VASİYETLER KİTABI 1
MALIN ÜÇTE BİRİNİ VASİYET BÂBI 1
HASTALIK
ANINDA KÖLE ÂZAD ETME. 1
AKRABAYA
VE BAŞKALARINA VÂSİYET. 1
(KÖLESİNİN) HİZMETİNİ (EVİNDE) OTURMAYI
VE (AĞACININ)
MEYVESİNİ VASİYET. 1
ZIMMİNİN VE BAŞKASININ VASİYETLERİ 1
VASİ YANİ
VASİYETİ EDA İLE GÖREVLENDİRİLEN KİŞİYE
AİT HÜKÜMLER. 1
VÂSİLERİN ŞAHİTLİĞİ 1
ÇEŞİTLİ MESELELER. 1
M E T İ N
«Vasiyetler»
kelimesi «vasi tayin etmek» ve «birşey
vasiyet etmeyi» kapsar.
«Falan kimseye vasiyet
etti»
denilince, «onu kendisine vasi tayin
etti» manasına gelir. Bunun isim şekli «vesâyet»dir ve
ileride müstakil bir babda gelecektir.
«Falan kişiye
vasiyet etti» sözü, «ona vasiyet
yoluyla
temlik etti» manasınadır. Buna göre vasiyet,
ister bir nesne
ister para olsun ölümden sonraya izafe edilen temliktir.
Ben derim ki: Borcu ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması
için bu temlikin teberru yoluyla
olduğunu
söylemek gerekir.
Zira ileride geleceği üzere borç ile ikrar malın
tamamından geçerlidir. Bunun
teberru yoluyla temliki vasiyetin Allah'ın hakkından dolayı vacip
olmasına ters değildir. Bunu düşün.
Vasiyet,
Mücteba'daki ifadeye göre dört kısımdır. Üzerinde
borç olan zekâtın, keffâretin, tutamadığı
orucun ve
kılamadığı namazın fidyelerinin vasiyeti gibi vâcip olanlar, bir zengine yapılan vasiyet
gibi mübah
olanlar, fâsığa yapılan vasiyet gibi mekruh olanlar ve bunların dışındaki
müstehab
olanlardır.
Ana-baba ve yakınlara
vasiyette bulunmak vacip
değildir. Çünkü Bakara Sûresi'ndeki vasiyet âyeti,
Nisa Sûre'sindeki miras âyetiyle neshedilmiştir. Vasiyetin sebebi teberruların sebebidir. Şartları ise
şunlardır;
1 - Vasiyet
eden kimse temlike ehil olmalıdır. Buna göre çocuğun, delinin ve mükâtep kölenin
vasiyeti caiz değildir. Ancak mükâteb bir köle yapmış olduğu bir vasiyeti azad edilmesine izafe
ettiği
takdirde vasiyet sahih olur. Nitekim ileride
gelecektir.
2 - Borcunun
vasiyetini kapsamaması gerekir.
Zira ödemede borç vasiyetten önce
gelir. Nitekim
ileride bu da
gelecektir.
3 - Vasiyet
edilen kimse vasiyet anında sağ olmalıdır. İster
hakikaten sağ olsun ister takdiren sağ
olsun,
değişmez. Böylece ana karnındaki bebe de «mûsâ leh» (vasiyet edilen)
in kapsamına girer.
Bununla
Şurunbulâliye'nin itirazı geçersiz
olur.
4 - Musâleh
(vasiyet edilen kimse) ölüm anında
varis ve kâtil olmamalıdır.
Vasiyet edilen
kişinin malum olması şart mıdır? Ben derim ki: İbnu Sultan ve diğerlerinin gelecek
bâbda
zikrettiklerine göre evet şarttır.
5 - Vasiyet
edilen şeyin akid türlerinden herhangi biriyle ölümden sonra temliki kabul edecek bir
nesne olmalıdır. Bu nesne ister mal olsun ister bir
menfaat. ister hâlen mevcut olsun isterse,
olmasın... farketmez.
6 - Vasiyet
edilen şey mirasın üçte biri kadar
olmalıdır.
İ Z A H
Musannıfın
vasiyetler bahsini kitabın sonuna olmasının uygunluğu
açıktır. Çünkü insanın
dünyadaki hallerinin
sonuncusu ölümdür. Vasiyet de ölüm vaktindeki bir muameledir. Vasiyetin.
cinayetler ve diyetlere fazlaca bir ihtisası vardır. Zira cinayet, bazan vakti vasiyetin vakti olan ölüme
götürür. İnaye.
Burada vasiyetin sonucu konu olduğunu söylemek
nisbîdir. Yâni oradan evvelki bahislere nispetle
sonuncudur.
Evet, buraya göre nisbîdir ama Hidaye'deki tertibe göre hakikaten sonuncu bahistir.
Zira Hidaye'de
feraiz bahsi yer almamıştır. Ancak Hidaye'de de vasiyet bahsinden sonra hünsâ
bahsi zikredilmiştir. Buna göre, Hidâye'de de nisbîdir. Nitekim Tûrî de böyle ifade etmiştir.
«Vasiyetler
kelimesi, vasi tayin etme ile, birşey vasiyet etmeyi de kapsar.» Muğrib'te şöyle
denilmiştir: «Falan kişi
Zeyd'e şu konuda vasî tayin etti» ve
«falan şeyi de vasiyet etti» denilir.
«Vesât» ve «vasiyet»
kelimelerinin her ikisi de masdar manasında
isimdirler. Sonra «musâbihe
(vasiyet edilen mal) de «vasiyet» ve «visayet»
denildi.
Bazı âlimlere göre de «isâ», bir şahsın birisinden
hayatta iken kendisi
bulunmadığında ve
ölümünden
sonra birşey yapmasını talep etmesine denir.
Zihâr
hadisinde şöyle denilmiştir:
«Amcanın oğlu hakkındaki hayırlı vasiyetimi
kabul et!...»
«Buna göre
ilh...» Bu, musannıfın «ben ona vasiyet
yoluyla temlik ettim»
anlamındaki sözünden
çıkartılan bir tali meseledir.
«İster bir nesne ister parça olsun ilh...» Minah ve
başka eserlerin ifadeleri ise «ister
bir nesne ister
bir menfaat
olsun» şeklindedir. H.
«Teberru yoluyla ilh...» Yani teberru yoluyla
temliktir. Bu koydı Zeylai, Nihaye'ye uyarak zikretmiştir.
«Borç ile ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması için».
Yâni bir yabancıya borcu
olduğunu ikrar...
Bunda da
itirazî bir görüş vardır: Âlimlerimizden, ikrârın temlik değil de
bir ihbar olduğuna
hükmedenler bu
meseleyi kendilerine delil olarak
almışlardır. Zîra eğer ikrâr temlik olsaydı
Kitabu'l-İkrar'da izah ettiğimiz gibi
malın tamamından geçerli olmaması gerekirdi. O zaman, borcu
ikrarın
tariften çıkmasına gerek kalmazdı,
çünkü zaten dahil olmadı.
Meselenin tahkiki
şudur: «teberru» kaydı, satış ve icare gibi karşılıklı
mülk edinmelerin vasiyet
tarifinden
çıkması içindir.
Musannıf
«ölümden sonrayla izafe edilen»
sözüyle de hibe ve hibeye benzer şeyleri
tarifin dışında
tutmuştur.
Zira hîbe teberru yoluyla ama peşin temliktir.
«İleride geleceği gibi ilh...» Yani hastalık
anında köle azad etme babının başında gelecektir.
«Zıt değildir
ilh...» Şârih'in bu sözü, teberru yoluyla temliktir»
sözünden doğabilecek sorunun
cevabıdır. Bu
sorunun takriri açıktır. Şârih «bunu düşün» sözüyle cevabın inceliğine
işaret etmiştir.
Zira Allah Teâlâ'nın hakkı için vacip
olan şey ölümle düşünce teberrua benzer
kî o zaman da
kulların borcu
gibi olmaz. H.
Ben derim ki: Bu, teberrudan murad; dilerse yapacağı diterse de terkedeceği şey olduğu takdirde,
böyledir.
Bizim takdim
ettiğimize göre teberrudan murad bir ivaz karşılığında olan değil, meccânen olandır.
Bununla yukardaki sual kendiliğinden
ortadan kalkar.
«Vasiyet,
Mücteba'da olan ifadeye göre ilh...» Müctebâ'nın
ibaresi şöyledir: «Vasiyet dört
kısımdır:
Vediaların ve meçhul borçların sahiplerine verilmelerini vasiyet
gibi vacip olan vasiyet, keffaretlerin
ve namaz, oruç
ve benzerlerinin fidyelerinin verilmelerini vasiyet etmek gibi müstehap olan
vasiyet,
yabancılardan ve akrabalardan zengin olanlara vasiyet etmek gibi mübah olan vasiyet, fısk ve isyan
ehline yapılan
vasiyet gibi mekruh olan vasiyet.»
Bedâî'de ifade
edilene göre bunda düşündürücü bir durum vardır. Zira kişinin üzerine farz olan hac.
zekat ve vâcip
olan keffâretleri vasiyet etmekde vacip olan vasiyetlerdendir. Şurunbulâliye.
Zeylaî de Bedaî'deki görüşe göre hüküm
vermiştir. Mevahib'te de, borçluya Allah'a
veya kullara
ödemesi gereken şeyleri vasiyet etmesinin vacip olduğu söylenmiştir. Musannıf da Müctebâ'daki
hükme
muhalefet ederek bu görüşe katılmıştır. Zira Müctebâ sahibi Allah hakları
ile kul haklarını
ayırmıştır. Yukarda geçen Allah hakkı için vacip olan şey ölümle düşer» sözü Allah
hakkı olarak
vacip olan
şeyin, vacip olmamasına delâlet
etmez. Zira burada «ölümle düşer» sözünden murad
«edasının düşmesi» dir.
Yoksa o vacip, onun zimmetindedir. O zaman
Şârih'in «Müctebâ'daki
ifadeye göre»
sözü yani taksim itibariyle...
Düşün.
«Bir zengine
yapılan vasiyet gibi mübah olan ilh...» Zengine yapılan vasiyet, bundan Allah'a yakınlık
kasdedilmediği zaman mübahtır. Ama eğer zengine ilim ehli veya
salih bir kişi olduğu için veya
uzaklaşmış bir akraba
olduğu için yada ailesi kalabalık
olduğu için vasiyet etse, uygun olan bunun
da mendub
olmasıdır. Düişün.
«Fâsıka yapılan
vasiyet gibi mekruh olan ilh...» Musannıfın
bu sözüne Sahihû'I-Buharî'deki şu hadis
itiraz olarak varid olur: «Umulur ki zengin ibret alır ve sadaka verir. Hırsız onunki hırsızlıktan,
zaniye de zinadan kaçınırlar.»
Buna göre
musannıfın muradı, fısk ehline yapılan
vasiyetin mekruh olmasının vasiyet
edenin
vasiyet edileni fısk ve fucûr için sarfedeceğini
zannetmesi halindedir. Rahmetî.
Ben derim ki: Geçen ifadenin zahiri fasıka
yapılan vasiyetin salih olmasına delalet eder şu kadar
var ki,
akrabalara vasiyet bâbımın sonunda kabri
sıvamayı vasiyetin batıl olma hükmüne,
«mekruh
olan şeyi vasiyettir» sözünün gerekçe gösterildiği gelecektir. Bu bahsin tamamı da
orada gelecektir.
«Bunların
dışında olan vasiyet de müstehab olandır.» Yani vasiyet'e,
onu iptal edecek birşey
âriz
olmadığı
zaman...
«Vacip değildir.» Bu söz ana-babaya ve akrabalara, vâris olmadıkları takdirde, Bakara Suresi'ndeki
ayetten dolayı vasiyetin vacip olduğuna
hükmedenleri reddetmektedir.
Ayet
Allah Teâlâ'nın şu
sözüdür:
«Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun
bir biçimde
vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzerine farz kılınmıştır.»
Nisa Suresi'ndeki ayetten murad miras ayetidir.
Buharî
Sahîh'inde Atâ ve İbnu Abbas'tan (r.a.) rivayetle demiştir ki: «Kişi
ölünce malı evladına kalır,
ana-babasına da
vasiyet olurdu. Allah Teâlâ bunu en güzeli ile neshetti. Erkeğe iki kadının payını
verdi ve ona ana- babadan herbirine de ölen
çocuklarının mallarından altıda birlni verdi.»
Sunen'de Ebû
Umâme'ye isnadla şöyle rivayet
edilir: Ebû Umâme demiştir ki: «Resulullah'ı; «Allah
Teâlâ her hak sahibine
hakkını yermiştir. O halde vârise vasiyet yapılmaz.» derken
duydum.
Bu rivayeti Tirmizî ve İbnu Mâce'de kitaplarında zikretmişlerdir. Tirmizi;
«bu hadis hasendir»
demiştir.
Bu hadis
meşhur bir hadistir, ümmet bunu benimseyerek
telakki etmiştir. Bize göre Kitâbın kitapla
neshedilmesi caizdir. İtkanî.
«Vasiyetin
sebebi teberruların sebebidir» Bu sebep de; dünyada hayır ile
anılmayı kazanmak,
âhirette de
yüksek derecelere ulaşmaktır. Nihâye. Bu da müstehap olan
vasiyettedir. Vâcip olan
vasiyetin sebebine gelince açık olan şu ki: onun sebebi edânın sebebidir. O da Allah Teâlânın, o
vâciplerin
edası hususundaki hitâbıdır.
Hakikaten fukaha da, bir ibadetin edası ne ile
vacip ise kazasının da onunla vâcip
olduğunu
söylemişlerdir.
«Temlike ehil olmalıdır ilh...» Evlâ olan Nihaye'nin «teberrua ehil olması» sözüdür.
«İlerde geleceği gibi ilh...» Yani bir yaprak kadar sonra...
«Borcu vasiyetini kapsamamalıdır ilh...» Ancak alacaklılar vasiyet
eden kişiyi alacaklarından ibrâ
ederlerse o zaman vasiyet edebilir. Kuhistanî.
«ileride geleceği gibi ilh...» Yani biraz sonra
metinde gelecektir.
«Vasiyet
anında ilh...» Ben derim ki: Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Eğer
vasiyet edilen kişi
vasiyeti hak edecek kişilerden muayyen birisi ise vasiyet günündeki
icabın sıhhatine itibar edilir.
Muayyen bir kimse olmadığı zaman vasiyet eden kişinin öldüğü vakitteki icabın sıhhatine itibar
edilir.
0 zaman, malının üçte birini falan kişinin çocuklarına vasiyet etse ve onların isimlerini söylemediği
gibi işaret de
etmese o vasiyet, vasiyet edenin ölümü vaktinde o çocuklardan
mevcut olanlarındır.
Onların ismini
vermiş olsa veya onlara işaret etse o zaman vasiyet ettiği bunlarındır. Hatta eğer
onlar ölseler vasiyet
batıl olur. Çünkü vasiyet edilen kimse muayyendir.
Dolayısıyle vasiyet
günündeki
icâbın sıhhatine itibar edilir. Özetle... »
«Ana karnındaki bebek «vasiyet edilen»in kapsamına
girsin». Yani ona ruh verilmeden
önce... Zira
ruh
verildikten sonra hakikaten hayattadır.
H.
«Şurunbulâllye'nin itirazı ilh...» Zira
Şurunbulâliye'de şöyle denilmiştir: «Buna ana karnındaki
cenine vasiyyet vârid olur. Çünkü cenine yapılan vasiyette onun canlı olması değil mevcudiyeti
şarttır. Çünkü
ruh onun cansız olarak bulunduğu bir
vakitten sonra verilir. H.
«Vâris olmalarıdır» Yani eğer başka bir varis
olursa, sahih değildir. Ama şayet başka bir varis
yoksa vârise
vasiyet etmek sahihtir. Meselâ:
karıkocadan biri başka bir varis olmadığında, birisi
diğerine vasiyette bulunsa vasiyeti sahihtir.
Nitekim ileride
gelecektir.
«Ölüm anında ilh...»
Yani vasiyet vaktinde değil... Hatta kardeşi varisi
olduğu halde, ona malından
vasiyet etse sonra da bir oğlu olsa,
kardeşine yaptığı
vasiyet sahihtir. Ama eğer oğlu
olduğu halde
kardeşine birşey vasiyet
etse ve sonra kendi ölümünden evvel oğlu ölse vasiyeti batıl olur. Zeylai.
«Kâtil olmamalıdır.» Yani hattaen veya kasden öldürende
olduğu gibi bizzat öldürme fiilini işlemiş
olmamalıdır.
Mütesebbib ise, bunun aksinedir. Zira o hakikatte kâtil
değildir. Bu, ortada başka bir
varis
bulunduğu ve katil mükellef olduğu takdirdedir. Aksi
halde vasiyet sahihtir. Eğer
katil çocuk
veya deli ise
o zaman kâtile vasiyet yine
sahihtir. Nitekim tafsilatı yakında
gelecektir.
«Mûsâ leh'ûn malum
olması şart mıdır?» Yani «Zeyd» gibi muayyen bir şahıs veya miskinler gibi
muayyen
bir gurup olması şart mıdır? O halde eğer «Ben malımın üçte birini
falan kişi için veya
falan kişiye
vasiyet ettim» dese, İmam'a göre bu vasiyyet cehaletten dolayı batıldır. Nitekim
musannıf da
bunu zimminin vasiyetleri bahsinden hemen önce
zikredecektir.
Velvâliciye'de
şöyle denilmiştir: Bir kadın benim
adıma bir cariyeyi şu kadar para ile azad edin ve
ona malımın
üçte birinden de şu kadar verin» diye vasiyet etse; eğer cariye belirli ise her iki
vasiyet
de caizdir.
Aksi takdirde mal ile yapılan vasiyet değilde azad konusundaki vasiyet caizdir.
Ancak
malın
verilmesini vasisine havale ederek. «arzu edersen ona malın üçte birinden
de ver» derse caiz
olur. Zira
İmam Muhammet; cariyesinin,
onun seveceği kimseye satılmasını
vasiyet eden kimse
hususunda
şöyle demiştir: varisler o cariyenin, sevdiği kişiye satılması hususunda zorlanırlar. Eğer
cariyenin
sevdiği kişi onu kıymeti kadarıyla
almaktan kaçınırsa vasiyet
eden kişinin malından üçte
bir miktarı kadar cariyenin kıymetinden düşülür. Özetle...
Ben derim ki: İmam Muhammed'in bu söylediklerinden, vasi muhayyer bırakıldığında,
meçhul bir
kimseye vasiyet etmenin sahih olduğu anlaşılır. Bunun
delili ise açıktır. Zira bu meçhuliyet
münazaaya vesile olmaz. Zira o. muhayyer
olan kişinin vereceği kimseyi
seçmesi ile ortadan kalkar.
Ama «filan kişiye» veya «Zeyd'e veya Amr'e» dese
böyle değildir. Düşün.
«İterse mevcut olmasın ilh...» Yâni akidlerden herhangi birisiyle temlike kâbil olması...
Nihâye'de
denilmiştir ki:
İşte bundan dolayı biz her ne kadar
musabihi yok olsa bile, bu sene veya
ebediyyen
meyve verecek bir hurmalığın hurmalarını vasiyet etmenin caiz
olduğuna hükmettik. Çünkü bu
vasiyet eden kimse hayatta iken müsakât akdiyle temliki kabul eder. Koyunların doğuracağı
kuzuları
vasiyet etmenin ise istihsânen caiz
olmadığına hükmettik. Zira bu o,
vasiyet eden hayatta
iken akitlerden herhangi birisiyle temliki kabul etmez.
Kuhistanî'de
denilmiştir ki: «Vasiyet edilen nesne ister belirli, ister belirsiz olsun, vasiyet eden
kimsenin malının bir kısmında şâyi ise vasiyet
anında mevcut olması şarttır. Eğer
malın hepsinde
şâyi ise, o
zaman ölüm anında mevcut olması
şarttır. Mesela bir kişi, sürüsünden bir
keçiyi
veya
malının
tümünden bir keçiyi vasiyet etse o zaman keçinin. birinci durumda (sürüdeki keçiyi vasiyet
etmesi)
vasiyet anında, ikinci durumda ise
ölüm anında mevcut olması şarttır.
Bunun benzeri
Tatarhâniye'de
vardır. Bahsin tamamı aşağıdaki
bâbda gelecektir.
«Vasiyet
edilen şey mirasın üçte biri kadar
olmalıdır.» Yani eğer varisi bulunsa ve o da üçte
birinden
fazlasının vasiyetine icazet vermezse... Bizim bu takririmizle
bu şartlardan bazıları lüzum
şartı olup başkasının
hakkından dolayı beklemez. Dolayısıyla
onun icazeti ile geçerli olur. Bazıları
ise sıhhat şartlarıdır.
M E T İ N
Vasiyetin
rüknü ise «falan kişiye şunu vasiyet ettim» ve vasiyette kullanılan lafızlardan bunun
yerine kullanılan herhangi bir lafızdır.
Bedai'de şöyle
denilmiştir: «Vasiyetin rüknü icap ve
kabuldür. İmam Züfer ise «yalnız
icaptır»
demiştir.»
Ben derim ki: Kabulden murad, hem sarih hemde delaleten
olan lafızları kapsar. Delâleten kabul.
Musa lehin
vasiyeti edileni kabul etmeden vasiden sonra
ölmesidir. Nitekim ileride gelecektir.
Vasiyetin
hükmü vasiyet edilen şeyin
hibeden olduğu gibi Musa lehe yeni bir
mülk olmasıdır. Buna
göre vasiyet edilen câriyede istibra (efendisinin kendisi ile bir hayız görünceye
kadar ilişki
kurmaması) gerekir.
Bir mani yoksa
yabancı birine üçte birini vasiyet etmesi caizdir.
Vâris buna icazet vermese bile caiz olur. Ama üçte birden fazlasını vasiyet etmek caiz değildir.
Ancak vasiyet
edenin ölümünden sonra varisler büyük oldukları halde üçte birinden fazlasına izin
verirlerse o
zaman caiz olur. Vasiyet
eden hayatta iken varislerin icazetine
itibar edilmez. Vasi
öldükten
sonraki icazet müteberdir. Yani birisinin varis olup olmadığına itibar etmek vasiyet anında
değil ölüm
anındadır. Bu durum ölüm hastasının, varisine bir şey ikrar etmesinin aksinedir.
Malın üçte
birinden azını vasiyet etmek menduptur. Vasiyet eden kimsenin varisleri zengin olsalar
veya alacakları
miras ile zengin olacak olsalar
bile... bu böyledir. Hiç vasiyette bulunmamak da
varisler
zengin değilseler ve mirastan hisselerine düşecek olanla zengin
olmayacakları durumda
menduptur.
Zira varisler
zengin olmadıklarında vasiyeti terk
edip, malını varislerine bırakması hem sıla-i
rahim
hemde sadakadır.
Vasiyet
borçtan sonraya ertelenir. Çünkü kul hakkı öncedir. Müstemen
gibi, hükmen de olsa varisi
olmayan
kişinin, malının hepsini vasiyet etmesi sahihtir. Çünkü buna mani yoktur.
Bir kimsenin malının
üçte birini kölesine vasiyet etmesi ittifakla sahihtir. Bu vasiyet kölesinin
azadını
vasiyet etmek olur. Eğer kölesinin
azâdı malın üçte birinden karşılanabilirse güzeldir. Ama
eğer üçte
birinden karşılanamıyorsa
o zaman kıymetinden geri kalan miktar
karşılığında çalışır.
Şayet malın
üçte birinden birşey artarsa o kölenindir.
Mürsele olan
dirhem veya dinar ile vasiyet etmek esah olan kavle göre sahih
değildir . Nitekim
eşyalarından
belirsiz birisini vasiyet etmesi de sahih değildir.
Mürsele'nin
manası izah kısmında gelecektir.
Mükâteb veya müdebber kölesine veya
ümmü'l-veledine vasiyet etmek istihsanen sahihtir. Ama
varisinin
mükatebine vasiyetti sahih değildir.
Ana karnındaki bebeğe veya ana karnındaki
bebeği vasiyet etmek sahihtir. Cariyenin veya
hayvanın
karnındaki cenini falan kişiye vasiyet ettim»
sözü ana karnındaki bebeği vasiyettir... Sonra, bu
vasiyet ancak o cenin altı oydan erken doğduğu zaman sahih olur. Bu, hamile kadının kocası sağ
olduğu
takdirdedir. Ama eğer ölmüşse ve o cariye vasiyet
anında iddet bekliyorsa o zaman iki
seneden önce doğduğu takdirde sahihtir. Zira eğer iki
seneden evvel doğarsa nesebi sabit
olur.
İhtiyar ve Cevhere.
Cenîne ve
cenîni vasiyet hususunda insanlarla hayvanlar
arasında bir fark yoktur. Buna göre
eğer
falan kişinin hayvanına
karnındakine infak edilmek üzere vasiyet
etse vasiyeti sahihtir.
İnsan için hamlin en az müddeti altı ay, fil için onbir sene deve, at ve eşek için bir sene, sığır için
dokuz ay, koyun için beş ay, kedi için iki ay, köpek için kırk gün ve kanatlı hayvanlar için de yirmi
bir gündür.
İstifâ'ya isnaden Kuhistâni.
Nihâye'de şöyle denilmiştir: «Vasiyet edenin ölümünden itibaren altı aydan
evvel...»
Kâfî'de de eğer
vasiyet cenin için yapılıyorsa vasiyet anından itibaren altı aydan evvel. eğer cenini
vasiyet ise o zaman vasiyet edenin
ölümünden itibaren altı aydan evvel olduğunu ifade eden bir
ibare vardır.
Kenz'de de
buna, şu ilave edilmiştir: Cenîne hibe etmek sahih değildir. Çünkü
kabz
gerçekleşmediği gibi adına kabzetmek için
cenîn üzerinde kimsenin velâyeti
de yoktur. Zeyklai ve
diğerleri.
öyleyse cenînin babası, ona vasiyet edilen
bir şeyi kullanarak sulh yapsa caiz
değildir. Çünkü
babanın cenîn
üzerinde velâyeti yoktur.
Ben derim ki: Bununla. fetvâsı istenilen bir hâdise cevabı bilinmiş oldu. O hâdise şudur: Vâsi.
hakimin seçtiği bile olsa cenîne vakfedilen bir şeyde tasarrufta bulunamaz. Aksine
fakihler
demişlerdir ki; «Ne cenînin
velayeti vardır, ne de herhangi bir kimsenin
cenîn üzerinde velâyeti
vardır.»
İ Z A H
«Bunun yerine kullanılan herhangi bir lafızdır.»
Hûniye'de şöyle denilmiştir: «Falan kişiye
şunu,
falan kişiye
de şunu vasiyet ettim ve evimin
dörtte birini falan kişiye sadaka kıldım»
dese, İmam
Muhammed'e
göre bunun vasiyet olması caizdir.
Ebû Yûsuf
kendisine yöneltilen bir soruya cevabında
(Evimin dörtte birini falan kişiye sadaka)
kıldım, sözü
vasiyet olup onda kabz ve ifraz şart değildir.»
demiştir. Özetle.
Nihâye'de şöyle denilmiştir: Vasiyette
kullanılan lafızlara gelince; Nevâdir'de
İmam Muhammed'den
naklen şöyle
denilmektedir: «Bir kişi falan kişiye bin dirhem vasiyet
ettiğime şahid olun» dese, ve
«falan kişinin malımda bin dirhemi olduğunu vasiyet
ettiğime şahid olun» dese, birincisi vasiyet
ikincisi ise ikrârdır.»
Asıl'da belirtildiğine göre, bir kişi «evimin altıda biri falan kişinindir» dese, bu vasiyettir. «Falan kişi
için evimde
altıda bir vardır» dese bu ikrardır.
Buna göre bir
kişi: «Falan için malımdan bin
dirhem vardır» dese eğer bunu vasiyetini zikrederken
söylerse istihsanen
vasiyet olur. Şayet falan kişi için benim malımda bin dirhem vardır» dese,
bu
ikrar olur.
Vasiyetini
kendi eliyle yazdıktan sonra, «Bu yazdığımda
bana şahit olun» dese istihsânen caiz olur.
Ama eğer başkası yazarsa caiz olmaz. Özetle.
«Bedâi'de şöyle
denilmiştir ilh..» Şurunbulâliye'de
belirtildiğine göre onun ibaresi şöyledir:
«Vasiyetin
rüknünde ihtilaf edilmiştir. İmam ile iki talebesi demişlerdir ki: Vasiyetin rüknü icap ve
kabuldür. İcap
vasiyet edenden, kabul de
musa lehdendir. Bunların her ikiside beraber
bulunmazlarsa
rükün tamamlanmaz. Dilersen, vasiyetin rüknü. vasiden icap,
musalehten de
reddetmemektir, diyebilirsin.
Reddetmemesinden maksat; onun reddinden ümidin kesilmesidir.
Bu
tarif meselelerin tahrici için daha kapsamlıdır.
İmam Züfer ise: «vasiyetin rüknü yalnızca, vasiyet edenin icabıdır.»demiştir.
Musannıfın
sözü. Hidaye şerhlerine uyarak, kabulün rükün değil de şart olduğuna işaret
etmektedir.
Bedayi'deki ifade ise fukahanın satım ve
benzeri diğer akitlerde zikrettiklerine uygundur. ki bu da
icap ve
kabulün her ikisidir.
«Ben derim k»: ilh...»Bu
ifade Şurunbulâliye'de Hulâsa'ya isnad edilmiştir. Zâhir olan şudur:
kabulden murad
reddin olmadığına delalettir. Bu da bizim Bedai'den naklettiğimiz «Dilersen...»
sözü ile aynı
manadadır.
Sonra kabul
veya redde muteber olan ölümünden öncesi
değil sonrasıdır. Nitekim ileride gelecektir.
«Vasiyet
edileni kabul etmeden ölmesidir» Bu söz metinde geçen «detâleten kabul»u
tasvir
etmektedir.
Cenîne vasiyet etmek de bunun benzeridir.
Mûsa lehlerin
fukara gibi muayyen olmaması hususu ise izah
edilmemiştir. Zahir olan şu ki: Burada
kabul şart değildir
veya delâleten mevcuttur.
Düşün.
«İleride geleceği gibi ilh...» Böyle olması mûsa leh
içindir. Vasî açısından ise onun dört kısım
olduğu
geçmişti. Bu Şurunbulâliye'de de ifade edilmiştir. Tahtavi
demiştir ki: Orada belirtildiğine
göre buradaki
hükümden murad birşey üzerine terettüp
eden eserdir. Geçmiş olandakinden murad
ise sıfat ile tabir edilendir.
«Mâni olmadığı
zaman ilh...» öldürmek. harbi olmak. borcun malın üçte
birini kapsaması veya
benzerleri
gibi...
«Ama üçte birden fazlasını vasiyet etmek câiz değildir» O zaman, eğer üçte
birden fazlasını vasiyet
etse ve sadece
kendisine red yapılan
bir varis olsa, o fazlalığa icâzet verse geri kalan kendisinin
olur.
Eğer red
yapılmayan bir varis icâzet verirse mirastaki hissesini geri kalandan alır. Hissesinin
fazlası
da hazineye
kalır.
Buna göre
birisi malının üçte ikisini Zeyd'e vasiyet etse karısı da
icazet verse o zaman karısı
üçtebirin
dörtte birini yani malın onikide birini
alır. Buna göre hazineye (onikide) üç,
Zeyd'e de
(onikide)
sekiz düşer. Bu bahsin Saihanî'nin İbnu Şıhne'nin feraiz hususunda yazdığı
manzumesinin şerhinde
vardır. Eğer karısı icâzet
vermese. vasiyet eden ister ona da vasiyet
etmiş
olsun ister
vasiyet etmiş olmasın. bu durum Cevhere'de izâh edilmiştir.
«Ancak vasiyet edenin ölümünden sonra
varisler üçte birinden fazlasına izin verirlerse caiz olur»
Yani ne kadar
vasiyet ettiğini bilmelerinden sonra...
Ama eğer bir çok şeyler vasiyet
ettiğini ama
miktarını bilmeseler
ve «ona icazet verdik» deseler onların icazetleri
sahih değildir. Hâniye
Müttekâ'dan.
Sâihâni Makdisî'den şunu nakletmiştir: Eğer
varislerden birisi vasiyetin malın üçtebirinden
fazlasına icazet verse o zaman varislerin hepsi icâzet verdikleri takdirde hissesine
düşecek mikdar
kadarı o adamın hissesinden
caiz olur. Hatta, bir kişiye malının
yarısını vasiyet etse ve iki eşit
varisten
birisi ona icazet verse, o zaman icâzet veren geri kalanın dörtte birini, öbürü üçte birini
musa leh de malın tamamının üçte birini ve icâzet veren kişinin
payından on ikide birini alır. Bunun
benzeri
Gâyetü'l-Beyandadır.
BİR UYARI:
Ölümden sonra
icâzet sahih olduğuna göre, hakkındaki vasiyet için icazet verilen kişi bize göre
kendisine
vasiyet edilen şeye tarafından malik olur. Şafiî'ye
göre ise icazet veren tarafından mâlik
olur. Nitekim
Zeylâî'de de böyledir ki gelecek
bâbın sonunda açıklaması gelecektir.
«Vasi hayatta
iken varislerin icazetine itibar edilmez» Çünkü icâzetleri. o hak kendileri
tein sabit
olmadan
öncedir. Çünkü hakkın onlar için sabit olması vasiyet edenin
ölümünden sonradır. Çünkü
onlar
ölümünden sonra daha önce verdikleri icazeti
reddedebilirler. Ölümden sonraki icazet ise
böyle değildir. Bunu reddedemezler. Çünkü o
icâzet hak kendileri için sabit olduktan sonradır.
Bunun tamamı
Minah'tadır.
Bezzâziye'de.
vasiyette icâzetin ölümden önce değil ölümden sonra muteber olduğu söylenmiştir.
Ama âzad gibi
vasiyetin kuvvetlendirilmesini ifade eden tasarruflar ölüm hastalığındaki vasiden
sâdr olsa ve
varis ona ölümden önce icazet verse. bu
hususta imamlarımızdan herhangi bir rivayet
yoktur.
İmam Alaaddin es-Semerkandi şöyle demiştir: «Hasta,
kölesini azad etse ve ölümünden evvel varis
de buna razı
olsa köle hiçbirşey için çalışmaz. Çünkü fukaha,
yaralının varis yaralayanı affettiği
takdirde sahih
olduğunu ve yaralı kimsenin
ölümünden sonra da onu dava etmeye malik olmadığını
açıkça söylemişlerdir.
«Yani birsinin
varis olup olmadığına itibar etmek
ilh...» En uygunu bunu müstakil bir mesele
kılmak
ve«ve» ile tabir etmesiydi. T. Ben derim ki:
Herhalde Şârih bunu zarfı -ki o da
ölümünden sonra
sözüdür-
kendisinde «icâzet verseler» ve «varisleri» sözlerinden her ikisini de müteallik kılmak
suretiyle.
musannıfın sözünden aldığına işaret
etmiştir. Bunda da kapalılık olduğu için. yani «lafzını
kullanmıştır».
«Vasiyet
anında değil ölüm anındadır.» Zira
vasiyet ölümden sonraya izafe edilen bir temliktir. Buna
da, vakti olan
ölüm anında itibar edilir. Zeylai. Biz
bu husustaki feri meseleyi
Zeylaî'den naklen
takdim ettik.
«Bu durum ölüm
hastasının varisine bir şey ikrar
etmesinin aksinedir». O zaman, onun varis olup
olmamasına itibar etmek ik'rar anında söz
konusudur. Hatta varisi olmayan birisine ölüm hastası
b}r şey ikrâr
etse ikrar ettiği kişi ikrardan sonra varisi olsa bile caizdir.
Şu kadar var ki varisliğin
ikrardan sonra yeni
bir sebeple ortaya çıkması şarttır. Mesela;
yabancı bir kadına birşey ikrar etse
sonra da o kadınla evlense ikrarı caizdir. Bunun aksine
eğer bir mani olduğu halde ırsiyet sebebi
mevcut olup
sonra o sebep ortadan kalksa o zaman vasiyet
ve hibe gibi, ikrarı da iptal eder. Kâfir
veya köle olan
oğluna birşey ikrâr ettikten sonra oğlunun müslüman
olması veya azad edilmesi
buna misaldir.
Nitekim bu bahis ileride metin olarak gelecektir.
Zeylaî ve başka müelliflerin Nihâye'ye uyarak zikrettikleri
meseleye gelince : Bir kişi köle olan
oğluna birşey
ikrar etse oğlunun vâris olması
ikrardan sonra yeni bir sebepledir. Hem de mana
olarak o ikrâr. köle olan oğlunun yabancı
olan efendisine ikrardır. O zaman Zeylaî ve diğerlerinin
zikrettikleri bu meseleyi allâme itkana «o bir sehv olup nakli sahih değildir.
İmam Muhammed
Câmiu's-Sağir'de nassen bunun aksini zikretmiştir.»
sözüyle; reddetmiştir.
Ben derim ki; Zeylaî
ve diğerlerinin zikrettikleri bu mesele, aynı zamanda metinlere de muhaliftir.
Çünkü ileride
de geleceği gibi bu durumda varisliğin yeni bir sebeple oluşunda itiraz edilecek
bir
nokta vardır.
Evet Hidâye'de «eğer
ikrar ettiği köle olan oğlu borçlu değilse ikrârı
sahihtir, aksi halde sahih
değildir» diye
zikredilmiştir. İleride gelecektir. Düşün.
«Vârisleri... zengin olsalar bile ilh...» Şârih, «bile» sözü ile vârislerin zengin
olmadıkları, veya
alacakları mirasla
zengin olmayacakları durumda da üçte
birden azı ile vasiyetin yine müstehab
olduğuna
işaret etmiştir. Ve öyledir. çünkü
Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Malın üçte birinden azını
vasiyet etmek müstehabdır. ister varisleri zengin
olsunlar ister fakir olsunlar farketmez. Zira
üçtebirden
azını vasiyet ettiği zaman malını yakınlarına bırakmakla sıla-i rahim
yapmış olur. Ama
üçtebirini
vasîyeti bunun aksinedir. Çünkü o durumda hakkını tamamlamış olur ki, artık yakınlarına
malı ile sıla-i rahim yapması söz konusu olmaz. Bir de şu var: vasiyetin üçte birden
azı mı daha
evlâdır yoksa hiç vasiyet etmemekmi? Fukaha bu hususta şöyle demiştir: Eğer varisler fakir olup
alacakları miras
ile de zengin olmuyorlarsa vasiyeti terk etmek evlâdır. Zira
bunda akrabalara
sadaka vardır.
Resülullah (s.a.v.) de: «Sadakanın en efdali uzaklaşan yakın
akrabaya verilendir»
buyurmuştur.
Akrabaları fakir olduğunda vasiyeti terketmekle onların hem fakirlik
hemde akrabalık haklarına
riayet edilmiş
olunur.
Eğer akrabaları zengin iseler veya mirastan alacakları
hisseleri ile zengin alacaklarsa
o zaman
vasiyet etmek daha evlâdır. Çünkü yabancıya
sadaka etmiş oluyor. Vasiyeti terk ise kendi hakkı
olan üçte biri
yakınlarına hibe etmektir. O zaman, birincisi daha evladır. Çünkü vasiyet
ile Allah'ın
rızasını talep etmektedir.
Bu konuda bazı
âlimler tarafından da şöyle
denilmiştir: «Kişi vasiyette muhayyerdir.
Çünkü vasiyet
de vasiyeti terk de faziletli işleri kapsarlar ki. birisi sadaka diğeri de sıla-i rahimdir.» Hidâye'nin
ketâmı burada bitmiştir.
Bu meselenin
özeti şudur: Üçte birin tamamını vasiyet etmek uygun değildir. Müstehab olan,
mutlak, olarak üçte birden noksan olmasıdır. Zira
Peygamber (s.a.v.) üçte biri de çok görerek
«üçte
bir de çoktur»
buyurmuştur. Şu kadar var ki varisler fakir oldukları zaman üçte
birden azını vasiyet
etmek her nekadar müstehab ise de, ondan daha evlası
da vardır. O da vasiyeti tamamen
terketmektir.
Zira müstehabın dereceleri farklıdır.
Sünnet. mekruh ve diğerinin de dereceleri de
farklıdır. işte bu izahla açıklamış oldu ki, muhakkik olan Şârihin «bile» sözünü
eklemesi Hidaye'ye
uygun olmuştur. Bunu anla.
«Kuhistânî'de
denilmiştir ki: «Mal az olduğu zaman.
Ebû Hanife'nin dediği gibi, vasiyet etmek
uygun değildir. Bu tafsilat vasiyet edenin
çocukları yetişkin oldukları zamandır.
Eğer çocukları
küçük iseler vasiyeti
mutlak olarak terk etmek -seyheynden
rivayet edilen hadîse binâen- daha
efdaldir.
Kâdıhan'da da böyle denilmiştir.»
Bu tafsilat
ancak çocuklar yetişkin oldukları zamandır, ama eğer küçük iseler. zengin ofsalar bile
vasiyeti terkedip malı onlara bırakmak
efdaldir.
BİR UYARI: ««
Havî'l-Kudsî'de şöyle denilmiştir: «Vârisi
olmayıp borcu da bulunmayan kimse için evlâ olan, bizzat
sadaka
verdikten sonra malının tamamını vasiyet
etmektir.»
«Veya
alacakları miras ile zengin olsalar bile ilh...» Yani
varislerden herbiri İmam'dan nakledilen
rivayete göre» dörtbin dirhem miras alırsa
zengin olur. Fütflî'den gelen rivayete göre ise herbir
varis onbin
dirhem almakla zengin olur. Kuhistânî Zahîriye'den. İtkani birinci görüşü almıştır.
«Zengin
olmadıkları ve mirastan hisseleri dolayısıyla zengin olmadıkları
iIh...» Şarihin bu ifadesi
her iki halin beraberce bulunmasına işaret eder.
Zira bunlardan birinin olup diğerinin
olmaması
halinde,
mendup olan, vasiyeti terketmek değil vasiyet
etmektir. O zaman bu mesele evvelki
meseleye zıt
olur.
«Müstemen gibi
ilh...» Zira müstemen malının tamamını bir müslümana veya zımmiye vasiyet etse
caizdir. Zira vasiyete
mani olmak varislerin hakkı içindir. Dârü'l-harpte de varislere hiçbir
hak
yoktur.
Velvâliciye. Bu bahsin tamamı zımmînin vasiyetleri bâbında gelecektir.
«Çünkü buna
mâni yoktur ilh...» Bu söz, «vasiyet sahihtir» sözünün ve devamının iiletidir.
«Kölesine azâdını vasiyet etmek olur» Yani bu
vasiyet onu tashih için kölenin şahsı için şahsını
vasiyet olur.
Kıymetinden fazlası ile sulüsü tamamlayıncaya kadar yapılan şahsiyet de yine köle içindir.
«Malın üçte
birinden karşılanabilirse ilh...» Bu ifade mücmeldir.
Bunun açıklaması T. nin Hindiye'de
onun da
Bedaî'den naklettiği şu sözlerdir: Bir kimse
malının üçte birini kölesine vasiyet
etse bakılır;
eğer mal dirhem veya
dinar olup. kölenin kıymetinin üçte
ikisi de köleye vasiyet edilen mal kadar
ise o zaman köleye
vasiyet edilen mal kölenin şahsına
takas edilir.
Eğer ,malda fazlalık varsa, o
köleye verilir yok eğer kölenin üçte ikisi daha
fazla ise o fazlalık varislere verilir. Eğer mal ev eşyası
ise ancak varislere köle anlaştıkları takdirde takas
edilirler. Çünkü cinsler
muhteliftir. Bu durumda
köle.
kıymetinin üçte ikisi kadar çalışır ve diğer mallarının üçte birini alır.
Bu İmam'a göredir.
İmameyn'e göre
ise kölenin tamamı müdebber sayılı
ve diğer vasiyetlere takdim edilerek
azad edilir.
Eğer terikenin üçtebiri kölenin kıymetinden fazla ise varisler o fazlalığı köleye verirler. Şayet
kölenin
kıymeti üçtebirden fazla ise köle fazlalığı
tamamlamak için çalışır.
Özetle...
Ben derim ki: İmam ile
İmameyn arasındaki ihtilaf Mecma
şerhinde olduğu gibi âzâdın bölünüp
bölünmeyeceği noktasındadır.
Bedai sahibi «âzâdın diğer vasiyetlerden öne olmaması» sözüyle
İmamlar arasındaki ihtilafın
semeresine işaret
etmiştir. Bu semere de Azmiye'den nakledilen şu ifade ile izah
edilmiştir: Kişi
kıymeti bin
dirhem olan kölesine malının üçte
birini ve bin dirhemin üçte ikisini de fakirlere vasiyet
etse ve öldüğü
zaman da geriye köle ile ikibin dirhem
bıraksa İmam'a göre kölenin üçte biri
karşılıksız olarak
azâd edilir. Kölenin kıymetinin üçte
ikisi de köle ile fakirler arasında
eşit olarak
taksim edilir ve köle kıymetinin üçte birini fakirlere verir. İmameyn'e göre ise köle daha baştan
karşılıksız olarak
âzâd edilir, fakirlere de hiçbirşey düşmez. Düşün.
Bunun zâhirine
göre, bu vasiyetin, azâd ile vasiyet
oluşu İmameyn'in görüşlerine göredir.
«Veya dinar
ilh...» Eğer musannıf «veya dinar ile» değil de «dinar ile
değil» deseydi daha açık
olurdu.
Şârih'in gelecek bâbda zikredeceği
gibi «mürsele dirhem» den murad üçte bir yarım ve
benzeri bir
oranla kayıtlanmayan mutlak dirhemdir. Mesela «Yüz dirhem
vasiyet ettim» demesi gibi...
«Mükâteb kölesine vasiyet
etmesi sahihtir.» Yani mükateb köle kitâbet bedelini ödemekten âciz
olmadığı
zaman... Bu acizlik efendisinin ölümünden sonra olsa bile farketmez. Ama eğer mükatep
kitâbın
bedelini ödemekten âciz ise buna yapılan vasiyet mutlak köleye yapılan vasiyet hükmünde
mi olur? Bunu
araştır. T.
«Veya müdebber
kölesine veya ümmü'l-veledine ilh...»
Zira vasiyetin geçerliliği efendinin
ölümünden
sonradır. Onlar da o zaman hürdürler. T.
«Ama vârisinin mukâtebine vasiyeti sahih
değildir.» Çünkü o mükateb vasinin
ölümü anında varisin
mülkiyetindedir. Bu durumda vasiyet
vârise yapılmış o!ur. Düşün. Kuhistânî'de şöyle
denilmiştir:
«Vâsinin kölesine, müdebberine ve ümmü'l-veledine vasiyeti
sahih değildir. Çünkü bu vasiyet
gerçekte
varise vasiyettir. Ama, Nazım'da denildiği gibi varisin oğluna vasiyet etmek
böyle
değildir...»
«Ana karnındaki bebeğe vasiyet etmek sahihtir.» Çünkü vasiyet bir yönden istihlâftır. Zira vasî onu
malının bir kısmında
halef yapmıştır. Cenîni de mirasta
halef olmaya uygundur.
Aynı şekilde
vasiyette de halef olabilir. Vasiyetin şartının kabul olduğu cenînin ise
kabule ehil olmadığı
söylenemez. Çünkü vasiyet hem hibeye hem de mirasa benzer. Hibeye benzemesinden dolayı,
mümkün olduğu
zaman, kabul şarttır. Mirasa benzemesinden dolayı da, mümkün olmadığı zaman,
kabul düşer. O zaman her iki benzerlik ile de amel edildiğinde vasiyette kabul şart
değildir. İşte
bundan dolayı
da kabul etmeden önce mûsa leh ölse
vasiyet düşer. Zeylai.
«Veya cenini
ilh...» Çünkü cenînde miras câri olur. O zaman onda vasiyet de cari olur. Çünkü
vasiyet mirasın kardeşidir. ZeyIai Cenîni vasiyetin sahih olması, bebek câriyenin efendiden
olmadığı
takdirdedir. İtkânî Şârih de buna işaret etmiştir.
BİR UYARI:
Fethu'l-Kadir'in lian bâbından takdim
ettik ki: Cenîni vasiyet etmek ve cenîne vasiyette bulunmak
ancak anasından ayrıldıktan sonra sabit olur. O zaman do vasiyet cenîne değil çocuğa olmuş
olur.
Ben derim ki: Burada kastedilen
veraset ile vasiyetin hükümleridir. Yoksa onlar anasından
ayrılmadan önce de sabittirler. Buna
göre Fethü'l-Kadir'in bu sözü fakihlerin
bu meseledeki
sözlerine ters olmaz.
FER'İ BİR
MESELE :
Zâhiriye'de şöyle
denilmiştir: «Vârisler, birisine vasiyet
edilen cenîni azad etseler, bu caizdir. Musâ
leh'e cenînin doğduğu gündeki kıymetini tazmin
ederler.»
Ben derim ki: Bunun delili bildiğin gibi şudur: Cenîni vasiyetin hükmü ancak
doğumdan sonra sabit
olur. Çünkü
cenîn doğumdan evvel anasına teban varislerin
mülküdür. Doğması ile de musa
lehlerin hakkı sabit olur. Halbuki varisler âzâd
etmekle bu hakkı telef etmişlerdir. O zaman vârisler
cenînin doğum
vaktindeki kıymetini musa lehe tazmin
ederler. Düşün.
«Altı aydan erken ilh...» Zira eğer altı oyda veya daha fazla bir zaman zarfında doğarsa vasinin
ölümü anında
var olması da yok olması da muhtemeldir.
O zaman o vasiyet sahih değildir. Bunu
İtkani ifadâ etmiştir.
«Eğer ölmüşse ilh...»
Talâkı-Bâin de ölüm gibidir. T.
Ben derim ki: Şu meselede
yukardaki gibidir: Eğer vasî câriyenin
hamile olduğunu ikrar eder
ve
câriye de vasiyet
ettiği günden itibaren iki sene içinde
doğum yaparsa o zaman vasiyet onun
için
sabit olur.
Zira cenînin ana karnındaki varlığı vasiyet edenin ikrarı ile sabitolmuştur.
Zira vasi bu
hususta itham
edilemez. Çünkü vasi bu ikrara binaen hâlis hakkını o cenîne
vermiştir. O hak da
terikenin
üçtebiridir. O zaman bu cenîni ikrar yakinen malum olana yani altı oydan az zaman
içerisinde doğan çocuğa ilhâk olunur. Hocalarımızın
hocası Kudüsü şerif müftüsü allâme
Muhammed
et-Taflâtî el-Hanefi de Serahsi'nin Mebsut'undan aynı şekilde nakletmiştir.
«O zaman iki seneden önce ilh...» Yani ölüm veya talak
anından itibaren iki seneden az bir zaman
içerisinde... Bu, vasiyet anından itiba altı
aydan fazla olsa bile yine sahihtir. T.
«Bir fark
yoktur» Yani cenîne vasiyet ile cenini vasiyetin
sıhhati hususunda insanlarla hayvanlar
arasında bir fark yoktur.
«İnfak edilmek üzere ilh...» Şârih'in bununla
kayıtlanmasının sebebi ileride gelecek olan «filanın
hayvanına şu samanı vasiyet etse o vasiyet bâtıldır» sözüdür. Eğer «onunla falan kişinin
hayvanlarının yemlenmeleri için
vasiyet ettim» dese caizdir.
«Sahihtir.»
Yanı filan kişi de kabul ettiği takdirde. İtkâm. Zira ileride geleceği gibi o
vasiyet onun
içindir.
«Hamiin en az müddeti ilh...» Kuhistâni'deki ifadenin sarih şekli budur. T.
«Fil için
onbir sene ilh...» Benim Kuhistâni'nin iki nüshasında gördüğüm «onbir ay»
şeklindedir.
Diğer nüshalara
müracaat et.
«Metinler de
bu görüş üzeredir». Şârih bununla yukarda geçene itimadını ifade etmiştir. T
«Kâfi'de de ilh...» Ben derim ki: Kâfî'deki bu ifâdeye
itimad etmek uygundur. Zira metin sahipleri
yukarda geçeni nasıl sarahaten
söylemişlerse, hizmeti vasiyet bâbının sonunda «eğer koyunun
yününü veya hamlini vasiyet ederse» sözünü de yani
ölümü anında mevcut olan hamlini»
şeklinde
sarahaten açıklamışlardır.
Şârih de bunu ikrâr etmiştir. Buna göre vasiyet bahsinin sonunda
sarahaten zikrettikleri buradaki mutlak ifadelerini
tashih etmektedir. Anla.
«Eğer vasiyet
cenîn için yapılıyorsa ilh...» Yani
eğer vasiyet cenîn içinse, musa lehin
vasiyet
vaktinde
mevcut olmasının vasiyetin şartlarından olduğu
yukarıda geçmişti. Onun varlığı
da ancak
o cenîn
vasiyet vaktinden itibaren altı aydan az bir zaman içinde doğduğu
takdirder yakınen bilinir.
«Eğer cenîni vasiyet
ise ilh...» Zira Nihaye'den naklen,
vasiyet edilen mal mevcut olmadığı zaman
akitlerden herhangi birisiyle temlike kâbil olması gerektiğini daha önce söylemiştik. Bundan dolayı
da kişinin koyunlarının
doğuracağı kuzuları vasiyet etmesi
caiz değildir.
«Kabz olmadığı
ilh...» Bu. vasiyet ile hibe arasındaki
farkı beyan etmektedir. Zira hibe yalnız
temliktir.
Hibe ile mülk edinmek de ancak
kabz ile sabit olur. Cenin ise kabza uygun değildir. Bu,
İnaye'de ifade edilmiştir. Vasiyet ise bir yönü ile temlik bir yönüyle de istihlâftır.
«Çünkü babanın
cenin üzerinde velâyeti yoktur;»
Zira velayetin subûtu velâyet
altına alınan bakıma
ihtiyacından dolayıdır. Cenînin ise buna
ihtiyacı yoktur. Üstelik cenin annesinin parçalarından bir
parça
hükmündedir. Babanın başkasının cariyesi olan anne üzerinde velayeti sabit olmadığı
gibi
onun bir
parçası olan cenin üzerinde de velayeti yoktur. Eğer sulh
yapan anne ise o do aynı
şekildedir. Zira velâyette babalık daha kuvvetlidir. O zaman velâyet babaya sabit
olmayınca anneye
sabit olmaması daha evladır. Cenin ise bir yönüyle annesinden bir parça
ise de hakikatte annesinin
rahmine
konulan emanet bir nefistir. Bu manaya itibar edilerek hamle vasiyetin
sahih olduğuna
hükmedilmiştir. Halbuki parçalara vasiyet etmek sahih değildir. Bu manadan dolayı cûziyete itibar
edilerek annenin sulhunu sahih görmek mümkün değildir. Taflâti Mebsut'tan...
«Ben derîm ki: Bununla, ilh...» Bu, musannıfın Minah'taki
sözüdür. T. Hamevî'nin Eşbah haşiyesinin
«tâbî tâbîdir»
kaidesinde şöyle
denilmektedir: Uygun olan; «Cenîne
vasiyet edilen şeyin
telefinden
korkulursa
velisi onu satar, eğer telef edilmesinden korkulmuyorsa bakılır, şayet hayvan ise ayni
şekilde onu satar çünkü bakımı kıymetini aşar ama vasiyet edilen şey bir akar ise o zaman
satamaz.» denilmesidir. Fıkhen bana zâhir olan
budur, kaideler de bunu gerektirir.
«Aksine fukahâ demişlerdir kî: ilh...» Bu, intikâli bir idrabdır. Zira
cenîn üzerinde asla velayet
olmayacağını
ifade etmektedir. Böyle olunca artık onun tasarrufunun sahih olup olmadığından nasıl
bahsedilir.
Remlî'de: «Babanın ve vâsinin cenin üzerinde
velâyetlerinin olmadığı hususunda nakiller
çoktur ve
açıktır.» denilmiştir.
BİR UYARI
Hâmidiye'de
bumdaki ifadeden alınarak şöyle fetva verilmiştir: Babanın cenîn üzerine vasi etmesi
sahih
değildir. Ancak Eşbah'ta
Kitabul-Büyû'un başında denilmiştir ki:
Uygun olan, vasiyet gibi,
cenin üzerine
birşey vakfetmenin de sahih
olmasıdır.» Hamevî'nin Eşbah üzerine olan haşiyesinde
de şöyle
denilmektedir: «Eşbah'ın «cenîn üzerine vakıf sahihtir» sözü ifade ediyor ki, cenîn üzerine
vasi tayin etmek de sahihtir». Bu da Hamevi'nin
geçen bahsine uygundur. Bununla Allame
İbnu'ş-Şilbî,
fukahanın «kişinin çocuklarından doğacak olanlar üzerine
vakfetmesi sahihtir» sözleri
ile «vakıf
vasiyetin kardeşidir» sözlerine istinad ederek fetva vermiştir.
O zaman, onlara
vakfetmek sahih olduğu takdirde onlara vasiyet de sahihtir.
Ben derim ki: Bunda bir yanlışlık vardır. Zâhir olan şu ki;
onların vasiyetten muradları temlik olan
vasiyettir. Vakıf da bu vasiyetin bir eşidir.
Çünkü vakıf menfaatı tasadduk
etmektir. Halbuki burada
söz cenîne
vasi tayin etme hususundadır. Bu da âşikar
olduğu gibi ona birşey vakfetmeye
benzemez.
Mevlâna Şeyh Muhammed et-Taflati'nin bu meselede bir risalesi vardır ki orada
cenine birşey
vakfetmenin
sahih olduğunu söylemiştir. Şu kadar var ki, bu vakıf onun doğumuna bağlıdır. Bu da
bizim
Fethu'l-Kadir'den naklen takdim
ettiğimizden alınmıştır. Cenîni vâris yapmak, cenîne ve
cenîni vasiyet
etmek de doğumuna bağlıdır. Allah Teâlâ en iyisini bilendir.
M E T İ N
Karnındaki
bebeği istisna ederek bir cariyeyi
vasiyet etmek sahihtir. Zira bilindiği gibi tek başına
akde konu olabilen
herşeyin, ondan istisnası sahihtir.
Akde konu olmayanın istisnası ise
sahih
değildir.
Müslümanın
zımmiye, zımminin de müslümana vasiyetleri sahihtir. Harbîye kendi ülkesinde birşey
vasiyet, etmek ise sahih değildir.
Musannıfin burada «ülkesinde» kaydını koyması mustemenin de
zımmi gibi
olduğunu belirtmek içindir. Nitekim Molla Hüsrev bunu bir bahis olarak ifade etmiştir.
Ben derim ki; Haddadi, Zeylaî ve diğerleri de bunu sarih
olarak ifade etmişlerdir. Bu konu zımminin
vasiyetleri bahsinde de metin olarak gelecektir. Bir kimsenin varisine ve kendisini öldürmeye bizzat
iştirak eden katiline de vasiyeti de sahih değildir.
Ama yukarda da geçtiği üzere katline
sebep olana
vasiyeti sahihtir. Şu kadar varki vârisleri icazet
verirlerse vârislerine de vasiyet edebilir. Zira
Peygamber
(s.a.v.): «Vârisler icâzet vermedikçe
vârise vasiyet yoktur.» buyurmuştur. Yani başka
vârisi olduğu
zaman, bir varise vasiyet edilmez. Nitekim hadisin sonu da bunu ifade etmektedir.
Bunu ileride
tahkik edeceğiz.
İcazetin geçerli olması için varislerin akilbâliğ
olmaları gerekir. Dolayısıyle
çocuğun ve delinin
icazetleri caiz değildir. Hasta olan varisin icâzeti
ilk vasiyet etme haline benzer.
Varislerden bazısı icazet verse bazısı da vermese
icazet verenlerin hissesine düşecek kadarıyla
caizdir.
Katil, çocuk
veya deli olursa o zaman onlara icazet vermeden de vasiyet etmek caizdir. Çünkü
onlar
mükellef
değildirler. Başka bir varisi olmayıp tek bir varisi olursa
o zaman Hâniye'de olduğu gibi
ona da vasiyet caizdir. Yani katil veya varis olan
musa lehu dışında varisi olmadığı takdirde... Hatta
karısına vasiyet
etse veya karısı ona vasiyet etse ve başka varisleri
de olmasa vasiyetleri sahihtir.
İbnu Kemal.
Muhibbiye'de şu da ilave edilmiştir: «Eğer
kadın kocasına malının yarısını vasiyet ederse, tamamı
onun olur.»
Ben derim ki: Fukahanın burada «karı-koca» ile kayıtlamasının
sebebi şudur: Onların dışındaki
varisler zaten
vasiyete muhtaç değildirler. Zira karıkoca dışındaki varis
malın tamamını ya red ile
veya rahim yoluyla alır. Biz bunu,
ikrâr bahsinde Şurunbulâli'ye nisbetle
nakletmiştik.
Fetâvâ
en-Nevâzil'de şöyle denilmiştir: «Bir kişi birisine, malının
tamamını vasiyet ettikten sonra
ölse ve vâris
olarak da sadece karısını bıraksa bakılır; eğer kadın vasiyete
icazet vermezse malın
altıda birini
alır, geri kalan da musa
lehlerindir. Çünkü malın üçte biri icazetsiz olarak zaten musa
lehlerindir. O
zaman geriye malın üçte ikisi kalır. Kadın
da üçte ikinin dörtte birini alır ki bu da malın
tamamının
altıda biridir.
Eğer vasiyet eden kadın olursa ve kocası vasiyetine icazet vermezse, o zaman malın üçte biri
kocanın kalanı da mûsa lehin olur.
İ Z A H
«Karnındaki
bebeği istisna ederek bir cariyeyi vasiyet
etmek sahihtir» Yani. «bebeği hariç şu
cariyeyi vasiyet
ettim» dediğinde vasiyeti de istisnası da
sahihdir.
Buradaki istisna, istisnai münkatidir. (İstisna
edilenle istisna olunan aynı cinsten
değildir.) Zira lafız
itibariyle
cariye kelimesi hami (karnındaki
cenîn)i kapsamaz. Hami mutlak ifade ile ancak annesine
tabi olarak istihkak olunur. Bu bahsin tamamı İnaye'dedir.
«Bundan
istisnası da sahihtir». Yani yalnız
hamli vasiyet etmek. Aynı şekilde hamli vasiyetten
istisha etmek de sahihtir. Zeylaî.
«Harbiye kendi
ülkesinde ilh...» Varisler icazet
verseler bile böyledir. Zira biz Allah
Teâlâ'nın şu
ayetiyle
onlara iyilik yapmaktan men edilmişizdir:
«Allah sizi sizinle ancak din hakkında savaşan,
sizi
yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarmanız
için yardım eden kimselere dost
olmaktan meneder.»
Mümtehine.
Buna göre,
darü'l-harpte harbiye vasiyet
etmek varislerin hakkı için değil, şeriat
yasakladığı için
caiz değildir. Bunun aksine, varise veya yabancıya üçtebirden fazlasını vasiyet
etmenin caiz
olmayışı varislerin hakkından dolayıdır. Bize göre harbi dârü'l-harpte, ölü gibidir. Ölüye vasiyet ise
batıldır. İmam
Muhammed Mebsut adlı kitabında harbiye
vasiyetin caiz olmadığını sarahaten
söylemiştir.
Câmiu's-Sağîr'de de aynı şekildedir.
Camiu's-Sağîr'in
şarihleri, Siyeru'l-Kebir'de darü'l-harpte
harbiye vasiyetin caiz olduğuna delalet
eden ifade
olduğunu söylemişlerdir. Allâme Kadızâde Siyerü'l-Kebir'in «eğer bir müslüman
darü'l-harpteki harbiye birşey vasiyet etse
caiz değildir» sözü ile bunun caiz olduğunu söyleyenleri
reddetmiştir.
