti

veya zaafı araştırmakla bilinir. O halde işçinin salih olması ile kayıtlanması mümkündür» şeklindeki

ibare ile batıl olduğunu söylemek yanlıştır. C.

Ben derim ki: Kuhistanî'nin sözünün muktezası şudur: Üzerinde işlem yapılan malı telef eden her iş

mutad değildir. O halde Sadru's-Şerîa'nin sözü Kâfi'deki, «Telef eden amel bazen mutad olur.»

sözüne zıt düşer.

Anladığıma göre fukahanın yukarıda zikredilen sözleri orasında tezad yoktur. Zira onların hepsi

kumaşı telef edecek dövmenin mutad olmadığını ylemektedirler. Ancak hacamatçı ve

benzerlerinin zamin olması mutat olmayan bir hacamat yapmakla kayıtlı olunca fukaha, kumaş

temizleyicinin de bu kayıtla olmayacağına dikkat çekmek istemişlerdir. Bunu da kumaş yıkayıcı ile

hacamatçı arasında farkı belirtmek için yapmışlardır.

Şu kadarı var ki, kumaş ve benzeri şeylerde mutadın dışına çıkmak, ancak kumaşın telef olması ile

anlaşılır. O halde herhangi bir iş, işlem yapılan malı telef ederse, bilinir ki, adetin dışında bir işlem

yapılmıştır. Taksiratından ötürü de işçi zamin olur. Zira sanatında mahir olan kişi yapılan işlemin

telef edici olup olmadığını bilir. Ama hacamatçılık ve benzeri işler böyle değildir. Çünkü onun kan

alacağı özel bir yer vardır. Kan aldığında o yeri taşmadığı takdirde zamin olmaz. Zira o mahareti ile

yaptığı işin telef edici olup olmadığını idrak edemez. O zaman onun zâmin olması, o hususî yeri

tecavüz etmesine bağlıdır. İşte bu izahla anlaşılmış oldu ki, kumaş yıkama gibi işlerde. malı telef

eden her iş âdetin dışındadır. Bedaî'deki şu ifade de buna delalet etmektedir.

«Kumaşı yıkayacak kişinin; âletine ve döveceği yere bakmakla kumaşı yırtmaması mümkündür. Bir

de, tokmağını indirdiği yeri ve o yerin tokmağa ne kadar tahammül edeceğini de mahâreti

sayesinde bilir. İşte bu şartlara riayet edildiği takdirde kumaş telef olmaz. Kumaş telef olursa bu

onun işindeki kusuruna delâlet eder. Kul haklarında kusur etmek de hiçbir zaman özür değildir.»

O halde bilinmiş oldu ki iki söz arasında fark yoktur. Ancak tabirlerde müsamaha vardır.

MÜŞTEREK İŞÇİNİN ZAMİN (SORUMLU) OLMASI İÇİN ÜÇ ŞART VARDIR

Turî'nin Muhit'ten naklettiği ifadesinin özeti şudur: Müşterek işçinin elindeki malin telefinden dolayı

zamin olması şu üç şarta bağlıdır. Üzerin-de çalıştığı malı teleften korumaya muktedir olması. O

halde gemi dalga, rüzgâr veya kayaya çarpmak gibi bir sebeble batsa gemici zamin olmaz.

İki: Üzerinde iş yapılacak malın işçiye teslim edilmesi gerekir. O halde mal sahibi veya vekili

gemide olsalar ve gemi batıp mallar telef olsa gemici zamin olmaz.

Üç: Tazmin ettirilecek şeyin, akitle tazmini caiz olan cinsten olması. Buna göre, insanın telef olması

halinde işçi zamin değildir. Nitekim ileride gelecektir.

«Gemici gemiyi sürerken âdet olanı geçmedikçe zamin değildir ilh...» Buna fesadı kasdetmemişse

şartı da eklenir. Şurunbulaliye, Haniye'den.

İşcinin zamin olması için malı telef eden şeyden kaçınılması da mümkün olmalıdır. Bunu Mekkî

ifade etmiştir. T.

«Kendisi de hayvana binse ilh...» Eğer mal sahibi ile kiracı hayvana birlikte binseler veya beraber

sürseler yada beraber çekseler, hüküm yine böyledir. Yani kiracı zamin değildir. Çünkü mal sadece

işçinin elinde değil her ikisinin elindedir.

Bişr, Ebû Yûsuf'tan şunu nakletmiştir: «Hamalın sırtındaki veya başındaki mal, sahibi de onunla

birlikte yürürken çalınca, hamal zamin değildir. Zira mal hamala tam olarak teslim edilmemiştir.

Fakihler der ki «Eğer mal iki gemide ise. malın sahibi gemilerin birine binmiş olsa iki gemi ister yan

yana olsun ister ayrı ayrı gemilerin seyri de durmaları birlikte olursa, gemici zamin değildir. Ay

şekilde yükün sahibi deve katarından birine binmişse, deveci zamin değildir. Çünkü bu durumda

mal sahibinin elinde sayılır. Zira malı o korumaktadır.» Bedaî. Bu konuda biraz ileride tafsilat



gelecektir.

«Bu meseleyi daha önce anlattık ilh...» Yani Kitabu'l-Vedîada. Şarih ;bu sözüyle birisinin malını

ücretle muhafaza eden emanetçinin dıman şart koşulsa bile müşterek işçiye muhalif olduğuna

dikkat çekmektedir. Evlâ olan bu sözün Zeylâi'nin yaptığı gibi metindeki, «Dımanı şart koşsalar bile

müşterek işçi elinde telef olan malı ödemez.» sözünün yanında zikredilmesiydi. Müşterek işçi ile

ücretli emanetçi arasındaki fark şudur:

«Müşterek işçide, üzerinde akit yapılan şey iştir. Üzerinde işlem yaptığı şeyi koruması da ona teb'an

vacibtir. Ama ücretli emanetçide malı korumak esas gayedir ve emanetçi sırf bunun için para

almaktadır.

Ben derim ki: Musannıf, Kitabü'l-Vedîada emin olan -kendisine dıman gerekmiyen- kişiye dımanın

şart koşulmasının batıl olduğunu söylemiş ve bunun müftabih olduğuna işaret etmiştir.

Bezzaziye'de şöyle denilir: «Hamamcıya elbiselerini ücretle teslim etse ve telef olduğu takdirde onu

ödeyeceğini şart koşsa, müftabih olan kavle göre bu şartın geçerliliği yoktur. Zira hamamcının

elbiseyi koruması için ücreti şart koşarsa müşterek işçi gibi olur.»

(İnsan helâk olursa mutlak olarak tazmin edilmez.)

«Mutlaka ilh...» Helâk olan insan mutlak olarak tazmin edilmez. Sahih kavle göre adam ister büyük,

ister küçük olsun farketmez. Tebyîn' de de böyle denilmektedir. Bazı alimler de, «Hayvan ile adam

taşıyanın zamin olmaması, adamın kendi başına hayvana binebilmesi ve hayvanın sırtında kendini

tutabilecek kadar büyük olması halindedir. Yok eğer insan hayvana kendi başına binemiyor ve

hayvanın sırtında duramıyorsa eşya gibidir. Yani telef olduğu takdirde hayvan sahibi zamindir.»

demişlerdir. T. Mekkî'den.

«İnsan ancak cinayetle zamin olunur ilh...» Bundan ötürü de onun tazmini câninin akilesi

üzerinedir. Akit sebebiyle gerekli olan dıman ise zayi edenin akrabası üzerine değil kendi

üzerinedir. İbni Kemal.

«Adamın izni olduğu için cinayet yoktur îlh...» Yani ister asil olsun. ister çocuğun veya kölenin

velisi olsun kiracı işçiye, bindirmesi için izin vermiştir.

«Küp yolda kırılsa ilh...» Müntekâ'dan naklen Bezzaziye'de şöyle denilir: «Adam sırtına bir yük

yüklese, yük sahibi de beraberinde olsa, hamalın ayağı kaysa ve yük düşerek zayi olsa zamin olur.

Zira onun kayması kendi cinayetidir. Adam bir yük kiralasa mal sahibi de onunla birlikte olsa,

hayvan sahibi yüklü hayvanı kendisi sürerken hayvan kaysa da üzerindeki eşya düşüp telef olsa

bize göre hayvan sahibi zamin olur. Zira o müşterek işçidir ve malı kendi eliyle telef etmiştir.»

Yukarıda Bedaî'den naklettiğimiz ibare ile bunun arasındaki farka dikkat edilsin. Herhalde bu

hususta muhtelif rivayetler vardır. Veya Bezzaziye'nin ifadesindeki, «kendisi sürerken» tabiri

«süratle sürmek» şeklinde yorumlanmalıdır. Teemmül et.

Ben, Zahîre sahibi eşya sahibinin eşyasını yüklediği hayvanın sırtına binmiş halde iken hayvan

işçinin sürmesiyle kayıp düşse, işçinin zamin olmaması ile hayvanın arkasında işçi ile birlikte

yürüdüğünde zamin olması arasını ayırmıştır. Bunun tamamı Zahirededir.

«Küp yolda kırılırsa ilh...» Musannıf bunu Bedaî'dekı şu ifadeye isnaden kaydetmiştir. «Adam küpü

sahibinin evine götürse, sonra sırtından sahibi ite birlikte ve küp ikisinin elinden yere düşüp kırılsa,

hamal zamindir. Bu, İmam Muhammed'in birinci kavlidir. Sonra bu sözünden dönerek, «Hamal

zamin olmaz.» demiştir.»

«Hamalın fiili ile olursa ilh...» Musannıfın bu sözü yolda giderken ayağının kaymasına da şamildir.

Yani ayağı kaysa, sırtındaki düşse ve kırılsa zamin olur. Bedayî.

«İmâmeyn burada muhalefet ederek ilh...» Yani, başka bir seçeneği olmadan kırıldığı yerde onun

kıymetine zâmindir. Nitekim Tebyin'de de böyle denilmektedir.

Bedaî'de şöyle denilmiştir: «Eğer küp halkın sıkıştırmasıyla arkasından düşerek kırılsa fukahanın

icmâı ile zâmin olmaz. Çünkü kendisini halkın sıkıştırmasından koruma imkânı yoktur. O zaman bu

malın büyük bir yangında yanması gibi olur. Ama eğer hamal, kendisi halkı sağa sola iterken yük

arkasından düşüp zayi olduğu takdirde üç imama göre zamindir.» Teemmül et.

«Mûtad olan yeri tecavüz etmedikçe ilh...» Yani kan alan, ister hacamatla alsın, ister utura ile alsın,

âdet olan yeri tecavüz etmedikçe ve onun izni ile almışsa kan aldığı kişinin ölmesi halinde zamin

değildir.

Kâfi'de şöyle denilmektedir: «Muhtasar'ın ibaresinde tecavüz etmemek kayyer almış ama izinden



söz edilmemiştir. Camiü's-Sağîr'in ibaresinde ise, izin vardır. Fakat tecavüz meselesi yoktur. O

halde bu iki metinden birisi öbürünün sustuğu yeri beyan etmektedir. O zaman bu iki rivayet birlikte

ele alındığında zamin olmamak için kan alma yerini tecavüz etmemek ile iznin bulunmasının şart

olduğu anlaşılır. Demek ki bunlardan birisi veya ikisi de bulunmazsa o zaman zamin olması

gerekir.» Tûri.

«Sünnetçi tenasül uzvunun başını keserse ilh...» Yani başının hepsini keserse. Şurunbulaliye'de de,

«Eğer uzvun başının hepsini değil de bir kısmını keserse, o zaman adil kişilerin takdir edeceği bir

tazminat vermesi gerekir. Nitekim İtkanî de bunu zikretmiştir.» denilmiştir.

«Tam bir azâ diyeti ilh...» Zeylaî şöyle demektedir: «Bu mesele meselelerin en acaibidir. Zira

iyileşmekle diyetin çoğu vacib oluyor, helâk olmakla azı.

«Hür insanın dîyetî ilh...» Eğer ölen çocuk hür ise diyet, köle ise kıymeti verilir.

Hâlebî şöyle demiştir: «Zira adamın kan olması izinle değildir. Çünkü çocuk ve kölenin iznine itibar

edilmez. Zira onlar mahcurdurlar.»

«Hatâen ölüme girmektedir ilh...» Çünkü kan alıcı onun ölümünü kasdetmemiştir. Ölümünü

kasdetmemesinin delili, kan alacak yeri dışarıya taşımamasıdır.

«Kısas vacibtir ilh...» Zira onu kesici bir aletle öldürmüştür. T. Yanî onun ölümüne kasdetmiştir. O

halde bu kasden öldürmeye girer. Bunun cezası da kısastır.

METİN

İşçilerin ikinci kısmı özel işçi (ecir-i has)tır. Buna ecir'ü-vahd (tek adamın işçisi) de denir. Özel işçi

sadece bir adama belirli bir vakit çalışandır. Ecir'i Has çalışma müddetinde kendisini müstecire

teslim etmekte, çalışmasa dahi, ücret alması helâldir. Bir aylığına hizmet etmesi veya bir aylığına

tayin edilen koyunları otlatmak için muayyen bir ücretle tutulan kimse eciri hastır.

Ama yukarıdakinin aksine eğer akit esnasında çalışma süresi yapılacak işten sonra zikredilirse,

meselû: Bir adam bir çobana: «Seni koyun otlatmak için bir aylığına kiraladım» dese- o zaman

müşterek işçi olur. Ancak kiracı bu durumda işçinin bir başkası için çalışmamasını veya bir

diğerinin koyunlarını otlatmamasını şart koşarsa. o zaman yine özel işçi olur. Bu meselenin tahkiki

Dürer'dedir.

Özel işçi müstecirin dışında başka birinin işinde çalışamaz. Eğer çalışırsa. çalıştığı kadar ücreti

düşürülür. Fetevâ-yı Nevazil.

Özel işçi olan çoban davarı otlatırken icare müddeti içersinde koyunların yarısı veya yansından

çoğu telef olsa, eğer koyunlardan bir miktarını otlatmaya devam ederse yukarıda geçtiği üzere,

burada akde konu atan şey işçinin nefsini kiracıya teslim etmesidir. Cevhere.

Bu illetin zahirine göre koyunların tamamı helâk olsa bile ücret yine bakî kalır. Bu İmadiye de

sarahaten zikredilmiştir.

Özel işçinin üzerinde çalıştığı mal elinde telef olsa veya fiili sebebiyle helâk olsa, -mesela kumaş

temizlemek için döverken yırtılsa- zâmin değildir. Ama kasdi olarak telef ederse o zaman,

emanetçide olduğu 9ibl zamin olur.

Musannıf daha sonra bu asıl üzerine şu meseleyi bina etmiştir. Süt annenin elinde çocuk ölse veya

o çocuğun üzerindeki kıymetli takılardan bir şey çalmış olsa, süt anne zamin değildir. Çünkü

sadece bir adamın özel işçisidir. Yine bunun gibi çarşı bekçisi. han bekçisi de çarşıdan veya

handan çalınan malı zamin olmazlar.

İşte ki terdid (şöyle veya böyle iki ihtimalli oluş) sebebiyle ücreti de şıklı bırakmak sahihtir. Meselâ,

adamın icarladığı kâtibe, «Bunu Farsça yazarsan bir dirhem, Türkçe yazarsan iki dirhem» demesi

caizdir. Musannıf ibareyi bizzat kendisi ilave etmiş ama izah etmemiştir. Bunun hükmü biraz sonra

izah edilecektir.

Şeyhimiz Remlî şöyle der: «Musannıfın bu sözünün manası şudur: Yâni şıklı söylemek ikinci günde

değil, birinci günde sahihtir. Meselâ, Bugün yazarsan bir dirhem veya yarın yazarsan yarım dirhem»

denebilir.»

Yerlerin farklılığı ile de değişik ücretler istenebilir. Meselâ, «Şu evde oturursan bir dirhem, şu evde

oturursan iki dirhem» denilebilir.

Yapılacak iş çeşidîne göre de farklı ücret istemek sahihtir. Meselâ bu dükkânda attarlık yaparsan

bir dirhem, demircilik yaparsan iki dirhem» denilmesi gibi.



Mesafeye göre farklı ücret koymak caizdir. Meselâ, «Kûfe'ye gidersen iki dirhem» denilmesi gibi.

Yüklenecek yükün değişmesi ile ücretin de değişeceği şart koşulabilir. Mesela, «Arpa yüklersen

bir, buğday yüklersen iki dirhem» denilmesi gibi.

Üç şey orasında muhayyer bırakmak da caizdir. Ama dört şey arasında muhayyer bırakılamaz.

Nitekim alım-satımda da böyledir.

Bu meselelerin hepsinde ücret iş yapılıp ortaya çıktığı zaman vacib olur. Ancak zamandaki

muhayyerlik öyle değildir. Çünkü onda; mesela dikiş için kiraladığı adam işi birinci gün yaparsa

akitte konuşulan ücreti alır. İkinci gün dikmesi halinde ise bir dirhemi geçmemek kayyla ecr-i

misil alır. Üçüncü gün dikerse, verilecek ücret yarım dirhemden fazla olmaz. Bu meselede İmameyn

muhalefet etmiştir.

Kiracı oturduğu evde bir tandır veya dolap -Dürer'in ibaresiyle ocak yapsa ve komşu evlerin bazıla

bu tandırdan ateş alarak yansalar, kiracı hiçbir şekilde zamin değildir. Yani kiracı ocağı ister ev

sahibinin izni ile yapsın, ister izin almadan yapsın farketmez. Ancak, ocak veya tandırda normalin

üzerinde ateş yakarsa o zaman zamin olur.

Bir eşek kiralasa ve eşek yolda kaybolsa, kiracı arasa da bulamayacağını bilse zamin değildir. Ay

şekilde sürüden bir koyun kaybolsa, çoban onu aramaya çıktığı takdirde diğerlerinin helâk

olacağından kork-tuğu için aramasa, yine zâmin değildir. Çünkü koyunu bir özür sebebiyle

aramamıştır. Emanetçinîn boğulma ânında. emaneti denize atması da böyledir.

İmameyne göre koyun meselesinde çoban müşterek işçi ise zamin olur. Çoban koyunları birbirine

katsa. eğer ayırmak mümkün ise zamin değildir. Hayvanları bu falana aittir diye tayin etmek de

çobanın sözü kabul edilir. Eğer koyunları ayırmak mümkün değilse. çoban koyunları karıştırdığı

gündeki kıymetlerini öder. Koyunun kıymetini tayinde söz yine çobanındır.

Çoban mal sahiplerinin izni olmadan erkekleri dişilere aşmaları için bırakamaz. Eğer bırakırsa,

helâk olan hayvanların kıymetini öder. Ama çobanın müdahalesi olmadan erkekler dişilere aşsalar,

çoban zamin değildir. Cevhere.

İZAH

«Özel işçiye tek adamın işçisi de denir ilh...» Müşterek işçinin zıddıdır. Tek müstecirin işçisi

demektir. Özel işçi de bu manâdadır. Bu ifadenin zahirine göre iki tabir arasında bir fark yoktur.

Ama biz iki tabir arasında mutlaklık ve umumîlik farkı olduğunu ifade eden şeyler söyleyeceğiz.

ÖZEL İŞÇİ BAHSİ

«Bir adama ilh...» Yani belirli bir kişiye çalışan kişidir. O belirli kişi bir kişi yahut daha fazla da

olabilir.

Bu hususta Kuhistanî şöyle der: «İki veya üç adam bir çobanı kendi koyunlarını otlatması için

kiralasalar, o çoban özel işçi olur. Muhit ve diğer muteber kitaplarda da yle denilmektedir.

Buna göre kendisini ilk tutan kiracıya çalıştığı başkasına da çalışma hakkı olan işçi tarifin dışına

çıkmaktadır. Yani özel işçi değildir.

«Belirli bir vakit çalışmak üzere ilh...» Bu kayıtla terzi gibi belirli bir vakit tayın edilmeden önce

adam için çalışan işçi özel işçi tarifinin dışına çıkmaktadır. H.

«Sadece kendi işinde çalışmak üzere ilh...» Bu kayıtla belirli bir zaman çalışmakla birlikte kiracı

tarafından başkası için çalışmaması şartı koşulmayan çoban gibi işçiler tarif dışına çıkmaktadır.

Tahtavî: diyor ki: «Bu ifâdeden anlaşıldığına göre: Adam, koyun otlatmak için bir aylığına tutulmuş

olsa, mal sahibi yalnız kendisinin koyununu otlatması şeklinde bir kayıt koymasa bite yine özel işçi

olur. Her halde buradaki tahsisten murad, -Tahsisi ansın veya anmasın- başkalarının koyunlarını da

güdebileceğini söylememektedir... Zira özel işçi, umumîlik ifade eden bir söz söylemekte müşterek

işçi olur. Nitekim bu. Dürer'in ibaresinde gelecektir.

«Çalışmasa dahi ücreti hakeder ilh...» Yani işverene kendisini çalıştırma imkânı verdiği halde

-müstecirden gelen bir sebeble- çalışmasa yine ücreti alır. Ama müstecire teslim ettiği halde

yağmur veya başka bir özürden ötürü çalışmasa ücret alamaz. Zahîre'den naklen Mîrâcta da böyle

denilmektedir.

«Hizmet için tutulsa ilh...» Yani adamın kendisine, hanımına ve çocuklarına hizmet etmesi için

birisini kiralasa bu özel işçidir. Bunun vazifesi seher vaktinden yatsıdan sonra halk yatıncaya kadar

mutad olan işleri yapmaktır. Bu işçinin yemeği de patrona aittir. Eğer yemek işçiye şart koşulmuşsa



-kiraya- verilen hayvanın yeminde olduğu gibi- icare akti fasit olur. Birçok kitaplarda böyle

denilmektedir.

Şu kadarı var ki, Fakih Ebülleys, «Zamanımızda köleler, müstecirin malından yer.» demiştir.

Hamevî, Zahiriye ve Haniye'den naklen.

Bu konu geçen babın başında geçti .T.

«Tayin edilen koyunları otlatmak için ilh...» Dürer ve Tebyin'de de böyle kayıtlanmıştır. Musannıf da

geçen bölümün başında şöyle demişti: «Adam bir ekmekçiyi bugün şu kadar unu bir dirheme

ekmek yapacaksın diye kiralasa, İmama göre bu akit fasit olur. Çünkü iş ile vakit birlikte şart

koşulmuştur. Buna göre musannıfın bu sözleri ile orada zikredilenler birbirine zıt düşmektedir. İşte

bundan ötürü Şurunbulaliye, «Akit bu tertib üzere yapılırsa, mesele evvel vakit, sonra iş

konuşulursa yukarıda söylediğimiz gibi bu fasit bir akit olur. Bu aktin sıhhati için müddet ücretten

sonra zikredilmelidir. demiştir.

Ben derim ki: Biz geçen babın başında «tayin edilen» sözünün düşmesini gerektirecek sözler

yledik. Oraya müracaat ediniz.

«Meselenin tahkiki Dürer'dedir ilh...» Dürer'in ibaresi aynen şöyledir: Hizmet etmesi veya koyun

otlatması için icarladığı kimse, ona ancak başkasına çalışmamasını veya başkasının koyunlarını

otlatmamasını şart koşarsa yada aktin başlangıcında çalışacağı müddeti zikrederse özel işçi olur.

Bir aylığına tayin edilen koyunlarını belirli bir ücretle otlatması için kiralanması buna misaldir.

Çünkü, hemen sözün başında müddeti zikrettiği için özel işçi olur.»

Ben diyorum ki: Bunun sırrı şudur: Hemen sözün başında müddeti konuşmakla o müddette işçinin

bütün menfaatleri kiracının olur. Artık işçi o müddet içinde başkası için çalışma imkânı bulamaz.

Kiracının müddet ve ücreti zikrettikten sonra «koyunları otlatman için» demesi aktin iş üzerine

yapıldığı ihtimalini taşır. O zaman da çoban, müşterek işçi olur. Çünkü müşterek işçi akdi iş üzerine

yapılan kimsedir. Bu sözün ayrıca özel işçinin belirli müddet için yapması gereken işin nevini

beyan için olması ihtimali vardır. Zira işin nevini tayin etmeden belirli bir müddet için özel işçi

kiralamak sahih değildir. İşçinin özel işçi olması için, mesela, «Ben seni bir aylığına hizmet veya

hasat için kiraladım» demesi gerekir. O zaman, birincinin hükmü ihtimalle değişmez ve aksini

açıkça söylemedikçe işçi yalnız onun işçisi olur. Aksini açıkça söyleme şöyle olur: «Ben seni bir

aylığına benim koyunlarımla birlikte başkalarının koyunlarını da otlatman için kiraladım.» Bu çok

açıktır.

Eğer iş veren kiralama süresini daha sonraylerse, mesela «Ben seni şu koyunlarımı belirli bir

ücretle gütmen için bir aylığına kiraladım» dese o zaman işçi, sözün hemen başında müşterek işçi

olur. Zira akit, sözün başında iş üzerine yapılmış olmaktadır. O zaman, kiracının sözünün sonunda

«bir aylığına» demesi, akdin zaman üzerine yapılması ve işçinin özel işçi olması ihtimalini taşıdığı

gibi, üzerinde akit yapılan işin takdiri için söylemiş olması ihtimalini de taşır.

Aksi ortaya çıkmadıkça, ihtimalle sözün başlangıcının doğurduğu hüküm değişmez.

ÖZEL İŞCİ NAFİLE NAMAZ KILAMAZ

«Özel işçi, müstecirin dışında başka birisi için çalışamaz ilh...» Hattâ nafile namaz bile kılamaz.

Tatarhaniye'de şöyle denilmektedir: «Fazlî'nin Feteva'sında şu sözler vardır. «Bir adam birisini bir

günlüğüne falan işi yapması için kiralasa, o günün sonuna kadar işçinin o işi yapması lazımdır.

Farz namazlarının dışında başka bir şeyle meşgul olamaz.» Semerkandî fetevâsında şöyle

denilmiştir: «Maşayihten bazıları, «tözel işçi farz namazlarını kıldığı gibi sünnetleri de kılar. Bütün

fukahanın ittifakı ile nafile namaz kılamaz. Fetva da bu kavil üzeredir.» demişlerdir.

Garibü'r-Rivayette de şöyle denilir: «Ebû Ali el Dekkak, «şehir içinde yevmiye ile çalışan işçilerin

Cuma namazına gitmesine mani olunamaz. Ama şu var ki. eğer câmi uzaksa, Cuma ile uğraştığı

müddetin karşılığı ücretinden düşülür. Eğer yakın ise, ücretinden bir şey düşülmez. Eğer cami

uzaksa ve Cumaya gidip gelmesi günün dörtte biri kadar bir vaktini alırsa ücretinin dörtte biri

düşülür» demiştir.»

«Eğer başkası için çalışırsa, çalıştığı kadarı ücretinden düşülür ilh...» Tatarhaniye'de şöyle denilir:

«Birisi akşama kadar çalışması için bir marangoz kiralasa, marangoz o müddet içinde bir

başkasına bir dirhem karşılığında bir hokka yapsa, hokkayı yaptıran adam marangozun başkasına

çalıştığını bilirse günahkâr olur. Eğer bilmiyorsa bir günahı yoktur. Marangozun ücretinden hokka

için çalıştığı süre ücreti düşülür.

«Bu illetin zahirine göre ilh...» Çünkü özel işçide akde konu olan şey işçinin menfaatidir»



Cevhere'nin, «O koyunlardan bir miktarını otlattığı müddetçe...» sözünün bir manası yoktur.

Ben değerli alimlerin bazılarının eserlerinde. «Cevhere'nin bu sözünden maksadı, musannıf ve

metin sahiplerinin anladığı gibi işçinin iş yaparak ücreti hak etmesi değil işçinin nefsini müstecire

tesliminin gerekti olduğudur. İllet de bunu ifade eder.» dediklerini gördüm. Bu ifade gerçekten

güzeldir.

«İmadiye ve sarahaten zikretmiştir. ilh...» İmâdiye'nin açık ifadesi metinlerdeki ibarelere uygundur.

Metinlerin ibaresi şöyledir: «Özel işçi, kira süresinde çalışmasa dahi nefsini kendini tutan kimseye

teslim etmekle ücretini hak eder.»

FER'İ BIR MESELE: Koyun sahibi özel olarak tuttuğu çobanın gücü yettiği kadar koyunlarının

sayısını artırabilir. Çünkü koyunları otlatmak için kiralanan özel işçi, otlatma hususunda köle

durumundadır. Kölenin efendisi, kölesinin gücü yettiği kadar koyun otlattırabilir. Tatarhaniye.

«Mal elinde helâk olsa zamin olmaz ilh...» Yani mal işçinin müdahalesi olmadan telef olsa fakihlerin

icmaı ile zamin olmaz. Musannıfın veya işçinin yaptığı işte helâk olsa» sözü de «izinli olduğu işl

manasını ifade eder. Ama kiracı işçiye bir işi yapmasını emrettiği halde o başka bir iş yapsa, yaptığı

işten doğan her zarara zamindir. Tatarhanîye.

Yine Tatarhaniye'de şöyle denilmektedir: «Çoban koyunu sürse ve bundan ötürü koyunlardan

bazıları bazılarını boynuzlasa yada çiğnese, çoban eğer müşterek işçiyse her halükârda zamindir.