Azmiye'de de Kadızâde'nin bu reddine şu
sözlerle itiraz edilmiştir: «Bu cevâzı nakledenler,
kitaplardan
bir mesele almakta ve nakletmekte
emin olan kimselerdir.»
Allâme
Cevvizâde; şârihlerin, cevaza delalet
eden ifadeden maksatları Serahsî'nin
Siyerü'l-Kebir
Şerhi'ndeki: «Kişinin ister yakın ister uzak ister harbi ister zımmî olsun bir
müşriğe yardım
etmesinde beis yoktur»
sözüdür. Serahsî bunun cevazına birçok
hadisle istidlâl etmiştir. Bu
hadislerden
birisi şudur: Resulullah Mekke'de kuraklık olduğunda
Mekke'lilere beşyüz
dinar
göndermiş ve o
paranın da Ebû Sufyan bin Harb ile Safvan İbnu Ümmiye'ye
Mekke fakirlerine
dağıtılmak
üzere verilmesinin emretmiştir. Ebû Süfyan ile Safvan da bu parayı kabul etmişlerdir.
Cevvîzâde şöyle der: «Biz Peygamberin
bu hadîsini alarak onunla hükmederiz». Hem de sılai rahim
her dinde ve
her akıllı kişiye göre övülen bir
iştir. Ve başkasına birşey
hediye etmek güzel
ahlaklardandır. Resulullah (s.a.v.) de : «Ben güzel ahlakları
tamamlamak için gönderildim.)»
buyurmuştur.
Bu durumda
anlıyoruz ki, yardım etmek ve hediye
vermek müslüman ve müşriklerin hepsi
hakkında
güzel bir
şeydir.
Demekki ihtilaf. harbiye vasiyetin cevazı veya caiz olmaması hususunda değil
harbiye yardımın caiz
olup olmaması
hususundadır. Özetle... Bunun tamamı Şurunbulâtiye'dedir.
Bunun özeti
şudur: Harbinin ölü gibi olduğu
gerekçesi ona vasiyetin caiz olmadığını iktiza eder.
Yukarda geçen
ayet
(Mümtehine : 9) ile talil de harbiye
hem vasiyetin hemde yardımın caiz
olmamasını gerektir. Siyerü'l-Kebîr'deki ifade ise Camiu's-Sağîr Şârihlerinin
anladıklarının aksine,
vasiyetin değil yardımın caiz olduğuna delalet eder. O zaman fukaha arasındaki
ihtilaf harbiye
yalnız yardım yapılmasının cevazı hususundadır.
Ben derim ki: Ben İmam Muhammed'in harbîye hediyenin
caiz olduğuna dair kati ifadesini gördüm.
Zira o.
Muvatta'sının ipeğin giyilmesinin mekruh oluşu bâbında da «harbî bir
müşriğe silah ve zırh
dışında bir
hediye verilmesinde beis yoktur» demiştir. Bu Ebû Hanîfe ve fukahamızın umumunun
görüşüdür.
«Müstemenin de
zımmi gibi ilh...» Buna göre bir müstemen bir müslümana veya zımmiye malının
tamamını
vasiyet etse caizdir. Nitekim yukarda geçmişti
ve tamamı ileride gelecektir.
«Varisine.. sahih değildir.» Yukarda açıklaması geçtiği gibi varisten maksat ölüm anındaki varisidir.
Kuhistâni'de
şöyle denilmişti: «Bilinmelidir ki: en-Natifi bazı hocalarından naklen şöyle demiştir:
ölmek üzere olan bir hasta varislerden birisine, ev gibi bir şeyini verse
ve ona terekenin diğer
kısmından da hakkı
olduğunu söylese caizdir.»
Bazı âlimler tarafından bunun, o varisin tayin edilen
şeye, hastanın ölümünden sonra razı olması
halinde caiz olduğu söylenmiştir.
Bu durumda ölen kişinin tayini diğer
varislerin de ölen kişiyle
birlikte
tayini gibi olmaktadır. Cevâhîr'de de böyledir.
Ben derim ki: Bu iki görüş de Camiu'l-Fusuleyn'de nakledilerek
şöyle denilmiştir: «Bazı âlimlerce
bunun caiz
olduğu söylenmiştir. Bununla bazıları fetva vermişlerdir. Bazı âlimlerce
ise caiz
olmadığı
söylenmiştir».
FER'İ BİR
MESELE :
Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir: «İtabi'de denilmektedir ki: Hastanın akrabaları
onun yanında
toplansalar ve
malından yeseler, bakılır, eğer bunlar varis iseler ancak hastanın onlara
ihtiyacı
varsa caizdir.
Çünkü bunu taahhüd etmiştir. Bu durumda
israf etmeden hastanın ailesi ile
birlikte
yerler, eğer varis değillerse hasta izin verdiği takdirde malının
üçte birinden yemeleri caizdir.»
«Kendisini
öldürmeye bizzat iştirak eden kâtiline
de ilh...» Zira Peygamber (s.a.v.) «Kâtile vasiyet
yoktur» buyurmuştur. Üstelik kâtil Allah'ın tehir
ettiğinde acele etmiştir. O halde mirastan mahrum
edildiği gibi
vasiyetten de mahrum edilir. İster
ona, kendisini öldürmeden önce vasiyet
edip de,
kâtil onu
sonra öldürsün, ister yaraladıktan
sonra vasiyet etsin aynıdır. Çünkü
burada hadis
mutlaktır.
Zeylaî.
Burada acele etmekten murad kâtilin halinden açığa
çıkandır. Yoksa ehli sünnete göre öldürülen
kişi de eceliyle ölmüştür. Düşün.
FERİ BİR
MESELE ;
Bir kişiyi,
bir adam yaralasa ve başka biri de onu
öldürse, yaralayana vasiyet etmesi caizdir çünkü
o katil
değildir. Velvaliciye.
«Katline sebep olana vasiyeti sahihtir» Kuyu kazan ve mülkü olmayan yere taş
koyan gibi... Çünkü
o gerçekten kâtil değildir.
«Yukarda da geçtiği
gibi ilh...» Yani cinayetler kitabında...
Ebû Yusuf ise
bunun caiz olmadığını söyler.
İmamlar arasındaki
ihtilaf vasiyetten sonra, kasden öldürmediği durumdadır. Eğer vasiyetten
sonra
kasden
öldürmüşse imamların ittifakı ile vasiyet geçersiz sayılır.
Şurunbulâliye.
«Hasta olan
varisin icazeti de ilk vasiyet
etme haline benzer.» O zaman, vasiyet
edenin vârisi
âkilbâliğ
olduğu halde hasta olsa ve vasiyete
icazet verse bakılır: eğer o hastalıktan iyileşirse
icazeti sahihtir. ama o hastalıktan ölürse
bakılır; şayet musa leh onun varisi ise icâzeti caiz değildir,
ancak
ölümünden
sonra varisleri icazet verirlerse caiz olur. Eğer musa leh
yabancı ise hasta olan
barisin icazeti caizdir ve bu malının üçte birinden hesaplanır. Minah.
«İcâzet
verenin hissesine düşecek kadarıyla caizdir.» İcâzet veren hakkında, sanki hepsi
icâzet
vermişler gibi
takdir edilir. Onun dışındakiler hakkında
ise, sanki hiçbiri icazet vermemiş gibi takdir
edilir. Bunun
açıklamasını Makdisi'den naklen takdim
etmiştik.
«Çünkü onlar
mükellef değildirler» Bundan dolayı da çocuk ile deli katil oldukları takdirde
öldürdükleri
kişinin mirasından mahrum olmazlar. Bu illet Şurunbulâliye'de bir konu olarak
zikredilmiştir. Bana göre bunda itiraz edilecek
bir nokta var. zira eğer yetişkinin mirastan mahrum
edilmesinin illeti sorumluluk ise; miras gibi.
vasiyetinde icazetle caiz olmaması gerekir. Evet. bu
Ebû Yusuf'un
görüşüne göre acıktır. Zira ona göre
varisler icazet verseler bile katile vasiyet caiz
değildir.
Fukaha İmam Ebû Yûsuf'un bu görüşünü
şu gerekçeye bağlamışlardır: Kâtilin cinayeti
bâkîdir, onun
mirastan men edilmesi de cinayeti dolayısıyladır ki o da onun için bir cezadır.
Tarafeyn'in
görüşüne gelince : Katilin mirastan mahrum edilmesinin illeti varislerin hakkı
içindir. O
da; kâtilin mahrum bırakılmasının içlerindeki
öfkeyi gidermesidir. Böylelikle kâtil
katline koştuğu
kişinin malında varislere ortak olmaz.
İşte bu da
onların icazetleri ile yok olur. Çocuk ise nefretten uzaktır. O zaman bâliğ hakkında sâbit
olan onun
hakkında sabit olmaz. Kifâye ve diğer kitaplarda da aynı şekildedir.
«Hatta karısına vasiyet
etse ilh...» Bu söz «veya varis» sözünün bir fer'idir. Kuhistânî'de şöyle
denilmiştir: «Bir kişi başka varisi olmadığı
halde katiline vasiyet etse ona vasiyeti sahih olur. Bu iki
tarafa göre de
böyledir.»
«Kadın da üçte
ikisinin dörtte birini alır» Çünkü miras vasiyetten sonradır. O
zaman kadının
mirastan payı
geri kalan üçte ikinin dörtte biridir.
«O zaman malın üçte biri kocanın ilh...» Bu da
kalanın yarısıdır.
FER'İ BİR
MESELE:
Bir kişi ölse de geride karısı kalsa ve ona
malının yarısını, bir yabancıya da diğer yarısını vasiyet
etse; evvela
yabancıya malın üçte biri verilir. kadına da kalanın dörtte biri miras olarak
verilir. Geri
kalan da her ikisinin haklarına göre aralarında taksim edilir. Tartarhâniye.
Tatarhâniye'de
denilmiştir ki: «Kadın ölüp geride yalnız
kocasını bıraksa, ve daha evvel de bir
yabancıya
malının yarısını vasiyet etmiş olsa o
zaman musa lehe malın yansı kocasına da üçte biri
verilir. Altıda bir de hazineye kalır.
Eğer kişi kansı ile
yabancı birinden her birine kalanın tamamını vasiyet etse... bu mesele
Cevhere'de
izah edilmiştir.
M E T İ N
Mümeyyiz olmayan çocuğun vasiyeti asla sahih değildir. Hayır yollarında sarfetse bile
böyledir.
Şafiî buna
muhalefet ederek «hayır
işlerine vasiyeti caizdir». demiştir.
Aynı şekilde mümeyyiz olan
çocuğun vasiyeti de kendisinin techizi ve defninin dışındaki bir konuda sahih
değildir. Techiz ve
defin için
sahih oluşu istihsandır. Hz. Ömer'in mürâhik çocuğun vasiyetine
icazet vermesi, buna
yorumlanır.
Çocuk ergin
olduktan sonra ölse, veya vasiyetini erginlik dönemine izafe etse; yani. Ben erginlik
çağıma geldiğimde malımın üçte biri falanındır»
dese yine caiz değildir. Çünkü velâyeti noksandır.
O zaman talakta olduğu gibi ne hemen ne de daha sonra vasiyet etme hakkına sahip değildir. Ama
ileriye matuf
vasiyet hususunda köle, çocuğun aksinedir.
Mutlak köle ve
mükâtebin vasiyetleri de sahih değildir.
Mükateb, öldüğünde kitabet bedelini
karşılayacak
kadar mal bıraksa bile böyledir.
Bazı âlimlerce. İmameyn'e göre, mükateb, ölümünde kitabet bedelini
ödeyecek kadar mal bıraktığı
takdirde
vasiyetinin sahih olduğu söylenmiştir.
Ancak köle veya
mükatebden herbiri vasiyetlerini azad vakitlerine izafe ederlerse
sahih olur. Çünkü
efendinin
hakkı olan «mani» ortadan kalkmıştır.
Dili tutuk
olan kimsenin işaretle olan vasiyeti
sahih değildir. Ancak eğer dilinin tutulması uzayıp
belirli işaretler edinirse o zaman dilsiz gibi
olur. Uzama müddeti bir senedir.
Bazı âlimler tarafından da dilinin tutulması ölümüne kadar uzadığı takdirde işaretle ikrarın ve
ikrarına şahit tutmasının caiz olacağı bu durumda dilsiz gibi olacağı söylenmiştir. Fukaha da
fetvanın bu
görüşe göre olduğunu söylemişlerdir. Dürer. Müteferrik meseleler
bahsinde gelecektir.
Vasiyetin
kabulü ancak ölümden sonra sahihtir. Çünkü onun hükmünün sabit olma zamanı
ölümden
sonrasıdır. Buna göre vasiyetin ölümden önce kabul veya reddi bâtıl
olur.
Vasiyet edilen
şeye ancak «kabul» ile malik olunabilir. Şu kadar var ki; vasiyet eden ölse sonra da
musa leh
vasiyeti kabul etmeden ölse vasiyet edilen şey «kabul» olmadan istihsanen musalehin
varislerinindir. Nitekim daha önce geçmişti.
Aynı şekilde cenîne birşey vasiyet etse, «kabul» olmadan,
istihsânen onun mülküne girer. Çünkü
cenîn adına kabul edecek
veli yoktur. Nitekim yukarda
geçmişti.
İ Z A H
«Aynı
şekilde mümeyyiz olan çocuğun vasiyeti de kendisinin techizi ve defni dışındaki bir konuda
sahih
değildir.» Şu kadar var ki techiz ve defninde maslahata riayet
edilir. Zira Ravza'dan naklen
Hülâsâ'da şöyle
denilmektedir: «Eğer bin dinar karşılığında kefenlenmesini
vasiyet etse vasat bir
kefenle kefenlenir. Yalnız iki parça ile kefenlenmesini vasiyet
etse vasiyetin şartlarına riayet
edilmez. Ama
eğer beş veya altı parça ile kefenlenmesini
isterse şartlarına riayet edilir.
«Falan kabristanda falan zahid kişinin yanına defnedilmesini vasiyet etse, eğer vasiyet
ettiği
kabristana defni için terekesine bir taşıma külfeti
getirmezse şartlarına riayet edilir. Eğer falan kişi
ile bir kabre gömülmesini vasiyet etse şartlarına riayet edilmez» Şurunbulâliye.
Ben derim ki: Şurunbulâliye'nin sözlerinin zahiri, Hulâsâ sahibinin bu bu meseleyi, çocuğun
vasiyeti hususunda söylediğini vehmettiriyor. Halbuki öyle değildir. Aksine Hulâsâ'nın ibaresi
mutlaktır.
Onun aynısı Bezzaziye'de de vardır.
«Hz. Ömer'in
mürâhik çocuğun vasiyetine icazet
vermesi de buna yorumlanır» İnâye'de
denilmiştir
ki: «Hz. Ömer'den rivayet edilen bu söz o mürahikin
büluğa yakın olduğuna yorumlanır. Yani
büluğu
üzerinden çok zaman geçmemiş. Bunun gibi olana da mecâzen yâfi yani mürahik denilir.
Veya Hz.
Ömer'in icâzet verdiği vasiyet
çocuğun techiz ve defni hususundaki
vasiyettir. Ancak bu
şununla
reddolunmuştur: Hadîsin rivayetinde çocuğun henüz ihtilam olmadığı sahihtir. Amcasının
kızına bir mal vasiyet
etmiştir. Böyle olunca artık hadîsin
tevili nasıl sahih olur.»
Tahavî de şöyle demiştir: «Bu söz ile ihticâc
etmek Şâfii için sahih değildir. Çünkü bu söz
mürseldir.
Bize göre mürsel hadis her ne kadar hüccet ise de
Peygamber (s.a.v.)'in «kalem üç
kişiden kaldırılmıştır» sözüne zıttır. Bunda da itiraz
edilecek bir nokta vardır; çünkü hadîsteki
kalemden murad mükellefiyettir. Bizim bahsettiğimiz husus
ise bundan değildir.
İbn Hazm şöyle
der: «Bu Allah'ın. «Nikâh çağına varıncaya kadar öksüzleri deneyin...» sözüne de
muhaliftir.
Çünkü âyet çocuğun mâlî tasarruftan men
edildiğine delalet eder.» Özetle...
Ben derim ki: Denilebilir ki: Teklîfin kalkması çocuğun söz ve tasarruflardan men edildiğinin
delilidir. Zira
men edilme çocuğa şer'an gereklidir. Düşün.
«Murâhik
ilh...» Mürâhik bulûğa yakın olan
çocuktur. Bu şekilde tefsir etmek Muğrib'teki ifadeye
de
uygundur.
«Bazı âlimlerce İmameyn'e göre ilh...» İmamlar arasındaki bu ihtilaf mükatebin malının üçte birini
vasiyet etmesi hususundadır.
Ama eğer malından bir nesneyi vasiyet etse icmaen sahih değildir.
Mükatebin; vasiyetini âzâdından
sonra mâlik olacağı mala izafe etmesi halinde
bu icmaen sahihtir. Bunun delili uzun, kitaplarda
zikredilmiştir. T.
«Ancak köle
veya mükatebden herbiri... îzafe ederlerse ilh...» Yani
köle «azad olunduğum zaman
malımın yarısı
filan kişi için vasiyettir» dese veya «malımın üçte birini filan kişiye
vasiyet ettim»
dese vasiyeti
sahihtir. Hatta kitabet bedelini ödeyerek veya
başka bir sebepten dolayı âzâd edilse
ve sonra ölse
malının üçte biri musa lehindir. Kitâbet bedelini ödeyecek
kadar mal bıraksa ama
âzâd edilmemiş olsa vasiyeti batıl olur. Çünkü mülk hakikaten
onun değildir. Zeylai.
«Çünkü mâni
ortadan kalkmıştır». Bu söz köle ve mükatep ile çocuk arasındaki
farkı beyan
etmektedir.
Zira onların ehliyeti tamamdır. Onlar
ancak efendilerinin haklarından dolayı
vasiyetten
men edilirler. O halde onların, vasiyetlerini
efendilerinin haklarının düşeceği bir zamana izafe
etmeleri sahihtir. Çocuğun ehliyeti ise kusurludur. O
gerekli kılacak bir söze ehil
değildir. O zaman
çocuk ne hemen ne de daha sonrası için vasiyet etme hakkına sahip değildir.
«Bazı âlimlerce de ölümüne kadar uzadığı takdirde
caiz olacağı söylenmiştir.» Kifâye'de
şöyle
denilmiştir: «Hâkim'in Ebû Hanife'den zikrettiği
bir rivayete göre; eğer dilinin tutukluluğu ölümüne
kadar uzarsa işaretle
ikrarı ve buna şahit tutması caizdir.
Çünkü iyileşmesi umulmayan bir
şekilde,
konuşmaktan aciz olmuştur. O zaman. dilsiz gibi kabul
edilir. Fukaha da fetvanın bu görüşe
göre
olduğunu söylemişlerdir »
Sâlhanî'de denilmiştir ki: «Müddet ister uzasın
ister kısalsın farketmez. Birinci görüşte şart olan
sonunda ölmese
bile hastalığın bir sene sürmesidir. Onların
sözünden anlaşılan budur.»
«Dürer»
Mevahib'in metinde de bu görüş kati
olarak ifade edilmiştir.
«Vasiyet
edilen şeye ancak kabul ile malik olunur». Bu söz metne dahil edilebilir. Eğer vasînin
ölümünden
sonra musa leh onu kabul etmezse, vasiyet kabulü üzere mevkuftur. Ne
vârisin ne de
kabul edinceye
veya ölünceye kadar musa lehunun mülkündedir. İtkânî Kerhî'nin muhtasarından...
«Sonra da musa leh vasiyeti
kabul etmeden ölse ilh...» Yani red de etmeden...
«İstihsânen ilh...» Kıyas ise bu vasiyetin batıl olmasını gerektirir. Zira
vasiyetin tamamı musa lehin
kabule bağlıdır.
Halbuki bu da yok olmuştur.
İstihsânın
vechi şudur: Vasiyet. vasiyet eden açısından tamamlanmıştır, artık fesholunmaz ancak
musa lehin
muhayyerliğine bağlıdır. O zaman bu vasiyet, muhayyerlik
müşteriye ait olan satışa
benzer ki müşteri
üç gün içerisinde icazet vermeden önce ölse satış
tamamlanır ve alınan meta
müşterinin
varislerine kalır. Burada da aynı
şekildedir. O zaman musa lehin reddetmeden ölmesi.
Detâleten,
kabulü gibidir.İtkânî.
BİR UYARI:
Makdisî'de denilmiştir ki: «Musaleh vasiyeti kabul ettiği zaman vasiyet edilen şeye malik
olur. Kabul
etmezse eğer kabulü mümkün olan muayyen bir şey ise. Cumhura göre mâlik olamaz. Ama fakirler,
Benî Haşim, Hac,
mescid ve savaş maslahatı için vasiyet olunanlar bunun
hilâfınadır.»
Zahiriye'de şöyle
denilmiştir: «Kişi» ölümümden
sonra malımın üçtebirini Mekke fakirlerine
verin»
dese ve
ölümünden sonra vâsisi malı Mekke fakirlerine götürse de onlar «Onu istemiyoruz.
ona
ihtiyacımız yok» deseler Ebu'l-Kasım'a göre, o mal varislerine geri
verilir. O fakirler mal varislerine
verilmeden
önce sözlerinden dönseler bile mal yine
varislerindir. Çünkü ilk defa reddetmekle
hakları batıl olmuştur.»
Eşbâh'ta denilmiştir
ki: «Vasiyeti kabul etse sonra da vasiyet
edenin varislerine geri verse,
varisler
kabul ettikleri
takdirde musa lehin mülkiyeti fesholur. Kabul etmezlerse bunun için zorlanmazlar.»
Sâihânî.
M E T i N
Vasiyet eden
kişi sarih bir söz ile veya adını yahutta, ondan gelecek menfaatların çoğunu
ortadan
kaldırmak gibi bir yolla mal sahibinin gasbedilen malındaki hakkını kesen bir fiile
vasiyetten
dönebilir.
Nitekim bu fiiller gasb bahsinden bilinmektedir.
Vasiyet edilen
şeyde, ancak o olduğu zaman teslim
edilebilecek bir fazlalık yapsa
yine vasiyyetten
dönmüş olur.
Vasiyet edilen kavutu yağ ile karıştırması veya vasiyet edilen eve bir oda eklemesi
buna misaldır.
Ama evi badana
yapması veya bir odasını yıkması
vasiyetten rücû sayılmaz. Çünkü
vasiyet edilen
şeyin tabiinde
tasarrufta bulunmuştur.
Vasiyet edilen
şeyde satış ve hibe gibi mülkiyeti izale edecek bir tasarrufta bulunması
da rücudur.
Bu rücûdan
sonra o nesne tekrar mülkiyetine
girse de girmesede aynıdır.
Bu söz musannıfın «sarih
bir söz ile» sözü üzerine atıftır. İbnu Kemal ise bunu Dürer'e uyarak «veya» ile atfetmiştir. Buna
göre, bu ifade
mûsînin fîlen vasiyetten dönmesinin üçüncü bir kısım olur. Nitekim Dürer'in metni
de
bunu ifade
etmektedir. Düşün.
Aynı şekilde vasiyet
edilen şeyi başka bir mal ile ayırdedilmesi mümkün olmayacak şekilde
karıştırması da rücûdur.
Vasiyet ettiği
elbiseyi yıkaması rücû değildir, çünkü tâbi olan birşeyde tasarrufta bulunmuştur.
Şu
bilinmelidir ki: Vasiyet
edenin ölümünden sonraki değişiklik vasiyete
asla zarar vermez.
Vasiyet edenin
vasiyeti inkârı da rücû değildir. Dürer, Kenz, ve Vikâye. Mecma'da: «Fetva bununla
verilir»
denilmiştir.
Bunun benzeri
ifadeler Aynî'de vardır. Sonra
Ayni'de
Uyun'dan fetvanın vasiyeti inkâr etmenin rücû
olduğuna göre
verildiği nakledilmiştir. Sirâciye'de
fetvanın buna göre olduğu söylenmiştir.
Musannıf da
bunu ikrâr etmiştir. Aynı şekilde kişinin, «etmiş
olduğum bütün vasiyetler haramdır
veyd riyadır
veya onları erteledim» demesi rücû değildir. Ama «vasiyetimi
terk ettim» veya «etmiş
olduğum her
vasiyet batıldır» veya «Zeyd'e vasiyet ettiğim şey Amr'in veya
falan vârisimindir» dese
bunlar birinci
vasiyetinden rücû sayılır. O zaman
vasiyet edilen şey diğer varislerin icâzetleriyle o
varisin ölür.
Nitekim daha önce geçmişti.
Sonraki kişi vasiyet
vaktinde ölü ise, o zaman vasiyetlerden birincisi hall üzere kalır. Çünkü
ikincisi
batıl
olmuştur. Ama vasiyet vaktinde hayatta olup da vasîden evvel ölse birincisi
vasiyet rücû ile
ikinci vasiyet
de ölümle bâtıl olur.
Ölüm
hastasının, hibe ve vasiyet ettikten sonra nikahladığı kadına yapmış olduğu hibe
ve vasiyet
batıl olur.
Zira vasiyetin caiz olması için
muteber olan, musa lehin vasiyet vaktinde değil ölüm
vaktinde varis
olup olmadığıdır.
ikrâr ise böyle
değildir. Zira mukarrun lehin varis olup olmadığına ikrâr gününde itibar edilir.
Buna göre bir
kadın için bir şey ikrar etse, onunla evlendikten sonra ölse ikrarı
caizdir.
Kişinin kâfir,
köle veya mükateb olan oğluna
ikrârı. vasiyeti ve hibesinden sonra müslüman
olsa
veya azad edilse bile batıl olur.
Zira ikrâr vaktinde oğlu olduğu
sabittir. Bu da oğlunun tercih ettiği
töhmetini
doğurur.
İ Z H A N
«... Vasiyetten
dönebilir». Çünkü vasiyet vasiyet
edenin ölümü ile tamamlanır. Zira kabul, vasiyet
edenin ölümüne
bağlıdır. Satım gibi karşılıklı
mübadelelerdeki icabın iptâli caiz olunca
teberrularda
iptali evleviyetle câizdir. İnâye.
Vasiyetten
rücûnun bir kaç türlü olduğu bilinmelidir;
1 - Bir malı
(aynı) vasiyeti gibi fiil ile de söz ile
de feshi muhtemel olanlar.
2 - Malın
üçtebiri ve dörtte birini vasiyeti gibi feshi ancak söz ile muhtemel olanlar.
Bu durumda
vasiyet ettiği üçtebir veya dörttebiri satsa yada hibe etse vasiyeti
batıl olmaz. Vasiyeti malın
kalanından geçerli olur.
3 - Bir şarta
bağlı olarak müdebber yaptığı kölesi gibi, ancak fiil ile feshi muhtemel
olanlar. mesela
«eğer bu hastalığımdan ölürsem hürsün» demesi gibi...
O zaman böyle bir köleyi satsa, satışı
sahih
olduğu gibi
vasiyeti de münfesih olur. Şu kadar var ki o köleyi tekrar satın alsa köle
yine önceki
haline döner.
Bir de köleyi
mutlak müdebber yapması gibi ne söz nede
fiil ile feshi muhtemel olmayan vasiyetler
vardır. İtkâni
ve Kuhistânî'den özetle.
«Veya mal
sahibinin gasbedilen malındaki hakkını kesen bir fiil ilh...»
Fiil ile dönmek delâleten
rücûdur.
Birincisi ise sarahaten rücûdur. Vasiyet edilen nesne değiştiği için
isminin de değişmesi
gibi delaleten
rücû bazen zarureten sabit olur. Meselâ bağındaki yaş üzümü yaş olarak vasiyet
ettikten sonra
o üzümün kuru üzüm olması veya yumurta
vasiyet ettikten sonra bir tavuğun
kuluçkaya yatarak vasiyet eden ölmeden önce ondan
civciv çıkarması gibi... Bu bahsin tamamı
Kifâye'dedir.
«Adını... ortadan kaldırarak ilh...» Mesetâ
vasiyet ettiği demiri kılıç
veya bakırı kap yapsa, bu fiilen
rücûdur. Zira
demiri kılıç veya bakırı kap yapması
malikin mülkiyetinin kesilmesine nasıl tesir
ediyorsa vasiyete
mâni olmaya da evleviyetle tesir eder. Zeylai. Yani onun musa lehe mülk
olmasına mani olur.
Vasiyet eden
kişi vasiyet ettiği koyunu kesse; mücerred kesmesi vasiyetten rücûdur. Aslında
bunun rücû
sayılmaması daha uygundu. Çünkü onun koyunu
kesmesi; kumaşı kesip dikmemesi ve
evdeki bir
odayı yıkması gibi bir noksanlıktır. Şu kadar var ki, koyunu kesmesi. onu kendi mülkiyeti
üzere bırakmaktır. O zaman bu. rücûnun delhi olur. Zira
âdeten etin, mûsînin ölümüne kadar
kalması çok enderdir. İtkânî.
«Kavutu yağ ile karıştırması
gibi ve pamuğu birşeye doldurması veya astarlık kumaşı bir elbiseye
kullanması veya
örtüyle bir şey kaplaması gibi... Zira bun(arı ziyadesiz
teslim etmek mümkün
olmadığı gibi
onu bozmak da mümkün değildir. Çünkü bunlar vasî tarafından kendi mülkünde icra
edilmiştir.
Hidaye.
Vasiyet ettiği
tarlaya ağaç veya boğ dikse bu da
aynı şekildedir. Ama taze sebze dikse
bu rücû
sayılmaz. Hâniye.
«Çünkü vasiyet edilen şeyin tabiinde tasarrufta bulunmuştur.» Ki buda odadır. Kireçle badana
ise
süstür.
İtkani.
Evi çamur veya kireçle
sıvamanın ise, odayı yıkmak
yada kireçle badanalamak gibi olup olmadığına
bok.
Yalnız ben
Hâniye'de aynen şunu gördüm : Eğer vasiyet
ettiği evi çamurla sıvasa, bu çok
olduğu
takdirde
rücûdur. Bunun tamamı Vehbâniy
şerhindedir, oraya müracaat et.
«... Üçüncü
bir kısım olur» Yani rücûu ifade eden fiilin üçüncü bir kısmı
olur. Bu da musannıfın
ibaresinin
ifade ettiğinin aksinedir. Zira o bunu fiile karşılık
yapmıştır. şu kadar var ki. Halebiye
göre fiilin
üçüncü bir kısmı olması ancak Durer'in ibaresinde
kendisini gösterir. Zira Dürer'de,
«veya birşey fazlalaşırsa» deyip
tasarruf lafzını zikredilirse bununla filin üçüncü bir kısmı olmaz.
İster «veya» isterse
«ve» ile atfedilsin böyledir.
«O nesne tekrar mülkiyetine girse de girmesede ilh...» Yani satın olma veya hibeden dönmekle...
Zeylaî. Bu hastalığımdan ölürsem, «sen
hürsün» demesi gibi bir şarta bağlı olan müdebber kölenin
dışındadır.
Zira eğer bu durumdaki müdebber kölesini sattıktan sonra tekrar
satın alsa. o köle
birinci haline
döner. Satın alışı rûcû olmaz. Nitekim İtkânî nakletmiş biz
de takdim etmiştik.
«Aynı
şekilde vasiyet edilen şeyi başka birşey ile ayırdedilmesi mümkün olmayacak şekilde
karıştırması da rücûdur.»
Ben derim ki: Arpayı buğdayla
karıştırmasındaki gibi ayırd edilmesi zorlukla mümkün olduğu
takdirde de
yine rücûdur. Şârihin bu sözü,
metindeki «mal sahibinin mülkiyet
hakkını kesecek bir
fiil...»
sözünün yanında zikretmesi gerekirdi.
Sâlhâni.
Çünkü tâbi
olan bir şeyde tasarrufta bulunmuştur.»
Bazı nüshalarda böyledir.
Bazı
nüshalarda ise «menfaatli olan bir tasarrufta bulunmuştur» şeklindedir.
Hangisi olursa olsun
burada kasdedilen, elbisenin kirden temizlenmesidir.
Hidâye'nin ibaresi ise şöyledir: «Elbisesini
başkasına vermek isteyen
kişi âdeten onu yıkar.
Dolayısıyla o
yıkaması vasiyeti
takrir olur. Yani vasiyetten dönmek değil vasiyet ibkâ etmektir.
«Asla zarar
vermez.» Bu değişiklik ister musa lehin kabulünden önce isterse sonra olsun
değişmez.
Zeylai. Zira bu değişiklik vasiyetin
tamamlanmasından sonra olmuştur çünkü
vasiyetin
tamamlanması ölümle olur. Kifâye.
«Vasiyet
edenin inkarı rücu değildir.» Çünkü
birşeyden
rücû o şeyin önceden var olmasını
gerektirir.
Bir şeyi inkâr ise onun geçmişte mevcut olmamasını gerektirir. Çünkü inkar akdin aslını
nefyetmektir. Eğer vasiyeti inkâr,
vasiyetten dönmek olsaydı vasiyetin
geçmişte hem var olmasını
hem de yok
olmasını gerektirirdi ki bu muhaldir.
Kifâye.
«Musannıf da
bunu ikrar etmiştir. Mülteka şerhinde şöyle denilmiştir: «Şu kadar var ki metinler
birinci görüşe
uygundur. Bundan dolayı musannıf âdeti
üzere onu önce zikretmiştir.»
Ben derim ki: Hidaye de birinci görüşün delili sonraya
bırakılmıştır. Demekki birinci görüş,
Hidaye'nin ihtiyar ettiği görüştür.
Nihâye'de de
:
«Mevâhib ve İslahta birinci görüş katî
olarak ifade edilmiştir.» denilmektedir.
Bahr'in «geçmiş namazların kazası» bahsinde de şöyle
denilir: «Metinlerle fetvâlar farklı oldukları
zaman metinlere
uygun bir şekilde amel
etmek evlâdır.»
«Haramdır veya riyadır ilh...» Zira bir şeyi
haram veya riya ile nitelemek onun aslının baki olmasını
gerektirir. Vasiyeti ertelemek ise borcu ertelemek gibidir. Vasiyeti düşünmek için değildir. Zeylai.
«Bunlar...
rücûdur» Zira terketmek o şeyi düşürmektir. Bâtıl ise dağılarak gidene denir. Üstelik
kişinin «Vasiyet ettiğim şey...» sözü ortaklığın
kesilmesine delalet eder. Ama, önce bir kişiye sonra
da başkasına vasiyet
etmesi böyle değildir. Çünkü burada ortaklık
ihtimali vardır ve telaffuz şekli de
buna uygundur. Zeylai.
«Çünkü ikincisi bâtıl olmuştur.» Zira birinci vasiyet ancak ikinci kez başka
birine yapıldığı zaman
zarureten
batıl olur. Bu da olmadığına göre birinci vasiyet hali üzere kalır.
Zeylaî.
«Ölüm hastasının, hibe ve vasiyet ettikten sonra ilh...»
Zira vasiyet ölüm anında sabit olur. Halbuki
nikahladığı kadın ölüm anında varistir, varise ise vasiyet
yoktur. Hibe ise görünüşte peşin olsa bile,
hükmen,
ölümden sonraya izafe edilen
gibidir. Çünkü onun hükmü ölüm anında
gerçekleşir.
Görülmüyor mu? Kişinin borcu malından fazla olduğu zaman hibe batıl olur. Borç olmadığı zaman
da malın üçte
birinden itibar edilir. Hidâye.
«Zira
vasiyetin caiz olması için ilh...»
Yani ister müsbet ister menfi olsun.
«Ölüm vaktinde
ilh...» Buna göre birisi, karısına birşey vasiyet etse sonra da onu üç talak ile
boşasa veya bir talak ile boşayıp kadının iddeti dolsa ve daha sonra vasî ölse vasiyet sahih olur.
Kuhistanî.
«İkrâr gününde
itibar edilir.» Zira ikrâr bizatihi ödemeyi gerektirir. Vasiyetin ölüme bağlı olması gibi
zâid bir şarta
da tevekkuf etmez. O halde borcu ikrarı sahihtir. Çünkü yabancı bir kişiye ikrar
etmiştir.
İtkânî.
«Bir kadına birşey ikrar etse ilh...» Yani yabancı
bir kadına... Bu söz, «ikrâr gününde varis olmayan»
sözünün bir
feridir. Yani ona ikrar etmek caizdir. Zira o ölüm anında varis olsa
bile ikrar vaktinde
varis
değildir. Varis olmanın buradaki evlenme gibi ikrardan sonraki yeni bir sebeple olmasının şart
olduğunu daha
önce belirtmiştik. Ama varis olma ikrar vaktinde bir sebeple kâim
olduğu halde, bir
maniin zuhuru
ve daha sonra bu mâniin ölüm vaktinde
ortadan kalkması böyle değildir.
Nitekim
musannıf da
bunu Kâfir ve köle olan oğluna ikrârı
vasiyeti ve hibesi bâtıl olur» sözü ile ifade etti. Şu
mesele de bunun gibidir: Kitap ehli olan karısına veya cariyesine
birşey ikrar etse sonra da
ölümünden evvel o kadın müslüman olsa veya âzâd edilse ikrârı
sahih değildir. Çünkü sebep
ikrarın
yapıldığı anda mevcuttu. Nitekim bunu Zeylaî de ifade etmiştir.
«Veya köle
olan ilh...» Zeylaî bunu «üzerinde borç olması» sözü ile kayıtlamıştır.
Çünkü ikrar ona
ölüm anında
varis olduğu halde yapılmıştır. Bu durumda vasiyet gibî o da batıl olur. Eğer
köle olan
oğlu borçlu
olmadığı halde ona ikrar etse sahih olur. Çünkü ikrar kölenin
efendisinedir. Bu bahis
Hidâye'de İmam Muhammed'in kitabına isnad
edilmiştir.
Bizim birkaç
yaprak önce Zeylaî ve Nihâye'den naklen takdim ettiğimizin zahiri ise, ikrar
ettiği
oğlunun âzadı
ile, ikrarın batıl olmayacağıdır.
Buna yapılan itirazı da yukarda beyan etmiştik.
«Zira ikrâr vaktinde oğlu olduğu sâbittir» Bu, ikrarın batıl olmasının gerekçesidir. Vasiyet
ve
hibenin batıl
olmalarına gelince, musannıfın daha önce belirttiği gibi onlarda muteber olan, ölüm
vaktidir. Oğlu
da ölüm vaktinde varis olmaktadır. O
halde hibe de vasiyet de batıl olurlar.
METİN
Kötürümün,
felçlinin, çolağın ve veremlinin hastalıkları bir sene uzar
ve ondan ölmeleri korkusu
olmazsa hibeleri mallarının
bütününden sayılır. Hastalığı uzamasa
ve ölümünden korkulsa o zaman
malının üçte
birinden sayılır. Çünkü bunlar
öldürücü değil müzmin hastalıklardır.
Bazı âlimlere göre ölüm hastalığı, kişinin ihtiyaçları için
dışarıya çıkamamasıdır. Tecrid'de de buna
itimad
edilmiştir. Bezzâziye.
Muhtar olan,
ölüm hastalığı yatalak olmasa bile çoğunlukla
ölümle biten hastalıktır. Zâhire'nin hibe
bahsinden Kuhistanî.
Eğer kişi birden fazla vasiyette bulunsa en son
söylese bile, evvelâ farz olan yerine
getirilir.
Eğer vasiyetler kuvvet bakımından eşit iseler ve malın üçte biri bunlara yetmiyorsa, o zaman vasî
önce hangisini
söylemişse o yerine getirilir.
Zeylai şöyle demiştir: «Katil keffareti, zihar ve yemin keffâretleri fitneden öncedirler. Çünkü
bunların
vücubu kitap iledir. Fitre ise böyle
değildir.»
Zahiriye'nin
İmam Tavâsisi'den Kuhistâni'nin de Zahiriye'den nakline göre: yapmış olduğu
vasiyetler içerisinde evvela kâtil sonra zihâr,
sonra oruç bozma kaffâretleri sonra nezir sonra fitne
sonra da
kurban yerine getirilir.
Öşür de haracdan önce yerine getirilir. Bercendi'de şöyle denilmiştir:
«Ebû
Hanife'nin son görüşüne göre nâfile hac sadakadan
daha efdaldir. Bir kimse hac vasiyet
etse,
onun yerine binekli olarak hac edilir.
Eğer nafakası o şehirden binekli olarak hacca gidip gelmeye
yetmese de bir kişi «bu para ile yaya
olarak onun
yerine ben gider gelirim» dese o hac vasi yerine
yapılmış olmaz. Kuhistani Tetimme'ye
isnaden...
Kendi memleketinden kendi yerine binek ile haccedilmesini
vasiyet etse eğer nafakası
kâfi gelirse
vasiyeti yerine getirilir kâfî gelmezse. o zaman nereden yeterse oradan yerine getirilir.
Şayet bir hacı
hac yolunda ölse ve yerine hac
yapılmasını vasiyet etse, şayet nafakası yetişirse
onun
memleketinden ve binekle yaptırılır.
İmameyn ise
istihsana göre öldüğü yerden hac yaptırılacağını söylemişlerdir.
Hidaye, Müctebâ ve
Mültekâ.
Ben derim ki; Bu, İmam'ın görüşünün kıyasa
göre olduğunu ifade eder. Metinlerde İmam'ın kavli
üzeredir. O halde
burada itimad edilecek görüş kıyasa göre olandır. Sen onla.
Hac yolunda
ölen kişinin nafakası kendi memleketinden gidilmesine kâfi gelmezse, nereden kafi
gelirse oradan yaptırılır.
Vatanı olmayan
bir kimsenin haccı icmaen öldüğü
yerden yaptırılır.
Bir kimse malının hepsi ile bir köle alınıp kendi
adına azad edilmesini vasiyet
etse ama varisleri
icâzet
vermeseler vasiyeti batıl olur. Bin dirheme bir köle alınıp kendi adına âzâd
edilmesini vasiyet
etse ve bin
dirhem de malının üçte birinin tamamı ile bir köle alınıp azâd
edileceğini söylemişlerdir.
Mecmâ.
İ Z A H
«Kötürümün,
felçlinin, çolağın ve veremlinin hibeleri ilh...» Kötürüm ayakta duramayan, felçli
vücudunun yarısının hiss ve hareketi olmayan, çolak ise
elinin biri veya her ikisi tutmayan kişidir.
İnaye.
«Hastalıkları bir sene uzarsa ilh...» Bir sene
uzaması fukahamızın görüşüne göredir. Alimlerden
bazıları ise fukahanın şöyle dediklerini naklederler:
»Eğer halkın örfünde hastalık müddeti uzun
kabul edilirse o zaman uzun sayılır. Aksi halde
uzun sayılmaz». Kuhistânî.
«Ondan ölmeleri korkusu olmazsa ilh...» Bu cümle
bir evvelki şart cümlesini izah etmek içindir.
Hamevî
Miftah'tan. T. Sonra, burada «korkmaktan» korkunun kendisi değil ekseriyette ölümle
sonuçlanmasıdır. Kifâye.
Kuhistâni
«Korku olmamasını» Kişideki hastalığın sürekli artmaması ile tefsir etmiştir. Zira zamanla
artmazsa, hastalık onda körlük ve topallık gibi tabiatından bir parça olur. Zira
kişinin tasarrufuna
mani olan ölüm
hastalığıdır. Bu da çoğunlukla ölüme sebep olan hastalıktır ki
o ölümle
sonuçlanıncaya
kadar sürekli artan hastalıktır. Ama hastalık artmadan kalır ve ondan dolayı ölmesi
korkusu olmazsa o zaman körlük ve benzeri gibi, ölüme sebep
olan bir hastalık olmaz. Çünkü
ondan
korkulmaz. Bundan dolayı da tedavi ile uğraşmaz. Zeylaî ve diğerleri.
«Hastalığı uzamasa
ve ölümünden korkulsa ilh...» Kuhistânî'nin ibaresi ise
şöyledir: «Bunlardan
hiçbiri olmazsa yani hastalığı uzamasa
ve bir seneden önce ölse veya
o hastalıktan dolayı
öleceğinden
korkulursa yani hastalığı günden güne
artsa...»
Bundan
anlaşılan şudur: Hastalığı uzamasa ve ondan dolayı ölmesinden
korkulmasa, o zaman
onun vasiyeti malının tamamından değil üçtebirinden
alınır.
Zeylaî'nin ibaresi ise bunun aksinedir.
Onun ifadesi aynen şöyledir: «Hastalığı
uzamasa ve hastalık
süresince yatakta
olsa ve ondan dolayı yatakta
iken ölse, tasarrufu üçtebirden itibar edilir.
Zira
daha
hastalığın başlangıcında, ondan öleceğinden korkar ve bundan dolayı tedavi
olursa o zaman
bu hastalık
ölüm hastalığı olur. Eğer hastalık uzadıktan sonra yatağa düşerse, bu yeni bir hastalık
gibidir ve
tasarrufu malın üçtebirinden itibar
edilir.»
Şârihin
yukarıdaki sözlerine uygun olan da, Zeylai'nin bu ifadesidir. Hastalığı uzadığı ve ölümünden
korkulduğu
zaman hükmün nasıl olacağı ise açıklanmamıştır. Kuhistânî'nin ibaresinin gereği onun
tasarrufunun
da üçtebirden itibar edilmesidir. Bu da musannrfın : «tasarrufu malın tamamındandır»
cümlesini «ölümünden korkulmazsa» cümlesi
de kayıtlamasından anlaşılandır.
«Çünkü bunlar
müzmin hastalıklardır». Yani müddetleri uzundur. Şârihin bu sözü musannıfın
«vasiyeti malının hepsinden itibar edilir»
sözünün illetidir. O zaman bu sözü «eğer uzamasa îlh...»
sözünden evvel zikretmesi gerekirdi. Minah'ta
şöyle denilmiştir «Fusulu'l-İmadiye »denilmiştir ki:
kötürüm ve
felçli hususunda İmam Muhammed
el-Kitab'da şunları söylemektedir: Eğer
bu dertler
daha önceden
yoksa hasta gibidir. Ama eskiden
beri var ise o zaman sağlam kimse gibidir. Çünkü
o öldürücü
değil, müzmin bir hastalıktır.»
«Buna
Tecrid'de de itimad edilmiştir.» Mirac'da şöyle denilmektedir: «Manzûme
sahibine, ölüm
hastalığının
mahiyeti sorulduğunda Meşâyihın bu hususta bir çok sözleri var ama itimadımız Fadli'
nin
görüşünedir. O da şudur: Şahsî ihtiyaçları
için evinden dışarıya çıkmaya gücü yetmeyen
kimsedir. Kadın ise, şahsi ihtiyacı için evin içinde dama bile çıkmaya gücü yetmiyendir.» Cevabını
vermiştir.
Hastanın talâkı
bâbında hükme esas alınan
bu tarîftir. Bunu Zeylai de sahih görmüştür.
Ben derim ki: Zâhir olan, ölüm hastalığının, felç ve
benzerleri gibi uzun olan ve ölüm korkusu
olmayan müzmin
hastalıklardan olmaması şeklinde kayıtlanmasıdır. Bu hastalık kişiyi
yatalak
yapsa ve kendi
ihtiyaçları için yürümesine mani olsa
bile böyledir.
Bu durumda
metin ve şerh sahiplerinin üzerinde
durdukları tarife de muhalif olmaz.
«Muhtar olan
ilh...» Hİdâye sahibi de Tecnis adlı kitabında aynı şeyi ihtiyar etmiştir.
BİR UYARI:
Gebe kadının doğum anındaki mâlî teberruu malının üçte
birinden verilir.
İki kabile savaş için biribirlerine girseler ve sayıca eşit
olsalar veya birisi diğerînden fazla olsa bu
durum ölüm
hastalığı hükmündedir.
Birbirlerine
girmeseler, o zaman ölüm hastalığı
hükmünde olmaz.
Deniz
vasıtasına binen kimsenin hükmü eğer deniz sakin ise, ölüm hastalığındakinin
hükmü gibi
değildir. Ama
rüzgar esiyorsa veya deniz dalgalı ise o zaman bunun
hükmü ölüm hastalığının
hükmü gibidir.
Hapise giren kimsenin âdeti öldürülmek ise onun
hükmü de ölüm hastalığının hükmü
gibidir. Aksi
halde ölüm
hastası gibi değildir. Mirâc. Özetle... Bunun «hastanın talâkı
bâbı»nda geçenle birlikte
düşün.
«Eğer kişi birden fazla vasiyette bulunsa ilh...»
Bilinmelidir ki vasiyetlerin ya hepsi Allah Teâlâ için
veya hepsi kullar için yada herikisi içindir;
Önceliğe itibar etmek Allah Teâlâ'nın haklarına hastır. Çünkü hak sahibi bir tanedir. Şayet sahipleri
birden fazla
ise önceliğe itibar edilmez. Buna göre. sadece kullar için olan vasiyetlerde önceliğe
itibar
edilmez. Mesela; bir kişiye malının üçte birini vasiyet
etse sonra da aynı üçte biri başka bir
adama vasiyet
etse bunda önceliğe itibar edilmez.
Ancak kesin olarak birisine öncelik tanırsa o
zaman önceliğe itibar edilir.
İleride geleceği gibi vasiyetin bazısı âzâd bazısı da muhâbat (fiatı düşürme) olursa bunda da
öncelik olabilir.
Sadece Allah
Teâtâ için olan vasiyetlerin hepsi zekât ve hac gibi farz olursa
veya keffaretler,
adaklar ve
fıtır sadakası gibi hepsi vâcip olursa yada nafile hac ve fakirlere
sadaka gibi nafile ibadet
olursa o zaman ölen kişi evvela hangisini söylemişse o yerine
getirilir.
Eğer vasiyetler karışık olursa yani farz. vacib ve sünnet olan vasiyetleri varsa o zaman ister önce
ister sonra söylesin
vasiyette evvela farzlara sonra
vaciplere başlanır.
Vasiyetleri
arasında hem Allah Teâlânın hakkı hem
de kul hakkı varsa o zaman terikenin
üçte biri
bunların
tamamına taksim edilir. Allah'a
yaklaşma yönlerinden herbir cihet müstakil
kabul edilir,
hepsi bir
vasiyet kabul edilmez. Çünkü hepsinden
maksat Allah rızası olsa bile, herbiri
kendi başına
kastedilmiştir. O halde birkaç adamın vasiyetleri gibi herbiri kendi başına bir vasiyet kabul edilir.
Sonra onlar
toplanır ve en mühimi hangisi ise o öne alınır. Mesela : bir kişi «malımın üçte biri
üzerimde borç
olarak duran hacc, zekât, ve keffaretler ile Zeyd içindir» dese
o zaman malının üçte
biri dörde
taksim edilir. Burada farz olan vasiyet kul hakkına takdim edilmez, çünkü kulun ihtiyacı
vardır.
Eğer vasiyet ettiği adam belirli bir kişi değilse, meselâ fakirlere
sadaka vermeyi vasiyet etmişse, o
zaman taksim edilmez. Aksine hangi hak daha kuvvetli
ise ona öncelik verilir. Daha sonra da sırayla
devam eder.
Çünkü eğer muayyen bir hak sahibi yoksa o zaman hepsi Allah için bir
hak olarak kalır.
Bu mesele; vasiyette
hastalığında geçerli olacak veya
ölümüne bağladığı bir köle azadı yadd
hastalığında
geçerli bir fiat indirimi olmadığı takdirdedir. Eğer vasiyetinde, ölümü halinde geçerli
olacak bi âzâd ve diğerleri gibi vasiyetler varsa, o
zaman evvelâ onların yerine getirilmelerine
başlanır. Nitekim
ölüm hastalığında âzâd etme bâbında bunun tafsilatı gelecektir.
Sonra malın
üçtebirinden
geri kalan da diğer vasiyetlerine
sarf edilir. İnâye, Nihâye ve Tebyin'den
özetle...
«Evvelâ farz olan yerine getirilir.» Hac, zekât ve keffâretler gibi...
Zira farzın yerine getirilmesi
nafileden
önemlidir. Bunun zâhirinden vasiyetlerin en mühiminden başlanması gerektiği
anlaşılmaktadır. Zeylai.
Zeytaî'nin burada farzdan muradı vâcibi de kapsayandır.
Zira «keffâretler» sözü buna delalet eder.
Şu kadar var
ki yukarda da geçtiği gibi hakiki farz
vacibten önce gelir. Kuhistânî'de denilmiştir ki:
«vasiyetler içinde kul hakkı olan farz
varsa evvela onunla başlanır, sonra Allah'ın hakkı olan farz,
sonra vâcip
sonra do nafile yerine getirilir. Nitekim fukaha'dan da
böyle rivayet edilmiştir.»
«Eğer kuvvet
bakımından hepsi eşit iseler ilh...» Müttekâ'da şöyle denilmiştir: «Vasiyetlerin hepsi
farziyet veya
diğerlerinde eşit olurlarsa, vasiyet
eden evvelâ hangisini söylemişse önce o yerine
getirilir.
Bazı âlimler vasiyetler
içerisinde hem hac hemde zekât
varsa evvelâ zekâtın verileceğini. bazıları
ise tam aksini söylemişlerdir.»
Bunun benzeri
İhtiyâr ve Kuhistâni'de de vardır.
Musannıfın
«Kuvvet bakımından eşit oldukları zaman» sözü ile vasiyet eden takdim etmediği zaman
farzların
bazılarının diğerlerine takdim edilemiyeceğine işaret etmiştir. Yani vasiyetlerin hepsi
hakiki farz oldukları zaman böyle olur. Bu sözü
ile de, içinde vacip olan vasiyetlerden
kaçınmıştır.
Farzların
bazılarının diğerlerine takdim edilmesi sözünün mutemed olmayan bir hüküm olduğuna
da işaret etmiştir. Bunu söyleyen İmam Tahavî'dir. Birinci
görüşle hükmeden ise İmam Kerhi'dir
İmam Kerhî
bunun bütün fukahanın görüşü olduğunu zikretmiştir.
Kerhi muhtasarında şöyle
demiştir: «Hişam Muhammed'den o da Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'tan rivayetle -ki bu İmam
Muhammedin de
kavilde- şöyle demiştir; Hac, sadaka, azad ve diğerleri gibi hepsi Allah
için vasiyet
etse ve malın
üçte biride buna kâfi gelmese, hepsi
nafile olduğu takdirde evvelâ hangisini
söylemişse
ondan başlanarak, sonuncuya gelinceye
kadar yerine getirilir, kalanları
batıl olur. Hepsi
farz oldukları
takdirde de yine aynı şekilde
evvela hangisini söylemişse o yerine getiril, ve malın
üçtebiri
bitene kadar söylediği sıra takip edilir.
Vasiyetlerden
bazısı sünnet bazısı da farz olur yada
kendisine vacip kıldığı birşey ise
önce farza
veya kendi üzerine vacip kıldığı şeye başlanır. Konuşmada bunları sonda söylemiş olsa bile hüküm
böyledir. Hişam: «Buraya kadar olan İmamların
hepsinin görüşüdür.» demiştir. Bunun
tamamı
Gayetü'l-Beyan'dadır.
«Zeylai
demiştir ki ilh...» Ben derim ki: Zeylai Kenz'in «kuvvet bakımından eşit
olurlarsa ilh...»
sözünden sonra
şöyle demiştir: «Çünkü kişinin halinden
anlaşılan ona göre en mühim olanından
başlamasıdır.»
Zâhirle sâbit olan nass ile sâbit olan gibidir. O
zaman o ilk söylediğini sanki nassen söylemiş
gibidir.
Buna göre,
vasiyetteki zekât hacca takdim edilir. Çünkü zekat
kul hakkına taalluk eder. Zekât ile
hac do
keffârete takdim edilirler. Zira onlar keffarete tercih edilirler.
Çünkü hac ve zekat
hususundaki
tehdid onların dışındakilerde gelmemiştir. Katil, zahir ve yemin keffâretleri de fitreye
takdim edilirler...»
Zeylai'nin bu ifadesinin benzeri
Nihaye'de de mevcuttur.
Ben derim ki: Zeylai'nin takririnin başlangıcı Kerhi'nin, sonu da Tahavî'nin sözüne uygundur. O
zaman Zeylai
Tahavî'nin görüşünü Kerhi'nin görüşü üzerine tefri ederek iki görüş arasında
cem
yapmıştır.
Müftekâ'nın ibaresinin bunun her ikisine de muhalif olduğunu ve bunlardan ikinci
görüşün de
zayıf olduğunu biliyorsun. Sen düşün.
Bu naktayı izah edeni ben
görmedim. Düşün.
İtkânî'nin
Gâyetü'l-Beyan da şöyle dediğini
gördüm : Fukahadan bazıları demişlerdir ki:
«Katil
keffâreti
yemin keffaretine takdim edilir. Çünkü
müslüman olmak şartıyla katil keffareti daha
kuvvetlidir. Yemin keffareti de zihar keffaretine takdim edilir.
Zira yemin keffareti Allah'ın ismine
karşı hürmetsizlikten dolayı vacip olur. Zihar
keffareti ise helal olan birşeyi kendisine haram kılmak
sebebiyle vacip olmuştur. Bize göre bunda bir yanlışlık var. Çünkü fukahadan bazılarının söylediği
imamlardan nassen rivayet
edilene muhaliftir. Zira farzlardan bazıları diğerlerine takdim
edilmez.
Sünnet olan
vasiyetler de böyledir. Vasiyet eden
hangisini önce söylemişse onunla
başlanır.
Kerhi'nin bu
husustaki kati sözü yukarda geçmişti.
Zekât ve haccın keffaretlere takdim edilmesinin
sebebi de zikrettiğimiz tehdiddir. Bu tehdid keffaretlerin hiçbirinde mevcut değildir.
İtkâni
«fukahadan bazıları» sözü ile Nihâye sahibini kasdetmiştir. Ben derim ki: Haccın
ve zekâtın
keffaretlere takdimi
açıktır. Çünkü yukarda da geçtiği gibi keffâretler vaciptirler. Şu kadar var ki
İtkâm Zeylaî
ve Şarihin yaptığı gibi bizzat, keffaretlerin takdim edileceğini söylemiştir. Bunu
Tahtavî'nin
görüşü üzerine bina etmiş olabilir.
Binaenaleyh tercih sebebi bulunduğu
zaman
keffâretlerin
bazısını diğerlerine takdim etmeğe mani yoktur. Nitekim Nihâye
sahibi böyle yapmış ve
Zeylai de buna uymuştur. işte bununla da
yukardaki itiraz düşer. Düşün.
«Evvela katil keffareti, sonra da yemin ve zihâr keffaretleri yerine
getirir.» Bunların tertip şekilleri
yukarda geçti.
«Sonra oruç
bozma ilh...» Bu, Nihâye'deki «fitre,
icma ve mûstefiz haberlerle vacip olduğundan
oruç yeme keffâretine takdim edilir. Çünkü oruç yeme keffâreti haberü'l-vâhid ile sabittir. Fitre
nezire de takdim edilir, zira fitneyi Allah vacip kılmıştır. O zaman fitre kulun nezrettiğine de takdim
edilir. Nezir
de kurbana takdim edilir. Çünkü kurbanın vacip olmasında ihtilaf olup nezrin yerine
getirilmesinin
vacip oluşunda ihtilaf yoktur.» sözüne muhaliftir.
«Öşür de haracdan önce yerine getirilir». Öşür hem Allah Teâlâ'nın hem de kulların haklarını
kapsadığı için haraca takdim edilmiş olabilir.
Haraç ise yalnız kul hakkı içindir. T.
«Nafile hac sadakadan
efdaldir» Musannıf bu sözü ile vasiyet eden sonra söylese bile nafile haccın
sadakaya
takdim edileceğine işaret eder. Şu kadar var ki: İnâye ve Nihâye'de
denilmiştir ki: içinde
vacip olmayan bir vasiyette önce vasiyet edenin evvel
söylediği yerine getirilir. Mesela nafile haccı,
belirsiz bir köle azadını ve fakirlere sadakayı vasiyet
etmesi gibi... Zâhiri rivayet de budur. Hasen,
Hanefî âlimlerinden, efdal ite başlanacağını rivayet etmiştir; o zaman önce sadaka, sonra hac sonra
da âzâd yerine
getirilir. Hasen'in «önce sadaka, sonra
hacc...» sözü İmam'ın evvelki
görüşüne
mebnidir. İmam
haccın meşakkatini görünce bu
sözünden dönmüştür. Buna göre vasinin infak
etmek istediği
mikdar ile hac etmek daha efdaldir.
«Onun yerine binekli olarak hac edilir» Zira onun yerine yaya olarak hac yapılması gerekmez. O
zaman ona hac farz olan şekilde hac yaptırılması vacip olur. Zeylai.
«Eğer nafakası o şehirde hacca gidip-gelmeye yetmiyorsa
ilh...» Kuhistani'deki de bunun
benzeridir,
şöyle ki: Bedel olarak hacc yapan kişiye verilen para binekli
olarak gitmesine yettiği
halde yürüyerek gitse ve onu kendisine bıraksa
bu vasinin emrine muhalif olur.
Kendisine ayırdığı
miktarı tazmin
eder. Çünkü verilen parayı yerinde sarfetmediğinden sevabı da hasıl
olmamıştır.
«Bir hacı hac yolunda
ölse ilh...» Şarih «başkasının
yerine yapılan hac» bâbında farz olduktan
sonra ertelediği takdirde haccı vasiyet etmek
farzdır. Ama farz olduğu zaman haccetmişse haccın
vasiyeti farz değildir.
«Onun memleketinden ilh...» Çünkü ona farz olan. kendi memleketinden haccetmesi idi. Burada
vasiyet. üzerine farz olan şeyin edası içindir. Zeylaî.
Eğer vasî onun
memteketi dışından hac yaptırırsa zâmin
olur. Ancak orada onun vatanına birgünde
gidip
dönebiliyorsa o zaman zamin olmaz.
Menâsiku's-Sindi'de şöyle denilmiştir: «Memleketi
dışından hac
yaptırılmasını vasiyet etse ister Mekke'ye yakın
olsun ister uzak olsun vasiyet ettiği
şekilde hac yaptırılır.»
Ben derim ki: Zâhir'e göre vasiyet eden bununla günahkar
olur. Çünkü üzerine farz olanı»
terketmiştir.
Kendi memleketinden hac yapılmasına kâfi gelmeyecek
miktarda mal ile yerine hac
yapılmasını
vasiyet etse yine günahkar olur.
«Metinler de
İmam'ın görüşü üzeredir» Sahih olan da budur. Mahbûbî, Nesefî, Sadru'ş-Şeria
ve
diğerleri de
bunu ihtiyar etmişlerdir. Kasım.
«Sen anla» Şârih bu sözü ile istihsanın kıyasa takdim edilme kaidesinden çıkıldığına işaret
etmektedir.
«Vatanı
olmayan bir kimsenin ilh...» Eğer kişinin birkaç vatanı olursa, o zaman
Mekke'ye hangisi
daha yakınsa
oradan hac yaptırılır. Haccını vasiyet etse ve Horasan'da vefat etse, Mekkeli olduğu
takdirde onun
yerine Mekke'den hac yaptırılır. Kıran haccı vasiyet etse o zaman Mekkeli
de olsa
Horasan'dan hac
yaptırılır. Cevhere.
FER'İ BİR
MESELE :
«Malımın üçte
biri ile veya bin dinar ile yerime hac yaptırın» dese ve o para do birkaç hacca yetse,
«bir hacc
yaptırın» diye sarahaten söylediği takdirde sözüne uyulur ve fazlası vârislerine verilir.
Eğer sarahaten söylememişse o zaman bir sene içinde
birkaç kişi -efdal olan da budur- veya her
sene onun
yerine hacc yaptırılır. Sindî.
«Vasiyeti
bâtıl olur». Çünkü malın hepsi ile alınan bir köle malın üçte biri ile
alınan köleden ayrı
olur. Dürer.
Bunun benzeri bundan sonra gelecek meselede
de söylenebilir. T.
M E T İ N
Hasta bir kişi birden fazla vasiyette bulunsa ve sonra
da o hastalıktan iyileşerek
bir kaç sene
yaşasa, daha sonra tekrar hastalansa, şayet
daha önce «eğer bu hastalığımdan ölürsem şunu
vasiyet ediyorum» dememiş ise, vasiyetleri
bakidir. Hâniye'de de aynı şekildedir.
Vasiyet
ettikten sonra delirse: eğer delirmesi
altı ay kadar bir müddet sürerse
vasiyeti batıl olur.
Aksi halde batıl,olmaz.
Vasiyet
ettikten sonra evhamlansa, bunasa ve
bu şekilde ölse yine vasiyeti
batıl otur. Hâniye.
Bir kimse evinin falan kişiye âriyet olarak verilmesini vasiyet etse veya hac mevsiminde veya AIIah
yolunda kendi
yerine bir ay su dağıtılmasını vasiyet
etse Ebû Hanife'nin (r.a.) görüşüne
göre bu
vasiyet batıldır. Hâniye bu; «Şu samanı falan kişinin hayvanına vasiyet ettim» dediğindeki
vasiyetinin batıl olmasına benzer.. Ama «Bu samanı falan kişinin hayvanlarına
yedirin» derse caiz
olur.
Falan kişinin atına her ay şu kadar infak edilmesi vasiyet etse caizdir. O vasiyet
hayvanın satılması
ile batıl
olur.
Bir adamın,
evinde oturmasını vasiyet etse o evden başka malı olmasa bile vasiyeti caizdir ve musa
leh hayatta
olduğu sürece o evde oturabilir. Vârisin
evin üçte ikilik kısmını satma hakkı yoktur. Ebû
Yusufa göre
ise satabilir. Musa lehu o evi
vârislerle paylaşabildiği gibi vasiyet için olan sülüsü ifrâz
da edebilir. Hâniye.
Pamuğu bir kişiye
çekirdeğini başka birine, muayyen bir koyunun etini bir kişiye derisini de başka
birine, başaktaki buğdayı bir kişiye samanını da başka birisine vasiyet etse her iki kişiye yapılan
vasiyet de caizdir. Bu durumda kendilerine
vasiyet edilen her iki kişi.
buğdayı harmanlar ve koyunu
yüzer.
Malının üçte.
birini Mescidü'l-Aksa'ya vasiyet
etse bu caizdir ve mescidin tamirinde,
aydınlatmasında ve benzeri şeylerde
kullanılabilir.
Fakihler şöyle
demişlerdir: «Bu, mescide vakfedilenden mescidin kandil ve lambalarına
sarfedilmesinin cevazı ifade ettiği gibi, vakfın geliri ile, messcitte yakmak için yağ ve gaz almanın
ve Ramazan
ayında yakılan kandillere sarfedilmesinin
de cevazını ifade etmektedir. Haniye.
Müctebâ'da
şöyle denilmiştir: Bir kimsenin malının üçte birini Kabe'. ye vasiyet
etmesi caizdir ve
vasiyet edilen şey başkasına değil Kabe fakirlerine sarfedilir.
Mescid Kâbe'ye
ve mescidi Aksa'ya vasiyet edilenin hükmü de aynıdır. Kûfe
fakirlerine vasiyet
edilen şeyin
onlardan başkasına sarfedilmesi caizdir.
Hâniye'de denilmiştir ki: Bir kölenin mescidde hizmet etmesini ve ezan okunmasını vasiyet caizdir.
Kölenin
kazandığı da vasiyet edenin varisinin olur.
Malının üçte
birini hayır işlerinde
kullanılmak üzere vasiyet etse bu mal
hapishane inşaasında
kullanılmaz. Çünkü hapishane yaptırmak Sultanın
görevidir.
İ Z A H
«Ve bunasa ilh...» Hâniye'nin ibaresi ise şöyledir: «Bunasa ve bir müddet bu şekilde kalsa,
bundan
sonra da ölse İmam Muhammed'e göre vasiyeti
batıldır.» Delirme meselesinde itibar edilen
müddete burada
da itibar edilir mi? Zâhir olan itibar edileceğidir. Zira ikisi arasında bir fark yoktur.
Ve «zaman» kelimesi
nekire olarak zikredildiğinde altı aydır. Düşün.
«Ebû
Hanife'nin (r.a.) görüşüne göre ilh...»
Şârihin burada yalnız
Ebû Hanife'nin görüşünü alması
O'na itimad
ettiğine delalet eder. T.
Zahîriye'de
denilmiştir ki: Birisi «malımın üçte birini Allah için vasiyet ettim» dese Ebû Hanife'ye
göre vasiyeti batıldır. İmam Muhammed ise bunun caiz
olup, hayır işlerinde sarfedileceğini
söylemiştir. Fetva da buna göre verilir.
«Vasiyetinin
batıl olması gibi ilh...» Zira vasinin
kasdına değil de sözüne bakıldığında, hayvanlar
mülkiyete ehil
değildirler. Mirac'daki ifade de buna benzer. Orada şöyle denilmiştir: «Mescidi
Haram
mülkiyete ehil
değildir. Ancak «Mescidi Haram'a infak edilsin» derse caiz olur. Çünkü «infak»
sözünü
zikretmek, Mescidi Haram'ın maslahatlarına sarfedilmek
üzere kesin bir ifade ile vasiyet
etmek gibi
olur. İmam Muhammed'e göre ise Mescidi-Haram'a
birşey vasiyet etmek sahihtir ve
vasiyet edenin sözünü tashih için Mescidi Haram'ın maslahatlarına sarfedilir.
«Caizdir
ilh...» Ve o vasiyet at sahibine yapılmış olur. Haniye.
Ben derim ki: Haniye'nin bu ifadesi ile İtkânî'nin «bir kimse malının üçte birini
filan kişinin binek
atının
karnındakine infak edilmek üzere vasiyet etse. binek sahibi kabul ettiği takdirde caiz olur»
sözünden
anlaşılmaktadır ki; hayvan
sahibi vasiyet edilen şeyi
bineğin karnındakinin
maslahatlarına sarfedebilir. Ayrıca onun,
kendilerine vasiyetin sahih olduğu
kimselerden olması
şarttır. Ve
vasiyet reddi veya vasiden evvel ölmesi ile batıl olur. Düşün.
«O hayvanın satılması ile bâtıl olur» ölümü
ile de batıl olur. Hâniye. Zâhir olan,
bunun geçen her iki
meseleye de
râci olmasıdır. Bunun delili şudur: o vasiyet, sahibi için olsa bile mana itibariyle
hayvanın sahibinin mülkiyetinde olmasına
bağlıdır. Düşün.
Bir de ben
Velvâliciye'de «at satıldığı zaman
vasiyet batıl olur» sözünden sonra aynen şöyle
denildiğini
gördüm : Çünkü bu vasiyet at sahibine yapılan vasiyettir. Bu şu meseleye benzer. Birisi
«Vallahi falan kişinin kölesi ile
konuşmayacağım veya falan kişinin bineğine binmeyeceğim» dese
kölenin veya hayvanın
satılması ile yemin batıl olur. Zira
yemin izafe edildiği şeyin yok
olması ile
batıl olur.
Çünkü köle ile konuşmayacağım ve hayvana binmeyeceğim sözleri köle ve
hayvan için
değil belki sahipleri içindir. Nitekim fukaha
da bunu yemin bahsinde ele almışlardır.
O halde bu
meselede de izafe mevcut olduğu müddetçe vasiyet
bakidir. İzafenin ortadan kalkması ile vasiyet
de batıl olur.
Şu kadar varki bu feri meseleden hemen önce şöyle denilmiştir: «Birisi
falan kişinin
kölesine her ûy
on dirhem infak edilmek üzere vasiyet
etse, vasiyet caizdir ve vasiyet
kölenin
satılması veya
azadı halinde yine onundur.
«Ebu Yusuf ile
Zâhiriye'nin ibaresi de şöyledir: İmam
Muhammed demişlerdir ki, o vasiyet köle
içindir. Köle
satılsa veya âzâd edilse bile yine
kölenindir. Efendisi köleye yapılan vasiyeti birisine
sulh bedeli olarak
verse, köle de buna icazet verse caizdir. Azâd edildikten sonra icazet verse
icâzeti
batıldır. Bunu ve yukarda takdim ettiğimiz «Vârisin
kölesine yapılan vasiyet caiz değildir.»
sözünü düşün.
Çünkü o vasiyet hakikatte varis içindir.
«O evde
oturabilir» Yani bir süre varisle
nöbetleşerek oturur. «Vârisin, evin üçte ikilik kısmını
«alma
hakkı yoktur.»
Zira Musa lehin, başka bir malın ortaya çıkması veya elindeki kısmın harap olması ile
evin tamamında
oturma hakkı sabittir. O zaman
elindeki kısmın harap olması ile varise geri kalan
kısımda ortak olur.
«O evi
varislerle paylaşabilir.» Yani musa
leh taksimi mümkün ise evin kendisini müştemilatı ile
taksim hakkına sahiptir. Bu taksim nöbetleşe
oturmaktan daha âdildir. Zira musa leh ile varis
arasında hem zaman hem de zât itibarı ile
eşitlik mevcuttur. Nitekim Hidâye'de de böyledir. Bu
mesele «hizmet ve oturma ile vasiyet» bâbında gelecektir.
«O zaman kendilerine vasiyet eden her İki kişi buğdayı
harmanlar ve koyunu yüzer» Şarihin burada.
tesniye elifi
ile «buğdayı harmanlarlar ve koyunu yüzerler» demesi gerekirdi. H.
Ben derim ki: Şârihin Zahiriye'de olduğu gibi «pamuğu da atarlar» sözünü eklemesi gerekirdi.
Çünkü maksat
vasiyet edilen iki şeyi birbirinden ayırmaktır. Ama susamın yağını bir kişiye
küspesini de başka birine,
sütteki kaymağı bir kişiye ayranı da başka birine vasiyet
etmesi böyle
değildir. O
zaman masraf, yağ ve kaymak sahibine ait olur. Çünkü maksat sadece susamdan ve
sütten yağ çıkarmaktır. Bununla da diğer
ortağın hissesi değişir. O halde onun çıkarılması. ona ait
olur.
Eğer vasiyet edilen koyun canlı ise, kesme ücreti
yalnız eti vasiyet edilen kimseye
aittir. Çünkü
kesim deri için değil et için olur. Velvâliciye'de de böyle denilmiştir.
«Ramazan
ayında ilh...» Ramazan ayını tahsis
etmesi aydınlatma Ramazan'da daha
fazla olduğu
için olabilir. Yoksa Ramazan dışındaki aylar da Ramazan gibidir.
Bu, ihtiyaç miktarı ile kayıtlanır
mı? Buna
bakılsın. Ayrıca ben Bezzâziye'de
gördüm ki: Eğer «malımın üçte biri Allah yolunadır»
dese, o mal savaş için sarfedilir. Eğer ondan yolda kalmış bir hacıya verseler yine
caiz olur.
Nevâzil'de şöyle denilmiştir: «Mescid için
vasiyet edilen şeyin mescidin lambasına
sarfedilmesi
caizdir. Ancak
bu Ramazan'da da diğer aylarda da
sadece bir lambaya sarfedilir. İşte bu
ifade ile
ihtiyaç miktarı tayin edilir. T.
«Kâbe fakirlerine sarfedilir.» Vetvaliciye ve
diğer kitaplarda ise «Mekke fakirlerine
denilmiştir.»
«Mescid-i
Nebevî'ye ve mescid-i Aksa'ya vasiyet
edilenin hükmü de aynıdır.» Ben derim
ki:
Müctebâ'dan
naklen, Minah'ta yer alan ifade: «Ve Beytü'l-Makdes'e» şeklindedir. Bu meselenin
özeti şudur:
Mescide vasiyet hususunda iki görüş
vardır: Bir görüşde sahih olmadığına,
diğerinde
sahih olduğuna
hükmedilmiştir: Nitekim Zimminin vasiyetleri faslından hemen
önce bunun tafsilatı
gelecektir.
Mescide
yapılan vasiyeti sahih kabul eden görüşe göre vasiyet
edilen şey mescidin menfaatlerine
mi yoksa etrafındaki fakirlere midir? İmam
Muhammed birincisi ile hükmetmiştir. Fukahanın
sözlerinde şarih gibi görünende budur. İkincisine gelince; Müçteba'da bunun
sahih olmadığı açıkça
ifade edilmiştir. Buna hükmedenler de İmam Azam ile Ebû Yusuf'tur. Şu kadar var ki «Mescide sarf
edilmek üzere malımı
infak ettim» dese fukahanın
ittifakı ile bu caizdir.
İmam Muhammed
mescide yapılan vasiyeti kayıtsız şartsız caiz görmüştür. Çünkü onu, vasiyet
eden kişinin bizzat mescidi değil, mescidin maslahatlarını irade ettiğine hamletmiştir. Böylece
vasiyet eden kişinin sözü sahih kabul
edilmiş olur. Zira Vasiyet eden kişi mescidi ister
belirtsin
İster belirtmesin
mescid malik olamaz.
İleride geleceği gibi, Bahr sahibi de bununla fetva vermiştir.
Beytü'l-Makdis'e gelince, onun hükmü mescidi
Nebevininkinden ayrı olduğu zannedilmesin. Hatta
bezzâziye
sahibi metindeki hükmü İmam Muhammed'e
isnad etmiştir. Anla.
Mescide
yapılan vasiyetin Ezher'deki gibi mescidin etrafındaki fakirlere
yapılmış olduğu şeklinde
fetva verilmesi
gerekir. Sâihanî de bu meseleyi böyle
tahrir etmıştir. Vehbâniye şerhmde
olana bak.
«Onlardan başkasına sarfedilmesi caizdir.» Hulasâ'da şöyle denilmiştir:
«Kûfe fakirlerine vasiyet
edilirse, efdal olan, onlara sarfedilmesidir. Ama
onların dışındakilere verilirse yine
caizdir. Bu Ebû
Yusufun görüşü
olup, bununla fetva verilir.»
Ben derim ki: Ebû Yusuf'un görüşü, fukâhanın nezirde zamanın mekanın dirhemin ve fakirin nazarı
itibara alınmaması hükmüne uygundur.
«Vasiyet
edenin varîsinin olur.» Çünkü, kölenin
rakabesi onun mülkündedir. Vetvâliciye.
Ama o
kölenin nafakası mescidin
vakfiyesinden mi verilir? Zeyd'e
hizmet etmek üzere vasiyet edilen
kölenin nafakasının Zeyd'e ait olması gibi... Bu hususu ben görmedim.
«Hayır
işlerinde kullanılmak üzere ilh...» Zahiriye'de denilmiştir ki: Temlik
olmayan herhangi bir
vasiyet hayır işlerindendir. Hatta onu vakfın
tamirine ve mescidin lambasına sarfetmek caizdir,
mescidin süslenmesine
sarfetmek ise caiz değildir. Çünkü bu israftır.
M E T İ N
Bir kimse, ölümünden sonra halka üç gün yemek verilmesini vasiyet
etse, vasiyeti batıldır. Ebu
Bekr
el-Belhî'den naklen Hâniye'de böyle denilmiştir. Yine Haniye'de Ebu Cafer'den naklen ise
şöyle denilmektedir:
ölümünden
sonra taziyede bulunanlara yemek verilmesini vasiyet etse, bu vasiyet malının üçte
birinde
caizdir. Bu yemek, taziye için uzun müddet kalanlara ve uzun mesafeden gelenlere
helâl
olur. Uzun
zaman kalmayan ve uzun mesafeden gelmeyenlere ise
helal değildir. Yapılan yemek
artarsa bakılır, eğer çok artmışsa tazmin
edilir, değilse edilmez.
Ben derim ki: Musannıf birinci görüşü üç gün kaydı ile ağıtçı kadınların toplanıp yedikleri yemeğe
hamletmiştir.
Bu takdirde o vasiyet, ağıtçı kadınlara yapılan vasiyet
olur ki bu da batıldır. İkinci
görüşü de
bunların dışındakilere yapılan vasiyete hamletmiştir.
FER'İ BİR
MESELE:
Bir kimse cenaze namazını
falan kişinin kıldırmasını veya
ölümünden sonra başka bir yere
taşınmasını
yada şöyle bir kumaş ile kefenlenmesini
veya kabrimin sıvanmasını veya kabri
üstünde
bir kubbe
yapılmasını veya kabri yanında Kur'an
okuyana muayyen bir şey verilmesini vasiyet etse
bu vasiyetlerin hepsi batıldır. Siraciye. Biz bu ferî meseleyi ileride tahkik edeceğiz.
Malının üçte
birini (cihet belirtmeden) Allah için
vasiyet etse batıldır. İmam Muhmmed ise bunun
caiz olup
hayır yollarına sarfedileceğini söylemiştir.
«Falan kişiye
bin dirhem vasiyet ettim ve bu da
malımın onda biridir» dese musa lehe
sadece bin
dirhem
verilir.
«Bu cüzdandaki
paranın hepsini falan kişiye vasiyet ettim ve bu da bin dirhemdir» dese ve içinden
ikibin dirhem
gümüş, altın paralar ve mücevherler çıksa, eğer bunlar malının üçte birinden çıkarsa
hepsi musalehindir. Mûcteba.
Alacaklı olduğu kişiye, «öldüğüm zaman, senden olan alacaklarımdan
berisin» dese, vasiyeti
sahihtir. Ama
«ölürsen benim borçlarımdan verirsin»
dese beri olmaz. Çünkü bunda muhatara
vardır.
Birisi hastalara birşey
vasiyet ederse deli de o vasiyete dahil olur. Ulemaya
yapılan vasiyetlere
Harezm beldelerindeki kelâm
âlimleri de dahildir. Bizim memleketimizdekiler ise dahil
olmazlar.
Akıllı kimselere vasiyet etse vasiyeti zâhid olan âlimlere sarfedilir.
Çünkü hâkikatte akıllı olanlar
ancak onlardır. Dikkat et. Vasiyet edilen nesne vasiyet edenin veya varislerinin elinde
vedia gibidir.
Sirâc.
İ Z A H
«Vasiyet
batıldır» Câmiu'l-Fetâvâ'da denildiği gibi,
esah olan bu vasiyetin batıl olmasıdır.
«Uzun müddet
kalanlara ve uzun mesafeden gelenlere helâl olur.»
Bu konuda
zengin ve fakir birdir. Hâniye, Mesâfenin uzunluğundan maksat evlerinde
geceleyememeleridir. Zahiriye. Yani evlerine aynı gün dönmek istedikleri takdirde evlerinde
geceleme imkanları olmamasıdır.
«Tazmin edilir
ilh...» Zahir olan bunun, vasiyet edenîn malum bir
miktar takdir etmediği zaman
böyle olduğudur.
«Musannıf
birinci görüşü... hamletmiştir.» Yani metindeki, vasiyetin batıl olmasını.
«Üç gün kaydı
ile ilh...» Musannıfın ibaresi ve Ebû
Bekr el-Belhi'den naklen zikrettiği ifade «üç gün»
ile
kayıtlıdır. Üçüncü günde ağıtçı kadınlar
toplanırlar. O zaman da yemek
verilme vasiyeti, onlara
yapılmış olur ki bu da batıldır. Zâhir olan bunun onların örflerinde böyle olduğudur.
Musannıf sanki
bunu
Ebu'l-Kasım'dan naklen Haniye'deki şu
ibareden almıştır. «Musîbete uğrayanlara başlangıçta
yemek götürmek
mekruh değildir. Çünkü onlar ölünün techizi ve benzeri şeylerle
meşguldürler.
Ama onlara üçüncü
gün yemek götürmek müstehap
değildir. Çünkü üçüncü gün ağıtçı kadınlar
toplanırlar. o
zaman da onlara yemek vermek mesiyete
yardım etmek olur.»
Ben derim ki: Sâihâni yemek verilme vasiyetinin batıl oluşunu şöyle gerekçelendirmiştir: O,
insanlara
yapılmış bir vasiyettir. İnsanlar ise sayılamazlar.
Bu «Müslümanlara vasiyet ettim» dediği
zaman vasiyetinin batıl olmasına benzer.. Çünkü bu şekildeki vasiyetin
lafzında ihtiyaca delalet
edecek birşey yoktur.
O zaman bu vasiyet meçhula temlik olur ki
bu da sahih değildir.
«İkinci görüşü
de ilh...» ki bu, vasiyetin
cevazına hükmeden görüştür.
Ben derim ki: Esah olanın, ancak birinci görüş
olduğunu yukarda belirttik. Bunun zâhiri o vasiyetin
mutlak olarak batıl olmasıdır.
Fethu'l-Kadir'in cenazeler bahsinin sonundaki ifade de bunu teyid eder. Zira orada
denilmiştir ki:
«Ölünün
yakınlarının ziyafet vermeleri
mekruhtur. Çünkü ziyafet kötü zamanlarda değil
sevinçli
zamanlarda meşrudur. O halde böyle bir ziyafet çirkin bir
bidattır. İmam Ahmed, Cerir bin
Abdullah'ın
şöyle dediğini nakleder: Biz ölünün yakınları ile toplanmayı ve
onların yemek
yapmalarını ağıt sayardık.»
Ölünün
komşularının ve uzak akrabalarının, onun
yakınlarına bir gün ve bir gece doyacakları
miktarda yemek
hazırlamaları müstehaptır. Zira Peygamber (s.a.v.) «Cafer'in ailesine yemek
yapın
çünkü onlar meşgul
eden bir musibet gelmiştir» demiştir. Bu hadisi Tirmizi
hasen. Hâkim ise sahih
kabul
etmiştir.
«Bir kimse cenaze namazını
falan kişinin kıldırmasını vasiyet
etse ilh...» Bu vasiyetin batıl
olmasının sebebi şu olabilir: Böyle bir vasiyet velinin cenaze namazını kıldırma hakkını iptal
etmektedir.
«... Veya şöyle bir kumaş ile kefenlenmeyi vasiyet etse ilh...» Musannıfın «Mümeyyiz
çocuğun
vasiyeti techizi dışında caiz değildir.»
sözü üzerine söylediklerimize bak.
«Biz bu ferî
meseleyi ileride tahkik edeceğiz» Yani «bir kölenin hizmeti ile vasiyet» faslından hemen
önce bu konuyu
ele alacağız. Şöyle ki;
muhtar olan; kabirlerin sıvanmasının ve kabirlerin yanında
Kur'an
okunmasının mekruh olmadığıdır. O halde bu husustaki vasiyetin batıl olmasına hükmetmek
bunların
mekruh olmalarının hükmüne mebnidir. Bu husustaki tafsilat ileride gelecektir.
«İmam Muhammed
ise caiz olup, hayır yollarına sarfedileceğini
söylemiştir.»
Yukarda müftabih
olan görüşün
İmam Muhammed'in görüşü olduğunu
Zahiriye'den naklen beyan ettik. Çünkü herşey
Allah için olsa bile, bundan murad Allah'ın zatı için sadakadır.
Zira durum onun sözünün tashihine
karinedir.
«Falan kişiye
bin dirhem vasiyet ettim dese ilh...» «Malımın
üçte birini vasiyet ettim, o da bindir»
dese vasiyet
edilen kişiye, neye varırsa varsın
malın üçte biri verilir. Çünkü onun «o
da bindir»
sözüne ihtiyaç yoktur.
Velvâliciye.
«Şu evdeki
hissemi Vasiyet ettim, o da üçte
biridir» dese ve evin yarısının ona ait olduğu meydana
çıksa evin yarısı
musa lehindir. «şu evde olanın hepsini vasiyet ettim, o da
bir ölçek yemektir» dese
ve orada daha
fazla olduğu anlaşılsa hepsi musalehindir. «Bir ölçek buğday veya
arpa» dese ve
söylediğinden fazla çıksa yine hepsi musâ lehindir.
Bu konunun özeti şudur: İşaret ile birşey
vasiyet etse ve sonra onu sözle takdir etse ister takdir ettiği meblağa
uygun olsun ister olmasın
vasiyeti sahihtir. Bu vasiyetin sıhhati şöyle gerekçelendirilmiştir: Vasiyet eden ikişi icap ve temliki
mutlak olarak üçte bire ve cüzdandaki paranın hepsine izafe etmiştir. O
zaman izafesi sahihtir.
Ancak hesapta yanılmıştır.
Bu yanılması da icâba mani değildir. Ama
satım bunun aksinedir, çünkü
bu durum
satımda sahih değildir. Mebi ancak bilinen bir meblağ olduğu takdirde,
satış o miktarda
gerçekleşir. Bu meselenin tamamı Vehbaniye
şerhindedir. Oraya müracaat et.
«Vasiyeti
sahihtir.» Zira Kınye'de denildiği gibi vasiyeti şarta bağlamak caizdir. Benim Kınye'de
gördüğüm şöyledir: «O
söz, vasiyet olarak sahihtir. Yani o söz ibra değil. vasiyettir. Çünkü onu
kendi ölümüne
bağlamıştır.»
«Eğer ölürsen ilh...» Bu söz Kınye'nin muhtasarında,
bazı kitaplara isnad edilmiştir. Sonra
orada şu
da zikredilmiştir: «Sen
ölürsen bana olan borcundan berisin» şeklinde
olursa, lâyık olan o borçtan
kurtulmuş
olmamasıdır. Kınye sahibi bunu Fusûl
ve diğer kitaplardan almıştır. Şöyle
ki: Birisi
borçlusuna «eğer
ölürsen bana olan borçlarından birisin» dese sahih olmaz. Çünkü bu vasiyeti
sonu belli
olmayan bir şeye bağlamadır. Yani ibranın gelecekteki bir şeye bağlanması sahih
değildir.
Yukarda da geçtiği gibi vasiyet bunun
aksinedir. Burada tehlikeden murad
vukuun
beklenen. malum bir şeye bağlamaktır. ölüm ve «yarın»ın
gelmesi gibi vukuu gerekli olan bir şey
olsa bile aynıdır.
Musannıf
bununla, ibrayı olacak bir şeye bağlama meselesini dışta bırakmıştır. Mesela borçlusuna
«Eğer senden alacağım varsa seni ondan beri ettim»
dese sahihtir. Nitekim bunun tamamı hibe
kitabının
sonunda geçmiştir. Oraya müracaat et.
«Harezm beldelerindeki ilh...» Şom ve Mısır bölgelerindekiler
de aynıdır. Salhânî. Çünkü
Harezm'deki kelâm âlimleri
şüpheli şeylere uymayıp,
onları öğrenirler ve inanılması vacip
olan
şeyleri de
bilirler. Diğer beldelerdeki kelâm âlimleri
ise filozofların müslümanların itikadlarını
karıştıracak şüphelerini zikreder ve kimseyi onlardan uzaklaşmaya teşvik etmedikleri gibi onları red
de etmezler. Şüphesiz onlar bu özellikleri taşıdıkları zaman hem delalettedirler
hem de delalete
sevkederler.
Onların ilmi ilâhiden de hiçbir payları yoktur. T.
«Dikkat et» Nüshalarda aynen böyledir. Ama bunun doğrusu «Kınye»dir.
Zira Minah'ta da belirtildiği
gibi bu Kınye'nin ibaresidir. Böyle olmazsa bunun Sirâc'ın ibaresi olduğu zannedilir.
T.
«Vedia gibidir. » O zaman
vasiyet edenin veya varisinin elinde teaddi olmadan helak olursa onlara
tazmin
ettirilmez. Ama eğer bunlar tarafından helâk
edilirse, eğer vasiyet eden helak etmişse bu
vasiyetinden rücû olur. Vâris musa lehin kabulünden evvel veya sonra istihlak etmişse o zaman
varis onu
tazmin eder. T.
Sirâc'ın ibaresi ise,
Minah'ta metindeki «vasiyetin kabulü ancak vasiyet edenin
ölümünden sonra
sahihtir.»
sözünün şerhinde zikredilmiştir. Oraya müracaat et. Allah en iyisini bilendir.
M E T İ N
Bir kimse malının üçte birini Zeyd'e yine üçte birini
de başka birine vasiyet etse ve varisler buna
icazet
vermeseler malının üçte biri her ikisine
de yarı yarıya verilir. Bunda ittifak vardır.
Eğer malının üçte
birini Zeyd'e altıda birini de başka
birine vasiyet ederse üçte bir herikisi
arasında
üçe bölünerek, ikili birli taksim edilir.
Şayet bir kişiye
malının hepsini, başka
birine de üçte birini vasiyet etse ve varisler bu vasiyete
icâzet
vermeseler malın üçte biri ikisi arasında
yarı yarıya taksim edilir. Zira terikenin üçtebirinden
fazla olan
vasiyet, icazet verilmediği takdirde batıl
olur. O zaman sanki üçte birini herbirine vasiyet
etmiş gibi
olur, ve bu üçtebir aralarında yarı yarıya taksim edilir. İmameyn
ise dörde bölünerek
taksim edileceğini söylemişlerdir. Zira batıl olan, üçtebirden fazlasıdır. Bu
durumda malın hepsi
üçte iki ile çarpılır
ki bu da dört eder. Bu dört de malın
üçte biri kabul edilir.
Ebû Hanife'ye
göre Musa leh üçte birden fazlasını,
malın tamamı ile çarpamaz.
Burada çarpmadan
murad hesapçılar orasında istilah olan çarpmadır.
Buna göre Ebû Hanife'ye
göre vasiyeti'n payları ikidir. Her bir yarı ile
çarpılınca, bir bölü altı elde edilir. O zaman da musa
lehlerin
herbirine altıda bir düşer.
İmameyne göre
ise yukarda takdim ettiğimiz gibi vasiyetin payları
dörttür.
Ancak musa leh üç meselede, malın tamamını bir
bölü üçten fazlası ile çarpabilir.
Bu meseleler: Muhabat, siayet ve derâhim-i
mürseledir. Derâhimi mürsele: Üçte bir,
yarım ve
benzerleri ile kayıtlı olmayan dirhemlerdir. Şu
şekiller bunların örnekleridir: Birisine bin dirhem
vasiyet etse veya bin dirheme satılacak bir köle için muhâbât yapsa (Kölenin daha ucuza
satılmasını vasiyet
etse) veya kıymetini bin dirhem olan
bir kölenin âzadını vasiyet etse ve bu
da
malının üçte ikisi
olsa, başka birine de malının
üçte birini vasiyet etse ve bu vasiyete icâzet
verilmese, o
zaman terikenin üçte biri icma ile
aralarında üçe bölünerek taksim edilir.
Oğlunun
hissesi kadarını birisine vasiyet
etse, ister oğlu olsun ister olmasın vasiyet
sahihtir. Ama
oğlunun
hissesini vasiyet ederse, oğlu varsa sahih
olmaz, yoksa o vasiyet sahihtir.
İnaye ve
Cevhere.
Tekmile şerhinde de şu ilave edilmiştir: Bu durumda,
sanki oğlu olduğu takdirde vasiyet etmiş gibi
olur.
Müctebâ'da
şöyle denilmiştir: «Oğlu olduğu
takdirde, bir oğul hissesi kadarı ile
vasiyet ederse o
zaman musa lehe malının yarısı verilir.»
Musannıf
Sirâc'tan Müctebâ'daki görüşe muhalif olan« nakletmiştir. Dikkat et.
Birinci şekilde vasiyeti
iki oğlu olduğu takdirde yaparsa ona
üçtebir verilir.
Mûsî'nin bir
oğlu olur da bu fazlalığa icâzet verirse o zaman kendisine malın yarısı verilir. Bu
meselelerde kızlar da oğullar gibidir.
Bunda asıl kâide şudur: Mûsî vârislerin bazılarının hisseleri kadarını vasiyet ettiğinde, vasiyet ettiği
meblağ kadarı varislerin hisselerine eklenir. Müctebâ.
Malından bir
parçasını veya bir hisseyi vasiyet
etse o zaman onu beyan etmek varislere aittir.
Varislere «musa lehe
dilediğinizi verin» denilir. Sonra,
cüz ile hisse arasını eşitlemek bizim
örfümüze göredir.
Rivayetin aslı ise bunun hilâfınadır.
İ Z A H
«İcâzet
vermeseler ilh...» Yani vârisler her iki vasiyete de icâzet vermezlerse... Şayet icâzet
verirlerse,
onun hükmü zaten açıktır.
«Üçte bir her
ikisi arasında üçe bölünerek
İlh...» Yani ikisi vasiyet edileni
aralarında haklarına göre
taksim ederler. Altıda
bir vasiyet edilene bir pay. üçtebir vasiyet
edilene de iki pay verilir. Çünkü
bunlardan her
biri o payı sahih bir sebeple haketmiştir.
Bunun özeti
şudur: Vasiyetlerden herbiri
üçtebirden fazla olmadığı takdirde.
yani meselâ üçtebiri
birisine, altıdabiri başka birine dörtte biri de üçüncü
bir kişiye vasiyet etse ve varisler
bu vasiyete
icâzet
vermeseler o zaman vasiyet bir bölü
üçle çarpılır. Hak ediş sebebinde eşit olmadıkları
takdirde bu
üçtebir fukahanın ittifakı ile aralarında eşit olarak taksim edilmez. Metindeki birinci
meselede böyledir.
Bu bahsin tamamı Tatarhâniye'dedir.
«... Ve vârisler
bu vasiyete icâzet vermeseler ilh...» icâzet
verirlerse malın hepsi dörde bölünür, üçü
malın tamamı
vasiyet edilen kişiye biri de üçtebiri vasiyet edilene verilir. Ama bu hususta İmam'dan
kesin bir ifade gelmemiştir. Ebû Yusuf şöyle
demiştir: «İmam'ın kavline kıyas
edilirse o zaman
münazaa yoluyla altı bir hesabıyla taksim edilir. Zira
malın üçte ikisi malın tamamı kendisine
vasiyet edilenindir. O zaman aralarındaki niza
malın üçtebirinde olur. Bu durumda da üçtebir ikiye
bölünür, yarısı olan altıdabir üçte birin sahibine,
geri kalan da diğerine verilir.
Hasen demiştir
ki: «Bu şekildeki
taksim hoş olmayan bir tahriçdir. Zira üçtebir vasiyet edilenin payı,
varisler
icazet verseler de vermeselerde aynı
oluyor ki bu da altıda birdir. O zaman sahih olan,
münazaa yoluyla dörde taksim edilmesidir. Bu da
şöyle olur: evvela üçte bir olan onikide dört
aralarında yarı
yarıya taksim edilir, çünkü varislerin
icâzetlerinin üçte birlik miktarda tesiri yoktur.
Bu durumda
geriye onikide sekiz pay eder, üçte iki
kalır. Bu üçte ikiyi kendisine malın
tümü vasiyet
edilen iddia eder. Sekizden
iki payı da üçte bire tamamlamak için kendisine üçtebir vasiyet edilen
iddia eder. O zaman sekizden
altı pay kendisine malın tamamı vasiyet edilene teslim edilir. Geri
kalan iki payda
da yarı yarıya münazaa ederler.
Böylece üç pay sülüs sahibinin, geri
kalan da
diğerinin
olur. Hakâik ve diğer kitaplarda da böyle
denilmiştir. Kuhistâni.
Ben derim ki: İmameyn'in görüşüne göre, icâzet verilmesi hali ile icâzet verilmemesi
halinde üçte
bir sahibinln
payının aynı olması gerekir.
«Zîra
üçtebirden fazla olan vasiyete ilh...»
Şârih bu sözü ile musannıfın «Eğer
bir kişiye malının
hepsini
vasiyet ederse» sözünün bir kayıt olmadığına ve burada maksadın. onlardan birine üçte
birden
fazlasının vasiyet edilmesi olduğuna işaret
etmiştir.
İşte bundan
dolayı Mültekâ'da «Eğer birine sülüsü,
diğerine üçte ikisini veya
yarısını yada tümünü
vasiyet etse : İmam'a göre üçte bir.
oralarında yarı yarıya taksim edilir. İmameyn'e göre ise
birincisinde üçe
taksim edilir. İkincisinde ise beşte üçü malın yarısını vasiyet
ettiği kişiye ikisi de
üçte birini
vasiyet ettiği kişiye verilir.
Üçüncüde de mal dörde taksim edilir, üçü malın tamamını
vasiyet ettiği kişiye biri de üçtebir sahibine verilir» sözüyle tabir edilmiştir.
Demek ki hüküm, İmam'a göre üçtebirde fazla vasiyetin bütün şekillerinde aynıdır ki bu da
aralarında yarı
yarıya taksım edilmesidir.
Bu meselelerin bina edildiği asıl kaide musannıfın
«musa leh sülüsten fazla olan vasiyet çarpmaz»
sözüdür.
«Bâtıl olur.»
Burada batıl olmadan murad, vasiyetin
aslından batıl olması değildir. Böyle
olsa
vasiyetten hiçbirşey hak edilmez. Burada batıl olmadan murad sadece üçtebirden
fazlasının batıl
olmasıdır.
Bunun açıklaması şöyledir: Vasiyet eden iki şey kasdedilmiştir: Bunlardan biri
üçtebirden
fazlasını varislere yüklemesi, ikincisi de vasiyet ehlinden bazılarını diğer bazılarına
tercih etmesidir.
Bu ikinci husus birincinin zımnında sabit olur. Birinci husus. varislerin hakkı
olmasından ve
onların da icâzet vermemelerinden dolayı
batıl olunca, onun zımnindaki ikinci husus
da batıl olur.
O zaman vasiyet eden sanki bunlardan her birine
üçtebir vasiyet etmiş gibi olur. Bu
durumda da
üçte bir aralarında yarı yarıya taksim edilir. Her ikisine de
hakikaten üçtebir vasiyet
etmesi halindeki gibi olur. İnâye'den kahta.
«İmameyn ise
dörde bölünerek taksim edileceğini söylemişlerdir.» Yani üçtebir olan mal aralarında
dörde
bölünerek taksim edilir üçüncü malın tamamı vasiyet edilene, biri de üçtebiri vasiyet edilene
verilir.
«Çünkü bâtıl
olan üçtebirden fazlasıdır» Yani batıl olan, vasiyet edenin kasdettiği
iki şeyden biridir,
ki bu da
varislere sülüsten fazlasını yüklemesidir. Çünkü bu, vârislerin hakkından dolayı bâtıl olur.
Vasiyet
edenin, vasilerden birini diğerine
tercih etmesi olan diğer meseleye ise mani yoktur. O
zaman malın tamamı
vasiyet edilene üçtebir vasiyet
edilenin üç misli verilir. Şöyle ki, mal dörde
taksim edilir, üçü malın tamamı vasiyet edilen kimseye. biri de diğerine verilir.
«O zaman malın hepsi iki bölü üçle çarpılır»
Doğrusu bazı nüshalarda olduğu gibi
bir bölü üçle
denilmesiydi.
Yani her birinin payı malın üçte biri ile
çarpılır.
Şöyle
ki: Kendisine malın hepsi
vasiyet edilen kişinin payı bir bölü üçle diğerinin payı olan hisse de yine bir bölü
üçle çarpılır ve
dört hisse
olur ki bu da malın üçte biridir, birinciye üçte birin dörtte üçü
ikinciye de üçte birin dörtte
biri verilir.
Bu bahis ileride izah edilecektir. Burada sahih olan İmam'ın
görüşüdür. Allame Kasım »e
Dürrül-Mülteka'nın Muzmerât ve diğer kitaplardan
sahih olduğunu naklettikleri de
böyledir.
«Burada çarpmadan murad hesapçılar arasında ıstılah
akın çarpmadır.» Burda da çarpılan
sayılardan
birinin elde edilecek sayıya olan nispetinin, diğer çarpılan sayının
bire olan nispeti gibi
olmasıdır.
Buna göre musa lehu «üçtebirden fazlasını çarpamaz» sözünün
manası şudur: Musaleh
üçtebirden
fazla olan bir sayıyı diğer bir sayı ile çarpmaz. Mesela dörtte üçü üçte birle çarpamaz.
Bu bahsin
tamamı Kuhistânî'dedir.
Ben derim ki: Hesap ıstılahında kesirleri çarpmak şu manâdadır: Dörtte biri, üçtebirle
çarp denildiği
zaman, bunun
manası; üçtebirinin dörtte birini al demektir ki bu da onikide
birdir. O zaman buna
göre yukardaki
«Musa lehu üçtebirden fazlasını
çarpamaz» sözünün manası ona yapılan vasiyetin
hükmü ile
üçtebirden fazlasını alamayacağıdır. Çünkü yukarda, üçtebirden fazlası batıl olunca.
musa lehlerden birinin diğerine tercihinin de batıl olduğu geçti. O zaman
vasiyet payları İmameyn'in
kabul ettikleri
gibi dört' olmaz.
Vasiyet
üçtebirden geçerli olduğu için. ancak üçtebirden alabilir. Yani herbirine üçtebirini
vasiyet
etmiş gibi kabul edilir ve terikenin üçtebiri oralarında yarı yarıya taksim edilir.
Sonra ben
Gürerü'l-Efkâr'da, zikrettiğim çarpmanın manasının açıklanmasını
gördüm. İleride
gelecek olan da bu açıklamaya uygundur.
«Buna göre Ebû
Hanife'ye göre vasiyetin payları
ikidir». O zaman herbirine yarısı
düşer ki bu da bir
paydır.
«Her birinin
yarınsı üçtebirle çarpılınca, altıdabir elde edilir». O zaman
onlardan herbirine, malın
altıda biri
verilir. Çünkü yukarda da takdim ettiğimiz
gibi elde edilen budur.
«İmameyn'e
göre ise vasiyetin payları dörttür».
Bu, şuna binaendir: Musa lehe üçtebirden fazla
yapılan
vasiyetin sahih olması sebebiyle, İmameyn'e göre ona hissesi verilir. O zaman bizim de
yukarda takrir ettiğimiz gibi vasiyet paylan dört olur; birine terikenin üçte birinin dörtte biri,
diğerine de
dörtte üçü verilir. Sadruş'-Şerid ve
İbnu Kemal demişlerdir ki: terikenin
üçtebirinin
dörtte biri,
malın üçte birinden alınır. Bu dörtte
bir de üçte birin dörtte biri olur. O zaman kendisine
malın tamamı
vasiyet edilen kimseye dörtte üçü verilir ki bu da terikenin üçtebirinin dörtte üçüdür.
O zaman
üçtebirde dörtte üç denildiği zaman. üçtebirin dörtte üçü manasına gelir. İşte çarpmanın
manası budur,
ki ulemadan birçoğu buna hayret etmişlerdir.
BİR UYARI:
Mesela kıymeti
malının üçte biri kadar olan bir köleyi birisine ve kıymeti malının yarısı kadar olan
bir köleyi de
başka birisine vasiyet etse... Bu ihtilaf caridir.
Bu bahsin
tamamı Tatarhâniye'dedir.
Eğer birisine kıymeti malının altıda biri kadar olan kılıcını, başka birine de malının
altıda birini
vasiyet etse ve mal» da kılıç hariç beşyüz
dirhem olsa, o zaman ikinci vasiyet
ettiği kişi malın altıda
birini alır.
Birinci vasiyet ettiği kişi ise,
kılıcın kıymetinin altıda beşini olur.
Kılıcın,kıymetinin altıda
biri de ikisi arasında kalır. Çünkü kişi de kılıcın
yalnız altıda birinde münazaa halindedir. Buna göre,
kılıncın altıda biri aralarında yarı yarıya
taksim edilir. Bu taksim İmam'a göredir. Bu husustaki
sözün tamamı
Mecma ve şerhlerindedir.
«Muhâbât» Hıbâ
kökündendir. «Vermek» manasınadır.
Muğrib. Kuhistâni muhâbatı vasiyette,
birşeyi
benzerinin kıymetinden noksan satmak alışta
da kıymetinden fazlası ile satınalmak
diye
tefsir
etmiştir.
Bunun şekli
şöyledir: Bir kişinin iki kölesi olup birinin kıymeti otuz diğerininki ise altmış dirhem
otsa ve bu iki
köleden başka malı olmadığı halde, birinci kölenin Zeyd'e on dirheme ikinci kölenin
de Amr'e hakkındaki
vasiyet de kırk dirhem otur. O zaman
üçtebiri üçe bölünerek ikisi arasında
taksim edilir. Yani birinci köle Zeyd'e yirmi dirheme
satılır ve kıymetinden artan on dirhem
de ona
vasiyet olur. İkinci köle Amr'e kırk dirheme satılır ve yirmi dirhem
de ona vasiyet olur. Bu
üçtebirden
fazla olsalar bile böyledir.
İbnu Kemâl.
«Siâyet» Bunun
sureti de böyledir: Birinin kıymeti otuz, diğerinin altmış dirhem
olan iki kölesini
azad etse ve
bunlardan başka malı olmasa, o zaman
birinci köleye malının üçte birini
ikincisine de
üçte birini
vasiyet etmiş olur. O halde vasiyet payları
her iki köle orasında üçtür, birinciye bir pay
ikinciye de
iki pay düşer. Üçtebir aralarında bu
şekilde taksim edilir. O zaman, birinci kölenin üçte
biri âzâd edilmiş olur ki bu da ondur ve kıymetinin
geri kalan kısmını ödemek için çalışır. İkincinin
de üçtebiri azad
edilmiş olur ki bu da yirmi dirhemdir ve kıymetinden kalan kırk dirhemi de
çalışarak öder. Demek ki bunlardan herbiri
fazla olsa bile vasiyetten hissesi kadar alır. İbnu
Kemal.
«Derâhim-i
mürsele» Bunun şekli de böyledir: Zeyd'e otuz dirhem başka
birine de altmış dirhem
vasiyet etse ve malı doksan dirhem olsa. O zaman bunlardan
herbiri vasiyetteki payı kadar alır,
birincisi malın üçtebirinden üçte birini, ikinciside üçte ikisini alır.
Ebû Hanife bu
şekillerde diğerlerini birbirinden ayırmıştır. Zira şeriat iptal ettiği halde vasiyet
malın
yarısı veya üçte ikisi gibi açık bir şekilde, terikenin üçte birinden fazlası
ile takdir edilirse o fazlalık
lağv olur. Pay alma hususunda o vasiyete itibar edilmez.
Ama vasiyet ya
kiradaki gibi takdir edilmezse yani zikredilen şekillerde olduğu gibi, malından birşey
vasiyet etse bunun hilafınadır. Çünkü zikredilen şekillerde ibarede
vasiyet iptal edecek bir ifade
yoktur. Mesela: Elli dirhem vasiyet etse ve malının yüz dirhem olduğu anlaşılsa o zaman
vasiyet
tamamen batıl
olmaz. Çünkü malının yüzden fazla çıkması
mümkündür. Bu vasiyet tamamen batıl
olmayınca pay alma hususunda muteber olur. İşte bu
fark ince ve güzel bir farktır. İbnu
Kemâl.
«Şu şekiller bunların örnekleridir ilh...» Şârih bu sözüyle,
muhâbat, siâyet veya azadın musâ
lehlerin her ikisi tarafından şart olmadığını ifade
etmiştir. Belki bunlardan bir tanesinin bir tarafta
olması ve
malın üçte ikisi kadar olması kâfidir. Diğer tarafa da
malın üçte birinin vasiyet edilmesi
yeterlidir.
Düşünülsün. T.
Ben derim ki: Ama
bu tasvir müşkildir, zira fukaha hastalıktaki azad ile, hastalıkta
peşinen yerine
getirilen
muhâbatın diğer vasiyetlerden önce yerine getirileceğini sarahaten zikretmişlerdir.
Nitekim
yukarda geçti
ve gelecek bâbda da gelecektir.
«Muhâbât yapsa
ilh...» Yani ölüm hastalığında bin
dirhem ile muhâbât yapsa...
«Bu da malının
üçte ikisi olsa ilh...» Yani o bin dirhem her üç
meselede de malının üçte ikisi olsa...
H. Şöyle ki:
Birisinin malı binbeşyüz dirhem olsa
ve ondan bir dirhemini birisine vasiyet etse, veya
binbeşyüz
dirhem kıymetinde kumaşı olsa ve ondan bin dirhem muhâbât yaparak
beşyüz dirheme
satılmasını vasiyet
etse...
Azâd meselesi ise açıktır.
«Başka birine de malının üçte birini vasiyet etse ilh...» Bu cümle geçen her üç meseleye de bağlıdır.
H.
«O zaman üçte bir, icmâ ile aralarında üçe
bölünerek taksim edilir.»
Yukarda takdim
ettiğim izahtan, bunun takriri anlaşılır.
«Ama oğlunun hissesini vasiyet etse sahih değildir.» Zirâ oğlunun hissesi Kur'an'ın
nassı ile
sabittir. Buna
göre oğlunun hissesini başka bir adama
vasiyet etse, Allah Teâlâ'nın farz kıldığı
birşeyi
değiştirmiş olur ki bu da sahih
değildir. Minah.
Bu hususta
varislerin icazetlerine de ehemmiyet
verilmez. Çünkü vasiyet kendi mülkünde
olmamıştır.
Aksine o başkasının mülküne izafe etmiştir. Bu, şuna benzer, Birisi Zeyd'in mülkünü
birine vasiyet etse ve sonra ölse, Zeyd de ona icâzet verse bu caiz olmaz. Meselemizde de aynı
şekilde caiz olmaz. Mekkî Sirac'tan. T.
«... Olur» Yani «oğlunun hissesi kadarı» sözü
-H- veya oğlu olmadığı halde
oğlunun hissesini»
sözü...
«Musannıf
Sirâc'tan nakletti.» Zîra Sirac sahibi
şöyle demiştir: Oğlu olduğu takdirde.
oğlunun
hissesi kadarını vasiyet etse musaleh malın üçte biri verilir. Çünkü ona olmayan oğlun
hissesini
vasiyet etmiştir. O oğlun payını
da bir hisse olarak takdir etmek lazımdır. Bunun misli de
bir
hissedir. O zaman üç hisseden bir hissesini vasiyet etmiş olur. Ama Müctebâ'da iki ifade bunun
aksinedir. Çünkü orada oğlu mevcut olduğu takdirde
oğlunun hissesini vasiyet etmiştir. Oğlu
olduğu
takdirde oğlunun hissesi kadar dememiştir. Siracu'l-Vehhâc'da da
böyledir. Bunun benzeri
Cevhere'de de
vardır. Tahâvî şerhinden naklen
Gâyetü'l-Beyan'da da aynı şekildedir.
Müctebâ'daki
ifadeye
gelince. Delili zahir olsa bile Müctebâ onu hiçkimseye isnad etmemiştir.
Zira
Mücteba'daki ile
mevcut oğlunun hissesi kadarıyla vasiyet
etme arasındaki fark açık değildir. Şu
kadar var ki
Müctebâ'daki ifade, bir nakille teyid edilmedikçe buradaki hükme muarız olmaz. Zira
Müctebâ
Zâhidi'nindir. Fukaha; «fıkıh kaidelerine
muhalif bir şey söylediği takdirde bir nakille teyid
etmediği
müddetçe onun söylediğine iltifat edilmez»
demişlerdir.
«Birinci şekilde ilh...» Yani metindeki iki
suretten birincisinde; eğer musa leh
iki oğlu ile birlikte,
oğlunun
hissesi kadar vasiyet ederse üçte bir verilir. Kıyasa göre, varisler icazet verdiklerinde ona
malın
yarısının verilmesi gerekir. Çünkü ona
oğlunun hissesi kadarını vasiyet
etmiştir. Birincinin
illeti, yani
üçtebir verilmesinin nedeni şudur:
Vasî musa lehe oğlunun mirastaki hissesi
kadarını
vasiyet etmeyi kasdetmiştir, oğlunun hissesinden fazlasını dilemiştir. Yani musa
lehi oğullarından
biri gibi
yapmıştır. Zeylaî.
«İcâzet
verirse ilh...» Yani üçtebirden fazlasına icazet verirse. malın yarısı musa leh'e verilir. İcâzet
vermezse yalnız üçtebir verilir.
«Kızlar da
oğullar gibidir.» Yani eğer bir kızı olduğu halde, birisine, kızının hissesi kadarını vasiyet
etse eğer kız icâzet verirse musa lehe malın yarısı verilir. Aksi takdirde üçtebir
verilir.
İki kızı
olduğu halde kızının hissesi kadarını
vasiyet etse, o zaman musa lehe üçtebir verilir.
Minah'da da
böyle denilmektedir.
Üç kızı olduğu
halde kızının hissesi kadarını
vasiyet etse iki kızın farz olan hisselerinin üçte iki
olması
itibariyle ona yine üçte bir mi verilir yoksa
dörtte bir mi verilir? Zâhir olan kimisi yani dörtte
bir
verilmesidir. Eğer dörtte bir
verilmezse o zaman ona verileni bir
kızın hissesi kadar olmaz. H.
Şârihin mebsattan naklen. Müctebâ'dan naklen zikrettiği bunu teyid
eder. T.
«Vârislerin bazılarının hisseleri kadarını
vasiyet etse onun misli artırılır.»
Hatta eğer bir kişinin bir
oğlu ve bir de
kızı olup, kızının hissesi kadarını vasiyet etse musa lehe dörtte bir verilir.
Eğer bir kadının, kocası ve üç tane ana baba ayrı kız kardeşi olsa; anne bir olan
kızkardeşinin
hissesi kadarını bir kişiye vasiyet etse. musa
lehe onda bir verilir. Müctebâ .
(Mûsa lehe
onda bir verilir. Müctebâ) Doğrusu
«dokuzda bir verilir» şeklinde olmasıdır. Çünkü
meselenin aslı altıdır. Sekize evleder. Kocasına
altının yarısı olan üç verilir. Anne-baba bir
kardeşine de yine altının yarısı olan üç verilir.
Baba bir kardeşine üçte ikiye tamamlamak için altıda
birle
avledilir. Anne ile kardeşi içinde
altıda birle avledilir. O zaman mesele sekizden
olur. Musa
lehu da
annebir kardeş farzedilirse ona da dokuzuncu hisse ile
avledilir. Düşün.
Hindiye'de şöyle denilmiştir: «Bunun nedeni şudur: Evvelâ varislerin
hisseleri açıklanır, sonra
vasiyet edenin zikrettiği kişinin hissesi
farz hisselerin mahrecine ilave edilir. O halde bir kişi ölüp
geriye
annesini ve oğlunu bıraksa ve birisine de bir
kız hissesi kadarını vasiyet
etse o zaman
vasiyet onyedi
hisse üzerindendir. Musâ lehe beş. oğluna on, annesine de iki hisse verilir. Çünkü
meselenin aslı altıdandır: Beş oğluna ikibuçuk
kızına verilir ve bu ikibuçuk, farz
olan hisselerin
üzerine ilave
edilir ve küsürlü olduğu için ikiyle
çarpılır, böylece onyediye ulaşır.
Onyediden beşi
musa lehe
verilince geriye oniki kalır, Anneye de onikinin südüsü olan iki hisse
verilir ve kalan
oğula verilir.
Çünkü miras vasiyetten sonradır.»
Yine Hidaye'de denilmiştir ki: Bir adamın bir
kızı ve anababa bir kızkardeşi olsa ve birisîne de
kızının hissesi kadarını
vasiyet etse, ister icazet versinler ister vermesinler malın üçte biri musa
lehe verilir.
Bu Sâlhâni'nin Niamiye adlı fetvasında
bazıları kendisinden sorulan birçok
suretleri
üzerine bina
ettiği muteber bir faydadır.
«Bir parçasını ilh...» Pay, parça,. nasip ve kısım da bunun gibidir. Cevhere.
«O zaman onu
beyan emek varislere aittir ilh...»
Çünkü o meçhul olduğundan azı da çoğu da
kapsar. Vasiyet edilen şeyin bilinmemesi vasiyete mani değildir. Vârisler de vasiyet edenin yerine
kaimdirler. O zaman beyanı onlara aittir. Zeylai.
«Bizim
örfümüze göredir» Yani arap
olmayanların örfüne göre... Dürrü Mültekâ.
«Rivayetin aslı ise bunun hilafınadır.» O
rivayet şudur: «Câmiu's-Sair'in rivayetinde hisse
altıdabirdir.
Zira İmam Muhammed orada demiştir ki: Bir kişiye malının bir hissesini vasiyet etse
ona,
varislerin hisselerinin en azı verilir. Ancak südüsten aşağı
olursa o zaman o südüse
tamamlanır,
fazlası verilmez. Yani özetle ona altıda bir verilir.
Vasiyetler
Kitabı'nın rivayetine göre südüsten fazla
olmadığı müddetçe musâ lehe
varislerin
hisselerinin en aşağısı verilir.
İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf ona en aşağısının
verileceğini, ancak üçtebirden fazla olursa
ancak ona üçtebir verileceğini söylemişlerdir. İhtiyar.
O zaman birinci rivayete göre altıdabir
noksanlığı menetmek
içindir, fazlalığa mani değildir.
İkinci rivayet
ise bunun aksinedir.
Hidaye'de zikredilmiştir
ki, altıdabir hem fazlalığa hem de noksanlığa mani olmak içindir. Zeylaî.
Hidâye sahibi ya bu iki rivayet dışında bir rivayet görmüştür veya
iki rivayet arasında cem yapmıştır.
İnâye. Bu bahsin tamamı uzun kitaplardadır.
BİR UYARI:
Zikredilenlerin bu şekilde olmaları vasiyet edenin varisleri olduğu takdirdedir.
İhtiyar ve Cevhere'de denilmiştir ki: «Birisi hiçbir varisi olmadığı halde
malından bir hisse vasiyet
etse, musa lehe malın yarısı verilir. Çünkü hazine oğul menzilesindedir. Bu durumda sanki iki
oğulu
varmış gibi
olur. Vasiyetin üçtebirden fazla olmasına
mâni bir durum da olmadığı için sahih olur.»
«Cüz ile sehim aynıdır.» Sözünü düşün. Cüz dediği zaman
yine malın yansı mı verilir yoksa
hazine
vekiline
«dilediğini ver» mi denilir? Bu hususu
araştır.
M E T İ N
Bir kimse «malımın altıda biri falan kişinindir»,
daha sonra da «malımın üçte biri onundur» dese ve
varisler de
icâzet verseler ona sadece üçtebir verilir. Yani hakkı sadece
sülüstür. Varisler icâzet
verseler bile
böyledir. Çünkü altıda bir. ister önce
ister sonra zikredilsin üçtebire dahildir.
İşte bu
takrirle, Sadru'ş-Şeria'nın suâli ile, İbnu Kemâl'in
meseledeki işkâli ortadan kalkmış olur.
«Malımın
altıda biri onundur» sözünü söylese,
ona altıda bir verilir. Çünkü izafe
ile marife olarak
tekrar edildiğinden
dolayı aynı altıda bir kasdedilmiş olur.
Birbirlerinden
ayrı cinste olan dirhemlerinin
koyunlarının ve elbiselerinin. veya
kölelerinin üçte
birini vasiyet etse ki eğer koyunlar ve elbiseler
farksız olsalar o zaman
dirhemler gibi olurlar. ve
onların üçte
ikisi helâk olsa, musa lehe kalan bütün mallarının üçte birinden çıktığı takdirde
dirhemlerden
ve koyunlardan kalanın hepsi verilir. Ahî Çelebi, elbise ve kölelerde ise,
kalan bütün
malların üçte birinden çıksa bile kalanın üçte biri
verilir; der.
Ölçülen ve
tartılan şeyler gibi cinsleri bir olan
herhangi bir şeyi vasiyet etmenin hükmü de dirhem
ve boyunların hükmü gibidir. Aynı cinsten olan elbiseler de böyledir. Bu meselenin kaidesi şudur:
Cinsi bir olan
şey. zorla taksim
olunabilendir.
Cinsleri
muhtelif olan şeylerde elbise ve köle
gibidir. Bunun kaidesi de; malın zorla taksim
olunamamasıdır.
Bir kişiye,
(cins anmadan) bin vasiyet etse ve vasiyet
ettiği bin cinsinden hem alacağı hem
de malı
olsa, eğer vasiyet
ettiği bin, elindeki malın üçtebirinden çıkarsa musa lehe verilir.
Eğer çıkmazsa o
zaman elindeki malın üçte biri ona verilir ve alacaktan gelen
her miktarın üçtebiri, bini tamamlayana
kadar vermeye
devam edilir.
Eğer birisi, malının üçte birini Zeyd'e ve ölü olan Amr'a vasiyet etse, terikenin
üçtebirinin tamamı
Zeyd'e verilir.
Bu konuda
kaide ,şudur: Ölü veya malum olan hiçbirşey hak edemezler,
başkasına da ortak
olamazlar. Bu,
Zeyd ve duvara vasiyet etmiş gibi olur. Böyle olması, ortak edilen. vasiyetin aslından
çıktığı
takdirdedir. Ama eğer ortak edilen,
icabın sıhhatinden sonra çıkarsa
o zaman vasiyetten
alacağı hisse ile
birlikte çıkar. Diğerine terikenin üçte birinin hepsi teslim
edilmez. Çünkü onun,
üçtebirdeki
ortaklığı sabit olmuştur. Buna misâl şudur: «Malımın üçtebiri
filanla öldüğüm zaman
fakir ise Abdullah
oğlu falanındır» dese ve vasiyet eden öldüğünde Abdullah oğlu falan zengin olsa
o zaman terikenin üçtebirinin yarısı, diğer kişinindir.
Adam malının
öçte birini iki kişiye vasiyet
etse ve onlardan biri vasiyet edenden
önce ölse, aynı
şekilde üçtebirin yarısı hayatta olanındır. Bu konunun ferileri çoktur.
Bu bahsin
itimad edilecek asıl kaidesi
şudur: Bir kişi vasiyete dahil
olduktan sonra bir şartın
yokluğundan
dolayı
vasiyetten çıksa bu çıkışı diğerinin vasiyetteki hakkının artmasını gerektirmez.
Herhangi bir
kişi ehliyet yokluğundan dolayı vasiyete
dahil olamazsa vasiyet edilen malın hepsi
diğer kişinin
olur. Bunu Zeylaî zikretmiştir.
Bazı âlimler tarafından da muteber olanın vasiyet edenin ölüm vakti olduğu söylenmiştir. Kâfî'ye
uyarak, Dürer' sahibinin söylediği de buna işaret eder. Dürer'de
denilmiştir ki: «Malımın üçtebiri
Zeyd ile Bekr'in oğlunundur» dese ve vasiyet
eden ölmeden önce Bekr'in oğlu ölse, muteber olan
vasiyet edenin ölüm vakti olduğundan, sülüsün
yarısı Zeyd'e verilir ilh... Şu kadar yar ki, Zeylaî'nin
geçmişteki müzâhim, icâbın sıhhatinden sonra çıkarsa...» sözü icap
halinin muteber olduğunu
sarahaten bildirmektedir.
Bazı âlimlerce bu hususta iki rivayet olduğu söylenmiştir.
İ Z A H
«İşte bu takrirle
Sadru'-Şerîa'nın suâli ve... ortadan kalkar»
Onun sualinin özeti şudur: Vasinin
«malımın üçte biri onundur» demesi ihbâr olmaya elverişli değildir. Çünkü
yalandır. Bu durumda
bunun inşâ
olduğu ortaya çıkar, yani «malımın üçte biri şu anda onundur» demektir.
O zaman da
uygun olan yarısının onun olmasıdır.
Bu suâlin
giderilmesi şöyle olur: Vasiyet eden
kişinin «malımın üçte biri onundur» sözünün. inşa
olduğunu kabul
ediyoruz. Ancak bu sözün, «malımın altıda biri falan kişinindir»
sözünden sonra
olmasında, ya
altıda birin artırılmasını irade etmiş olması ihtimali yada altıda birden başka bir üçte
biri irade etmiş olması ihtimali vardır. O zaman da
kesin olana hamledilir ki, bu da ücte birdir.