Aynı şekilde çoban yalnız birisinin işçisi olduğu halde koyunlar bir kaç kişinin ise yine zamindir.

Çoban özel işçi ise ve koyunların hepsi bir adamın ise zamin değildir. Ama çoban iki veya üç

kişinin özel işçisi koyunlar da iki veya üç adamın ise, zamin olur. İki veya üç kişinin özel işçisi: İki

veya üç kişinin koyunlarını otlatması için birisini bir aylığına kiralamalarıdır.

Zahîre'de de şöyle denilmektedir: «Yalnız bir adam için çalışan özel işçi ile birkaç adama çalışan

özel işçi arasında fark vardır. Bu fark çok önemlidir, öğrenilmelidir.»

Ben derim ki: Bunun ifade ettiği şudur özel işçi ile yalnız bir adamın işçisi arasında mutlaklık ve

umumilik bakımından fark vardır. Nitekim biz buna daha önce işaret etmiştik.

Cami'ül-Fusûleyn'de şöyle denilir: «Çoban koyunları otlatır veya sularken bir koyun helâk olsa,

zâmin olmaz. Ama eğer çoban veya bir yabancı böyle bir hayvanı hayatından ümit var oldukları

veya belli olmadığı halde keserlerse zamin olurlar. Ama eğer kesinlikle öleceğini biliyorsa zamin

olmaz. Çünkü o bu durumda delâlet yoluyla kesmeye mezundur. Sahih olan do bu görüştür. Katır

veya eşek ise ölecekleri kesinlikle bilinse bile kesilmezler. Çünkü bunların eti yenilmez. İmam-ı

Azâm'a göre at da kesilmez. Çünkü atın eti tahrimen mekruhtur. Çoban, bir hayvanı. hastalığından

dolayı kestiğini söylese, eğer mal sahibi onu yalanlarsa tasdik edilmez. Çünkü kesdiğini dıman

sebebi ile ikrar etmiştir. Helâkını iddiâ etmesi halinde ise sözü tasdik edilir. Mal sahibi helâk

alâmetini getirmesini şart koşsa bile durum böyledir.» özetle. Yani Cevherede denildiği gibi

çobanın sözü yemini iIe tasdik edilir.

«Emanetçi gibi ilh...» Emanetçi malın bozulmasını kasdederse. öder. T.

«Süt annesi yalnız bir adamın özel işçisi olduğu için ilh...» Ebussuud der ki: «Velhasıl, süt ,anne

konusundaki meseleler birbirine zıt düşmektedir. Çünkü bu meseleden bazılarında, «süt anne

zamin değildir» sözlerinde olduğu gibi onun yalnız bir adamın işçisi olduğuna işaret edilir.

Bazılarında, «Bir kadın iki ayrı çocuğa ücrette süt annesi olsa, her iki tarafın da ona ücretini

vermesi gerekir» sözlerinde olduğu gibi. süt an-nenin müşterek işçi olduğuna işaret edilir.»

İtkanî de şöyle der: «Sahih olan. çocuk ona emzirmesi için götürülüp verilirse, süt anne müşterek

işçi, eğer kendisi alıp evine götürürse, özel işçi olur. Özetle. T.

SOKAK VE HAN BEKÇİLERİ KONUSU

«Çarşı ve han bekçisi zamin değildir ilh...» Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilmektedir: «Bir adam han

veya birkaç dükkânı koruması için kiralasa da dükkânlardan bir şey kaybolsa, bazı alimler, işçinin

İmam Ebu Yusuf ve Muhammede göre malın dükkânın dışında zayi olması halinde zamin olduğunu

ylerler. Çünkü müşterek işçidir. Bazı âlimler ise, «Sahih kavle göre zamin değildir.» demişlerdir.

Fetvâ bu görüşe göre verilir. Çünkü o özel işçidir. Bilindiği gibi o bekçi başka bir iş yapmak istese,

yapamaz. Eğer hırsız dükkânı delerek içeriden çalmışsa, esah olan kavle göre bekçi zamin değildir.

Çünkü içeride korunan mal sahibinin elindedir. Aynı ihtilaf çarşı bekçisi hakkında da geçerlidir.

Zahîre'nin yirmi dördüncü babında «hüküm yine böyledir.»

Hamîdiye'de de şöyle denilmiştir: Yukarıdaki ifâdelerden anlaşılan; Eğer dükkânın kilidi kırılarak



içindeki mal alınmışsa, bekçi zamindir. Yok eğer kırılmadan alınırsa bekçi zamin değildir.

Ben diyorum ki: Bekçinin zamin olması, ancak onun müşterek işçi olduğunu kabul etmekle

mümkündür. Özel işçi olduğunu kabul eden görüşe göre zamin olmaz. Çünkü yukarıda geçtiği

üzere müftabih olan kavle göre özel işçi telef olandan sorumlu değildir.

Evet, bu durumda az evvel Tatarhaniye ve Zahire'de geçen, «Çoban birden fazla adamın özel işçisi

olsa, zamin olur.» sözü müşkil olur. Ancak denilebilir ki, eğer kilit bekçi uykuda iken veya orada

bulunmadığı bir zaman kırılmışsa o zaman vazifesinde kusur ettiğinden dolayı zamin olur.

Hülâsa'da şöyle denilir: «Eğer çarşı bekçisini çarşı halkından birisi icarlamışsa ve bu şahıs diğer

esnafın reisi durumunda ise o zaman sanki çarşı esnafının hepsi bekçiyi isticar etmiş gibi olur.

Aldığı ücret de bekçiye helâl olur.»

Muhît'te de şöyle denilmektedir: «Çarşı esnafının reisi, bekçilik için bir adamı icarlasa, çarşı esnafı

bu icara razı olmasalar. onların itirazının bir hükmü yoktur, batıldır.»

«Ücreti ihtimali tayin etmek sahihtir. ilh...» Bu kayıd ihtilaflıdır. Çünkü ücretin ihtimali konuşulması

ile hiç verilmemesinin söylenmesi arasında bir fark yoktur. Nitekim muhitte şöyle denilmektedir:

Adam eğer bugün yazarsan bir dirhem ücret veririm. Yarın yazarsan ücret yoktur» derse;

İmam Muhammed «Eğer birinci gün yazarsa bir dirhem ücreti alır, ikinci gün yazarsa, bütün

ulemanın görüşüne göre bir dirhemi geçmemek üzere ecr-i misil verilir.» demiştir. Tulî.

«İlhak edilmiştir ilh...» Remlî, bu, «[birincisindeki» sözü, musannıfın yazmış olduğu metinde yoktur.

Bunu şerhte kırmızı mürekkeble yazarak hâmisine ilhak etmiştir» der.

«Şerh de etmemiştir ilh...» Evet, hemen bu sözün peşinde şerh etmemiştir, ama «Yük Yüklemenin

Terdidi...» bahsinde şerhederek uzun uzun bahsetmiştir. Onun ibâresi de haşiyede nakledilmiştir.

Öyle sanıyorum ki, şarih burada musannıfın sözünün tamamına bakmamıştır.

«Alım-satımda da böyledir ilh...» Bu sözün «üç ve dört şey arasında» diye kayıtlanması bunlarla

ihtiyacın giderilmesidir. Çünkü bir mal iyi kötü ve orta olabilir. Dördüncü bir şık olmaz. Onun için üç

şey arasında muhayyer bırakılırsa muteberdir, daha fazlasında olursa muteber değildir.

«Ancak zaman konusundaki muhayyerlik böyle değildir. ilh...» Bunun misali yukarıda Remlî'den

nakledilen sözde geçti. Zîra, yarına izafe edilen kayıt. bugün sabit değildir. O zaman bugün iki ayrı

ücret bir arada toplanmaz. O halde, bugünkü ücrette bir meçhuliyet kalmaz. Ama bugünkü ücret,

ertesi güne kalırsa, ertesi gün için iki ayrı ücret cemolmuş olur. Birisi dirhem, öteki de yarım

dirhemdir. İşte bu durumda ücret meçhul olur. Ücretin meçhul olması da aktin cevazına mânîdir.

Dürer. Bu, İmâmı Azâmın görüşüdür. İmameyne göre ise her iki şart da caizdir. İmam Züfer'e göre,

her iki şart da fasittir. Bu bahsin tamamı Minah'tadır.

«Bir dirhemi geçmemek kayyla ecr-i misil alır ilh...» Ecr-i misil yarım dirhemden noksan olmaz.

Musannıfın bu, «bir dirhemi geçmemek» üzere kayyarım dirhemden fazla olabileceğine delalet

eder. Ebû Hanife'den ise, yarım dirhemden fazla olmayacağı rivayet edilmiştir. Çünkü akitte

sarahaten konuşulan ücret odur. Demek ki İmam Ebû Hanifeden iki rivayet vardır. Zahirür rivayenin

delili, ertesi güne izafe edilen akitte iki ücretin cemedilmesidir. Bu görüşlerden birincisi ücret

üzerine ziyâde men edildiğinden dolayı ikincisi de yarım dirhemden aşağı olması çok görülmediği

için muteberdir. Onun için her iki görüşle de amel edilmektedir. Her iki görüşle amel sarahatle

zikredileni tercih etmekten daha evladır. Kifaye, özetle.

Zeylaî ikinci rivayetin sahih olduğunu söylemiştir. Onun benzeri İzah'ta da mevcuttur. İzah ikinci

rivayetin İmam Muhammed'in, Cami-u's-Sâğîr adlı kitabındaki ikinci rivayet olduğunu zikretmiştir.

«İmameyn muhalefet etmiştir ilh...» Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer yarından sonra dikerse İmam-ı

Azama göre sahih olan, verilecek ecr-i mislin yarım dirhemi geçmemesidir. Zira müstecir yarım

dirhemden fazla ücretle yarına tehir edilmesine razı olmayınca yarından sonraya tehir edilmesine

hiç razı olmaz. İmâmeynin kavline göre ise sahih olan ecr-i misil, yarım dirhemde" "oksan

olabileceği gibi yarım dirhemi geçmez de.»

Dürerde dolap yerine ocak denilmiştir. Yanmaya uygun olması bakımından uygun olan da ocağın

zikredilmesidir. Bunu Halebî ifade etmiştir.

«Müstecir mutlaka zamin değildir ilh...» Zira kiralanan binada ocağın veya tandırın yapılması

binanın şeklini noksanlaştırmayan bir faydalanmadır. Ama kuyu kazmak bina yapmak binanın

bizzat kendisinde tasarruf olduğundan binanın geri kalan kısmında bir kusur meydana

getirdiğinden tandır ve ocağın aksine dımanı icabettirir. Camiü's-Fusuleyn.



«Eğer eşeği bulamayacağını bildiği için aramasa, zamin olmaz ilh...» Bu sözden maksat, zannı

galibine göre bulamayacağını bilmesidir. Bu ifadenin zahirine göre; müstecir bulamayacağını

zannettiğini iddia ederse tasdik edilir.

Ben derim ki: Bezzâziye'de, «Müşterek işçi olan çobana otlaması için bir öküz verse. çoban öküzün

nereye gittiğini bilmediğini söylese, bizim zamanımızda onun bu sözü. öküzü telef ettiğini ikrar

manâsınadır» denilmiştir.

«Arasa da ilh...» Yani eşeğin kaybolduğu çevrede arasa da. Eğer eşeğin gittiğini görse de geri

çevirmese zamin olur. Musannıf bu sözüyle şunu ifade etmek istemektedir: Eğer gözünün önünde

eşek kaybolsa, zamin olur. Çünkü, onu korumakta ihmal göstermiştir. Onun gitmesine mani

olmamıştır. Buna göre; kiracı eşekle birlikte fırına gitse, ekmek almakla meşgul olurken eşek

kaybolsa, bakılır; Eğer gözünün önünde kaybolmuşsa zâmindir, gözünün önünden kaybolmadıysa

zamin değildir. Hülasa.

Haniye'de, «Eşek onun gözünün önünden kaçtığı takdirde bir şeyle bağlamış olsa bile, bunu

korumamış demektir. O halde zayi olduğu takdirde zâmin olur.» denilmiştir.

«Zamin değildir ilh...» Yani eğer özel işçi ise fukahanın icmaı ile, müşterek işçi ise, İmama göre

zamin değildir. Minah.

«Sahibeyn; «Çoban müşterek ise zamin olur» dediler ilh...» Zira korumayı, kaçınılması mümkün bir

özürle terketmiştir.

Zahîre'de şöyle denilmektedir: Ben kitabın bazı nüshalarında şunu gördüm: Çobanın otlattığı koyun

sürüsünden bir tanesi kaçsa, onu geri çevirecek veya kaçtığını sahibine bildirecek bir adam

bulamasa, zamin değildir. Aynı şekilde koyun sürüsü birkaç parçaya ayrılsa ve hepsini bir araya

toplamaya kadir olmasa, zayi olduğu takdirde yine zamin değildir. Çünkü koyunu bir özürden dolayı

koruyamamıştır. Bu özür geri kalan kısmın helâk olma tehlikesidir. İmameyne göre ise zamin olur.»

Bezzaziye'de, «Çoban çoğuna sahip olmak suretiyle daha çok ücret almak için kaçan koyuna mani

olmamıştır. Bunun için İmameynin dediği gibi zamin olur» denilmektedir.

METİN

Kiracı, hizmet için kiraladığı köle ile yolculuğa çıkamaz. Zira yolculuğun zorluğu vardır. Ancak

beraber yolculuğa çıkmayı şart koşarsa, o zaman götürebilir. Çünkü şart, ister lehinde ister

aleyhinde olsun daha çok selahiyet verir. Eğer kiracının sefere gideceği biliniyorsa hüküm yine

aynıdır. Yani köleyi beraberinde götürebilir. Zira örfen bilinen bir şey şart koşulmuş gibidir. Ama

kendisine hizmet etmesi için vasiyet edilen köleyi kayıtsız şartsız sefere götürebilir. Zira hizmet için

vasiyet edilen kölenin yemesi. içmesi. giymesi vasiyet olunan kimsenin üzerinedir.

Kiracı hizmeti için kiraladığı köleyi beraberinde sefere götürse ve köle helâk olsa kölenin kıymetine

zamindir. Çünkü kiracı gasıb durumundadır. Köle helâk olmasa ücret vermesi gerekmez. Zira

ücretle dıman bir araya gelmezler.

İmam Şafii'ye göre, o kölenin ecr-i mislini verir.

Kiracı çalışmalarından dolayı ücret verdiği mahcur köle veya çocuktan verdiği ücreti geri alamaz.

Çünkü o akit, iş bittikten sonra istihsanen sahihe inkılab etmiştir.

Bir köleyi gasbeden kimse kölenin çalışması karşılığında almış olduğu ücretten yese, ona zamin

değildir. Çünkü Ebû Hanife'ye göre bu ücretin değeri yoktur. Nitekim gâsıb köleyi icare verse ve

onun ücretini yese imamların ittifakı ile zamin olmaz. Zira ücret gâsıbındır, malikinin değildir. Eğer

köle kendi kendisini icare vermişse ücreti alması caizdir. Ama onu efendisi icare vermişse, köle

ücreti alamaz. Fakat efendisi ücreti alması için verirse, o zaman alabilir. Çünkü efendisi icâre aktini

bizzat kendisi yapmıştır. İnaye.

Efendisi kölenin aldığı ücreti elinde görse eli kesildikten sonra hırsızın elinde kalan malda olduğu

gibi onu alır. Zira mülkiyeti bakidir.

Bir köleyi bir aylığı dört, bir aylığı da beş dirheme iki aylığına kiralasa, anılan tertib üzere bu akit

sâhihtir. Hattâ yalnız birinci ay çalışırsa dört dirhem yalnız ikinci ay çalışırsa beş dirhem alır.

Kiralayan ile kiracı kölenin kaçması veya hastalığı yada değirmenin suyunun akıp akmaması

hususunda ihtilaf etseler, zahiri hal ile hükmedilir. Yani makbul olan sözünü doğruladığı tarafın,

sözüdür.

Birîsi üzerinde meyve olan bir ağacı satsa. ve satıcı ile alıcı meyvenin ağaçla birlikte satılıp

satılmadığı konusunda ihtilaf etseler, makbul olan söz meyveyi elinde bulunduranın sözüdür.



Bunda kaide şudur: İhtilaf esnasındaki durum kime şehadet ederse, makbul olan söz onun sözüdür.

Hülâsa'da şöyle denilmektedir: Kiraladığı değirmenin suyu kesilse, suyun akmadığı müddeti ücreti

kiralama ücretinden düşer. Su tekrar akmaya başlasa, ücret de çalışmaya başlar. Eğer değirmen

sahibi ile kiracı suyun ne kadar kesildîği hususunda anlaşmazlığa düşseler, kiracının sözü kabul

edilir. Ama bizatihi suyun kesilip kesilmediği konusunda anlaşmazlığa düşerlerse o zaman o anki

duruma göre hükmedilir. Yani anlaşmazlığa düştükleri onda su akıyorsa suyun kesilmediğine,

akmıyorsa kesildiğine hükmedilir.

Kumaş sahibi ile terzi kaftan veya gömlek dikilmesi hususunda veya kumaş sahibi ite boyacı

renkler hususunda yada ücretin varlığı ve yokluğu hususunda ihtilaf etseler söz yemini ile birlikte

kumaş sahibinindir. Ebû Yusuf'a göre eğer o sanatkâr kumaş sahibi ile her zaman iş yapıyorsa

ücretini alır. Yok eğer her zaman böyle iş yapmıyorsa, ücret alamaz.

«İmam Muhammed'e göre ise, sanatkâr bu sanatını para ile yapmakla tanınmışsa, ve hala o sanatı

yapıyorsa o zaman mevcut durumum şehadetine kıyasla yemini ile birlikte sanatkârın sözü kabul

edilir. Ama eğer o sanatı ücretle icra etmekle meşhur değilse, sözü kabul edilmez. Fetva İmam

Muhammed'in bu kavliyle verilir. Zeylâî.

Bu hüküm, ihtilafın iş bittikten sonra olması halindedir. Ama iş yapılmadan ihtilaf ederlerse, o

zaman her iki tarafa do yemine ettirilir.

FER'İ MESELELER:

Zanaatkârların hepsinde çırağın yaptığı iş ustasına izafe edilir. O halde işçinin üzerinde çalıştığı

mal telef olursa, onu ustası öd&r. İhtiyar. Yani eğer işçi (çırak) haddi aşmamışsa ustası zamindir.

Eğer haddî aşmışsa, o zaman bizzat kendisi zamindir. İmadiye.

Eşbahta şöyle denilmektedir: Hana veya hamama girenler kira için hazırlanan bir evde oturan

kimseler, gasıp olduklarını iddia etseler, iddiaları tasdik olunmaz. Ücret vermeleri vacibtir.

Ben derim ki: Müftabih kavle göre yetimin malındaki hüküm de böyledir. (yani bir adam tasarruf

ettiği yetim malını gasbettiğini iddia etmiş olsa, iddiası tasdik edilmez. Ücret vermesi vacibtir.

Uyanık ol.

Yine Eşbâh'ta şöyle denilir:: «Mutemet görüşe göre toprak için ücret haraç gibidir. Öyle ise bir

toprağı ziraat için kiralasa ve ekine bir afet gelse, afetten evvelki zaman için ücret vermesi gerekir.

Ama afet ten sonraki ücret düşer.»

Ben derim ki: Velvâliciye"de itimad edilen görüş yukarıda naklettiğimiz görüştür. Ancak Hâniye'de

ücretten hiçbir şey düşmeyeceği rivayetle kesinlikle söylenmiştir. Haniye'de şöyle denilmektedir:

«Kiraladığı tarlanın ekini bir afete uğrarsa ve helâk olsa, yada su baskınına uğrasa da hiçbir şey

bitmese, yine de ücret vermesi gerekir. Zira onu ekmiştir. Ama ekmezden evvel su basarsa, o

zaman ücret gerekmez.

İZAH

«Köle ile yolculuğa gidemez İlh...» Hizmet için kiraladığı köle ise şehirde ve şehir merkezine bağlı

ylerde hizmet ettirir, yolculukta değil. T. Bezzaziye'den.

«Zira seferin meşakkati vardır ilh...» Seferin meşekkati olduğu gibi geri dönüş masrafı da kölenin

efendisine ait olur. Bu masrafı vermek efendiye zarar verir. O halde onu beraberinde sefere

götürmeye hakkı yoktur. Ancak efendisi izin verirse götürebilir. Zeylaî.

«Ancak şart koşarsa ilh...» Veya götürdükten sonra kölenin efendisi buna razı olursa. T.

«Çünkü şart ona daha çok selahiyet verir. ilh...» Yani şart malikiyeti daha çok isabettirdiği gibi

uymaya da daha çok sebep olur. Yani şart koşana veya şart koşulana daha çok malikiyet yada daha

çok memlükiyet sağlar. T.

«Sefere gideceği biliniyorsa ilh...» Yani Tebyinde belirtildiği üzere sefere hazırlık yapmışsa köleyi

götürebilir.

Kendisine hizmet için vasiyet edilen köleyi ise kayıtsız şartsız sefere götürebilir ilh...» Hizmeti

üzerine sulh yapılan köle de bunun gibidir. T. Seriyyüddin'den.

«Zira ücretle tazminat bir araya gelmezler ilh...» Yani aynı anda bulunamazlar. Eğer biz, «köle sağ

salim kaldığı takdirde ücret helâk olduğu takdirde tazminat icabeder» dersek aynı andaki o sefer

halidir. Ücret ile tazminat toplanmış olur. T.

«Mahcur köle veya çocuk olsalar ücreti geri alamaz. ilh...» Yani köle veya çocuk efendi veya



velisinden izin almadan birisine çalışmış olsalar kiracı onlara verdiği ücreti geri alamaz.

Her iki surette de ücretten maksat ecr-i misildir. Tebyin'de de Nihaye'den naklen böyle

denilmektedir.

«İş bittikten sonra icare sahihe inkılab etmiştir ilh...» Çünkü çocuk veya köle zararlı tasarrufta

bulunmaktan men edilmişlerdir, faydalı tasarruftan değil. Bundan ötürü de velî veya efendisinden

izin almaksızın hediye kabul etmeleri caizdir. İşi bitirdikten sonra icârenin sahih sayılması sırf

menfaattir. Ücret hiçbir zarar olmadan gerçekleşmiştir. O zaman onların ücreti kabzetmeleri

sahihtir. Çünkü âkit ontardır. Müstecir vermiş olduğu ücreti geri alamaz. Zeylaî. özetle.

Tahtavi; «Bu tâlil, akitte konuşulan ücretin verilmesini gerektirir» der.

Mahcur köle veya çocuk işten dolayı helâk olursa, bakılır: Eğer helak olan çocuk ise, müstecirin

akrabalarına çocuğun diyetini vermeleri gerekir. Müstecir de, helâk olmazdan önce çalışma ücretini

verir. Eğer köle ise, müstecir onun kıymetini verir. Çalıştığının karşılığında ise ücret vermez. Zira

kıymetine zamin olduğu zaman çalıştırma anından itibaren ona malik olmuş sayılır. O zaman köleyi

çalıştırmakla kendi köesinin menfaatini elde etmiş demektir. Kifaye. özetle.

Zeylai de şöyle der: «Bir köle efendisinden izin olmadan birisine belirli bir zaman için ücretle

çalışmak üzere anlaşsa ve o müddet bitmeden efendisi köleyi azad etse, icare akti geçerli olduğu

gibi köleye de muhayyerlik hakkı yoktur. Azad edilmezden önceki ücret efendisine ait, azaddan

sonra alacağı ücret de kendisi içindir. Ama köleyi efendisi birisine belirli bir zaman için kiraya

verse ve müddetin yarısından sonra köleyi azad etse, köle için akde devam edip etmemede

muhayyerlik hakkı vardır... Köle icare aktini feshederse, azaddan evvelki zamana ait ücret

efendisinindir. Eğer feshetmez de çalışmaya devam ederse, azaddan sonraki müddetin ücretî

kendisine aittir. Ücreti kabzetmek efendinin hakkıdır. Zira icare aktini efendi yapmıştır.»

«İstihsanendir ilh...» Kiracının çalıştırdığı köle veya çocuğa verdiği ücret geri alamaması. Kıyasa

göre ise kiracı, çalıştırmış olduğu mahcur köle veya çocuğa iş karşılığı vermiş olduğu ücreti geri

alabilir. Zira hacredilen kimselerin yaptığı akit caiz değildir. O zaman, o ücret kiracının mülkü olarak

kalır; Zira kiracı hacredilen kimseyi çalıştırmakla onu gasbetmiş olur. Gasıba da ücret yoktur

tazminat vardır. Zeylaî.

«Köleyi gasbeden zamin olmaz ilh...» Yani bir adam köleyi gasbettiğinde köle birisine kendi başına

ücretle çalışmış olsa, onu gasbeden kişi kölenin ücretini elinden alarak yese, ona dıman gerekmez.

Zeylaî.

«Çünkü onun değeri yoktur ilh...» Çünkü o ücret korunmamıştır. Zira ücretin korunması ancak

malik veya malikin naibi gibi bir elle mümkün olabilir. Burada malikin eli de sabit değildir. Kölenin

eli ise efendinin eli değildir. Çünkü köle gasıbın elindedir. Hatta köle helâk olduğu takdirde gasıba

tazmin ettirilir Kendisini gasıbtan koruyamayan elindeki parasını nasıl koruyabilir. Kifaye.

Koruyamayacağına göre, onun ücreti metekavvim (değerli) olmayan mal gibidir.

«Bu hüküm Ebû Hanife'ye göredir ilh...» İmameyne göre ise, gasıb ücreti köleye verir. Çünkü gasıb,

başka birinin malını tevilsiz ve izinsiz olarak telef etmiştir.

«Kölenin ücreti alması caizdir ilh...» Yani kölenin kendi kendini icare vererek elde ettiği ücreti

olması ulemanın ittifakı ile caizdir. Zira bu sırf menfaattir. Hediye kabulü gibi, onda da köle izinlidir.

Kölenin ücretini almasının faydası kiracının ona ödemekle ücretin sorumluluğundan kurtulması

şeklinde görülür. Dürer.

Tûrî şöyle der: «Musannıfın bu sözü «müstecir geri olamaz» sözünün tekrarıdır. Çünkü musannıfın

«Müstecir köle veya çocuğa vermiş olduğu ücreti geri alamaz.» sözü kölenin kabzının sıhhatini

ifade ettiği gibi kiracının almasını da men etmektedir. Teemmül et»

«Çünkü efendisi icare aktini bîzzat kendisi yapmıştır ilh...» İmâdiye'nin ibaresi de bunu ifade

etmektedir. O halde musannıfın, «efendisi kira sözleşmesini bizzat kendisi yapmıştır» sözüne, köle

eğer kendi kendini icare verirse, ücreti alması caizdir» sözünün illeti değildir. Ama ona illet olmaya

uygundur. Öyleyse, eğer köleyi gasbeden kimse onu icare verirse, köle ücretini kendisi

kabzedebilir mi? İlletin ifade ettiğine göre kölenin bu ücreti kabzetmesi caiz değildir. Çünkü kendisi

âkit değildir. T.

«Eli kesildikten sonra hırsızın çaldığı mal, mal sahibi tarafından bulunduğu takdirde alınması gibi

ilh...» Zira hırsızın eli kesildikten sonra çalınmış olan mal mütekavvim değildir. Onu telef etmekle

zamin olunmaz. Maliki onu alıncaya kadar mülkiyet hırsıza kalır.

«Anılan tertib üzere bu akit sahihtir ilh...» Zira zikredilen ayın öncelikle aktin peşinden gelen ay



olduğu kabul edilmezse o zaman akte dahil olan ay, adamın ömrünün aylarından herhangi bir ay

olur ki bu fasittir. O zaman aktin caiz olması için ayın aktin peşine gelen aya haşredilmesi lazımdır.

Ayrıca kiracının kira sözleşmesine teşebbüs etmesi, kölenin menfaatlerinin temellüküne hemen

ihtiyacı olduğunun delilidir. Bu sebeple akitte zikredilen ayı, kiracının ihtiyacının karşılanması için

öncelikle sözleşmeyi takibeden aya haşretmek vacib olur. Kifaye.

MUCİR İLE MÜSTECİRİN İHTİLAFLARI

«Kölenin kaçması veya hastalığında ihtilaf etseler ilh...» Mesela ayın sonunda kiracı kölenin

kaçtığını veya kira süresi içersinde hasta olduğunu iddia^etse, ve kölenin kendisine gelmezden

önce hastalandığını söylese, o an ki duruma göre hükmedilir. Zeylaî.

«Söz o anki halin kendisine şehadet ettiği kimsenin sözüdür ilh...» Zira kölenin o anda hasta olması

geçmişte de hastalığın bulunduğuna delalet eder. Her ne kadar zahiri görüş hüccet olmaya uygun

değilse de tercih sebebi olabilir. Şu kadar var ki, eğer o an ki durum, kiralayana şehadet ederse, o

zaman bir pürüz ortaya çıkar. Çünkü zahire göre, o, ücrete layıktır. Fakat zahiri hal, ücreti isbat

edemez. Bu pürüzün cevabı şöyledir: Kiralayan ücrete, geçmiş bir sebebten dolayı yani akit

sebebiyle müstahıktır. Zahir hal -ücretin isbatına değil- aktin o vakte kadar baki kaldığına şehadet

eder. Zeylaî. Özetle.