«İbnu Kemâl'in
meseledeki işkâli
ilh...» Zira İbnu Kemâl Şerhi'nin hâmisinde bu geçen sorunun
cevabını
takrir ettikten sonra şöyle demiştir:
Burada şöyle
bir husus kalmıştır, vârislerin icâzet verdikleri üçtebir, ya icâzet verdikleri
altıdabire
eklenmeyen bir
üçtebirdir veya değildir. Zira murad belli olmadan onların icâzetleri
mümkün
değildir.
Çünkü onun mercii lafzî icâzettir ki onun da bir manası yoktur. İkincisini de musannıfın
metindeki «ve
icâzet verseler» sözü meneder. Çünkü onun üçtebir» demesi varislerin icâzetlerine
ihtiyaç bırakmaz. Birincisine göre ise
zikredilen cevap sahih değildir. Kenz sahibi
zikredilen kaydı
yani «ve icâzet
verseler» sözünün bundan dolayı
düşürmüş olabilir. Bunun özeti şudur: Burada
ikinci mana taayyun
eder ki bu da varislerin icâzetlerinin altıda bire eklenmeyen bir üçtebir için
olmasıdır.
Yani altıdabirin de dahil olduğu bir üçtebirdir. Çünkü daha kesin olan
budur. Bununla
Sadru'ş-Şeria'nın suûlinin cevabı tamamlanmış olur.
Ancak bu
durumda, musannıfın «ve icâzet
verirler» sözü zaid olarak kalır ki, bunda bir fayda yoktur.
Çünkü üçtebir,
mutlak olarak verilir. İşte bundan
dolayı da bu sözü Kenz sahibi
ıskat etmiştir.
Cevabı;
şârihin, «varisler icâzet verseler bile» sözü ile işaret ettiğidir. Yani
bu itirazi bir kayıt
değildir. Belki
fukahâ bu kaydı, icâzet verildiği zaman ona
malın yarısının verileceği zannedilmesin
ve icâzet
verilmeyince ona üçtebirin evleviyetle
verileceği anlaşılsın diye zikretmişlerdir.
Şârihin derin
sorulara hazinenin cevhereleri olan bu rumuzlarla cevap vermesinden dolayı emeli
sadece Allah
için olsun.
Şu kadar var
ki burada, Şurunbulâliye'de zikredilen,
bir işkâl kalmıştır. Bunun benzeri Kâdızâde'den
de nakledilmiştir ki o da şudur: Hak sahibi olan
varis. vasinin sözündeki üçtebirinin
altıda birle
içtima ve
varisin hakkı için, kesin olmayan
şeyden imtina ihtimaline razı olmuştur.
O zaman razı
olduktan sonra
artık niçin mani olunmaya
zorlansın? Bunun özeti: birinci mananın teayyun
etmesidir. Bu
da, varislerin altıda bire ek olarak
vasiyet edilen üçtebire icâzet vermeleridir. Çünkü
icâzete muhtaç olan budur.
Ben derim ki; Bu işkâlin cevabı şudur. vasiyet
edenin kelâmı ihtimalIi, olunca biz yukarda da geçtiği
gibi onu vasiyet edenin kesin olarak hakkı olan üçtebiri
vasiyete hamlettik.
Vasiyet bir şeyi
temlik etmek için icabtır.
O zaman. üçtebiri icap ettirmesi kesin olandır. Üçtebirin
fazlasını icap ettirmek de şüphelidir. Varisin
icâzeti ise, ancak vasiyet edenin icap ettirdiğinde
geçerlidir. Biz ise vasinin üçtebirden fazlasını icap ettirdiğini yakınen bilmeyiz
ki icâzet geçerli
olsun. O zaman
icâzet lağv olur. Çünkü icâzet birşeyi başlangıçta temlik etmek değildir. icâzet
ancak, vasinin
icâzete bağlı olan akdinin geçerli olması içindir. Bundan
dolayı da. vâsiyet edilen
nesnenin
mülkiyeti, icâzet verilen kişiye icâzet veren tarafından değil vasî tarafından sabit olur.
Nitekim bu
bâbın sonunda da gelecektir.
Fettâh ve âlim
olan Allah'ın feyzinden benim kusurlu
anlayışıma açık olan ancak budur.
«... Sözünü
tekrar söylese ilh...» Hidâye'de de
denildiği gibi, bir mecliste veya
iki mecliste «malımın
altıda biri
onundur, malımın altıda biri onundur» diye tekrarlasa.
«Çünkü marife
olarak ilh...» Ve bu da «südüstür»tür.
Çünkü o, mala izafe edilerek zikredilmiş ve
marife olarak iade edilmiştir. O zaman,
ikincisi birincinin aynı olur. Bu da
asıl olan kaideye göredir.
«... Veya
kölelerin ilh...» Köleler de elbet birbirlerinden farklı olurlar.
Bundan dolayı da musannıf
yalnız elbiseyi
ayırmıştır. Bu Şurunbulâliye'de ifade
edilmiştir.
«...Ve onların üçte ikisi helak olsa ilh...»
Yani dirhemlerin veya koyunların üçte ikisi helak olsa...
Meselâ üç tane olsa ve bunlardan ikisi helâk
olarak biri kalsa musa lehe kalanın hepsi verilir.
İmam
Züfer ise
burada da kalanın üçte birinin verileceğini söylemiştir.
Çünkü mal müşterektir ve maldan
helâk olan şirketten helâk olur. Kalan da yine şirkette kalır.
İmam'ın ve iki
arkadaşının sözlerinin delili şudur: Bir cinsten
olunca, vasiyet mirasa takdim
edildiğinden
musâ lehin hakkı kalanda toplanır. Hem de eğer
hiçbirşey helâk olmasa idi. Hâkim
kalanı ona
verirdi. Ama fertleri birbirinden farklı
olan elbise ve benzeri şeyler bunun
aksinedir.
Çünkü onlar
cebren taksim edilemezler. Bu bahsin tamamı uzun kitaplardadır.
Gâyetü'l-Beyân'da
: «Biz Züfer'in görüşünü alırız. Çünkü kıyas odur.» denilmiştir.
Bu, Sâ'diye'de
de ikrâr edilmiştir.
«Üçtebirinden
çıktığı takdirde ilh...» Bu şart bütün şerhlerde hatta Hidâye'de de tasrih edilmiştir.
«... Bin
vasiyet etse ilh...» Alacaktan herhangi birşey istihkak etmesi uygun
değildir. Çünkü «bin»
maldır, alacak ise
mal değildir. Zira birisi alacağı
olduğu halde «benim malım
yoktur» diye yemin
etse günahkar olmaz, denilemez. Çünkü biz deriz ki:
alacağa, ele geçtikten sonra mal
denilir. Musâ
lehin hakkının sabit olması da. alacak ele geçtikten sonra mümkündür. Bu kendisine
malın üçte biri
vasiyet edilen musâ lehe benzer ki onun
aslında kısasta hakkı yoktur. Ama kısas mala inkılap ettiği
zaman, musâ lehin hakkı onda sabit olur. Çünkü kısas
bedeli ölenin malıdır.
Yemin meselesi ise örfe göredir. Miraç, özetle...
İşte bununla
ortaya çıktı ki: Birisi malının üçte birini vasiyet etse buna alacaklar da dahildir. Bu
hüküm iki
görüşten biridir. Vehbâniye'de de bu
tercih edilmiştir.
Bahr sahibi «kaza» bahsinin
müteferrik meseleler bölümünde bu hüküm üzerine görüş beyan
etmiştir.
Oraya müracaat et.
«... Bin cinsinden ilh...» Dürer'de de aynı şekildedir. Zâhir
olan bu sözün faydası musannıfın
«alacaktan gelen her miktarın üçte biri ona
verilir» sözüne uygun olmasıdır. Zira eğer
dinar
olsalardı ona verilmezlerdi. Düşün.
Sirâc'tan naklen Minah'ta şöyle denilmiştir: Bir adam derahim-i mürsele vasiyet etse ve sonra ölse
dirhemleri hazır
olduğu takdirde musa lehe verilir eğer hazır değilse ortaklı mal satılır ve
dirhemler
ondan verilir.
«Malı ilh...» Ebû Yusuf demiştir ki: Ayn külçe, zinet ev eşyası ve elbiseler değil dirhemler ve
dinarlardır.
Alacak ise altından, gümüşten veya buğday
ve benzeri şeylerden, zimmetteki
ödenmesi
vacip olan
herşeydir. Bu bahsin tamamı Tûrî'dedir.
«Eğer bin çıkarsa ilh...»
İnâye'de de denilmiştir ki: «Bin»
vasiyet eden kişinin elinde nakit
olarak
üçbin dirhemi
olsa, bini musa lehe verilir. Eğer çıkmazsa, yani nakdi de yine bin olsa o zaman ona
bunun üçte biri verilir.
«Eğer çıkmazsa o zaman aynın üçte biri ona
verilir ilh...» Yani ona aynden bin
verilmez. Çünkü
tereke, musâ lehle varisler arasında ortaktır. Ayn da, alacaktan hayırlıdır. Eğer ayn musâ lehe veya
varise
verilmiş olsa öteki taraf zarar görür.
İhtiyar. Yani alacağın,
borçlunun yanında helâk olma
ihtimali
vardır.
«Üçte birin
tamamı Zeyd'e verilir» Ebû Yûsuf'tan şu rivayet edilmiştir: Malın
üçte birini Zeyd ile
Amr'a vasiyet ettiği zaman, Amr'ın öldüğünü bilmediği
takdirde Zeyd'e üçte birin yarısı verlir. Çünkü
vasi sadece
üçte birin yarısının verilmesine
razı olmuştur. Zeylai.
«Veya madûn
ilh...» Buna göre, «Zeyd'e ve bu evde olan kişiye vasiyet ettim» dese ve o evde de
kimse olmasa üçte birin hepsi Zeyd'in olur. çünkü madûm malı hak etmez.
Zeyd'e ve ondan sonra soyundan gelecek olanlara
vasiyet etse yine aynıdır.
Çünkü onun soyundan
gelenler, onu
ölümünden sonra takip edenlerdir. O zaman onlarda o anda madumdurlar.
Dürer.
Şurunbulâliye'nin «soyundan gelenlere vasiyet»
meselesinde bir görüş vardır, ki o akrabalara
vasiyet bâbında gelecektir.
«... Ve onlardan biri de vasiyet edenden önce ölse, yine
aynıdır.» Yani musa lehulardan biri... Ama
vasîden sonra
ölürse vârisleri onun yerine kâim
olurlar, o zaman da ortaklık mevcut olur.
«Bu bahsîn
ferileri çoktur» Şu da onlardandır: «Malımın üçtebiri falan
kişi ile, -eğer Abdullah bu
evde ise- Abdullah'ındır». dese ve Abdullah da o evde
olmasa üçte birinin yarısı falan
kişinin olur.
Çünkü şartı
bulunmadığından istihkâkının batıl olması, diğerinin hakkının fazlalaşmasını
gerektirme.
Minah.
«Sonra, bir şartın yokluğundan
dolayı vasiyetten çıksa ilh...» Yani, veya
bunlardan birini vasiyet
edenden önce
ölmesi gibi ehliyeti zâil olsa.
«Bunun Zeylaî zikretmiştir.» Yani metin ve şerh olarak
geçenlerin hepsini...
«Bazı âlimlerce de muteber olanın ilh...» Yani
icâbın sıhhatinde muteber olanın ilh... Bunun tamamı
böyledir. «Malımın üçte biri Zeyd'in ve Bekir'in fakir çocuklarının veya
Bekir'in çocuklarından fakir
düşenindir.»
dese ve vasiyet edenin ölümünde şart
ortadan kalksa o zaman bu suretlerin hepsinde
üçtebirin
tamamı Zeyd'indir. Zira madûm veya
ölü, herhangi birşey
istihkâk etmez. O zaman Zeyd'e
ortaklık da sabit olmaz. Bu durumda o Zeyd'e
ve duvara vasiyet etmiş gibi olur.
«Şu kadar var ki Zeylaî'nin
geçmişteki sözü ilh...» Yani metnin ibaresinde... Musannıfın «Bazı
âlimlerce..» sözünden sonra istidrâke (şu kadar
var ki demeye) lüzum yoktur. Çünkü
musannıfın bu
sözü; onlar ile, geçen
arasındaki
muhalefeti beyan etmek içindir. Düşün.
Şu
bilinmelidir ki; musannıfın, Dürer ve Kâfi'nin işaretlerinden alarak, «Bazı âlimlerce denilmiştir»,
demesi takdim ettiğine muhalefetinden anladığına mebnîdir. Halbuki aralarında
muhalefet yoktur.
Tatarhâniye'nin altıncı fasılda zikrettiği
de bunu beyan etmektedir: Asıl kaide şudur: Eğer
musa leh
istihkak ehlinden muayyen bir kişi olursa, o
zaman vasiyetin icabının vasiyet gününden sahih
olduğuna
itibar edilir. Musâ leh muayyen olmadığı zaman ise, vasiyetin icabının, vasînin öldüğü
günden
itibaren sahih olduğuna itibar edilir.
Buna göre:
«Malımın üçte biri falan kişi ile,
Bekir'in çocuğunundur» dese ve
Bekir'in çocuğu
vasiyet edenden önce ölse üçte birin tamamı
falan kişinin olur. Eğer Bekir'in on çocuğu olduktan
sonra vasi
ölse o zaman üçtebir, falan kişi ile,
Bekir'in evlatları sayısınca onbir
sehme bölünerek
taksim edilir. Çünkü, vasiyet edenin öldüğü gün muteberdir. Zira «oğul» muayyen
olmayıp, teke de,
fazlasına da şamildir.
Birisi, falan
kişinin oğullarına vasiyet
etse ve vasiyet gününde o kişinin
oğlu olmasa da, sonra
birkaç oğlu olsa
ve vasî ölse o zaman üçte bir aynı
şekilde hepsinin olur.
Vasiyet
gününde o kişinin oğulları olsa ama
vasî onların adlarını söylemese ve
onlara işaret de
etmese vasiyet
anında mevcut olmasalar bile üçtebir
onun ölümü anında mevcut olan oğullarınadır.
Şayet onların
adlarını söylemiş olsa veya onlara işaret etse vasiyet onlarındır. Eğer onlar
ölmüşlerse, batıl olur, çünkü musa leh muayyendir. O
zaman, vasiyetin gereğinin vasiyet gününden
sahih olduğuna
itibar edilir. Özetle...
Bununla ortaya çıktı ki:
Dürer'deki icabın sıhhatinin, vasiyet edenin ölüm gününden itibar edilmesi
ancak musa lehin muayyen olmaması
halindedir. Çünkü Dürer'in «Bekir'in çocuğu veya
çocuklarından fakir olanlar veya çocuklarından fakir düşenler» sözü muayyen
değildir. Çünkü ne
isimlendirme ne de işaret etme vardır.
Bu hususta
muteber olan ölüm günü olunca ve
çocuğun ölmesi veya zengin olması ile ona göre
şart
bulunmazsa, müzahamet variyetin aslından çıkar. Bundan dolayı da üçtebirin hepsi Zeyd'in
olur.
Yine bununla
ortaya çıktı ki; Zeytâî'nin kelami, icap
halinin mutlak olarak muteber olduğu
hususunda
sarih değildir. Çünkü onun sözü musa leh muayyen
olduğu haldedir. Düşün.
M E T İ N
Birkimse «malımın üçtebiri Zeyd ile Amr arasındadır dese ve Amr o an
ölü olsa, üçtebirin yarısı
Zeyd'indir. Çünkü «arasındadır» kelimesi yarı
yarıya bölünmeyi icab ettirir. Hatta «Zeyd» ve
«arasında» kelimelerini
söyleyip ikinci şahsı söylemeden süküt etse yine üçtebirin
yarısı Zeyd'indir.
Vasî vasiyet vaktinde fakir olduğu halde, malının üçte
birini vasiyet etse vasiyet edilen şey
bir ayn
veya muayyen
bir nevi olmadığı takdirde öldüğü
zaman malının üçtebiri musa lehindir. İster o malı
vasiyetten evvel
kazansın isterse sonra kozansın... Çünkü vasiyetin
ölümden sonrası için icap
olduğu
bilinmektedir.
Ama eğer, malından bir aynı veya koyunlarının üçte
biri gibi, nevi vasiyet etse ve bunlar
vasî
ölmeden evvel
telef olsa vasiyeti batıl olur. Çünkü
vasiyet, ayna bağlanmıştır. Vasiyet ettiği ayndan
başkasını kazansa
bile onun yok olması ile batıl olur.
Vasiyet anında
koyunları olmadığı halde mevcut olmayan koyunlarından üçte birini vasiyet etse ve
sonra koyun
sahibi olsa, sonra da ölse sahih görüşe göre vasiyeti sahihtir, çünkü
vasiyetin nevie
taalluku mala taalluku gibidir.
«Malımdan bir
koyun
onundur» dese fakat koyunları olmasa, bir koyunun kıymeti
verilir.
Koyunları olmadığı halde, «koyunlarımdan bir koyun onundur» dese, yine batıl olur. Bazı âlimlerce
ise bunun
sahih olduğu söylenmiştir.
Malın, sığır,
elbise ve benzeri bütün türlerinde de hüküm aynıdır. Zeylaî.
Malının
üçtebirini, üç tane olan ümmü'l-veled
cariyelerine, fakirlere ve miskinlere vasiyet
etse beş
sehimden üçü
ümmü'l-veledlere, bir sehim fakirlere ve bir sehim de miskinlere
verilir. İmam
Muhammed'e
göre ise, malın üçtebir yediye
taksim edilir: Üçü ümmü'lveled lere
ikisi fakirlere ikisi
de miskinlere verilir. Çünkü «fukara» ve «mesakin» kelimeleri çoğuldurlar:
Çoğulun da en azı ikidir.
Biz deriz ki «fukara» ve «mesakin» kelimelerindeki cinsiyet ifade eden harfi tarif onlardaki çoğul
manasını iptal
eder.
Malının üçte
birini Zeyd'e ve miskinlere vasiyet etse, yarısı Zeyd'e yarısı da miskinlere verilir.
İmam
Muhammed'e göre ise yukarda geçtiği
gibi bu üçtebir, üçe taksim edilir;
biri Zeyd'e ikisi de
miskinlere verilir.
Malının üçte
birini Zeyd'e, fakirlere ve
miskinlere vasiyet etse İmam'a ve üçe, Ebû Yusuf'o göre ikiye
İmam
Muhammed'e göre de beşe taksim edilir. İhtiyâr.
Malını miskinlere vasiyet etse, birtek miskine sarf edebilir. İmam Muhammed ise,
yukarda geçen
esasa göre, iki kişiye sarf edeceğini söylemiştir. Ona göre miskinlere
vasiyet edilen şeyin
iki
kişiden azına sarfedilmesi caiz değildir.
İmam Muhammed
ile Şeyhayn arasındaki ihtilaf
miskinlere, (şu miskinler diye) işaret
edilmediğindendir.
Eğer bir
topluluğa işaret ederek, «malımın üçte biri şu miskinlerindir»
dese imamların ittifakı ile
bunun birtek
miskine sarfedilmesi caiz değildir.
«Belh fakirlerine» vasiyet etse ve mal onlardan başka fakirlere
verilse İmam Ebû Yûsuf'a göre
caizdir.
Fetva da bu
görüşe göre verilir. Hulâsa ve Şurunbulâliye.
İ Z A H
«Çünkü «arasındadır» kelimesi yarı yarıya
bölünmeyi icab ettirir. » Zâhir olan şudur: Böyle olması,
«arasında» kelimesinin
burada olduğu gibi iki müfred kelimeden sonra geldiği takdirdedir, Ama
eğer «Zeyd, Amr ve Bekir arasındadır» sözü gibi üç müfredden
sonra gelirse o zaman onların
sayısına göre
taksimi gerektirir.
Binaenaleyh
«Zeyd» ve «arasındadır» kelimelerini
söyleyip sussa o zaman vasiyet
ikiye taksim
edilir. Çünkü
ortaklığın en azı iki kişi arasındadır.
İkiden yukarısının ise sonu yoktur.
«Arasında»
kelimesinin
iki oğuldan sonra gelmesi hususunda Mirac'ta şöyle denilmiştir: «Zeyd'in
oğulları ile Bekir'in
oğulları arasındadır» dese ve bunlardan birinin hiç
oğlu olmasa o zaman
üçtebirin
tamamı, diğerinin oğullarının olur. Zira vasi üçtebirin tamamını Zeyd'in oğulları arasında
ortak kalmıştır. Hatta sadece Zeyd'in oğulları deseydi yine
üçtebir onlar arasında taksim edilirdi,
çünkü ortaklık
sabit olmayınca, üçtebirin tamamı onların
aralarında taksim edilir.
«Filan kişinin oğulları ile falan arasındadır»
sözü de yukardaki gibidir. Yani
«arasında» kelimesinin
tekrarlanması ile tekrarlanmaması orasında fark yoktur.
«Fakir olduğu
halde ilh...» Gelecek olan
mutlak hükmün kolay anlaşılması için bu sözün yazılmamış
olması daha iyi
idi. T.
«Çünkü vasiyetin ölümden sonrası için icab olduğu bilinmektedir.»
Yani vasiyet bir malı ölümden
sonra temlik etmek akdidir. Bundan dolayı, temlik edilen malını kabul edilmesine
reddedilmesine
ölümden
sonrasında itibar edilir. Hükmü de ölümden sonra sabit olur.
«Ama eğer malından
bir aynı veya ilh...» Bunun özeti şudur:
Geçen tafsilatsız hüküm, sadece
ayn
veya tür olmayan ve malın tamamında şûyi
olan vasiyet akdidir. Bunun
dışındakilerde ise tafsilat
vardır. Şöyle ki:
Bir kimse koyunları olduğu halde, koyunlarının üçte biri gibi, bir aynı vasiyet
ederse bu aynın
vasiyet anında mevcut olanına itibar edilir. Çünkü bu vasiyet, izafei ahdiye ile
belirtilmiştir.
İzafe-i ahdiye de ahd için olan harfi
tarif gibidir. Ama eğer koyunları olmadığı halde,
koyunlarının üçte birini vasiyet
ettiğini söylese bu vasiyet gibi ölüm
anında koyunları varsa
muteberdir.
Çünkü bu bir ayn değildir ki vasiyet onunla kayıtlansın.
Zira burada ahdiyet yoktur. İşte
benim
anladığım budur. Düşün.
«Koyunları olmadığı halde ilh...» Veya olduğu
halde helâk olsa, Mihâc. Şayet malında
birtek koyun
olsa, varisler
koyunu veya kıymetini vermekte muhayyerdirler.
Nihâye.
«Bir koyunun
kıymeti...» Mirâc.
«Koyunlarımdan bir koyun onundur sözü ise
bunun hilafınadır ilh...»İkisi arasındaki
fark şudur:
Birincisinde,
malından bir koyun, vasiyet etmesinden onun bir koyunun maliyetini vasiyet ettiğini
anlıyoruz, koyunun maliyeti de mutlak malda bulunur. İkincisinde ise, koyunları olmadığı halde
koyunlarından bir koyunu vasiyet etmesinden muradının koyunun bizzat
kendisi olduğunu anladık.
Çünkü onu koyunlarından bir cüz kılmaktadır. Zeylaî.
«Yani koyunu olmadığı halde ilh...» Şârih burada
İbnu Kemâl'e uymuştur. Zira Hidâye ve diğer
kitaplardaki ifadeye zıt bir ifade kullanmıştır. İbnu Kemal demiştir.
«Koyunu olmadığı halde demiştir» dedi Hidâye sahibinin dediği gibi «koyunları olmadığı halde
dememiştir.
Çünkü koşun, koyunlardan bir ferddir.
Bir koyunu olmayanın koyunları da yoktur, aksi
ise böyle
değildir. Şart olan çokun olmaması değil cinsin olmamasıdır. Hatta, bir
koyunu olsa
vasiyeti sahih olur.
Bu ifadede
Sadru'ş-Şeria'ya red vardır. Zira o
«bir tek koyun bulunması halinde yine vasiyet
batıl
olur»
demiştir.
Ben derim ki: İbnu Kemâl'in bu ifadesinde itiraz edilecek bir nokta
vardır: Çünkü vasiyet eden
çoğul, lafzı
ile «koyunlarımdan bir koyun» demiştir. Hiç koyunu olmayan veya
birtek koyunu olan
kimsenin, koyunları
yoktur. O zaman her iki şekilde de vasiyet
batıl olur. Çünkü her iki şekilde de
«koyunları» yoktur. İşte bununla anlaşılmaktadır ki vasiyetin batıl olmasının şartı koyun cinsinin
olmaması değil, «koyunların» olmamasıdır.
Bundan dolayı Sadru'ş-Şeria, Hidâye'nin ibaresinin daha
şumûllü olduğunu söylemiştir.
Zira
Hidâye'nin ibaresi her iki şekilde de vasiyetin
batıl olduğuna delalet eder.
«Malına izafe etmemesi de aynı şekildedir»Şârih bunu katî olarak söylemiştir. Halbuki Hidâye,
Tebyîn ve Minah'ta şu şekilde ifade edilmiştir: Bazı âlimler
tarafından bu vasiyetin sahih olmadığı
söylenmiştir. Çünkü vasiyeti sahih kılan şey
onun mala izafe edilmesidir. İzafesiz olduğunda
koyunun sûretine ve manasına itibar edilir. Bazı âlimler tarafından da bu
vasiyetin sahih olduğu
söylenmiştir. Çünkü mülkünde koyun
olmadığı halde, koyunu zikredince muradının koyunun
maliyeti
olduğu anlaşılır. Düşün.
«Çoğulun da en
azı ikidir» Yani mirasta... Vasiyet de mirasın bir eşidir. İbnu
Kemâl.
«Çoğul
manasını iptal eder». Eğer bunu, belirsiz olarak zikretmiş olsa, biz de İmam Muhammed'in
dediği gibi
söyleriz. Zeylai.
BİR UYARI :
Bu vasiyet, ölümü ile azad edilen ümmü'l-veledlere
veya başka ümmü'l-veledleri yoksa
hayatında
azad edilen ümmü'l-veledlere
ait olur.
Eğer her iki türden de ümmü'l-veledleri olsa, o zaman vasiyet ölümü ile azad edilecek olan
ümmü'l-veledlerdir. Çünkü örfe göre ümmü'l-veled ismi
bunlara verilir. Hayatında azad edilenlere
ise
ümmü'l-veled değil mevâlî denilir.
Hayatında azad edilenlere ancak, ölümü ile
azad edilecek ümmü'l-veledleri olmadığı
zaman
sarfedilir.
Çünkü onlardan başka ümmü'l-veled denilecek kimse yoktur. Bu bahsin tamamı
Zeylai'dedir.
«Ebû Yusuf'a
göre yarı yarıya taksim edilir» Çünkü
fakirler ve miskinler mana itibariyle aynı
sınıftırlar.
Zira her iki kelime de ihtiyaç ifade eder. İhtiyâr. Şu kadar var ki geçen meselede
Ebû
Yusuf'un
görüşü İmamı Azam'ın görüşü gibidir. O zaman burada Ebû Yusuf'un iki görüşünü
ayırmaya ihtiyaç vardır. Düşün.
«Yukarda geçene
göre ilh...» Yani cem'in en azına itibar edilmesine
göre.
«... Caizdir». Ama
efdal olan Belh fakirlerine sarfedilmesidir. Hulasa.
M E T İ N
Bir kişiye yüz dirhem başka birine daha yüz dirhem vasiyet
etse ve üçüncü birisine de «seni onlara
ortak ettim»
dese üçüncü kişi her bir yüz dirhemin üçte birini alır.
Çünkü ilk iki kişinin payları
eşittir.
Böylece üçü arasında eşitliği sağlamak mümkündür. O zaman musâ lehuların
ilk ikisinden
herbirine yüz
dirhemin üçte ikisi verilir.
Bir kişiye
dörtyüz dirhem, başka birisine de ikiyüz dirhem vasiyet
etse ve üçüncü bir şahsa da
«seni onlara ortak ettim» dese, üçüncü şahıs diğerlerine
vasiyet edilenlerin herbirinin yarısını alır.
Çünkü birinci
ve ikinci kişilerin payları farklıdır.
Böylece üçüncü şahıs bunlardan herbirine
eşit olur.
Bir kişiye
malının üçte birini vasiyet etse, başka birine
de «seni ona ortak ettim» veya «seni
onunla
beraber
vasiyete dahil ettim» dese, zikrettiğimiz
sebepten dolayı, üçte biri ikisi
orasında taksim
edilir.
Vârislerine: «Falan
kişiye borcum var, onu tasdik ediniz» dese,
malının üçte. birine kadarkinde
tasdik edilmesi istihsanen vaciptir.
«Kim benden
bir alacağı olduğunu iddia ederse onu veriniz» sözü ise bunun aksinedir. Çünkü bu
söz, şeriata muhaliftir.
Ancak «eğer vasi vermeyi uygun görürse
veriniz» derse, o zaman üçtebirden
verilmesi caiz olup,
vasiyet olur.
«Falan kişi malımdan ne iddia etmişse o
doğrudur» dese eğer o adam daha önce belirli bir şey
iddia etmişse iddia ettiği şey onundur. Aksi halde
ona bir şey verilmez. Mücteba.
Eğer yani varislerine söylediği «falan kişinin benden alacağı var, onu tasdik
ediniz» sözüyle birlikte
birçok
vasiyetler yapmış olsa, terikenin üçtebiri vasiyet sahiplerine ayrılır, üçte ikisi de varislere
verilir.
Vasiyet sahipleri ile varislerden
herbirine «onu dilediğiniz şeyde tasdik
ediniz» denilse o
zaman, üçte
birden kalan miktar vasiyet
edilen kişilerindir. Borç, iki haktan önce olsa da meşgul
olmasından
dolayı geri kalmıştır. Onun taayyün yolu
da zikredilendir. Bu durumda
varislerden ikrar
ettiklerinin
üçte ikisi, musa lehlerden de ikrar ettiklerinin üçte
biri alınır. Geri kalan da onların olur.
Eğer alacaklı kişi
fazla olduğunu iddia ederse bunlardan herbiri bilgisi olmadığına yemin eder.
«Ben derim ki: Bir de şu husus kalmıştır; eğer
vasiyetler üçte birden az olursa üçte
birin tamamı mı
vasiyetler için ayrılır yoksa vasiyetler kadar mı ayrılır.? Bu hususu görmedim.
Yine, şu da kalmıştır:
Varislerin üçtebirden
fazlasını tasdik etmeleri gerekir
mi? Bu hususta İbni
Kemâl'e müracaat edilsin.
İ Z A H
«Çünkü ilk iki kişinin payları eşittir» Çünkü lügat bakımından şirket, eşitlik içindir.
Bundan dolayı
da Allah Teâlâ'nın «onlar üçte birde
ortaktırlar» sözü eşitliğe hamledilmiştir. Zeylai.
«Çünkü birinci
ve ikinci kişilerin payları farklıdır.»
Buna göre üçü arasında eşitlik
gerçekleşmediğinden dolayı, biz eşitliği. üçüncü kişinin, onlardan herbirine vasiyet edene eşit
olmasına hamlettik. Bu durumda da üçüncü şahıs her ikisine vasiyet edilen miktarların yarılarını
alır.
Birisi Zeyd'e
bir cariye başka bir câriyeyi
de Bekir'e vasiyet etse, sonra da üçüncü
bir şahsa «seni
onlara ortak kıldım» dese, eğer iki cariye kıymet bakımından farklı iseler üçüncü şahıs fukahanın
icmaı ile herbir cariyenin yarısını alır. Eğer eşit iseler
İmamı
Azam'a göre kölenin taksim
edilebileceğine binaen yine herbir cariyenin yarısını alır.
İmameyn'e göre
ise kölenin taksim edilemeyeceğine binaen herbir cariyenin
kıymetinin üçte birini
alır. Zeylaî
özette...
«Zikrettiğimiz
sebepten dolayı ilh...» Yani eşitliğin
mümkün olmasından dolayı... T.
«İstihsânen ilh...» Kıyasa göre ise tasdik edilmez. Çünkü meçhul olan bir
şeyi ikrar etmek sahih
olsa bile ona ancak, beyan edildikten sonra hükmedilir.
Vasiyet edenin «onu tasdik edin» sözü
şeriate muhalif olarak sâdır olmuştur. Çünkü iddia edilen
şey ancak delil ile tasdik edilir.
İstihsanın illeti
şudur: Hakkın aslı borçtur. Borcun miktarı da vasiyet yoluyla
sâbit olur. M;
«Çünkü bu söz
şeriata muhaliftir.» Bu söz Şârihin «bunun aksinedir.» Sözünden anlaşılan
batıl
oluşun gerekçesidir. T.
Bu meselede musa leh meçhul olduğu için burada
istihsân ile hükmedilmez.
«... Vasiyet
olur». Zira onu vasinin reyine havale etmiştir. Bunu Musannıf ifade etmiştir. Bunda.
vasiyet edilen kişi meçhul de olsa havale
edilen vasiyetin sahih olduğuna işaret vardır. Bunu
vasiyetler kitabının başında takdim etmiştik.
«Eğer o adam daha önce» belirli bir şey iddia etmişse ilh...» Yani mukir
hayatta iken. T.
«İddia ettiği
şey
onundur.» Bu da iddia ettiği şeyin, vasi tarafından ikrarı olur. T. Yani malın
tamamından
verilir.
Ama Halebi'nin
: «iddia ettiği şey
üçte birden verilir» sözü, davanın
mukirrin ölümden sonra
oluşuna
binaendir.
Burada itirazi
bir görüş vardır .bundan dolayı da Tahtavî şöyle demiştir: «iddia etmişse»
sözünü
«iddia ederse» sözüyle tevil etmek, ibareden akla ilk gelen
manaya ters düşer. Ama birinci mesele
bunun
hilafınadır, Çünkü burada vasiyet eden kişi kendisinin
borcu olduğunu ispat etmiş ve onun
takdirini
varislerine havale etmiştir.
«Aksi halde
ona birşey verilmez.» Bu tafsilat Ebu'l-leys'indir ve o. bu
meselede herhangi bir rivayet
olmadığını
zikretmiştir. Bu Kifâye'de İfade
edilmiştir.
«Terikenin üçte biri vasiyet sahiplerine
ayrılır.» Çünkü vasiyetler üçte birdeki bilinen haklardır.
Miras da üçte
ikide malum olandır. Borcu ikrar ise
•bilinen bir borç olmadığı gibi, bilinen bir vasiyet
de değildir. O
zaman bilinen ortak olmaz. Bundan dolayı da bilinenin
ayrılmasını öne aldık. Zeylaî.
«O zaman üçte birden kalan miktar vasiyet edilen kişilerindir». Musannıfın bunu metinde kısa
olarak ifade etmesi kasdedilen
manaya
kâfi değildir. Musannıfa düşen şarihin, «o zaman varisler...»
sözüyle zikrettiği tafsilatı zikretmesiydi. Nitekim Mülteka, Dürer ve Islah'ta böyle yapılmıştır.
«Borç iki haktan ilh...» Bu, bir sorunun cevabıdır. Soru da şudur:«Falan kişiye borcum vardır» sözü,
borcu
ikrardır. Borç ise varislerin ve musa lehlerin haklarından önce verilir. öyle olduğu halde
musannıf bu
meselede neden vasiyet edilenlerin ve varislerin
haklarının borçtan evvel ayrılacağını
söyledi?
«Zikredilendir» Yani her iki fırkanın da tasdikleri...
«O zaman
varislerden ikrar ettiklerinin üçte ikisi alınır.» Çünkü her
gurup bir, sehim ile ikrar
edilince terekede her
iki payda da şâyi olan bir
borç olduğu ortaya çıkar. O zaman borç
onlardan,
ellerinde terekeden olan miktar hesabınca alınır. Aynî ve diğerleri.
«Geri kalan da onların olur.» Yani üçte birden kalan
vasiyet sahiplerinin, üçte ikiden kalan da
varislerin
olur. Hatta eğer musâ lehler borcun yüz
dirhem olduğunu söyleseler mukarrun lehe
ellerinde olanın üçte biri verilir. Eğer birşey artarsa o da yine kendilerinindir.
Eğer varisler
borcun üçyüz dirhem olduğunu söyleseler ellerindekinin
ikiyüz dirhemi mukarrun
lehe verilir.
Şayet birşey artarsa o da yine
onlarındır. ama artmazsa birşey
verilmez. İtkâni.
«Bilgisinin
olmadığına ilh...» Yani mukarrun lehe ondan daha fazla verileceğini
bilmediklerine dair
yemin ederler. Zeylaî şöyle demiştir: «Zira bu
yemin, başkasının yapmış olduğu şeye dair yemin
ettirmektir.
Yani muddaî ile ölen kişi arasında
cereyan eden birşey üzerine yemin
ettirmektir. Yoksa
kendi yapmış
olduğu şeye değil... Bu durumda da kesin bir şekilde yemin ettirilmez;
«Ben derim ki: Şu husus kalmıştır ilh...» Bu,
şundan kaynaklanmaktadır:
Musannıfın diğer
müelliflerinki gibi olan «üçtebir vasiyet sahiplerine ayrılır» sözü, vasiyetlerin terikenin üçte birini
kapsadığını açık olarak
ifade eder. Bunu Zeylai ve İbnu Kemal de sarih olarak söylemişlerdir.
Nitekim müşkil bahsinde gelecektir. O halde bu
ifadeden vasiyetlerin üçte birden az oldukları
durumun hükmü
bilinemez. Evet, bundan vasiyetler kadarının ayrılacağı anlaşılır. Ama
yalnız
vasiyetler kadarı ayrılınca üçtebirden kalan
miktarın hükmünün ne olduğu kaldı.
Eğer vasiyet sahipleri ile varislerden herbirine;
«istediğiniz miktarı tasdik edin» denilse herbir
guruptan ne
kadar alınır?
Tahtavî şöyle demiştir: «Fukahanın geçen meselede zikrettiklerine kıyasla, onlardan herbirinin
elindekine bakılır ve tasdik ettikleri şeyi hisseleri miktarınca vermeleri gerekir.»
Ben derîm ki: Şu husus da kalmıştır; vasinin
borçları için vasiyet sahiplerinden alınanı
vasiyet
sahipleri
vasiyetlerinin tamamlanması için rücû
ederek terekenin üçtebirinden alabilirler
mi? Bu
soru Ayni'den naklen geçtiği gibi mukarrun lehin
aldığı şeyin iki gurubun da ikrarından
sonra
terekede şâyi
bir deyn olduğu hükmünden kaynaklanır.
Üçtebirden de
onların vasiyetlerini tamamlayacak miktar
kalmıştır, ama geçen mesele
bunun
hilâfınadır,
çünkü orada vasiyetler terikenin üçtebirini tamamen
kapsamıştır, İtkânî'nin de geçen
meselede tasrih ettiği gibi mukarru lehin aldığı şey onlar hakkında vasiyettir?
Bunun cevabını
görmedim.
Düşün.
«Yine şu da kalmıştır:
Varislerin üçtebirden fazlasını tasdik etmeleri gerekir mi?» Evlâ
olan, «onlara
nasıl gerekli olur» demesiydi. Bu da, varislerin
üçtebirini vasiyet sahiplerine ayırmalarından sonra
vasiyet eden kişiye tasdiklerini gerektirmesi hususunda müşkildir.
Şârihin «bu
hususta İbnu Kemal'e müracaat edin»
sözünde, «bu hususta»
demesinin sebebi bu
konuda Şârihin
söz etmemesidir. Çünkü İbnu Kemal'in zikrettiği geçen mesele üzerinedir. Şu kadar
var ki İbnu
Kemal'in zikrettiğinden, şârihin söz etmediği bahsun cevabı da anlaşılır. Nitekim bunu
yukarda takrir etmiştik. Anla.
İbnu Kemâl'in
ibaresi şöyledir: «Bu meselenin şu bakımdan müşkil olduğu söylenmiştir: Varisler
onu üçtebire
kadar olanda tasdik ederler, ama üçtebirden fazlasında
tasdik etmeleri gerekmez.
Burada ise
varislerin onu üçtebirden fazlasında da tasdik etmelerini gerektirir.
Çünkü vasiyeti
sahipleri
vasiyetler terikenin üçtebirinin tamamını
kapsadığı takdirde, üçtebiri almış olurlar ve
varislerin
ellerinde üçtebirden birşey
kalmaz. O zaman varislerin onu tasdik etmeleri gerekmez.»
İbnu Kemal'in
«şu bakımdan müşkil olduğu söylenmiştir: Varisler onu üçtebire kadar olanda...»
sözü, vasiyet edenin borcu ikrarı ile birlikte,
vasiyet yapmadığı mesele hakkındadır.
«Burada» sözü
ise borcu ikrarla birlikte, vasiyette bulunduğu
mesele hakkındadır. Bu iskâlin aslı
da imam
Zeylai'nindir.
Buna, Allame Makdisî şu şekilde cevap
vermiştir: İkrar edilen şey için iki
benzerlik vardır; birisi
vasiyete benzemesi ki o da vasiyetin çıktığı yerden
(üçtebirden) çıkar diğeri de borca benzemesidir.
Çünkü mukir
ona borç ismini vermiştir. O zaman ikrar edilen
hak şeklen borç mana olarak da
vasiyettir. Vasiyet olmadığı zaman onu vasiyete
benzeme tarafına riayet edilir, vasiyet
olduğu
zaman da borca benzemesine riayet edilir. Çünkü vasiyet
ite birlikte onun da kati olarak
söylenmesi, ayrı şeyler olduklarının
delilidir. O zaman varisler
ile musa lehu taraflarına riayet
edilerek üçtebirden fazlasında tasdik olunur. Çünkü
vasi bu hususta onların bilgilerine ve
varislerinin
zimmetim kurtarmaya çalışacaklarına güvenerek, onların dilemelerine
bağlanmıştır.
Allame Kadızâde de bu işkali başka bir şekilde cevaplandırmış, ancak bu Şurunbulâliye'de
reddedilmiştir.
Şurunbulâliye
bu işkâli Makdisî'ninkine yakın bir
şekilde cevaplandırmıştır. Bu iki cevap için
Halebi'nin haşiyesine
müracaat et.
M E T İ N
Bir yabancıya
ve varisine. veya kâtiline birşey vasiyet
etse vasiyet ikiye ayrılır. Varisine ve katiline
yapmış olduğu
vasiyet batıl olur. Çünkü daha önce geçtiği üzere
ikisi de vasiyet ehlindendir.
Bundan dolayı da varisin icâzeti ile sahih olur.
Ama bir yabancıya
ve varisine bir aynı veya
borcu ikrar etmesi bunun aksinedir. Çünkü bu ikrar
yabancı hakkında da sahih değildir. Zira bu. aralarında
geçen bir akdin ikrarıdır. O akdin bir kısmı
lağv olduğu
zaman zarureten geri kalan kısmı da lağv olur.
Bazı âlimler tarafından. bu hükmün birbirlerini tasdik ettikleri takdirde söz
konusu söylenmiştir.
Eğer biri
diğerinin o ayn veya
deynde ortak olduğunu inkar ederse
İmam Muhammed'e göre
yabancının hissesindeki
ikrarı sahihtir. Ebû Hanife ve
Ebû Yusuf'a göre ise yukarda
söylediğimizden gerekçeden dolayı ikrarı tamamında
batıldır. Zeylai.
Eğer, iyi,
orta ve adi olan üç elbiseyi üç kişiye her birine bir elbise olmak üzere vasiyet etse ve
bunlardan biri
zayi olsa, kendisine vasiyet edilen kişi de bunu bilmese ve varis musa lehlerden
herbirine «senin hakkın helâk oldu» dese bu vasiyet. «şu iki kişiden birine vasiyet ettim» demesi
gibi
müstahikin mechuliyetinden dolayı vasiyet
batıl olur.
Ancak vârisler
müsamaha yaparak geri kalanı onlara teslim ederlerse o zaman sahih olur. Çünkü
teslime mani olan durum ortadan kalkmıştır. ki o da ikrardır . O
zaman iyi elbise vasiyet ettiği kişiye
iyi elbisenin üçte ikisini, adi elbise
vasiyet ettiği kişiye adi elbisenin
üçte ikisi, vasat elbise
vasiyet
ettiği kişiye
de iyi elbise ile âdi elbisenin üçte birleri
verilir. Çünkü eşitliği sağlamak imkan
ölçüsündedir.
(Şarihin, o da
inkârdır sözü ilh...») «O cehalettir.
dese idi daha iyi olurdu. Çünkü Zeylaî'de
belirtildiği
üzere, teslime mani olan odur. Zeylaî şöyle demiştir: ....Onun manası ne?» O
halde
vasiyet sahih olur. Çünkü o aslında sahihtir. Ancak, sonradan arız olan, teslime mani bir engelden
dolayı batıl oldu. O da Cehâlettir. Teslim ile
bu mani ortadan kalktığı için sıhhate inkılab etti.
Ortaklardan
birisi aralarında ortak olan bir
evden muayyen bir odayı bir kişiye vasiyet etse ve ev
taksim edildiği zaman vasiyet edilen oda vasiyet edilen kişinin payına düşse o oda musâ lehindir.
Ama eğer onun
payına düşmezse o zaman hissesine düşenden o odamın ölçüsü kadarı musâ
lehe
verilir.
Sadru'ş-Şeria ve diğerleri bu taksimin vacip olduğunu sarahaten söylemişlerdir.
Şayet
musannıf: «Taksim edildiği zaman eğer onun payına
düşerse...» deseydi
daha iyi olurdu.
Ortak bir
binadan muayyen bir odanın başkasının olduğunu ikrar etmesi de zikredilen hükümde
vasiyet gibidir.
Muayyen bir bini (bin dirhemi) vasiyet etse, yani bu bin vasinin yanında vedia olarak başkasının
malı ve mal
sahibi vasiyet eden kişi öldükten
sonra bu vasiyete icâzet vererek o malı musâ
lehe
teslim etse sahihtir. Ama onun, icâzetten sonra da, men'e
hakkı vardır, çünkü icâzeti teberrudur. O
halde o malı teslim etmekten imtina etme hakkına
sahiptir. Ama teslimden sonra
artık dönemez.
Şerhu Tekmile.
Malının
üçtebirinden fazlasını vasiyet etmesi, katiline veya
vârisine vasiyet etmesi ve varislerin de
buna icâze
vermeleri ise bunun aksinedir. Çünkü onların icâzetten sonra men etme hakları yoktur.
Belki vasiyet
edilen şeyi musâ lehe teslim etmeğe zorlanırlar. Çünkü
icâzet verilen kimsenin alacağı
şeyi bize göre
vasiyet eden tarafından İmam Şafii'ye göre ise icazet veren tarafından temlik olduğu
tekarrur
etmiştir.
Ölen babalarının terikesinin aralarında
taksiminden sonra, iki oğlundan biri: babasının,
malın
üçtebirini
vasiyet ettiğini ikrar etse bu ikrar
kendi payının yarısında değil istihsanen üçtebirinde
sahihtir.
Çünkü terike iki oğlunun elinde olduğu halde, terikede şâyi olan bir üçtebiri ikrâr
etmiştir.
Bu durumda
ikrâr eden kişi, terikeden kendi payına düşenin üçtebirini ikrar ettiği gibi kardeşinin
payına düşenin üçtebirini de ikrar etmiş olur. (Başkasının
aleyhindeki
blr ikrar sahih olmayacağına
göre, sadece kendi hissesindeki ikrar geçerlidir.) Ama bunlardan bir tanesi terikenin taksiminden
sonra babasının borçlu olduğunu ikrar ederse. onun, borcun hepsini vermesi gerekir. Çünkü borç
mirastan önce gelir.
Bir kişi birisine bir cariye vasiyet etse ve o cariye, vasinin ölümünden
sonra bir çocuk doğursa;
cariye çocuğu
ile birlikte terikenin üçtebirinden çıkarsa
her ikisi de musâ lehin olur. Eğer çıkmazsa,
evvela cariyenin sonra da çocuğun üçte birini alır.
Çünkü tâbî olan şey, asla müzahamet etmez.
İmameyn ise
her ikisinden de eşit olarak alacağını
söylemiştir.
Cenînin
annesine tabi olarak vasiyetten sayılması terikenin taksimi ile musâ lehin kabûlünden önce
doğduğu
takdirdedir. Eğer daha sonra doğarsa, o zaman o çocuk musâ lehindir. Çünkü
onun
mülkünün
ürünüdür. Kudûrî'nin zikrettiğine binaen
taksimden evvel musâ lehin,
kabulünden sonra
doğarsa hüküm
yine aynıdır. Ama eğer vasiyet edenin ölümünden evvel doğarsa o zaman vârislerin
olur.
Cariyenin kazancı da geçen hükümlerde
çocuk gibidir.
i Z A H
«Daha önce geçtiği üzere ilh...» Yani geçen asıl kaideye göre...
«Çünkü bu,
aralarında geçen bir akdin ikrarıdır». Bu şekilde gerekçelendiren
başka birini görmedim.
Burada
düşünülmesi gereken bir husus var; çünkü ikrâr, mukir ile mukarrun leh
arasında bir akdin
geçmiş olmasını gerektirmez.
Ancak mülkiyetin geçmişte mukarrun leh için olduğunu iktiza eder.
Bunun illeti
Kadıhan'ın Camiu's-Sağir şerhinde söylediği şu sözlerdir: «İkrar ile
vasiyet arasındaki
fark şudur; Ikrar geçmişte
olan birşeyi haber vermektir. Eğer mukirin,
yabancıya ikrarı sahih oluşu,
müşterek borç
olan muhberu bih (haber verilen şey)
sabit olur. Çünkü mukir, müşterek olan bir
borcu ikrar etmiştir. Bu şekilde de borç sabit olur.
Buna göre yabancının, ikrâr sebebiyle aldığı
herhangi bir
şeyi, ortaklık hakkı bulunduğundan
dolayı varis de alır. O zaman bu, vârise ikrâr olur.
Ama vasiyet başlangıçta her ikisi için de temliktir.
Temlikin. birisi hakkında batıl oluşu diğeri
hakkında da batıl olmasını gerektirmez. Bunun benzeri
Hidâye ve Zeylaî'de de vardır.
«Üç kişîye
ilh...» Şöyle ki; «Zeyd'e kumaşın iyisini, Amr'e
ortasını Bekir'e de adisini vasiyet ettim»
dese... İtkanî.
«... Ve bunlardan biri zâyi olsa ilh...» Yani vasiyet
eden kişi öldükten sonra... T. Şilbî'den.
«Varis de bunlardan herbirine «senin hakkın helak oldu» dese ilh...»Yani
helâk olanın, senin hakkın
olması ihtimali
vardır... Demekki musannıfın bu ifadesinde mecaz vardır. Yoksa herbirinin hakkının
helâk olması ancak üç
elbisenin de zâyi olmasında tasavvur edilir. Aksi halde yalan olur. Bu
meseledeki Camiu's-Sağir şerhlerindeki ifade
daha iyidir. O ifade de şöyledir: «Varisin
inkarından
murâd» sizden
birinizin hakkı batıl oldu, kimin hakkının bâtıl olup kiminkinin
kaldığını da
bilmiyorum o zaman size hiçbirşey teslim etmiyorum» demesidir» Bunu. Turî ifade etmiştir.
«Şu iki kişiden birine vasiyet ettim, demesi gibi ilh...» Burada vasiyetin batıl
olması imam'a göredir.
Nitekim bu
«zımminin vasiyetleri» bahsinden
hemen önce gelecektir.
«Çünkü teslime
mani olan şey
ortadan kalkmıştır.» Yani vasiyetin
sıhhatine değil, teslime mani
olan... Çünkü
sıhhatine manî olan şey
cehalet olup, o bakidir. Düşün.
«Bu da
inkârdır» Yani varislerin, musâ lehleri haklarının
bâki olduklarını inkâr etmeleridir.
«Bu durumda
iyi elbise vasiyet ettiği kişiye
ilh...» Yani haddi zâtında iyi olan.
«Üçte ikisi» sözünün
manası ise kalan
iki elbiseden iyi olanın üçte
ikidir.
Bu şekildeki taksimin vechi şudur: Vasat elbise
vasiyet edilen kimsenin hakkı, eğer zâyi olan elbise
katanlardan daha üstün ise. kalanların iyisindedir. Eğer onlardan
aşağı olursa, o zaman onun hakkı,
kalanların hangisi daha âdi ise, ondadır.
Buna göre
vasat elbise vasiyet edilen kişinin hakkı
birinci seferinde birine diğer seferinde de
öbürüne taalluk eder.
Eğer helâk olan, vasat elbise ise o zaman onun kalan
iki elbisede hakkı yoktur. Demekki onun
hakkı, kalan iki elbiseden
herbirinde iki halde değil bir halde taalluk eder ve
kalanların herbirinin
üçte birini
alır. İyi elbise vasiyet edilen kimse de kalanlardan adisini değil iyisini alır. Çünkü
adisinde katiyen
hakkı yoktur.
Adi elbise
vasiyet edilen kişi de iyisini değil adisini iddia eder. Bu
durumda iyi elbise vasiyet edilen
kişiye
kalanlardan iyisinin üçte ikisi, âdi
elbise vasiyet edilen kişiye de kalanlardan
âdi olanın üçte
ikisi verilir.
Hânî'nin Câmi şerhinden...
«...Ve ev taksim edildiği zaman ilh...» Yani hayatta olan ortak ile ölenin vârisleri arasında taksim
edildiği
zaman... Kâdıhan.
«... Düşse ilh...» Yani vasiyet edilen oda ölen kişinin payına
düşse...
«...O oda mûsâ lehindîr» Yani şeyhayne göre... imam Muhammed'e göre ise
vasiyet edilen odanın
hepsi değil
yarısı musâ lehe verilir. Eğer o oda
diğer ortağın payına düşerse, o zaman
musâ lehe
vasiyet edilen muayyen odanın yansı kadarı verilir.
İmamlardan herbirinin delilini taksimin nasıl olacağının
izahı ile birlikte Zeylaî tafsilatlı olarak
zikretmiş ve
bunu da İtkânî ve Sadi tahkik etmişlerdir.
«... Daha evlâ olurdu». Zira fukahanın dilinde «ihbar» vücub içindir. «İkrâr etmesi
de ilh...» Eğer
Dürer ve
İslah'da tabir edildiği şekilde «ikrar
gibi» deyip, «vasiyet gibidir» sözünü
anmasa idi daha
iyi olurdu. Zira Kâfi'den naklen Şurunbulâliye'de denildiği gibi, esah olan bu meselenin ittifâkî
bir
mesele olduğudur. O zaman münasip olan ihtilaflı meselenin bu meseleye
benzetilmesi idi, aksi
değil...
Nitekim âdet böyledir.
«Muayyen
bir bini (bin dirhemi) vasiyet etse ilh...» Yani «şu bini falana vasiyet ettim» dese. Bunun
vedia ile
kaydedildiğini şârihten başka kimsede görmedim.
Bundan
anlaşılan şudur: Eğer «Zeyd'in
malından bin vasiyet ettim» diyerek
bini tayin etmese asla
sahih olmaz. Zeyd
vasiyete icâzet vererek onu teslim etse bile böyledir.
«O malı musâ lehe teslim
etse ilh...» Çünkü onun icâzeti, teberrudur yani hibe menzilesindedir.
Hibe de teslim
edilmeden tamamlanmaz. Eğer teslim ederse tamamlanır. Câmi şerhi ve diğerleri.
«... Dönemez.» Dönülmeme sebebi, daha önce naklettiğimiz
ibareden anlaşılacağı üzere:
her yönü
ile hibe olmaması olabilir. Çünkü vasiyet akdi
sahihtir ve icâzete bağlıdır. Zira eğer bâtıl olsaydı
icâzet de geçerli olmazdı. Velvâliciye'deki: «Falan kişinin
kölesini vasiyet etse sonra da o
köleye
malik olsa vasiyet
bakidir» ifadesi de buna delalet eder. Şu kadar var ki Zeylaî vasiyetin
bâki
kalmayacağını
zikretmiştir. Düşün.
«Çünkü
tekarrur etmiştir ki ilh...» Bu, iki mesele arasındaki farkın beyanıdır. Bunun özeti şudur:
Burada vasiyet ilk anda sahihtir, çünkü vasinin mülküne
tesadüf ediyor. Artık onun
durulması,
varislerin
hakkından dolayıdır. Vârisler icâzet verdikleri takdirde hakları düşer ve vasiyet vasî
cihetinden geçerli
olur. Dürer.
«Bize göre
vasi tarafından temlik olur.» O zaman vâris, vasiyet edilen nesneyi musâ lehe teslim
etmeye
zorlanır. Birisi bir köleden başka malı olmadığı halde. hastalığında o
köleyi azad etmiş olsa
ve vârisler de buna icazet verseler,
azad edilen kölenin velâ hakkının tamamı ölen kişinindir. Eğer
varis
mûrisinin cariyesi ile evli olsa ve mûrisin o
câriyeden başka malı olmasa da
onu başka birine
vasiyet etse câriyenin kocası olan vâris de vasiyete icazet verse nikâhı
batıl olmaz. Bu bahsin
tamamı
Zeylaî'de vasiyet bahsinin başındadır.
«İki oğlundan
biri ikrâr etse ilh...» Üç veya dört oğlundan biri ikrar etse hüküm yine
aynıdır ve o
ikrâr kendi payının üçtebirinde sahihtir. Mecma'da da böyle
denilmiştir.
«Taksiminden sonra ilh...» Bundan anlaşılan.
terikenin taksiminden önceki ikrarın sahih
olmamasıdır. Düşün.
«İkrârı sahihtir ilh...» Bu ikrârın sahih
olması, başka bir kişiye
üçte biri vasiyet ettiğine dâir beyyine
olmadığı
takdirdedir. Eğer böyle bir vasiyete beyyine
varsa ondan dolayı ikrar eden kişinin
bir şey
vermesi
gerekmez ve ikrarı da batıl olur. Nitekim Tûrî Mebsut'tan bu şekilde nakletmiştir.
«İstihsânen ilh...» Kıyas : elindekinin yarısını
vermesi idi. Bu da Züferinin
görüşüdür. Bu bahsin
tamamı
Zeylai'dedir.
«Onun borcun
hepsini vermesi gerekir». Yani eğer miras olarak aldığı ikrar ettiği
miktar kâfî
gelirse... Şayet bu meselede, mukir başka birisi
ile birlikte ölenin borçlu olduğuna şahitlik etse bu
şâhitlik kabul edilir. Nitekim bunun tafsilatı Kitabu'l-İkrar'da
istisna bâbından hemen önce geçmiştir.
«Çünkü borç
mirastan önce ödenir». O zamanda, borcun mirastan önce
olduğunu ikrar etmiş
oluyor. Vasiyet ise bu şekilde değildir. Çünkü musâ leh varislerin ortağıdır. Bu durumda da ancak,
varise
kendisine verilecek olanın iki katı teslim edildiği zaman birşey
alabilir. Zeylaî.
«Her ikisi de musâ lehin olur». Zira cariye
olan anne terikenin üçtebirine asaleten dahildir. Çocuğu
ise annesi ile birlikte olduğu zaman annesine
teban dahil olur. Zeylâî.
«İmameyn ise
her ikisinden de eşit olarak alacağını
söylemişlerdir.» Buna göre altıyüz
dirhem malı
ve üçyüz dirhem kıymetinde bir cariyesi olsa ve
cariyesini birine vasiyet etse; tereke taksim
edilmeden önce câriye üçyüzdirhem kıymetinde bir çocuk doğursa o zaman musâ lehe İmam'a göre
anneyi ve doğan çocuğun üçte birini alır. İmameyn'e göre ise her ikisinin
de üçte birini alır. İbnu
Kemâl.
«Kuduri'nin
zikrettiğine binâen ilh...» Hocalarımız demişlerdir ki o çocuk musâ
bihidir. (vasiyet
edilen şeydir)
Dolayısıyla, sülüsten çıkışına
itibar edilir. Musa lehin kabûlünden önce doğduğunda
da böyledir... Zeylaî.
«Cariyenin
kazancı da geçen hükümlerde çocuk gibidir» Hindiye'de şöyle denilmiştir: Galle, kazanç
ye erş gibi, vasiyet
edilen malda, musînin ölümünden sonra musâleh vasiyeti kabuletmeden önce
meydana gelen fazlalık vasiyet edilen mala dahil olur mu? İmam Muhammed bunu zikretmemiştir.
Kuduri, bu
fazlalığın taksimden sonra meydana
gelmesi gibi, vasiyet edilen mala dahil
olmayacağını,
hatta musâ leh ipin malın tamamından sayılacağını zikretmiştir.
Ulemamız da o
fazlalığın vasiyet edilen mala dahil olup sülüsten
çıkışına itibar edileceğini
söylemişlerdir. Serahsi'nin
Muhit'inde de aynı şekildedir. T. Allah en iyisini
bilendir.
M E T İ N
Geçerli olan tasarrufta, akd zamanına itibar
edilir. Geçerli tasarruf: hükmünü derhal icap ettiren
tasarruftur.
Eğer köleyi
sıhhatli iken âzâd ederse, bu âzâd malının tamamından sayılır. hastalığında âzâd ederse
o zaman
malının üçtebirinde sayılır.
Burada
tasarruftan murad: kendisinde teberru manâsı bulunan inşâdır. Hatta hastalığında
borçlu
olduğunu ikrar
etse borç malın tamamından verilir.
Birisi hastalığı esnasında kadınla nikâhlansa kadına verilecek mehir mehri misl
kadarıyla malın
tamamından
verilir.
Kişinin
ölümüne izafe ettiği tasarruf ise, sıhhatli halinde yapmış olsa bile yine terikenin
üçtebirinden verilir.
Bu tasarruf,
şekli: hükmünü, kişi öldükten sonra İcap.ettiren tasarruftur.
«Ölümünden sonra
hürsün» veya «şu şey ben öldükten sonra Zeyd'indir»
demeside böyledir.
Sonradan
iyileştiği (neticesinde ölmediği) bir
hastalık sıhhatli hali gibidir.
Kötürümlük,
felç ve verem uzayıp yatağa düşürmediği takdirde sıhhatli hali
gibidir. Müctebâ. Uzama
müddeti bir
senedir. Hastalıkta muteber olan namazını oturarak kılmasını
mubah kılan hastalıktır.
Hastanın âzâd
etmesi (mubahat yapması değerinden aşağıya satması) hibe etmesi, vakfetmesi ve
zamin
olmasının hükümleride vasiyetin hükmü
gibidir. Dolayısıyle terikenin üçte
birinden verilir.
Nitekim vakıf
bahsinde takdim ettiğimiz üzere; malının hepsini kapsayacak kadar
borçlu olan bir
hastanın vakfı
batıldır. Hıfzedilsîn ve araştırılsın.
Azâd edilen, kendisine ucuza satılan kimseler ve
diğerleri darpte vasiyet sahiplerine ortak olurlar.
Azâd edilen kölenin âzâdına icâzet verilirse köle
artık çalışmaz, zira onun azâdına vârislerin hakkı
için mâni
olunuyordu. İcâzet ile bu hak
düşmüştür.
Bir kimse birine fiatından daha ucuza birşey satsa ve bir de köle âzâd etse ve terikenin üçtebiri
ikisine kâfî gelmese, o zaman değerinden
aşağıya olan satış öne alınır. Bunun
aksini yaparsa yani
önce köleyi
âzâd etse ve sonra birisine muhâbât
yapsa (değerinden aşağıya satsa) o zaman
ikisi
eşittir. İmameyn
ise her iki meselede de âzâdın daha evlâ olduğunu söylemişlerdir.
«Şu yüz dirhem
ile benim yerime bir köle âzâd edin»
diyerek vasiyet etse: eğer dirhemlerden bir
kısmı helâk olursa o zaman kalan dirhemler ile bir köle alıp âzâd etmeleri geçerli
olmaz. Çünkü
ibadet kölenin
kıymetine göre değişir. Ama hac bunun hilâfınadır. İmameyn ise : Belirli bir miktar
para ile köle azad edilmesini vasiyet ile kendi yerine haccedilmesini vasiyetin
aynı olduğunu
söylemişlerdir.
İ Z A H
Hastalıkta köle âzâd etmek vasiyetin
türlerindendir. Şu kadar var ki buna ait
özel hükümler
bulunduğu için
musannıf bunu müstakil bir bâbda zikretti.
Bunu da şarih vasiyetten sonra
zikretmiştir.
Çünkü sarih vasiyet asıldır. İnâye.
«Geçerli olan ilh...» Bu sözü söylemesi izahı ileride
gelecek olan ve ölümden sonraya izâfe
edilen
azâddan, kaçınmak içindir. Çünkü onda muteber olan izafet
halidir.
«Eğer hastalığında âzâd ederse o zaman malının
üçtebirinden sayılır.» Eşbâh'ta: evde oturmayı
vasiyet gibi menfaatler ile teberru istisna
edilerek bunların,. malın tamamından geçerli oldukları
söylenmiştir. Bu bahsin tamamı Eşbah ve haşiyelerinde vardır.
«Hatta
hastalığında borçlu okluğunu ikrar etse ilh...» Yani varisten başkasına
borçlu olduğunu ikrâr
etse.. Bu. *inşâ»
sözünün muhterizidir. Çünkü bir şeyi ikrar etmek o şeyin
olduğunu haber
vermektir.
«Bir kadınla nikahlansa ilh...» Bu da, şârihln,
onda teberru manası bulunur» sözünün muhterizidir.
Zira mehri misli kadarıyla nikahlamakta teberru yoktur. Çünkü kadınlık uzun
gerdek anında
mütekavvimdir ve onun kıymeti mehri misildir.
Eğer mehri misil kadınlık uzvu ile karşılaştırılırsa
temerru değil
bedel olur. Mehri misilden fazlası da ikramdır. Bu ise vasiyet kabilindendir. Zira
tenzilat
teberru manası bulunan inşâdır. Hulu bedeli de yine vasiyet kabilindendir. Çünkü kadınlık
uzvu ayrılma anında mütekavvim değildir.
Buna göre, ona karşılık kılınan
şey ister az ister çok
olsun
teberrudur. Rahmeti.
«Sıhhatli
halinde yapmış olsa bile ilh..
» Zira Dürer'de de olduğu gibi ölüme izafe edilen tasarrufta
mûteber olan
ölüm anıdır.
«...Sonradan iyileştiği
bir hastalık sıhhatli hali gibidir.» Bu mesele, Mülteka,
İslâh ve başkaları, gibi
bütün muteber
kitaplarda aynı yerde zikredilmiştir. Halbuki bu mesele «ölüme izafe
eden»
sözünden daha
evvel zikredilseydi daha iyi olurdu.
Çünkü ölüm izafe edilen tasarrufta hastalık hali
ile sıhhat hali arasında
fark yoktur. Düşün.
Kuhistâni
şöyle demiştir; «Eğer ölüm hastalığına
tutulan kişi, bir şey
vasiyet ederse, batıl olur.
Çünkü
sıhhatine kovuşması ile ki onun malında
kimsenin hakkının olmadığı açığa çıkmıştır.
Hastalığında
yaptığı vasiyetin, sıhhatine kavuşması
ile bâtıl olması vasiyeti hastalığı ile
kayıtladığı
takdirdedir.
Yani «eğer bu hastalığımdan ölürsem» diyerek vasiyet edersedir.
Ama eğer hastalığında bir kayıt koymadan vasiyet etse ve sonra iyileşse, birkaç
sene yaşasa bile
vasiyeti bakidir. Tettimme'de olduğu gibi...
«Muteber olan
hastalık ilh...» Bu konudaki muteber olan hastalık, namazı oturarak kılmayı
mübah
kılan hastalıktır. Bu husustaki malumât «vasiyetler» kitabının başında buradakinden daha tafsilatlı
olarak geçti. T.
«Değerinden aşağıya satması ilh..» Yani kiraya
vermeden, kiralamda, mehirde ve alış verişte... Bir
hastanın yüz
dirhem değerindeki bir şeyi varis olmayan bir yabancıya elli dirheme satması gibi.
Netif'te de
böyle denilmektedir. Kuhistânî. Elli
dirhem değerinde olan bir şeyi
yüz dirheme alsa yine
aynıdır. Demek ki bu alışta değer
kıymetinden fazla, satışta da noksan
olan muhâbâttır, Yani
müsâmahadır.
Bezzâziye ve diğer kitaplarda muhâbât, «aldatılmamakla» kayıtlanmıştır.
Ben derim ki: Vehbâniye'nin icârât bahsinin sonunda şöyle
denilmiştir. Ecr-i misli daha fazla olsa
bile bir şeyi
kıymetinden noksanına icâre vermek câizdir.
Şurunbulâli
şerhinde şöyle denilmektedir:
«Muhâbât'ın şekli şudur: Hasta kişi evini değeri fiatından
daha azına kiraya verse: fukaha, bu icârenin aciz olup, malın
üçte birinden değil, hepsinden
sayılacağını
söylemişlerdir. Zira hasta iken evini
birisine âriyet olarak verse câizdir.
O halde ecri
misliden daha az bir fiyata icâreye vermesi evleviyetle
caiz olur.
Tarsûsî demiştir ki: Bu mesele kâideye muhaliftir. Çünkü fıkıhta asıl kâide
şudur: Menfaatler,
aynların yerlerine kaim olurlar.
Satımda ise feri asla
kıyasla malın üçte birinden sayılır. O zaman fark şudur: Satış malın
aynına
taalluk eden bağlayıcı bir akiddir. Ona vârislerin ve alacaklıların hakları do taalluk
eder. İcâre ise
nafakaya
taalluk eder ve ölümle münfesih olur.
O halde ölümden sonra herhangi birşeye
taalluk
etmesi tasavvur
olunmaz. Uyanık ol.
Buradaki «nafaka»
kelimesi «menfaat»
olmalıydı (Mütercimler)
İkisinin
söyledikleri. ayrı ayrı iki rivâyet olabilir. Nitekim
şârih de vasiyetlerin sonunda ferî
meseleler
bahsinde zikredecektir.
«Hibe etmesi ilh...» Yani hibe ettiği şey ölümünden evvel
kabzedilirse... Ama bir şeyi hibe etse ve
kabzedilmeden ölse vasiyet batıl olur. Çünkü hastanın
hibesi hükmen vasiyet olsa bile hâkîkatte
hibedir.
Nitekim Kâdıhan ve diğerleri de bunu sarahaten
söylemişlerdir. T. Mekkî'den.
«Zamin olması ilh...» Bu, kefâletten daha geneldir.
Zira zâminiyetin bir kısmında
zâten kefâlet
yoktur. Şöyle
ki: yabancı bîr kişi «bin dirhem karşılığında karın ile muhâlaa yap ben zâminim» veya
«şu kölemi sat ben zâminim lâkin bin dirhemini
değil beşyüz dirhemini.» demesi gibi.
Bu durumda,
muhâlaa bedelini kadın değil, yabancı adam öder. Kölenin fiatının beşyüz
dirhemini de müşteri
değil zâmin
olan öder. İnâye.
BİR UYARI :
Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir: Hastanın kefâleti üç şekildedir: Bir
şeklinde sıhhatli iken bir sebebe
bağlı olarak kefil olup da o sebebin hasta halinde
tahakkuk etmesidir. «Falan kişideki
paran
kaybolursa ben
öderim» demesi buna misaldir. Bir vecihte de hastalıktaki borcu gibidir, yâni
hastalığında,
sıhhatli iken falan kişiye kefil olmuştum» dese o zaman sıhhatli iken borçlandığı
alacaklıları hakkında
tasdik olunmaz. Buna göre mekfûlu leh, kefilin hastalığındaki alacaklıları ile
beraberdir.
Birinci surette ise, mekfûlun leh sıhhatli zamanındaki alacaklılar
ile beraberdir. Bir
surette de kefâlet
diğer vasiyetler gibidir yani' ötüm hastalığında kefil olması gibidir.
«Hükümleri
vasiyetin hükmü gibidir». Yani terikenin üçtebirinden
verilmesi itibarı ile vasiyet gibidir.
Hakikaten
vasiyet değildir. Çünkü vasiyet
ölülüden sonra gerekli olur. Bu tasarruflar ise peşinen
yerine getirilir. Zeylaî.
«Araştırılsın». Araştırma sonucu şudur: Vakıf bahsinde geçen hüküm
buradaki hükme zıt değildir.
Çünkü borçları
malını kapsayan kimsenin malının üçtebiri olmaz. Rahmetî.
«Darpta vasiyet sahiplerine müzâhim olurlar». Yani
âzâd edilen köle muhâbât yapılan, hibe
edilen
ve mekfûlün
leh eğer üçtebir hepsine kâfi gelirse, onda diğer vasiyet sahipleri ile birlikte hesap
edilirler. Eğer kâfi gelmezse üçtebirde hisseleşirler. Taksimde
de üçte birden. herbirine düşecek
miktar kadarına itibar edilir. Benim anladığım
budur. T.
Ben derim ki: Allâme
İtkânî şöyle demiştir: Bunların diğer
vasiyet sahipleri ile birlikte üçtebir
ile
darb edilmelerinden murad, bunların yalnız malın üçtebirini
istihkak etmeleridir. Yoksa maksat
bunların
terikenin üçte birinde diğer vasiyet
sahipleri ile eşit olup, hisseleşmeleri
değildir. Çünkü
hastalıkta geçerli olan âzâd, üçtebirdeki, vasiyete takdim edilir.
Ölümünden
sonra kölesinin âzâd edilmesini vasiyet etmesi veya «kölem
ölümümden birgün yada
biray sonra
hürdür» demesi yukandakinin hilâfınadır. Çünkü bu diğer vasiyetler gibidir.
Özetle...
Benderim ki: Geçerli
olan muhâbât, yerine getirilen âzâd gibidir.
Nitekim musannıfın «vasiyetler
içtima ederse» sözünün izahında geçmişti. yakında da gelecektir.
«Azâdına icâzet verilirse ilh...» Yani üçtebir
kâfi gelmediği takdirde... İcâzet, vasiyet edenin
ölümünden evvel olsa bile, üçtebir kâfi
gelmediği takdirde köle çalışmaz. Nitekim vasiyetler
kitabının baş
tarafında Bezzâziye'den naklen takdim etmiştik.
«Zira onun
âzâdına vârislerin hakkı için mânî olmuyordu» Yani onun azâdının,
malın tamamından
geçerli olması için varislerin haklarından dolayı kölenin çalışması gerekirdi. Onların icâzetleri ile
de, çalışması sakıt
oldu. Burada evlâ olan şârihin. «Çünkü
çalışmak...» demesiydi. Düşün.
«Birine
muhâbât yapsa ve bin de köle âzâd etse
ilh...» Birincisinin sureti şudur: Kıymeti ikiyüz
dirhem olan
kölesini yüz dirheme satsa, sonra da yüz
dirhem kıymetindeki kölesini âzâd etse
ve bu
iki kölesinden başka malı olmasa o zaman
terikenin üçtebiri muhabâtâ sarfedilir. Azâd edilen köle
de kıymetinin
tamamını doldurana kadar çalışarak varislere öder.
Bunun aksinin
sureti de şudur: Yüz dirhem kıymetinde
olan kölesini âzad etse sonra da ikiyüz
dirhem
kıymetindeki kölesini muhabât yoluyla
yüz dirheme satsa o zaman yüz dirhem alan üçte
biri, ikisi arasında yarı yarıya taksim edilir. Bu durumda. âzâd etmiş olduğu kölenin
yarısı
müccânen âzâd edilir ve kıymetinin diğer yarısı kadar
da çalışır. Kendisine Muhâbât
yapılan da,
diğer köleyi yüz elli dirhem karşılığında alır. İbnu
Kemâl.
Bu konuda asıl
kaide şudur: Vasiyetlerden, terikenin üçte birini gecen bir vasiyet olmadığı
takdirde,
vasiyet sahiplerinden her biri vasiyetinin tamamını üçtebirden alır. Bir kısmı diğer kısmına takdim
edilmez. Ancak
hastalığında yapmış olduğu âzâd ile, ister
mutlak, isterse mukayyed olan ölümüne
bağlanan âzâd
ve hastalığındaki muhâbât diğer vasiyetlere
takdim olunurlar. Bu bahsin tamamı
Zeylaî'dedir.
İmameyn ise
her iki meselede de âzâdın daha evlâ olduğunu söylemişlerdir».
Yani gecen her iki
meselede de. Çünkü âzâda fesh iltihak etmez.
İmam'ın delili ise şudur: Muhâbât daha kuvvetlidir.
Zira o muavaza
akdinin zımnında meydana gelmektedir.
Şu kadar var ki, evvela âzâd ederse
azâddan da geri
dönme ihtimali olmadığı için muhâbâta müzâhim olur. İbnu Kemâl.
Zeylaî ve musannıfın Minah'taki; «İmameyn demişlerdir ki: her iki meselede
âzâd ile muhâbat
eşittirler» sözleri bir kalem hatasıdır. Doğrusu
buradaki ifadedir. Nitekim Şilbî de buna dikkat
çekmiştir.
«Şu yüz dirhem
ile...» Yani muayyen olan yüz dirhem
ile... Bununla kayıtlamasının sebebi,
o yüz
dirhemin bir
kısmının hetâkinin tasavvur
edilebilmesi içindir. Eğer «benim yerime yüz dirheme bir
köle âzâd edin» demiş olsa ve yüz dirhem de terikenin üçte birinden fazla olsa, metinde
de geçtiği
gibi o vasiyet yine
batıl olur.
«Çünkü ibadet
kölenin kıymetine göre değişir». Bu
gerekçe ile, köle âzâdı ile hac arasındaki
fark
açıklanmaz. Halbuki Zeytaî'nin sözü daha uygundur ki o da şudur: İmâm'ın delili: bu
vasiyetin,
malından yüz
dirhem ile alınacak olan kölenin âzâdının vasiyeti olmasıdır.
Yüz dirhemden
daha az bir kıymetteki bir kölenin âzâdının geçerli
olması vasiyet ettiğinin dışındaki
bir şeyin
geçerli olmasıdır.
Bu da caiz
değildir. Ama haccı vasiyet bunun aksinedir. Yani «benim yerime yüz
dirheme hac
yaptın» dese ve
o yüz dirhemden bir kısmı helâk olsa
diğer kısmı ile hac yaptırılır ve vâsiyeti batıl
olmaz. Çünkü
haccı vasiyet yalnız Allah'ın hakkı olan bir ibadettir ve
hak sahibi değişmemiştir.
Demekki bu
vasiyet, bir kişiye yüz dirhem vasiyet edip bunun bazısının helâk olması
halinde geri
kalanın musâ lehe verilmesi gibi olur.
M E T i N
Vârislerinin kendi ölümünden
sonra kölesini âzâd etmelerini vasiyet, ölümünden
sonra kölenin bir
cinayet işleyip de, cinayet karşılığı olarak verildiği takdirde bâtıl olur. Bu, ölümünden sonra âzad
edilmesini
vasiyet ettiği kölenin borcunu ödemek için
satıldığı takdirde batıl olmasına benzer.
Eğer vârisler
kölenin cinayetine karşılık fidye
verseler. vasiyet batıl olmaz. Verdikleri fidye de kendi
mallarından
gider. Çünkü onu ödemeyi kendilerine
vacip kılmışlardır.
Birisi malımın üçtebirini (meselâ) Bekir'e vasiyet etse ve geriye tereke olarak bir köle bıraksa, varis
ve Bekir'den
her biride ölen mûsînin bu köleyi
âzâd etmiş olduğunu iddia etse, Bekir kölenin
azâdının malın
tamamından geçerli olması için, kölenin mûsînin
sıhhatinde âzâd edildiğini iddia
etse, vâris de
kölenin âzâdının terikenin üçtebirinden geçerli olması
ve terikeden Bekir'ln önüne
geçmek için mûsinin köleyi hastalığında âzâd ettiğini iddia etse söz yemini ile birlikte vârisindir.
Çünkü o
Bekir'in mirastan istihkakını inkar etmektedir.
Zeyd için de birşey yoktur. Metnin ve şerhin nüshalarında aynen
bu şekildedir.
Bon derim ki: Doğrusu «Bekr için» demesiydi. Çünkü yukarda
zikredilen Bekir'in İşin aslı
şudur:
fakihler Zeyd
ile misal vermişlerdir. Musannıf ise
önce değiştirerek «Bekr»
demiş ikinci kez ise
bunu unutarak
Zeyd demiştir. Allah en iyisini
bilendir.
Ancak kişinin malının üçtebirinden kölenin kıymetinden fazla bir şey
kalırsa veya Zeyd'in iddiasının
sıhhatine dair
bir delil kaim olursa o zaman arta kalan Zeyd'e verilir. Çünkü musâ leh olan Zeyd
hasım olup hakkını
ispât etmektedir. Köle de aynı şekildedir.
Bir kişi, ölen birisinden alacağı olduğunu, ve kölesi de
sıhhatli iken kendisini âzâd ettiğini iddia
etse ve ölen
kişinin köleden başka malı olmasa,
varis de her ikisini tasdik etse o zaman köle
kıymetini
dolduracak kadar çalışır ve kazandığı olacaklıya verilir.
İmameyn ise
kölenin âzâd edileceğini ve hiçbirşey
için çalışmayacağını söylemişlerdir.
Bu ihtilafa
göre: bir kişi ölse ve geriye
varis olarak bir erkek evlat ve
bir dirhem bıraksa ve bir kişi
ölenden bin
dirhem alacağı olduğunu iddia etse, başka
biriside ölenin yanına bin dirhemini
vedia
olarak bıraktığını iddia etse. oğlu da her ikisini
tasdik etse, İmam'a göre bin dirhem bu iki kişi
arasında yarı
yarıya taksim edilir. İmameyn
ise vedianın daha kuvvetIi olduğunu söylemişlerdir.
Ben derim ki, Hidâye'de
bunun aksi söylenerek denilmiştir ki: İmam'a göre vedia daha kuvvetlidir.
İmameyn'e göre
ise borç ve vedia eşittir. Esah olan
bizim zikrettiğimizdir.. Nitekim Kâfi'de
de
böyledir. Bu meselenin tamamı Şurunbulâliye'dedir.
Hıfzedilsin.
İ Z A H
«Fidye verseler ilh...» Cinayet karşılığında ne köle ne de fidye verilmese ve
vasi de o köleyi âzâd
etse, eğer kölenin cinayet işlediğini bilerek âzâd
etmişse, cinayetin
diyetinin tamamını vermesi
gerekir. Aksi
halde kölenin kıymetini verir ve terekeden birşey alamaz.
Çünkü ona cinayet
işlememiş olan bir köleyi âzâd etmesi vasiyet
edilmişti. O da bu vasiyete muhalefef etmiştir.
Sâihânî.
«Malının
üçtebirini vasiyet
etse ilh...» Bunun manası şudur: Birisi, öldüğünde bir köle, mal ve bir
varis bıraksa
ve kölenin kıymeti malının üçte biri
kadar olsa... Kâdıhan buna sarahaten ifade
etmiştir.
Mirac.
«Malın
tamamından geçerli olması için ilh...» Bekir sanki, «azad vasiyet
olarak vâki olmamıştır ve
köle dışında bana malın üçtebiri ile yapılan vasiyet
sahihtir» demektedir.
«Bekir'in
önüne geçmek için ilh...» Çünkü âzâd,
kişinin hastalığında olduğu takdirde
vasiyet olarak
vakı olur.
Kölenin kıymeti de malın üçte biridir.
Bu durumda musâ lehe hiçbirşey
kalmamıştır.
Çünkü âzâd
vasiyet, imamların ittifakı ile vasiyetten daha öncedir.
Mirac.
«Zeyd için de
birşey yoktur». Çünkü, âzâdın vasiyete
takdim edildiğini biliyorsun.
Musannıfın daha
evvel geçen «Vasiyet sahiplerine müzahim olurlar»
sözüne gelince bundan nekastedildiğini de
biliyorsun.
Anla.
«Ancak kişinin
malının üçte birinden kölenin kıymetinden
fazla bir şey katırsa ilh...» Yani
malın
üçtebiri
kölenin kıymetinden fazla olursa
Zeyd'e yapılan vasîyet kölenin kıymetinden artan miktarda
geçerli olur. Minah.
«Çünkü musâ
leh hasımdır ilh...» Bu söz müşkil görülen bir noktanın cevabıdır
ki o müşkil şudur:
İmam'a göre; beyyineyi ikâme etmek
için kölenin âzâdını iddia etmek şarttır.
Hasım olmadan
beyyine ikâme nasıl sahih olur?
Musannıf bu ikâmeye cevap vermek için şöyle dedi: Musâ leh
hakkını ispat etmek hususunda hasımdır, .çünkü
kölenin hür olduğuna dair beyyine ikâme
etmeye
mecburdur ki
terikenin üçtebiri başka birinin hakkı ile meşgul olmaktan kurtulsun. Mirac.
«Köle de aynı
şekilde.» Yani o da hasımdır. Çünkü âzâd onun hakkıdır.
Ben derim ki: Kölenin hasım olmasından murad, onun bu mesele
haricinde hasım olmasıdır. Çünkü
varis burada
onun âzâdını ikrar etmektedir. Yahutta köle kıymeti terikenin üçte
birinden fazla
olduğu
takdirde, mûsinin sıhhatinde azâd
ettiğini ispat etmek konusunda hasımdır.
«İmameyn ise
kölenin hiçbirşey için çalışmayacağını
söylemişlerdir.» Çünkü borç ile
sıhhatindeki
âzâd vârisin
tek bir sözündeki tasdiki ile beraberce zahir oldular, öyle ise sanki
her ikisi beraber
vâki olmuş
gibidir. Sıhhat halindeki âzâd da musinin borcu olsa bile çalışmayı
gerektirmez.
İmam'ın delili ise şudur: Borcu ikrar, âzâdı
ikrârdan daha evlâdır. Bundan dolayı
da hastalığında
borcu ikrar etmiş olsa malının tamamından verilir.
Hasfa iken âzâdı ikrar
etse, üçtebirden sayılır. Daha
kuvvetli olan zayıf olanı defeder. Ancak daha
zayıf olanın, vukuundan sonra bâtıl olması muhtemel değildir. O zaman kölenin çalışmasını gerekli
görmekle. köle mana itibariyle âzâd edilir İbnu Kemâl.
«Bu ihtilafa
göre ilh...» Hidâye'de de aynen böyle tabir edilmiştir. Hidâye sahibinin gelecek
olan
ihtilafı
takrir ettiği üzere bu şekilde tabir etmek zâhirdir. Şârîh ise
Hidâye sahibine uymayarak onun
aksini
söylemiştir. O zaman buradaki ihtilaf gelecek
meseledeki ihtilafın aksinedir. Buna göre
Şârihe düşen, meseleyi. «ihtilaf» kelimesini zikretmeden,
zikretmesi idi. Anla.
«Yarı yarıya ilh...» Çünkü vedia ancak borç ile
ortaya çıkmıştır. O zaman ikisi de eşit olurlar. Zeylaî.
«İmameyn ise
vedianın daha kuvvetli olduğunu
söylemişlerdir». Çünkü vedia belirli
olan binin
aynında sabittir. Borç ise evvela borçlunun zimmetinde sabit olur,
sonra ayna intikal eder. O zaman
vedia borçtan
daha evveldir, ve vedia sahibi daha çok hak
sahibidir. Zeylaî.
«Esah olan bizim zikrettiğimizdir». Bütün kitaplarda zikredilen de budur. İnaye.
AKRABAYA
VE BAŞKALARINA VÂSİYET
M E T i N
Kişinin
komşusu, kendisine (evine) bitişik olandır. Sahibeyn: «Mahallesinde oturan ve aynı mahalle
mescidinde namaz kılanlardır.» derler. Bu,
istihsâna göredir. İmam Şâfiî; konusunun, kendisine her
yönden kırk
hane mesafede olanlar, olduğunu söyler.
İ Z A H
Bu konu
kişinin; ailesinden, kayın pederi tarafından ve damarlardan kendisine akraba olanlara
vasiyetten bahseder. Müellifin bunu sonraya bırakmasının sebebi; vasiyyetin Özel hükümlerinden
oluşudur. Daha
önceki konularda ise genel manâdaki hükümleri
geçmişti. Her zaman, özel olan
genel olanın
peşinden gelir. Minah.
«Komşusu,
kendisine bitişik olandır...» Akraba ve komşulardan her birisi için, önem verilmesi
gereken hususiyetler
olduğu için her birinin önemine bir yönden
dikkat çekmiştir. Başlıkta akrabayı
önce zikretmiş, burada ise komşuyu öne almıştır. Sa'diyye.
«Bu istihsana
göredir...» Sahih olan. İmâmı Azâm'ın görüşüdür.
Dürrül-Mülteka'da buna işaret
edilmiştir.
Allâme Kâsım ise bunu açıkça belirtmiştir. Hidaye'de denildiğine göre; İmamı Azâm'ın
görüşü
kıyastır. Bu mesele kıyasın istihsâna tercih edildiği yerlerdendir.
BİR UYARI:
Komşulukta: mal
sahibi lle kiracı, erkek ve
kadın. müslüman ve zimmî büyük ve küçük
eşittir. İmam
Azâm'a göre
buna köle de girer, Sahibeyne göre ise köleye yapılan vasiyyet efendisine yapılmış
sayılır. Köle
komşu değildir. Mükâtep ise, böyle
değildir. Kocasına tabî olduğu için,
kocası olan
kadın komşu kavramına girmez. O gerçek manâda
komşu sayılmaz. Makdisi.
Yukarıdaki mal
sahibinden maksat; mal
sahibi evde oturduğu takdirde söz konusudur.
Ebus-Suûd.
M E T İ N
Kişinin sıhrî
(evlilikten dolayı olan akrabaları)
hanımı nikahı altında iken veya
racî talaktan dolayı
iddeti içinde
iken ölmesi şartıyla, hanımından dolayı
olan zî rahimi mahremleridir. (kendileri ile
evlenemiyeceği akrabaları)
Hanımlarının babaları, amcaları,
dayıları, kız kardeşleri v.s. Şayet
koca
karısını bâin talakla boşamışsa, kendisine varis olsa bile hanımın yakınları
kocanın akrabası
sayılmaz.
Bu bölüm
arapçada farklı manalarda kullanılan sıhr ve haten kelimelerinin
izahından bahseder.
Bizde kayın,
damat, enişte, kayın peder gibi tabirler açıktır. Bunlara vasiyette bir
karışıklık söz
konusu olmaz.
(Mütercih)
Hulvânî: «Bu
onların örfüne göredir. Ama bizim zamanımızda sıhriyet (evlilikten
dolayı olan
akrabalık) sadece hanımın
anne babasıdır». demiştir. İnâye ve başkaları Kuhistâni
de bunu ikrar
etmiştir.
Ben derim ki: «Fakat Bürhân ve başka eserlerde,
sadece önceki görüşe yer verilmiştir.
Şurunbulâlî
de onu ikrar etmiş. Sonrada Aynîden:
«Hidâye ve daha başkalarının Rasûlüllah
(s.a.v.) Safiyye binti Harisle evlenince... -doğrusu..
Cûveyriyedir-
sözlerini...» nakletmiştir.
Bu faide iyi
zaptedilsin.
i Z A H
«Kişinin sıhrı
(evlilikten dolayı olan akrabaları)... hanımının yakın akrabası
olan mahremleridir.» Şu
rivâyet buna delâlet etmektedir: «Rasûlüllah
(s.a.v.) Safiyye ile evlenince, kendisine ikram olsun
diye onun mahremi olan yakın akrabalarından Mâlik olduğu kölelerin hepsini
azât etti.»
Bunlara; Hz. Peygamberin
kayınları derlerdi. Bu tefsir;
Muhammed ve Ebû Ubeyd'in tercıh ettikleri
tefsirdir.
Kişinin; babasının hanımı, oğlunun hanımı ve mahremlerinin hanımlarının mahremleri olan
yakın akrabalarında aynı hükmün içine girerler. Çünkü bunların hepsi sıhriyet yönüyle olan
akrabalardır. Hidâye.
İmam
Muhammed'in sözü, lügatta huccettir.
Ebû Ubeyd; Halil'in : «hanımın ailesine ancak
sıhr
(kayın) denilir.» sözü ile desteklemekle birlikte, Garibü'l-Hadis adındaki
eserinde İmam
Muhammed'in
sözü ile istişhad etmiştir. Bezdevî'nin ziyadât şerhinde: «Bazan
sıhr (kayın) sözü
damatlar için kullanılır, ama gâlip olan,
Muhammed'in dediğidir.» denilmektedir. İtkânî. Özetle.
Meselenin tamamı Şurunbulâliyye'de vardır.
«Ve kız kardeşleri...»
Gördüğüm nüshalarda bu şekildedir.
Ama doğrusu «erkek kardeşleri»
(manasına olan
ıhve) olmasıdır.
«Kendisine
vâris olsa bile...» Hanımını hastalığında bâin tatâkla boşar (ve
ölür)se. Çünkü rac'î talak
nikah bağını
koparmaz. Baîn talâk ise koparır.
Zeylai.
«İnâye..»
Evet, ileride geleceği üzere Zeylaî
zikretmiştir ama ben bunu inâye'de
bulamadım.
«Ben derim ki; Bûrhân ve...» Ben derim ki: Bu meselede
örfe itibar edilmelidir. Nitekim
Câmiu'I-Fusûleyn de: «Halk arasındaki
mutlak söz örf halinde kullanılana hamledilir»
denilmektedir.
Hattâ eğer
halk arasında bunların tümünün aksi bir şey
bilmiyorsa o müteberdir. Meselâ
Şamlılar
«Sıhr» sözünü
sadece damat hakkında kullanırlar ve
bundan başka bir manâ anlamazlar. Daha
önce geçtiği
gibi bu manâda, lugavî'dir. Ama Bûrhan
ve diğer kitaplardaki ibare,
mezhep sahibinin
söylediğini nakildir. Bu, örfün nazari itibara
alınmayacağını göstermez. Benim
anladığım bu. Düşün.
«Sonra da Aynî'den... nakletmiştir;» Yâni
Şurunbulâlîye Aynî'nin Hidâye şerhinden, az önce
naklettiğimiz
ibarenin yanında zikretmiştir.
«Doğrusu Cüveyriye'dir.»
Ebû Dâvûd Hz.Âişe (radiyallahü
anhâ)'dan şöyle dediğini tahriç etmiştir:
«Haris b.
Mustalık'ın kızı Cüveyriye
Sâbit b. Kays b. şimâz ve amcasının
oğlunun hissesine düştü.
Sonra Cüveyriye
kendisi için mükâtebe yaptı.
(Anlaştıkları miktarda bir mal ödeyip
hür olması için
anlaşma
yaptı.)»
Ahmet b.
Hanbel, Bezzar ve ibn Râhûye'nin müsnedlerinde de şu rivâyet
vardır: Sahibi onunla
(Cüveyriye ile) dokuz okka altın karşılığında
mükâtebe yaptı. Kadın, mükâtebe
konusunu sormak
üzere Hz.
Peygamber (s.a.v.)'ın yanına girdi
ve: «Yâ Rasülullah, ben müslüman bir kadınım.
Allah'tan başka ilâh olmadığına ve senin Allah'ın
Rasulü olduğuna şahitlik ederim. Ben, kavminin
efendisi olan
Haris'in kızı Cüveyriyeyim.
Benim başıma bildiğin şeyler geldi ve
sabit b. Kaysın
hissesine düştüm. Kays benimle, ödeyemeyeceğim miktarda bir mal karşılığında
mükâtebe yaptı.
Gerçi beni buna
zorlamadı ama benim sende ümîdim var -Allahın
salâtı üzerine olsun- Yani benim
kurtarılmamı kastediyorum» dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.):
«Bundan daha hayırlısını istermisin?» dedi.
Cüveyriye
:
- «O nedir?» Rasülullah (s.a.v.)
- Senin
anlaştığın bedeli ödeyip seninle
evleneyim.»
Cüveyriye:
- Evet ya Rasülullah!
Hz. Peygamber:
- Öyleyse yaptım,
buyurdu ve onun mükatebeden olan
borcunu ödeyip onunla evlendi. Haber halk
arasında yayıldı. Bunun üzerine: «Hz. Peygamber'in kayınları (hanımı tarafından olan akrabaları)
köle olarak duruyorlar»
deyip, ellerindeki benî Mustalık esirlerinden yüz aileyi azad ettiler. Hz. Aişe:
«Kavmine
karşı, Cüveyriye'den daha bereketli bir kadın
görmedim» demiştir.
Şu'runbulâlîyye'de şöyle denilmektedir:
«Bildin ki esirler taksim
edilmişti. Azad edenler de Hz.
Peygamber değil sahâbilerdi. Bu hadise
ile
«sıhr» kişinin hanımının mahremi olan yakın akrabaları
olduklarına istidtâlı düşünmek lazım. Çünkü
sen hadiseden böyle
öğrendin.»
M E T i N
Kişinin hateni
(damat veya eniştesi) onun mahremi olan tüm kadınların kocalarıdır.
Kızlarının ve
halalarının kocaları buna örnektir. Onların
kocalarının mahremleri de damat sayılır. Denildiki, bu
müellifin memleketinin
örfüne göredir. Bizim örfümüze göre ise Sıhr: hanımın anne
babası, haten
(damat) da
sadece mahremi olan kadının kocasıdır.
Zeylaî ve başkalar.
Kuhistânî ;
«Bizim memleketimizde Sıhr'ın kayın pedere, haten'in (damadın) de kızın
kocasına
tahsis edilmesi gerekir.
Çünkü bu meşhurdur» sözlerinide ilâve etmiştir.
Kişinin ehli
(aliesi); hanımıdır. Sahibeyn'e göre; kişinin ailesi, evinde olup nafakasını karşıladığı
-kilelerinin
dışındaki- kişilerdir. Sahibeynin görüşü istihsandır. Tekmile
şerhi. İbnu Kemâl bunun
nass ile teyid
edilmiş olduğunu söyler. Allah (c.c.)
«Biz onu ve hanımı hariç ailesini kurtardık»
buyurmuştur.
Ben derim ki: Bunun cevabı mufassal eserlerdedir.
İ Z A H
«Onların kocalarının yakın akrabaları öyledir.»
Yani, Minah ve başka kitaplarda belirtildiğine göre
mahremleri. İmam Muhammed İmlâda şöyle demiştir: «Bir kimse;
hatenlerime (damatlarıma)
malımın üçte
birisini vasiyet ettim dese; onun
hatenleri mahremi olan bütün kadınların kocaları
ve
kocanın mahremi olanlardır. işte hatenler bunlardır.
Şayet kendisinin kız kardeşi, kız kardeşinin kızı
ve teyzesi ve bunların her birinin kocaları
olsa, bu kocalarında mahremleri bulunsa bunlar da onun
«hatenleri»dir. Vasiyet ettiği malının üçte biri bunlar arasında
eşit olarak paylaştırılır. Bu
konuda
erkekle kadın eşittir.
Kocanın anası, nenesi ve diğerleri de eşittir..» İtkânî.
Bu meselede de, Tûrî'nin naklettiğine göre; vasiyet eden (mûsi) öldüğü zaman, mahremleri ile
kocaları arasındaki
evliliğin mevcut olması gerekir.
«Bizim
örfümüzde «sıhr» hanımın anne babası...» Bu, geçenle birikte bir
tekrardır.
«Kölelerinin
dışındaki...» Yâni ve varisi olmayan
Şurunbulâliyye ve İtkanî.
Çünkü varis
olan akrabaya vasiyyet yapılamaz.
(Mütercim).
«Bunun cevabı
mufassal eseflerdedir.» O cevap şudur: «Ehl» kelimesi hanım için hakikattir. Nass
ve örf buna
delâlet eder. Allah (c.c.) «Ehlini (hanımını) götürdü» ve «ehline (ailesine) bekleyiniz
dedi»
buyurmuştur. Arapların; «falan memlekette ehil edildi»
sözleri de bu kabildendir. Mutlak
ifade; kulanıldığı gerçek manaya sarfedilir. Zeylai. Bu, sahibeynin istidlal ettikleri şeyin
istisna
karinesi ile mutlak olmayan (mukayyed) yaş
olduğuna işaret ediyor. Şârih'in meyli
de, kıyasda olsa
İmamı Azâm'ın
görüşünü tercihedir. Onun için, Durru'l-Mültekâ
da; «ama metinler imamın kavline
göredir»
demiştir. Musannıf da bu görüşü öne almıştır. Bu da hıfzedilsin.
Bu, kadın
kitâbî olduğu ve varisleri
icâzet verdlklerl zamandır.
Ebu's-Suud'da
Hamevî'den naklen : «kadın, ehline vasiyet ettiği zaman, sadece kocamı anlaşılır?
hükme bakılır» demiştir.
Ben derim ki; «hayır, çünkü bu hakîkat de, örfde değildir.»
M E T i N
Kişinin âli: ailesi
ve kendisine nisbet edildiği
kabilesidir. Buna göre, müslüman olan en son
dedesine kadar, babası tarafından kendine nisbet
edildiği herkes bu tabirin içine girer. Ancak son
(en uzak) baba (dede) hariçtir.
Çünkü o, ona izâfe edilir Kuhistânî. Kirmânî'den naklen.
«Çünkü o ona
muzâftır... Yani ona mensuptur. Bundan
maksat, ıstılâhî izafet değildir. Dolayısıyle
bir itiraz
varid olamaz. T. Bu durumda bir kimse: «Alime
vasiyet ettim» dese en üstteki dede buna
girmez. Çünkü
al den maksat en üstteki dedeye nisbette kendisine ortak olanlardır.
Alî'in yakını
uzağı, erkeği kadını, müslümanı kâfiri ve küçüğü büyüğü eşittir. Şayet, -ihtiyarda
denildiği
gibi- sayılmayacak kadar çok olsalar, bu sözün içersine
zenginler ve fakirlerden girerler.
Şerhu'l Tekmile'de belirtildiğine göre; eğer varis
olmuyorlarsa, kişinin babası, dedesi oğlu ve
hanımı da âlî (ailesi) dirler. Kızların çocukları, kızkardeşlerin çocukları ve annesi
tarafında olan
hiçbir akrabası bu sözün şumûlüne girmez. Çünkü çocuk annesine değil. babasına
nisbet edilir.
i Z A H
«Kabilesidir...» Bu, aile sözüne atfı tefsir (izah
için yapılmış bir atıf) dır. Hidâye'deki: «Çünkü âl
kişinin, kendisine nisbet edildiği kabilesidir»
sözü buna delâlet etmektedir.
«Kendine
nisbet edildiği...» Yani nesebine nisbet edildiği. Nesebine sözü
hazfedilmiştir. Bundan
maksat şudur: Nisbette kendisine ortak olan ve kendisi
ile birlikte en üst dedede de olsa
babalardan
birisinde birleşenler onun âlidir. (Amcalar, babalarının amcaları,
dedelerinin amcaları...
ve bunların
çocukları...) Benim anladığım bu, Bunu
tevzih edecek şeyler gelecektir. Yoksa
mûsî
(vasiyyet
eden) in kabilesi kendisine, ancak
kabilenin babası olduğu zaman nisbet edilir.
İsaf'ta aynen
şu ibareyi gördüm : «Adamın ehli
beyti (ailesi) âli ve cinsi aynıdır. O, babaları kanalıyla
İslâm
dönemindeki ilk babaya birlikte nisbet edildikleri (soyları bir olan) kişilerdir. İslâm
dönemindeki ilk
baba; müslüman olsa da olmasa da
İslam dönemini idrak eden babadır. Kendisiyle
birlikte bu
babaya nisbet edilen erkek, kadın ve çocuk herkes onun ehli beytidir». Açıktır
ki.
buradakl «kendisiyle birlikte nisbet edilen» İfâdesi musannıfın «kendisine
nisbet edilen» sözünden
daha iyidir.
«Çünkü o, ona
izafe edilir.» Yani vaziyyet
muzafa (tamlanan)dır, muzafın ileyhe
(tamlayana) değil.
(Yani bir
kimse: Ali Hasen Hasanın âline
şu malımı vasiyet ettim, dese Hasan
değil, Hasanın âli alır.)
Kâfî'den naklen Zeylaî.
Tahtâvî şöyle der:
«Bunda işaret ediliyorki; o (vasiyetin muzafa ait oluşu) ancak meselâ «Abbas
oğullarına âli
Abbas'a vasiyet ettim» dediğinde kendisini gösterir.
Ama «âlîme veya Zeyd'in âli'ne
vasiyet ettim» dese, o da en büyük baba değilse bu kaydın geçerliliği olmaz. Şayet:
«En büyük babaya onun ehlibeyti denilmez» diyerek gerekçe gösterseydi daha iyi olurdu.
Ben derim ki: Hidaye'nin ibaresi: «Falanın âline vasiyet etse...» şeklindedir.
«Şayet sayılmayacak kadar çok olsalar...»
ihtiyâr'daki ifade, «sayılmıyor olsalar (çok olsalar) bile..»
şeklindedir.
«Hanımı...» Yani babasının sülâlesinden değilse.
Sâlhânî.
«Kızlarının çocukları...
bu sözün şumülüne girmezler.» Yani bu çocukların babaları, vasiyet edenin
sülâlesinden değilseler. Sâihâni.
METİN
Kişinin cinsi,
babasının ehli beyti
(ailesi) dir. Çünkü insan annesi ile değil babası ile cinslenir. Aynı
şekilde ehli beyti
ve ehli nesebi de, âli ve cinsi gibidir. Yani hükümleri aynıdır.
İZAH
«Çünkü İnsan,
babası ile cinslenir.» Yâni «ben,
falan adamın cinsindenim» der. Gâyetü'l-Beyân'da :
«Çünkü cins,
nesebten ibarettir. Neseb de babayadır» denilmektedir.T.
«Âli ve cinsi gibidir.» Bu, «aynı şekilde» sözündeki ismi işaretin
merciini beyan içindir. Yâni, ehli
beyti ve ehli nesebi âli ve cinsi gibidir. Hepsinden maksat. annesinin değil, babasının
kavmidir.
Onlar da, kendisine nisbet edildiği sülâlesidir.
Fetâvayı Hindîye
de şöyle denilmektedir: «Bir kimse kendi ehli beyti (ailesi) için vasiyette
bulunsa.
buna islâm
dönemindeki ilk babanın, kendisi ile birlikte kendilerini
topladığı kişiler girer. Buna göre
eğer mûsî
(vasiyet eden) Hz. Ali veya Hz.
Abbas'ın soyundan olsa vasiyetinin
içerisine, Hz. Ali veya
Hz. Abbas'a baba cihetinden nisbet edilen
herkes girer. Anne cihetinden nisbet
edilenler ise
girmezler. Hasebi veya
nesebi için yaptığı vasiyetler de aynıdır. Çünkü bu, anneye değil babaya
nisbet edilen
şeyden
ibarettir. Aynı şekilde, falanın cinsi için vasiyette
bulunsa, babanın oğulları
vasiyeti alırlar. Lahme (akrabalık) de
cinsten ibârettir. Falan'ın âline yapılan vasiyette, onun ehli
beytine vasiyyet demektir.» Özetle.
M E T İ N
Bir kadın, kendi cinsine veya ehli beytine vasiyette
bulunsa, kendi çocukları vasiyete
dahil
değildirler.
Çünkü kadının çocukları kendisine değil, babaya nisbet edilirler.
Ancak, oğlunun babası
(kocası) kadının babasının sülâlesinden olursa o zaman
vasiyete dahildir. Çünkü bu durumda oğul
kadının cinsindendir. Dürer, Kâfi ve başkaları. Ben derimki; «Bundan anlaşılan; sadece
anne
tarafından
olan şeref müteber değildir.» İbn Nüceym'in fetvâsının sonlarında böyle denilmektedir.
Üstâdımız
Remlî bununla fetvâ vermiştir. Ama bu (annenin şerefi) genelde
bir meziyettir.
İ Z A H
«Bundan
anlaşılanm... ilh...» Hindiye'nin
Bedâî'den naklettiği şu sözlerde bunu teyîd etmektedir:
«Sâbit olduki; haseb ve nesep anne ile değil, sâdece baba iledir.» Annesi şeriflerden olan kişiye
zekât vermek
haram olmaz, Haşimi bir hanıma denk olamaz ve eşraf için yapılmış olan vakfda vakfa
müştehak olmaz.
T.
«Üstâdımız
Remlî bununla fetvâ vermiştir.» Fetâvâsının nesebin sübûtu bahsinde söylediklerinin
özeti şudur:
«Annesi şerefli olan için bir mikdar şerifliğin olduğunda şüphe yok. Aynı
şekilde onun
çocukları ve
ilâ nihâye torunları için de bir
şeriflik söz konusudur. Ama nesebin
aslı babalarladır.
Kendisine,
Câferi Tayyar'ın oğlu Abdullah'ın
hanımı olan Fâtımatü'z-Zehrâ'nın kızı Zeyneb'in
çocuklarının
durumu soruldu. Onların şüpheye meydan vermeyecek
şekildi eşraftan oldukları
cevabını
verdi. Çünkü şerif, ister Alı, ister Cafer ister Abbas'a mensup olsun ehli beytten
olan
herkestir.
Ancak bunların şerifliği Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e nisbetlik şerefi değil. sadaka
almanın
haramlığı şerefidir.
Alimler, kızlarının çocuklarının kendisine nisbet edilmesinin
Hz. Peygamberin
husûsiyetlerinden olduğunu söylemişlerdir. Husûsuyet de üst tabakaya aittir. Hz. Fâtımâ'nın dört
çocuğu; Hasan, Hüseyin, Ümmû Gülsün ve Zeynep Hz. Peygamber'e nisbet edilirken. Hasan ve
Hüseyinin çocukları o ikisine neticede de
Hz. Peygamber'e nisbet edilirler. Zeyneb ve Ümmü
Gülsümün
çocukları ise annelerine değil, babalarına nisbet
edilirler. Hz. Fatımaya ve babası Hz.
Peygamber
(s.a.v.)'e nisbet edilmezler. Çünkü
onlar kızının çocukları (torunlarının
çocukları) dırlar.
Dolayısıyle şeriatın «çocuğun nesebi annesine değil babasına tabidir»
kaidesi onlar hakkında
uygulanır. Sadece Hz. Fâtıma'nın çocukları,
haklarında hadis varid olması hususiyetlerinden dolayı
bu kaidenln
dışında kalmışlardır. Bu hususiyetde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in zürriyetine
mahsustur. Ama
aile için olan mutlak şeref hepsine şâmildir. Hz. Peygamber'e nisbet olan özel
şeref ise böyle
değildir.»
Bu ifâdelerin
aslı şâfîî mezhebi âlimlerinden İbn.
Hacer «Mekki'ye aittir.
Ben derim ki: Sadaka
almayı haram kılan, Hz. Peygamber'in sülalesinden olma şerefi,
babaları da
aynı sülâleden oldukları zaman söz
konusudur. Nitekim daha önce geçmişti.
Yukarıda
anılan hadisten maksat; Ebû Hüreyre, Ebû Nuaym
ve daha başkalarının tahric ettikleri şu
hadistir:
«Adem oğullarının hepsinin asabeleri
babalarına aittir. Fatıma'nın çocukları ise bundan
müstesnadır.
Çünkü ben onların babası ve asabesiyim.»
M E T İ N
Bir kimse; akrabalarına,
veya zî karâbetine (kendisine
akrabalığı olana) -Nüshaların ibâresi bu
şekildedir. Doğrusu; zevî karâbetine (kendisine akrabalığı olanlara) dır.-
veya erhâmına
(yakınlarına) ya da en sâbına (aynı
nesebten olduğu kişilere) vasiyette bulunsa bu vasiyet
kendisinin
mahremi olan yakın akrabalarının hepsine (zî rahımı mahremi olanlar) ve yakınlık
derecelerine göredir. Anne baba girmezler. -Babaya
yakın (akrabaî diyen, âsî dir.» denilmiştir-,
küfür veya kölelik
sebebiyle mirastan mahrum olsalar bile
çocukları -nitekim (peşindeki) varis
sözünün umumu
bunu ifade eder-, ve vâris bu vasiyete
dahil değildirler. Zâhiri rivâyete
göre; dede
ve oğulun
oğulu ise dahildir. Bir görüşe göre
ise dede ve oğulun oğlu da dahil
değildirler. İhtîyâr'da
bu tercih
edilmiştir.
Bu tabirler
bizim «akraba. dediğimiz kişilerdir.Ancak ifâdeleri farklıdır. Onun için
tabirleri aynen
almak zorunda
kaldık.(Mütercim)
Bu şekilde
yapılan bir vasiyet iki veya daha fazla akrabaya ait olur. Yani mirasda
olduğu gibi
vasiyette de cem'in (çoğulun) en aşağısı
ikidir.
İ Z A H
«Akrabalarına... vasiyet etse»
Mültekâ'da buna, (metindeki ekârib
kelimesine) «akrabası»
ve
«zevû'lerhamı»
sözleri de ilave edilmiştir.
«Nüshaların ibaresi
bu şekildedir...» Kenz, Ğurer
ve Islahta da böyledir.
«Doğrusu, zevî
karabetine.. dir.» Yani Mülteka'daki
gibi, ifâde çoğul (kendisine akrabalığı olanlara
manasını
verecek şekilde) dur. Çünkü bir kimse;
«zî karabetine: kendisine akrabalığı olana»
sözü
ile tekil bir ifade •kullanarak vasiyette bulunsa ve
kendisinin bir amcası iki de dayısı olsa, vasiyetin
tamamını amca alır. Çünkü kullandığı ifâde tekildir.
Bir kişi vasıyetin tamamını alır.
Zira o zaman
yakındır.
Zeylaî. Ğurerul efkâr'da :
«Bir kimse karabetine (yakınına) zî karabetine (yakınlık sahibi olana) veya
zî nesebine (kendisi ile
aynı nesebte olana) diyerek vasiyette
bulunsa bütün ulemaya göre, bir kişi vasiyetin
tümünü hak
eder» denilmektedir.
«... Ensâbına kendisi ile aynı nesebten olan kişilere)...»
Zeylai: «ensûb» kelimesinin, «neseb»
kelimesinin çoğulu olması sebebiyle bu ifadeye
itiraz etmiştir. Zeylaî'de : «Anne cihetinden
akrabası olanlar neseb sözcüğünün altına girmezler.
Peki, burada nasıl girsinler?!..» der. Şiblî buna
: «Ensab sözünden maksat. nisbetin hakikatıdır.
O da babadan olduğu gibi, anneden de sabittir.»
diyerek cevap
vermiştir.
Ben derim ki: «Geçtiği üzere âlimler. «kişinin ehli nesebi»nden baba cihetinden
olan nesebe itibâr
ettiler. Aralarında ne fark var ki?!..»
«Bu vasiyet zî rahimi mahremi olan akrabalarına ve yakınlık
derecelerine göredir.» Meselenin
özü
şudur :İmam Ebû Hanife bu konuda beş şarta itibar etmiştir. Bunlar vasiyet
edilen malı alabilecek
olan kişi:
1 - Zû rahimi
mahremi (mahremi olan yakın
akrabası) olacaktır.
2 - iki veya daha fazla olacaklardır.
3 - Baba ve
oğuldan başkası olacaktır,
4 - Varis olmayanlardan olacaktır,
5 - Vasiyet
eden şahsa akrabalık derecesi
önde olanlardan olacaktır.
Sahibeyne
göre; islâm'daki ilk babasında birleştikleri bütün akrabaları
vasiyet hak ederler.
Sahibeyn İmamı
Azâm'a,mahremiyet
ve yakınlık şartında muhalefet ettiler.
Onlara göre, mahremiyet
olmasa bile akrabalık
yeterlidir, akrabalarda da yakın ile
uzak eşittir. İmamlann hepsi, vasiyete
müstehak olanların
iki veya daha fazla kişi olacağı şartında
müttefiktirler. Çünkü mûsî (vasiyet
eden)nin
ifâdesi çoğuldur. İkiside çoğul gibidir. Yine bütün Hanefî imamları vasiyeti
alacak olanın;
varis. baba ve
oğul olmaması gerektiğinde hem fikirdirler. İtkânî, Muhteleften özetle. Zeylai ise
şöyle der:
«Ebû Yusuf ve Muhammede göre: Hür, köle,
müslüman, kâfir, büyük küçük, erkek ve
kadın eşittir.
Ebû Hanife'ye göre ise vasiyet ancak
iki veya daha fazla kişi içindir.»
Bu ifâdenin
benzerini Sa'diyye sahibide Kâfî'den nakletmiş ve
şunları ilave etmiştir: «Bu, kişinin üç
ümmüveledine
(kendilerinden çocuğu dünyaya
gelen câriyeleri), fakirlere ve
mıskinlere vasiyette
bulunması
konusundaki İmam Muhammed'in görüşüne aykırıdır. Çünkü Muhammed orada
çoğula
itibar etmiş,
burada ise etmemiştir.»
Ben derim ki: «Önceki
rivâyete göre muhalefet söz konusu değildir. Sanki bu ikisi, iki ayrı rivâyet
gibidir.
Düşün. Sonra ben, Hakâik ve
Kuhistânî'de iki kavil gördüm. Bu ve
İmam'ın görüşü. Kudûrû
ve
Dürrü'l-Mültekâ'nın tashihinde belirtildiğine
göre İmamın görüşü sahihtir.
TENBİH :
Gureru'l-Efkâr
ve Şerhu'l-Mecma da. Hakâik'ten naklen şöyle denilmektedir: «Bu tabirlere. elekrabû
fe'l-ekrab
(yakınlık derecesine göre) ifadesi ilâve edilse idi ittifakla, bunların
çoğul oluşlarına itibâr
edilmezdi.
Çünkü, ekrab: (yakın) sözü ferd (tek)
ismidir. öncekini tefsir için söylenmiştir. Mahrem
olanda olmayan
da bu tâbirin altına girer ama yakın
akraba daha uzağına takdim edilir. Çünkü bu
durumda
mûsî'nin şartı sarihtir.» Bu sözler. İhtiyar ve Şurunbulâliyye'de de
nakledilmiştir.
Ben derim ki: «Bu 1230
senesinde; akrabalarına, yakınlıklarına göre (daha yakın
olana) vasiyette
bulunan kişi
hakkında çıkan bir fetvâdır. Bu vasiyete
mahremi olmayanların da gireceğine
fetvâ
verilmiştir.
Nitekim o fetva bu naklin şarih
ifadesidir.
«... Denilmiştir.» Mi'rac'ta şöyle denilmektedir: Bir hadiste «Babasına karîb
(yakın) diyen ona isyan
etmiştir»
buyurulmaktadır. Allah (c.c.) «Anababaya
ve akrabaya vasiyet...» âyeti kerimesinde
akrabayı ana
baba üzerine atfetmiştir. Bir şey
hakikaten kendisinden başka olan bir şeye atfedilir.
Halkın dilinde
«yakın (akraba)»,
birisine başka birisi vasıtasıyla
yakın olandır. Mebsut'ta böyle
denilmiştir.
T. Yanı ana baba ve oğul kişiye,
başkaları vasıtasıyla değil kendiliklerinden yakın
olurlar.
«Nitekim
(peşindeki) varis sözünün umumu bunu
ifade eder.» Yani onlar. mirastan mahrum da
olsalar, akrabaya
vasiyetin şumûlüne giremezler. Çünkü eğer
onların vasiyetin şumûlüne girmeme
illeti varis
olmaları olsaydı. ana baba ve çocuğun
bu meseledeki vasiyet müstehık olmadıklarını
açıkça söylemeye
ihtiyaç duyulmazdı. Çünkü «ve varis»
sözü ile onlar da bu hükmün dışında
kalırlardı. Zira varis sözü bunlara da şamildir. Bununla (varis sözü ile) yetinmeyip
de, ana baba ve
oğulu açıkça zikretmesinden, onların varis olsalar
da olmasalar da, akrabaya vasiyette
vasiyete
müstehık
olmadıklarını anlarız.
«Ve varis...»
Buna, «varise vasiyet yoktur»
hadisini gerekçe olarak göstermişlerdir. Bu ifadelerle
bundan
maksadın; kişinin kendi akrabalarına vasiyet etmesi
durumu olduğu, ama başkasının
vârisine vasiyet ettiğinde onların vasiyetin haricinde
tutulamayacakları tarzındaki sözlerin
doğruluğu
açığa çıkar.
«İhtiyâr da bu tercih edilmiştir.» Çünkü orada
sadece bir görüş verilmiş ve şu
söylenmiştir): «Lûgat
olarak yakın
(karîb); birisinebaşka birisi vasitasıyla yakın olan ve aralarında
cüziyet
bulunmayandır.» Ebu's-Suud, Allâme Kâsım'dan o da Bedâî'den bunun sahih olduğunu
nakletmiştir.
Sonra Ebu's-Suûd, Hamevî şerhinde kendi el yazısı ile; onların (dede ve torun)
akrabaya vasiyetin şumûlüne girdiklerini yazmıştır. O esahtır.
Ben derim ki: Mevâhibin metninin ibâresi; «Muhammed, dedeyi ve torunları vasiyetin şumûlüne
dahil
etmiştir. Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'tan
zahir olan da budur.» şeklindedir. Nine
de dede
hükmündedir.
«Bu şekildeki bir vasiyet iki veya daha fazla akrabaya ait olur.»Yani mûsî vasiyette
çoğul bir ifade
kullanmışsa. Ama
«yakınıma, yakınlık sahibime (zî karabetime)»
demişse böyle değildir. Nitekim
bunu daha önce
söylemiştik. Tahtavi ifade etti.
«Yani cem'in
(çoğulun)... en aşağısı ikidir.» Şayet, «Çünkü cem'in en en aşağısı üçtür» deseydi
daha açık olurdu.
M E T İN
Akrabasına vasiyette
bulunan kişinin, iki amcası ve iki dayısı olsa, mirasta olduğu gibi vasiyet
amcaları içindir. Ebû Yûsuf ve Muhammed amca ve dayıların
her birinin vasiyetin dörtte birini
alacaklarını söylerler. » Şayet mûsî'nin bir amcası ve iki dayısı olsa vasiyetin yarısını
amca, diğer
yarısını da dayıları
alır. Sahibeyne göre, üçün üçte
birerini alırlar. Eğer tek bir amcası olsa, o
vasiyetin yarısını
alır, diğer yarısı varislere iade edilir. Çünkü onda hak sahibi olan birisi yoktur.
Eğer bir amcası ve bir halası olsa, akrabalıkları eşit olduğu için, vasiyeti almada da eşittirler. Şayet
akrabaya vasiyette bulunanın mahremi yoksa
vasiyet batıl olur. Ebû Yusuf ve
Muhammed'e göre ise
batıl olmaz.
İ Z A H
«...Vasiyet
amcaları içindir.» Çünkü onların akrabalığı dayılardan daha yakındır. Zira onların
yakınlıkları baba yönündendir. İnsan da babasına nisbet edilir. Nitekim nikâhta velâyet dayıya değil
amcaya aittir.
Bununla amcaların hüküm bakımından
daha yakın oldukları sabit olmuştur.
İtkânî. Bu
hüküm. musînin
varisinin amcalardan başkaları olması durumundadır. Mesele
bundan sonraki
meselede de gelecektir.
«Ebû Yûsuf ve
Muhammed amca ve dayıların, dörtte birerini alacağını söylerler.» Çünkü daha önce
geçtiği üzere
onlar yakınlığa itibar
etmezler.
«Diğer
yarısını dayılar alır...» Çünkü tek amca cemî (çoğul)
olmadığı için, vasiyetin tamamını
alamaz. Yarısı ona verilince geri kalan yarısı da dayılara verilir. Çünkü mûsîye amcadan
sonra yakın
olanlar
onlardır. Geriye kalan yarı da. sanki
iki dayıdan başka akrabası yokmuş
gibi davranılır.
İtkânî.
«Çünkü onda
hak sahibi olan biri yoktur.» Çünkü
cemî (çoğula) itibar etmek gerekir. İtkânî.
Sahıbeyne
göre; vasiyetin tamamının üçtebiri amcanındır. Ğureru'l-Efkâr. Bu, Zeylaî ve Kâfî'den
naklen geçen söze mebnîdir. Düşün.
M E T İ N
Bir kimse «falanın çocuklarına» diye vasiyette
bulunsa, vasiyet erkek ve kız çocuklara
eşit olarak
verilir. Çünkü
«çocuk» ismi hepsine hatta hanımın karnındaki çocuğa şamil olur.
«Falanın çocukları»nın şumulüne, kendi çocuğu
varsa, oğlunun çocukları girmez. Şayet
falanın
kendi kızları ve oğlunun oğulları olsa, hakikatle amel
edilerek vasiyyet kızlara verilir. Hakîkatle amel
mümkün olmaz,
sözü geçersiz kılmamak için
mecaza hamledilir. (kendi çocuğu yoksa torunlarına
verilir.)
Kızın çocukları vasiyetin şumulüne girmezler.
İmam Muhammed'den bunların da
gireceği
rivayet edilmiştir. İhtiyâr.
Şayet mûsî,
«falanın varislerine» diyerek vasiyette
bulunsa. Erkekler iki, kızlar bir alırlar. Çünkü bu
sözüyle verasete itibar etmiştir.
İ Z A H
«Çünkü «çocuk» ismi hepsine... şamildir.» Çünkü bu
ister erkek ister kız, ister tek ister
çok olsun
çocuk için cins isimdir. İhtiyâr.
«Hattâ hanımın
karnındaki çocuğa... ilh...» Bunun, çocuğun vasiyet
anından itibaren altı aydan dahi
az bir
müddette doğması hali ile kayıtlanması,
vasiyet anında onun varlığının tahakkuku içindir.
Nitekim bunu,
«karındaki çocuğa vasiyet»
konusunda söylemişlerdir. T.
«...Kendi çocukları
varsa oğlunun çocukları girmez.» Bu, «falan» husûsû baba
olduğu takdirdedir.
Ama bir kabilenin veya
oymağın babası ise (Zühreoğulları gibi) kendi çocukları olsa bile, çocukların
çocukları da vasiyete
dahildirler. İnciye. Tamamı
Minah'tadır.
«Çünkü o
verasete itibar etmiştir.» Çocuklar ve kardeşler arasındaki verâset de böyledir.
Ayrıca
müştak
(türemiş) bir ismi açıkça söylemek, hükmün, bu ismin türediği kök üzerine terettüp
edeceğine delildir. O zaman vasiyetin gerekçesi veraset olmuş olur. Zeylaî.
Bununla açığa çıkmış
oluyorki: «Erkek
için iki kadının hissesi vardır.» âyeti tüm varislere şamil değildir. Aksine sadece
çocuklarla kız ve erkek kardeşlere mahsustur.
Diğerlerinde herkesin kendi hissesine göre taksim
edilir. Bu İsaf ve Hassaf'ta, vakıf meselelerinde zikredilmiştir. Vasiyet de vakfın benzeridir.
M E T İ N
«Falanın
varislerine ve akabine» tarzındaki ve aynı
manadaki vasiyetlerde, vasiyetin sahih olması
için
varislerine vasiyette bulunulan şahsın, mûsî (vasiyet eden) den önce ölmüş olması
şarttır.
Çünkü vâris
ancak, ölümden sonra söz konusudur. Bir
de eğer onlarla birlikte kendisine vasiyet
edilen başkası varsa bırakılan mal önce
sayılarına göre paylaştırılır. Daha sonra da
varislere düşen
erkeklere iki,
kadınlara bir hisse olmak üzere taksim edilir.