«Makbul olan söz, meyveyi elinde bulunduranındır ilh...» Bu da ancak meyvenin baki kalması

halinde görülür. Ama eğer meyve helâk olmuş veya tüketilmişse durum ne olacaktır? Musannıf bu

hususa temas etmemiştir. Zahir olan, bu hallerde de kimin yanında helâk olmuş veya kim helâk

etmişse hüküm ona göre verilir. T.

«Suyun ne kadar kesildiği hususunda makbul olan söz kiracının sözüdür ilh...» Zira kiracı, «zaid

olanın dımanını inkâr etmektedir.» sözü de yemini ile birlikte inkâr edenin sözüdür.

«Söz kumaş sahibinindir ilh...» Mesela kumaş sahibi kaftan yapmasını söylediğini, terzi de gömlek

yapmasını söylediğini iddia etse, veya kumaş sahibi boyacıya kırmızı boya ile boyamasını

ylediğini boyacı ise sarı boya ile boyamasını istediğim iddia etse yada kumaş sahibi ücretsiz

olarak yapmasını istediğini, diğeri de ücretle yapılmasını istediğini iddia etse, bu sûretlerin

hepsinde makbul olan söz kumaş sahibinindir. Ayrıca o işin değeri olduğunu ve kendisinin ücret

vermesi gerektiğini inkâr etmektedir. Yukarıda da söylendiği gibi söz yemini ile birlikte, inkâr

edenin sözüdür. Zeylâi. özetle.

«Yemini ile ilh...» Yani birinci surette yemin ederse, kumaş sahibi dilerse işlenmemiş şekildeki

kumaşın kıymetini tazmin ettirir, ücret de vermez. Dilerse dikilmiş haldeki kumaşı alır ve ona akitte

konuşulanı geçmemek şartıyla ecr-i misil verir. Çünkü burada terzi işin aslında, yani kesmek ve

dikmekte kumaş sahibinin sözüne uymuştur. Ancak terzi için vasfında ona muhalefet etmiştir. O

halde kumaş sahibi dilediğini seçebilir.

İkinci surette -kumaş sahibi kırmızıya boyamasını emrettiğini iddia etse...- yemin ederse, kumaş

sahibi dilerse kumaşın boyanmamış halindeki kıymetini tazmin ettirir. Dilerse boyanan kumaşı alır

ve yine akitte konuşulan ücreti geçmemek şartıyla ecr-i misil verir. Dürer.

«Her zaman böyle iş yapıyorsa ilh...» İnaye'de «Eğer kumaş sahibi ile terzi arasında bu tür işler

tekrarlanıyorsa» denilir.

Tebyin'de de, «Yâni kumaş sahibi her zaman ona işlemek üzere kumaş veriyor ve iş karşılığında da

bir ücret veriyorsa.» denilmiştir.

«Zâhir halin şehadetiyle hükmedilir ilh...» Çünkü sanatkârın sanatını icra için dükkân açması, sanki

açıkça, «ben bu sanatı para ile icra ediyorum» demesi gibidir. Zira burada âdet olan zahiri hale

itibar edilir. Zeylaî.

«Her iki tarafa da yemin verdirilir ilh...» Evvela kiracı yemin eder. Çünkü birisi akti iddia ediyor,

diğeri ise inkâr ediyor. Mesela birisi işin hibe edildiğini iddia ederken, diğeri işin para ile yapıldığını

iddia etmektedir. İhtiyar.

TETİMME: Haniye'de şöyle denilmektedir: «Birisi bir şey kiralarsa ve onda tasarrufla bulunmadan

önce ihtilaf etseler, mesela kiracı ücretin beş dirhem olduğunu, kiralayan da on dirhem olduğunu

iddia etse, ikisi de yemin eder. Hangisi yeminden kaçınırsa. hüküm onun aleyhine verilir. Yemin,

kiracıdan başlanır. İkisi de yemin ederlerse, kadı akti fesheder. Hangisi delil getirirse onun delili

kabul edilir. Eğer ikisi de delil getirirse, kiralayanın deliline göre hükmedilir. Çünkü kiralayan kendi

hakkını isbat etmektedir. Aynı şekilde müddet veya mesafede ihtilaf etseler, hüküm yine böyledir.

Şu kadar var ki, müddet ve mesafede yemin etmeye kiralayandan başlanır. Bunlardan hangisi delil



getirirse kabul edilir. Eğer her ikisi de delil getirirse, o zaman da kiracının beyyinesi ile hükmedilir.

Kiracı iki aylığını on dirheme kiraladığını, diğeri de bir aylığını on dirheme kiraladığını, diğeri de bir

aylığını on dirheme icare verdiğini söylese, yine yemin ederler. Bunlardan hangisi delil getirirse,

kabul edilir. Eğer ikisi de delil getirirse, müstecirin delili ile hükmedilir. Eğer ücret ve müddetin her

ikisine de veya ücretle mesafenin her ikisinde ihtilaf ederlerse, yemin ettirilirler, ve kira feshedilir.

Eğer birisi delil getirirse, kabul edilir. Eğer ikisi de delil getirirse, her ikisinin delili ile de hüküm

verilir. Yani ücretin ziyadesinde kiralayanın beyyinesi ile, müddet veya mesafenin ziyadesine de

kiracının delili ile hükmedilir. Bunlardan hangisi davayı açmış ise önce karşı tarafa yemin verdirilir.

Eğer bu vecihlerde, kiralama süresinin bitiminden sonra veya kiracı maksadına ulaştıktan sonra

anlaşmazlığa düşerlerse, yemini ile birlikte kiracının sözü kabul edilir. Fukahanın icmaı ile yemin

etmezler. Kira süresinin bir kısmı geçtikten sonra veya yolun bir kısmını gittikten sonra ücrette

anlaşmazlığa düşseler. ikisine de yemin verilir. Geri kalan süre veya yol için de kira sözleşmesi

feshedilir. Geçen zaman veya yol hakkında kıracının sözü kabul edilir.

«Ustası zamindir ilh...» Eğer mal çırağın elinde telef olursa. Zira çırak, ustasının izni ile

çalışmaktadır. Bu sebeble kendisi zamin değildir. Çünkü o ustasının özel işçisidir. Ücreti, icare

müddeti içinde, nefsini müstecire (burada ustasına) teslim etmekle de hak eder. Nitekim biz bu

meseleyi daha önce izah etmiştik.

«Hana giren gasıb olduğunu iddia etse kabul edilmez ilh...» Tatarhaniye'de şöyle denilmektedir.

«Han genelde kira için yapılır. Dolayısıyla onun handa konaklaması ücrete razı olması demektir.»

Meşayihten bazıları da, «Fetva; onun ücret vermesinin gereği üzerinedir.» demişlerdir. Ancak hana

inen adam bunun aksi bir şekilde tanınmışsa, mesela kendisi açıkça, «Ben handa gasıb olarak

konaklıyorum» derse veya zalimlikle tanınmış bir adam olup, halkın meskenine icare yoluyla değil

zorla girip oturmakla meşhursa, o zaman ücret vermesi gerekmez.»

Ben derim ki: Zahir olan: Tatarhâniye'nin ifadesi önceki alimlerin, «Gasbedilen menfaatter tazmin

edilmez.» kavli sebebiyledir. Ama sonraki alimler. kira getirmesi için hazırlanan mal vakıf malı ve

yetim malının gasbında dıman gerektiğine fetva vermişlerdir. Bu fetvaya göre kira için yapılan bir

binada gasb yoluyla oturan adamın ücret vermesi gerekir. İster gasıp olduğunu iddia etsin, ister

etmesin, ister gasbetmekle tanınsın, ister tanınmasın farketmez.

«Ücret vermeleri vacibtir ilh...» Kira için yapılan binada gasp yoluyla oturanlar. Bu ecr-i misildir T.

«Mutemede göre arazi için haraç gibi ücret vardır. ilh...» Yanı muvazzaf haraç gibi. Mukaseme

haracı değil. Zahir olan do budur. H. Bu ifade Eşbah'ın haşiyelerinde Velvaliciye'den nakledilen şu

sözlere muhaliftir. «Tarladaki ekini soğuk vurmadan önceki sürenin ücreti kiralama ücretinden

düşülmez. Soğuk vurduktan sonraki müddetin ücreti ise düşülür. Burada haraç gibi olmaz. Çünkü

haracın vücûb sebebi, verimli olan toprağın mülkiyetini bir sene ister hakikaten, ister hükmen

elinde tutmaktadır. İtimad da Velvaliciye'den nakledilen bu kaviledir.»

«Afetten sonraki ücret düşer ilh...» Şu kadar varki, «Afetten sonraki ücret düşer» hükmü de eğer

ekinin helâkinden sonra ikinci bir ekin ek-meye imkân vermeyecek kadar kısa bir zaman kalmışsa

yledir. Ama eğer birinci ekin gibi veya ortadan daha az zararlı ikinci bir ekin ekmeye imkân

verecek bir zaman kalmassa ücret vermek gerekir. Bezzaziye'de de Muhit'ten naklen, «Fetva bu

kavil üzerinedir.» denilmiştir. Bunun aynısı Zahire'de, Haniye'de, Hülasa'da ve Tatarhaniye'de de

mevcuttur. Zahir olan birinci ekin gibi veya onda daha az zararı olanla kayıtlanmak kiracının özel bir

türü ekmek için kiralamış olması halinde farzedilir. Eğer orayı dilediğini ekmek üzere kiralamışsa, o

kayda lüzum yoktur. Çünkü tarlanın herhangi bir kayıtla kayıtlanmadan kiralan-ması geçerlidir.

Ancak Haniye'de ücretten bir şeyin düşmeyeceği kesin bir tarzda ifade edilmiştir. Haniye sahibinin

zikrettiğini Velvaliciye sahibi de zikretmiş, ancak onun hilafına olan kavle itimad etmiştir. Şu da var

ki, Haniye'de, geçen tafsilat zikredilmiş ve «fetvaya muhtar olan kavil de bu-dur» denilmiştir. Artık

nasıl olur da onun hilafı kesin bir dille ifade edilebilir? Çünkü sen çeşitli kitaplardan fetvanın

açıklıkla bu rivayet üzerine olduğunu bildin.

«Ücret vermesi lazımdır ilh...» Yani ücreti tam vermesi lazımdır. Allah daha iyisini bilir.

 

 

 

 

İCARENİN FESHİ BABI

METİN

İcare akti, hakimin hükmü tarafların rızası ve alım-satımakdinde olduğu gibi görme ve şart

muhayyerliği, ile feshedilir. İmamŞafiinin görüşü buna aykırıdır.

Ayrıca icare kiralanan maldan faydalanmayı ortadan kaldıracak derecedeki bir ayıp ve özür

sebebiyle de feshedilir. Bu ayıp ve özür ister icare aktinden evvel ister. sonra, ister kiralanan malı

teslim almadan evvel ister sonra olsun farketmez. Bu ayıplar; kiralanan binanın yıkılması,

değirmenin veya sulu arazinin suyunun kesilmesi gibi ayıplardır.

Tarla yağmurla sulanıyorsa, yağmurun yağmaması da özür sayılır, feshe sebebtir. Yani ücret

yoktur. Haniye. Esah olan kavle göre ayıp sebebiyle icare akti kendiliğinden münfesih olmaz.

Nitekim bu mesele yukarıda geçti.

Cevhere'de şöyle denimektedir: «İcarlanan sulu arazinin suyu bir kısmını sulayacak kadar aksa,

kiracı muhayyerdir; dilerse tarlanın hepsindeki kiralamayı fesheder, dilerse feshetmeyerek tarladan

sulanan kısmın ücretini verir.»

Velvaliciyye'de de şöyle denilir: «Su meselesi söz konusu edilmeden tarlayı kiralarsa ve tarlanın

suyu akması umulamayacak şekilde kesilse, kiracı muhayyerdir. Ama eğer tarlanın suyu azar azar

kesilir ve bu su ile tarlanın sulanacağı umulursa o zaman ücreti vermek gerekir.»

Lisanü'l-Hükkam adlı eserde de şöyle denilmektedir: «Adam bir köyde bir hamam kiralasa, ve köy

halkı bir şeyden korkup köyden göç etseler, kira ücreti düşer. Eğer köy halkının bazısı gider, bazısı

kalırsa, o zaman ücret düşmez.»

Kira sözleşmesi, kiralanan kölenin hastalanması veya hayvanın yaralanması, yada binanın çevre

duvarının yıkılması gibi faydalanmayahalel getiren ayıplarla da feshedilir.

Tebyin'de şöyle denilir: «Kiralamış olduğu değirmenin suyu kesilse. değirmenin binasından un

öğütme dışında başka bir işle faydalanmak mümkünse o zaman gördüğü menfaat kadar kira ücreti

vermesi gerekir. Çünkü sözleşmeye konu olan şeyin bir kısmı mevcuttur. O kısmı elde edince onun

hissesi miktarı ücret verir.»

Eğer maldaki ayıp ondan faydalanmayı engellemiyorsa. veya mal sahibi o ayıbı giderirse yada kiracı

o ayıplı olmasına rağmen maldan faydalanırsa muhayyerlik hakkı düşer. Çünkü muhayyerliğin

sebebi ortadan kalkmıştır.

Kiralanan binayı tamir etmek, damını çamurlamak, çatısının su oluğunu onarmak ve bina içinde

yapılması gereken diğer şeyleri yapmak bina sahibine aittir. Aynı şekilde binada oturmaya zarar

veren her şeyin giderilmesi yine bina sahibine aittir. Eğer bina sahibi bunları yapmazsa, o zaman

kiracı binadan çıkma hakkına sahiptir.

Ama kiracı binayı o ayıpları görüp bilerek kiralamışsa, o zaman çıkamaz. Çünkü o ayıplara razı

olmuştur.

Kiralanan evin su kuyusunu veya sarnıcını, kanalını, tuvaletini onarmak da ev sahibine aittir. Şu

kadar var ki, bunları yapması için ev sahibi zorlanamaz. Zira bir adam kendi mülkünü onarması için

zorlanamaz.

Eğer bu sayılanları kiracı yaparsa parasını ev sahibinden alamaz. Eğer ev sahibi bunları tamirden

kaçınırsa kiracı o zaman evden çıkar. Ancak evin o durumunu bilerek kiralamışsa yukarıda

ylendiği gibi çıkamaz.

Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Kiracı tamire muhtaç olan binadaki kira sözleşmesini hakimin

hükmü olmadan do fesih hakkına sahiptir, Kiracı iki binayı birlikte kiralamış olsa ve binalardan

birisi çökse veya ayıplansa, eğer her ikisini aynı akitle kiralamışsa iki binayı birden terkedebilir.»

Ben derim ki: Eşbah'ın haşiyesinde Nihâye'ye nisbetle. «Eğer kiralanan nesnedeki özür acıksa

kiracı, kira sözleşmesini kendi başına feshedebilir. Eğer acık değil de şüpheli ise o zaman kendi

başına feshedemez.» denilmektedir. Esah olan görüş de budur.

İZAH

Bu konunun diğer konulardan sonraya bırakılmasının sebebi açıktır. Zira fesih, bir şeyin

varlığından sonra olur.

«Feshedilir ilh...» Musannıf, «münfesih olur» dememiş, «feshedilir» demiştir. Çünkü o, alimlerin

çoğunluğunun görüşünü benimsemiştir. Alimlerin çoğu «Akit özürle münfesih olmaz.» demişlerdir.



Sahih olan da budur. Bu durum Zahire'de açıkça söylenilmiştir.

Akdin kendi kendine münfesih olmayışının sebebi akde konu olan şeyden başka bir yolla

faydalanma imkânının bulunması değildir. Çünkü ondan bu yolla faydalanmak lazım değildir. Buna

sebep, menfaatlerin tekrar dönmesi mümkün olacak şeklinde fevkolmasıdır. Bunu Hidaye sahibi de

zikretmiştir. İbni Kemal.

Fetevâ-yı Suğra ve Tetimme'de şöyle denilmektedir: «Kiralanan binanın bir duvarı göçse veya

binanın bir bölümü yıkılsa, kiracı, kira sözleşmesini feshetme hakkına sahiptir. Fakat alimlerin

icmaı ile, ev sahibinin gıyabında feshedemez. Ama eğer binanın hepsi yıkılırsa, ev sahibi hazır

olmasa dahi kiracı akti fesheder. Şu kadar var ki, kiracı feshetmedikçe akit kendiliğinden münfesih

olmaz. Zira yıkılan binanın arsasından da faydalanmak mümkündür.»

Şemsü'l-Eimmenin İcare Babında da şöyle denilmektedir: «Binanın tamamı yıkılırsa sahih olan

kavile göre kira sözleşmesi kendiliğinden münfesih olmaz. Ama kiracı kira sözleşmesini ister

feshetsin, ister etme-sin, ücret düşer.» İtkani.

Biz bu meseleyi fasit icare bölümünün hemen öncesinde beyan etmiştik.

«Hakimin hükmü ve tarafların rızası ile ilh...» Bu sözün zahirine göre; «tarafların rızası» görme ve

şart muhayyerliğinde. ayıp ve özürde de icarenin feshi için şarttır. Çünkü Musannıf. bu sözü

bunların hepsine bağlı olarak söylemiştir. Bu hususta ileride tafsilat gelecektir.

«Şart muhayyerliği ilh...» Yani taraflardan birisi, akid esnasında kendisinin üç gün içersinde

akidden dönebileceğini şart koşarsa bu üç gün dolmadan akdi feshedebilir. Mesela: bir adam bir

dükkânı üç gün muhayyer olması şartı ile bir aylığına kiralarsa, bu üç gün zarfında icare aktini

feshedebilir. Eğer üçüncü gün feshederse daha evvelki iki günün ücretini vermesi gerekmez.

Çünkü müddetin başlangıcı, muhayyerliğin düştüğü gündür. Bu söz mal sahibinin fesihte hazır

olmasının veya feshi bilmesinin şart olmadığına işaret etmektedir. Tarafeynin -Ebu Hanife ve

Muhammed- görüşü bunun aksinedir. Ama birincisi daha sahihtir.

Akdi feshetme hakkı maldan faydalanmadığı takdirdedir. Ama maldan istifade etmişse fesh hakkı

diğer, ve icare faydalandığı andan başlar.

Alimlerden bazıları, «Müftü bu hususta muhayyerdir.» demişlerdir. Yani dilerse mülk sahibinin

önünde fesheder, dilerse gıyabında fesheder. Nitekim Muzmaratta da böyledir. Kuhistanî.

Kuhistanî'den naklettiğimiz bu izah, şarihin sözünün işaret ettiğine muhaliftir.

«Görme muhayyerliği ilh...» Adam bir pazarlıkla birkaç tarla kiralasa, sonra bunlardan bazısını

görmüş olsa, bütün tarlalarda kiralamayı feshedebilir. Bu ifade işaret ediyor ki kiracının görme

muhayyerliğinden dolayı akdi feshetmesinde hakimin hükmü veya diğer tarafın rızası şart değildir.

Görme muhayyerliğinde de şart muhayyerliğindeki ihtilafın geçerli olması gerekir. Kuhistanî.

İşçinin Sorumluluğu -dımanı- bahsinde, «Müşterek işçi üzerinde çalışacak şeye göre emeğin

değiştiği işlerde görme muhayyerliğine sahiptir.» denilmişti.

Velhasıl şart muhayyerliği ile görme muhayyerliğinde hakimin hükmü veya kiraya verenin rızası şart

değildir. Ayıp muhayyerliğine gelince. binanın tümünün yıkılması gibi durumlarda kiracı kira

sözleşmesini bina sahibinin gıyabında feshedebilir. Ama bir duvarın yıkılması gibi durumlarda onun

yabında akti feshedemez. Nitekim bu mesele daha önce geçmişti.

Ayıp muhayyerliğinin dışındaki özürlere gelince, ileride geleceği üzere esah olan eğer özür açıksa

kiracı tek başına aktı feshedebilir. Ama eğer açık değil. şüpheli ise, kiracı kendi başına kira

sözleşmesini feshedemez.

Şart muhayyerliği hem kiralayan, hem de kiracı için caizdir. Ama görme muhayyerliği alış veriş

aktinde olduğu gibi mucir için değil, yalnız müstecire aittir.

Hamevî «Ben bunu görmedim.» der. Diğer alimler ise bu husustan bahsetmiştir. Fukaha bu konuda

şu hadisi delil almışlardır: «Görmeden bir şey satın olan, muhayyerdir.»

«İcare menfaatleri satmaktır.» sözüde onları bu hükme götüren diğer bir delildir. Molla Ali Türkmanî

de bu kaville fetva vermiştir.

«Kira sözleşmesinden evvel olan ayıbın ilh...» Yanı kiracı kiraladığı maldaki aybı sözleşmeden evvel

görmezse. Ama eğer aybı kira sözleşmesinden evvel görürse, o zaman muhayyerliği yoktur. Çünkü

akit yaparken o ayıba razı olmuştur. İhtiyar'da da böyle denilmektedir.

Kiracı sonradan meydana gelen bir ayıptan dolayı muhayyer olduğu malı kullanırsa ücretin tümünü



vermesi lâzımdır. Nitekim bunu şarih ileride zikredecektir.

Hülâsa'da şöyle denilmektedir; «Kira sözleşmesindeki ayıp muhayyerliği, alım-satımdaki ayıp

muhayyerliğinden şu yönden farklıdır. Alım-satım akdinde: alıcı malı teslim almadan ayıplı

olduğunu farkederse satıcının haberi olmadan akdi feshedebilir. Ama teslim almışsa ancak satıcıya

haber vererek fesheder. Kıra sözleşmesinde ise kiralanan maldaki bir ayıptan dolayı malı ister

teslimden evvel ister teslimden sonra olsun. kiracı tek başına reddetme hakkına sahiptir» bunu

unutma.

(1) Çünkü icarede akde konu olan şey menfaattir. O da ortada yoktur. Dolayısıyla malı kullanmadan

menfaat elde edildiği düşünülemez. Alım satım ise böyle değildir. Çünkü onda, akde konu olan

maldır ve mal, elde mevcuttur. Burada şöyle bir soru akla gelmektedir: «Malı kullanmadan

menfaatin elde edilmesi düşünülemez. O halde onu kullandıktan sonra nasıl geri verebilirsin ki?!

Bu soruya şöyle cevap vermek mümkündür: «Alimlerin. ele geçirdikten sonra onu geri vermeye

hakkı vardır.» sözlerinden maksatları, kiraya verilen "malın teslimidir. Çünkü kiralamada

ma'kudun-aleyh (akde konu olan şey)in elde edilmesi ancak kiraya verilen malı teslim almakla

mümkündür. O halde malın elde edilmesi, menfaatin elde edilmesi demektir.»

«Maldan faydalanmayı ortadan kaldıracak bir ayıp ilh...» Bunda esas şudur: Kiralanan malda bir

ayıp meydana gelir o malın menfaatlerine tesir ederse, -Mesela kölenin hastalanması. binanın bir

kısmının yıkılması gibi- kiracıya muhayyerlik hakkı doğar. Çünkü menfaatin her parçası akit yapılan

şeyin bütünü gibidir. O zaman kiralanan malı teslim almadan önce onda bir ayıp meydana gelirse

bu ayıp muhayyerliği doğurur. Ama eğer kiralanan malda meydana gelen ayıp menfaatlerine tesir

etmezse. kiracıya muhayyerlik hakkı sabit olmaz. Mesela hizmet için kiralanan kölenin bir gözü

sakatlansa veya saçı dökülse, binanın evde oturmaya bir zarar vermeyen bir duvarı yıkılsa, kıracı

için muhayyerlik hakkı olmaz..Çünkü burada akit mala değil, malın menfaati üzerine yapılmıştır.

Sayılan ayıplar da menfaatte değil. malın kendisinde meydana gelmiştir. Üzerinde akit yapılan

şeyden başka bir şeyde meydana gelen kusur muhayyerliği gerektirmez. İtkanî.

Zahîre'de şöyle denilir: Mal sahibi kiraya vermiş olduğu toprağın ağaçlarından birisini kesse, eğer o

toprağın kiraya verilmesindeki maksat ağaçlardan istifade ise, müşterinin fesih hakkı vardır.

«Değirmenin suyunun kesilmesi ilh...» İcarladığı değirmenin suyu kesildiği takdirde su akıncaya

kadar kira sözleşmesini feshetmezse, ondan sonra bir daha feshedemez. Ancak kesildiği müddeti

ücretten düşülür. Bu hususta bazı alimler. «suyun kesilme günlerinin hesabınca, bazı alimler de

kesilen suyun hissesi miktarınca ücret düşülür.» demişlerdir. Ama birinci görüş daha sahihtir. Zira

zahirür rivaye ona uygun düşmektedir. Çünkü İmam Muhammed Mebsût adlı eserinde şöyle

demiştir:

«Bir ay boyunca su akmasa, kiracı da ay bitene kadar kira sözleşmesini feshetmese, su akmayan

ayın ücretini vermez. Eğer akit o değirmende hem oturmak hem de un öğütmek için yapılmışsa o

zaman yalnız oturmaya has olan menfaat karşılığında ücret vermesi gerekir.» Tatarhaniye'de de

yle denilmektedir.

Bu ifadeden anlaşılıyor ki: eğer değirmenin binası un öğütmeden başka oturmaya da elverişli ise,

oturmak için akit yapılmadığı sürece ücret vermesi gerekmez.

Mebsut'dan yapılan nakilden sonra da Kudurî'den şu ifade nakledilmiştir: «Eğer değirmenin binası

un öğütmekten başka menfaati elverirse, ondan faydalandığının karşılığı olan ücreti vermesi

gerekir.» Bunun benzeri bir ifade Tebyin'den naklen metinde gelecektir.

Öyleyse suyun kesilmesi akdin feshedilmesi için bir kayıt değildir.

Eğer değirmenin suyu azalırsa, bakılır: Eğer fazlaca azalmışsa, kiracının fesih hakkı vardır, değilse

kiracının fesih hakkı yoktur.

Kudurî şöyle demiştir: «Değirmenin suyu, değirmenin kapasitesinin yansından azını öğütecek

kadar azalmışsa, bu azalma fazla azalmadır.»

Nâtifî'nin Vâkiât'ında da, «Eğer suyu azalan değirmen. öğütme kapasitesinin yarısı kadar

öğütüyorsa, kiracıya feshetme hakkı doğar.» denilmiştir. Vâkıat'taki bu ifade Kudurî'nin rivayetine

zıttır. Böyle suyu azalan değirmeni reddetmeyerek un öğütmeye devam etse, bu onun suyunun

azalmasına razı olması demektir. Sonra bir daha reddedemez.

«Yukarıda geçtiği üzere ilh...» Yani fasit icare babından hemen önce bu mesele saraheten

geçmiştir. Zira musannıf orada şöyle demiştir:



«Eğer icarlanan bina harab olursa, icare ücretinin tamamı düşer. Ama kiracı, kirayı feshetmedikçe

sözleşme yıkılma ile münfesih olmaz. Esah olan da bu kavildir.» Musannıfın. «İcare akti fesihtir»

sözü de buna delalet etmektedir. Zira bu söz, kira sözleşmesinin münfesih olmadığını ifade eder.

Biz bu meseleyi Tatarhaniye ve İtkanî'den sarih ifadeleriyle aktarmıştık.

«Tarladan sulanan kısmın ücretini verir İIh...» Bunun benzerini şarih fasit icare babından hemen

önce Vehbaniye'den naklen anlatmıştı. O ifade aynen şöyledir: «Kiralanan binanın bir kısmı çökse,

kıra ücretinden ona düşen hisse düşülür.» Şu kadar var ki, biz burada. İbni Şıhne ve diğer

alimlerden naklen yukarıdaki ifadenin Zahir-ür Rivayeye zıt olduğunu belirtmiştik.

«Velvaliciye'de ilh...» Yukarıda, şarihin Velvaliciye'den naklettiği ibare, Kitabu'l-Müzâraanın üçüncü

faslından zikredilmiştir. Orada şöyle denilmektedir: «Eğer tarlayı su hakkı ile birlikte kiralamış olsa,

suyu kesilse, ücret düşer. Çünkü artık menfaatlenmek mümkün değildir. Ama aksi olsa, yani şöyle

denilmiştir: «Su kesilmeyip de ekin suya hazır olmadığı halde tarlaya devamlı aksa, o zaman yine

kiracının ücret vermesi gerekmez. Çünkü orada menfaatlenebilecek durumda değildir. O zaman

arazi bir gasıp tarafından gasbedilmiş durumuna düşer

Tahtâvinin Hindiye'den naklen belirttiğine göre su hakkının kesilmesiyle ücret düşer. Üstadımız der

ki; O zaman su hakkının olmadığını söyleyip söylememe arasında fark olmaz. Ancak şöyle

denilebilir: Fark şudur: Kira sözleşmesi yapılırken su hakkının akde girmediği söylenirse, fesh illeti

her hangi bir şekilde tarlayı sulama imkânının olmayışıdır. Ama sulama hakkının akde girmediği

ylenmezse. su kesildiği zaman akdi feshedebilmenin illeti, o arazinin suyundan sulayamama

olur.

«Su meselesi söz konusu edilmeden kiralasa ilh...» Ben diyorum ki, caiz olup olmayan icareler

bahsinde geçtiği üzere müstecirin su ve yol hakkı mevcuttur. Biz o bahiste icare ile alışveriş akdi

arasındaki farkı belirtmiştik. O halde, her halde buradaki ifade sulamamanın açıkça anılmamış

olmasına hamledilir. Yine orada kiralanan tarlada ekin ekme imkânının olmaması ile ilgili birçok

mesele geçti. Oraya müracaat ediniz.

«Bir köyde bir hamam kiralasa ilh...» Tatarhaniye'de şöyle denilir: «Şemsü'l-Elmme Hulvânî'ye,

«Birisi bir köyde bir hamam kiralasa, halk o köyden kaçsa, kira müddeti de dolsa, ücret vermesi

gerekir mi?» diye sorulunca. «Eğer hamamdan menfaatlenemiyorsa, ücret vermesi gerekmez.»

cevabını vermiştir. Rüknü'l-İslâm Suğdî de bu soruyu herhangi bir kayda bağlamadan, «hayır»

cevabını vermiştir. Adı geçen köyden halkın bir kısmı gitse. bir kısmı kalsa, ücret vermesi gerekir.»

Zahir olan, yani yukarıdaki, «eğer menfaatlenemiyorsa» sözünden maksat, oturmakla da

menfaatlenemiyorsa. ücret yoktur demektir. Bu mesele, müddetin bitiminde farzedilir. Ama eğer

icare müddeti bitmemişse, kiracı akdi feshedebilir. Çünkü halkın göçetmesi onun menfaatine zarar

verir.

Fasit icare konusundan hemen önce, «Kiralanan hamamı su bassa menfaatlendiği miktarca

ücretini vermesi gerekir.» denilmişti.

«Kölenin hastalanması ilh...» Bezzaziye'de şöyle denilmektedir: «Birisi hizmet için bir köle kiralasa

ve köle hastalansa, bakılır: Eğer köle, sıhhatli zamanından daha az çalışıyorsa, kiracı için köleyi

reddetme muhayyerliği vardır. Eğer reddetmez ve müddet dolarsa, kiracının ücretin tamamını

vermesi lazımdır. Eğer köle hastalığından dolayı hiç çalışamıyorsa, ücret vermek gerekmez. Bu

meseleyi değirmen meselesine kıyas edersek, köle hastalığından dolayı eski yaptığının yansından

azını yapabiliyorsa kiracının akdi feshetme hakkı vardır denilmesi gerekir.»

Velvaliciye'de de şöyle denilir: «Kölenin kaçması veya hırsız olması halinde de hüküm aynıdır.

Bunlar akdi feshetmek için birer özürdür. Çünkü bunlar hizmette kusur meydana getirirler.»

Musannıfın meseleyi kölenin hastalığı ile kayıtlamaktan maksadı, kiralanan hür bir işçinin

hastalanması durumuna işarettir. İşçi eğer tuttuğu başka işçiler vasıtasıyla iş yapıyorsa onun

hakkında hastalık özür değildir. Eğer kendi başına iş yapıyorsa hastalığı, akdi fesh için özürdür.

Nitekim Bezzaziye'de de böyle denîlmektedir.

«Çevre duvarının yıkılması ilh...» Eğer çevre duvarının yıkılması oturmaya zarar veriyorsa özürdür,

oturmaya zarar vermiyorsa, kiracı icare aktini feshedemez. Nitekim biz bunu Bezzaziye'den naklen

beyan etmiş-tik.

«Un öğütme dışında başka menfaat görülürse ilh...» oturmak gibi.

«Gördüğü menfaat kadar ücret verir ilh...» Yani un öğütmenin dışında değirmen binasından ne

kadar yararlanmışsa gördüğü menfaat kadar ücret vermesi gerekir.



«Üzerinde akit yapılan şeyin bazısı mevcuttur ilh...» Musannıfın bu sözü değirmen binasından, un

öğütmenin dışındaki faydalanmanın da makudun aleyhe dahil olduğunu işaret etmektedir. Eğer

dahil olmasaydı ücret vermek gerekmezdi. Biz daha önce Tatarhûniye'den naklen bunun en esah

kavil olduğunu ve Zahi-ür Rivaye'nin de buna şahitlik ettiğini söylemiştik.

Ancak Musannıfın, «menfaat elde ettiğinde» sözü ifade ediyor ki, eğer bilfiil menfaatlenmemişse,

ücret vermesi gerekmez. Eğer bu menfaatde akdin konusuna girseydi o zaman ondan

faydalanmasa dahi ücreti vermesi gerekirdi. Konu iizerinde düşünmek gerek.

«Menfaat elde ettiğinde» sözünü, faydalanma imkânı bulma şeklinde anlamak mümkündür. O

zaman çelişki söz konusu olmaz.

Zeylaî ve diğer bazı alimlerin, «Binanın yıkılması ile kiracı feshetmedikçe kira akti münfesih olmaz.»

sözüne getirdikleri delilde: «Zira o yer, bina yıkıldıktan sonra yine meskendir. Orada çadır kurarak

da oturulabilir. O halde akit bakidir. Şu kadarı var ki. kiracının ücret vermesi gerekmez. Çünkü o

binadan faydalanma imkânı ortadan kalkmıştır» demeleri, birinci görüşün daha sahih olduğuna

delalet eder. Bu husustaki bilgi. Fasit İcare bahsinde, «Eğer arsada oturursa» bölümünde geçti.

«Maldaki ayıp ondan faydalanmayı engellemiyorsa ilh...» Nitekim biz «Kölenin gözünün birinin kör

olması, saçının dökülmesi, binanın çevre duvarının yıkılması faydalanmaya mani olmuyorsa...»

şeklinde bu meselenin örneklerini verdik.

«Kiralayan o ayıbı ortadan kaldırırsa ilh...» Yani kiralayan yıkılan binayı yeniden yapması gibi ayıbı

ortadan kaldırırsa. Kiracının muhayyerliği düşer. Hastalanan kölenin iyileşmesi gibi ayıbın

kendiliğinden ortadan kalkmasında da hüküm aynıdır.

Tatarhaniye ve diğer muteber kitaplarda şöyle denilmektedir: «İmam Muhammed, kiralanan gemi

hakkında şöyle demiştir: Gemi parçalanarak tahta haline gelse, sonra tahtalar birleştirilerek gemi

yeniden inşa edilse, gemi sahibi bu gemiyi kiracıya teslim için zorlanamaz.» Zira gemi

parçalanmakla artık gemi olmaktan çıkmıştır. Kölenin ölümü durumunda olduğu gibi kira

sözleşmesine konu olan şey ortada kalmamıştır. Binanın yıkılması ise bunun aksinedir. Zira bina

yıkılsa bile yine onun arsasından faydalanmak mümkündür.» Teemmül et.

«O ayıplı maldan faydalanırsa ilh...» Yani kiracı ayıp hasıl olan maldan faydalanırsa. Zeylaî, «Zira

kiracı, ayıplı malı kullanmakla onun ayıbına razı olmuştur. O zaman alım satım akdinde olduğu gibi

kira bedelinin hepsini vermesi lazımdır.» demiştir.

«Muhayyerliğin sebebi ortadan kalkmıştır ilh...» Musannıf.'n. «Veya kiralayan ayıbı izale ederse»

sözünün illetidir. Zira kiralamada sözleşme an bean yenilenmektedir. Dolayısıyla mal sahibinin.

ayıbı gidermesinden sonra ayıp kalmamaktadır. O halde muhayyerlik hakkı da düşmektedir. Zeylaî.

«Çamurlamak ilh...» Yani damının üzerini çamurlamak. Nitekim Velvaliciye'de de bu tabir geçmiştir.

Zira damın çamurlanmaması oturmayı ihlâl eder. Ama iç duvarları sıvamamak yle değildir.

SU KUYUSUNU -KANALI VE TUVALETİ ONARMAK BİNA SAHİBINE- İÇİNDEKİ KÜL VE TOPRAĞI

ÇIKARMAK KİRACIYA AİTTİR

«Su kuyusunu İlh...» Bu mesele her yöyle önceki meselenin aynıdır. Dolayısıyla ayrı bir mesele

halinde zikredilmesine gerek yoktu.

Su kuyusu dolduğu takdirde, onu temizlemek yine mal sahibine aittir. Ama bunun için zorlanamaz.

«Zira üzerine akit yapılan şey oturma menfaatidir. Yerin altının başka şeyle meşgul olması, oturmak

yönünden binanın dışından faydalanmaya mâni değildir. Bundan dolayı kuyu dolu olduğu halde

oturmuş olsa, ücretin hepsini vermesi lazımdır. Ancak kiracı, sözleşmeyi iptal hakkına sahiptir. Zira

sözleşmeye konu olan şey ayıplanmıştır» Velvâlicîye.

«Kanalını ve tuvaleti ilh...» Bu söz suyu atıftır. Yani lağım çukuru demektir. Bezzâziye'de de lağım

çukurunu ve su kuyusunu onarmak ma! .sahibîne aittir...» denilmektedir.

Lağım çukuru ve tuvalet dolduğu takdirde, buraları temizlemek de mal sahibine aittir. Minah'da

yle denilmektedir. Hâmidiyye'de Feteva-yı Hayriyye de de bu kaville fetva verilmiştir. Feteva-yı

Hayriyye sahibi bunu birçok kitaptan da nakletmiştir.

Velvaliciyye de de, «Tuvalet ve lağım çukuru dolduğu takdirde bunları temizlemek istihsanen

kiracıya ait değildir. Kıyasa gelince buralar, kiracı tarafından doldurulduğu için onun temizlemesi

gerekir. İstihsanın illeti şudur: Lağım çukuru ve benzerleri yerin altında olur. Onun için icare akti

bittikten sonra, binayı mal sahibine teslim etmeye mani değildir. Eğer bina sahibi binasını kiraya

verdiği zaman. lağım çukuru ve benzerleri olduğu takdirde temizlemeyi kiracıya şart koşarsa,



istihsanen o şart caiz değildir ve akti ifsad eder. Çünkü bu şart akdin gereği değildir ve onda

ikisinden birisine menfaat vardır.» denilmiştir.

Bezzâziye'de ise şöyle denilir: «Kiraya verilen hamamın akıntı kanalları dolarsa. onlar ister açıkta

olsun ister gizli temizlemek kiracıya aittir.

Yine Bezzâziye'de, «Hamama gelecek suyun yollarını ve akıntı kanallarını temizlemek kiracıya aittir.

Eğer hamam sahibi külün ve yakacağın taşınmasını kiracıya şart koşarsa, o şart, sözleşmeyi ifsad

etmez. Ama eğer kiracı bunların taşınmasını hamam sahibine şart koşarsa, akit fasit olur»

denilmiştir. Düşün.

Herhalde Bezzâziye'deki hükümler ya kıyas veya örf üzerine bina edilmiştir. Çünkü Bezzaziye'de.

«Değirmeni kiraya verirken su yolunun açılmasını kiracıya şart koşmak meselesinde örfe itibar

edilir» denilmiş-tir.

Yine Bezzâziye'de, «Kiracı binadan çıksa ve binada toprak ve kül olsa. bunları atmak kiracının

vazifesidir. Lağım çukuru ise böyle değildir. Yanı kiracı binadan çıktığı zaman lağım çukuru

dolmuşsa, bunu temizlemek mal sahibine aittir. Eğer kiralayan ile kiracı binadaki temiz toprağı

kimin koyduğunda ihtilaf etseler ve kiracı «Ben geldiğim zaman bu toprak burada idi.» derse, onun

sözü kabul edilir» denilmiştir.

«Bir adam mülkünü tamir etmesî için zorlanamaz ilh...» Hamevî şöyle demiştir: «Bu talilden

anlaşılıyor ki, bina eğer vakıf ise vakıf nazırı, vakıf malını tamire zorlanır,» Tahtavî.

«Teberru etmiş sayılır ilh...» Yani yukarıda sayılan şeyleri kiracı kendisi yaparsa, kira ücretinden

düşmez. Fakat kıracının binada yaptığı ilave ve tamiri söküp sökmeyeceği konusuna metinde temas

edilmemiştir. Bu konuda tafsilat vardır:

Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilmektedir: Kiracı, kiralayanın emri olmadan binaya bir ek yapsa,

sonra da kira sözleşmesi feshedilse veya kira süresi dolmuş olsa bakılır: Eğer yapılan ek, binanın

toprağından olan kerpiçten yapılmışsa, kiracı yaptığı eki kaldırır ve alır. O toprağın kıymetini binâ

sahibine öder. Eğer o eki çamurdan yapmışsa, sökmez. Zira sökerse, yine toprak olmuş olur.»

Bunun hülasası şudur: Eğer binâya yapılan ek söküldüğünde zayi olmayıp mal olarak kalan

nesnelerden yapılmışsa, o zaman ek sökülür. Yok eğer söküldüğü takdirde mal olarak kalmayacak

nesneden yapılmışsa, sökülmez. Bunun üzerine birçok mesele binâ edilir. Sayıhâni.

«İki binayı birden terkedebilir ilh...» Bezzaziye'nin ibaresi ise şöyledir: «Kiracı diğer binayı da

terkeder. Çünkü pazarlık ayrı ayrıdır.»

«Eşbah'ın haşiyesinde ilh...» Ebussuud. Eşbah'ın haşiyesinde şöyle demiştir: «Kira sözleşmesinin

feshi Ziyadat'daki ifadeye göre ancak hakimin hükmü ile olur. Hatta kiralayan dükkânını kira

sözleşmesinin feshine hüküm verilmezden evvel satsa, bu satışı caiz değildir. Mebsut'un rivayetine

göre ise, kira sözleşmesinin feshi, hakimin hükmüne muhtaç değildir. O halde dükkanını kiraya

veren kişinin kira sözleşmesi dolmadan ve hakim kiralamayı feshetmeden bu dükkânı satması

geçerlidir. Birinci rivayet daha sahihtir. Çünkü kira sözleşmesinin feshi hususunda ihtilaf edilmiştir.

O zaman o, hibeden rücû gibi hakimin hükmüne bağlı kalır.

Velvalicî de. «Zikredilen sadece borçtadır. Ama diğer özürlere gelince; özrü olan taraf, hakimin

hükmüne ihtiyaç kalmadan kira sözleşmesini feshedebilir. Sahih olanı da budur. Alimlerden

bazıları, iki rivayet arasında şöyle bir ayırım yapmışlardır: Eğer, kiralanan malın özrü açıksa, kira

aktinin feshi için hakimin hükmüne ihtiyaç yoktur. Ama özür açık değilse -kişinin ikrarı ile sabit

olan borç gibi- hakimin hükmüne ihtiyaç vardır. Zira hakimin hükmü ile özür zahir olur. Kâdîhan ve

Mahbubî de: «İki rivayet arasındaki bu ayırım ile hükmetmek en sahihidir.» demişlerdir. Kâdîhan ve

Mahbubî'nin kavillerini, Şeyh Şerafeddin de, «O ayırımla iki rivayetle de amel edilmektedir. O halde

uygun olan buna itimad etmektir.» sözüyle kuvvetlendirmiştir. Allâme Kâsım'da Tashih'inde de

şöyle der: «Kâdîhan'ın sahih gördüğü birşey diğer alimlerin sahih gördüklerine takdim ve tercih

edilir. Çünkü Kâdîhan, fakihu'l-nefs tir.»

Bu izahla anlamış olmaktadır ki, şârihin, babın evvelindeki «Kira sözleşmesi kimin hükmü veya

tarafların rızası ile feshedilir.» sözü uygun bir söz değildir. Üstelik bu şart, görme muhayyerliğinde

de tarafların rızasını ve hakimin hükmünün şart olduğu gibi bir intibâ vermektedir. Zaten biz bu

husustaki sözü, Kuhistanî'den nakletmiştik. Dikkatli ol.

METİN

Akit baki kaldığı takdirde, akit sebebiyle ücrete müstehak olunmayacak bir özür yüzünden kira

sözleşmesi feshedilir. Meselâ diş çekmesi için kiralanan bir adamın akdi, dişin ağrısının dinmesi



halinde; düğün yemeği için kiralanan ahçının akdi gelinin ölmesi veya hulu yoluyla kocasından

ayrılması halinde feshedilir.

Kiralayan herkes tarafından bilinen veya delili ile sabit olan yada ikrarı ile bilinen bir borcu olur ve

kendisinin kiraya verdiği maldan başka bir malı bulunmazsa yine kira sözleşmesini fesheder.

Çünkü kiralayan, borcu ödemesi için hapsedilir ve zarar görür. Apaçık, peşin verilen kira

sözleşmesi, kiraya verilen malın kıymeti kadar varsa o zaman feshedemez. Eşbah.

Bir dükkânı, ticaret yapmak için veya terzi olmakla beraber iğnesiyle değil, malıyla çalışmak üzere

kiralayan kimse iflas ettiği takdirde kira sözleşmesinin feshedebilir.

Bir kimse dikiş dikmesi için bir köle kiralasa. sonra da işini bıraksa o kölenin kira sözleşmesini

feshedebilir.

Sefer için bir hayvan kiralayan kişi, görüş değiştirip seferden vazgeçerse, akdi feshedilir. Eğer

görüşünü yolun yarısında değiştirirse gittiği yol ile kalan kısmı kolaylık ve zorluk bakımından eşit

ise, ücretin yarısını verir. Eğer kolaylık ve zorluk bakımından eşit değilse, o zaman da ne kadar yol

gitmişse, gittiği kadarının ücretini verir. Şerh-i Vehbaniye ve Haniye.

Ama yukarıdakinin aksine hayvanını kiraya veren, görüşünü değiştirirse kira sözleşmesini

feshedemez. Zira onun. ücretli bir adam tutarak. kendi yerine hayvanla onu gönderme imkânı vardır.

Mülteka'da şöyle denilir: «Asl'ın değil, Kerhî'nin rivayetine göre kervancı hastalansa akdi fesh için o

da özürdür.»

Bana göre, fetva Kerhi'nin rivayeti ile verilir.

Mülteka sahibi daha sonra şöyle demektedir: «Adam terzilik yapmak üzere bir dükkân kiralasa,

sonra başka bir iş yapmak için terziliği bıraksa bu bir özürdür, kira sözleşmesini feshedebilir. Ay

şekilde adam bir akar kiralasa, sonra da yolculuğa çıkmak istese yine akti feshedebilir.»

Kuhistanî. «Oturmak üzere ev kiralayan kimsenin yolculuğa çıkmak istemesi kirayı iptal için

özürdür. Ama ev sahibinin yolculuğa çıkması kirayı iptal için özür sayılmaz. Eğer sefere çıkma

konusunda kiralayan ile kiracı anlaşmazlığa düşseler. kiracının sözü kabul edilir. Ama yolculuğa

çıkmaya kararlı olduğuna yemin eder.» demiştir.

Velvaliciye'de de şöyle denilmektedir: «Kiracının iflas etmesi bile işini değiştirmesi de akdi

feshetmesi için özürdür. Zira artık o işi orada yapması mümkün değildir.

Eşbah'ta da şöyle denilir: «Kervancının kiraya verdiği hayvanla birlikte gitmesi veya bir adamını

göndermesi lazım değildir. Hayvanı teslim edince, kıracının ücreti vermesi gerekir.»

Terzilik yapması için bir köleyi kiralayan kimse, sarraflık yapmak üzere terziliği terkederse köle

sahibiyle yaptığı akdi feshedemez. Zira dükkânının bir tarafında terzilik, bir tarafında da sarraflık

yapmak imkânı vardır. Mal sahibinin kiraya verdiği malı satması da borçlanmadıkça özür sayılmaz.

Bu satış kiralama süresinin bitimine kadar durdurulur. Beğenilen görüş de budur. Ancak hakim,

kiralanan malın satışına hükmederse bu satış hemen uygulanır. Bu bahsin tamamı Vehbâniye

şerhinde vardır.

Vehbâniye şerhinde Haniye'ye nisbetle şöyle denilmektedir: «Mal sahibi, kiraya verdiği malı satsa.

kiracı o satışı iptal edemez. Doğru olan budur. Ama rehin, rehin verdiği nesneyi satsa, kiracının o

satışı iptal hakkı vardır.

İZAH

«Özür ilh...» Burada özür, kira sözleşmesindeki özürdür. Özürsüz olarak kira sözleşmesi

feshedilemez. Ancak kiralama, nesnenin istihlâkı üzerine yapılırsa o zaman özürsüz de feshedilir.

Mesela bir kimse birisini yazı yazması için kiralasa, yazılacak kağıtları da verse, özürsüz olarak

feshedebilir. Bunun aslı Muzâraa Bahsinde ki, «Zirai ortaklıkda akdi ortakçı değil tohum sahibi

feshedebilir» meselesidir. Eşbah.

Ebussuud, Eşbah haşiyesinde Biri'den naklen şöyle der: «Velhasıl üzerine akit yapılan maldan

müstecir nefsi veya malı açısından bir zarara uğramadan faydalanamıyorsa o zaman kira

sözleşmesini iptal edebilir.

BİNANIN CİNLER TARAFINDAN TAŞLANMASI FESİH İÇİN ÖZÜR MÜDÜR?

Birî şöyle der: «Bu genel kaideden şu çıkarılır: Binalarda çokça vâkî olan ve cinler tarafından

yapıldığı söylenen taşlama, kira sözleşmesinin iptali için özürdür...»

Ben derim ki: Birî'nin ifadesinden anlaşılıyor ki eğer taşlama bizzat bina için olursa özürdür. Ama



eğer bir özellikle bir kişi taşlanıyorsa, bu taşlama kira sözleşmesinin iptali için özür değildir. Bana

arkadaşlarımdan birisi anlattı: «Hanımının akrabaları, annesine büyü yaptırmışlar. Evi-ne her

girişinde ev taşlanır. çıktığı zaman da taşlama kesilirmiş

MÜSTECİRİN FÂSIKLlĞI FESİH İÇİN ÖZÜR DEĞİLDİR

ÇOK VAKİ OLAN BIR MESELE: Lisanü'l-Hükkâm'da şöyle denilmektedir: «Müstecir kiraladığı

binada açıktan açığa içki, zina, faiz ve livata gibi kötü şeyler yapsa kendisine emr-i bil-maruf yapılır.

Mal sahibi veya komşuları onu evden çıkarmazlar. Kiracının bu günahları işlemesi kira

sözleşmesini fesih için özür sayılmaz. Bu meselede dört mezheb imamı arasında bir ihtilaf yoktur.»

Cevahir'de de şöyle denilmektedir: «Sultan, fasık müstecirin çıkarılmasını uygun görürse, çıkarır.»

Biz İs'af'dan şunu nakletmiştik: «Kiracının vakıfın malına el koymasından korkulursa, Kadı o kira

sözleşmesini fesheder ve vakıf malını kiracının elinden alır.»

«Dişin ağrısının durması ilh...» Musannıfın diş ağrısının durması, gelinin ölmesi ve hulu yoluyla

ayrılması ile kayıtlamasından anlaşıyor ki, bunlar olmadan akit feshedilmez.

Hamevî: «Mebsut'ta şöyle bir ibarenin olduğunu söyler -«Bir adamı elini kesip yemesi veya binasını

yıkması için kiralasa, sonra da ondan caysa, o cayması kira sözleşmesinin feshi için özür olur. Zira

aktin ikbasında bedeninden veya malından bir şeyin telef edilmesi söz konusudur.» Mebsut'taki bu

ibare sarahaten bildiriyor ki, birisini dişini çekmesi için kiralayan kimse, ağrısı durmasa dahi kira

sözleşmesini feshedebilir.»

Ben derim ki: Camiü'l-Fusuleyn'de. «Malın noksanlığına veya telefine sebeb olan her fiil, kira

sözleşmesinin feshi için özürdür. Meselâ bir adam, elbise dikmesi, kumaşı temizlemesi veya

biçmesi veya bir bina yapması veya tarlasını ekmesi için birisini kiralasa, sonra da pişman olsa,

kira sözleşmesini iptal hakkı vardır.» denilmiştir.

Gayetü'l-Beyân'da Kerhî'den naklen şu ilâve yer almıştır: «Ustura veya boynuzla kan alması veya

dişini çekmesi için birisini kiralarsa, sonra da bunları yaptırmaktan vazgeçse, kira sözleşmesini

iptal etme hakkına sahiptir. Zira bunların hepsinde malı istihlâk etme, bir sorumluluğa girme veya

bir zarar vardır.»

Ben Şurunbulalî'nin de bizim dediğimiz gibi dediğini gördüm. Şurunbulalî şöyle der: «Ben yukarıda

sayılan meseleleri Halaç yoluyla boşanma hariç gördüm. Ancak orada zikredilenler hulû

meselesinde de fesih caiz olduğunu ifade etmektedir.»

Ben derim ki: Câmi'in şarihleri şöyle demişlerdir: «Şafii'ye, «Bir adam. dişini çekmesi için veya

düğün yemeği yapması için birisini kiralarsa, sonra da ağrı geçse veya gelin ölse, ne olacak? Ne

dersin?» denilse, görüşünden dönmek zorunda kalacaktır. Bu beyanattan anlaşılmaktadır ki;

burada ağrının kesilmesi veya gelinin ölmesi kayıtları ilzamın ziyadesi için zikredilmiştir. O halde,

bu kaydın mefhumu yoktur ki onunla amel edilsin. Dikkatli ol.»

«Bir borç sebebiyle ilh...» Musannıf burada, «borç» kelimesini mutlak bir şekilde ifade etmiştir. O

halde borcun azına da, çoğuna da şâmil olur. Nitekim Birî'nin şerhinde de Cevamiü'l-Fıkıh'tan

naklen böyle denilmektedir.

Borç nedeniyle kira sözleşmesi iptal edildiği takdirde, satılan malın parasından önce kiracının

peşin olarak ödemiş olduğu kira ücreti ödenir. Ondan artakalan da alacaklılara verilir. Ama eğer

onun kıymeti. ancak kiracının borcunu karşılarsa. Ziyadat'da belirtildiği üzere kira sözleşmesi iptal

edilmez.

Bezzâziye'de, «Bir dirhem. zarar verici bir borçtur. Bununla kira sözleşmesi iptal edilir. Ama bir

dirhemden az olursa onunla kira sözleşmesi iptal edilmez» denilmiştir.

Velvâliciyye'de de şöyle denilir: «Mal sahibi kiraya verdiği binadaki kira sözleşmesini bozarak onu

fakir olduğundan dolayı kendisi ve ailesinin nafakası için satmak istese. bunu yapabilir.

Serahsi'nin Ziyadat şerhinde ise şöyle denilmektedir: «Hakim kira sözleşmesini iptal eder. Sonra da

sahibi malını satar. Muhtar olan, kiralamanın satış akdinin geçerliliğine hükmedilmesinin zımnında

kendiliğinden münfesih olur.» Ebussuud, Eşbah Şerhî.

Hülâsa'da, «Kira sözleşmesinin nafaka için iptali hususunda iki görüş nakledilmiştir. Birinci görüş,

«feshedilir» kavlidir ki, bu, Ebülleys Semerkandî'den rivayet edilmiştir. İkinci görüş ise, «Nafaka

için kira sözleşmesi iptal edilmez.» görüşüdür. Bu da Zahirüddin'den nakledilmiştir.»

«Herkes tarafından bilinen veya kendi beyanı ilh...» Anlaşıldığına göre bu iki kayıttan birisinin

zikredilmesi diğerine ihtiyaç bırakmaz. İkrardan murad da, icare aktinden evvelki ikrardır. Aksi



halde kendisini aşan başkasını ilgilendiren bir hüccet olması lazım gelir. Molla Miskîn.

Şârihin sözündeki birinci, yâni «İki kayıttan birisinin zikredilmesi diğerine ihtiyaç bırakmaz.»

İtirazının define işaret vardır. Çünkü insanlar tarafından bilinmesinden maksat halkın müşahedesi,

beyandan maksat ise delil göstermesidir.

İkinci, yani, «İkrardan murad da icare aktinden evvelki ikrardır.» İtirazı da fukahanın İmam Ebû

Hanife adına Sahibeyne verdikleri cevabın istidlallerindeki sözlerine ters düşer. Sahibeyn'in görüşü

şudur: «Kiralayanın borçlu olduğunu ikrar etmesi, kiracıya zarar verir.» Fukahanın Ebû Hanife

adına istidlâllerindeki sözleri ise, şudur: «İkrar, mukırrın zimmetine aittir. Dolayısıyla ikrarda hiç

kimse için bir hak yoktur. O halde mukırrın ikrarı önce sahih olur. Sonra da başkasına geçer.

Ben Gayetü'l-Beyân'da Tahtavî'nin şerhinden naklen açıkça, borç ile ikrar'ın icare aktinden sonra

olduğunu gördüm. Bu da bizim yukarıda söylediğimizi teyid etmektedir.

FER'İ BİR MESELE: Adam bir binayı kiraya verdikten sonra o binanın başkasına ait olduğunu ikrar

etse, bu ikrarı kiracı hakkında değil. kendisi hakkında sahihtir. Kira müddeti bittiği zaman o binanın

ikrar olunan kimsenin olduğuna hükmedilir. Velvaliciye.

«Hapsedilir ilh...» Yani onun başka bir malının olmadığı konusunda tasdik edilmemesine itibarla

hapsedilir. İbnî Kemal.

«İcare ücreti malın kıymeti kadar varsa ilh...» Yani icâre verilen malın kıymeti, müstecirin ödem

olduğu peşin ücretten fazla olmazsa. Bu ifade Ziyâdât'ta sarahaten zikredilmiştir. Buna göre

Hanutî'nin, «Bu icarenin feshi konusunda güzel bir kayıttır ama garibdir. Ben onu hiçbir yerde

görmedim.» sözü kabul edilmez. Bunu Ebussuud ifade etmiştir.