Nitekim bu daha önce geçmişti.
Şayet mûsî, varislerine
veya akabine vasiyette bulunduğu
şahıstan önce ölürse vasiyet batıl olur.
Eğer bunlarla
birlikte başka müsâleh (kendisine
vasiyet edilen) ler varsa; meselâ adam
«falana ve
varislerine ve
akabine vasiyet ettim» demişse vasiyetin tamamı mûsâ leh olan falanadır. Varisleri ve
akîbi bir şey
alamaz. Çünkü isim (varisler kelimesi) onları ancak ölümden sonra içine
olır. Tamamı
Sirac'tadır. Yine orada; «akîb erkek ve kız
çocuklarıdır. Eğer onlar ölmüş iseler çocuğun
çocuklarıdır. Kadınların çocukları buna girmezler.
Çünkü onlar, onun değil, babalarının akibidir»
denilmektedir.
İ Z A H
«Çünkü
varisler ancak ölümden sonra söz konusudur.» Zîra onların varis oluşu ancak mürisin
ölümünden
sonra tahakkuk eder. Akıb de aynıdır. Çünkü o, insan öldükten sonra peşinde kalan
çocuklardan ibârettir. Hayatta iken, akibi olmaz. Sirac'tan naklen Minah.
«Blr de eğer... ilh...» Yani gecen sıhhat şartı
bulunduktan sonra, onlarla birlikte kendisine vasiyet
edilen başkası varsa...
«Önce sayılarına
göre...» Yâni varislerin ve kendisine vasiyette
bulunulan diğerlerinin adedine
göre...
«Daha sonra da varislere düşen ilh...» Bunu «varisler» sözüyle
özellikle kayıtladı. Çünkü bir erkeğe,
iki kadın hissesi karşılığı
taksim, vârislere mahsustur. «Akıb»
ismi ise, hepsine şamildir. Erkek ve
kız çocuklar eşittirler. Minah'ta böyle denilmiştir.
«Nitekim daha önce geçmişti...» Yani metinde, az
önce «varisler için taksim böyledir»
diye.geçmişti.
«Sonra eğer...» Yâni kendileri ile başka musa leh varsa. mezkür şart bulunmadığı için varislere
veya akibe vasiyyetin batıl oluşuna hükmettikten
sonra. Aşağıdaki misalde o, veresesi
veya akıbı
için vasiyette bulunulan şahıstır. Minah'ta misal gösterildiği gibi, yabancı birisi olursa da aynıdır.
Anla.
«Çünkü isim
(varisler) onları ancak ölümden sonra içine alır.» ölmeden önce ise maduma vasiyet
olur ki. «falana» ortak olamazlar. Bir kişiye ve bir ölüye vasiyette de durum aynıdır.
İtkânî.
TENBİH :
Anlatılanlardan. Şurunbulâliyye'nin «malın üçte
birini vasiyet» konusunda söylediklerinin geçersiz
olduğunu
öğrenmiş oldum. Şurunbulâliyye orada
şöyle der: «Bir kimse filana ve akıbine» diye
vasiyette bulunsa. filanın, vasiyetin
tamamında hak sahibi oluşu. altı aydan daha önce bir çocuğun
dünyaya
gelmesi durumundadır. Aksi halde, vasiyette ortak olmalarına manî bir şey yoktur.» Böyle
bir ifadenin
Şurunbulâlî gibi biri tarafından söylenmiş
olması hayret vericidir. Çünkü eğer,
bundan
önce doğmuş
olsa idi vasiyete girmezdi. Dikkatli
ol.
«Kadınların çocukları
buna girmezler.» Ama nesle vasiyette bulunursa bunun aksinedir. Çünkü
nesil sözünün
şumulüne kadınların çocuklarıda girerler ve vakıf ve vasiyetin
taksiminde eşit
olurlar.
Ebussuûd, Hassaf ve başkalarından naklen.
M E T İ N
Filân
oğullarının yetimlerine, -yetim, baliğ olmadan önce babası ölene verilen isimdir.
Hz.
Peygamber
(s.a.v.) «büluğdan sonra yetimlik
olmaz» buyulrumuştur.- Körlerine kötürümlerine ve
düşkün
dullarına -düşkün dul erkek olsun kadın olsun hiç bir şeye gücü yetmiyendir. Peşindeki
ifade bunu
te'yid eder.- Yapılan vasiyette. eğer
bunlar nesep ve yazı olmadan sayılabiliyorlarsa,
bunların
fakirleri, zenginleri erkek ve kadınları girerler. Çünkü sayılabilirlerse bu vasiyet onlar için
bır temlik
olur. Ama sayılamazlarsa (çoksa) sadece fakirlerine
verilir. Bu durumda vasi istediklerine
verir. Zira
temlik mümkün değildir. O zaman bununla kastedi'lir. Şerhu't-Tekmile.
İ Z A H
«Bülûğdan
sonra yetimlik olmaz.» Bu hadisi Ebû
Davud, «İhtilamdan sonra yetimlik olmaz.» lâfzı
ile
rivayet etmiştir.
«Düşkün
dullarına...» «Düşkün dul» diye
terceme edilen eramil kelimesi
için Muğrib'de, «Ermele:
ihtiyaç duydu demektir.» denilmiş sonrada Tezhib'den naklen şunlar ilave
edilmiştir: Erkek ve
kadından, hiç
bir şeye muktedir olmayana ermele
denilir. Kocası olan zengin kadına ermele
denilmez.
Şabi'de şöyle
der: «Dul (ermel) denilmesi için dişilik şart. değildir. Erkek de kadın da bu kelimenin
şumulüne
girer. Ancak sahih olan Muhammed'in şu
tefsiridir. Ermele : Kocası ölen veya
kendisinden
ayrılan, yetişkin dul kadındır. ölen kocası
kendisi ile zifafa girmiş olsa da olmasada
fark etmez.
Muhammed'in sözü lügatta hüccettir. Kifâye. Nihâye'de, buna ihtiyaç
kaydı da
eklenmiştir. Çünkü bundaki gerçek mana kocası tarafından
nafakası temin edilmediği için azığının
bitmesidir.»
Sa'diyye'de Muhit'ten naklen : «Erkeğe
nadir olarak ermel (dul) denilir. Kayıtsız olan söz halk
arasında yaygın olana hamledilir.» denilmektedir.
«Bunu te'yid eder..» Çünkü devâmında, «erkekleri
ve kadınları» demiştir. Şârih bu sözünde İnâye
sahibine tâbî
olmuştur. Ama bu uygun değildir.
Çünkü onun; «fakirleri ve zenginleri» demesi, buna
ters
düşmektedir. Bu yüzden Şa'diyye'de : «Zârihe göre, musannıfın sözü, karışıklığın olmamasına
binaen taksime dairdir» denilir.
«Hesap ve
kitap olmadan...» Bu, Ebû Yûsuf'un
görüşüdür. İmam Muhammed'e göre, eğer sayıları
yüzden fazla iseler
sayılamıyorlar demektir. Bazı âlimler ise.
bunun tâyininin hâkimin görüşüne
bırakıldığını
söylerler.
Fetvâ da buna göredir. En kolayı
Muhammed'in dediğidir. Hâniye'den naklen
Kifaye. Müftâbih olana da İhtiyar'da
: «Muhtar olan ve İhtiyatlı olan budur» denilmiştir.
«Sayılamayacak kadar
çoklarsa soaece fakirlerine verilir.»
Çünkü vasiyetten maksat tâattir. Bu da,
ihtiyacı gidermek ve açlığı savmakla olur.
Bu isimler, ihtiyacın tahakkukunu akla getirirler. O
halde
bunun
fakirlere hamledilmesi caizdir. Dürer.
M E T İ N
«Falanın
oğullarına» diye yapılan bir vasiyet, zenginde olsalar sadece erkeklerine ait olur. Ama
«falan» sözcüğü bir kabile veya bir boy ismi ise
o zaman kadınlarına da şamil olur. Çünkü bu
durumda
«oğullar»dan maksat, mücerred bir intisâb olur. «Adem oğulları»
demeye benzer. Bunun
için bu sözün
şumulüne, mevle'l-alaka (azad edilen köle) ve mevla'l-Müvâlât (yani müslüman olup
da kimsesi olmayan
veya nesebi belli olmayan birisi ile velâyet anlaşmasında bulunan) ve onların
halefleri girerler. Bu, anılanlar sayılabilir oldukları takdirdedir.
Sayılmazlarsa vasiyet batıldır.
Şerhte geleceği üzere,kendileri ile yardımlaşmaanlaşması
yapanlar (Mütercim).
Bu konuda asıl
şudur: Eğer vasiyet, «fa'an oğullarının yetimleri» sözünde olduğu gibi,
ihtiyaç
manası taşıyan
bir isimle olmuşsa, musâ lehler
sayılamıyacak kadar çokta olsalar vasiyet sahihtir.
Çünkü bu
durumda Allah için yapılmış demektir ve o da malumdur. Fakat, ihtiyaç manası taşımayan
bir isimle
yapılmışsa, musâ lehler mahdutsa sahihtir ve bir temlik kabul edilir. Mahdut değilseler
batıldır.
Meselenin tamamı İhtiyar'dadır.
İ Z A H
«Sadece erkeklerine
ait olur.» Sahibeyne ve İmam Ebû Hanife'den gelen bir rivayete göre,
kadınlarda
vasiyete dahil olurlar. Mülteka.
Oğulların çocuklarından başka hiç birisi olmadığında da
bu ihtilaf
carîdir. Kızların oğullarının bu
vasiyete girıp girmeyecekleri konusunda İmamı
Azâm'dan
iki rivayet vardır. Eğer falanın bir oğlu ve
oğullarının oğulları olsa oğul
vasiyetin yarısını alır.
torunlar bir
şey alamazlar. Sahibeyne göre ise.
kalan kısım torunlara verilir.
Askarî doğum müddeti
içinde (vasiyetten itibaren altı ay
içinde) doğan cenin de vasiyete dahildir. İtkânî. Özetle.
«Ama falan sözcüğü bir kabile veya boy
ismi ise...» Araplara göre insanları bir araya getiren
tabakalar altıdır. Bunlar Şa'b, Kabile, İmâret,
batın, fahiz ve fasile'dir.
Şa'b, kabileleri içine
alır. Kabile İmaletleri içine alır ve bu sırayla devam eder. Buna göre (mesetâ)
Huzeyme Şa'b, Kinane kabile, Kureyş İmâ! ret, Kusâ batın. Hâşim fahiz, Abbas'da fasile'dir. Bunu
Keşşaf sahibi söylemiştir.
«Mevle'l-Atâka..» Yani azad edilmiş olan köle.
Mevle'l-Müvâlat; yani mevla-ı esfel . O, anılan
guruptan
birinin velayet anlaşması yaptığı kimsedir. Böyle olunca, o toplumun tümünün mevlası
olur. Düşün.
Velât
muvalâtta bulunan: Yani müslüman olan
veya nesebi belli olmayan şahıs (Mütercimi)
«Halefleri...» Yani bir kabileye gelip de onlara karşılıklı
olarak yardımlaşma yapmak için
yeminleştikleri kişi.
İtkânî.
«İhtiyaç manası
taşımayan bir isimle...» Mesela; falan oğullarının gençleri, eşrafı, fukahası gibi.
Hindiye.
M E T İ N
Kendisinin
azad ettikleri ve kendisini azad edenleri bulunan bir kimse,
mevlâlarına vasiyette
bulunsa. bu
vasiyet batıl olur. Çünkü mevlâ lafzı
iki manada müşterektir. Bize göre onun
için umum
yoktur.
Birisine delalet edecek bir karine de yoktur. Ulemamıza göre bu konu da nefyle isbat
(olumlu ve
olumsuz) arasında fark yoktur. Şemsu'l-Eimme
ve Hidâye müellifi (Merginâni) nefyden
sonra vakî
olduğunda bunun umum ifade edeceği
görüşünü tercih etmişlerdir. Buna göre; «Bir
kimse; falanın mevlâları ile konuşmamaya yemin etse bu, mevlâyı esfel ve mevlâyı âlâya şâmil
olur.» sözleri
kelime nefyde
vâki olduğundan dolayı değil, kişiyi yemine sevkeden amil onun buğzu
olduğu
içindir. Buğzda değişmez. İnâye. Bunu,
musannıf da ikrar etmiştir. Ama eğer musî
ölümünden önce
«mevle'l-Alâ veya mevle'l-Esfel» diyerek musâ lehi tayin
ederse vasiyet sahih olur.
Çünkü manî
zâil olmuştur.
Mevlâyı esfel'in izahı önce geçmişti.
Mevlâyı â'Iâ: Yeni müslüman olan veya nesebi meçhul olan
kişinin
velâsını kabul eden şahıstır. Mevle"latâka konusunda, azad eden MevIeI'a'lâ. azad edilen de
Mevle'lesfel'dir. (Mütercim)
Mevlâlara yapılan vasiyete hasta olmadan önce ve
öldüğündeki hastalığında azad ettiği köleler
girerler.
Müdebberleri ve ümmü veledleri ise
girmezler. Ebû Yusuf'tan bir rivayete
göre ise onlarda
girerler.
İ Z A H
«Bu vasiyet batıl olur...» Bu meselenin sekiz
surete ihtimali vardır. Çünkü müsînin
ya mevlâyı
âlâları ve
mevlâyı esfelleri veya bunlardan sadece bir mevlâsı, ya da birisinden mevtâları
öbüründen de
bir tek mevlâsı vardır. Bu ikisinde de
iki suret vardır. Her birisinde müsî ya
tekil
siğasını ya da
çoğul siğasını kullanmış olabilir. Musannıfın ifadesi iki
cihetten de mevlâlar çok
olduğu ve
müsînin çoğul siğası kullandığı
durumla ilgilidir. Diğer suretler araştırılsın. T.
Ben diyorum ki: Âlimler burada çoğulun, iki ve daha fazlası için kullanıldığını söylemişlerdir. Buna
göre, iki kişi bulunsa vasiyetin tamamını alırlar. Bir kişi bulunursa yarısını alır. Yine ben diyorum ki:
«Mevlâ» kelimesi,
çocuk kelimesi gibi
cins ismidir. Teke de çoğa da şamildir. İki gurup bir
arada
söylenince vasiyet batıl olur. Düşün.
«Şemsü'l-Eimme ve... tercih etmişlerdir» Muhakkak İbn. Hümam'da Tahrir de
bunu tercih etmiştir.
«Buna göre...»
Yani, bizim âlimlerimize göre umuma delâlet etmeme
konusunda nefy ile isbatın
farkı
olmadığını bildiğine göre.. T.
«Kişiyi yemine sevkeden âmil, onun buğzu olduğu içindir.» Yâni falana olan buğzudur. Yahutda,
buğzu muhtelif
değildir. Yani, buğz tek şey olduğu
için, kendisinde ortaklık
olmaz.
Ben derim ki: «Evet âmilin bir olduğunu kabul ediyoruz.
Ama söz mevlâ lafzı hakkındadır, ve sâik
tek olduğu
için her iki manası da murâdedilmiştir. O halde sözün umûmu
icâbeder. Ancak şöyle
denilmesi müstesnadır: Kendisi ile iki manaya da
şamil olması murad edilmek suretiyle, saikin bir
oluşu onun,
mecazın umûmundan karinedir. O iki manada azad eden ve edilendir.
«Çünkü manâ
zail olmuştur.» Yâni maksadın anlaşılmamasıdır.
«Azad ettikleri gîrerler...» Yani musînin
hastalığında ve sağlığında, vasiyetten
önce ve sonra azad
ettiklerinin
hepsi eşittir. Çünkü vasiyet ölüme
bağlıdır. Ölüm esnasında bunların herbiri için velâ
sabittir, ve
vasiyete hak kazanır. Onların erkek ve
kadın olan çocukları da girerler. Çünkü bunlar,
velâ da azad
eden mevlâya nisbet edilirler.
Dolayısıyla babalarıyla
birlikte onlarda vasiyete dahil
olurlar.
MevIe'l-Müvâlât ve mevtânın mevlası
konusunda ise çocuklar, ancak babalarının
bulunmaması
halinde vasiyete girerler. Çünkü
onlar manâda hakikat değildirler. İhtiyar ve
Mültekâda da böyledir.
«Müdebberleri
ve Ümmüveledleri girmezler...» Çünkü
bunlar vâsinin ölümünden sonra
mevlâsıdırlar,
vasiyet esnasında değil.
«Ebû Yûsuf'tan
bir rivayete göre ise onlarda girerler;» Çünkü velâye istihkak sebebi mevcuttur.
İtkânî.
M E T İ N
Bir kimse malının üçte birini fakirlere vasiyet etse, delilleri
ile birlikte üç tanecik mesele bile
bilmiş
olsa, şerî meseleler
de tedkîkatta bulunanlar vasiyete dahil
olurlar. Kınye'de de böyledir.
Kınye'de:
«Denilmiştir ki (Meseleye nüfûz edemezse) binlerce meseleyi ezberlemişte olsa vasiyetin şumûlüne
girmez». denilmektedir.
i Z A H
«Tedkikatta
bulunanlar...» Yâni delilini düşünerek araştırmada
bulunanlar.
«Delilleri ile birlikte üç tanecik mesele bile bilmiş olsa..» Fakih Ebû Câfer'den
şöyle dediği
nakledilmiştir: «Bize göre fakih fıkıhta son mertebeye
ulaşandır. Fıkıhla uğraşan fakih değildir.
Onun için
böyleleri vasiyetten bir nasib alamaz. Memleketimizde, üstadımız
Ebû Bekir Ames
Tûrî'den başka fakih denilecek kimse yoktur.
Yine Kınye'de şöyle denilmektedir: «Bir kimse eşrafa vasiyette bulunsa, Fakih Ebû Câfer'den hikaye
edildiğine
göre caiz olmaz. Çünkü onlar sayılamayacak kadar çoktur ve
bu isimde fakir ve ihtiyaç
manasını taşıyan
bir yön yoktur. Ama, eşrafın
fakirlerine vasiyet etse caizdir. Fakihlere vasiyet de
buna benzer.»
Ben derim ki: İs'af'ta, «fakat, kötürümlere,
körlere, Kur'an okuyuculara, fakihlere
ve hadisçilere
vakıf câizdir
ve bunlardan fakir olanlara sarfedilir. Çünkü kullanma itibariyle isimler fakirlik
manasını hissettirmektedir. Körlük ve ilimle meşguliyet kazanca manî olur ve bunlar genelde fakir
olurlar. Bu esahtır.»
denilir.
«Denilmiştir ki; binlerce
meseleyi ezberlemişte olsa...» Yani delilsiz olarak Kınye'de, âlimler
vasiyetin bir çok meselesinde örfe itibar
ederler. Acaba mûsî'nin örfüne
neden itibar etmiyorlar?'»
denilmektedir. T.
Ben derim ki: Anlaşılan
bu, onların zamanındaki örfleri imiş, Comiıu'1Fusuleyn'den kayıtlanmıyan
sözün, örf
haline gelmiş olana sarf edileceğini takdim etmiştik.
Eşbah'ta: «Adet hakem kılınır»
kâidesinden hareketle,
vakıf yapanların sözleri örfleri üzerine mebnîdir. Fethu'l-Kadir'in
vakıf
bahsinde de
böyledir. Nezredenin, vasiyette bulunanın ve
yemin edenin durumu da aynıdır»
denilmiştir.
Nitekim şarih, kitabın başında fıkhı tarif ederken onun,
üçden aşağı olmamak üzere
fürû'u
ezberlemek olduğunu söylemişti. Bahr sahibi bunu Mültekâ'ya nisbet etmiş sonra da :
«Tahrir'de zikredildiğine göre, yayğın olan ister delilleriyle olsun ister delilsiz
ferî meseleleri
ezberleyene
itlak edilir» demiştir.
M E T İ N
Bir kimse, kabrinin çamurla sıvanmasını veya
üzerine kubbe yapılmasını vasiyet etse bu vasiyet
bâtıldır.
Nitekim Hâniyye ve başka kitaplarda
da böyle denilmektedir. Bunu daha önce
Sîrâcîyye ve
başka eserlerden nakletmiştir. Ancak orada Kerûhiyye
bahsinde muhtar olan görüşe göre kabirleri
çamurla sıvamanın mekruh olmadığını takdim etmiştik. Kabri çamurla sıvama
konusundaki
vasiyetin batıl oluşunu söylemek, onun mekruh
olduğu görüşüne mebni olmalıdır. Çünkü bu
durumda o,
mekruh olan bir şey vasiyet olur. Bunu Musannıf söyledi.
Ben derîm ki: Aynı şekilde, kabrinin yanında Kur'an okunmasını vasiyet etmenin batıl oluşu,
kabirler üzerinde Kur'an okumanın mekruh olduğu görüşü veya taât için adam kiralamanın caiz
olmayışına
binaen söylenmiş olsa gerektir. Ama, bunların (kabir üzerinde Kur'an okumak ve tâat
için adam kiralamanın) câiz olmaları müttâbih
olduğuna göre bunları vasiyet de mutlak olarak caiz
olmalıdır. Meselenin
tamamı Eşbah haşiyelerinin vakıf bahsindedir.
Tenviru'l-Besâîr'de: Kur'an kıraatı veya ders vermek için, vakıfta bulunan şahsın tayin ettiği yerin,
teayyün
edeceği belirtilmiştir. Buna göre; eğer tayin edilen yerde yapılmazsa, kendisine şart
koşulan kişi, vakfedilen şeyde hak sahibi olamaz. Nitekim Manzume şerhinde şöyle denilmektedir:
«Vakıf yapanın
şartına uymak gerekir. Onun tayin ettiği yerden başka bir yerde yapılmakla
o yerin
ihyası olan, vâkıfın maksadı yerine gelmemiş olur. Bu meselenin tahkiki, Dürretü's-Seniyye
adındaki kitapta, Câmekiyyeye istihkak meselesindedir.»
İ Z A H
«Ancak orada... kabirleri sıvamanın
mekruh olmadığını takdim etmiştik.» Bu, sadece kabri
sıvamaktan
istidraktır. Üzerine kubbe yapma
konusu ile ilgisi yoktur. Kabrin
üzerine kubbe yapmak
ittifakla
mekruhtur. T
«Çünkü bu
durumda o, mekruh olan bir şeyi vasiyet olur.» Bunun gereği; vasiyetin
sahih olması
için vasiyet edilen şey mekruh olmamalıdır. Vasiyet bahsinin baş tarafında onun dört kısım olduğu
ve fısk ehli
için mekruh olduğu geçmişti. Buradakinin muktezası bu vasiyetin batıl
oluşudur.
Vasiyet ya sıla yada bâattır. Kabri sıvamak ise bunlardan hiç birisi değildir. O halde batıl olur.
Fasıka vasiyet
ise böyle değildir. Çünkü o sıladır ve kullar açısından istenilir.
Dolayısıyle, her ne
kadar zengine vasiyette
olduğu gibi, tâat değilse de sahihtir. Çünkü o daha önce de geçtiği üzere
tâat değil,
mübahtır. Benim anladığım bu. Bunu açıklar mahiyette sözler Zımmi'nin vasıyeti
bahsinin
başında gelecektir.
«Kabirler üzerinde
Kur'an okumanın mekruh olduğu görüşü... üzerine binaen söylenmiş olsa
gerektir.»
Ben derim ki: Velvaliciyye'deki şu ifadeden
dolayı hüküm böyle değildir: «Bir kimse bir arkadaşının
veya yakınının kabrini ziyaret etse ve yanında Kur'ân'dan bir şeyler okusa iyi bir şeydir. Bunu
vasiyette ise hiç bir mana yoktur. Okuyanın
ödüllendirilmesinde de manâ yoktur.
Çünkü bu Kur'ân
okuması için adam kiralamaya benzerki o da batıldır.
Halifelerden hiç birisi bunu
yapmamıştır.»
Velvâliciyye'nin sözleri harfiyyen böyle.
Görüldüğü gibi
Velvalîciyye sahibi kabir üzerinde Kur'ân okumanın iyi, bunu vasiyetin
ise batıl
olduğunu
açıkça ifade etmiştir. O halde, kabir üzerinde Kur'ân okumayı vasiyetin
bâtıl oluşu; orada
Kur'ân
okumanın mekruh oluşuna mebnî değildir.
«Veya tâat
için adam kiralamanın caiz olmayışı... ilh...» Yani yahut da, tâat
için adam kiralamanın
caiz olmayışı
görüşüne mebnidir. Onun için adam
tutmaya cevaz verilişi konusunda düşün. Çünkü
bunu caiz
görenler insanların hayra rağbetinin
azalmasından dolayı yok olur korkusuyla Kur'ân,
fıkıh veya ezan öğretmek yada imamet için adam kiralamak da olduğu gibi
zaruret halinde caiz
görmüşlerdir.
Kabir üzerinde veya başka
bir yerde Kur'ân okumak üzere adam kiralamakta ise
hiçbir zaruret yoktur. Rahmetî.
Ben derim ki: «Doğrusu budur. Bu meselede bazıları: müteehhirun ulemaya göre, bütün tâatlerde
adam kiralamanın cevazının müftabih olduğunu zannederek hata etmişlerdir. Halbuki müteehhirun
ulemanın fetva
verdiği, Kur'ân öğretmek, ezan okumak
ve imamlık için adam kiralamaktır. Musannıf
Minah ta icâre
bahsinde Hidâye sahibi, bütün şarîhler
ve fetva kitaplarının
müellifleri bu cevazına
gerekçe olarak zarureti ve bunların yok olma
korkusunu göstermişlerdir. Şayet her taât için adam
kiralamak caiz olsaydı namaz. oruç ve hac için de câiz
olması gerekirdi. Oysa bu ittifakla
batıldır.
Ben bunu
uzunca bir risalede ele aldım ve fasid icareler bölümünde, taat için
adam tutma
meselesinden de bir nebze bahsettim.
Kur'ân okumak
üzere adam kiralamak her ne kadar örf halini almışsa da, örf bunu caiz
kılamaz.
Çünkü nassa aykırıdır.
O nass Hidâye sahibi gibi imamlarımızın istidlal ettikleri şu hadistir:
«Kur'ân'ı
okuyunuz, karşılığında (birşey) yemeyiniz».
Örf. nassa aykırı olduğu zaman ittifakla
reddedilir.
Bunu iyi öğren ve Allah'ın âyetleri
karşılığında az bir para satın alanlardan ve onu
maiyşet temini
için dükkan haline getirenlerden
olma.
«... Müftâbih
olduğuna göre, bunları vasiyet mutlak olarak caiz olmalıdır» Yani,
vasiyetin batıl oluşu
ister kabir üzerinde Kur'ân okumanın mekruh oluşu meselesine mebnî olsun, ister tâat üzerine
icârenin câiz olmayışına mebnî olsun eşittir.
Ben derim ki: Bu bahsin nakledilen ibarelere aykırı
olduğunu öğrendin. O, makbul değildir.
Aksine
batıl oluşu,
Velvâliciyye'den naklettiklerimize
mebnidir. İhtiyar'da ve kitapların çoğunda bu açıkça
belirtilmiştir.
O da Kur'ân okumak üzere adam kiralamaya benzer. Muteehhırûn ulemanın fetvâ
verdiği,
Kur'ân okumak için değil, Kur'ân
öğretmek için adam kiralamanın caiz oluşudur.
«Eğer tayin
edilen yerde yapılmazsa... ilh...» Yani orada yapmak mümkün olduğu halde
yapılmazsa.
Hânûtî'nin
fetâvâsında ki şu ifadeler buna delalet etmektedir: «Vakfeden kişi, birisi için belli bir şey
şart
koştuğunda, çalışmaya manî bir şey
bulunduğu ve kendisinin bir kusuru olmadığı zaman onu
hak eder. Şart koşulan kişi ister nâzır
(mütevellinin vakıf hakkındaki tasarruflarına
nezâret etmek ve
ona danışmanlık yapmak
üzere tayin edilen kişi) ister
Câbî (vakfın gelirini toplamakla
görevli olan
kişi) gibi başka birisi
olsun farketmez. Bir hoca,
kendi medresesinde ders vermek mümkün olmaz
bir hale
geldiği için, başka bir medrese de ders verdiğinde de
durum aynıdır. Nitekim şarih de,
Nehr'den Vakf
bahsinin sonundaki çeşitli meseleler
bölümünün baş tarafında bir konu olarak
nakletmiştir.
Onun benzeri Hamevi'nin haşiyesinde de
vardır. Allah (c.c.) en iyisini
bilir.
M E T İ N
Kölesinin
hizmetini, evinde oturma hakkını ve
bunların gelirlerini belirli bir.müddet için ve (ya)
ebedî olarak vasiyet
sahihtir. Hizmet ve evde oturma konusunda, vakıfta olduğu gibi, mal ölenin
mülkünde
mahbus ve vasiyet menfaat hakkında olur. Dürer'de konu hayli
uzundur.
Eğer menfaatı
vasiyet edilen malın rakabesi terikenin üçte birinden çıkarsa menfaatını alması için
mal müsâlehe teslim edilir. Ama terikenin üçte birinden çıkmazsa içerisinde oturmayı
vasiyet
meselesinde ev üçe bölünür.
Gelirin vasiyetinde ise, zâhire göre
ev taksim edilmez. Köleyi ise üçte
birer oranında
münavebeli olarak kullanırlar. Köle onlara üçte bir hisseye
göre hizmet eder. Bu,
kölenin köle ve evden
başka malı olmadığı zaman söz konusudur. Ama başka malı varsa kölenin
hizmeti ve
evin taksiminde tüm malın üçte biri
mikdarına göredir. Sadruşşeria da böyle ifade
etmiştir.
Zahiri rivayete göre varisler, terikenin üçte birinden ellerinde olanı
satamazlar. Çünkü, başka bir
malın zuhuru
veya elindekinin harab olması
sebebiyle musa leh'in evin tamamında oturma
hakkı
sabit
olabilir. Bu durumda geriye kalan
kısımda oturmak zorunda kalacaktır. Satmak
ise buna
aykırıdır. Onun için alimler satmayı men
etmişlerdir.
Ebû Yûsuf'tan
bir rivayete göre, varislerin ellerindekini satmaya hakları vardır.
İ Z A H
Malın bizzat
kendisi ile ilgili olan vasiyyetin ahkâmını bitirince, menfaatlara bağlı olan vasiyetin
ahkâmına başladı. Menfaat vücût itibariyle maldan
sonra olduğu için, müellif de onu konu
alarak
sona aldı. İnâye.
«Kölesinin
hizmetini ve evinde oturma hakkını...
vasiyet sahihtir.»
Yani muayyen
birisine vasiyyet.
Makdisi şöyle
der: «Şayet evinin veya
kölesinin gelirini fakirlere vasiyet ederse caizdir. Evde
oturmayı veya
kölenin hizmet etmesini vasiyet ise
ancak bilinen birisine vasiyet
edebilir. Çünkü
gelir bir maldır,
sadaka alarak verilebilir.
Hizmet ve oturma hakkı ise sadaka olarak
verilemez. Belki,
bunlar için
iyreti olarak verilir. İyreti vermek de ancak belli birisi için olur.
Bunların vakfını caiz
görenlerin
kıyasına göre, musâ lehi tayin etmeden
(fakirlere diye) vasiyetin de caiz olması
gerekir.
Bu iki mesele arasındaki
farkın tamamı Bedâî'dedir.» Sâlhanî.
«Belirli bir müddet için ve ebedi olarak.» Eğer zaman
tayin etmezse, ebede hamledilir. Eğer
«senelerce» diye vasiyette bulunursa üç seneye hamledilir. Kölenin ve evin gelirini vasiyette
böyledir. Miskin.
«Vakıfta
olduğu gibi...» Çünkü kendisine vakfedilen kişi, vakfın menfaatlerini mal vakfedenin
mülkünde olmak
kaydıyla alır.
«Bunların
gelirlerini...» Yâni kölenin ve evin gelirlerini. Şârih galle (gelir) kelimesinin ne demek
olduğunu izah
edecektir.
«Malın rakabesi terikenin üçte birinden çıkarsa...» Yani hizmetini, içinde oturmayı
ve geliri vasiyette
kölenin ve
evin rakabesi (kendisi) terikenin üçte birinden çıkarsa.. Kifâye'de; «Menfaatlerini
vasiyet
ettiği
malların aynlarına bakılır. Eğer
bunların rakabeleri terikenin üçte biri mikdarında ise
caiz olur.
Hizmetin, meyvenin, gelirin ve oturma hakkının kıymetlerine itibar edilmez. Çünkü aynlardan
maksat, onların menfaatlarıdır. Menfaatlar başkaları
tarafından istihkak edilip de malların kendileri
vârisin
mülkünde kalırsa menfaatı hiç olmayan mallar menzilesinde olurlar. Bu yüzden, malın kendi
rakabesi vasiyet
edilmiş gibi rakabenin kıymetine
itibar edilir.» denilmiştir. işte bunun için müellif
de «rakabe» kaydını koymuştur.
Ben derim ki: «Her halde Eşbâh'ın «Menfaatları
teberru bütün mallar da geçerlidir.» sözünden
maksat budur.
«... Ev üçe
bölünür... Ğurer'de şöyle denilir;
«Yahut da zaman itibariyle munâvebelî olarak
kullanılır.» ifadesiilave edilmiştir. Aralarında
hem zaman hem de zât itibariyle eşitliği sağlamak için
evin bölümleri
ile taksimi mümkün olduğu için birincisi
daha adildir. Münâvebede ise zaman
yönünden birisi
öbürüne takdim edilmektedir.»
Kuhistânî'de
ise şu sözler yer almaktadır: «Bu, ev taksimi mümkün olduğu takdirdedir. Ama evin
taksimi mümkün
olmazsa tek çare münaveli olarak kullanmaktır. Zahiriyye'de de böyledir.»
«Gelirin
vasiyetinde ise... ev taksim edilmez.»
Yani evin kendisi taksim edilmez. Geliri ise taksim
edilir.
İtkânî şöyle
der: «Kölesinin veya evinin bir senelik gelirini vasiyet etse ve kendisinin bundan başka
malı olmasa, bu senenin gelirinin üçte biri mûsâ
lehindir. Çünkü o taksimi muhtemel olan bir mali
ayn'dır.»
Eğer kişi bostanı, onlara (musâ teh ile varislere) bölüştürse ve sadece hisselerden birisi ürün
verse
hepsi o üründe
ortak olurlar. Çünkü taksim batıldır. Mebsut'tan naklen Sâihânî.
«Zahire göre...» Yâni Zahirî rivâyete göre. Çünkü musâ
lehin hakkı evin kendisinde değil
gelirindedir.
Ebû Yûsuf'tan gelen bir rivayete göre ise, evin üçte birinin gelirini alması
için ev
taksim edilir. Kâfî'den naklen Şurunbulâliyye.
«Köleyi ise...
munâvebeli olarak kullananlar.» Çünkü onun parçalara ayrılarak taksimi mümkün
değildir.
«Köle onlara üçte
bir hisseye göre hizmet eder.» Yani iki gün varislere bir günde musa lehe hizmet
eder. Bu daima
böyledir. Ancak mesela «bir
seneliğine» gibi muvakkat bir zaman için olursa başka.
Şayet sene muayyen
değilse vasiyyet üç sene geçinceye kadar, muayyen
ise o sene geçinceye
kadar
muteberdir. Eğer o müddet geçn16den veya
müddet içinde musî (vasiyette bulunan) ölürse,
köle varislere
teslim edilir. Çünkü musâ leh hakkını almıştır. Ama vasiyet
eden kişi o müddet
geçtikten
sonra vasiyet bâtıl olur. Minah. Özetle.
«Bu...» Yâni
evin taksimi ve kölenin üçte bir
hisseye göre sırayla kullanılması
kölenin başka malı
olmadığı zaman
söz konusudur.
«(Ama başka
mal» varsa)... tüm malın üçte biri mikdarına göredir.»
Bunun misali
şudur: Köle terikenin yarısı ise, iki gün musâ lehe, bir gün de varislere
hizmet eder.
Çünkü kölenin
üçte ikisi tüm terikenin üçte biridir. Dolayısıyla vasiyet
edilen mal kölenin üçte ikisi
olmuş olur.
Üçte biri ise varislerindir.
Anlattığımız şekilde taksim edilir.
Geriye kalan
meseleler bu kıyasa göre halledilir. İhtiyâr.
M E T İ N
Kendisine kölenin hizmeti veya evde oturması vasiyet
edilen kişi, köleyi veya
evi kiraya veremez.
(Ancak kendisi kullanır, kendisi
oturur.) Çünkü bizim kaidemize göre menfaat, mal değildir.
Menfaatı bir
bedel karşılığında temlik ettiği zaman, malik olduğundan daha
fazlasını temlik etmiş
olur ki bu da
câiz değildir.
Kölenin veya evin geliri kendisine vasiyet
edilen kişinin. esah olan görüşe göre köleyi bizzat
kullanmaya veya ev de kendisi oturmaya hakkı yoktur.
Kendisine bir ev vakfedilmiş olan da
böyledir. Fetvâ buna göre verilir. Şerhul-Vehbâniyye.
Çünkü onların hakları malın kendisinde değil,
menfaattadır.
Aralarındaki farkı da sen öğrendin.
İ Z A H
«Çünkü...
menfaat mal değildir.» Yanı ancak mâlikin
bir bedel karşılığında kiraya vermesi
sahihtir.
Çünkü o, malın
kendisine mâlik oluşuna tebaen menfaata da mâlik olur.
Kiralayan do, menfaatten
başka bir şeye
malik olmamakla birlikte, kiraladığı malı kiraya verebilir. Zira kiracı, ıvazlı bir
akitle
(bedelini
ödeyerek) menfaata mâlik olunca. menfaat
kendisi için mal olmuş olur. Bedel ödemeden
mâlik olması durumunda ise böyle değildir. Nitekim bizim üzerinde durduğumuz mesele de
böyledir. Sârhâni.
«Esah olan görüşe göre...» Mültekâ, Hidâye ve başka kitaplarda da böyledir. Bunlarda
gerekçe
olarak şu gösterilmiştir: Gelir dirhem veya dinar (para) dır. Dolayısıyla vasiyyet
bunlarla vacip
olmuştur.
Kullanmak veya oturmak ise menfaatı almaktır.
Menfaatı almakla geliri almak başka
başka şeylerdir.
Varisler hakkında muhteliftirler. Çünkü eğer
musînin bir borcu ortaya çıksa
bunu,
musâ lehten
geri almak suretiyle gelirden ödemek mümkündür. Elde edildikten sonra
menfaatla
ödemek ise mümkün değildir.
«Fetvâ da buna
göre verilir.» Bu zahiriyye de zikredilmiştir.
Evinin gelirini bir adama vasiyet
konusunda
şöyle denilir: «Ev kiraya verilip
geliri adama verilir. Eğer bizzat kendisi oturmak isterse;
İskâfta buna
hakkı olduğu söylenir.
Ebu'l-Kasım ve
Ebû Bekir b. Said ise hakkının olmadığını söylerler. Fetvâ da bu
görüşe göredir.
Vasiyet, vakfın bir eşidir. Buna göre vakıf konusunda da fetvânın böyle olması
gerekir. Hatta vakıf
konusunda
böyle olması daha evlâdır. Çünkü o konuda ulemadan
bir ihtilaf nakledilmiş değildir.»
Allâme
Abdi'l-Berr b. Şıhne bunu naklettikten sonra
şöyle der: Bu rivâyet yönünden makbuldür.
Fıkıh yönünden ise, Musannıfın yâni İbn
Vehbân'ın şu sözlerinde vasiyetle
vakfın arasındaki fark
ortaya çıkar:
«Vasiyet, geliredir. Evde oturmak ise
onu (geliri) yok eder. Dolayısıyle vasiyet edenin
maksadı yok
olmuş olur. Vakıf ise böyle değildir.
Çünkü o faydalanmanın, evde oturmak veya
geliri
ile olmasından daha geneldir. O halde vakıf konusunda da
öncelikle ihtilafın cârî olması gerekir.»
Bunun özü şu:
Zâhiriye sahibi ile İbn şıhne arasındaki dava hüküm konusunda değil öncelik
konusundadır.
Ben derim ki: Eğer vakfeden kişi evin geliri için vakfettiğini açıkça söylerse, fetvanın böyle
olmasının evlâ
oluşu açıktır. Ama Allâme
Şurûnbûlâli'nin bu konuda bir risâlesi var. Özeti şu :
«Süknâ
(oturma) hakkına sahip olanın, gelire malik olamayacağında ihtilaf yoktur. Aksinde ise
ihtilaf
edilmiştir. Üstün görülen görüşe görecaizdir.
((Yani evin gelirinde hakkı olanın
orada
oturması
caizdir). Düşün. Şurunbulâli; Vehbâniye üzerine yazdığı şerhinde,
Kitabü'l-Vakf'ta buna
dikkat çekmiştir.
«Çünkü onların
hakları malın kendisinde değil, menfaattadır.» Yani kendilerine
vasiyette bulunulan
ve kendilerine
vakıf edilenlerin hakları. Buradaki maldan maksat gelirdir.
Çünkü geçtiği üzere
gelirde bir mâll ayn'dır. Ama bu gerekçe istenilen
neticenin aksini isbat etmekte ve bunun aksi
mesele için gerekçe
olmaya uygun düşmektedir. Bununla; «Kendisine kölenin hizmeti veya
evde
oturması vasiyet edilen kişi köleyi kullanamaz, evde oturamaz..» sözünü kastediyorum.
Doğrusu:
«Onların hakkı menfaatın kendisinde değil, bedelindedir.»
demesi idi. Çünkü bu ikisi
arasında
varisler açısından fark anlaşılmamak.
tadır. Fakat eğer; menfaatle kölenin hizmeti ve evde
oturmak değil
de gelirini almak, mal (ayn) ile de köle veya evin kendileri kastedilirse o zaman
yukarıdaki gerekçe doğru olur.
Şârihin «aralarındaki farkı öğrendin» sözü ile
»kendisine gelir vasiyet edilen
kişinin evi taksime
hakkı yoktur.
Çünkü onun malın aynında hakkı yoktur
sözüne işaret etmiştir. Düşün.
M E T İ N
Musâ leh, kendisine hizmet etmesi vasiyet edilen köleyi
(bulunduğu yerden) meselâ Kûfe'den
çıkaramaz. Ancak.
orası mekanı olur da ailesi
başka bir yerde bulunursa ve vasiyet
edilen şey
terikenin üçte
birinden çıkarsa başka yere çıkartabilir.
Üçte birinden çıkmazsa ancak varislerin izni
ile çıkartabilir. Çünkü varislerin ondaki hakları
bâkîdir.
İ Z A H
«Musâ leh... çıkaramaz»
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Musâ leh köleyi Küfe'den çıkartamaz.
Ancak, Musa leh ve ailesi Kûfe'den başka bir yerde olur ve köle malın üçte birinden cıkarsa orada
kendisine hizmet
etmesi için çıkartabilir. Çünkü vasiyyet
ancak, vasiyet edenin bilinen maksadına
göre nafiz
olur. Eğer musâ leh'in ailesi kölenin
bulunduğu şehirde olursa. vasiyet edenin maksadı;
yolculuk meşakketini gerektirmeden bulunduğu yerde hizmet etmesine imkân vermektir. Ama
başka bir
yerde iseler, mûsî'nin maksadı, ailesine
hizmet etmesi için köleyi
oraya götürmesidir.»
Ebu's-Suûd'da
da Makdîsi'den naklen şöyle denilir: «Eğer musa leh ailesini,
vasiyyet edenin
memleketinden çıkarsa
ve musî bunu bilmese, musâ leh'in köleyi
çıkarmaya hakkı yoktur.»
«Ancak orası
mekânı olur da..» Metnin zahirine göre İşaret (orası sözü) köleyi götürmek istediği
yeredir.
Minah'ta bu açıkça belirtilmiştir. Ama Şârihin izahına göre işaret; çıkarana -ki oda musâ leh
tir, Kûfe'ye değil. Halebî de böyle demiştir. Çünkü önceki izaha göre daha sonra gelen
«ve ailesi
başka bir
yerde bulunursa» sözüne uygun düşmemektedir.
Mevâhib'in
ibaresi: «Köleyi ancak kendi memleketine götürebilir» şeklindedir.
M E T İ N
Musâ leh'in,
vasiyet eden hayatta iken ölmesi ile vasiyet batıl olur. Musâ leh vasiyet eden öldükten
sonra ölürse köle ve ev, mülkiyet hükmü ile vasiyet edenin varislerine döner. Şayet onu varisler
telef ederlerse, öncekinin yerine geçmek üzere bir köle satın alınması için
öderler. Bundan dolayı,
hasta olan kişi malının üçte birinden fazlasını
bağış yapmaktan menedilir. Musannıf da
Rehin
bahsinde bunu
zikretmiştir.
İ Z A H
«Köle ve ev varislere
döner» Yâni kölenin hizmeti, evin
oturma hakkı ve gelirleri varislere
döner.
Nitekim İtkânî
de böyle anlatmıştır. Çünkü
vasiyet edilen budur. Düşün.
«Mülkiyet
hükmü ile...» Yani vasiyet edenin veya varislerinin mülkü. Dolayısıyle
musâ leh'in
varislerine
dönmez.
Hidaye'nin ibaresi şu şekildedir: «Şayet musâ leh ölürse varislere geçer. Çünkü vasiyet eden kişi,
kendi mülkü
hükmünde olmak üzere menfaatları alma hakkını musâ leh'e bırakmıştır. Eğer musâ
leh'e
varislerine geçerse, rızası olmadan vasiyet edenin
mülkinden, daha başlangıçta ona hak
kazanır ki bu caiz değildir.»
«Şayet onu varisler telef
ederlerse..» Yani hizmeti vasiyet
edilen köleyi telef ederlerse.
«Bunun
için...» Yani cinayet anında zarar göreceği için vasiyet bağlayıcı olupda ona cinayet
işlediklerinde malın tamamının zararını ödemek
gerekmemesi için malın üçte birinden
daha
fazlasını
teberrû'dan, mürisleri men edilir.
Bu sakat bir gerekçedir. Sâihânî ve Rahmetî.
M E T İ N
Bir kimse; kölesinin kendisini birisine,
hizmetini de bir başkasına vasiyet
etse ve köle terikenin
üçte birinden
çıksa. bu vasiyet sahihtir. Meselenin
tamamı Dürer'dedir,
Şurunbulâliyye'de : «Kölenin
nafakası; hizmete gücü yetmiyorsa, büyük köle gibi olup da hizmete
muktedir hale
gelinceye kadar, kendisinin vasiyet
edildiği şahsa aittir. Büyük kölenin
nafakası ise
hizmeti vasiyet edilen şahsadır. Şayet hizmeti vasiyet
edilen kişi, nafakayı vermekten
kaçınırsa,
köleyi
rakabesi (kendisi) vasiyet edilmiş olan verir. Bu, iyreti
alanla iyreti verenin durumuna
benzer.» denilir.
Eğer köle cinayet işlerse; fidye, hizmeti vasiyet edilen tarafından ödenir. Eğer o ödemezse
kölenin
rakabesinin sahibi fidyeyi öder veya köleyi verir, vasiyetde batıl olur.
İ Z A H
«Bu vasiyet sahihtir...» Köle, kendisine
hizmeti vasiyet edilmiş olan şahıs ölünce,
rakabesi vasiyet
edilmiş olan şahsa intikal eder.
«Kölenin
nafakası; hizmete gücü yetmiyorsa ilh...» Yani küçüklük ve hastalık
gibi bir sebepten
hizmet
edemiyorsa. Meselenin tamamı Kifâye'de
dir. Velvâliciye'de ise şöyle denilmektedir: «Eğer
iyileşmesi
umulan bir hastalığa tutulmuşsa nafaka. hizmet edeceği kişiyedir. Ama
iyileşmesi
umulmuyorsa rakabesi
vasiyet edilenedir.»
«Büyük kölenin nafakası, kendisine hîzmet edeceği
şahsadır.» Çünkü o, köleye
yedirmek suretiyle
onun hizmetine
imkân bulur. İnâye.
«Eğer köle cinâyet işlerse; diyeti hizmeti vasiyet edilen tarafından ödenir.» O öldükten
sonra
varisleri
ödenen fidyeyi rakabenin vasiyet
edildiği kişiden geri isterler. Çünkü kölenin hizmetinden
istifade edecek olan odur. Kendisine hizmeti vasiyet edilmiş olan ise, fidyeyi ödemeye mecbur
kalmıştı. şayet
kölenin kendisinin vasiyet edildiği şahıs diyeti ödemekten kaçınırsa.köle
satılır.
Çünkü diyet ödemeseydi köle cinayet mukabilinde
sahip olunacaktı.
Konunun tamamı
Eşbah'tadır.
«Vasiyet de
batıl olur.» Yâni diyet ödeme veya
kölenin verilmesi suretlerinde. Bunun izahı
Velvâliciyye'de yedinci bâbtadır.
EK:
Musannıf;
Gelirin vasiyet edilipde, ürünün bulunmaması
meselesini açıklamadı. Bunu Mebsüt
sahibi açıklamış ve şöyle demiştir: «Bir kimse bir bahçenin ürününü ebediyyen
bir adama,
kendisini de bir başkasına
vasiyet etse ve bahçe hiçbir ürün vermese; bahçenin sulanması ve
bakım masrafları bahçenin kendisine sahip olan
kişiye aittir. Çünkü bu masraf
malın kendisini
geliştirir.
Ürünü alacak olan ise bundan herhangi
bir
yarar elde edemez. Dolayısıyle
onun, bu
masraflarla ilgili bir sorumluluğu olmaz. Bahçe
meyve verdiği zaman bahçeye ait masraflar ürünü
alacak olana aittir. Zira meyve bu masraflarla meydana geldiği için edilen masrafın menfaatı ürünü
alacak olana döner. Eğer ağaçlar bir sene meyve
verir, ertesi sene bir şey vermezse bahçenin
masrafı ürün sahibine
aittir. Çünkü menfaatı ürün sahibine aittir. Çünkü menfaatı ürün sahibine
döner. Zira
bir sene meyve verip bir sene vermeyen ağaçların meyveleri her sene meyve veren
ağaçların meyvelerinden
iyi ve daha büyük olur. Bu, kendisine kölenin hizmeti vasiyet edilmiş olana
benzer. Böyle
bir köle geceleri uyuyup
da hizmet etmese bile nafakası hem gece
hem de gündüz,
hizmet edeceği kişiye aittir. Çünkü köle gece istirahat edince, gündüz hizmette daha güçlü
olur.
Şayet bahçenin
ürünü kendisine vasiyet edilen kişi, bahçeye gereken masrafı yapmazsa, bahçe
meyve verinceye
kadar nafakayı bahçenin rakabesine sahip olan kişi öder. Çünkü mülkünün telef
olmaması için buna muhtaçtır. Bahçe sahibi yaptığı bu masrafı karşılıksız yapmaz. Çıkan meyveden
alır. Geriye
kalan üründe. ürün sahibinedir. T. Seriyyüddin'den
naklen.
M E T İ N
Bir kimse bahçesinin meyvesini vasiyet etse ve
ölse, o esnada da bahçede meyve
bulunsa sadece
bu meyve musâ lehindir. Ama vasiyette «ebedi olarak» sözünü eklemişse, bu meyve ile birlikte
gelecektekiler de o musâ leh'e
aittir. Bu, bahçenin ürününü vasiyete benzer. Çünkü bahçenin ürünü
vasiyette, musî «ebedî olarak» sözünü
ilâve etmiş olsun olmasın o senenin meyvesi
ve ileride
olacak olanlar musâ leh'e ait olur.
Eğer aynı
meselede, vasiyet esnasında bahçede
meyve bulunmazsa, bu vasiyet: musâ
leh yaşadığı
müddetçe,
henüz mevcut olmayan meyveyi kapsaması
bakımından ürünü vasiyet gibidir. Zeylai.
İnâye de şöyle denilmektedir: «Bahçenin sulanması. haracının
ödenmesi ve ıslahı için gereken
masraflar, ürünü alacak olan kişiye aittir. Zira bahçeden
faydalanan odur. Kölenin hizmeti
meselesinde kölenin nafakasını vermeye benzer.
Ürün (Galle):
Arazinin mahsulü kirası kölenin ücreti
ve benzeri şeylerden hasıl olan gelirdir.
Camiu'l-Luğa
da böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Bu ifadenin zâhirine göre harer ağacı ve benzerlerinin parası
da ürün sözcüğünün
içine girer. Araştırılsın.
İ Z A H
«... Ölse ve o esnada behçede meyve bulunsa...» Yâni bahçede meyve bulunduğu halde
vasiyet
eden ölse.
«Sadece bu meyve
musâ lehindir.» Kifâye'den
naklettiğimiz üzere eğer bahçe terikenin üçte
birinden
çıkıyorsa o esnadaki meyve musâ leh'e
aittir.
«Musi «ebedi olarak» sözünü
ilave etmiş olsun olmasın...» önceki mesele
ile bunun arasındaki fark
şudur: Meyve, örfen, mevcut oran şeyin adıdır. «Ebediyyen»
demek gibi, ziyadeye delalet eden bir
ifade
bulunmadıkça olmayan şeye şamil olmaz.
«Ürün» ise; mevcut olana da, defalarca olacak
olana şamildir. Örf böyledir. Dürer.
«Eğer aynı
meselede vasiyet esnasında bahçede
meyve yoksa... ilh...»
Yani adam, «ebediyyen» sözünü eklemeden,
bahçesinin meyvesini vasiyet etse ve ölse, bahçede
de meyve bulunmasa.
«Vasîyet
esnasında...» Bunun doğrusu, sözün
başından ve sonundan anlaşıldığı üzere
«öldüğü
zaman» olmalıydı.
Tûri bunu açıkça ifâde etmiştir.
«Zeylaî» Zeylaî'nin sözü şudur: «Meyve sözcüğü hakikatte mevcut olanın ismi olduğu, mevcut
olmayan, ancak
mecâzen içine aldığı için böyle olmuştur. Eğer ölüm esnasında ağaçta meyve
varsa, hakiki
manasında kullanılmış olur, mecâzî
olana şâmil olmaz. Meyve
yoksa, mecâzî manaya
şamil olur. İkisinin arasını birleştirmek caiz değildir. Ancak «ebedi olarak» sözü zikredildiği zaman
hakikat ile mecazın
arasını birleştirme olarak değil, mecazın umumu ile ikisini de
içine alır.
TENBİH:
Bir kimse arazisinin ürününü vasiyet etse, tarlada ağaç
olmasa ve vasiyet edenin başka malı
bulunmasa arazi kiraya verilir ve ücretin üçte biri
ürünü vasiyet edilen şahsa verilir. Eğer arazide
ağaç varsa,
ağacın vereceği meyvenin üçte biri verilir. Şayet
musâ leh bahçeyi varislerden satın
alırsa, satış caiz,
vasiyet ise batıl olur.
Eğer varisler,
musâ leh'e birşey
verip ürünü kendilerine teslim etmesi
için anlaşsalar caiz olur.
Evde oturmak
ve kölenin hizmeti karşılığında bir
bedel üzerine anlaşmak da caizdir.
Ama bu
hakların satışı caiz değildir. Tûri.
«Camiu'l-LÛğa'da böyledir.» Muğrib te de böyle denilmektedir.
«Bu ifadenin
zahirine göre haver ağacı ve benzerlerinin
parası ilh...»
Yani söğüt ve
servi gibi meyvesi olmayan ağaçlar.
Haver bir ağaç
türüdür. Şamlılar, çınara haver derler. Bu kelime, hür değil. haver'dir. Tekmile
sahibinin
söylediği, çobanın şu sözü buna
delildir.
«Söğüt ve
haverle konuşan ceviz gibi ..» Muğrib.
«Araştırılsın..»
Ben derim ki: Araştırma,
haver ağacının kendisi konusundadır, parasında değil. Çünkü haverin
kendisi
vasiyete konudur. Çünkü bu ağaçtan maksat
sadece tahtadır.
Hâniyye'de
şöyle denilmektedir: «Bir kimse bağının ürününü birisine vasiyet etse;
fakih Ebû
Bekir'in
dediğine göre bağın çubukları, yaprakları. meyveleri ve odunu vasiyete
girerler. Çünkü kişi
bağını müsakat yoluyla ortağa verirse meyve
gibi, bütün bunlar akdin içine girerler.
M E T İ N
Bir kimse koyununun
yününü, yavrusunu ve sütünü
vasiyet etse, musî öldüğü zaman mevcut
olanlar musâ leh'indir. Mûsî ister «ebediyyen» desin ister
demesin farketmez. Çünkü bunlardan
mevcut olmayanlar, hiç bir şekilde akdin
şumûlüne girmezler. Aynı şekilde vasiyetin şumûlüne de
girmezler. Meyve
ise bunların aksinedir. Müsâkâtın sahih oluşu
buna delildir.
İ Z A H
«... Mevcut
olanlar...» Minah'ta şöyle denilir:
«Çünkü bu ölüm esnasındaki bir icâbtır. Dolayısıyle o
anda mevcut
olanların tümüne itibar edilir.» T.
«Çünkü
bunlardan mevcut olmayanlar...» Hidâye müellifi şöyle der: «Meyve ile koyunun yavrusu
yünü, sütü vs.
arasındaki fark şudur: Aslında kıyasa göre, olmayan bir şeyin temliki
caiz değildir.
Ancak mevcut
olmayan meyve ve ürünle ilgili olarak,
bunların mevcut olmayanında, icâre ve
müsakat gibi akillerin
cevazında hüküm varid olmuştur. Bunlar da vasiyetin
de, bi Tariki'l-Evlâ caiz
olması gerekir. Çünkü vasiyet kapısı daha geniştir. Olmayan yavru
ve benzerlerin de ise, onlar
üzerine akd icra edilmesi
aslen caiz değildir. Bunlar aslen hiç bir akitle hak edilemezler. Aynı
şekilde
vasiyetin şumûlüne de girmezler.
Bunlardan mevcut olanlar ise böyle değildir. Çünkü
mevcutların,
satım akdi ile tebean, hul' akdini de maksûd olarak hak edilmeleri caizdir. Vasiyette de
durum aynıdır.»
Kadının kocasına mal vererek boşanması (Mütercim).
M E T İ N
Kişi evinin
mescid yapılmasını vasiyet etse ve ev
terikenin üçte birinden fazla olsa
: Eğer varisler
icazet
verirlerse ev mescid haline getirilir. Çünkü onların icâzeti ile mânî kalmamıştır. Ama varisler
razı olmazlarsa, hem varisin hemde vasiyetin
hakkına riayet için evin üçte biri
mescid haline
getirilir.
Hayvanın sırtını (hayvana binmeyi) Allah yolunda vasiyet batıldır. Çünkü taşınır malların vakfı:
İmâmı Azâm'a
göre batıldır. Aynı şekilde, vasiyeti
de batıldır. Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre ise
bunların ikisi
de caizdir. Dürer.
Musannıf şöyle
der: «Bunda bir yanlışlık var. Çünkü, ürünü. yünü ve benzeri şeyleri vasiyet
gibi,
vakfın caiz
olmadığı birçok yerde vasiyet caizdir.»
Bir kimse bir şeyini mescid için vasiyet etse caiz
olmaz. Çünkü mescid malik olamaz. İmam
Muhammed ise
bunu caiz görmüştür. Musannıf:
«Üstadımız
Bahr sahibi. Muhammed'in görüşü ile fetva
vermiştir.» der.
Ama eğer mûsî; «Bu malım
mescide harcansın» derse ittifakla caiz
olur.
Birisi «malımın üçte birini falana veya filâna vasiyet
ettim» dese, musâ leh belli olmadığı
için İmamı
Ebû Hanîfe'ye
göre vasiyet batıldır. Ebû Yûsuf'a
göre bu iki kişi üçte birini alma konusunda
anlaşırlar. İmam Muhammed'e göre ise varisler muhayyerdir. Hangisini isterlerse ona
verirler.
i Z A H
«Ev terikenin
üçte birinden fazla olsa...» Eğer «onun başka malı olmazsa» deseydi.
daha iyi olurdu.
Daha sonra gelen,
«varisler icâzet vermezlerse evin üçte biri mescid haline getirilir» sözü buna
delalet eder.
«Allah yolunda...» Yani bir insan tayin
edilmeden. Ama hayvanına binmeyi. Allah rızası için
muayyen
birisine vasiyet etse, bu vasiyet
ittifakla caizdir. Ğureru'l-Efkâr.
«Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e göre bunların ikisi de caizdir.» Yani taşınır malları vakfetmek ve
vasiyet etmek. Bu ifadenin zahirine göre, bu
vasiyet vakıf değildir.
Ğureru'l-Efkâr
da şöyle denilmektedir: «Ebû
Yûsuf ve Muhammed'e göre. sırtına
binmek üzere Allah
yolunda vasiyet edilen bir hayvan vakıftır, devletin elinde kalır ve masrafları hazineden karşılanır.
Çünkü harp
araç ve gereçlerinin Allah yolunda vakfı vârid olan eserlerden
dolayı. onlara göre
caizdir. Deve
de savaş için hazırlanan at gibidir.
«Bunda bir
yanlışlık var..» Yâni hayvanın sırtını
vasiyetin batıl oluşu konusunda zikredilen
gerekçe
doğru
değildir.
Ben derim ki: «Bunun cevabı şudur: Bu gerçek manada vasiyet değildir. Çünkü İmamı
Azam'a göre
vakıf
manasındadır. Ğureru'l-Efkâr'da bu. şu ifadelerle açıkça beyan
edilmiştir: Evini mescid
yapmayı vasiyet gibi. Çünkü bu mânen vakıftır.
Taşınır malların vakfı İmamı Azâm'a göre caiz
değildir. Bu
da aynıdır. Ürünü, yünü ve
benzerlerini vasiyet ise böyle
değildir. Çünkü bu bir yönden
temliktir.
Aslen vakıf manasında değildir. Düşün.
«(Bir kimse bir şeyini mescid için vasiyet etse) câiz
olmaz.» Ğurerde'de böyle
denilmektedir.
Şurunbulâliyye de bu Kâfi'ye nisbet edilmiştir. Bu konuda söylenecekler; «Malının üçte birini beyt'i
makdise
vasiyet etse câizdir» sözü esnasında geçmişti. Allah Teâlâ (c.c.) en iyisini bilir.
M E T İ N
Bir zımmi
hayatında iken evini, kilise, manastır
veya ateşe tapılan tapınak yapsa da ölse
ev mirastır.
Çünkü bu,
tescil edilmemiş vakfa benzer. Sahibeyne göre bu vakfın caiz olmayışına
sebep, bunun
bir ma'siyet
olmuşdur. Kilise, cami gibi değildir. Çünkü hıristiyanlar kilisede otururlar, ölülerini
defnederler.
Hatta eğer cami de böyle
olsa kesinlikle o da miras olarak
vereseye geçer. (Vakıf
olmaz) Bunu
musannıf ve başkaları söylemiştir. Çünkü bu durumda cami sırf Allah için olmuş
olmaz.
i Z A H
Başlıktaki ve başkasından maksat, müstemen. bidat
ehli ve dinden çıkandır. Bu başlık
Minah'ta yer
almamıştır.
Malûm olsun
ki, zımmilerin vasiyetleri üç
çeşittir:
1 - İttifakla
caiz olanlar: Bu bize ve kendilerine göre
tâat olan bir şeyle vasiyettir.
Meselâ beyti
makdis de kandil yakılmasını veya düşmanla savaş
edilmesini vasiyet buna misaldir. Son meselede
musâ leh'lerin muayyen
olup olmaması farketmez.
2 - İttifakla
batıl olanlar: Bu, hem bize hemde zımmîlere göre tâat
olmayan birşeyi vasiyettir. Meselâ,
şarkıcı kadınlara ve ölü arkasından ağlayan ağıtçı kadınlara vasiyet gibi . Aynı şekilde, haccetmek,
müslümanlar için câmi binâ etmek gibi sırf bizim
için tâat olan bir konudaki vasiyetleri
de batıldır.