«Dükkân kiralayan iflas ettiği takdirde ilh...» Piyasada işler iyi gitmezse ve bu yüzden ticâret imkâ

bulamasa yine icare aktini feshedebilir. Hindîyye.

Münye'de ise: «Kesat özür değildir.» denilmektedir.

Münye'nin bu sözünün kesadın bir çeşidine hamledilmesi mümkündür. Sayıhanî.

Fakat adamın aynı işi yapmak üzere daha geniş ve ucuz olduğu için başka yere taşımak istemesi

özür değildir. Ama başka bir iş yapmak üzere başka bir dükkâna taşımak isterse, Suğra'da

denildiğine göre bu bir özürdür.

Asl'ın Fetevasında da şöyle denilmektedir: «Eğer ikinci dükkânın sahibi dükkânı onun için

hazırlamışsa, özür olmaz. Yok eğer hazırlamamışsa, evet özür olur.» Tatarhaniye.

İflas herhangi bir kayıt için zikredilmemiştir. İleride gelecektir.

«İğnesiyle değil ilh...» Zira iğnesiyle çalışırsa, o zaman onun sermayesi iğnesi ile makasıdır. O

zaman ücretle de çalışabilir. Onun için hakkında özür tahakkuk etmez. Ancak, halk katında hiyaneti

ortaya çıkarsa ve ona kumaş teslimine mani olurlarsa o zaman bu fesih için özür olur.

«Seferden vazgeçerse ilh... » Hülâsa'da şöyle denilir: «Eğer müstecir bir deve satın alırsa, bu özür

olur.»

Ama oturmak üzere bir bina "kiralayan kimse bir ev satın alsa, kendi evini taşımak için icare aktini

feshedemez. Aradaki fark şudur: Binanın herkese kiralanması mümkündür. Hayvanı kiralamaksa

mümkün değildir. Çünkü binmek binenlerin binmeleriyle değişir. Ama evde oturmak, oturanların

kullanma şekliyle değişmez. Bezzaziye.

«Kervancının görüşü değişirse ilh...» Yani özür olacak açık bir sebeb olmadan. Meselâ adamın

daha fazla ücret verecek bir kiracı bulması gibi bir sebepten görüşünün değişmesi gibi. Şarih

ileride, «Eğer kervancı yolda ölürse...» meselesini zikredecektir.

«Ben derim ki fetva birinci görüşe göredir. ilh...» Mülteka sahibi bu meseleyi şerhinde

Kuhistanî'den nakletmiş ve «Musannıfa göre bu muhtardır. Çünkü musannıf onu Asl'ın rivayetinden

önce zikretmiştir. Nitekim musannıfın adeti muhtar olanı muhtar olmayandan öne almaktır.»

demiştir.

«Özürdür ilh...» Bezzaziye'de de böyle mutlak zikredilmiş sonra da Muhit'ten az önce verdiğimiz

tafsilâtı nakletmiştir. İleride Velvaliciye'den de nakledecektir.

İŞİ ASLINDAN TERKETMEK ÖZÜRDÜR

Yukarıda zikredilmeyen bir şey kaldı. O da şudur: Yukarıdaki tafsilatla birlikte fukahanın «Başka bir

iş yapmak üzere terziliği terketse...» kavli ifade ediyor ki, adam dükkânda yaptığı işi aslından

terkederse, bu fesih için özür olur. Haniye'deki şu ifade de buna delalet eder.



«Ekin ekmek için bir tarla kiralasa, sonra kiracı çiftçiliği tamamen terketse, bu terki kıra

sözleşmesini fesih için özür olur.»

Zaten yukarıda da bildirildiği üzere dükkân meselesinde, «iflâs» kelimesi bir kayıt değildir. Remlî de

haşiyesinde böyle ifade etmiş ve görüşüne. Cevahirü'l-Feteva'daki şu sözü şahit tutmuştur: «Adam

bir seneliğine bir hamam kiralasa, hamamdan verdiği ücreti bile çıkaracak kadar bir gelir elde

edemese, bu sebeble hamamı sahibine teslim etmeyi istese eğer hamamı çalıştırmıyorsa,

reddedebilir. Bunun hîlesi de işi terketmesidir ilh...» Oraya müracaat ediniz.

Bana göre; hamamı kiralayan adam, aşağıda gelecek olan sefer meselesinde olduğu gibi hamamın

çalışmadığına dair yemin etmelidir.

SEFERE ÇIKMAYI İSTEMEK VEYA ŞEHİRDEN TAŞINMAK ÖZÜRDÜR

«Yolculuğa çıkmak istese ilh...» 0 şehirden başka bir yere taşınmak da akarın icare aktini bozmak

için özürdür. Çünkü akardan faydalanmak ancak başında durmakla mümkündür. Başında

durmadıkça ondan zarar etmiş olur. Zarar da fesih sebeblerindendir. Câmiü'l-Fetevâ ve diğer

muteber kitaplar. Kınyede bunun benzeri olan şu ifadeler vardır:

«Yukarıda anlatılanlardan anlaşılıyor ki, bir köylü, kışın bir ev kiralasa, yaz gelince köyüne gitmek

istese veya bir şehirli bir ev kiralasa. yaz gelince bir yazlığa taşınmak istese, her ikisi de kira

sözleşmesini feshedebilirler. Bunun için iki şehir arasında sefer mesafesinin bulunması da şart

değildir. »

Bezzaziye'de de şöyle denilir: «Adam bir köyde tarla kiralasa, kendisi de başka bir köyde otursa,

eğer iki köy arasında sefer mesafesi kadar bir mesafe varsa bu fesih için özürdür. Eğer aralarındaki

mesafe o kadar yoksa, özür değildir.»

«İhtilâf etseler ilh...» «Yemin eder» sözü. bu husustaki birkaç kavilden birisidir. Kerhî ve Kudurî de

bu kavle meyletmişlerdir. Bundan başka «Onun sefere gidip gitmeyeceği hususu arkadaşlarından

sorulur, kıyafet ve elbiselerine göre hükmedilir.» «Makbul olan söz, seferi inkâr edenin sözüdür»

şeklinde de görüşler vardır.

«Yemin eder ilh...» «Yemin eder» sözü, bu husustaki birkaç kavilden birisidir. Kerhî ve Kudurî de

bu kavle meyletmişlerdir. Bundan başka «Onun sefere gidip gitmeyeceği hususu arkadaşlarından

sorulur, kıyafet ve elbiselerine göre hükmediIir.» «Makbul olan söz, seferi inkâr edenin sözüdür»

şeklinde de görüşler vardır.

Hülâsa'da şöyle denilir: «Kiracı kira sözleşmesini fesih ettikten sonra sefere çıksa sonra da dönse

ve fikir değiştirdim artık gitmeyeceğim» dese, hasmı ise onun yalancı olduğunu iddia etse Akdi

feshettikten sonra sefere çıktığında samimi olduğuna dair yemin ettirilir.

«Eşbah'ta ilh...» Eşbah'taki ifadeyi Velvâliciyye sahibi de Haherzade' den naklettikten sonra şöyle

demiştir: «İmam Muhammed kitap'ta şöyle der: «Kiralayana, hayvanı ile birlikte bir adam

göndermesi emredilir. Zira mal sahibinin vazifesi kiracının hayvanı almasına imkân hazırlamaktır. O

da mevcuttur. O halde ister binsin, ister bînmesin ücret vermesi gerekir.

«Mal sahibinin vazifesi kiracının hayvanı almasına imkân hazırlamaktır.» Kavli birinci görüşün

illetidir. Nitekim bu açıktır. Bu ifadenin zahiri: Birinci görüşün İmam Muhammed'in görüşüne tercih

edilmesi gereğini işaret eder. İşte bundan dolayı Eşbah'ta yalnız birinci kavil zikredilmiştir.

«Köleyi icarlayan kimse sarraflık yapmak üzere terziliği bırakırsa bu kervancı meselesinin aksinedir

ilh...» Eğer musannıf bunun yerine, «Terzi terzilik için bir köle kiralasa ve sarraflık yapmak üzere

terziliği bıraksa bunun hükmü yukarıdaki meselenin hilafınadır, icare aktini feshedemez.» deseydi

daha açık olurdu. T.

«Çünkü aynı anda ikisini de yapabilir ilh...» Yani dükkânın bir tarafında kendisi sarraflık yapar öbür

tarafında köle terzilik yapar.

«Yukarıdaki meselenin hilafına ilh...» Yani kiracının izni olmadan satsa.

Bezzaziye'de şöyle denilmektedir: «Kiracı kiraladığı nesneyi satması için mal sahibine izin verse, ve

mal sahibi satsa kıra sözleşmesi bu satışla iptal edilmiş olur. Daha sonra da müşteri maalı,

alış-veriş akdini fesh sayılmayan bir yolla geri verse kira sözleşmesi avdet etmez. Ama eğer alış

veriş akdini fesh sayılan bir yolla malı geri verse kira sözleşmesi avdet eder. Fetva bu kaville

verilir.»

Musannıfın burada «alım satım akdi» ile kaydetmesi, Tatarhaniye' deki Muhit'den nakledilen şu

ifadeden dolayıdır. «Birisi bir şey satın alsa, ve o malı birisine kiraya verse, daha sonra da o malın



ayıplı olduğunu farketse malı satıcıya geri verip icareyi de fesheder.»

«Hakimin hükmü nafizdir ilh...» Zira İmam Ebû Yusuf'a göre icare verilen malın satılması caizdir.

Bezzaziye.

Ben derim ki: İcardaki malın satışıyla ilgili hakim hükmü zamanımız hakimlerine mahsus değildir.

«Mürtehin feshedebilir ilh...» Şurunbulalî Vehbaniye şerhinde şöyle der: «Muhtar olan; rehin verilen

malın satışının mürtehinin icazetine bağlı olmasıdır. Fetva da icare veya rehin verilen malların

satışının sahih olduğu ancak o anda geçerli olmayışı üzerinedir. Sahih olan kavle göre rehin olan

ile kiracı mal sahibi veya rehin tarafından satılan malın satışının feshine malık değillerdir. Müftabih

olan budur. Müşteri aldığı malın rehin veya kirada olduğunu bilirse, İmam Ebû Hanife ile İmam

Muhammed'e göre, satış akdini bozabilir. İmam Ebû Yusuf'a göre ise bozamaz. Alimler İmam Ebû

Yusuf'un görüşünü benimsemişlerdir.» Rahmetî.

METİN

Eğer kişi akdi kendisi için yapmışsa âkitlerden birisinin ölümüyle, feshe ihtiyaç olmadan,

kendiliğinden münfesih olur. Ama âkidin delirmesiyle akit münfesih olmaz. Ancak kiralayanın

mesela Mekke yolunda ölmesi durumunda oduğu gibi yolda ölür ve orada hâkim bulunmazsa kira

sözleşmesi zarurete binaen münfesih olmaz. Mekke'ye kadar baki kalır. Mekke'ye varıldığında

Kadı'ya müracaat edilir ve Kadı uygun olan ne ise onu yapar. Eğer kiracı emin ise, Kadı hayvanı ona

yeniden kiraya verir veya hayvanı değeriyle satar. Kiracı gidiş geliş ücretini verdiğine dair delil

getirirse, kadı dönüş ücretini iade eder. Bu meselede hasımsız olarak beyyine kabul edilir. Çünkü

adam elindeki malın kıymetinin bir miktarını almak istemektedir. Eşbah.

Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Adam bir evi. bir hamamı veya bir tarlayı bir aylığına kiralasa ve iki

ay oturmuş olsa ikinci ayın ücretini vermesi lazım mıdır? Bakılır: Eğer kiraladığı ev, hamam veya

arazi kira için hazırlanmışsa evet, ikinci ayin ücretini vermesi gerekir. Yok eğer kira için

hazırlanmamışsa gerekmez. Fetvâ da bu kaville verilir.»

Ben derim ki: Vakıf ve yetim malı da yledir. Yine adam bir seneliğine kiraladığı yerde daha fazla

otursa ve mâlik ücret taleb edince kiracı sussa müddetin bitiminden sonraki miktarda ücreti

vermesi lazımdır.

Kiracı malik öldükten sonra oturmaya devam ederse, ücret vermesi gerekir mi? Bazı alimlere göre

gerekir. Çünkü kiralama devam etmektedir. Bazı alimlere göre ise bu da birinci mesele gibidir.

Mal, kira için hazırlanmış da olsa varis evin boşaltılmasının veya ikinci bir ücreti taleb etmedikçe

önceki akdin münfesih olmaması gerekir. Zira bu ihtilaflı bir meseledir. Bu durumda ecr-i misil mi,

yoksa akit esnasında konuşulan ücreti mi verecektir? Kınye'nin zahirine göre ecr-i misil vermesi

lazımdır. Bu bahsin tamamı Vehbaniye şerhinde mevcuttur.

Münye'de şöyle denilir: «Kiralayan veya kiracı ölse, kiralanan tarladaki ekinde daha yeşil olsa akit

hasata kadar ecr-i müsemma ite devam eder. Kira süresi dolduktan sonra ise tarladaki ekin hasat

edilene kadar akit ecr-i misille devam eder.

Camiü'l-Fusuleyn'de ise şöyle denilmektedir: «Eğer varis yetişkin olur ve hem o hem de kiracı razı

olursa kiralamanın devamı caizdir.

Yani, kiralamanın bekasına rıza göstermek, yeniden bir akit yapmak demek olur. Zira kira

sözleşmesi teati ile de caizdir.

Eşbah'ın haşiyesinde şöyle denilmektedir: Eğer akit sahihse kiracı, mürtehin ve müşteri ma

almakla diğer alacaklılardan daha layıktırlar. Ama eğer fasit ise, diğer alacaklılarla eşittirler.» Bu

öğrenilsin.

Akit eğer bir malı kiraya vermesi için vekâlet verilen vekil gibi kira sözleşmesini başkası adına

yapmışsa, onun ölümü ile kira sözleşmesi münfesih olmaz. Ama bu mülkü kiralamaya vekil olan

kişi ölünce, kiralama bâtıl olur. Çünkü bir şeyi kiralamaya vekâlet, menfaatleri satın almak için vekil

olan kimse gibidir. Bu durumda evvela kendisi için kiralamış sonra da müvekkiline kiraya vermiş

olmaktadır. İşte bizim, «Bir şeyi kiralamaya vekil olan kimse, mâlik gibidir» sözümüzün manâsı

bu-dur. Musannıf Zahîre'den böyle nakletmiştir.

Ben diyorum ki: Bu ifadenin benzeri Şerhü'l-mecma. Bezzaziye ve İmadiye'de de vardır. Musannıf

bunları naklettikten sonra şöyle demektedir. Bu yukarıda Zahire'den naklettiğim; imam Kerhî'nin

«Mülk evvela vekile sabit olur, sonra müvekkile intikâl eder.» sözüne binaen doğru '' olur. Ama Ebû

Tahir'in dediği «Mülkiyet başlangıçta mütevekkile için olur.»sözüne göre doğru değildir. Kenz'de



Ebû Tahir'in bu kavli esas alınmıştır. Bahır'da da işaret edildiği gibi esah olan budur. Allah en

iyisini bilir.

Ben derim ki: Şeyhimiz Kerhi'nin zikrettiğine binaen bunun doğru olmadığını söylemiştir. Çünkü

fukaha, vekil, müvekkili için, köle olan bir akrabasını satın alırsa o kölenin azad edilmeyeceğinde

ittifak etmişlerdir. Zira vekilin mülkiyeti kalıcı bir mülkiyet değildir. Kölenin azat olmasını ve fesadı

gerektiren mülkiyet ise kalıcı olan mülkiyettir.

Daha sonra musannıf şöyle demektedir: Velhasıl esah olan kavle göre: kölenin ölümü ile kira

sözleşmesi münfesih olmaz. Ulemadan bu konuda gelen nakiller çok meşhurdur.

Vasî, baba, dede ve vakıf. mütevellisi de vekil gibidir. Bunlar çocuğun veya vakfın malını kiraya

verseler ve ölseler akit münfesih olmaz. Çünkü hak sahibi de borçlu da hayattadır. Ama kendisi için

akit yapılan kimse ölürse o zaman kiralama batıl olur. Dürer. Ancak kiraya veren, sadece kendisine

vakfedilen bir malın mütevellisi olur. Ve geliri de onun için olursa, bu mütevellinin ölümü ile kira

sözleşmesi feshedilir. Nitekim Eşbâh'ın vakıf bahsinde Vehbaniye'ye isnaden deyle

denilmektedir.

Metinlerin ifadeleri ise bunun aksinedir.

Ben derim ki: Kariü'I-Hidaye metinlerdeki mutlak ifade ile fetva vermiştir. Musannıfın Eşbah

haşıyesinde de belirttiğine göre mezhepteki mutemed görüş budur. Bundan dolayı Eşbah sahibi

dört yaprak sonra şöyle demektedir: «Vakfa kiraya veren kimsenin ölümü ile icare akti iki

meselenin dışında münfesih olmaz. Bunlar: 1 - Vakıf malını kiraya veren bizzat malı vakfeden olur

ve bu şahıs daha sonra İslâmiyetten ayrılsa ve ölse kiralama münfesih olur. Çünkü onun şiddetiyle

vakıf bâtıl olur. 2 - Tarlasını icare verse ve sonra da o tarlayı muayyen bir kimseye vakfetse ve ölse

icare akti münfesih olur.»

İbni Nüceym'in Fetevâ'sının vakıf bahsinde şunlar söylenmektedir: Vakıf nazırı vakfı icare verse

sonra ölse durum ne olur? sorusuna «Vakıftaki icare kiraya verenin ve kiracının ölmesiyle

münfesih olmaz.» cevabını vermiştir. Ben bunu birçok nüshada.böyle gördüm. Fakat bu,

Kariü'l-Hidaye'nin Fetevâ'sının kira bahsindeki görüşüne zıt düşmektedir Dikkatli ol.

Yine Fetevâyı İbni Nüceym'de şöyle denilir: «Vakfın geliri sadece mütevelliye ait olsa bite

mütevellinin ölümü ile kiraya verdiği vakıf malının kiralaması münfesih olmaz.

Feyz'de de şöyle denilmektedir: «Vâkıf, vakfı bizzat kendisi kiraya verse, sonra da ölse kira

sözleşmesi istihsanen bâtıl olmaz. Çünkü kendinden başkasına kiraya vermiştir.» Bunun benzeri

Bezzaziye'de de vardır.

Siraciye'de de «Kadı'nın ve mütevellinin kiralayanı azle hükmetmeleri ölüm gibidir. O halde bununla

kira sözleşmesi münfesih olmaz.»

İki kiracıdan veya iki mal sahibinden birisinin ölümü ile kira sözleşmesi ölenin hissesinde münfesih

olur. Bu ölenin akdi bizzat kendisinin yapmış olması halindedir. Sağ kalanın hissesinde ise akid

devam eder.

BİR MESELE: Eşbah'ın vakıf bahsinde şöyle denilir: «Uzaktaki birinin kiraya verdiği malın yanına

kiracı varmadan kiracıya «git malı teslim al» demesi bâtıldır. O halde kendisi şehirde olduğu halde

bir köy kiralasa, esah kavle göre onu olduğu yerden kiracıya teslim etmiş sayılmaz. Mütevellinin

kiracı ile veya bir başkasıyla köye gidip kiraya verdiği malı kiracıya teslim etmesi yada vekil veya

elçisini göndermesi gerekir. Zira gitmesi veya adam göndermesiyle vakıf malını ihya etmiş olur. Bu

öğrenilsin.

Ben derim ki: Eşbah'ın haşiyesini yazan Musannıfın oğlu. Zevahi-rü'l Cevahir'de, Kariü'l-Hidaye'nin

fetevasının «bey» bahsinden şunu nakletmektedir: «Bir insan bir mülk kiralasa, o mülke

ulaşabileceği ve içine girebileceği zaman geçtikten sonra onu teslim almış sayılır. Eğer böyle bir

zaman geçmezse kabzetmiş sayılmaz. Dikkatli ol.

İZAH

«Feshe ihtiyaç olmadan ilh...» Bu önceki meselenin aksinedir. Bun-dan dolayı Musannıf orada

«feshedilir» tabirini kullanmış, burada ise «münfesih olur» demiştir.

«Delirmesiyle akit münfesih olmaz. ilh...» Dürrü'l-Münteka'da; mürted olduğuna hükmedilirse, o

zaman, münfesih olur. Ama kira süresi içersinde tekrar müslüman olup darül-harbten dönerse, kira

sözleşmesi de avdet eder. Nitekim Zahîriyye'den naklen Bânânî'de de böyledir.

«Zarurete binaen ilh...» Dürrü'l-Münteka'da şöyle denilmektedir: Zaruretlerin genel hükümlerden



istisna edileceği muhakkaktır.

Zannederim çiftçinin veya Mekke yolunda kira ile yük taşıyanın ölümü ile icare akti sona erer. Ama

emîn bu yere ulaşana kadar münfesih olmaz. Çünkü kira sözleşmesi özürlerle nasıl bozulursa yine

mâzeretlerden dolayı ikba da edilir. Ezberlensin.

Buna göre -Meselâ, kiralanan hayvanın ölmesinde olduğu gibi- akde konu olan şeyin ölmesi

halinde bir müşkül ortaya çıkmaktadır. Çünkü o zaman icare akti münfesih olur.

Ben derim ki: Bedaî de denildiği gibi Mükatep köle bir şeyi kiraladıktan sonra mükatebe ücretini

ödemekten aciz olursa kira sözleşmesi bâtıl olur. Aynı şekilde kiralama, kiracının kiraladığı mala

miras, hibe veya başka bir yolla mâlık olması halinde de bâtıl olur. Tatarhâniye'de de böyle

denilmektedir.

«Ölmesi gibi ilh...» Yâni mal sahibinin yolda ölmesi. Ama kiracı yolda ölürse, gittiği yol kadar ücret

vermesi gerekir. Velvalicîye.

«Yolda hâkim yoktur ilh...» Velvâliciye'de şöyle denilir: «Fakihler «yolda kalmasından korkulduğu

ve hüküm verecek bir Kadı ve sultanın bulunmadığı yerde kira sözleşmesi devam eder. O halde kıra

sözleşmesinin devamına her iki hâl de tesir etmektedir.» derler.

Tatarhaniy'de de şu sözler yer almaktadır: «Kiracı, kiraladığı hayvana yolda yem verse veya bir

seyis kiralayarak hayvana baktırsa, yaptığı bu masraflardan dolayı hayvan sahibinin vârislerinden

bir şey alamaz.»

«Hasım olmadan ilh...» Veya Kadı ölen adama bir vasi tayin edilip hükmünü verir. Velvaliciye'de

yle denilmektedir.

«Çünkü o elindekinin parasından bir kısmını olmak istemektedir ilh...» Eğer davacı davalı olanın

elinden bir şey almak isterse Beyyinenin kabulü için hasım şarttır. (İzahını yaptığımız meselede ise

davalının elindeki nesneden değil, kendi elindeki nesnenin fiyatından bir kısmını almak

istemektedir. Bunun için burada beyyinenin kabulü için hasım şart değildir.) Velvaliciye.

«Kira için hazırlanmışsa, evet ilh...» Şarih kitabü'l-Gasb da şöyle demektedir: «Adam binayı bir gelir

için yapmış veya satın almışsa, «Adam binayı peşpeşe üç seneliğine kiralarsa, yine kira için

hazırlanmış sayılır.» demişlerdir. Ev, sahibinin ölümü veya evi satması ile kira için hazırlanmış

olmaktan çıkar. Bir kimse kendisi için bir bina yapsa, sonra da onu kiraya tahsis etmek istese eğer

bunu diliyle söylemiş ve halka da ilan etmişse, kira için hazırlanmış olduğu kabul edilir. Bunu

musannıf söylemiştir.

Bu meselenin taşınmaz mallar olmadığına mahsus yukarda işaret etmiştik. Gasb bahsinde

inşaallah bunun tafsilatı gelecektir.

«Kira için hazırlanmamışsa ikinci ay için ücret alamaz ilh...» Şu kadar var ki, eğer oturduğu

müddetin ücretini vermişse onu geri alamaz. Tatarhaniye'de de bu şekilde zikredilmiş ama evin kira

için hazırlanmış olması kaydı koşulmamıştır.

«Kiracı mal sahibinin ölümünden sonra evde otursa, bazı alimlere göre ücretini vermesi lazımdır

ilh...» Tatarhaniye'de Camiü'l'-Fetava'dan naklen şöyle denilmektedir: «Fetva, «ücretini vermesi

lazımdır» diyen alimlerin sözleri üzerinedir. Zira kiracılığa devam etmiştir, gasb etmemiştir.

Özellikle akit ile yapılan yerlerde durum böyledir,»

«Bazı alimlere göre de bu birinci mesele gibidir ilh...» Yani bu mesele bir aylığına kiralayıp iki ay

oturma meselesi gibidir. Ücret vermesi gerekmez. H.

Bezzaziye'de de bu görüş tercih edilmiş ve şöyle denilmiştir: «Mal sahibinin ölümünden sonra

kiracı oturmuş olsa, bazı alimler, «Her halükârda ücret vermesi lazımdır, çünkü kira aynen eskisi

gibi devam etmiştir.» demişlerdir. Fetvaya muhtar olan görüş ise, Kitab'ın «Vâris ücret taleb

etmediği takdirde bir şey gerekmez. Ama ücret istedikten sonra oturursa, vermesi lâzımdır.»

ifadesidir. Burada kira için hazırlanan bina ile kira için hazırlanmayan arasında bir fark

zikredilmemiştir. Fark ancak ücret talebinin başlangıcında ortaya çıkmaktadır.»

Muhît'te de şöyle denilir: «Sahih olan görüşe göre: «Eğer bina kira için hazırlanmışsa her halükârda

ücretin verilmesi lazımdır.»

Velhasıl: Mal sahîbinin ölümünden sonra oturması halinde tercih edilen görüş, ölmeden önce

oturması halinde olduğu gibidir. Yani mal eğer kira için hazırlanmamışsa, veya kira süresi bittikten

sonra mal sahibi veya varisi ücret talebinde bulunmuşsa, ücret vermesi lazımdır. Yok eğer kira için

hazırlanmamış yada mal sahibi veya varisi ücret talebinde bulunmamışsa. ücret vermesi lazım



değildir. Yetimin velisi için de durum aynıdır. Yani, yetimin malını kiralar ve kira süresi bittikten

sonra da oturmaya devam ederse, yetimin velisi ücret taleb ettiği takdirde ücretini vermesi lazımdır.

Vakıf meselesi burada itiraz olarak yöneltilemez. Çünkü vakıf, miras olmaz. Dolayısıyla icare

verenin ölümü ile akit fasit olmaz. Bunun zahirine göre bir malın kira için hazırlanmış olması

sahibinin ölümü ile bâtıl olmaz. Bu da bizim yukarıda şarihten naklettiğimiz bilgiye aykırı olmuş

oluyor.

«Varis, kiracıdan evi boşaltmasını veya farklı bir ücreti istemedikçe aktin münfesih olmaması

gerekir ilh...» Bu ibare Haniye ve Minah'da da vardır. Minah bunu bize «Mevlâna, efendimiz» dedi

der. Burada Mevlânâ'dan maksat musannıfın şeyhi, Bahır sahibi değil, Kâdîhân'dır. «Akdin

münfesih olması zahır olmaz» sözünden murad da hükmünün açık olmamasıdır. Bu sözün gereğine

göre önceki akitteki ecr-i müsemmanın verilmesi gerekir. Nitekim musannıf da Münye'den naklen

ekin meselesinde bunu zikredecektir.

«Varis evin boşaltılmasını ilh...» Yani varis boşaltılmasını taleb ederse, aktin infisahının hükmü

kendisini gösterir. Çünkü varisin binayı boşaltma talebinde bulunması onun önceki akitle binadaki

icarenin devamına ve ikinci bir aktin inşasına razı olmadığına delâlet eder. Varisin ayrı bir ücretin

kabulünü taleb etmesi de onun ikinci bir akitte razı olduğunu ve geçen aktin bozulmasını istediğine

delâlet eder. İşte bu durumda iptalin hükmü meydana gelir ki bu da, önceki akitte konuşulan

ücretin verilmemesidir.

«Velev ki kira için hazırlanmış olsun ilh...» Bilindiği gibi, «velev ki» manasına gelen lev

kelimesinden sonra gelenin zıddı ile hüküm vermek daha evlâdır. Meselâ, «Ben sona ikram

edeceğim, velev ki sen bana ihanet etsen de.» cümlesinde ihanet etmediği takdirde ikram etmenin

daha evlâ olduğu ifade edilmektedir. Bu meselede de böyledir. Zira. mezkur taleble kira için

hazırlanan bir şeyde icare münfesih olunur. Halbuki kira için hazırlamak kiralamanın devamına

delâlet eder. Kira için hazırlanmayan bir şeydeki kira sözleşmesinin iptali daha evlâdır.

«Ecr-î müsammayı mı verecektir ilh...» Bu kavil, «uygun olan» sözünden evvelki meseleye -yani

Haniye'nin zikrettiği meseleye- racidir. Bilindiği gibi o bahis böyledir: Eğer kiracı varış akdi feshi

veya yeni bir ücreti istemeden akitte konuşulan ücreti vermesi gerekir. Ama vârisin talebinden

sonra oturursa bakılır: Varis eğer mülkün boşaltılmasını taleb eder ve müstecir bu talebten sonra

oturursa, binada kira için yapılmışsa geçen akitte konuşulan ücreti değil -zira onun iptali belli

olmuştur. Ecr-i misil vermesi gerekir. Ama varils ikinci bir ücret talebinde bulunduktan sonra

oturursa, varisin taleb ettiği ücretin verilmesi daha uygundur. Nitekim Eşbah'tan naklen icarenin

çeşitli meseleler bahsinde bu mesele gelecektir.

«Münye'de ilh...» Tarladaki ekinin hasat vaktine kadar kalması durumunda: Sözleşme yapanlardan

birinin ölümü arasındaki fark, şudur:

Sözleşme yapanlardan birisi öldüğü takdirde tarla hasat vaktine kadar akitte konuşulan ücretle

kıracının elinde terkedilir. Müddet bittikten sonra ise henüz ekin yetişmemişse tarla kiracıya ecr-i

misille terkedilir. Bu mesele, metin olarak caiz olan icareler bâbında geçmiştir. Biz orada beyan

ettik ki, kira sözleşmesi ölümle hakikaten iptal olur. Ama zaruretten dolayı hükmen kira ücretinin

verilmesi gerekir. O halde Musannıfın buradaki «akit baki kalır» sözünün manâsı, hükmen baki kalır

demektir.

«Taati ile de caizdir ilh...» Zira bunun zahirinden anlaşıldığına göre: Ne kiracıdan, ne de kiralayanın

varisinden kiralananın devamını işaret edecek bir kelime sudûr etmemiştir. İşte bundan dolayı

Bedâi'de, «yani bir akit menzilesinde olur.» denilmiştir. Ama eğer kiracı, kiralayanın varisine,

«Tarlayı benim elimde eski ücretle bırak.» dese, kiralayan da «Razı oldum» veya «evet.» dese, o

zaman sarahaten icap ve kabul olur ki, artık onları ikaz etmeye hacet kalmaz.

Tatarhaniye'de Mültekît'ten naklen şöyle denilir: «Birisi bekçilik yapması için bir adam tutsa sonra

ölse ve ölen adamın vasisi işçiye, «Eski çalıştığın gibi çalış, senin ücretini kesmeyiz.» dese, fakat

sonra arsayı satsa, müşteri de işçiye aynını söylese, işçi kendisini tutan ilk adamın hayatından

çalıştığı süre için akitte konuşulan ücreti alır. Vasi ve müşteriye çalıştığı müddetin ücreti ise ecr-i

misile göre verilir. Fakih diyor ki, eğer onlar ölen adamın ne kadar ücret verdiğini bilmiyorlarsa,

yledir. Ama biliyorlarsa, yine ölen adamın aktin başında konuştuğu ücretin aynısını verirler.

Yakında icarenin çeşitli meseleler bahsinde Eşbah'tan naklen, «İcare aktinde sükût razı olmak ve

kabul etmektir.» denilecektir.

«Eşbah'ın hâşiyesinde ilh...» Bu ifade, caiz olan icareler babının hemen başında geçen «Müstecir

eğer mal elinde ise, fasit akitle de olsa malda daha çok hak sahibidir.» şeklinde sözü muhaliftir.



Musannıf çeşitli meseleler bahsinde bunu da zikredecektir. Biz onun açıklamasını

Camiü'I-FusuIeyn'den naklen takdim ettik.

Hamevî İmadiye ve Bezzaziyeden naklen şöyle demektedir: «Bu akitlerin sahihi ile fasidi arasında

bir tek meselede fark vardır. O da şudur: İcare veya alım satım, akit fasit ise ve akti feshetseler o

zaman müsteciri veya müstecir alacaklılarını almak için o malı elinde tutma hakkına sahip

değildirler. O mal üzerinde diğer olacaklılardan daha fazla hak sahibi de olmazlar. Ama eğer akit

sahih olursa, o zaman. müstecir veya müşteri diğer alacaklılardan daha çok hak sahibi olurlar.

Fasit rehin, hayatta da ölüm halinde de sahih rehin gibidir. O halde mürtehin elinde rehin olan

malda daha çok hak sahibidır. Bu hüküm borcun fasid olan rehine iltihak etmesi halindedir. Ama

eğer adam daha evvel borçlu olsa sonra da bir malını rehin verse ve mürtehin rehini kabzettikten

sonra rehin aktini feshetseler mürtehin elindeki mala diğer alacaklılardan daha hak sahibi olmadığı

gibi, o malı verdiği para karşılığında yanında tut-ma hakkına da sahip değildir.»

Anlaşıldığına göre musannıfın Eşbah haşiyesinden naklettiği sahih ile fasit arasında fark olduğu

belirtilen mesele bu meseledir. Bu durumda yukarıda geçen mesele ile bu mesele arasında çelişki

yoktur.

«Azad olmayı ve fesadı gerektiren mülkiyet ilh...» Yani vekilin cariyeden karısını vekâletle

efendisinden müvekkili adına satın alması halinde nikâh fasid olmaz. Çünkü vekilin mülkiyeti

istikrarlı bir mülkiyet değildir.

«Bu konuda ulemadan gelen nakiller çok yaygındır ilh...» Sayıhanî şöyle demektedir: «Bedai'de

ister mülk sahibinin, ister kiracının vekili olsun kira sözleşmesi vekilin ölümü ile bâtıl olmaz.»

denilmektedir.

Ben derım ki: Bedâi'dekinin benzeri Kadıhan'dan naklen Kuhıstanî' de de yer almıştır.

Tatarhaniye'de de şöyle denilmektedir: «Kira sözleşmesi kendisi adına yapılan kişi öldüğü takdirde

akit iptal olur. Ama ak-di kendi adına yapmamış olan kişinin ölümü ile akit münfesih olmaz. Müellif

bununla vekil ve vasiyi kastediyor. Vakıfta mütevellinin hükmü deyledir.»

Vekil baba ve vasinin ölümü ile icare münfesih olmaz. Çünkü hak sahibi ve borçlu Dürer ve

Minah'ın ibareleri şöyledir: «Hak sahibi ve borçlu. hayatta oldukları için kiralama iptal olmaz.»

Borçludan maksat, kiracıdır. Zira o. ücret vermeye mecburdur. Alacaklıdan maksat ise, vakfın

gelirini olma hakkı olan fakir halktır. Teemmül et.

«Metinlerin mutlak ifadesi burunun aksinedir ilh...» Bu ibareyi Eşbah'ın yazarı zikretmiştir.

Allame Abdülbîrr şöyle der: «Hanefi mezhebinin kitaplarının çoğundaki ifadeler vakıf maldaki icare

akdinin kiraya verenin ölümü ile bâtıl olmamasının iktiza etmektedir. Kiraya veren ister bizzat mülkü

vakfeden kimse olsun, ister ona bakan mütevelli, vasi veya Kadı olsun farketmez. Fukahanın

illetlerinin gereği budur, Vakfın geliri vakıf nazırına aitse -gelirin tamamı onun olsa bile- onun

ölümüyle icare akti bâtıl olmaz. Çünkü vakfedilen malın bizzat kendisinde onun bir hakkı yoktur.

Onun hakkı malın gelirindedir. Bunu Şurunbulalî de zikretmiştir.» T.

«Kariü'l-Hidaye metinlerdeki ile fetva vermiştir ilh...» Çünkü o şöyle demektedir: Vakfın tüm geliri

sadece kendisine ait olsa bile vakfı kiraya veren nâzırın ölümü ile kira sözleşmesi iptal olmaz.

Vakfı kiraya verenin ölümü ile vakıfdaki kira sözleşmesi iki mesele hariç iptal olmaz. İstisna

edilenler daha evvelki hükümlere dahil değildir. Birinci meselenin genel hükümden istisna edjliş

sebebi şudur: Akdi illette de tasrih edildiği gibi kiraya verenin dinden çıkmasıyla bâtıl olmuştur.

Onun ölümüyle de mal miras olmuştur.

İkinci meseleye gelince, İbni Şıhne'nin, «Meselenin aslı kiraya verilen bir vakıf hakkındadır. Bizim

tahlilini yaptığımız meselede ise ölen adam vakfı değil, kendi mülkünü icare verendir. Onun için de

onun ölümüyle icare akti münfesih olmaktadır.» sözüne istinaden bu meselede de icare aktı

münfesih olmaktadır.

«İcare akti münfesih olur ilh...» Kiraya verdiği tarlasını daha sonra vakfedip ölse. Zira başlangıçta

sözleşmeyi kendi şahsı için yapmıştır. Sözleşmeyi yapan kişinin ölümüyle de yapmış olduğu kira

sözleşmesi iptal olur. H.

«Şu kadarı var ki bu Kariü'l-Hidayenin Fetavasındakine muhaliftir ilh...» Ben derim ki, sadece buna

değil belki diğer bütün metinlere de muhaliftir. Yalnız İbni Nüceym tarafından bu itiraza şöyle cevap

verilebilir: «Bu sözdeki kiralayan kiracıdan maksat, vakfın nazındır.» Böylece İbni Nüceym her iki

meseleye de cevap vermiş olmaktadır.



Birinci mesele: Vakıf nazırının vakıf arazisini kiraya verdikten sonra ölmesi meselesi.

İkinci mesele de vakıf nazırının vakfın malı ile vakfa gelir getirmesi için başka bir adamdan bir

toprak kiralaması meselesidir.

Yine KarIü'l-Hidâye'nin fetâvasında, «Kira getirinin tümü sadece ona ait olsa bile mütevellinin

ölümü ile iptal olmaz» denilmektedir. Bu da Eşbah sahibinin naklettiği, «Kiraya veren kişi bir şahsa

has olan vakfın mütevellisi ise ve vakfın bütün geliri de o şahsa aitse...» ifadesini itiraz olarak

gelmiştir. Musannıfın bunu «Fetevayı İbni Nüceym'de» tabirinden evvel zikretmesi daha uygundu.

Musannıf bu itiraza dikkatli ol sözüyle işaret etmektedir. T.

«İcare akti sağ kalanın hissesinde devam eder ilh...» Ortaklığın müşa (hisselere ayrılması) oluşu

kiraya zarar vermez. Zira şüyu sonradan olmuştur. Nitekim bu mesele kendi bahsinde geçmiştir.

«Mütevellinin kiracı veya bir başkasıyla köye gitmesi gerekir ilh...» Yani müstecirin vekili ile. Bu

«başkası» ifadesi Eşbah'ın ibaresinde yoktur.

«Vakıf malını ihya etmek için ilh...» Zira mal teslim edilmeden ücret hak.edilemez. Şu kadar var ki,

aktin sıhhati için malı teslim etmek şart değildir. Yukarıda geçtiği üzere kira sözleşmesi sahih,

kiracı da faydalanma imkânına sahipse, hiç menfaatlenmese dahi ücret vermesi gerekir.

Fasit kiralamada ise ücret ancak maldan hakikaten faydalanmaya bağlıdır. Yine yukarıda geçtiği

üzere İs'af isimli kitabın ibaresinin zahiri. vakfı bu hükmün dışına çıkarmaktadır. Vakıf malında

ücret, fasit kiralamada da bir kiracının kullanma imkânına sahip olması ile kullanıp menfaat

görmese bile gerekir. O halde musannıfın burada ki sözünün «kullanma imkânına malik olmadığı

zaman şeklinde yorumlaması gerekirdi. Teemmül et.

«Kariü'l-Hidâye'nin Fetevâ'sının bey bahsinden ilh...» Kariü'l-Hidaye'nin ibaresi aynen şöyledir: «Bir

şehirde oturan iki kişiden birisi diğerinden başka bir şehirde bir bina satın alsa ve satılan binanın

bulunduğu şehir ile her ikisinin oturduğu şehir arasında da iki günlük bir mesafe olsa, satın alan

odam binayı teslim almasa, ancak satıcı müşteriye gidip binayı teslim almasını söylese, sahih olur

mu? Bu tahliye teslim sayılır mı?» diye soruldu. Şu cevabı verdi: «Satılan bina onların yanında

değilse, bayi «Ben sana teslim ettim.» müşteri de «Teslim aldım.» dese bile bu teslim sayılmaz.

Bunun teslim sayılması için; binanın satın alanın hemen binaya girip kapısını kilitleyebileceği kadar

yakın olması gerekir. İşte o zaman kabzetmiş sayılır.

Üzerinde durduğumuz meselede de; oraya kadar gidip içine girecek bir zaman geçmedikçe binayı

teslim etmiş sayılmaz.

UZAKTA OLAN MALIN TAHLİYESİ

Hamevî haşiyesinde şöyle denilmektedir: «Alimlerden bazıları, «Musannıfın «Uzaktaki -ki ma

yanına varmadan tahliye etmek bâtıldır» sözü, Muhit'teki ifadeye muhaliftir. Nitekim Kenz şerhinde

ve İbnü'l-Hümam'ın muhayerliği babından hemen önce de böyledir.» derler. Biz bu konuda uzun

uzadıya tafsilat verdik.»

«O mülke varıp içine girebileceği kadar zaman geçtikten sonra ilh...» Musannıfın bunu

zikretmesinin faydası, kiralanan maldan faydalanma imkânının ortaya çıkmasıdır. Zira orada gâsıb

ve benzeri kimselerin olması yüzünden kiralanan binaya girme imkânı yoksa kira süresi geçse dahi

ücret vermesi gerekmez. Nitekim bu mesele yukarıda da geçti. «İçine girmekten maksat bizzat içine

gîrmenin şart olduğunu ifade etmez. Sen anla. Allah daha iyisini bilir.

ÇEŞİTLİ MESELELER

METİN

Bir kiracı veya kiralayan kiraya verdiği veya emanet aldığı tarladaki hasadı kaldırdıktan sonra

geride kalan anız ve benzeri bitki köklerini yaksa zamin olmaz. Hazineye ait olan; kafilelerin

konaklaması hayvanların otlaması ve biçilen ekinlerin atılması için hazırlanmış olan yerlerin

yakılmasının hükmü de böyledir.

Ben derim ki: Yukarıdaki ibareden çıkan şudur: Bir yerde ateş yakan kimsenin ateşi yaktığı yerden

faydalanma hakkı yoksa, oradaki şeyi zamin olur. Rüzgârın götürdüğü ateşin yaktığı şeyde ise

zamin olmaz. Fetvâ buna göre verilir.

Kendi mülkünde veya faydalanma hakkı olan yerde yaktığı ateş yüzünden başkasının yeri de yonsa,

eğer rüzgâr yoksa zamin değildir. Çünkü orayı bizzat kendisi yakmamış, yanmasına sebeb

olmuştur. Ama ateşi, rüzgâr eserken yakmışsa, o zaman zamindir. Çünkü rüzgârlı havada ateşin

sadece orada kalmayıp etrafa yayılacağını bilmektedir. Bu durumda bizzat kendisi yakmış gibi olur.



Adam, hakkı olan yere bir şey koysa ve koyduğu nesneden dolayı herhangi bir şekilde oradaki bir

mal telef olsa, zamin değildir. Telef olan mat ister orada dururken isterse o kaldırdıktan sonra telef

olsun farketmez.

Ama adam hakkı olmayan bir yere bir şey koysa ve bir nesnenin telef olmasına sebeb olsa,

zamindir. İster malı koyduğu zaman telef olsun ister kaldırdıktan sonra telef olsun hüküm aynıdır.

Fakat başka bir sebeble telef olmuşsa, zamin olmaz.

Mesela birisi yola bir testi koysa, bir diğeri de onunkinin yanına başka bir testi koysa ve testiler

yuvarlanarak kırılsalar, her birisi diğerinin testisine zamindir. Fakat testiler rüzgâr veya sel gibi bir

sebeble kırılırlarsa, testiyi koyan adam zamin değildir. Hâniyede beyan edildiğine göre bu meselede

esas budur.

Musannıf bu esasa binaen şöyle demektedir: Birisi yolun üzerine bir parça ateş koysa ve bu ateşle

herhangi bir şey yonsa, yanan şeyi öder. Zira ateşi -yolun üzerine koymakla haksızlık etmiştir. Ay

şekilde, geçiş hakkı olmayan herhangi bir yere ateş koysa ve bir nesnenin yanarak telef olmasına

sebeb olsa, o malı öder. Ancak onun bıraktığı ateşi rüzgâr başka yere götürerek bir şeyin

yanmasına sebeb olsa zamin olmaz. Birisinin koyduğu bir taşı sel sürükleyerek diğerinin duvarına

çarpsa ve yıkılmasına sebeb olsa, adam yine zamin olmaz. Fetva bu kavil ile verilir. Haniye.

Demirci ocaktan bir demir çıkararak örsün üzerine koysa, çekici ile onu döverken bir kıvılcım

sıçrayıp yolda bulunan başkasına ait bir eşyayı yaksa onu öder. Ama demircinin ocağından -onun

bir fiili olmadan- ateşi rüzgâr götürürse ve dışardaki bir nesneyi yaksa, demirci zamin olmaz. Zeylâî.

Adam tarlasını, tarlanın alamayacağı bir şekilde sulasa ve fazla su komşusunun tarlasına taşarak

zarar verse, bu zararı öder. Zira adam zarara sebebiyetle doğrudan kendisi yapmıştır.

Bir terzi veya boyacı kendi dükkânında çalışıp kârı ortak olmak üzere birisine iş verse ve dükkâna

oturtsa, ikinci adamın işi, ister dükkân sahibimin işi ile aynı olsun, ister farklı olsun, istihsanen

sahihtir. Zira bu sanayi ortaklığı olmaktadır. Birisi, halk üzerindeki kredisi, diğeri de ustalığı ile iş

yapmaktadır. Aynı şekilde; Hacca gidecek birisi, üzerine bir hedec (devenin üzerine konulup içine

binilen semer gibi bir alet) koyup iki kişiyi Mekke'ye kadar bindirmek üzere bir deve kiralasa ve

onun o bölgede mutad bir hevdeci olsa (bu hevdeci yüklemesi) caizdir. şu kadar ki deve sahibinin

daha evvel yükleyeceği hevdeci görmesi daha iyidir. Adamın hevdecin içine koyacağı örtü veya

minder, -görmemesi halinde- bile kiralama sahihtir.

Velvaliciye'de şöyle denilmektedir: «Adam Mekke'ye kadar belirsiz bir deve kiralasa caizdir. O

zaman üzerinde akit yapılan şey hayvan sahibinin zimmetindeki bir yüke hamledilir. Deve ise alettir.

Aletin meçhul oluşu da kira sözleşmesini ifsad etmez.»

Ben derim ki: Hacıların Mekke'ye kadar yük taşımak veya binmek için tayin etmeden herhangi bir

deveyi kiralamaları sahihtir. Allah daha iyisini bilir.

Adam bir miktar erzak yüklemek için bir deve kiralasa, yolda o erzaktan bir kısmını yese, deveye

yediği miktar daha erzak veya benzerini tekrar yükleyebilir.

Bir adam evini gasbeden kimseye,, «Evimi boşalt boşaltmadığın takdirde her oy şu kadar kıra ver»

dese, gâsıb da boşaltmasa, ev sahibinin söylediği kadar ücret vermesi gerekir. Çünkü onun sükûtu

rızadır. Ancak gâsıb, evin onun mülkü olduğunu inkâr ederse, mal sahibi mülkiyeti delil ile isbat

etmiş olsa bile. adam mal sahibinin istediği ücreti vermez. Zira gâsıb inkâr etmekle ücrete razı

olmamıştır. Gâsıb, mâlikin mülkiyetini ikrar etmekle birlikte onun söylediği ücrete razı olmasa, yani

sarahaten «Ben boşaltmoyacağım ama senin istediğin ücreti de ver-meyeceğım.» dese, yine mülk

sahibinin istediği meblağı vermesi gerekmez.

Eşbahta, «Kirada sükût etmek, razı olmak ve kabul etmektir.» denilmektedir.

Ev sahibi, evinde oturan kimseye, «Ben verilen ücrete razı değilim, şu kadar ücret isterim.» dese,

evde oturan kimse veya koyun sahibi de sükût etseler, kiralayanın istediği meblağı verirler.

Ev sahibi ve çoban «şu kadar isterim» dediğinde diğeri sükût etse ve kiralayan, ücreti istediği

zaman «Ben senin böyle söylediğini duymadım.» dese tasdik edilir mi? Eğer adamın kulağında

sağırlık varsa tasdik edilir, sağırlık yoksa zahirle amel edilerek tasdik edilmez.

Kiracı kiraladığı malı kabzettikten sonra onu mal sahibine değilde bir başkasına kiraya verebilir.

Bazı alimler, «teslimden evvel de verebilir» demişlerdir.

Malı, kendisinden kiraladığı sahibine tekrar kiraya vermesi, araya üçüncü bir adam girse bile, caiz

değildir. Fetva da bununla verilir. Çünkü bu, mâlike temlik demektir ki caiz atmaz.



Mal sahibine kiraya verildiği takdirde, birinci kiralama batıl olur mu? Sahih olan kavle göre bâtıl

olmaz. Vehbanîye.

Ben diyorum ki: Kâdihan ve diğerleri de Vehbaniye'nin kavlini sahih görmüşler, Muzmarat isimli,

eserde de «Fetva bu kavil üzerinedir.» denilmiştir. Biz Cevhere'ye nisbetle Bahır'dan naklen; mal

sahibine kiraya verildiğinde en sahih kavle göre birinci kiralamanın bâtıl olduğunu söylemiştik.

Musannıf da orada ikrar etmiştir.

Musannıf burada Hülâsa'dan şunu nakletmektedir: «Mal sahibi kiraya verdiği malı kiracıdan tekrar

kiralar ve onu teslim alırsa birinci kiralama bâtıl olur. Teslim almazsa, bâtıl olmaz.» Böylece

kitaplardaki zıt ifadelerin arası uzlaştırılmış olur. Yani mal sahibi kiralık şeyi teslim alırsa birinci

kiralama bâtıl olur, teslim almazsa bâtıl olmaz.

Kiraya verilen mal, mal sahibinin elinde bulunduğu müddet için ücret düşer mi? Bu husustaki

ihtilaflarla ilgili olarak Vehbaniye şerhinde tafsilat vardır,

İZAH

«Geride kalcın kamış ilh. .» Geride kalan anızdan maksat, tarlada biçimden sonra kalan kısımdır.

Çünkü adeten bu bakiye yakılmaktadır, Bu sebeple kişi onu yakmakla zamin olmaz.

«Kiraladığı veya ödünç aldığı tarlada ilh...» Molla Miskin. şöyle demektedir: «Burada mesele niçin

kendi mülkü olan toprak üzerine değil de kiralanan veya ödünç olarak alınan toprak üzerine bina

edilmiştir? Çünkü kişi kiraladığı veya ödünç aldığı tarladaki bakiyenin yakılmasında zamin

olmadığına göre kendi mülkündeki bakiyeyi yakmakta hiç zamin olmaz.»

Metindeki ile birlikte bu ibareden anlaşılan şöyledir: Eğer adam, ateşi izinsiz olarak başkasının

mülkünde yakmış olsa, ateşin dışa taşıp başka bir yeri yakması halinde zararı öder. Bu ise

Câmiü'I-FusuIeyn ve diğer birçok kitaptaki malumata zıttır. Zira Camiü'l-Fusuleyn»de şöyle

denilmektedir: «Adam bir yerde yer sahibinin izni olmadan ateş yakmış olsa, oradaki ateşin yaktığı

şeylere zâmindir. Ama ateşin başka bir yere tecavüz ederek yaktığına zamin değildir. Ateşle suyun

arasında fark vardır. Çünkü kişi suyu kendi tarlasına salsa, su da başka bir tarlaya taşarak bir şey

telef etse, zamin olur. Ama ateş böyle değildir. Çünkü ateşin özelliği dışaya sirayet değil

sönmektir. Ateşin dışa yayılması ancak rüzgâr veya başka bir sebeble olur. Bu yüzden ateşin

yayılması ateşi yakana izafe edilmediğinden, zamin de olmaz. Ama suyun tabiatı akıcı olmasıdır.

Telef etmek ise onun, yani suyu akıtanın fiiline izafe edilir. Bu sebeble de zamin olur.» düşün. Remlî.

Ben derim ki: Ateş yakıldığı yerden rüzgâr gibi bir sebeble başka yere sirayet ederse, zamin olmaz.

Ama kendiliğinden yanarak sirayet ederse, zamin olur. Nitekim Haniye sahibi de bunu ifade

etmiştir. Şarih de bunu yakında zikredecektir.

«Ateşi rüzgâr başka yere götürürse zamin olmaz. ilh...» Yânı rüzgâr ateş yakıldıkton sonra eserse

yledir. Nitekim bu, gelecek ifadeden de anlaşılacaktır. H.

«Fetva verilen kavle göre ilh...» Yani zikredilen tafsilat üzerinedir. Zira Haniyede, «Bu zahirdir ve

fetva da bunun üzerinedir.» denilmektedir. Bunun karşıtı olan görüş ise Hulvânî'nin dediğidir.

Hulvânî şöyle demektedir: «Adam yolda bir ateş yaksa, zamin olmaz.» Hulvânî bu sözü mutlak bir

şekilde söylemiştir.

«Çünkü bizzat kendisi yakmamış sebeb olmuştur ilh...» Zira dımanın şartı, taaddidir (hakkı

tecavüz.) Burada da taaddi mevcut değildir. O zaman bu şu meseleye benzer: Adam kendi

mülkünde bir kuyu kazsa ve bir insan o kuyuya düşerek ölse, kuyu sahibi zâmin olmaz. Ama kendi

mülkünde bir ok atsa ve ok birisine isabet ederek onu öldürse, zamin olur. Çünkü oku bizzat

kendisi atmıştır. Bunda taaddi şart değildir. Zeylaî.

«Rüzgâr esmiyorsa olmaz...» Yani ateşi yaktığı vakit hava sakin ve rüzgâr yoksa zamin olmaz.

Camiü'l-Fusuleyn'de bu. Zâhire'den naklen şöyle kayıtlanmıştır: «Herkesin yaktığı normal bir ateş

yaksa...» Zahire'nin dışındaki eserlerdeyse «Mutlaka zamin olmaz» kavli nakledilmiştir.

Gamiü'l-FusuIeyn sahibi daha sonra da Ebülleys Fetevâ'sından şunu nakletmiştir. «Adam. kendi

mülkü olan bir yerde diken veya saman yaksa. rüzgâr ateşin kıvılcımlarını komşusunun tarlasına

götürerek onun ekinini yaksa, bakılır: Eğer onun tarlası komşusunun tarlasından kıvılcımın

sıçramayacağı kadar uzaksa zamin değildir. Çünkü o yangın, ateşten olmuştur. Fakat komşusunun

tarlası kendisininkine kıvılcımın tabiî olarak ulaşabileceği bir yakınlıkta ise, zamin olur. Çünkü ç

kendi mülkünde ancak etrafa zarar vermemek şartıyla ateş yakma hakkına sahiptir.»

Bunun benzeri Gayetü'l-Beyân'da da şu ifadelerle yer almıştır. «Bu mesele, bir kimsenin kendi



tarlasını sularken suyun komşunun tarlasına taşıp zarar vermesine benzer.

«Rüzgâr eserken yakmışsa zamin olur ilh...» Yani istihsanen zamindir. Turî. Haniye'den.

«Çünkü o ateşin tarlasında kalmayacağını bilmektedir ilh...» Bu sözden anlaşılıyor ki: eğer rüzgâr

zarar vermeyecek kadar hafif esiyorsa. sonra hızlanıp zarar verse bile ateşi yakan zamin olmaz.

Birisi yola bir çömlek koysa daha sonra da başka birisi de bir çömlek koysa ve testiler yuvarlanıp

kırılsalar, her testiyi sahibi zamin olur. Halebî demiştir ki: «Bu diğeri kelimesi mahzuf olan koymak

kelimesinin failinin üzerine atıftır. Yani bir şahsın yola bir testi koyması, sonra da bir diğerinin diğer

bir testiyi koyması gibi» Teemmül et. T.

«Testiler yuvarlanarak kırılsalar ilh...» Eğer bu testilerden birisi diğerinin üzerine yuvarlansa ve

yalnız yuvarlanan kırılsa, duran testinin sahibi zamindir. Yine aynı şekilde iki kişi yol üzerine

hayvanlarını bıraksalar, hayvanlardan birisi yürüse ve yerine duran telef olsa, hayvanı yürüyen

zamin değildir. Çünkü birincinin fiili hükümsüzdür. Sâyîhanî. Kadıhan'dan.

«Geçiş hakkı olmayan bir yere bir kor koysa ve bir malın telef olmasına sebeb olsa, telef olan

nesneye zamin olur ilh...» Bunu, Haniye sahibi zikretmemiştir. O sadece, eşya koyma hakkının olup

olmadığına itibar etmiştir. Çünkü bazen yolda olduğu gibi -kış için geçiş hakkı sabit olmakla

birlikte, bir şey koyma hakkı olmaz. Geçiş hakkının olup olmamasına yalnız Hülâsa sahibi itibar

etmiştir. Hülasa sahibi ayrıca «Fetvâ da bu kavil üzerinedir.» der.