Ancak bunlar, muayyen bir topluluk için yapılırsa temlik olarak
sahihtir.
Daha önce geçtiği üzere fasıklara vasiyet kerâhetle sahihtir. Her halde buradaki
ibarenin doğrusu:
«Şarkı söylemeye
veya
ölü peşinden ağlamaya» vasiyettir. Çünkü bu ma'siyetin kendisine
vasiyettir.
3 - Hakkında ihtilaf edilenler: Bu da muayyen olmayan
şahıslar için kilise inşası gibi, sadece
kendilerine göre tâat olan bir konudaki vasiyettir. Bu
şekildeki bir vasiyet Ebû Hanife'ye göre
caizdir.
Sohtbeyne göre câiz değildir. Ama kilise
muayyen kişiler için inşa edilirse ittifakla caizdir.
Hülasa; zımminin belirli kişiler için olan vasiyeti, onlara temlik olmak üzere hepsinde
caizdir.
Camilere kandil yakmak ve benzerlerinden zikrettikleri ise bağlayıcı olarak değil. istişarî
mahiyette
söylenmiştir. Kendi mülkleri olduğu için onda diledikleri gibi
tasarrufta bulunurlar. Vasiyyet, onlara
temlik
itibariyle sahih olur. Zeylai. Özetle.
«O mirastır». Yâni ittifakla ihtilaf meselenin tahricindedir. Şurunbulâliyye.
«Çünkü bu,
tescil edilmemiş vakfa benzer.» Yani bağlayıcılığına hüküm
verilmemiş olan vakıf.
Bundan maksat;
zımmînin kilise olması
için vasiyet ettiği evi,
anılan vakıf gibi vereseye miras olur.
Yoksa maksat; tescil edildiği zaman vakıf gibi, vasiyet de geçerlidir. demek değildir. Bunu
Şurunbulâliyye ifade etmiştir.
«Kilise câmi gibi değildir.» Bu sahibeynin görüşünün tamamlayıcı değil, Ebû Hanîfe'nin
görüşünün
tamamlayıcısıdır. Bu cümle şu şekildeki bir mukadder soruya cevaptır: «Onlara göre kilise bize
nisbetle câmı gibidir. Satılmaz ve miras olarak
intikal etmez. Kilisenin de böyle
olması gerekir.» H.
«Hatta eğer cami de böyle olsa... ilh...» Meselâ evini mescid yapsa ve altında
sığınak, üzerinde oda
bulunsa
böyledir. Nitekim, Kitâbü'l-Vakfta geçmişti.
İtkâni.
M E T i N
Bir zımmi,
evinin belirli kişiler için kilise
yapılmasını vasiyet
etse, bu vasiyet evin üçte birinde
caizdir ve
temlik olur. Şayet köylerdeki evini adını vermediği kişiler için kilise
yapılmak üzere
vasiyet etse Ebû Hanîfe'ye göre sahihtir. Sahibeyne göre ise bu ma'siyet olduğu için
sahih değildir.
Ama eğer şehirdeki evini vasiyet etse ittifakla
caiz olmaz.
önceki meselede Ebû Hanife'nin delili zımmîlerin
kendi inançları ile başbaşa
bırakılmaları
prensibidir.
Dolayısıyle vasiyeti sahih olur.
Bizim
ülkemizde varisi olmayan müs'temen bir
harbinin tüm malını bir müslüman veya
zımmîye
vasiyeti de sahihtir. Vikâye de de böyle
denilmektedir. Kendi ülkesindeki varislerine itibar edilmez.
Çünkü onlar bize göre ölüdürler.
Şayet harbî,
meselâ malının yarısını vasiyet etse, bu vasiyet geçerlidir. Malın kalanı da
varislerine
verilir. Fakat
bu, miras olarak değil, ona bizım ülkemizde bir hak sahibi
bulunmadığı içindir. Kendisi
gibi bir
müste'mene vasiyet etmesinde de durum
aynıdır.
Eğer harbi öleceği
anda kölesini azat etseveya öldükten sonra hür
olmasını söylese dediğimiz
sebepten
dolayı bu,malının tümünden geçerlidir.
Bir müslüman
veya zımmî, harbi için vasiyette
bulunsa ezher olan görüşe göre câizdir. Zeylaî.
İ Z A H
«... Evin üçte
birinde câizdîr». Yani ittifakla caizdir. Ancak daha öncede geçtiği üzere evi kilise
yapmaları şart değildir.
«Köylerdeki... ilh...» Buradaki
«köyler» den maksat, içerisinde islâm'ın şiarlarından birisi
bulunmayan köydür. Aksi halde şehirler gibidir. Bunu, Kuhistâni ve Bercendî zikretmişlerdir. Dürrü
Mültekâ.
«Bu ma'siyet
olduğu için ilh...» Musâ leh'ler muayyen olmadığı için bunun temlik sayılması da
mümkün
değildir. Sahibeyn'e göre sahih olmayışının gerekçesi budur.
«Ebû
Hanîfe'nin delili, zımmilerin kendi inançları ile başbaşa bırakılmaları...»
Onların inancına göre
evlerini
kilise yapmaları bir tâattır. Bundan
dolayı bir zımmî, gerçekte tâat ama kendi inancına göre
ma'siyet olan
bir şeyi vasiyet etse, bu vasiyet onların inancına itibarla caiz değildir.
İmam-ı Azâm'a göre, binâ inşaı ile vasiyet arasındaki fark şudur: binanın
kendisi, binayı yapanın
mülkinin elden
çıkmasına sebep değildir.
Vasiyet ise mülkü elden çıkarmak için vaz edilmiştir.
Hidaye. Özetle.
«Muste'men bir
harbinin tüm malını... vasiyeti de
sahihtir.» Muste'men tabirini özellikle
kullandı.
çünkü zımminin
vasiyyeti terikenin üçte birinde muteberdir. Ve varisine vasiyet sahih değildir.
Bir zımmînin,
kendi dininden olmayan başka bir
zımmîye vasiyeti caizdir. Dari harpteki bir harbiye
vasiyeti ise caiz değildir. Mültekâ.
«Bizim
ülkemizde varisi olmayan müste'men
ilh...» Bunun muhalif mefhumundan anlaşılıyor
ki;
eğer varisi
varsa malının üçte birinden fazlasındaki vasiyet
caiz değildir. Zeylaî ve başkaları
bu
mefhumu «kîle: denildi» sözcüğü ile ifade edip zayıflığına
işaret etmişlerdir. Vikâye, İslah ve
Mülteka da, şarihin söylediği kesin bir dille ifade edilmiştir. Hidaye ve
Camiu's-Sağir de de buna
işaret edilmiştir. Bu hal, mütemed olanın bu görüş olduğunu gösterir. Çünkü metinler şerhlerden
önce gelir. İtkânî de. Serahsî'nin şerhine
müsteniden bunu söylemiştir. Çünkü harbinin buradaki
(darı İslâm'daki) varisinin hakkı, eman sebebiyle muteberdir. Eğer orada (darı harpte) onun başka
bir varisi
bulunursa, burada hazır olana ortak olur ve musü leh'in terikenin üçte birinden fazla olan
miktarda hakkı olmaz.
«Vîkâye'de de
böyle denilmektedir.» Aslında bu sözü,
Zeylaî'nin muhalefetine işaret etmek
için,
«bizim ülkemizde varisi olmayan» cümlesinden sonra söylemesi
gerekirdi. Nitekim biz öyle yaptık.
«Kendi ülkesindeki varislerine itibar edilmez.» Yani dârı harp'teki
varislerine. Bu demektir ki; üçte
birinden fazla
olan miktarda, haklarının ibtaline itibar edilmez.
«Malın kalanı varislerine verilir.» Varislerinin hakkını değil kendi hakkını
gözetmek için böyle
yapılır.
ihtiyacından fazla kaldığı zaman, kalan malın varislerine teslim edilmesi de müste'menin
hakkıdır. İtkânî;
«Fakat bu miras olarak
değil...» Minah'ta da vesaya bahsinin başında böyle denilmektedir. Bu söz;
«Varislerine» sözünden anlaşılacak manayı def
için söylenmiştir.
Bu mesele ile önceki
arasındaki fark şudur: önceki meselede
malın üçte birinden fazla olan kısmı
varislerine
iade edilmez. Çünkü onda hak sahibi olan vardır. O da kendisine malın tamamı vasiyet
edilmiş olan şahıstır.
«Dediğimiz sebepten
dolayı...» Yani dârı harpteki veresesine
itibar edilmez.
«Ezhar olan
görüşe göre caîzdir...» Bunun karşıtı olan görüşe göre Ebû Hanife
ve Ebû Yûsuf'tan,
caiz olmadığı yolundaki
rivayettir. Bu görüşün gerekçesi şudur:
Onlar hükmen kendi ülkelerinde
sayılırlar.
Nitekim her an oraya dönme imkanına sahiptirler.
Vasiyet de mirasa benzer, (Darı
İslâm'daki bir müslümanın mirasını dârı harpteki
bir yakını alamaz. Vasiyetde böyledir.)
Harbiye vasiyetin
caiz oluş gerekçesi d6 şudur: Bu başlangıçta bir
temliktir. Onun için verasetin
aksine köleye ve
zımmîye vasiyet caizdir. Zeylaî.
M E T İ N
Bid'at ehli, kafir
sayılmadığı zaman vasiyet konusunda müslüman menzilesindedir. Çünkü biz
hükümleri İslâm'ın zahiri üzerine koymakla emrolunduk. Ama
eğer kafir sayılıyorsa mürted
hükmündedir.
Bu durumda vasiyeti İmamı Ebû Hanife'ye göre mevkuf, Sahibeyne göre geçerlidir.
Şerhu'l-Mecma.
Vasiyet
konusunda mürted kadın (dinden çıkan)
esah olan görüşe göre zımmî kadın gibidir. Çünkü
o öldürülmez.
İ Z A H
«Bid'at sahibi
..» Seyyid Şerif Cürcânî Ta'rifât'ında
şöyle der: Bid'at ehli: inançları ehli sünnetin
inancı gibi
olmayan
kıble ehlidir, Onlar; Cebriye, Kaderiyye, Rafızîler, Hariciler, Muattıla ve
Müşebbihedir.
Bunlardan herbiri on iki fırkadır. Tamamı yetmiş iki eder.
«... İmam Ebû Hanife'ye göre mevkuf...» Yani müslüman
olursa geçerlidir. Riddeti üzere
ölürse
diğer
tasarrufları gibi vasiyeti de batıl olur.
«Mürted kadın
esah olan görüşe göre zımmî kadın gibidir.» Bunların vasiyetleri sahihtir. Hidâye.
Sahih
olmadığını söyleyen de vardır.
Hidâye sahibi, Ziyâdât'ta şöyle der: O (caiz olmayışı) sahihtir.
Çünkü zımmî
olan kadının inancına saygı
gösterilir. Mürted olan kadının inancına ise saygı
gösterilmez.
İnâye sahibi
şöyle der:
«Hidâye sahibinin iki sözü arasında zıtlık
yoktur. Çünkü sahih de esah da
tasdik edilir.» Yani bir görüşün «esah» oluşu öbürünün «sahih» oluşuna ters düşmez. Zeylaî birinci
görüşü tercih
etmiştir.
M E T İ N
«Malımın bu
kadarı veya malının üçte biri
vasiyettîr» demesi gibi, mutlak olan vasiyyet zengine
helal olmaz. Çünkü vasiyyet sadakadır ve sadaka da zengine haramdır. Eğer
mutlak vasiyet,
«Ondan
zenginde fakirde yer» denilmesi
suretiyle genelleştirilse yine de
zengine helal olmaz.
Çünkü zenginin
vasiyetten yemesi ancak
temlik sûretiyle olur. Temlik de ancak muayyen
birisi için
sahihtir.
«Zenginler» muayyen değildir ve sayılamıyacak kadar
çoktur.
«Malımın şu kadarı Zeyd'e -o da zenginse- vasiyettir» demesi gibi vasiyet bir
zengine, veya
zenginlerden
sınırlı bir guruba tahsis edilse, kendilerine
helâl olur. Çünkü belli olan zenginlere
temlik
sahihtir. Molla Husrev'in belirttiğine
göre, vakıfta da hüküm aynıdır.
Camiu'l-Fusûleyn'de;
vakfın mütevellisinin vasi olduğu söylenilmiştir.
İ Z A H
«...Mutlak
olan vasiyet...» Yani zengine veya
fakire olduğu belirtilmemiş olan vasiyet,
umûmi olan
vasiyet ise zengine veya fakire olduğu belirtilen vasiyettir. T.
«Sadaka da zengine haramdır.» Vasiyet eden öldükten sonra, vasiyeti
hibe saymak mümkün
değildir.
Zengine anında verilen sadaka ise böyle değildir. Çünkü o hibe sayılabilir.
Zira âlimler,
«Zengine
verilen sadaka hibedir. Fakire yapılan hibe de sadakadır» demişlerdir. T.
«.. Genelleştirilse
de yine zengine helal olmaz.»
Bunun zahirine göre buradaki vasiyet sahihtir.
Sadece zenginlere tahsis edilmek suretiyle yapılan bunun aksinedir. Çünkü onlar sayılamayacak
kadar çok oldukları için bunu temlik saymak mümkün değildir. Aynı şekilde bunu sadaka saymak
da mümkün
değildir. Zirâ tâfız ihtiyaç manâsı
taşımaz. Nitekim biz bunu. «akrabaya
vasiyet»
konusunda
İhtiyar'dan naklen takdim etmiştik.
«Vakıfta da hüküm aynıdır.» Yâni mutlak olan vakıf,
vakıfta bulunan genelleştirse bile sadece
fakirlere mahsustur. Zenginlere helal olmaz. Ama eğer vakıf sahibi muayyen bir zengine veya
zenginlerden
olan sınırlı bir topluluğu tahsis ederse onlara helal olur. Vakıf malın
kendisine değil
menfaatlerine
malik olurlar. Dürer.
Alimlerin; çeşme, kabristan,
karakol ve benzeri şeylerden fakirlerin de zenginlerin de istifade
edebilecekleri tarzındaki açık ifadeleri, bu sözlere göre biraz müşkül görünmektedir.
Çünkü vakıfta
bulunan
bunlarla umumu kasteder. Umum kastı kâfi gelince, umumun açıkça
söylenmesi
durumunda
umuma nasıl şamil olmaz?! Araştırılsın. Rahmetî.
«Vakfın
mütevellisi vasî gibidir...» Yani
birçok hükümde, mütevelli vasi
gibidir. Bundan dolayı
«mütevelli
vasinin kardeşidir» demişlerdir. Bunun buradaki münasebeti, geçen konuda vakıfla
vasiyet arasındaki hüküm birliğidir. Aynı
şekilde âlimler: «Vakıfla
vasiyet kardeştir» demişlerdir.
Yine «vakıf
vasiyetten sulanır.» «Vakıf ve vasiyet aynı vâdiden
sulanır» da derler.
FER'Î MESELELER
M E T İ N
Bir kimse malının üçte birini namazları için vasiyet etse;
vâsi bunu eğer muhtaç iseler
kendilerine
keffaret
verilmesi caiz olanlardan mûsî'nin, usulü ve fürû'u dışındakilere sarfedebilir. Fakirler için
yapılan mutlak
vasiyet ise böyle değildir. Çünkü bu eğer muhtaç hazır, baliğ ve ıazı iseler
bütün
varislerine veya
birisine verilebilir. Ama içlerinde
küçük hazır olmayan
veya hazır olduğu halde
rızası olmayan
bulunursa caiz olmaz.
Namazının
keffaretini muayyen bir adama vasiyet etse, başka birisi
için caiz olmaz. Namaz
bozulduğu için
böyle fetvâ verilir.
Bir kimse. namazları için vasiyette bulunsa
ve malının üçte birisi fakirlerden alacak
olsa, vasî de
alacağı fidye
yerine onlarda bıraksa kâfi
gelmez. önce alacağı kabzedip sonra onlara tasadduk
icâbeder.
Birisi malının
üçte birinin bağışlanmasını emretse ve ölse, meselâ
malının üçte birini de bir gasıb
gasbetse ve
tüketse gâsıp fakir olup, vasî ona gasbettiğini bıraksa kafidir. Çünkü ölümden sonra
kabz hasıl olmuştur. Malının tamamının alacak
olması ise bunun aksinedir. Kinâye'den.
Cevâhir'de şöyle denilmektedir:
«Birisi bir taşınmazını
bir adama vasiyet
etse ve ölse, terike, varisler arasında taksim edilse ve
musâ leh aynı
şehirde olduğu halde birşey talep
etmese de aradan seneler geçtikten sonra hakkını
almak için dâva açsa davası dinlenir. Vasiyeti reddetmemişse, gecikme
ile batıl olmaz.»
Kendisine bir
ev vasiyet edilen kişi vasiyet
eden öldükten sonra evi kabzetmeden
satsa sahihtir.
Çünkü vasiyet edilen malı kabzetmeden, tasarruf
caizdir.
Bir kadın bir
malını çocuğuna vakfedip çocuğun amcasını mütevelli tayin etse ve çocuğun da
babası bulunsa
mütevelli babadan daha evlâdır.
Birisi bir ev
satın alıp bir adama vasiyet etse ve
şefî evi musâ leh'in elinden alsa, parası alınır,
şayet
ev, başka biri
tarafından istihkak yoluyla alınırsa, musa leh varislerden
birşey talep edemez. Çünkü
mûsî'nin başkasına alt olan bir malı vasiyet ettiği açığa çıkmış olur, Allah en
iyisini bilir,
İ Z A H
«... Usulü ve
fürûu dışındakilerine... ilh...» Bu kayıt, Ebû Kasım'ın sözünden alınarak Kınye'de
zikredilmiştir. Şayet adam namazlarının keffaretinin oğlunun oğluna verilmesini
vasiyet etse o da
vasisi olmasa,
emrettiği gibi verilir ama keffâret olarak kâfî gelmez.
«Kendilerine keffâret verilmesi câiz olanlardan...
ilh...» Müslüman ve muhtaç olmak
suretiyle. T.
«... Ve birisine verilebilir.» Yani hepsi şart değildir.
T.
«Ama içlerinde
küçük... bulunursa». Aslında,
istisnaların tam olması için, bunlara «Veya muhtaç
olmayanlar...»
sözünü de ekleseydi daha iyi olurdu.
«Câiz olmaz.» Çünkü bu, varise vasiyyet kabilindendir. Tüm vârislerin icâzetine
ihtiyaç vardır. Hazır
olmayan ve rızosı olmayandan icazet bulunmamaktadır. Çocuğun icâzeti de sahih değildir. Bu
şartlar ikinci kısım
içinmi yoksa her iki kısım
içinmidir -yâni namaz keffâreti ve teberrû- araştırılsın
Rahmeti.
«Namazının ketfâretini... vasiyet etse. » «Keffâret»!
açıkça söyledi. Çünkü muayyen
bir şahsa bir
vasiyette bulunsa, ihtilafsız olarak vasiyet kendisine verilir. T.
«Başka birisi için
câiz olmaz.» Yâni kadı ve
vasinin başka birisine vermeleri câiz olmaz. Minah.
«Zaman
bozulduğu için... ilh...» Kâdî ve başkalarının tamahkârlıklarıda arttığı
için. Çünkü eğer biz
ölenin tayin
ettiği kişiden başkasına vermesini
caiz görsek belki de hiç kimseye vermeyecektir.
Çünkü
kendilerinden bunu isteyecek birisi
yoktur.
«Namazları için vasiyette
bulunsa...» ve oruçları için... Minah. «Kâfi gelmez..» Kâfi geleceği de
söylenmiştir.
Kınye'de şöyle denilmektedir: Üstâdımız «bir rivâyet bulununcaya kadar önceki görüş bana daha iyi
geliyor»
demiştir.
«Sonra onlara tasadduk icâbeder.» Yâni fidye niyyetiyle.
Aksi halde emrolunduğu şeyi yapmamış
olur. Düşün.
«Malının
tamamının alacak olması ise
bunun aksinedir.» Yâni önceki meseledeki.
Çünkü o
meselede ölümden önce kabzedilmiştir.
Bu konuda bir
de şu kaldı: Aynı meselede birisi namazlarının
keffâretini vasiyet
etse : Kabz
ölümden sonra
hasıl olduğu için kâfi gelirmi gelmezmi? Araştırılsın.
«...Evi
kabzetmeden satsa ilh...» Yâni mûsi öldükten sonra musâ leh satsa.
«Mütevelli
babadan evlâdır.» Çünkü bu, babadan
sonra gelmesi için, annenin vasîsi kabilinden
değildir. Zinâ
mütevelli'nin velâyeti çocuk üzerine değil, vakıf üzerinedir.
«Parası alınır...» Yâni musâ leh için.
müşterinin terikesinden alınır ve müşterinin varisleri Şefi'den
alırlar. Nitekim Minah'ta da böyledir.
Bir mesele : Birisi
bir takım vasiyetlerde bulunsa, ve «kalanı da fakirleredir» dese, musâ leh'lerden
bazıları ölse bunlara verilecek olan fakirlere verilir.
Çünkü onlar ölünce vasî kendilerine
bir şey
veremez.
Kalanı da fakirleredir.
Velvâliciyye. Allah
en iyisini bilir.
M E T İ N
Birisi (mesela) Zeyd'i vasi tayin etse, Zeyd de onun
yanında kabul etse sahih olur. Şayet onun
yanında yâni
bilgisi dahilinde reddederse, reddolur.
Ama onun gıyabında reddederse, vasi
cihetinden
kandırılmış olmamak için red sahih olmaz.
Musî'nin vasîyi onun haberi olmasa bile vasilikten çıkarması, İmamı Azâm'a göre sahihtir. Ebû
Yusuf'a göre
sahih değildir. Bezzâziye.
İ Z A H
Müellif, musâ
leh'e ait ahkâmı beyan ettikten sonra, vasiye
alt ahkâmın izahına başladı. Çünkü
vasiyyetler
bahsi buna da şamildir. Şu kadar varki, musâ leh'e ait hükümler
daha çok olduğu. daha
fazla
rastlandığı ve onları bilme ihtiyacı
daha çok olduğu için önce onu ele aldı. İnâye.
Şu
bilinmelidir ki: vasînin vesâyeti (hemen) kabul etmemesi gerekir. Çünkü
tehlike vardır.
Ebû Yûsuf'dan
şöyle rivayet edilmiştir. «Vasiliğe girmek, ilk seferde yanılgı, ikincisinde
hıyânet
üçüncüsünde
ise hırsızlıktır.»
Hasen'den de şöyle
dediği nakledilmiştir: «Ömer b.
el-Hattab bile olsa vasî adil
davranamaz.»
Ebû Mutî:
«Yirmi senelik kadılığım esnasında kardeşinin oğlunun
malında âdil davrananı
görmedim.» Kuhistânî.
Ulemâdan birisi
de nazım halinde şöyle demiştir:
«Dört vav dan sakın çünkü onlar ölümdürler.
Bunları: Vekâlet, vetâ, vâsilik ve
vakıftır.»
«... Zeyd'i vasî tayin .etse...» Bu cümle «işini ona verse» manasını da içine alır. Biz bu konuda
söylenecekleri,
konunun başında söyledik. Tefvîz (işi
ona bırakma) ona delâlet eden her
tâfızla
sahihtir.
Hâniyye
de şöyle denilmektedir: «Bir şahıs birisine:
Ben öldükten sonra sen
vekilimsin dese, vasî
olur.
Hayatımda iken sen benim vasimsin dese
vekil olur. Çünkü bu tabirlerden
herbiri -diğerinin
yerine kullanılır- Dolayısıyle diğerinin ibaresi
ile münakid olur.»
Hâniyye,
Hulâsa ve daha başka kitaplarda da şöyle denilmiştir: Bir kimse:
«Sen benim vasîmsin.
sen malımda vasîmsin ben öldükten sonra çocukları sana teslim ettim,
ölümümden sonra
çocuklarıma sahip ol, ölümümden sonra onların ihtiyaçlarını gör» dese veya bu sözlerin manasına
gelen bir şey
söylese vasî olur.
Velvâliciyye sahibi
şöyle der:
Bir kimse bir kaç kişiye: «Ben öldükten sonra şöyle yapın» dese
hepsi vasîdir.
Şayet adam ölünceye kadar sussalar da
ikisi veya daha fazlası kabul
etse bunlar vasî
olurlar. Ama
sadece biri kabul etse, hakim başka
birisini daha tayin etmedikçe veya onun
tasarrufunu
serbest bırakmadıkça tasarrufta bulunamaz. Çünkü bu durumda mûsi sanki
iki kişiyi
vasî yapmış sayılır. bunlardan sadece birisi kafi gelmez.
Dürrü'I-Mültekâ da Zahîre'den naklen şu ifadeler yer almaktadır: «Birisi bir adamı sadece bir konu
da vasî tayin etse, o her konuda vasî olur.»
Meselenin tamamı ileride gelecektir. T.
«... Bilgisi dahilinde...» Bu ifade yukarıda gecen «yanında» kelimelerinin izahıdır. Yani vasî olacak
olan kişinin hazır
olması şart değildir. Bilmesi
yeter. T.
«Ama onun gıyabında ilh...» Geçen kısma uygun olanı, «bilgisi olmadan» demesi idi. Böyle
denilmeyişine
sebep siyâkın ona delâletidir. Çünkü
musannıfın «aksı halde» sözünün manası:
«Ölümünden
önce veya sonra reddetmek suretiyle, bilgisi olmadan reddederse» demektir.
«...Vasî cihetinden kandırılmış olmamak için... ilh...» Yâni ölenin. vasî tayin ettiği
kişi tarafından
kandırılmış olmaması
için. Çünkü ona güvenmiştir. Dolayısiyle
reddetmesi durumunda ölüye zarar
vardır.
Musannıf bununla, musa leh ile vasî
arasındaki farka işaret etmiştir. Çünkü musâ leh'in,
vasiyet esnasındaki kabûlü mûteber
değildir. Öyleki şayet mûsî'nin sağlığında kabul
etse. sonra da
reddetse sahihtir. Çünkü vasiyetin menfaatı kendisinedir.
İkincisi ise böyle değildir. Nitekim İnâye
de böyle ifadelendirilmiştir.
BİR UYARI
Hakimin tayin
ettiği vasî, kendisini azlederse, bundan hakimin
haberdar olmasının şart olması
gerekir. Vekilin kendisini
azlinde de sultanın bilgisi şarttır. Bezzâziye.
«Vasilikten çıkarması...
İlh...» Yani Bezzâziye'de belirtildiği
üzere : kabûl ettikten sonra.
M E T İ N
Eğer (vasiyeti teklif esnasında) vasî ses çıkarmasa ve mûsî ölse, vasînin kabul etmeyede
reddetmeye de
hakkı vardır.
Vasiyet akdi,
vasî vasî olduğunu bilmezse bile terikeden
bir şeyi satması ile lazım
(bağlayıcı) olur.
Çünkü
tasarrufunun sahih olması için,
vasînin vasîliği bilmesi şart değildir. Vekil ise bunun
aksinedir. Çünkü vekilin tasarrufunun sahih olması için, vekil olduğunu bilmesi gerekir.
şayet vasî vesayeti teklif esnasında ses çıkarmasada
sonra reddetse, mûsî öldükten sonra kabul
etse sahihtir. Ama reddini hakim infaz
etmişse, bundan sonraki kabulü sahih olmaz.
İ Z A H
«Lâzım olur.»
Bununla, kabulün sözle olabileceği
gibi, fiille de olabileceğine işaret etmiştir. Çünkü
fiil söze delalet eder.
«Bir şeyi
satması ile ilh...» Yâni mûsi öldükten sonra satsa satış, velâyetten dolayı ehlinden sâdır
olduğu için
geçerlidir. Varîslerin işine yarayan bir şey satın alsa, bir borç ödese veya borç tahsil
etse yine aynıdır. İhtiyâr.
«Vekil ise bunun aksinedir.» Çünkü vekâlet; müvekkilin
kendi velâyetinin mevcudiyeti halinde sabit
olduğu için
inabe (niyabeten) dir. Vasîlik ise
hilafettir. Çünkü o, ölünün velâyetinin kesilmesi haline
mahsustur.
Dolayısıyle varîsler gibi, vasînin
bilmesine bağlı değildir. Zeylaî.
«Mûsî öldükten
sonra da kabul etse sahihtir.» Çünkü bu red, mûsi'nin bilgisi olmadan sahih olmaz.
Kifâye, Reddin sahih olmaması onun vasî olmasını
gerektirmez. Çünkü az önce geçen «onun redde
de kabule de hakkı vardır.» sözünün ifade ettiği üzere vasîlik kabule mütevekkıftır.
Hâsılı: Adam
sustuğu zaman vasî olmaz. Kabul edip
etmekte muhayyerdir. Reddederse yâni kabul
etmezse, kabule zorlanmaz. Reddettikten sonra bile
olsa kabul ederse sahih olur. Çünkü onun
reddi sahih
değildir. Yani onu, kabul etme ehliyetinden çıkarmamıştır. Kabul ederse vasî olur.
etmezse olmaz.
Bununla,
zamanımızda fetvası istenen şu hadisenin cevabı açığa çıkıyor:
Bir odam iki kişiyj
vasî tayin etse ve adamlardan birisi kabul edip öbürü sussa
da kendisinden
rızasının olup
olmadığına delalet eden bir söz sadır olmasa ve kabul eden
terikede tasarrufta
bulunsa :
Diğerinin kabul veya reddinden önce onun tasarrufu sahihmidir?
Cevap:
Dediğimiz gibi. susan vasî olmaz. Ama kabul eden de Ebû Hanîfe ve Muhammed'e göre tek
başına tasarruf hakkına sahip değildir Ebû Yusuf'a göre
ise sahiptir. Nitekim bunu Velvaliciyye'den
naklen zikredeceğiz. O halde, hakim kabul edenle
birlikte başka bir vasî tayin eder ve
beraber
tasarrufta
bulunurlar. Allah en iyisini bilir.
«Ama reddini hakkın infâz etmişse ilh
..» Çünkü konu ictihadi'dir. Zira Zufer'e göre red sahihtir.
Kinâye.
Ben, bunun.
zamanımız hakimlerinden başkaları
için olduğunu söylerim.
M E T i N
Bir kimse; bir çocuğu. başka birinin kölesini. bir
kâfiri veya bir fasıkı vasî tayin etse. varislerin
hakkını
gözetmek için hakim bunları değiştirir.
Müellifin
«değiştirir» sözü, bu vasiyyetin sahih olduğunu ifade eder. Şayet bunlar vasilikten
çıkartılmadan önce tasarrufta bulunsalar caizdir.
Sirâciyye.
Eğer çocuk bâliğ olsa,
köle azad edilse, kafir veya
mürted müslüman olsa, fasık tevbe etmiş
(Mücteba)
-Mücteba da : Vakfın velayetinin çocuğa verilmesinin istihsanen sahih olduğu
belirtilmektedir- hakim onları
vasîlikten çıkarmaz.
Çünkü azli gerektiren sebep ortadan kalkmıştır.
Ama vasî emin
birisi olmazsa azledebilir. İhtiyar.
Eğer,
vârisleri küçük oldukları halde, kendi kölesini vasî tayin etse sahih olur. Nitekim mükâtebini
veya başka
birinin mükâtebini vasî yapması da sahihtir. Eğer hâkim mükatebi
köleliğe döndürürse
hüküm köle de
olduğu gibidir.
Şayet mûsînin
varisleri küçük değilseler, kölenin vasîliği sahih değildir. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e
göre kölenin
vasîliği her halükârda sahih olmaz. Dürer.
İZAH
«..Başkasının kölesini ilh...» Yani efendisinin
izni ile bile olsa Kuhistanî.
«..Bir kafiri ilh...» Yani zımmi, harbi veya müstemeni
İnaye. Yahut da gelecek
olan bölümden
anlaşılacağı üzere mürtedi.
«Veya
fasık...» Yâni mala zarar vermesinden korkulan fasık. Kuhistânî.
«..Değiştirir.» Yani. Müslüman. hür ve salih birisi ile değiştirmesi vaciptir. Çünkü:
köle hacredilir,
kafir
düşmandır, fasık hiyanetle itham
edilir. Kuhistânî.
«Değiştirir
sözü, bu vasiyyetin sahih olduğuna
delâlet eder.» Kudûri'nin ibaresi «Hakim onları
çıkartır.» şeklindedir. Hidâye'de de:
«Bu vasiyetin sıhhatine işaret eder. Çünkü vasîlikten
çıkarmak sıhhatten
sonra olur.»
denilmektedir.
«İmam Muhammed
Asi da : Vasî tayini batıldır» demiştir.
Alimler bu
sözün manasında ihtilaf etmişlerdir: «bu, bütün suretlerde hakimin
ibtal etmesi île batıl
olur.», «Velayeti olmadığı için, kölenin dışındakiler de batıl olur». «Fasıkta
batıl olur. Çünkü. Kâfî de
beyan edildiği , üzere kafir köle gibidir»
gibi görüşler ileri sürülmüştür. İnaye'de ifade edildiğine
göre ilk görüş
ulemanın çoğunun görüşüdür.
Şunu da bil ki
musannıf «çocuk» sözünü zikretmekle metinlere ve Hîdâye'ye ilave
de bulunmuştur.
Mücteba
üzerine olan şehrinde şunu nakletmiştir: «Çocuğu vasî tayin
etmek caizdir ama vekalette
olduğu gibi,
sorumluluk gerekmez.» Bunu, musannıfın yaptığı
gibi ihtiyar sahibı de zikretmiştir.
Vehbaniyye şerhinde ise : «Birisi köleyi veya çocuğu vasî tayin etse hakim onları çıkartır. Çünkü
çocuğun
tasarrufa pek aklı ermez. Çocuğun vesayetten çıkartılmadan
önceki tasarrufu
geçerlimidir? «Geçerlidir»de.
«Geçerli değildir»de diyenler vardır. İkincisi sahihtir. Çünkü çocuğa
sorumluluk
yükletmek mümkün değildir. Çocuk vesayetten çıkartılmadan önce büluğa erse Ebû
Hanîfe ye göre
vasî değildir, Sahibeyne göre vasîdir» denilmektedir. Özetle. Tamamı oradadır,
müracaat et.
«Kafir
müslüman olsa...» Yani mükatebe bedelini ödemekten aciz olmak
suretiyle köle olarak
devam ederse.
«Kölede olduğu
gibidir.» Şayet başka birisinin mükatebi
ise vasiyet sahihtir. Ve hâkim başka
birisi
ile değiştirir.
Kendi mükabeti ise o, musannıfın ihtilafı olan meselesidir. T.
«Şayet mûsînin
varisleri küçük değilseler...» İçlerinde büyüklerin bulunması suretiyle
küçük
değilseler vesayet
sahih olmaz. Çünkü büyük olan terikeyi veya kendi hissesini satabilir dolayısıyla
vasiyetten aciz olunur. Zira müşteri onu meneder. Vasiyyetin faydası olmaz.
«Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e göre her hâlûkârda sahih olmaz.»
Çünkü bunda memlüke (köleye)
maliki üzerine bir velâyet isbatı söz konusudur.
Bu da meşru kılınanın ters çevrilmesidir.
Ebû Hanife'nin
gerekçesi de şudur: Mûsî ehil olan birini vasî tayin etmiştir. dolayısıyla sahihtir.
Mükâtebi vasî
tayin etmeye benzer. Çünkü köle mükelleftir. Kendi başına tasarrufta
bulunabilir.
Onun üzerinde
hiç kimsenin velâyet hakkı yoktur. Çünkü çocuklar her ne kadar malik iseler de
babaları köleyi
kendi yerine kâim kılınca. onlar üzerine velâyeti
olmadan, kendisi gibi tek başına
tasarrufta
bulunabilecek durumda olmuştur. Dürer. Ancak
kölenin, kendisini satma hakkı
yoktur. T.
şayet «Onlar
için satış velâyeti yok
ise onu hakim satabilir. Dolayısıyle
men tahakkuk eder» denilse,
buna : «Vasî ta'/im sabit olduğu zaman. Hâkim
için satış velâyeti kalmaz.» diye cevap verilir. İnâye.
M E T İN
Mücerred
haberi ile değilde gerçekten vasîliğin icaplarını yerine getirmekten aciz olan vasiye hâkim
başka birisini daha ekler. Bunu, musî ve vârislerin hakkına riayet için yapar.
Şayet vasinin aslen aciz olduğu Hâkime
zahir olursa onu başka birisi ile değiştirir. Seçilmiş olan
vasiyi, vesâyete
ehil olduğu halde hakim azlederse, azli
geçerlidir, ama hakim zulmetmiş ve günaha
girmiş olur.
Eşbâh'ta şöyle
denilmektedir: «Bu durumda hakimin azlinin sahih olup olmadığı konusunda âlimler
ihtilaf
halindedirler. Vehbâniyye Şerhi'nde belirtildiği üzere çoğunluğun
görüşüne göre sahihtir.
Ama Fusûleyn de
denildiği gibi sahih olmadığı tarzında
fetva vermek gerekir. Hain olan
vasinin azl
se vaciptir.»
Ben derim ki: Câmiu'l-Fusûleyn'in yirmi yedinci faslındaki ibare şu şekildedir:
«Ölü tarafından tayin
edilmiş olan vasi adil ve yeterli ise, hâkimin onu
azletmesi uygun olmaz. Ama buna rağmen
azlederse vâsilikten düşeceği söylenir.
Ben derim ki: Bana göre vasilikten düşmez. Çünkü mûsî kendisine karşı hakimden
daha müşfiktir.
O halde nasıl düşer?! Devrimiz hakimlerinin
bozukluğundan dolayı bu görüşe göre fetvâ vermek
gerekir.»
Musannıf da
şöyle der: «Üstadımız da demiştir ki: Vasî'nin
azlinin sahih olmadığı görüşü
tercih
edilmiştir. Vakıflardaki vazifelerde durum nasıl olur?!
İ Z A H
«Vasiliğin icaplarını yerine getirmekten aciz olan vasiye ilh...» Tekbaşına bunları yapamayıpta
yardımcıya ihtiyaç
duyan vasiye. Aşağıdaki
mesele bu anlayışa delâlet etmektedir.
«... Gerçekten ilh...» Yani bu, beyyine ile sabit
olursa. Çünkü beyyine ile sabit olan gözle görülen
gibidir.
Hâkimin ilmi ile sabit olursa olmaz. Çünkü müftabih olan görüşe göre hakim. kendi bilgisi
ile hüküm veremez. Rahmetî.
«Mücerred haberi
ile değil de...» Çünkü o yükünü hafifletmek için
yalan söylemiş olabilir. Aynı
şekilde, varislerin tümü veya bir kısmı vasiyi hakime
şikayet etseler, vasinin bir hıyâneti
görülünceye
kadar hakimin onu azletmesi gerekmez. Hidâye.
BİR UYARI
Geçen bu ifadelerden
anlaşılıyor
ki: Kabul ettikten sonra vasinin kendisini
vesayetten azle hakkı
yoktur. Nitekim
bu açıkça geçmişti. Eşbah'ta belirtildiğine göre
vasinin vasîyeti bırakabilmesi için
iki çare vardır. Bunlar:
I - Ölen kişi, onu vasi tayin ederken istediği
zaman vasiliğl bırakabileceği şartıyla tayin eder.
II - Vasi ölüden
alacağı olduğunu iddia eder. Hakim
de onu itham ederek vesâyetten ihraç eder.
Anlaşıldığı
üzere bu, ölünün tayin ettiği vasi ile ilgilidir. Hâkimin atadığı vasi ise, onun bilgisi
dahilinde olmak
şartıyle vasiliği bırakabilir. Biz bunu Bezzâziye'den naklen takdim etmiştik.
Eşbah'tan naklettiğimiz; «... vesâyetten ibraceder» sözünün ifade ettiği hüküm âlimler arasında
ihtilaflıdır.
Hindiyye de Hassaf'tan naklen : «Sadece vasinin iddia
ettiği borç mikdarında başka bir
vasi tayin eder. Ulema bu görüşü almıştır ve müftabih olan budur» denilmektedir.
«Bunu musî ve
varislerin hakkına riayet için yapar.» O vasiyi bırakmak suretiyle, çünkü
mûsî olarak
seçmiştir. Kendisine başka birini ilave etmekle
de varislerin hakkı korunmuş olur.
«Onu başka birisi ite değiştirir.» Zahiriyye'de
şöyle denilmektedir: «Vasî aciz olsa hakimde
başka
birisini tayin
etse, bir müddet sonra birinci vasî
ben vesayete muktedir hale geldim dese âlimler;
onun eski hali
üzere vasi olacağını söylemişlerdir. Çünkü hakim onun yerine ikincisini, onu
azletmiş olmak için tayin etmemiştir. Bu, azl değil bir ilavedir.» Bunun benzeri ifade Hâniyye ve
başka eserlerde de
vardır.
Hulûsa'da ise şöyle
denilmektedir: «Hakim, acizin yerine başka birini atarsa aciz olan azledilmiş
olur. Hasî: Çünkü ikincisi öncekinin yerine ancak onun azlinden
sonra geçer, der. Hakimin acz
sebebiyle azle
yetkisi vardır..» Edebü'l-Evsıyâ'dan
özetle.
Ben derim ki; Bu iki naklin arasını şöylece uyuşturmak mümkündür: Eğer hakim : «Seni
vasi
kıldım» veya «öncekine
ilaveten seni vasî yaptım» derse birincisi
azledilmiş olmaz. Ama «senionun
yerme tayin
ettim» derse azledilmiş olur. Düşün.
BİR UYARI
Hâniyye'den
naklen Edep de şöyle denilmektedir: «Şayet
vasî sürekli bir şekilde delirirse hakimin
onu
değiştirmesi gerekir. Eğer iyileşinceye
kadar bunu yapmazsa vesayeti devam
eder.»
«Vesâyete ehli
olduğu halde ilh...» Âdil ve yeterli
olmak suretiyle.
«Azli geçerlidir.» Kınye'de şöyle
denilmektedir: Zarhiruddin ölen tarafından seçilmiş olduğu için.
vasinin
hakimden daha mukaddem olması sebebiyle buna uzak bulmuştur. Üstadımız şöyle
der:
«Adil ve yeterli
olduğu halde, ölenin vasisi münazil
olunca, hakimin vasisi nasıl olur?!
«Hain olan
vasinin azli vaciptir.» Kitapların
çoğunda şu ibare yer almıştır: «Baba müsrif. küçük
oğlunun malını
saçıp savuran birisi olduğu zaman.
hakim bir vasî tayin eder ve çocuğun malını
babasının elinden alır.»
«Yirmi yedinci fasılda ... ilh...» Orada
Mültekâ'dan naklen: «Adil
olmaz da yeterli olursa hakim onu
azleder. Adil
olurda yeterli olmazsa yanına
yeterli olan başka birisini tayin
eder» denilmektedir.
Velvâliciyye'de buna : «Eğer onu hakim
azlederse sahih olur» sözleride ilave edilmiştir.
«Sahih
olmadığı tarzında fetva vermek
gerekir.» Nûru'l-Ayn da şöyle
denilmiştir: «Camiu'l-Fusuleyn
sahibi,
söylediği şeyde çok iyi yapmıştır. Ama «bana göre» demek suretiyle, sanki bu konuda yalnız
kalmış gibi bir his vermiştir. Halbuki bu eski ve yeni
âlimlerin çoğunun tercih ettiği
görüştür.
«Devrimiz
hakimlerinin bozukluğundan dolayı» Hâkimin onları azletmesi dünyevi bir maksada
mebni
olabilir. Çünkü ehil olan vasiyi azlde
yetime bir maslahat yoktur. T.
BİR UYARI
Bütün bunlar
ölenin tayin ettiği vasi ile ilgilidir. Ama hâkim kendi tayin ettiği vasiyi adil bile olsa
azledebilir. Şarih bunu çeşitli meseleler başlığı altında söyleyecektir. Ancak az sonra bunu,
maslûhat
gördüğü takdirde yapabileceği aksi
halde yapamayacağı gelecektir.
«Musannıf
şöyle der: Üstadımız demiştir ki...
ilh...» Yani Bahr müellifi ibn. Nüceym.
«Vakıflardakl vazifelerde durum nasıl olur?» Vakfa idareci tayini konusundaki vazifelerde.
Fetevâyı-Hayruddin'de.
Bahr'dan naklen şöyle denilmiştir: «Hâkimin vakıf nazırını azledebilmesi,
bunun bir suç
sebebiyle olması şartına
bağlıdır.» Bahr sahibi buna, İsaf ve Camiu'l-Fusuleyn'den
naklettiği şu
ibareyi delil göstermiştir: «Nazırın hyâneti
olmadan başka birisini tayin
etmenin haram
olduğunu,
şayet bunu yapmışsa sahih olmayacağını ifade etti.»
Daha sonra da
şöyle
der: «Nâzırın suçu yokken
azledilmiyeceğinden istifade ile
anlıyoruz ki; vakıfta
vazifeli olan
birisini de azl sahih.değildir. Buna Bezzâzî ve başkalarından yaptığı nakillerle istidlal
etmiştir.»
Şârih: «Nasıl olur?!» sözü ile evleviyetle sahih olmayacağına işaret etmiştir. Bunun delili de şudur:
Bu, muhterem
bir hakkı ibtaldir ki o da vakfedenin onun için tayin ettiğidir.
M E T İ N
(iki tane vasi
olsa) iki mütevelli de olduğu gibi, iki
vasiden birisinin tek başına yaptığı batıldır.
Hüküm
itibariyle iki mütevelli. iki vasi gibidir. Eşbah
ve Kınye'nin vakıf bahsi. Bundan anlaşıldığına
göre:
Mütevellilerden birisi vakıf arazisini
kiraya verse öbürünün reyi olmadan caiz olmaz. Bu yeni
bir hadiseye
verilen bir fetvadır. ölenin : iki vasiyi ayrı
ayrı tayin etmiş olması durumunda da hüküm
aynıdır.
(Birisinin
haberi olmadan öbürünün yaptığı bâtıldır). Her birinin tek başına tasarrufta
bulunabileceği
de söylenilmiştir. Ebu'l-Leys: Bu esahtır,
biz bunu benimsiyoruz» der. Ama
Mebsutta
önceki görüş sahih edilmiş, Dürer'de de birincisi tek görüş olarak
verilmiştir.
Kuhistâni'de
«Bu doğruya daha yakındır.» der.
Ben derim ki: «Bu, ölünün tayin ettiği vasiler veya vakıfın tayin ettiği mütevelliler
ya da bir hakimin
tayin ettiği vasi ve mütevelliler oldukları takdirdedir. Ama iki ayrı beldedeki iki ayrı hakimin tayin
ettiği vasiler
veya mütevelliler olursalar herbiri tek başına tasarrufta
bulunabilirler. Çünkü
hakimlerden herbirinin tasarrufta bulunması caizdir. Naibleri için de hüküm
aynıdır.»
İ Z A H
«Vasilerden birinin yaptığı batıldır.» Ama diğer vasi bu tasarrufa icazet verirse caiz olur ve akti
yenilemeye
gerek kalmaz. Minah'ta da böyledir. T.
Ben derim ki: Vasî ile
onun nâzırı arasında da durum
böyledir. Hâmidiyye de İsmailîyye'den
naklen
şöyle denilmektedir: «Eğer nazırın
haberi olmadan vasî yetimlerin
malından tasarrufta bulunsa ve
mal helâk olsa onu zamin olur.»
«Bundan
anlaşıldığına göre ilh...» İsraf'ta bu, şu ifadelerle açıkça söylenmiştir:
«Nazırlardan birisi
tek başına kiraya veremez.
Ama birisi öbürünü vekil ederse caiz
olur. Bunu Ebussuûd nakletmiştir.»
Şarihin
söylediği Minah'tan alınmadır.
«Her birinin
tek başına tasarrufta bulunabileceği de
söylenmiştir». Şarihin açıklayacağı
gibi, bunu
söyleyen Ebû Yusuf'tur. Önceki görüş de Ebû
Hanife ile Muhammed'e aittir. Birde denildiki: «Bu
ihtilaf
vâsileri peşi peşine tayin ettiği
takdirde söz konusudur. Ama tek akitle birlikte
tayin ederse,
biri olmadan
öbürü ittifakla tasarrufta bulunamaz.» Yine denildi ki: «İhtilaf; vasilerin aynı akidde
tayın edilmeleri halindedir. Ama ayrı
akitlerle tayin edilmişlerse ittifakla her biri tek başına
tasarrufta
bulunabilir.» Ebu'l-Leys: «Bu, esahtır,
biz bunu benimsiyoruz» der. Üçüncü bir görüş
olarak her iki durumda da ihtilaf olduğu söylenmiştir.
Mehsut'ta da «Bu esahtır» denilmiş Molla
Hüsrev bunu
tek görüş olarak takdim etmiştir.
Minah özetle.
Bunun benzeri
ifadeleri Zeylaî ve başka müellifler
de zikretmişlerdir.
«Ama Mebsût'ta önceki görüş sahih kabul
edilmiştir.» Ben derim ki: Bu ifade sanki
mebsut; tek
başına yaptığı
tasarrufun geçerli olacağı görüşünü
sahih görmüş intibaını vermektedir. Halbuki
biliyorsunki söz, ulema arasında ihtilafa
konu olan meselededir. Mebsutta sahih görülen : İhtilafın
her iki
durumda da cari olduğu görüşüdür. Mebsutta vasilerden her birinin tek başına tasarrufta
bulunabileceği
yada bulunamıyacağı görüşünün tashihi mevcut değildir. Ama Ebu'l-Leysin sahih
gördüğü : iki
ayrı akitle tayin edilmişlerse
vasilerin kendi başlarına tasarrufta bulunabilecekleri
görüşünü
şamildir. Çünkü o bu konuda icma
olduğunu iddia etmiştir. Düşün. !
Şöyle de denilebilir: Mebsutta'ki
ibare, tek başına tasarrufta bulunamıyacakları görüşünün tashihini
de
mutazammındır. Çünkü o imamlar orasındaki ihtilafın her iki halde de olduğunu
sahih bulunca :
Ebû Hanife ve
Muhammed'in görüşlerinin, her iki halde de vasilerin ayrı ayrı tasarrufta
bulunamıyacakları tarzında olduğunu isbat etmiş
demektir. Ekseriyetle amel, imamın görüşüne
göredir. Bu,
metinlerin mutlak ibarelerinden anlaşılan ve Musannıf'ın açık
ifadesidir. Düşün.
«Bu doğruya daha yakındır». Çünkü ölüm esnasında vasiyyetin vücubu ikisi
için birlikte sabit
olmuştur. Ayrı ayrı verilen vekaletler ise
bunun aksinedir. O halde ihtilafın her iki halde de
geçerliliği sabıt olmuştur. Zeylaî. Yâni ikisine vasî tayin
etmenin birlikte veya ayrı ayrı
zamanlarda
olması hallerine.
«Bu... ilh...» Yâni, vasilerden her birinin tek başına tasarrufta bulunamamaları.
«İki ayrı
beldedeki...» Gâlip olana bakarak
bunun kaydı ittifaki olduğu
anlaşılmaktadır. Hatta şayet
sultan bir
beldede iki hakim tayin
etse ve bunlara vasiler seçme yetkisini
verse hüküm yine aynıdır.
Zikredilen gerekçenin ifade ettiği manada bunu teyid etmektedir. Bunu T. ifade etmiştir.
M E T İ N
İki hakimden herbiri öbür hakimin tayin
ettiği vasiyi azletmek isterse;
şayet bunda bir maslahat
görürse azledebilir. Aksi
halde azledemez. Meselenin tamamı Müttekatât ve başkalarına
nisbetle
Tenviru'l-Besâir'in vekâlet bahsindedir.
Sirâcın vesaya
bahsinde şöyle denilmektedir: «...Yahut
da hakim, ölünün tayin ettiği vasinin
olduğunu
bilmezse ve onun için başka bir vasi
tayin etse sonra vasi gelip vasiyete
girmek istese
buna yetkisi vardır. Hakimin başka bir vasi tayin etmesi öncekini vasilikten çıkarmaz.
(İki vasîden
birisinin tek başına) ölenin kefenini satın alması onu techizi,
haklarında hasımlık
yapması, çocuğun ihtiyacı olan şeyleri satın alması, onun için hibe
kabul etmesi, muayyen köleyi
azad etmesi, muayyen
olan vediayı sahibine vermesi ve muayyen olan vasiyeti yerine getirmesi
caizdir. Şerhu'l-Vehbaniye'de bunlara on tane tasarruf daha eklenmiştir. Bunlardan bazıları:
Gasbedilen
veya fasit bir akitle satın alınan malı
iâde, keyli veya vezni olan ortak malı taksim,
alacağı istemek ve borcu kendi cinsi ile ödemektir.
Yine (iki
vasiden birisinin yalnız başına) telef olacağından
korktuğu bir malı satmaya ve kaybolan
malları toplamaya hakkı vardır. Ebû
Yûsuf'a göre vasilerden birisi her
konuda tek başına tasarruf
yetkisine sahiptir. Şayet mûsî, vasilerin birlikte
veya ayrı ayrı tasarrufta
bulunmalarını açıkça
söylemişse,
sözüne ittifakla uyulur. Şerhu Vehbânîyye.
i Z A H
«Tamamı... Tenvîru'l-Besâir'in vekâlet bahsindedir.» Tenviru'l-Besâir'de Mültekâ'ya
nİsbetle
zikredilen
yukarıda geçenlerdir. Tenviru'l-Besâir
sahibi daha sonra şöyle der: «Nâibi de böyledir»
sözünde acık bir yanlışlık var. Çünkü bilindiği gibi, hakimin vasisi. hakimin değil, ölünün naibidir.
Böylece kendisine
sorumluluk yüklenir. Hakimin tayin
ettiği emini ise böyle değildir. Çünkü o
hakimin
naibidir dolayısıyla kendisine sorumluluk yüklenmemiştir. «Hakimin vasisi onun naibidir»
sözünün
gereği, hakimin yetimin malında tasarrufta bulunmak hakkının
mevcut olmasıdır. Halbuki,
kendi tayin
ettiği bile olsa, vasi varken hâkim yetimin malında tasarrufta bulunamaz. Emini ile
birlikte ise tasarrufta bulunabilir. Yine bunun gereği: Hakimin tayin ettiği vasiden yetimin malını
satın alma
yetkisinin olmamasıdır. -Nitekim emininden de satın alamaz.- Halbuki birçok
kitapta
belirtildiği
üzere hüküm bunun aksinedir. (Hakim tayin ettiği vasiden yetimin malını satın alabilir.)
«Hakimin başka bir vasi tayin etmesi öncekini çıkarmaz.»
Gerçek vasi. hakimin tayin ettiği
değil,
birincisidir.
Çünkü, hakimin bilgisi olduğundaki gibi, ilk vasi ölünün arzu ettiği vasidir.
Ebussuûd'un
Eşbah haşiyesinde de Muhit'ten naklen
böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Burada bir soru kaldı: şayet birinci vasî yokken. ikincisi bir tasarrufta bulunsa geçerli
olurmu? Zahire
göre eğer yokluğu gaybeti münkatıa ise geçerli olmalıdır.
Eşbah'ta şöyle
denilmektedir: «ölünün vasisi varken
hakim başka bir vasi tayin edemez.
Ancak vasi
gaybeti munkatıa ıle gaip ise veya borç iddia edeni ikrar ederse müstesnâ».
Gaybeti Munkatıa: Kişinin; kendisine kafilelerin varmadığı bir yerde olmasıdır.
Ebussuûd
Haşiyesin'de
böyle denilmektedir.
Velvâliciye'de
de şu cümleler yeralmıştır: «Bir adam
ölünün aleyhinde bir olacak
iddiasında
bulunsa, vasi
de gaib olsa, hakim ölünün yerine
hasım olması için bir vasi tayin eder.
Biliyorsun ki
şayet vasi hazır olsa ve borcu ikrar etse,
müddeinin hakkını alabilmesi için hakim
ölünün yerine
hasım olmak üzere bir vasi tayin eder. Çünkü vasinin
ölü aleyhine ikrarda bulunması caiz
olmaz ve
müddei de, ikrar
ettiği şeyde vâsi ile
hasım olamaz. (davalaşamazlar)»
«Ancak, ölenin kefenini satın olması
ilh...» Bu meseleler vasilerden birisinin tek başına
tasarrufta
bulunmasının
batıl oluşundan zarûret için istisna edilmiştir.
«Ve techizi...» Sadece
bu söylenseydi, yeterdi. öncekini söylemeye gerek
yoktu. Tebyin de :
«Çünkü defni
geciktirmede, ölünün bozulması söz konusudur. Onun için memleketinde komşuları,
seferde de yol
arkadaşları onu kefenleyebilirler»
denilmektedir. T.
«Haklarında hasımlık yapması». Bu konuda birisinin yapabilmesinin illeti; âdeten husûmette
beraber olmamalıdır. Şayet ikisi de bulunsa bile, çok kerre sadece birisi konuşur. Dürer.
«Çocuğun ihtiyacı olan
şeyi satın alması...» Yâni elbise ve yemek gibi mutlaka bulunması
gerekenleri İtkânî. Çünkü bunların geciktirilmesi çocuğa zarar verir.
Minah.
«Onun için
hibe kabul etmesi...» Yani çocuk için hibe kabul etmesi.
Çünkü geciktirilmesi halinde
hibenin kaçırılması korkusu
vardır. Kuhistânî. Bir de bu, velâyet bâbından değildir. Onun için
annesi ve
ailesinden olanlarda hediye
kabul etme hakkına maliktirler. Hidâye.
«Muayyen
köleyi azad etmesi... Çünkü bu konuda
görüşe ihtiyaç yoktur. Muayyen
olmayan köleyi
azad ise bunun
aksinedir. Çünkü o doğru görüşe muhtaçtır. Kuhistânî.
Kadıhan,
köleyi mutlak olarak zikretmiş, muayyen
olup olmamakla kayıtlamamıştır. Bunun
mukayyede hamledilmesine mani yoktur. Bunu T. ifade etmiştir.
Ben derim ki: Zâhire göre bunların hepsi, kölesini karşılıksız olarak âzad etmeyi vasiyet
ettiğindedir.
Fakat mal karşılığında azadı vasiyet ederse görüşe
muhtaçtır, dolayısıyla iki vasinin
birlikte hareket etmeleri gerekir. Düşiin.
«... Vediayı
sahibine vermesi ilh...» «Verme» kaydını özellikle koymuştur. Çünkü birisi
yalnız başına
ölünün
vediasını kabzedemez. Sâihânî,
Hindi'ye'den naklen.
«Vasiyeti yerine getirmesi ilh...» Muayyen olan
vasiyeti veya mikdarı belli olan parayı
vasiyeti yerine
getirmesi. İbn
Şıhne. Ama vasiyeti ödemek için bir şeyi satmak gerekiyorsa.
diğer vasinin izni
olmadan bir
vasi yerine getiremez. İtkâni.
Kuhtetâni:
«Çünkü muayyen olan vasiyeti vasi vermeden de hak sahibi alabilir» der.
Zahire'de
şöyle denilmektedir: «Birisi, cenazesi
kaldırılmadan fakirlere buğday
tasadduk edilmesini
vasiyet etse ve vasilerden birisi bunu yapsa:
Eğer buğday musînin mülkünde ise
vermek caizdir.
Ama eğer satın alırsa, buğday da sadaka da kendi adına olmuş olur.»
Velvâliciyye'de de şöyle denilmektedir: «İhtilafa göre: Malından şu kadarını
tasadduk etmeyi vasiyet
etse ve
fakirleri tayin etmese, vasinin birisinin
tek başına bu vasiyeti uygulama
yetkisi yoktur. Ama
fakirleri
tayin ederse, birisi tek başına vasiyyeti
uygular. Bunda icmâ vardır.»
Bununla;
metindeki; musâ leh olan fakirin muayyen olması kaydı bilinmiş oldu. Düşün.
«Şerhu'l-Vehbâniye'de
bunlara... Eklenmiştir.» Eğer bunu musannıfın zikrettiklerinden
sonra
söyleseydi daha iyi olurdu. Vehbaniyye
şerhinde zikrettiklerinin tamamı on yedidir. Metindekinden
fazla olarak yedi
tane vardır. Şarih bunlardan dördünü
zikretmiştir. Kalan üçü de: Yetimin malını
korumak,
-Çünkü yetim malı kimin eline geçerse onu koruması vaciptir-. Vasînin satın aldığı bir
malın parasını vermek ve yetimin kendisini
kiralamaktır. Vehbâniyye'yi şerheden zât teklifini
anmamış, bunu
techizin içine sokmuştur. Onun yerine de şu sûreti zikretmiştir: Ölünün malından
bir kısmını muayyen
bir fakire tasadduk etme şeklindeki
vasiyetini yerine getirebilir.
Ben derim ki: Bu sûret, bildiğin gibi tekrardır. Metindeki, muayyen olan fakir
ile kayıtlıdır. Düşün.
Tahtâvî şöyle der:
«Mekki, Hâniye'den naklen şunu ilâve
etmiştir:
Vasîlerden birisi, borcu olmadığı ve mal yanında
emânet olduğu zaman ölünün terikesini
kabzedebilir. Hata helaki halinde onu zâmin olmaz.
Yine vasilerden birisi cenaze kaldırılmadan
önce tasadduk
edilmesini vasiyet ettiği buğdayı tasadduk edebilir. Ölenin terikesinden
elinde olanı
vedia olarak
verebilir, yetimin malını kiraya verebilir, emanet ve âriyet olan şeyleri sahiplerine
verebilir.»
Bunlardan
bazıları sonuç olarak öncekilerin içine girer.
«Fâsid bir akitte satın alınan malı iade...» Yani
ölenin fasit bir akitle satın almış olduğunu satana
geri verir.
Çünkü konusunda geçtiği üzere,
müşterinin ölmesi ile, fasit satımla alınan malın iade
gereği ortadan
kalkmaz. Vasilerden birisi bunu tek başına yapabilir.»
İbn. Şıhne
şöyle der: «Çünkü bu. vasiyetle sahip bulunan bir velâyetten değildir, borcu ödemeye
mülhaktır.»
«Keyli veya
veznî olan ortak malı taksim» Yâni meselâ mûsî'nin
ortağı ile taksim. T.
«Alacağı istemek»
«İstemek» sözünü özellikle söylemiştir. Çünkü birisi, ölünün alacağını yalnız
başına kabzedemez. Sâîhâni. Hindiye'den naklen. Zira özellikle cinsler farklı olduğunda alacağı
tahsil,
mübadele manasındadır. Hidâye.
Şerhu'l-Vehbaniyyedeki:
«Vasînin birisinin alacağı tahsil hakkı yoktur.» sözü, buradaki ifade ile
çelişkili değildir. Çünkü Muğrib de belirtildiği üzere istemek ile tahsil etmek ayrı ayrı şeylerdir. Anla.
Şarihin
sözünün zahirine göre : «Alacağı
istemek» cümlesi, Vehbaniye şerhinde ilave
edilenlerdendir, ama orada bu söz yoktur. Bu,
Nükaye'de zikredilmiştir. Nükaye'nin şarihi
Kuhistânî: «O,
husumet ile istidrak edilmiştir. Zahire'nin sözü de
buna delâlet eder.» demiştir.
«Her konuda
ilh...» Yâni istisna edilen bu konularda ve başka konularda.
Bu sözü ile. istisnanın
İmamı Azam ve Muhammed'in görüşlerine mebni olduğuna işaret etmiştir. Muhammed'in Ebû
Yûsufla
blrlikte olduğu da söylenmektedir.