Minah'ta da şöyle denilmektedir: «Hülâsa'da, odamın geçiş hakkı olmayan bir yere elinden ateş

düşmesi meselesinde şu iki şeklin arası farklıdır: Birincisi; eğer ateş. elinden, geçiş hakkı olmayan

yerden geçerken düşüp bir şeyi yakarsa zamin olur. İkincisi de, rüzgâr elindeki ateşin kıvılcımlarını

bir yere götürerek bir şeyin yanmasına sebeb olsa, zamin olmaz. Hülasa sahibi: «Bu ifade daha

uygundur. Fetva da bu görüş üzerinedir.» demektedir. Kitapların çoğunda Kadıhan'ın dediği yer

almıştır. T.

Demirci demiri ocaktan çıkarsa ve çekicini vurmadan çıkan kıvılcım bir şey yaksa demirci zamindir

ilh...» Eğer birisinin gözünü kör etse gözün diyeti demircinin akifesi üzerinedir. İtkânî.

«Tarlasını, tarlanın onun alamayacağı şekilde sulasa ilh...» Tarlası o suyun kalmasına tahammül

etmese. Yani onun tarlası yüksekte, komşusunun tarlası da çukurda olsa ve kendisi tarlayı

sulayınca, komşusunun tarlasına geçip zarar vereceğini bilse zamin olur. Ama su, onun tarlasında

kalsa sonra da komşunun tarlasına taşsa eğer suyun taşmasına mani olması emredildiği halde

mâni olmazsa zamin olur.Bu mesele, duvar üzerinde, birisine şahitlik yaptırmaya benzer. Ama eğer

suyun taşmasına mani olması emredilmemişse zamin değildir. Nitekim Camiü'l-Fusuleyn'de de

yledir. Şurunbulâliye.

Ben derim ki: Nuru'l-Ayn'da Haniye'den naklen. «Zamin olur» sözünden sonra «Tarlası yukarıda

olan adama suyun akmasına mani olacak bir set yapması emredilir. Seti yapmadan da tarlasını

sulamasına mani olunur.» cümleleri eklenmiştir.

Birinci fasılda yani set yapmasının emredilmemesi halinde sulamaktan men edilmez. Bu ilave ile

Tahtavinin: «O zaman tarlası yüksek olanın malından faydalanmaması gerekir.» şeklindeki itirazına

cevap verilmiş olmaktadır.

Hülasanın Şirb (sulama) bahsinde. «kitapların çoğunda eğer mutad olandan farklı bir şekilde sular,

komşu tarlaya zarar verirse zamin olur. Ama mutad şekilde sularsa zamin olmaz, denilir»

denilmektedir.

«İstihsanen sahihtir ilh...» Bir terzi veya boyacı dükkânına yarı yarıya ortak olarak çalışması için

birini oturtsa bu sanayi şirketlerinde her adam işi kendisi için asaleten, ortağı için de vekâleten

kabul eder. Yapılan kâr da ikîsi arasında taksim edilir. Buradaki mesele de aynen böyledir. Zira

dükkân sahibi. sanatkâra iş verdiği zaman sanatkâr, o işi kendi adına asaleten, dükkân sahibi için

de vekâleten yapar ve alınan ücret ikisi arasında eşit olarak taksim edilir. Rahmetî.

yasa göre bu meselenin sahih olmaması gerekir. Tahtavî de kıyası almıştır. Zira burada dükkân

sahibi sanatkârı, onun yapacağı işten gelecek paranın yarısı ile kiralamıştır. Bu ücret ise

meçhuldür. Değirmencinin ölçeği meselesine benzer.

«Sanayi ortaklığı ilh...» Bu sözde Hidaye sahibine tariz vardır. Çünkü Hidaye sahibi, bunu vücuh

şirketi olarak kabul etmiştir. Zeylâî de Hidaye sahibinin dediğini şu sözlerle reddetmiştir: Vücuh

şirketi: iki kişinin bir şeyi halk arasındaki itibarlarıyla para vermeden alıp satmalarıdır. Burada ise

alım satım yoktur.



Azmiye de Zeylaî'nin bu reddine cevaben şöyle denilir: «Hidaye sahibihin buradaki vücuh

şirketinden kastı, ıstılâhî olan vücuh şirketi değildir. Belki bu şirkette dükkan sahibinin itibariyle iş

kabul etmesidir. Musannıfın «Dükkân sahibi işi itibariyle kabul eder, sanatkâr da mahareti ile o işi

yapar.» sözü seni bu anlayışa götürür. Azmiye'nin bu izahı pek tutarlı değildir.

«Mutad olan hevdeci ilh...» Yani her beldede adet olan hevdeci yükleyebilir.

Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Kiracının deveye bindireceği adamları tayin etmesi veya, «Ben

dilediğim kimseleri bindiririm» demesi lazımdır. Ama kiracı, «Bunu binmek veya bindirmek üzere

kiralıyorum» dese, kiralama fasit olur. Deve sahibinin kiracıya hayvanın semerini, palanını, at ise

eğerini, deve i&e burnuna takılan halkayı, ota vurulacak gemi, eşeğe vurulacak yuları teslim etmesi

lâzımdır. Eğer bunlardan bir şey kiracının elinde iken telef olursa, hayvanın telefinde zamin

olmadığı gibi bunda da zamin olmaz. Hevdeci yüklemek indirmek, hayvanı sürmek ve çekmek,

deveye bindirdiklerini abdest ve farz namazlar için indirmek hayvan sahibine aittir. Ama -yemek ve

nafile namaz için indirmesi gerekmez. Zira bunları hayvanın sırtında ikende yapmak mümkündür.

Kadınların, hastaların ve zayıf ihtiyarların inebilmeleri için deveyi çöktürmek de hayvan sahibinin

görevidir.

«Hevdeci görmek daha evlâdır ilh...» Çünkü görmekle hem cehalet ortadan kalkar, hem de İmam

Ahmed'in muhalefetine de mahal kalmaz. Zira İmam Ahmed'e göre, hayvan sahibinin yüklenecek

şeyi veya binecek kimseyi görmesi şarttır.

«Velvâliciye'de şöyle denilmektedir...» Velvâliciye'nin ibaresi şöyledir: «Adam Kûfe'den Mekke'ye

sayıları belli fakat cinsleri belli olmayan develer kiralasa. kira işlemi geçerlidir. Ama aslında

kiralamanın geçerli olmaması gerekir. Çünkü bu durumda üzerinde akit yapılan şey meçhul

olmaktadır. Bir kimsenin belirsiz bir köleyi kiralaması nasıl geçerli değilse, bunun da geçerli

olmaması gerekir.»

Haherzade. Şerh-i Kâfi'de şöyle demektedir: «Meselenin sureti; kiralayacağı develeri tayin etmeden

kiralama değil. hayvan sahibinin yükü kabul etmesidir. Sanki kiracı, «Beni şu kadar para

karşılığında Mekke'ye kadar bindir» demiş ve hayvan sahibi de kabul etmiştir. O zaman, üzerinde

akit yapılan şey, hayvan sahibinin zimmetindeki bir yük olur ki bu da bilinmektedir. Deve ise,

hayvan sahibinin zimmetinde olan şeyi yapması için bir alet olmaktadır. AIetin cinsinin bilinmemesi

kira işlemin! ifsad etmez.

Sadru's-Şehid de şöyle demektedir: «Bana göre, yukarıdaki kiralama geçerlidir. Nitekim Kitap'ta da

öyle denilmiştir.»

Sadru's-Şehîd'in Kitap'tan muradı İmam Muhammed'in Aslı (Mebsütu) dur. Zaten bu, evvelce de

zikredilmişti. Tatarhaniye de bu hükmü ondan nakletmişti.

Bezzaziye'de şöyle denilir: «Örfe göre. bu, kira işleminin geçerli olması yönünde fetvâ verilir. Eğer

mutad olmazsa, o zaman geçerli olmaz.»

0 halde şarihin yukarıdaki, «Üzerine akit yapılan şey, hayvan sahibinin zimmetinde olan bir yüktür.»

sözü Haherzâde'nin tefsirinin aynıdır. Halbuki sen de biliyorsun ki müftabih olan görüşün örf

olduğu kabul edilirse, Haherzade'nin kavlinin aksine olur.

«Yediği madde ve benzerinin yerine yük yükler ilh...» İtkanî şöyle demektedir: «Adam kiraladığı

hayvana erzakının dışında tartılacak veya ölçülecek bir şey yüklese ve yüklediğinden bir miktar

eksilse eksilen miktarda bir şey ilave edebilir.»

(Evini gasbedene; «evi boşalt aksi halde her ay şu kadar ücret vereceksin» dese ve gasıp evi

boşaltmasa o ücreti vermesi gerekir.)

«Ancak gasıb onun mülkiyetini inkâr ederse müstesna ilh...» Yani gasıb mülkiyeti inkâr ederse

malikin istediği ücret gerekmez. Fakat ecr-i misil verecek midir? İleride gasb bahsinde geleceği

üzere vakıfta, yetimin malında.'birde kira için yapılan binada gasıbın ecr-i misil vermesi gerekir.

Sen, «Eğer kira için yapılan binada mülkiyeti inkâr ederse, o zaman zahiren gasıb sayılmaz.

Sayıhanî. Yani ona ücret vermesi lazım değildir. Zira ileride geleceği üzere gasıp kıra için yapılmış

bir binada «Benim mülkümdür» diye mülkiyet tevili ile oturursa ücret vermesi lazım değildir.»

şeklinde bir itirazda bulunabilirsin.

«Mal sahibi gasıba şu kadara otur yoksa çık dese ilh...» Tatarhaniye'de şöyle denilir: «Bir kimse

seneliği bin lira olmak üzere bir bina kiralasa ve sene bittikten sonra mülk sahibi. «Bugün

boşaltırsan bir şey yok, ama bugün boşaltmazsan aylığı bin liradan oturursun» dese, kiracı da evin

ona ait olduğunu ikrar etse. o zaman eşyasını binadan nakledecek kadar ki zamana karşılık ecr-i



misil, fazlası için ise malikin dediği ücreti verir.

«Gasıp veya hayvan sahibi sükût ettikten sonra ilh...» Bu 996 (hicri) yılında Beytül Makdis'te olan

bir hadisedir ki, musannıf buna yukarıda zikredilen ibare ile cevap vermiştir. Nitekim musannıf,

işçinin dımanı (sorumluluğu) babından hemen önce de bunu zikretmiştir, daha sonra da «Bir çok

meselede fukaha bu şekilde sarahaten hüküm vermiştir.» demiştir.

KİRACININ KİRALADIĞI MÜLKÜ KİRALAYAN VEYA BİR BAŞKASINA KİRAYA VERMESİ

«Kiracı kiraladığı mülkü kiraya verebilir ilh...» Yani kiracı kiraladığı mülkü kendi verdiği ücretin

misliyle veya ondan daha aşağı bir ücretle kiraya verebilir. Eğer kiraladığından daha fazla bir

ücretle kiraya verirse fazlasını tasadduk eder. Ancak,"kira işleminin geçerli olduğu şeyler

bölümünün başında geçtiği üzere iki mesele bundan müstesnadır.

«Bazı alimlerce teslimden evvel de kiraya verebileceği söylenmiştir ilh...» Yani İmam Muhammed'e

göre ise caiz değildir. Bazı alimler ise kiralama bahsinde alimler arasında ihtilaf olmadığını

ylemişlerdir. Bu hüküm gayri menkuller hakkındadır. Menkul (taşınır) mallarda ise kabızdan evvel

icare verilmesi asla caiz değildir. Tatarhaniye'de de böyle denilmektedir.

«Mü'cirden başkasına ilh..Aşağıdaki ta'lilden anlaşıldığı üzere kiralayan ister malik olsun, ister

malikten kiralık almış olan olsun farketmez. Çünkü malikten kiraya alan kimse de menfaatin

malikidir.

Minah'ta Hülasa'dan naklen «İkinci kiracı, birinci kiracıya kiraya verirse sahihtir» denilmektedir.

Ben Hülasayı araştırdım, bu ilaveyi bulamadım. Yine Minah'ın hâmisinde alimlerden birinin el yazısı

ile onunla Hülasa'nın nüshalarına müracaat ettiğini fakat bu ziyadeliği bulamadığını gördüm.

«Araya üçüncü bir adam girse bile ilh...» Yani müstecirden diğer bir şahıs icarlayıp o da birinci

mucire icare vermiş olsa, yine caiz değildir,

«Fetva bununla verilir ilh...» Sahih olan budur. Alimlerin hepsi de bu kavil ile hükmetmişlerdir. İbni

Şıhne.

«Çünkü bu malike temlik etmeyi gerektirir ilh...» Zira menfaat hakkında müstecirin yerine kaimdir. O

halde malı sahibine kiraya vermek onu kendi mülkünü temlik etmek demektir.

Tatarhaniye'de şöyle denilir: «Mülkü kiraya vermek için vekil olan kimse kiraya verdiği malı

kiracıdan tekrar kiralasa caiz olmaz. Zira adam hem mucir (icare veren) hem de müstecir

olmaktadır.»

Kâdı Bedîü'ddin: «Ben önceleri bunun caiz olmadığına fetva verirdim, sonra bundan dönerek caiz

olduğuna fetva verdim» demektedir.

Ben derim ki: Yukarıdaki meselenin hükmünden, vakıf mütevellisinin vakıf yerini kiraya verdiği

kimseden tekrar kendisinin kiralık tutup tutmayacağının hükmü de anlaşılır. Alimlerden biri bu

konuyu araştırmış ve «Ben bu meseleyi bulamadım» demiştir.

«Sahih olan kavle göre birinci kiralama bâtıl olmaz ilh...» «Şemsü'l-Eimme'den naklen

Tatarhaniye'de şöyle denilmektedir: Kiracı kiraladığı nesneyi gerisin geri kiralayana kiraya verirse

birinci kiralama münfesih olur.» demek hatadır. Çünkü ikinci kira geçersiz birinci ise geçerlidir.

Geçersiz olan hiç bir zaman sahihin hükmünü ortadan kaldırmaz.»

«Orada Hülasa'dan nakledilmişti ilh...» Hulasa'nın ibaresi aynen şöyledir: «Nevazil'deki ibareyi

kiralayan malı kiraya verdikten sonra kiracıdan onu teslim alsa...» şeklinde tevil etmek mümkündür.

Zira kiralayan kiraya verdiği malı sonradan kirasız olarak kabzetmiş olsa, kiracıdan kira süresi

düşer, şeklindeki bir anlayış daha iyidir.

Muhit'te de şöyle denilir: «Eğer kiralayan, kiraya verdiği nesneyi kiracıdan yeniden teslim almazsa,

birinci kiracının ücret vermesi lazımdır.»

Ben diyorum ki: Bunda bir yanlışlık var. Zira konu. kıracının ücret verip, vermeyeceği değil, birinci

kiralamanın münfesih olup olmadığıdır. Açıktır ki, ücretin düşmesi birinci kiralamanın iptalini

gerektirmez. Tatarhaniye'de Attabiyyeden nakledilen, «bina sahibi kiraya verdiği binayı kiracıdan

geri alsa, onun elinde bulunduğu müddetçe kiracıdan ücret düşer. Kiracı mal sahibinden binayı

teslim etmesi talebinde bulunma hakkına sahiptir.» cümleleri de buna delâlet eder. Burada

Tatarhaniye, ücretin düşeceğim kiracının da mal sahibinden kiralık şeyi teslim etmesi talebinde

bulunma hakkına sahip olduğunu açıklıkla zikretmiştir. Eğer kira sözleşmesi geçersiz olsaydı,

kiracı kiraladığı mülkü mal sahibinden teslim talebinde bulunamazdı.



«Teemmül et ilh...» Aslında kitaplar arasındaki ihtilafın bu şekilde uzlaştırılması açık değildir. Buna

göre, Halebinin. «Kadıhan ve Muzmarattaki ifadelerden dolayı ve illete bakılarak Vehbaniye

sahibinin söylediği daha zahirdir» şeklindeki sözleri teayyun etmiş olmaktadır.

«Ücret düşer mi ilh...» Ben diyorum ki, Vehbaniye şerhinde Ebûbekir Belhî'den nakledilen kavle

göre kiracıdan ücret düşmez. Bezzaziye' de Ebülleys'ten Belhî'nin dediğinin aynısını nakletmiştir.

Müntekâ'da da «sahih olan; kıra ve ödünç sözleşmelerinin geçerli olmamalarıdır. Şu kadar var ki,

kiraya verilen mal kiralayanın elinde kaldığı müddetçe kiracının ücret vermesi gerekmez.» özetle.

Sen de biliyorsun ki, musannıfın yukarıda yaptığı uzlaştırmanın yeri burasıdır. Uygun olan, «Eğer

kiralayan kiraya verdiği malı kiracıdan geri teslim alırsa. ücret düşer. Kiraladığı şeyi olmazsa.

düşmez» denilmesiydi.

Müntekû'nın ibaresi; «Ödünç vermenin hükmününde sahih kavle göre kiralananın hükmü gibi

olduğunu» ifade etmektedir.

FER'İ BİR MESELE: İbni Nüceym'in Fetevâsında şöyle denilmektedir: «Birinci kiralayan ile ondan

kiralık alan kiracı akde rızaları ile son verseler (ikale) bu sahih olur ve hem birinci hem de ikinci kira

sözleşmesi geçersiz olur.

METİN

Bir kimse bir akarı kiralaması için birisini vekil etse, vekil kira sözleşmesini yaptıktan sonra teslim

aldığı halde malı süresi doluncaya kadar teslim etmese, o zaman ücreti vekilin vermesi gerekir.

Çünkü o, sözleşmeyle ilgili haklarda asıldır. Ancak vekil, verdiği ücreti müvekkilden alır. Çünkü

vekil teslimde müvekkilin yerini tutar. O halde malı hükmen, müvekkil teslim almış sayılır.

Vekil ücretin peşin verilmesini şart koşsa ve kiraladığı malı teslim alsa, müvekkili kiralanan mülkün

teslimini taleb etmeden kira süresi dolsa yine vekil ödemiş olduğu ücreti müvekkilinden alır. Çünkü

müvekkilin vekili, teslimden men etmedikçe vekilin teslimiyle müvekkil ele geçirmiş sayılır.

Ama eğer, müvekkil, binanın teslimini ister, vekil de ücreti peşin vermesi için feslim etmezse, vekil

verdiği ücreti müvekkilinden alamaz. Zira ücretin peşin alınması için binayı elinde tutması

sebebiyle, vekil olmaktan çıkarak asıl olmuştur. Bundan dolayı müvekkil hükmen malı ele geçirmiş

sayılmadığından dolayı ücreti vermesi gerekmez.

Kâdı, vesika, senet ve hüküm yazmak için diğerlerinin aldıkları meblağ kadar ücret alır. Aynı şekilde

müftünün de ücret alma hakkı vardır. Zira müftü de fetvayı yazma karşılığında yazı ücreti olarak

ecr-i misil alır. Çünkü müftü ve kadının vazifesi yazı ile değil, dille cevap vermektir. Bununla

beraber dedikoduya meydan vermemesi, şahsiyetinin rencide olmaması için ücret olmaması daha

iyidir. Bezzâziye. Bu konuda geniş bilgi Vehbaniye'nin Kaza bahsinde vardır.

Sayrafiyye'de şöyle denilir: «Kadı bir hüküm verse ve hükmü yazmak için ücret taleb etse, caizdir.

Müftü içinde hüküm böyledir. Eğer şehirde başkası varsa onun için de bu hüküm geçerlidir. Bazı

alimler tarafından, «şehirde başka müftünün bulunmaması kaydı olmadan müftü ücret isteyebilir.»

denilmiştir. Zira fetvâ veya hükmü yazmak kadı veya müftünün görevi değildir.»

Yine Seyrafiyye'de şöyle denilir: «Adam sihirden korunmak veya sihri iptal için dua yazmak üzere

birisini kiralasa; eğer yazan adam sarfederek kâğıt ve yazılacak yazının miktarını beyan ederse

ücret alması caizdir. Ücretle mektup yazmak da bunun gibidir.»

Kiracı, kira, rehin ve satın alma iddiasında bulunan kimselere hasım olamaz. Çünkü dava, ancak

malın malikme karşı olur. Ama müşteri ile kendisine hibe edilen kimse davada hasım olabilirler.

Çünkü bunların ikisi de malın sahibidirler. Müşteri ile birlikte kiraya verenin de hazır olması şart

mıdır? Bu konuda iki görüş vardır.

Herhalde doğrusu. «müşteri» değil, müstecir olmalıdır. Yani beriki müşteriye o malı kiralamış

olduğunu iddia etse kendi başına hasım olabilir mi? yoksa kiraya veren (önceki malik)in bulunması

şart mı?

Kira ve kiranın iptali. ziraî ortaklık bahçe ortaklığı (müskat) emek sermaye ortaklığı (müdarebe),

vekâlet. kefalet, vasiyet etmek hüküm verme, idarecilik. talâk, azad etme, vakfetme gibi hallerin

hepsinde; geleceğe atıf ile akit yapmak icma ile sahihtir. Mesela. «aybaşından geçerli olmak üzere

kiraya verdim veya kirayı iptal ettim.» dese caiz olur. Ama halen temlik olan bir şeyde alım satım

akdi, alım satım akdine icazet vermek, bey'i feshetmek, taksim etme, şirket kurma, hibe etme,

nikâh, telâktan rücu, bir mal üzerine sulh olmak, borçtan ibra etme gibi akitlerde ise geleceğe atıf

sahih değildir. Bu meseleler alım satım akdi (bey) bahsinde çeşitli meseleler kısmında geçmiştir.



Ecr-i misil, bir başkasının artırmasıyla değil kendi kendine artarsa, mütevelli kira -sözleşmesini

iptal edebilir. İptal etmediği müddetçe vakfın, kiracısı kira sözleşmesinde konuşulan ücreti verir.

Fetvâ bu kavil ile verilir.

Kiracı. kira bedelini peşinen verdikten sonra akti iptal etse. sözleşme ister fasit olsun, mal kiracının

elinde ise, verdiği ücreti tamamen alana kadar onu elinde tutabilir. Bu iyi öğrenilsin.

Adam bir kısmı dolu, bir kısmı boş olan bir binayı kiralasa, kira işlemi, dolu olan kısımda değil,

sadece boş olan kısımda geçerlidir. Nitekim bu mesele yukarıda geçti. Ancak Eşbah'a Haşiye yazan

zat şöyle demiştir: «Tercih edilen içerisi dolu olan bir malın kiralanmasının da sahih olmasıdır.

Ancak onu meşgul edene eğer bir zarara uğramayacaksa orayı boşaltıp teslim etmesi -emredilir.

Yok eğer tahliye zarar verecekse, kiraya verilen mülkte eşyası olan kişi, yapılan kira sözleşmesini

iptal eder. Dikkatli ol.

Adam sütünü çocuğuna içirmek veya kuzusunu emzirmek için bir koyun kiralasa, caiz değildir.

Çünkü böyle bir örf yoktur.

Adam bir malı fasit bir kira işlemi ile kiralarsa, aynı nesneyi ikinci defa da geçerli kira işlemi ile

kiralasa, eğer bu teslim aldıktan sonra olmuşsa esah kavle göre geçerlidir. Münye. Bazı alimler ise

caiz olmadığını ylerler. Bu meselelerin hepsi yukarıda geçti. Konunun tamamı Eşbah'ta vardır.

FER'İ MESELELER:

Sultan bir vergi karşılığı çiftçiye toprak verse; eğer bu kiralamanın şartlarına uygun olursa sahihtir.

Çünkü muteber olan, söz değil, manadır. Biz bu meseleyi cihad bahsinde anlatmıştık.

Ücret ve müddet beyan edilirse kalem kiralamak caizdir.

Adam şehir dışında kullanmak üzere bir şey kiralasa, fakat onu şehir içinde kullansa bakılır: Eğer

kiraladığı mal elbise ise ücret vermesi gerekir, eğer hayvan ise gerekmez.

Kiracı binmek için kiralık tuttuğu hayvana binmeyerek, onu elinde çekip götürse, ücret vermesi

gerekir. Ama binmeyişi hayvandaki bir özürden dolayı ise. o zaman ücret vermesi lazım değildir.

Kâtip yazdığı yazıda hata etse eğer hata bütün sayfalarda ise, kiralık tutan muhayyerdir. Dilerse

sözleşme anında konuşulanı geçmeme-si kayyla ecr-i misil vererek yazıyı alır, dilerse kâtipte

bırakır. Ondan kağıt ile mürekkebin kıymetini alır. Eğer hata bazı sayfalarda ise, o zaman hatalı

kısmın ücreti verilmez. Doğru olan kısmın ücreti akit esnasında konuşulan ücretteki hissesine göre

verilir.

Ücretle, para sayan kimsenin saydığı paraların tamamı kalb çıkarsa ücret alamaz. Eğer bir kısmı

kalb çıkarsa, sağlam çıkanların hesabınca ücretini alır, gerisini iade eder.

İZAH

«Vekil ücreti müvekkilinden alır ilh...» İster malı müvekkile vermekten kaçınsın ister kaçınmasın

hüküm aynıdır. Dürer.

Bezzaziye'de, Ebû Yusuf'tan, «Vekil müvekkiline rücu ederek ondan alır.» kavlim naklettikten sonra,

«sahih olan görüş, istihsanen müvekkîlinden ücret almamasıdır. Çünkü vekil müvekkilin

tasarrufuna mani olduğundan dolayı gâsıb olmaktadır. Gâsıb ise malikden başkaları olur.»

denilmiştir. Bunun benzeri Hülâsa ve başka kitaplarda Muhit sahibinin dedesinden de

nakledilmiştir.

FER'İ BİR MESELE: Mülk sahibinin kiraya verdiği malın ücretini vekile hibe etmesi veya onu

ücretten ibra etmesi sahihtir. Bu durumda vekil, ücreti, müvekkilinden alabilir. Hülasa.

KADI VE MÜFTÜNÜN YAZACAKLARI HÜKÜM, FETVA VE SENEDİN ÜCRETİNİ ALMALARI

«Kadı ücret alabilir ilh...» Bazı alimler, bu ücretin davacı tarafından ödeneceğini söylemişlerdir. Zira

Kâdî'nın yazması ile davacının hakkı korunur ve menfaati de onadır. Bazı alimler ise Kâdî'nin

alacağı ücretinin davalıya ait olduğunu söylerler. Zira defteri davalı alır. Üçüncü bir gurup ise ücret,

kâtibi kiralık tutana aittir, derler. Hasımlardan ikisi de kâtipten hükmü yazmasını istemeseler de

Kâdî, isterse o zaman yazılan defteri kim alırsa ücreti de o verir. Buna göre senet ve benzeri şeyleri

yazan kimselerin ücreti, bizim örfümüze göre onu alan kimseye aittir. Bazı âlimler de bu konuda

örfe itibar edileceğini söylerler. Camiü'l-Fusuleyn.

Minah'ta Zahidi'den naklen şöyle denilir: «Kadı veya müftü hazineden bir şey almazsa, o zaman

davacı veya davalıdan ücret alabilir. Düşünülsün.

«Diğerlerinin yazı için aldıkları ücret kadar ilh...» Camiü'l-Fusuleyn' de şöyle denilmektedir:



«Kâdî'nın alacağı ücret, dışarıda emsalinin alacağı ücret kadardır. Bazıları tarafından söylenilen;

«Yazılan senet için her bin dirhem karşılığında beş dirhem ücret verilir.» sözünü biz kabul etmeyiz.

Bu söz fıkha da uygun değildir. Üstelik senede yazılacak paranın çokluğu kâtibe ne gibi bir zorluk

getirir ki atacağı ücret çok olsun? Ancak onun ecr-i misli, çekeceği meşakkat veya sanatında

yapacağı iş kadardır. -Nitekim inci delenler ve oymacılar az bir meşakkatle çök ücret alırlar.

Alimlerden birisi, «Fusuleyn sahibinin sözü. meşakkati az olsa bile fazla ücret alınmamasının caiz

olduğunu ifade eder. Çünkü onların nazarı kendisi için yazı yazılan kimsenin göreceği menfaattir.»

demiştir.

Ben derim ki: Kâtibin fazla ücret alması: onun ecr-i mislinden fazla olduğunu göstermez. Çünkü

kendisini yalnız bu işe veren adam, inci delen sanatkâr gibi, ücreti meşakkatine göre almaz. Çünkü

meşakkati kadar ücret alsa, ona kâfi gelmez. Eğer «İnci delen adam çektiği meşakkat kadar ücret

alır» dersek, bu sanat kaybolur. Bundan dolayı bu ücret onun ecr-i misili olur.

«Bazı alimlerce mutlak olarak ücret alır denildi ilh...» şehirde ondan başka müftü veya kadı olmasa

dahi yazacağı hüküm ve fetva için ücret alması caizdir. Metinde geçen ibarenin zahiri de bunu ifade

eder. Bunun deIik, belirtilen sebep de açıkca görülmektedir.

«Sihir için ilh...» Yani sihrin ibtali için. Ama sihir yapması için adam tutmak caiz değildir. Çünkü o

haddızatında günah, hatta küfürdür.

«Sarfedilecek kâğıt ve yazılacak yazının miktarını beyan ederse ilh...» Bu, kağıda yazılacak satırların

miktarının belli olması îçindir. Bazı kelimelerin uzunluğundan doğacak farklılık hoş görülür.

Musannıfın: «yazılacak yazının miktarını» demesinden bundan maksadın satırların adedi olduğu

anlaşılmaktadır.

«Mektup yazmak da bunun gibi ilh...» Adam birisim bir dostuna mektup yazması için ücretle

tutarsa, yazılacak yazının ve kullanılacak kağıdın miktarını belirtirse caîzdir. Minah.

«Müşteri (veya müstecir) ile birlikte kiraya verenin bulunması da şart mıdır ilh...» Minah'ta şöyle

denilmiştir: Suğra'daki; «Müşteri kendi başına kiracıya düşman olmaz. Kiralayanın da hazır olması

lâzımdır.» İfade Bezzaziye'de Kâdî'nın Feteva'sından nakledilen şu ibareye tersdir. «Birisi mülkünü

kiraya verse. sonra satsa ve teslim etse, kiracının davası kendisi hazır olmasa bile satın alanın

huzuru ile dinlenilir.» Şu kadar var ki Bezzaziye bu fetvayı naklettikten sonra Suğra'dakine uygun

bir ibare daha nakletmiştir. O halde fetva anında bunun üzerinde durulsun, düşürtülsün.» özette.

«Derhal temlik olan bir şeyde ilh...» Yani derhal yerine getirilmesi mümkün olan bir şeyde geleceğe

izafe etmeye gerek yoktur. Bunun için de geleceğe izafe ile bir şeyi satmak sahih değildir. Ama

birinci guruptakileryle değildir. Zira kiralama ve benzerlerinde derhal temlik mümkün değildir.

Vasiyet de böyledir. Emirlik ve hüküm vermeye gelince, bunların ikisi velâyet konusudurlar. Kefalet

ise bir şeyi yüklenmektir. Bunun da derhal değil, gelecekte yapılması mümkündür. Zeylâî.

«Ödünçden (devn) ibra etme ilh...» Ödünçten ibra etmek gelecekte değil halde geçerlidir. Kefaletten

ibra ise bazı alımlere göre geleceğe izafe edilmesı halinde de gecerlidir. T. Hamevî'den.

«Fetva da bu kavil ile verilir ilh...» Vakıf malının ecr-i misli artarsa. Yani mütevelli feshetme hakkına

sahiptir. Musannıfın onu, bundan hemen sonra zikretmesi gerekirdi. Nitekim geçerli olan

kiralamalar bölümünden hemen önce Sevadet Bahsinde öyle yapmıştı.

«Akit ister sahih olsun ister fasit olsun ilh...» Musannıfın bu sözü, kira işleminin geçerli olan

kiralama bahsinin hemen baş tarafında belirttiği, «Kiracı diğer alacaklılardan evvel hakkını alır.»

kavline uygun, ama, «Eğer kendisinde başkası için sözleşme yaparsa...» sözünden önce

ylediğine zıttır. Biz bunun tevilini orada yapmıştık.

«Bir kısmı dolu, bir kısmı boş olan bir binayı icarlasa ilh...» Bu mesele, geçerli olan kiralamalar

bölümünde geçmişti.

«Şu kadar var ki Eşbaha haşiye yazan zat şöyle ilh...» Eşbah'a haşiye yazan şöyle der: «Musannıfın

dediğini Kâdîhanî'nin söylediği şu söz üzerine hamletmek gerekir: «Adam bir kısmı dolu bir kısmı

boş olan bir mülk kiralamış olsa, İbn Fazla göre icare, «Dolu olan kısımda değil boş olan kısımda

caizdir, Zira bir kimse dolu olan bir oda kiralasa bu caizdir. Ev sahibine evi boşaltıp teslim etmesi

emredilir. Haniye'de belirtildiği üzere fetva da bu kavil üzerinedir. O halde musannıfın sözünün

sadece araziye hamledilmesi gerekir.

Cevami'ül-Fıkh'tan naklen Bîrî'nin haşiyesinde şöyle denilmiştir: «Eğer kiralanan bina kiralayanın

eşyası ile dolu veya tarla sahibinin ekini ile meşgul ise, bazı alimlere göre bu kiralar geçerli

değildir. Ama doğrusu, böyle bir mülkü kiralamanın sahih olmasıdır. Şu kadar var ki, malı boş



olarak teslim etmedikçe veya içindeki eşyayı kiracıya satmadıkça, kiracının ücret vermesi

gerekmez. Ama boşaltıp teslim etse, kiracının kira ücreti vermesi lazımdır.»

«Malın sahibine bir zarar gelmeyecekse ilh...» Mesela, içinde henüz biçilmemiş ekin olsa tarlanın

boşaltılmasında zarar vardır.

«İcare aktini feshedebilir ilh...» Yani kiraya verdiği mülkün boşaltılmasında eğer mülk sahibine

zarar verse, o zaman kiralayan kira sözleşmesini iptal eder.

«Çocuğun emmesi için koyun kiralasa bu caiz değildir.»

«Çünkü böyle bir örf yoktur iIh...» Hem de icare akti bir malın kendisinin telefi üzerine yapılmıştır.

Bu mesele geçerli olmayan kiralama bölümünde süt anneyi kiralama bahsinde geçmiştir.

«İcarenin şartları ile ilh...» Ama zamanımızda yapılan, mülke velayeti olan kimsenin diğer bir adama

horacı bölmesi ve benzeri gelirleri kendisinin alması için belirli bir mal karşılığında kefil olma

bâtıldır. Çünkü bunda nesnelerin aynının itlafı kastedildiği için kira sözleşmesi yapılmış olmaz.

Nasıl icare olarak sahih değilse, satış olarak da sahih değildir. Çünkü ortada satılan bir şey yoktur.

Nitekim bu, Fetevâyı Hayriyye de beyân edilmiştir.

İKTA ARAZİSİNİN KİRALANMASI VE İKTA EDENİN ÖLÜMÜ VEYA KİRACIYI ÇIKARMASI

İkta: Bir şahsın menfaatine verilmiş hazine demektir.

«Sahih olur ilh...» Yani kataata -ikda ile kiralama- şartlarına uygun olursa... Allâme Kasım'a «İslâm

devlet başkanı hazine arazisinden bir bölümü bir askere onun menfaati için verse, asker o araziyi

başkasına kiraya verebilir mi?» diye sorulmuş, o da cevaben, «Evet, verebilir.» Nasıl ki, kira süresi

içinde kiralayanın ölme ihtimalinin kira işlemine tesiri yoksa devlet başkanının da kira süresi için

araziyi askerin elinden alabilme yetkisinin kiralamada bir etkisi olmaz. O zaman kiralayan ölür veya

devlet başkanı askerin kiraya verdiği araziyi elinden alırsa kira sözleşmesi iptal olur.

Ben derim ki: Biz bu bahsi Kitabu'l-İcârenin başında vakıflarda kiralama süresi üç seneden fazla

olmaz.» sözünün yanında beyan etmiştik. Eğer kiralayan arazinin intifa hakkını başkasına verse ve

Sultan da bu mülkün intifa'ının o adama verilmesine hükmetse, bu bir satış gibi birinci şahsın o

araziden çıkartılmasını gerektirir mi? gerektirmez mi? Ben bu konuda bir şey görmedim.

Araştırılmalıdır. Bu bir fetva hadisesidir.

Ben, şeyhlerimizin şeyhi Sayıhanî'nin Fetevayı Niamiye kitabında gördüm ki, Hazine arazisinin bir

başkasının faydalanması için verilmesi veya kiracının ölümü halinde kira sözleşmesi, geçersiz olur.

Bu hükmü fukahanın «Vekil gibi bir mülkü başkası için kiralayan veya kiralık alan kimsenin ölümü

ile kira sözleşmesi iptal olmaz. Çünkü bunlar kendileri için değil, başkaları için kiralamışlardır. Veya

kiraya vermişlerdir.» sözünden almıştır. Sayıhanî sözlerine devamla, «Bu meselede, başkası için

değil, kendi için kiraya vermiştir. Eğer kira sözleşmesi iptal edilmezse ileride o arazinin verileceği

kimse zarar görür. İşte bu zararın önlenmesi ıçin kira sözleşmesi iptal edilir.» demiştir. Düşünülsün.

«Kalemin kiralanması sahihtir ilh...» Tatarhaniye'de şöyle denilmiştir: «Yazı yazmak için bir kalem

kiralasa eğer bunun için bir vakit beyan ederse. sahihtir. Yok eğer beyan etmezse, sahih değildir.»

Nevazil'de de şöyle denilir: «Kalemi kiralayan kimse bir vakit ve yazmayı beyan ederse, sahihtir.»

«Ücret vermesi lazımdır ilh...» Şehir dışında faydalanmak için bir şey kiralasa ve şehirde kullanırsa

eğer kiraladığı mal elbise ise Fakih der ki; Çünkü elbiseyi şehir içinde giymek elbise açısından

daha iyi. Hayvan kiralamada şehirde binmek ise daha kötüdür. Bunun için hayvan kiralamada

binilecek yer belirtilmelidir. Elbise de ise giyeceği vakit zikredilmelidir.» Bezzazîye.

«Ama bir özürden dolayı binmemişse ücret gerekmez ilh...» Yani binmeye kadir olmazsa. Binmeye

gücü yetmezse binmek için kiraladığı hayvana, yalnız önünde sürmekle ücret vermesi lazım

değildir. Nitekim Gayetü'l-Beyan'da da böyledir.

«Ecr-i misil vererek ilh...» Bu ecr-i misil de müsemmayı geçemez. Velvaliciye.

«Eğer hata bir kısmında ise doğru olan kısmın ücreti verilir ilh...» Yani bu kısma isabet eden ücreti

verir. Hata edilen kısmın ise ecr-i misli verilir. Çünkü kâtip bir kısmında kiracıya muvafakat, bir

kısmında da muhalefet etmiştir. Bunu Velvaliciye de zikretmiştir.

«Eğer paranın tümü kalp olursa ücreti geri alır ilh...» Çünkü ücreti paranın sağlamım kalpından

ayırması için vermiştir. Parayı veren, «Bu kalp paralar benim verdiğim para değil» derse., parayı

alanın sözü kabul edilir.

Zahîre'de şöyle denilmiştir: «Parayı sarrafa veren adam inkâr ederek, «Bu para benim paramdan



değildir.» alan da, «Hayır, senin paralarındandır.» dese, parayı alanın sözü kabul edilir. Zira o eğer

«Ben senden hiç para almadım» dese yine onun sözü kabul edilirdi.

METİN

Bir kimse: «Falan bana filan yeri gösterirse ona şu kadar para veririm.» dese, o adam da gösterse,

eğer bunun için yürümüşse, ecr-i misil alır.

Eğer, «Kim bana filan yeri gösterirse ona şu kadar para veririm.» derse burada kiralama bâtıldır.

Ona yol gösteren odama da ücret yoktur. Ancak yeri tayin ederek, «Kim bana şurâyı gösterirse»

derse. o zaman ona orayı gösteren adam, ecr-i misil alır.

Derinliğini de belirterek, on metre eninde ve on metre boyunda bir havuz kazılması için bir adam

tutsa adam da beşe beş bir havuz kazmış olsa, ücretin dörtte birini alır. Bu meselelerin hepsi

Eşbah'tan nakledilmiştir.

Yine Eşbah'ta şöyle denilir: «Bir adam komşusunun mülkünden bir miktarını yol için kiralosa, eğer

müddeti beyan ederse caizdir.»

Ben derim ki: Eşbah'ın haşiyesinde: «Bu «caizdir» kavli İmameyne nisbet edilir. Muhtar o!an da

budur.» denilmiştir. Mecma şerhi.

İhtiyar'da ise «Adam, «Kim size şunu gösterirse...» derse bu caizdir. Çünkü onun göstermesiyle

ücret taayyün eder» denilmiştir.

Gaye'de şöyle denilir: «Adam, «Benim evim sana kiradır, hibedir.» dese, kira taraflar için bağlayıcı

olmamakla birlikte geçerlidir. Taraflardan her biri, teslimden sonra da olsa, bu şekildeki kira

sözleşmesini iptal hakkına sahiptir.» Bu öğrenilsin.

Geleceğe izafe edilen kira sözleşmesinin bağlayıcı olup olmayışında iki sahih kavil vardır. Fetvâ

bağlayıcı olmadığı şeklindedir.

Mücteba'da şöyle denilmiştir: «Binayı (binanın yapısını) kiraya vermek caizdir. İmam

Muhammed'den duvar ve dam gibi şeylerle menfaatlendiği takdirde binanın kiraya verilmesinin

geçerli olduğu nakledilmiştir. Fetva da bununla verilir. Mekke-i Mükerremedeki binaların kiraya

verilmesi de bu kabildendir. Yalnız Mekke-i Mükerreme'nin arazisini kiraya vermek mekruhtur.»

Vehbaniye'de şiir olarak şöyle denilmiştir: «Av ve bekçi köpeği ile av kuşunu kiralama hususunda

iki kavil vardır. Mekke-i Mükerreme'nin evlerini kiralama hususunda da yine iki kavil vardır. Mekke-i

Mükerreme'nın toprağı ese kiraya verilmez.

Dellâl bakıp geri vermesi için tüccara bir kumaş verse ve tüccar onu alsa ve kaybolsa, dellâl zamin

değildir.

Birisi Kadı'ya gelerek, «Ben sefere gidiyorum kira sözleşmemi iptal et» dese. Kadı sözleşmeyi ya

yemin verdirerek veya sefere gideceği arkadaşlarından sorarak fesheder.

Ticareti terkeden bir kimse ticaret aracı olarak kiraladığı bir şeyi, yolun yarısında dahi olsa iptal

edebilir. Kiralayan belirli bir hayvanı kiraya verdiğinde o hayvan ölürse kira işlemini iptal edebilir.

Ebû Yusuf, kiraladığı hayvan ister muayyen olsun, ister olmasın hayvanın ölümü ile akdin geçersiz

olacağını söyler. «Kiralayanın zayıflığı sebebiyle de sözleşme iptal edilebilir» denmiştir.

Hasta olan kimse mülkünü kiralarsa ecr-i misil, onun verdiği kira ücretinden alınsa bile onun

kiralaması geçerlidir.

Kim borçlu olarak ölürse, onun akarının kira ücreti peşin aldığı kira ücretini karşılarsa kiralayan

kendi hakkını almak için o malı elinde tutmaya diğer alacaklılardan daha lâyıktır.»

YİTİĞİ BULANA VEYA BULUNMASINA DELÂLET EDENE ÜCRET VERİLMESİ

İZAH

«Falan kimse bana filan yeri (şeyi) getirirse ilh...» Eşbah'da (gösterirse yerine) «Eğer sen bana

gösterirsen» denilmiştir.

Bezzaziye ve Velvaliciye'de, «Birisinin bir şeyi kaybolmuş olsa ve «kim onu bana gösterirse ona şu

kadar para vereceğim» dese konuya iki yönden bakılır: Eğer bunu umum kastı ileylemişse, yani

«Her kim bana gösterirse. ona şu kadar ücret veririm.» demişse bu kiralama bâtıldır. Zira delâlet ve

işaret kira ücretini hakettirecek bir iş değildir. Ama eğer bunu hususî olarak bir şahsa. «Eğer sen

bana yitiğimi gösterirsen sana şu kadar ücret var.» dese ve o da onun için yürüyerek yitiği

gösterse, gösteren adam yürüdüğü için ecr-i misil alır. Zira yürümek, sözleşmede konuşulmuş ve

ücret hak edilen bir iştir. Ancak bu herhangi bir bedelle takdir edilmez. O zaman ecr-i misil vermesi



gerekir. Eğer hiç yürümeden gösterirse ücret alamaz. İmam Muhammed Siyerü'l-Ke-bir'de şöyle

demiştir: «Müfreze kumandanı. «kim bize falan yeri gösterirse ona şu kadar para var.» dese sahihtir

ve orayı gösteren adam ücret alabilir. Dolayısıyla kumandanın ona ücret vermesi gerekir.»

«Ancak yeri tayin ederek ilh...» Eşbah'ta Siyerü'l-Kebir'in sözü nakledildikten sonra şöyle

denilmektedir: «Bunun zahirine göre; müfreze kumandanı ne kadar vereceğini belirtmişse, o kadar

vermesi gerekir. Ama uygun olanı ecr-i misil vermesidir. Çünkü burada bir kiralama işlemi yoktur.

Bu mesele genel anlamda bir yol göstermedir. Çünkü burada yeri beyan etmiştir.»

Yani umum göstermek üzere yapılan akit bâtıldır. Ancak yeri tayin ederse bâtıl değildir. Çünkü yer

tayin etme meselesi genel anlamdaki gösterme meselesini tahsis etmektedir. Bu do

Siyerü'l-Kebir'in ifadesinden alınmaktadır. Zira müfreze kumandanının «şu yeri» sözünde tayin

vardır. Ama bir şeyi kaybolan adamın kim bana bu kayıp malı gösterirse» dese bu sahih değildir.

Zira tayin yoktur. Ancak aynıyla değil de ismiyle tarif etse mesela, «Kim falan yerdeki hayvanımı

bana gösterirse...» dese o zaman kumandan meselesi gibi olur. İşte bu, şarihin, «ancak yer tayin

ederse» sözünün ve Eşbah sahibinin, «Zahir olan ecr-i misil vermesidir.» sözünün anlamıdır.

Hasılı konu Siyerü'l-Kebir'in mesailindendir. Zira söz umumî olursa, akti kabul edecek bir işi

bulunmaz. O zamanda akit yok demektir. Akit olmayınca da, sıhhati düşünülemez.

Ben derim ki: Eşbah sahibi akdin hiç olmadığını söyledi. Halbuki yitik meselesinde olduğu gibi,

hiçbir ücretin gerekmediğini söylemesi daha uygundur. Onun bu dediğine Şerafeddin'in şu sözleri,

«Bu adamın gelmesi ve kumandanının hitabını kabul etmesi ile o şahıs ve sözleşme belirmiş olur. O

zaman konuşulan ücret ne ise onun verilmesi, gerekir. Çünkü sözleşme malûm bir iş için, muayyen

iki şahıs arasında tahakkuk etmiştir. Ama eğer yitik hayvan meselesinde olduğu gibi iş malum

değilse, o zaman hiçbir şey gerekmez. Fakat bunun aksine yol gösterecek şahıs muayyen ise, ücret

alması caizdir. Çünkü akit o zaman o adamın yürümesi üzerine yapılmıştır. Şu kadar var ki onun ne

kadar yürüyeceği takdir edilmediğinden ecr-i misil verilmesi gerekir. Bu durumda üç mesele

arasındaki fark açığa çıkmış olmaktadır.

Eşbah'a haşiye yazanların bazıları, meseleyi iyice anlayamamış ve karıştırmışlardır. Burada şöyle

denilebilir: Kumandan meselesinde olduğu gibi burada da birisinin yitik sahibinin hitabını kabul

edip gelmesiyle niçin belirlensin? Ve niçin muayyen bir şahsa hitab etmesi durumunda olduğu gibi,

yer belirtmese bile yürüme üzerine akit gerçekleşmiş olmasın?!.. Evet böyle bir itiraz geçerlidir,

konu düşünülmelıdir.

«Derinliğini de beyan ederek ilh...» Yani yerini beyan ederek.

Tatarhaniye'de şöyle denilmiştir: «Kayyum yerini, uzunluğunu, derinliğini ve çevresini beyan etmek

gerekir.»

«Ücretin dörtte birini alır ilh...» Zira 10 x 10=100 eder 5x5= 25 eder. O zaman yaptığı iş, yapması

gerekenin dörtte biridir. Öyleyse alacağı ücretin de dörtte birini alır. Eşbâh.

«Bu İmameynin kavlidir, muhtar olan da budur ilh...» Çünkü sahibeyne göre müşaın kiralanması

sahihtir. Şu kadar var ki bu geçersiz kiralama bahsinde geçtiği üzere güvenilir görüşün aksidir,

Bedaî'de şöyle denilmektedir: «Bir kimse belli bir müddet gelip gitmek üzere bir arsadan bir yer

kiralasa bu, İmam Ebû Hanife'nin görüşüne kıyasla caiz olmaz. Çünkü kiraladığı yer, ayrılmamıştır.

O zaman bu müşanın kiralaması olur, ki İmama göre caiz değildir. İmameyne göre ise caizdir.

«Bize şunu kim gösterirse ilh...» Bu mesele Siyerü'l-Kebir'in meselesidir. Bilindiği gibi bu durumda

akitte konuşulan ücretin verilmesi gerekir. Çünkü bize kim gösterirse» sözü umumî olmakla birlikte

hem yer hem de akdi kabul eden kişi muayyen olmuştur.

Şarihin yukarıdaki «ücret taayyün eder.» sözünün manâsı, ücret lâzım ve gereklidir demektedir.

«Benim evim sana kiradır hibedir ilh...» Velvaliciye'de şöyle denilmektedir. «Adam, «Benim evim

sana hibedir aylığı bir dirheme kiradır, veya benim evim sana kiradır hibedir» dese, bu kiradır.

Birincinin kira olması şöyledir: Adam sözünün sonunda başını değiştirecek bir şey söylemiştir.

Zaten sözün başı, bir bedel zikri ile değişme ihtimali olan cinstendir. İkincisine gelince; önce

zikredilen karşılıklı bir akittir. Bu tür akitler teberriye dönüşmezler. Bundan ötürü de adam, «Ben

evimi sana hiçbir karşılık istemeden kiraya verdim» dese, ev o adama iyreti verilmiş olmaz. İcare

olmaz. İcare akti ise «ariye» sözü ile de aktedilir» Özetle.

«Sözleşme bağlayıcı değildir ilh...» İtkanî şöyle der: «Mebsut'ta bu kira sözleşmesinin bağlayıcı

olup olmadığı zikredilmemiştir.»



Ebûbekir bin Hamid'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Ben Hassaf'ın yanına gittim, Ondan bir çok

faydalı şeyler öğrendim. Onlardan birisi de bu meseledir. Yani bir kimse. «bu evim sana kira olarak

hibedir» dese bu akit tarafları bağlamaz. Kiralayan da kiracı da teslimden önce de sonra da

kiralamadan vazgeçip ibtal edebilirler. Şu kadar var ki, böyle bir kira işlemi ile kiralanan mülkte

kiracı otursa, ücret vermesi gerekir. Çünkü bu konuşmadaki hem hibe. hem de kira sözleriyle amel

etme imkânı vardır. O halde mümkün olduğu kadar her ikisiyle de amel edilir. Nitekim karşılık

şartıyla yapılan hibe deyledir.» özetle.

Ebûbekir bi Hâmid'den rivayet edilen bu ifadenin zahirine göre, bu şekilde aktedilen bir kiralamada

ecr-i müsemmanın verilmesi gerekir.

Birî'da ise Zahire'den naklen ecr-i mislin verilmesinin gerekli "olduğu açıkça zikredilmiştir.

«Geleceğe izafe edilen kiralamanın bağlayıcılığı konusunda sahih görülen iki kavil vardır ilh...»

Musannıf burada akdin bağlayıcılığı konusunu ele almıştır. Zira sıhhati hususunda zaten şüphe

yoktur. O halde bu, şarihin az önce bunun icmaen sahih olduğu tarzındaki sözüne zıt düşmez.

«Fetva bu kaville verilir ilh...» Çünkü Haniye'de şöyle denilmektedir: «Bir kimse malıyarına izafe

ederek, kiraya verse, sonra da başka bir adama satsa, Münteka'daki ifadeye göre, «Bu hususta iki

rivayet vardır. Fetva satışın geçerli olduğu üzerinedir. Yarına izafe edilen kira sözleşmesi de bâtıl

olur.» Halvanî'nin seçtiği görüş de budur.

Biz bu konuda söylenmesi gereken şeylerin kalanını bu konunun başında belirtmiştik. Buradaki

kira sözleşmesinin bağlayıcı olmayışı yalnız kiracı için değil, her iki taraf içindir. O halde diledikleri

zaman kiralayan da kiracı da geleceğe izafe edilen sözleşmeyi İptal edebilirler. Nitekim fukahanın

herhangi bir ayırım yapmamalarının gereği de budur.

«Fetva da bununla verilir. ilh...» Eğer duvar ve dam gibi faydalanılan bir yapı ise kiraya verilebilir.

Bunun benzeri geçersiz kiralama konusunun başında geçti. Orada konu ile ilgili olarak

ylenecekler söylendi.

Kınye'de şöyle denilmektedir: «Zahirî rivayete göre; arsa ile birlikte değil de sadece binayı kiraya

vermek caiz değildir. Çünkü yalnız binadan faydalanılamaz.»

«Mekke-i Mükerremenin arazisini kiraya vermek mekruhtur ilh...» Hidaye'de de böyle denilmiştir.

Hizanetü'l-Ekmel'de. «Mekke-i Mükerremenin arazisini kiraya vermek caiz değildir. Çünkü Mekke-i

Mükeremenin arazisi kimsenin mülkü değildir.» Bundan anlaşıldığına göre Mekke-i Mükerremenin

binalarının kiraya verilmesi caizdir.» denilmektedir. Şerhu İbn-i Şıhne.

Vehbaniye'de şöyle denilir: Bunda bir yanlışlık var. Çünkü bu şiirin beşinci beyti ile dördüncü

beytin ikinci mısraı İbn-i Şıhnenin şiirindendir. Ayrıca bu denildiği gibi Şurunbulâliyede ait değildir.

«İki görüş vardır ilh...» Yani iki rivayet vardır. Bu rivayetlerin ikisini de Kâdîhan nakletmiştir.

Birincisi, av köpeğini veya bekçi köpeğini ye av kuşu kiralandığında ücret vermek gerekmez. Fare

tutması için kedi kiralamak ise hiç bir şekilde caiz değildir. Çünkü kiracı köpeği veya kuşu ava

gönderdiği zaman bunlar, avcının salması ile giderler ve avlarlar. Kedinin avı ise bizzat fiili iledir.

Bu yüzden kedinin kiralanması caiz değildir.

Evi süpürmesi için maymun kiralamak hususunda ihtilaf vardır. Bunun tamamı şerhtedir.

«Mekke-i Mükerreme'nin evlerini kiralama hususunda da yine iki kavil vardır. ilh...» Şiirin yazarı

diyor ki: «Mekke-i Mükerremenin arazisinin satılmasının caiz olmadığı gibi kiraya verilmesi de caiz

değildir zannedilmesin» diye Mekke'deki evlerin kiraya verilmesinin caiz olduğunu açıkça zikrettim.

«Tacir kumaşı alıp gitse ilh...» Yani, tüccar kumaşı alıp gitse ve kumaş da dellâlin eline geçmese

dellâl zamin değildir. Çünkü dellâlin kumaşı tüccara vermesine âdeten izin vardır.

Kâdîhan der ki: «Bana göre. dellâl kumaşı tüccara verdikten sonra oradan ayrılır ve kumaş

kaybolursa, zamin olur. Nitekim yabancı birisine emanet etse veya kumaşı, almayı isteyen adamın

yanında bıraksa kumaş da zayi olsa zâmin olur.»

Manzumede Kâdîhan'ın bu tercihine işaret eder bir şey yoktur. Şerh.

«Yolun yarısında dahi olsa ilh...» Yani kiracı yolun bir kısmını gitse sonra da dönmeye karar verse,

kira sözleşmesini iptal eder. Nitekim mesele yukarıda geçmiştir.

«Kiralayan iptal edebilir ilh...» Bunun manâsı şudur: Adam muayyen hayvanları kiralayarak teslim

alsa ve hayvanlar ölse kira sözleşmesi iptal olur. Ama gelişigüzel bir kaç hayvan kiralasa ve adamın

verdiği hayvanlar ölse kiralayanın onların yerine başkalarını vermesi lazımdır. İmam Ebû Yusuf'tan

her halûkârda sözleşmenin iptali görüşü nakledilmiştir.



«Hastalanması ile de iptal edilir denilmiştir ilh...» Yâni kiralayan hastalandığı zaman kira

sözleşmesini iptal edebilir.

İbni Şıhne şöyle der: «Bu zahiri rivayetin aksinedir. Onun için de, «denmiştir» sözü ile ifade

edilmiştir. Şu kadar var ki şarih yukarıda «Bu kavil ile fetva verilir.» demişti! Meseleyi düşünmek

gerekir.

«Hasta olan kimse mülkünü icare verirse icaresi malının tamamında caizdir. ilh...» İmadiye'de şöyle

denilmektedir: «Ölüm hastalığında olan bir kimse servetinin gelirini teberru etmiş olsa, malının

hepsinin menfaatine itibar edilir. Çünkü servetinin geliri ölümden sonraya kalmaz ki, ona

varislerinin ve alacaklılarının hakkı taalluk etsin.» Özetle.

«Ecr-i misil onun verdiği icare ücretinden çok olsa bile ilh...» Yani, hastanın anlaşmış olduğu kira

ücretinden çok olsa bile malın tamamındaki kira işlemi geçerlidir.

«Daha layıktır ilh...» Yani kiracı o akarı elinde tutmaya diğer alacaklılardan daha layıktır. Şu kadar

var ki, akar kiracının elinde iken helâk olsa, alacağı sakıt olmaz. Ama rehin böyle değildir. Yani.

rehin verilen bir şey rehin alan adamın yanında helâk olursa, karşılığında verdiği parayı geri

alamaz. AIIah daha iyisini bilir.

 

Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.03 saniye 14,839,270 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024