M E T i N
Vasilerden birisi ölür ve hayatta olan vasiyi
veya başka
birisini vasi tayin ederse eskisinin
terikede
tek başına tasarruf yetkisi vardır. Hâkimin vasi tayin etmesine ihtiyaç yoktur. Ama vasi tayin
etmişse, hakim hayattaki vasinin yanına başka birisini daha tayin eder. Dürer.
Eşbâh'ta şöyle
denilmektedir: «Vasilerden birisi ölse hakim öbürünü onun yerine ikame eder veya
hayatta kalanın yanına başkasını tayin eder, ölünün malının üçte birini istedikleri
yere tasadduk
etmeleri için ikisini vasi seçmesi müstesna vasiyet batıl olmaz.» Meselenin tamamı
Şerhu'l-Vehbâniyye'dedir. Bu konuda Ebû Yûsuf'un ihtilafının olup olmadığı
konusunda iki görüş
vardır. Ebû
Yusuf'tan, Vasî değilde Muşrifin tek
başına tasarrufta bulunabileceğîni söylediği rivayet
edilmiştir.
Bunu, Mülteka üzerine yazdığım ta'likte
araştırdım. İleride gelecektir.
İ Z A H
«Eskisnin terikede tek başına tasarruf yetkisi vardır.» Bu, hayatta olan vasiye vasiyet
ettiğinde
doğru olur. Ama başka
birisine vasiyet etmişse ikisinin
birlikte hareket etmeleri gerekir. Bunun
benzeri Azmiyye'de de vardır.
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «ölünün vasilerinden ölen, hayatta kalanı
vasi yaparsa zahiri
rivayete göre; onun tek başına tasarrufta
bulunma yetkisi vardır. Sanki o, başka
birisini vasi tayin
etmiş gibi
olur. Hâkimin yeni bir vasi tayin etmesine gerek yoktur.
Çünkü ölünün görüşü, halefi olan
vasinin görüşü
ile hükmen bakidir. Ebû Hanife'den,
tek başına tasarrufta bulunamıyacağı da rivayet
edilmiştir.
Çünkü mûsî, hayatta kalan vasinin tek
başına tasarrufta bulunmasına razı olmamıştır.
Ölen vasinin
başka birisini vasi yapması ise böyle
değildir. Çünkü onun tasarrufu ikincinin
görüşü
ile birlikte geçerli olur. ölenin razı olduğu tasarrufa
benzer.»
«Ama vasi tayin etmemişse hakim
hayattaki vasinin yanına bir başkasını dahi tayin eder.» Bu,
İmamı Âzam ve Muhammed'e göre açıktır. Çünkü vâsîlerden
hayatta kalan, tek başına tasarruftan
acizdir. Hakim. ölen vasinin aczi esnasında, ölüyü gözetmek için
diğer bir vasî tayin eder. Ebû
Yûsuf'a göre
ise: Her ne kadar vasilerden hayatta olanı tasarrufa
muktedir ise de, musî,
haklarındaki tasarrufta kendisine iki vasinin halef
olmasını istemiştir. Bunun gerçekleştirilmesi
de
öncekinin
(ölenin) yerine başka bir vasi tayini ile mümkündür. Zeylaî
ve Hidâye. Bu. Ebû Yusuf'un
burada
muhalefet etmediğini gösterir. Velvâliciyye'de
ise muhalefetin olduğu söylenmiştir.
Şarihin
söyleyeceği gibi bunlar iki görüştür.
BİR UYARI
Vasilerden birisinin delirmesi veya azlini gerektiren bir şeyin meydana gelmesi de ölüm
gibidir.
Hâkim onun
yerine bir emin seçer. Hakim yetkiyi vasilerden ikincisine devredemez. Bunda ihtilaf
yoktur. Miraç.
Velvâliciyye'de ise şöyle denilmektedir: «Bu ihtilafa
göre; vasilerden birtek fasık olsa
hakim öbür
vasiyi tek başına tasarrufta bulunmak
üzere serbest bırakır veya yanına başka bir vasi
atar.» Düşün.
Yine Velvâliciyye'de: «İki kişiyi
vasi tayin etse ve vasilerin
birisinden önce ölse,
yahutta
vasilerden birisi mûsiden önce ölse sonra da öbürü vasiliği kabul etse Ebû Hanife ve
Muhammed'e
göre kabul eden yalnız başına tasarrufta bulunamaz. Ebû Yûsuf'a göre ise bulunabilir.
«Hakim öbürünü
onun yerine ikame eder. Bu, az önce zikredilen
gerekçenin icabına terstir.
«... Tasadduk etmeleri için ikisini vâsî seçmesi
müstesnâ...» Bu, sadakanın
verileceği yeri tayin
etmediği zaman
olur. Şayet tayin ederse batıl olmaz.
Velvâliciye'de
şöyle denilmektedir: «Bir şahıs iki kişiyi
vâsî tayin etse ve onlara malımın üçte birini
dilediğiniz
yere sarfedin, dese, sonrada
vasilerden birisi ölse vasiyet
batıl olur ve vasiyet edilen mal
varislere
döner. Çünkü mûsî bunu, ikisinin dilemesine bağlamıştır. Bu da ölümden sonra
tasavvur
edilemez. Ama
eğer malımın üçte birini fakirlere bağışladım derse vasiler istedikleri
fakirlere
verirler.
Birisi ölürse hakim başka bir vasi tayin eder.»
Zahiriyye'de buna; «Hakim isterse hayatta
kalan vasîye, tek başına ver der.» sözü ilave edilmiştir.
«Bu konuda Ebû
Yûsuf'un ihtilafının olup olmadığı
konusunda iki görüş vardır.» Yâni
vasilerden
birisi ölüpde,
başka birini vasi seçmediğinde.
Kuhistani
şöyle der: «Vasilerden birisi ölürse, yerine başka birisini tayin gerekir. Çünkü hayatta
kalan, tasarruftan acizdir. Âlimlerimiz arasındaki ihtilaf burada caridir. ÂIimlerden bazılarına göre
ise bunda
ittifak vardır. Ebû Yûsuf: Çünkü bu hal
mûsînin, vasilerden her birinin.
diğerini kontrol
etmesi maksadını tahsildir.»
Ben derim ki: Müctebâ'da : «Vasiyye bir müşrif
verir. Vâsi olmadan tasarrufta bulunamaz. Müşrif
tasarrufta
bulunamaz diyende olmuştur» denilmiştir.
«İleride gelecektir.»
Yâni. çeşitli meseleler bahsinde gelecektir. Orada gelecek olan Müctebâ'nın
ibaresidir.
BİR UYARI
Müşrif,
nazırdır. Hindiyye'de: «Malı elinde tutmaya vasi daha lâyık. tır.
Müşrif, vasi olmaz. Onun
müşrif
oluşunun tesiri bilgisi olmadan
vasinin tasarrufunun caiz olmayışıdır.»
denilmektedir.
Hâsî'den nakille Edebü'l-Evsiyâ'da belirtildiğine göre
bu, müftabihtir. Hâmidiyye.
Bir görüşe göre
ise, müşrif
vasi olur. İki vasiden birisinin tek başına tasarrufta bulunamıyacağı konularda, vasi ve
müşrifte tek
başına tasarrufta bulunamazlar.
Kâdihan, önce
bu görüşü vermiştir. Adeti üzerine bu ona itimad ettiğini gösterir.
Zevâhiru'l-Cevâhir'de de böyle denilmîştir.
BİR MESELE :
Birisi, birini
vasi tayin etse ve falan adamın görüşü ile hareket etmesini emretse, o vasidir ve
öbürünün
görüşü olmadan amel eder. Ama eğer,
ancak onun görüşü ile amel et demişse, ikisi
de
vasidir. Çünkü
bu şıklardan birincisi istişare ikincisi
nehy'dir. Velvâliciyye. Hanîyye'de
onun daha
uygun olduğu belirtilmiştir.
EK:
Malın
muhafazada vasiler ihtilaf etseler: Eğer mal taksim edilebilir cinstense yarı
yarıya korurlar.
Taksim edilemezse ya münavebeli olarak korurlar yahut da birisine emanet bırakırlar. Çünkü
vâsîlerin buna
hakkı vardır.
M E T İ N
Vasinin
vasisi, -ister kendi malında ister mûsînin malında vasi tayin etsin Vikaye- her iki terikede de
vasidir. Şâfiî
ise buna muhaliftir.
Vasînin, hazır olmayan büyük varislere veya
küçük varislere niyabeten, terikenin üçte birisi
kendisine
vasiyet edilen musâ leh'le yaptığı taksim sahihtir. Onunla varislerin hissesi
zayi
olmuşsa
musâ leh'ten
birşey talep edemezler. Çünkü vasinin
o zamanki taksimi sahihtir. Ama ister hazır
olsunlar ister
gaib, musâ leh'ler adına onların izni olmadan, varislerle
yapacağı taksim ise sahih
olmaz. Buna
göre. musâ leh, hakkı zayi olmuşsa. alacağı üçte birinden kalanını ister. Çünkü o,
vasî
ile ortak
gibidir. Eksik olan miktarı vasiden alamaz zira o emindir.
İ Z A H
«Vasinin
vasisi ilh...» Câmiu'l-Fusûleyn
de belirtildiği üzere vasinin vasisi
uzakta olsa. Yani ikinci
vaside bir
vasi tayin etse, o da bir vasi tayin etse ilh...
«İster kendi malında ister mûsî'nin malında
vasi tayin etsin ilh...» Mülteka'daki şu sözler de buna
uygun düşmektedir:
«Vasinin
vasisi iki terikede de vasidir. Aynı şekilde.
sahibeynin hilafına terikelerden
birısınde vasi
tayin etse yine aynıdır.»
Remli ise şöyle
der: «Mesele dört şıkta incelenir: Çünkü o (vasî) .
Bu şıklar; aşağıdaki:
1.2 ve a.b.c, şıklarıdır (Mütercim).
1 - Sözünü
açıklamadan «seni
kendimden sonra vasi bıraktım veya seni vasi bıraktım yada benzeri
bir şey söyler,
2 - Sözünü
açıklar ve. a- seni terikemde, b- mûsî'nin terikesinde,
c- her iki terikede vasi tayin
ettim
der.
Vasi sözü kapalı söylemişse yahutta onun iki terikede
de vasi olduğunu beyan etmişse, Şâfiî
ve
Züfer'in
hilafına her iki terikede de vasidir. Şayet, benim terikemde
vasinin demişse, hükmün de
Ebû Hanife'den
iki rivayet vardır. Zahiri rivayete göre, her ikisinde de vasi olur.
Çünkü, ihtiyar da
açıkça belirtildiği üzere mûsî'nin terikesi onun
(ilk vasinin) terikesidir.
Sahîbeyn'den de iki rivayet
vardır.
Bunların ezhar olanına göre ise ikinci vasi sadece birinci vasinin terikesinde
vasidir. Eğer
mûsî'nin terikesinde
vasinin demişse bütün imamlara göre birinci mûsînin vasîsi
olur.
Tattarhaniyye'de Şerhu't-Tahâvî'den naklen böyle
denilmekte, İhtiyar'ın gerekçesi de buna işaret
etmektedir.
Çünkü iki vasinin terikesi; mûsînin terikesi değildir. Benim
terikemde.. demesi ise böyle
değildir.
Çünkü mûsî'nin terikesi onunda terikesidir. Dolayısıyle benim
terikem sözü onu da içine
alır. Bu
izahın kıymetini bil. Çünkü başka
yerde bulamazsın.»
Şârihin
söylediğini, bu son sûretin dışındaki
suretlere tahsis etmek mümkündür. Düşün.
«... Yaptığı
taksim sahihtir.» Bunun tasavvuru
şöyledir: Birisini kendisini vasî tayin eden bir adam
malının üçte
birini bir başkasına vasiyet
etse, kendisinin de küçük ya
da gaib olan büyük varisleri
bulunsa ve
vasi varisler adına musâ leh ile terikeyi
taksim edip, üçte birini musâ leh'e verse üçte
ikisini de varisler için tutsa taksim geçerlidir.
Aksi ise -Musâ leh adına
varislerle taksim etmesi- caiz
değildir.
Çünkü varisler ve vasi her ikisi de
ölünün halefidirler. Dolayısıyle vasinin onların yerine
geçip onlar adına
hasım olması caizdir.
Musâ leh ise hiçbir yönden ölü"un
halefi değildir. Onunla
vasi arasında
hiçbir münasebet yokturki, taksimin geçerliliği
için yerine kaim olup onun adına
hasım olabilsin. Tamamı İnâyededir.
İmam Mahbûbi
Şeyhu'l-İslâm'ın Mebsût'undan naklen
şöyle demektedir: «Birincisinde, çocuklar
küçük iseler, hem taşınır hemde taşınmaz
mallardaki taksim caizdir. Küçük değilseler sadece
taşınır mallarda caizdir. İkincisinde ise hepsinde
batıldır. Kifâye, Mi'rac ve başkalarında
da böyle
denilmektedir. Zeylaî
de bunu benimsemiştir. İnaye'de : taşınır mallarla taşınmazların arasındaki
fark, varisler
küçük iseler her ikisini de satabilir. Büyükseler taşınmazları satamaz.
taşınırları
satabilir. Taksim de böyledir. Çünkü o da bir çeşit satımdır. denilmektedir.»
Ben derim ki: Bu zikredilen, terikede borç olmadığı
takdirdedir. Eğer borç varsa taşınmazları da
satabilir.
Nitekim ileride gelecektir. Sonra, şu
da bilinmeliki buradaki taksimden
maksat. küçüklerin
hissesini diğerinden ayırmaktır. Küçüklerin hisselerini birbirlerinden ayırması ise caiz
değildir.
Konunun tamamı
vesaya bahsinin sonunda çeşitli meseleler
başlığı altında gelecektir.
«Hazır olmayan
ilh...» Yâni üç günlük veya daha fazla mesafede ise Kuhistâni.
«Alacağı üçtebirden kalanı ister..»
Yâni eğer mal mevcutsa varislerden ister. Şayet varislerin elinde
helak olmuşsa isterse
kabzettiklerinin üçte biri kadarını varislere, isterse vasiye tazmin ettirir.
Çünkü vasi
malı çocuklara teslim etmekle, çocuklarda
kabzetmekle mütecavizdirler. Dolayısıyle
musâ leh hangisinden
isterse tazmin ettirir. Zeylai.
Bu; taksim, hakimin emri olmadan yapıldığı takdirdedir. Ama hakimin emri ile yapılmışsa caizdir ve
musâ leh'in birşey isteme hakkı yoktur. Miskin.
«O, vasî ile
ortak gibidir ilh...» Yani varislere ortak gibidir. Dolayısıyle
müşterek maldan helâk olan,
şirket malından helâk olur. Kalan da şirkete kalır. Zeylai.
«Zira o
emindir.» Yâni onun malı koruma hakkı vardır. Zeylaî.
M E T İ N
Hakimin terikeyi
taksim etmesi ve gaipse musâ leh'in hissesini alması sahihtir. Şayet
mal hakimin
veya emininin elinde helak olursa, musâ
leh bir şey isteyemez. Bu. ölçü ve tartı ile alınıp satılan
malardadır.
Çünkü bir ifrazdır. Başka mallarda
ise caiz değildir. Çünkü o zaman, satım akdi gibi.
mübadele olur.
Başkasının malını satmak caiz değildir. Taksim de
aynıdır.
Şayet,
haccetmek üzere edilen vasiyette vasi varislerle taksim ederse:
Eğer mal vasinin veya
haccetmesi için kendisine verilenin elinde helak
olmuşsa kalanın üçte biri ile ölenin yerine
hacceder. Sahibeyn aksi görüştedir.
Menâsik'te belirtilmektedir ki: Eğer ölmüş olan
malından bir miktarını hac için ayırsa ve adam
öldükten sonra
mal kaybolsa, kalan malın üçte biri ile haccedemez. Çünkü mûsî
hac için o malı
tayin etmişti. Mal helâk olunca vasiyet batıl olur.
İ Z A H
«Hakimin terikeyi
taksim etmesi... sahihtir.» Çünkü o acizin hakkını gözeticidir. Gaib olanın
hissesini ayırıp
kabzetmek de bir çeşit hak gözetmedir. Bu da musâ leh üzerine geçerlidir.
Zeylai.
«... Kalanın üçte biri ile hacceder.» Yâni
emredenin evinden veya
onu götürebilecek yerden
hacceder. İkinci veya
üçüncü defa helak olursa da böyledir.
Ancak, üçte birden kalanı onu hacca
götürmezse
müstesna. O zaman, başkasının yerine haccetmek konusunda geçtiği üzere vasiyet
batıl olur.
«Sahibeyn aksi
görüştedir.» Ebû Yûsuf: «Şayet ayrılan mikdarı üçte birin tamamını
kaplarsa vasiyet
batıl olur ve
vasi onun yerine haccetmez. Üçte birini kaplamazsa üçte
birinden kalanı ile, terikenin
tamamının üçte
birine kadarı ile onun yerine
hacceder.» İmam Muhammed'e göre ise
onun yerine
hiçbir şekilde haccetmez.
Bunu biz menâsik bahsinde izah etmiştik. Zeylaî.
M E T İ N
Vasinin alacaklılar
yokken terikedeki köleyi onlar için satması
sahihtir. Çünkü alacaklıların hakkı
kölenin
maliyetindedir.
Vasî, satıp, parasını tasadduku kendisine vasiyet edilen köleyi satsa ve yanında
parası zâyî
olduktan sonra
köleyi birisi hak etse parasını
zamin olur. Çünkü akdi yapan odur, sorumluluk da
onadır. Ama verdiğini terikenin tamamından geri alır. İmam Muhammed'e göre
ise üçte birinden
alır. Biz
diyoruz ki; O kandırılmıştır, dolayısıyla
borç olur. Şayet
terike helak olur veya kafi
gelmezse, rûcu hakkı yoktur. Mültekâ'da onun, kendilerine tasadduk ettiği kişilerden
isteyeceği
söylenir. Çünkü malın menfaatı onlara
olmuştur. sorumluluğu da onlaradır.
Vasi terikeden, çocuğa düşeni satsa ve parası
elinde helak olsa satılan malda başkası tarafından
istihkak edilse kendisine rücû edilir. Çocukta
kendisine düşen payı varislerden ister. Çünkü ona
düşen başkası tarafından istihkak edilince taksim
bozulmuş olur.
İ Z A H
«Çünkü onların
hakkı kölenin maliyetindedir.»
Yâni sûretinde (rakabelerinde) değil. Satış da
maliyeti ibtal
etmez. Çünkü satışla maliyet, bedeline
geçmiştir. Ticaret yapmasına izin
verilmiş olan
köle ise bunun aksinedir. Çünkü mevlânın onu satması caiz değildir. Zira alacaklıların o köleyi
çalıştırıp alacaklarını
tahsil hakları vardır. Üzerinde
durduğumuz mesele ise böyle değildir.
«Çünkü akdi
yapan odur.» Bu, vasî parasını zamin
olur, sözünün gerekçesidir.
«O kandırılmıştır». Çünkü ölü ona köleyi satıp parasını tasadduku emredince sanki «bu köle benim
malımdır» demiştir. İnâye.
«Rûcu yoktur.» Yâni varislere de, kendilerine tasadduk eîmişse fakirlere de rûcû edemez. Çünkü
satış ölü için yapılmıştır
ve ölenin başka bir borcu olduğundaki gibidir. İnâye.
«Mülteka da.. ilh...» İnâye'de şöyle denilmektedir: «Bu rivayet,
Camius-Sağir'in rivâyeti'ne terstir.
Camius-Sağir'in rivâyetinin
illeti şudur: Bu tasarrufun menfaatında
asıl, ölüdür. O da sevaptır. Fakir
ise tabidir.»
M E T İ N
Vasi malı, muhalûnileyh daha hayırlı ise yani ikincisi daha zenginse havale edilir. Fakat
muhalünileyhde
birincisi gibi ise câiz olmaz. Münye,
Yine vasî yetimin malını yabancı
birine,
herkesin anlayabileceği bir fiatla satabilir veya satınalabilir. Ama herkesin
aldanmayacağı bir fiata
(ucuz olarak)
-ki o da fahiş aldanmadır- satamaz. Çünkü onun yetim malındaki
velâyeti yetimi
gözetmek
içindir. Eğer fahiş bir aldanma ile
satarsa bu satış fasittir; müşteri kabzetmek suretiyle
mala mâlik olur. Kuhistânî. Bu; vasî küçük çocuk adına yabancı birisi ile alış
veriş yaptığı
zamandadır.
Ama eğer kendisi için satınalır veya
satarsa, şayet hakim tarafından tayin edilmiş vasi
ise asla caiz olmaz. Çünkü onun vekilidir. Ama
babanın seçtiği vasi ise, çocuk açık bir
menfaatın
bulunması
şartıyla sahihtir. Bu acık menfaatta satmada
diğerinin yarısı kadar fazla, satın almada da
yarısı kadar noksan olmasıdır. Sahıbeyne göre bu durumda da mutlak olarak
caiz değildir.
İ Z A H
«... Birincisi gibi ise caiz olmaz...» Bu, iki
görüşten biridir. Kifâye de:«Kitap ta
onun caiz olmadığına
işaret edilmiştir.» denilmektedir. Yani cevazı,
havale edilen şahsın daha zengin olması
ile
kayıtlanmıştır. Bu alacağın ölünün yaptığı akitle sübutu halindedir. Ama eğer alacak, vasinin yaptığı
bir akitle
olmuşsa yetimin hayrına da olsa zararına da olsa
havale caizdir. şu kadar var ki eğer onun
için hayırlı
ise ittifakla caiz olur. Bûlûğa erdikten sonra bunu bozamaz. Fakat hayrına olmazsa yine
caizdir.
Ancak, Ebû Hanife ve Muhammed'e göre vasi yetime karşı sorumludur. Ebû Yûsuf'a göre
ise bu havale
caiz değildir. İtkanî. Tahavî şerhinden naklen.
«... Satabilir veya
satınalabilir.» Müellif bunu mutlak olarak ifade etmiştir. Dolayısıyle
peşine de
müflis de olsa
zengin birine olması kaydıyla
adet bir vadeye kadar vâdeli olana da şamil
olur.
Mesele vesâyâ
bahsinin sonunda çeşitli meseleler başlığı altında gelecektir.
Hamiye de şöyle denilmektedir: «Ölünün terikesinden bir şey veresiye
sattığı zaman : Eğer vâde
çok fazla
olduğu için yetim bundan zarar görürse
caiz olmaz.» Remlî.
«Yabancı
birine ilh...» Yâni hem ölüye hemde
vasiye yabancı olan birine. Eğer kendisine lehine
şahitliği
kabul edilmeyen birine veya ölünün varisine satarsa caiz olmaz.
Câmiu'l-Fusûleyn de şöyle denilmektedir: «Müdâribin, lehine şahitliği kabul
edilmeyen birisine az
bir indirimle
satması caiz değildir. Vasî
bunlardan birine sattığında da aynıdır.
Ama değer
kıymetiyle satarsa
caiz olur. Eğer sıhhati yerinde olan
varis hasta olan mûrisine değeri ile satar
veya ondan satın alırsa Ebû Hanife'ye göre caiz olmaz. Az bir aldanma ile olursa ittifakla caiz olmaz.
Çünkü bu, onun
için vasiyet gibidir. ölünün vasîsi
de, değer fiatıyla varis ile
alış veriş yapsa aynı
ihtilaf onda da cârîdir.»
BİR UYARI
Hâniyye
sahibi de şöyle der: «İki yetimin iki
ayrı vasisi olsa, vasilerden birisinin
öbür vasiden yetimi
için bir şey
satın alması değildir. Çünkü vasilerin
tasarrufları, yetimin hayrına olması şartı ile
kayıtlıdır. Bu
mesele de, yetimlerden birisinin menfaatı
varsa da öbürünün yoktur. Dolayısıyle
vasinin
tasarrufu caiz değildir.»
Ben derim ki: Bunun izahı biraz güç. Çünkü vasilerden her biri öbürüne yabancı
ve kendisi için
değil, yetimi
için satın almıştır. Dolayısıyle yetimin menfaatı şartı aranmaz. Düşünülsün. Ancak bu
satış, gayri
menkulle kayıtlanır veya Nafaka ve
benzeri bir şeyden başkası için olursa müstesna. (O
zaman müşkül kalmaz.) O durumda da ileride geleceği üzere malın iki
misli kıymeti ile satılması
gerekir. Bu izah
ile gerekçe de anlaşılmış olur. Benim anladığıma göre maksat budur. En
iyisini
Allah bilir.
«Herkesin aldanmıyacağı bir fiata satamaz.» Sahih olan bunun tefsirinde; fiat takdircilerinin
takdiri
altına
girmeyen» demesi idi. Nitekim Bahr,
Minah ve daha başka kitaplarda böyledir.
«Çünkü onun yetimin malındaki velâyeti onu
gözetmek içindir.» Aşırı aldanmada ise, az aldanmanın
aksine gözetme yoktur.
Çünkü çok aldanmadan sakınmak mümkündür. Zeylaî.
«... Bu satış fâsittir.» Bu iki görüşten ikincisidir.
Kınye sahibi bunları nakletmiştir.
Birinci görüşe
göre bu satış
batıldır. Müşteri kabzetmekle o mala malik olamaz.
«... Müşteri kabzetmek suretiyle mala mâlik olur.» Vasî fahiş aldanma ile sattığını zamin olur mu?
Zahire göre
evet . T.
Üstadımız
şöyle der: Âlimler demişlerdir ki, eğer mütevelli vakıf malını ecri
misilden daha aşağı bir
fiatla kiraya
verse, ecri misle varıncaya kadar kiracıya
tamamlatır. Nazıra bir sorumluluk
yoktur.
Buna göre
müşterinin kıymeti tamamlaması ve
vasiyet bir şey icabetmemesi gerekir. Hatta bu daha
evlâdır. Çünkü
icare menfaatin satılmasıdır. Menfaatde gerçek mal değildir. Biz
bunu zaruretten
dolayı caiz gördük. Düşünülsün.
BİR UYARI
Borçlu olan
hasta eğer malını değerinden aşağıya satarsa caiz olmaz. ömründen sonra ise, vasisi
satabilir. Bu
enteresan bir mesele. Çünkü asıl malik ucuz fiata
satamıyacağı halde, halefi
satabiliyor.
Bu Camîu'l-Fusûleyn de ifade edilmiştir.
«Eğer kendisi için... veya satarsa» Yâni yetimin
malından..
«Çünkü onun
vekilidir.» Yâni hâkimin vekilidir.
Vekilin yaptığı müvekkilin yaptığı hükümdür. O do
kendi lehine hüküm veremez. T.
«Bu açık menfaat da, satma da değerinin yarısı kadar fazla
satın almada da yarısı kadar noksan
olmasıdır.»
Zeylaî şöyle der: «Açık menfaatin tefsiri:
Değeri onbeş olanı çocuğa ona satmak çocuğun malından
değeri on
olanı da onbeşe satın almaktır.»
Edebu'l-Evsiyâ'da da şöyle denilmektedir: «Mültekâ da, fetvâ bununladır. denilir. Hâniyede de,
İmamı Serahsî, taşınmaz malların dışında yetime
hayırlı olanı bununla tefsir etmiştir. Taşınmaz
mallarda ise. bazılarına
göre iki kat değerine satın almak ve yarı fiatına satmaktır, denilmiştir.»
Hafızıyye
de şöyle denilir: «Eğer (yetime) açık menfaat varsa vasinin onu kendisine satması veya
kendisinden satın olması caizdir. Meselâ değeri
dokuz olan ona satmak veya on olanı
dokuza satın
almak
böyledir.
Beri derim ki: Taşınmaz
malda, yetimin hayrına olanı. satmakta iki kat. satın almakta ise yarı
fiat
olduğunda
ihtilaf yoktur . Çünkü o bir başkasına ancak
iki kat fiatına satabilir. Kendisi için bundan
aşağıya nasıl
satın alabilir?! Ben taşınmaz malların dışında onda iki aşağı veya fazlayı
hayırlılıkta
kâfî
görüyorum. Çünkü bu mikdar, insanların tahammül
edemiyeceği ölçüde fazla aldanmadır.»
Gerekçeden anlaşıldığına göre bu kabul edilemez.
Edebü'l-Evsiyâ'dakiler
özetle böyle Bununla bilindi ki:Vasinin
satın almasının sıhhati taşınır mallara
mahsus
değildir. Anla.
M E T i N
Babanın, küçük
çocuğunun malını değer fiatına ve herkesîn aldanabileceği kadar -yani
az- bir
aldatma ile kendisine satması caizdir. Aksi halde caiz olmaz. Bu hüküm
taşınır mallardadır.
Taşınmaz mallarla ilgili hüküm ileride gelecektir.
i Z A H
«Babanın satması
ilh...» Yabancı birine satması da aynıdır. Aşağıdaki
üç suret de aynı hükümdedir.
Bu suretler: Babanın
kendisine satması,
yabancı birine satması ve vasinin yabancıya satmasıdır. T.
Ben derim ki: Bu hüküm baba, adîl veya duruma gizli
olduğundandır. Ama eğer fasık ise, taşınır
malları satması konusunda ileride geleceği üzere iki rivâyet
vardır. Satın alma da. satma gibidir.
Câmiu'l-Fusuleyn de şöyle denilir: «Baba küçük çocuğun malını az bir
aldatma ile satın alabilir.
Fahiş aldatma ile satın alamaz.»
Yine aynı eserde
şöyle denilmektedir: «Eğer baba, malını çocuğuna
satarsa mücerred satması ile
onun için
kabzetmiş sayılmaz. Dolayısıyle kabz imkanı bulmadan mal helak
olursa babanın
hesabına helak olmuştur. Şayet çocuğunun malını kendisi için satın alırsa, hakim, çocuk adına
parayı alıp,
babaya geri verinceye kadar parayı vermiş sayılmaz. Satış, çocuğun adına sattım
demesi ile tamam olur. Kabul ettim demesine ihtiyaç yoktur,
satın almakta aynıdır. Şayet vasi ise,
her iki halde de (satmak ve almak) kabul ettim demedikçe
akit tamam olmaz.
Baba iki çocuğun birinin malını öbürüne satabilir. Vekil ve vasi ise satamaz.
Şayet baba bunun için
iki vekil
tayin ederse caiz olur. Hakimin böyle
bir satış yapıp yapamıyacağı
ihtilaflıdır.
Şayet baba
malını küçük çocuğuna satması veya
ondan satın alması için bir adamı vekil
tayin etse,
baba hazır olmadan
caiz olmaz.
Hakim yetimin
malını satın alamaz ve satamaz. Çünkü
hakim için caiz olsa idi onun bir
hükmü
olacaktı. Halbuki hakimin kendisi hakkında hüküm
vermesi caiz değildir. Yetimin.
vasisinden satın
alması veya
ona satıpta vasinin kabul etmesi ise
bunun aksinedir. Çünkü bu, hakimin tayin
ettiği
vasi bile olsa
caizdir.» Özetle.
M E T i N
Şayet vasi ölünün kefenini sünnet olan adetden daha
fazla sararsa, fazlasını zamin olur. Şayet
benzerlerinin
kefeninden daha pahalısını alırsa,
kendisi adına satın almış olur. Yetimin malından
verdiğini
öder. Velvâliciyye.
Eğer vasi
malı, yetime, rüşt çağına erdikten
sonra ama rüştü belli olmadan teslim eder ve mal zayi
olursa onu
zamin olur. Çünkü onu vermemesi gereken birine vermiştir.
İ Z A H
«Fazlasını zamin olur.» Yâni ölü fazlayı
vasiyet edip. fazlanın terikenin üçte birinden çıkması hali
müstesna.
«Kendisi için satın almış olur.» Çünkü o fazlalıkta.
hakkı olmayan bir şey yapmıştır.
Fazlalık ayrı
olmadığına
göre, ölüyü kefenlemekte teberruda
bulunmuş olur. Rahmetî.
«Rüştü belli
olmadan..» Rüşt: Hacr bahsinde geçtiği üzere malını iyi idare etmesidir. Orada, rüşdün
belli olmasının beyyine
ile sabit olduğunu söylemiştik. Şayet rüştü, vakdi
gelmeden de olsa belli
olur da vasi
malını teslim ederse zamin olmaz. Haniyyede de böyledir.
«... Zâmin
olur.» Bu, gerekçeden anlaşıldığına
göre sahibeynin görüşüdür. İmamı Azam, yirmibeş
yaşından sonra teslim ettiği takdirde zamin olmayacağını söyler. Çünkü o zaman vasinin malı
teslim yetkisi
vardır.
M E T İ N
Vasinin; gaib olan büyük çocuğun taşınır malını satması caizdir.
Borç veya helakinden korkulması
durumunda
taşınmazı da satabilir. Bunu Azmî
zikretti ve Haniye'ye nisbetle
ilavede de bulundu.
Ben derim ki: Zeylaî
ve Kuhistâni de: Esah olan, taşınmazı satamamasıdır. Çünkü onun
helaki
nadirdir.
Küçük çocuğun taşınmazını ise kendisine
değil başkasına iki kat fiatıyla satabilir. Aynı
şekilde çocuğun nafakası, ölünün borcu taşınmazdan başka
ifa imkânı olmayan mürsel vasiyet için
veya gelirinin masrafını karşılayamaz
olması, harab olmasından veya noksanlaşmasından
korkulması yahut
da bir zorbanın elinde olması hallerinde de caizdir. Dürer ve Eşbah. özetle.
Mürsel vasiyet: Mûsâ bihin mikdarı belli olupta,
üçte bir dörtte bir gibi bir oranla kayıtlı
olmayan
vasiyettir. (Mütercim)
Ben derim ki: Bu, vasi anne veya kardeş tarafından
tayin edilen bir vasi olmadığı takdirdedir.
Çünkü
bunlar mutlak
olarak küçüğün taşınmaz malını satamazlar. Yiyecek ve giyeceğin
dışında bir şey
satın almazlar. Ama
eğer satıcı baba olur ve halk arasında övülen veya durumu belli olmayan birisi
olursa satması caizdir.
İ Z A H
«Vasinin... satması
câizdir.» Meselenin izahı şudur: ölünün borcu ve vasiyeti bulunmaz, vârislerde
büyük ve hazır olurlarsa vasi hiçbirşey satamaz. Şayet gaib iseler sadece taşınır malları satabilir.
Şayet varislerin hepsi küçük iseler taşınırları da taşınmazları da
satabilir. Bazıları küçük bazıları
büyük ise,
Ebû Hanife'ye göre yine
aynıdır. (taşınırı da taşınmazı da
satabilir) Sahibeyne göre ise
taşınmaz da olsa
küçüklerin hissesini satar.
Büyüklerin hissesini satamaz. Ama büyükler gaib
iseler taşınırları satabilir.
Sahibeynin görüşü kıyasının icabıdır ve biz onu benimsiyoruz.
Şayet ölünün
borcu olur veya para vasiyet eder ve terikede para bulunmaz. varisler de büyük ve
hazır olurlarsa
Ebû Han'rfe'ye göre terikenin hepsini
satar. Sahibeyn'e
göre ise sadece borç
mikdarı kadarını satar. Gâyetü'l-Beyan'dan özetle. O da Ebu'l-Leys'in Nüketü'l-Vesâya'sından
almıştır.
«Borç veya... halinde taşınmazı satabilir.»
Ancak bu ibare, hükmün büyüğün gaip olması hali ile
kayıtlı olduğu
izlenimini vermektedir. Ama geçtiği
üzere böyle değildir.
İnâye'de şöyle denilmektedir: «Büyük
varislerin gâib olmaları ile kayıtlanmıştır.
Çünkü onlar hazır
iseler,
vasînin terikede asla tasarruf hakkı yoktur. Ancak ölünün borcu veya vasiyeti
olur, varisler
bunları kendi
mallarından ifaya yanaşmazlarsa
müstesna. O takdirde vasi; borç terikenin tümünü
kaplıyorsa
malın hepsini, tümünü kaplamıyorsa
borca yetecek kadarını satar. Sahibeynin hilafına,
Ebû Hanife'ye
göre borç mikdarından fazlasını da satmaya
hakkı vardır. Vasiyeti ise terikenin
üçte
biri kadarını satarak yerine getirir. Vasiyeti yerine
getirmek için, terikeden o mikdar birşey satarsa
ittifakla caiz
olur. Fazlasında ise borçtaki ihtilaf burada da
geçerlidir.»
Edebûl-Evsıyâ'da: «Sahibeynin
görüşleri ile fetva verilir. Hafızıyye,
Gunye ve başka kitaplarda da
böyledir.» denilmiştir. Bunun aynısı Bezzâziye'de
de vardır.
BİR UYARI
Kınye'de şöyle denilmektedir: «Vasî, yetimin nafakası için evinin muayyen bir parçasını satın alacak
birisini
bulursa, şâî bir bölümünü satamaz. Çünkü şâî bir bölümünü satmak kalan
kısmı
ayıplandırır.»
«Esah olan, taşınmazı satamamasıdır.ı» Yâni
helakinden korkulması durumunda.
«Çünkü o
nadirdir.» Yâni taşınmazın helaki nadirdir.
Mi'râc'da
şöyle der: «Bazıları vasinin buna malik
olmadığını söylerler. Bu esahtır.
Çünkü gaibe göre
taşınmaz mal helak olmaz.
Hükümler nadir üzerine değil, gaib üzerine bina edilir.»
«Küçük çocuğun
taşınmazını satabilir.» Selef
ulema küçüğün taşınmazını satabilmesini her hangi
bir kayda tabi
tutmamışlardır. Sonraki âlimler ise bunu. haşiyede anılan şartlarla kayıtlamışlardır.
Hâniye ve başka eserlerde böyle denilir.
Zeylaî şöyle der: «Sadruşşehid; sonraki
âlimlerin dedikleri ile fetvâ verilir, der.»
Eşbâhtaki; «o, önceki âlimlere göre caiz değildir.» tarzındaki ifade. kalem
hatasıdır. Dikkatli ol.
«Kendisine
değil...» İbn. Kemâl şöyle demektedir: «Yabancı demeleri, kendisinin satın
almasının
caiz olmadığına
işaret etmektedir. Çünkü taşınmaz mal, en değerli maldır. Kendisine
satın alması
durumundaki
töhmet açıktır.»
Bu ifadeden
anlaşılıyor ki; eğer, kıymetinin iki
katı ile satın alırsa töhmet söz konusu olmaz. Her
halde kayıt
ittifakidir. (söz gelişi söylenmiştir.) Hindiye'deki şu ifade de bunu teyid
etmektedir:
«Şayet vasi, yetimin taşınmaz malını, -bazılarına göre- kıymetinin iki katı ile kendisine satın alırsa,
caizdir.» Bunu
Sâihânî söylemiştir. Bunun benzerini,
Edebu'1Evsıyâ'dan nakletmiştik. Hindiye'nin
«bazılarına göre» sözü, cevaz için değil, «iki
katı ile satın alması» sözünün kaydıdır. Daha önce
söylediklerimizden böyle anlaşılmaktadır.
«Çocuğun
nafakası ilh...» Yâni değer fiatına veya birazçık aldanma ile de olsa. T,
Ben derim ki: Bunu birincisi için delil kılmasından
anlaşıldığı üzere, sonrakiler içinde aynısı
söylenebilir.
«ÖIünün borcu
ilh...» Yâni, taşınmazı satmadan, karşılığı olmayan borç. Hâniyye. Şu kadar varki,
müftabih olan
görüşe göre ancak borç miktarı kadarını satabilir. Vasiyette de
durum aynıdır.
«Mürsel vastyet...» Bunun tefsiri. Üçtebir, dörtte bir gibi bir kesjrle kayıtlı olmayan diye geçmişti.
Bu, mesela yüz
lira vasiyet ettiği zaman gibidir.
«Harab olmasından... korkulması» Gaib olan büyüğün taşınmaz malını esah olan görüşe
göre böyle
bir sebepten
dolayı satamıyacağı geçmişti. Ama aynı
şey burada söylenemez. Çünkü burada
gözetilecek olan, küçüğün menfaatıdır. Bu yüzden, büyüğün taşınmaz malında yapılması
caiz
olmayan bazı
şeyler küçüğün taşınmazında yapılabilir. Düşün.
«Yahut da bir
zorbanın elinde olması hallerinde...» Vasînin ondan geri alıp,
elinde beyyine
olmaması ve
zorbanın eskiden elinde olmasına dayanarak geri almasından korkması halinde,
yetimin parasına
ihtiyacı olmasa bile
vasinin o malı satması caizdir. Haniyye'nin büyü bahsinde
böyle denilmektedir.
«Bu vasi anne
veya kardeş tarafından tayin edilen bir vasî olmadığındadır.» Yâni, baba, dede ve
hakimin haricinde, diğer akrabalar tarafından tayin edilen vasi olmadığında.
Bu konuda
geniş bilgi, bölümün sonunda gelecektir.
«Mutlak olarak». Yâni bu istisnalarda bile şayet (vasi: baba, dede ve hakimden başka birisinin
vasisi olur
ve) buna ihtiyaç duyarsa meseleyi
hakime götürür. T.
«Satıcı baba olur ve... satması caiz olur.» Çocuk baliğ
olduktan sonra bu satışı bozamaz. Çünkü
baba çocuk için tam bir şefkâta sahiptir. Bu duyguya,
başka bir duygu karşı gelemez.
Dolayısıyla
satış çocuğun
menfaatını gözetmek için yapılmıştır.
Ama baba kötü birisi olursa o zaman
çocuğun
taşınmaz bir malını
satamaz. (Satmışsa) çocuk,
baliğ olunca akdi bozabilir: Muhtar olan budur. Ama
böyle bir baba malı, değerinin iki misline
satmışsa müstesna. Çünkü burada bu duyguya başka
bir
duygu karşı gelmiştir.
Kötü baba
çocuğunun taşınır malını bir rivayete göre satabilir. Parasını emin
birine teslim eder. Bir
rivayete göre ise ancak değerinin iki katı ile satarsa
caiz olur. Fetvâ bu (ikinci) görüş ile
verilir.
Camiu'l-Fusûleyn. Çeşitli meseleler
başlığı altında tekrar gelecek.
BİR UYARI
Buradaki sözlerin zahirinden anlaşıldığına göre; babanın,
çocuğunun taşınmaz bir malını
satabilmesi, vasî de anılan tecviz edici sebeplere
muhtaç değildir. Hamevî, Eşbâh'ın
haşiyesinde
vesaya bahsinden şöyle nakletmiştir: «Baba vasi gibidir. Çocuğunun taşınmaz malını ancak anılan
durumlarda
satabilir. Nitekim Tanutî böyle fetvâ
vermiştir.» Ben, hocalarımızın hocası
Molla Ali
Türkmânî'nin
mecmasında, Hamevinin anılan ibaresini nakledip sonra şöyle dediğini gördüm: «Bu,
Fûsûl ve başka
eserlerdeki mutlak ifadelere aykırıdır. Hanûtî bu fetvasında
sahih bir nakle
dayanmamıştır. Ama eğer vasînin satabilmesini caiz kılan
şeyler, babanın satması halinde de
mevcut olursa
iyi ve faydalıdır. Çünkü ittifakla
olan hükmü almak daha uygundur.
Üstadımız Şeyh
Muhammed Murad
es-Sekâmi buna böyle dedi.»
M E T İ N
Vasi yetimin
malı ile kendisi için ticaret yapamaz. Şayet yaparsa kârını tasadduk eder. Yetimin
malında yetim
için ticaret yapması ise caizdir.
Tamamı Dürer'de dir.
İ Z A H
«Şayet yaparsa kârını
tasadduk eder.» Yâni Ebû Hanife ve Muhammed'e göre. Sermâye'yi
de öder.
Ebû Yûsuf'a
göre ise kâr kendisine ait olur. Hiçbir şey tasadduk etmesi gerekmez.
Hâniye.
Yine Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Vasi yetimin malını borç olarak veremez. Şayet verirse zamin
olur. Hakim ise borç verebilir. Sahih olan görüşe göre baba
hakim gibi değil, vasi gibidir. Vasî'nin
yetimin malını
kendisinin borç olarak alması
da caiz değildir. Alırsa üzerine borç
olur. imam
Muhammed: Ben,
ödeme gücüne sahipse onun borç almasında bir mahzur olmayacağını umarım,
der.»
Câmiu'l-Fusâleyn'de de şöyle
denilmiştir:
«Hakim, yetime
gelir sağlamak için satın olacak bir şey bulamadığında (yetimin
parasını) borç
olarak
verebilir. Ama satın alacak bir şey veya
parayı çalıştırıp kârından hisse
verecek birisini
(mudarib)
bulursa veremez.»
Havî
ez-Zahidi'de şu sözler yer almıştır:
Hakim vasiye; yetim malında ticaret yapmasını ve ortaklık
yapmasını emredebilir. Kâr için muamele
yapmamasını (tasarrufta bulunmamasını)
ise emredemez.»
Remlî'nin
ifade ettiğine göre: Bazı hakimler, önce bir defa tasarruf
edildiği zaman bir daha malında
muamele
yapmadan (yetim için) kâra hükmediyorlar ve bunda mezhepte sözleri
önemsenmeyen
bazı kişilere dayanıyorlar.
O hakimler câhillerdir ve hükümleri de diğer dinlerde ribadır, yetimi
gözetme
namıyla bazı kötü hayallere dayanmaktadır.
Hiç
Allah'ın haram kıldığı bir şeyde
gözetme
olur mu?!..
Bu, büyük bir delaletten başka birşey değildir.
«(Yetimin
malında yetim için ticaret yapması) caizdir.»
Bu, vasinin yetimin malı ile ticarete ve onda
tasarrufta
bulunmaya zorlanamıyacağını ifade eder. Nuru'l-Ayn bu Mecmâu'l-Fetâvâ'dan naklen
açıkça belirtilmiştir. Birî: «Vasi tasarruftan
kaçındığı zaman, Hulâsa'da belirtildiğine
göre tasarrufa
zorlanamaz.» der. El-Havî el-Hasîri de Muhammed b. Mukâtil'in şöyle
dediğini nakleder: «ölünün
halktan olacağı olsa varisler, bu alacakları
çıkarıp tahsil etmesi için vasiyi
zorlayamazlar.»
EK:
Küçük çocuğu
baba, dede, veya vasi ücretle çalışması
için birisine kiralasalar caiz olur. Çünkü
bunların
çocuğu terbiye ve geliştirme için karşılıksız olarak çalıştırma
hakları vardır. Karşılıkla
olunca öncelikle câiz olur. Şayet vasi, çocuğu kendisi için kiralarsa caiz olur. Ama
kendisini
çocuğa kiralarsa caiz
olmaz. Babanın, kendisini çocuğa kiralaması ise caizdir. Vasî'nin aksine,
baba borcunu
çocuğunun malından ödeyebilir. Her ikisi de kendilerinin
borcu karşılığında çocuğun
malını satabilirler ve rehin bırakabilirler.
Baba muhtaçsa,
çocuğunun malından ihtiyacı kadarını yiyebilir
ve bunu zamin olmaz. Vasî ise
yiyemez. Ama kendisi için bir ücret takdir edilmişse o kadarını yiyebilir.
Bu devirde,
vasinin yetimin malını mudarebe yoluyla
alması ve onu borç olarak vermesi caiz olmaz.
Ama vermişse
bununla hiyanet etmiş sayılmaz ve vasilikten
azledilmez.
Vasi. kendisinin yapabileceği her konuda birisini vekil edebilir. Konu ile ilgili
meselelerin tümü
Camiu'l-Fusûleyn'in 27. faslında vardır.
M E T İ N
Ben derim ki: Eşbah'ta
:
«Vasî hiçbir şeyi misli fiatından daha
azına satma hakkına malik
değildir.
Kölesini falana
satması şeklindeki
vasiyet bundan müstesnadır.» denilmektedir.
Yine Eşbah'ta
ecri misil konusunda şöyle denilmektedir: «Mütevelli. çalışmasının ecri mislini alır.
Çalışmazsa ona ücret yoktur. ölünün vasisine
ise sahih görüşe göre ücret
yoktur. Bu; hâkim
mütevelliye ücret takdir ettiği takdirdedir. Ama takdir etmemişse mütevelli bir senede çalışsa
kendisine birşey
verilmez.» Eşbâh sahibi bunu Kınye'ye nisbet etmiş sonrada bundan aksini
zikretmiştir.
Anla. Bu, vakıf bahsinde geçmişti. Hakimin
vasisine gelince, eğer onu ücretle
(çalışmak üzere) tayin etmişse caiz olur.
İ Z A H
«Misli
fiatından daha azına ilh...» Her halde bu gabni fahişe hamledilir.
Zirâ musannıf, vasinin
insanların aldanabileceği kadar bir aldanma ile
alıp satabileceğini söylemişti. T.
«Kölesini falana satması şeklindeki vasiyet bundan müstesnadır.» Eşbah'ın ibaresinin tamamı
şöyledir:
«...ve musâ leh misli fiatına
razı olmazsa fiatı eksiltme hakkı vardır.»
Yani malın üçte
birine kadar.
Tethîsu'I-Kübrâ'ya nisbetle Biri şöyle demiştir: «Birisi,
câriyesinin, istediği kimseye
satılmasını
vasiyet etse bu caizdir ve varisleri cariyeyi
istediği adam onu değer fiatına almak istemezse, fiattan
mûsî'nin
malının üçte biri kadarı düşürülür. Hâvî de bunun, vasiyet gibi olduğu ilave edilmiştir.»
Ebussuûd da
şöyle der: «Bak, eğer cariyenin
kıymetinin tamamı, mûsî'nin terikesinin
üçte birinden
çıksa, istediği adama parasız olarak verilir
mi? Hâvî'nin; bu vasiyet gibidir sözü bunu gerektirir.»
Ben diyorum ki: «Bunu araştırmalı. Çünkü mûsî
cariyenin karşılıksız verilmesini değil,
satılmasını
vasiyet etti. Satışta da az da olsa bir paranın
bulunması gerekir. Bu, her yönden değil fiatını
terikenin üçte
birine kadar indirme açısından vasiyettir.»
«Mütevelli
çalışmasının ecri mislini alır.»
Dolayısıyle eğer vakıf değirmen ise,
onun gelirini
kendilerine vakfedilenler alırlar. Mütevelli bir şey alamaz. Hâniyye'de böyle denilmiştir.
Bu hüküm,
vakıf bırakanın kendisi için hiçbir şey şart koşmadığı nazır hakkındadır. Nitekim
Eşbah'ta da
böyledir. T.
Ben diyorum ki: «Şarihin ecri misli demesi, hakimin
onun için daha fazla bir ücret takdir
edemiyeceğine
işarettir. Dolayısıyla eğer, adet olduğu üzere hakim mütevelli için on takdir etse,
eğer bu ecri misilden fazla ise, fazlasını iade eder. Bunu
Allame Bîrî Eşbah'a yazdığı
şerhin kazâ
bahsinde tehkik
etmiştir. Oraya
müracaat et. Çünkü mühimdir. Fakat vakıf bırakan, mütevelli için bir
şey şart
koşmuşsa, ecri misilden fazla bile olsa bunu alabilir. Çünkü
bu durumda o kendilerine
vakfedilenlerden olur. Nitekim Bahr'de
de böyledir.
«Ölünün
vasisine ise sahih görüşe göre ücret yoktur.» Remlî Fetvâsında; bunun
peşinden,
Camiu'l-«Fusuleyn'den naklen geçen şu
sözleri nakletmiştir: «Vasî muhtaç bile olsa yetimin
malından yiyemez. Kendisi için ücret takdir
edilmişse müstesna. O zaman onun kadar yiyebilir.
Ayrıca;Hâniyye ve Bezzâziye'de; Eğer muhtaçsa, istihsanen buna hakkı vardır. denilir.
Bilindiği
gibi; bazı konular hariç, istihsan tercih edilir. Bu da kıyasın tercih edildiği konulardan
değildir.
(Yani burada istihsanla emel edilir.) Kınye'de Kadıhân'ın nakline karşı gelinmez.
Çünkü o
tercih
ehlindendir.» denilmektedir. Özetle.
Yine Remlî,
Eşbâh üzerine Haşiye'sinde emanet konusunun sonlarında uzun bir izahtan sonra
şöyle der:
«Gizli değildir ki, eğer ölünün vasisi vasiyeti ücret almadan yerine getirmekten imtina
ederse. bunu
yapmaya zorlanamaz. Çünkü teberruda bulunmuştur ve teberruda
bulunan
zorlanamaz. Hakim
onun için ücreti misil tayinin uygun görürse buna ne engel
var? Bu, yeni fetvâ
verilen bir
konudur. Ben defalarca böyle fetvâ verdim.»
Hâmidiyye'de de böyle fetvâ verilmlştır.
Ben derim ki: Hâniyye'nin
-Nasir'den naklen- ibaresi şu şekildedir:
«Vasî'nin yetimin malından
yemeğe, yetimin
ihtiyaçları için gittiğinde hayvanına binmeğe hakkı
vardır. Bazıları bunun caiz
olmadığını
söylerler ki o kıyastır. İstihsan'a
göre ise muhtaçsa, çalıştığı ölçüde iyilikle (haddi
aşmadan)
yemesi caizdir.»
Ben diyorum ki: Kâdîhan'ın bu hükmü «Fakir
olan iyilikle yesin» âyetine uygun olarak, ihtiyaç ile
kayıtlanması,
muhtaç olmayana ücret vermenin caiz oluşuna delalet
etmez.
Yeme konusunda
daha geniş malumat çeşitli meseleler
bölümünde gelecektir.
Burada ölenin,
vasiyi kiralaması meselesi anılmamıştır.
Hâniyye'de
şöyle denilir: «Birisi bir adamı vasi
tayin etse ve vasiyyetini yerine getirmesi için onu
yüz liraya
kiralasa: âlimlerin dediklerine göre bu icare olmaz.
Çünkü o öldükten sonra vasi olur.
İcarede ölümle batıl olur. Mûsî'nin takdir ettiği ücretde
bir bağış olur ve terikenin üçte
birinden
verilir.
Birisi birisine:
«Benim vasim olursan sana yüz lira var.» dese: Bunun caiz olup olmayacağında
âlimler ihtilaf etmişlerdir.
Nasîr: «İcâre batıldır, kiralanan bir şey
alamaz» der. Ebû Seleme ise :«Şart
batıl olur. Kiralanan
vasidir ye yüz Iira kendisi içln vasiyet olur.»
demiştir. Ebû Câfer ve Ebu'lLeys bunu
benimsemişlerdir.
«Bu ilh...»
Yâni hâkim tayin ettiği zaman mütevelli
için ecri mislin sübutu. Şayet tayin
edilen, ecri
misilden fazla ise, ancak
emelinin ecri mislini alır. Ama ecri misil daha fazla ise, tayin ettiğinden
fazlasını alamaz. Çünkü mütevelli buna razı olmuştur. Zâhir olan budur. T.
«Kendisine birşey verilmez.» Çünkü o karşılıksız
olarak çalışmıştır. «Sonra bunun
muhalifini
zikretmiştir.» Yâni Eşbâh'ta Kınye'den naklen bunun
muhalifi zikredilmiştir. Çünkü o: «Kendisi için
hakim şart koşmamışsa
da ücreti hak eder» demiştir.
«Anla» Kınye sahibinin iki sözü arasındaki muhalefete veya sonraya
bıraktığı için ikinciyi tercih
ettiğine
dikkat çekmektir. Hayriyye de Bahır'dan naklen bununla fetvâ verilmiştir. Hayriyye'de
nakledilen ibare şöyledir: «Kayyim, kendisi için ister
ücret şart koşulsun. ister şart koşulmasın
çalışmasının ücretini alabilir. çünkü o zahire
göre kayyimliği ancak ücret için kabul etmiştir. Bilinen
şey şort
koşulmuş gibidir.»
«Bu, vakıf
bahsinde geçmişti.» Vakıf bahsinin iki yerindeki ifade : Kendisi için amelinin ecri misli
olduğudur.
Sanki bunu kendisi için şart koşulmamış olsa bile «onun için bu
vardır» sözünün
itlakından
istifade ile söylemiştir. Düşün.
«...Tayin
etmişse caizdir.» Eğer bununla, hakimin takdirinden önceki, ameli için olan
ücreti
kasdetmişse, caiz olmaz. Çünkü o ise,
karşılıksız olarak başlamıştır.
Nitekim Hayriyye'de de böyle
denilmiştir.
İ Z A H
Kuhistânî'de
Zahire'ye nisbetle belirtildiğine
göre: Çocuklardan bir kısmı küçük,
bir kısmı büyük
olsalar, daha önce geçtiği gibi vasi küçüklerin hissesini
mutlak olarak daha önce geçen tafsilat
dairesinde olmak kaydıyla
da büyüklerin hissesini satar.
Kuhistânî'nin
Sâdiye'den naklettiğine göre de;
vasinin bir taşınmaz malı vefâ yoluyla
satması
konusunda
âlimler ihtilaf etmişlerdir. Hidâye sahibi bunu câiz görmüştür.
Çünkü bunda ihtiyacını
gidermekle beraber malını elinde tutmak vardır. Zorba korkusu olduğunda, vasiden başkasının
da
yetim malında
tasarruf hakkı vardır. Fetvâ bu şekildedir. Konunun tamamı, Mültekâ üzerine
yazdığım
ta'likta vardır.
İ Z A H
«Daha önce geçtiği gibi ilh...» Yani vasinin herkesin yanılabileceği kadar bir yanılma ile taşınır
mallan satabileceği, istisnâ edilen yerler dışında taşınmazı satamayacağı
geçmişti.
«Vefâ yoluyta..» Yâni beyul-vefa ile. Bu satım şekline, bey'u-câiz ve bey'u-tâat da denilir.
Bu konuda
bilgi, kefâlet bahsinin başında geçmişti.
Camiu'l-Fusûleyn de şöyle denilir: «Vasi taşınmaz
bir malı, beyu'l-vefa yoluyla
satabilir.
Satmayacağı da
söylenmektedir.»
«Çünkü
bunda... malını elinde bırakmak vardır.» Onu rehin yerine tutarak sahih sayılmasına binaen,
mal elde kalmaktadır.
«Konunun
tamamı Mültekâ üzerine yazdığım
talikte vardır.» Orada şöyle demiştir: Başkasının
da
tasarrufunun
cevazına işaret olsun diye, tasarruf sadece vasiye hasredilmemiştir.
Nitekim. çocuğun
malı üzerine hakimden korktuğu zaman aynı sokaktan birisinin onda tasarrufta bulunması, zarurete
binâen, istihsânen
câizdir. Fetvâ böyledir.
Bunu Kuhistânî söylemiştir.
M E T İ N
Vasînin, ölü aleyhine borç ikrarında bulunması veya
terikeden bir şeyin başka birinin olduğunu
söylemesi caiz
olmaz. Ancak ikrar eden, varis olursa
sadece kendi hissesinde caiz
olur.
İ Z A H
«...Ölü aleyhine
borç ikrarında bulunması caiz olmaz.» Çünkü bu, başkası
aleyhine ikrardır. Minah.
(Şayet ikrar etmişse) Mukarru'n-leh'in,
bir delil getirmedikçe veya yemin etmedikçe onu almaya
hakkı yoktur.
Şayet vasî malı mukkarun leh'e teslim etmişse zamin olur. T.
Mukarrun lehin
beyyinesi yoksa ve vasi borcu biliyorsa bunun çâresi Hâniyye
ve Hulâsa'nın
Nasîr'den naklen söyledikleri şu beyanlarıdır: Terikede altın ve gümüş varsa ondan borç mikdarı
kadarını alacaklıya emanet verilir. Altın veya
gümüş yoksa terikeden borç kadarını alacaklıya
satar.
Sonra alacaklı bunu inkâr eder ve kısas olur.
Orada
belirtildiğine göre: Mûde' ile müşteri ikrar halinde yemin ederler. Bu çare ancak hâkimin,
onlara hasıl üzerine yemin ettirmesi ile tamam olur.
Edebu'l-Evsiya da Hasi'den naklen : «Fetva böyledir» denilmektedir.
Haniyyede'de
şöyle denilmiştir: «Vasinin yanında
adil birisi ölünün şu adama bin lira borcu
olduğuna
şahitlik etse: Ebû Süleyman'dan
nakledildiğine göre, vasî adamdan korkmazsa o parayı
verebilir. Ebû
Süleyman'a : «Eğer borç muayyen bir cariye ise ve vasi ölünün ona
gasbettiğini
bilirse hüküm
nedir?» diye soruldu. «Sahibine verir.
Vermezse gasıp zamin olur.» dedi.
İki zarardan daha hafifini irtikab etmiş olmak için varislere zamin
olur. Çünkü eğer vermezse yine
zamin olur. Ayrıca bir de günahkar olur. Sahibine
vermesi durumunda ise, varislere zamin
olmaktan
başka bir sorumluluk yoktur. Düşün.
«Sadece kendi hissesinde caiz olur» Yâni
hissesindeki ikrarı sahihtir ve ikrar ettiğinin tamamı
kendi hissesinden alınır. Anla. Terikenin üçte birinin vasiyet olduğunu ikrarı
ise böyle değildir.
Çünkü bu
sadece hissenin üçte birinde geçerlidir. Nitekim bu, hastalık
halinde köle âzâdı bahsinin
baş tarafında
geçmişti. Orada borcunda böyle olduğu,
sadece borçtan kendi hissesine
düşen
kadarını ödemesi gerektiği söylenmişti.
Musannıf'ın ikrar bahsinde istisna bölümünün başlarında
belirttiğine
göre Ebu'l-Leys bu ikinci görüşü tercih
etmiştir.
BİR MESELE :
ölünün
terikenin tamamını kaplamayan borcu
olsa ve (borç ödenmeden) miras
bölüşülse sonra da
alacaklı gelse;
varislerin her birinden hissesine düşen borcu alır. Bu, hakimin yanında alacağının
tamamını
hepsinden aldığı takdirdedir. Ama
varislerden birisini bulursa ondan,elindekinin tamamını
alır. Câmiu'l-Fusûleyn.
M E T İ N
Vasi bir malın başka
birine ait olduğunu ikrar etse,
sonra da onun küçük çocuğun olduğunu iddia
etse, dinlenmez.
Çocuğun
malında, babanın vasisi dedesinden daha
çok hak sahibidir. Babanın vasisi yoksa dede
gelir. Nitekim
bu Münye'de Hacr bahsinde
belirtilmiştir.
Dedenin, borcu
ödemek ve vasiyeti
yerine getirmek için çocuğun taşınır ve taşınmaz mallarını
satma hakkı yoktur.
Vasinin ise buna hakkı vardır.
Allah en iyisini bilir.
İ Z A H
«... Bir malın başkasına
ait olduğunu ikrar etse...» Yâni Edebü'l-Evsıyâ'da belirtildiği üzere
elindeki
bir malı ikrar etse. Bu hüküm, o mal terikeden
olmadığı takdirde böyledir. Ama eğer terikeden ise
ikrarı caiz olmaz Şarihin az önce geçen «Vasînin ölü aleyhine bir borç ikrar etmesi ve terikeden bir
şeyin birisine
ait olduğunu söylemesi caiz olmaz»
sözü buna delalet etmektedir.
«... Dinlenmez.»
Çünkü sözü çelişkilidir. Zira onun ikrarı her ne
kadar başkası aleyhine geçerli
değilse de kendi aleyhine geçerlidir. Hatta eğer bir gün o mala mâlik olursa, onu
mukkarrun leh'e
vermesi
emredilir. T.
«Çocuğun
malında, babasının vasisi dedesinden daha çok hak sahibidir.» Çocuğun
malında
vesâyet: Sırayla babaya, babanın vasisine, onun
vasisinin vasisine ilh... aittir. Eğer
baba vasi tayin
etmeden ölürse
velâyet babanın babasına geçer. Sonra
onun vasîsi sonrada vasînin
vasîsinedir.
Bunlarda yoksa
hakim ve hakimin tayin ettiği vasiye
geçer. Birisi, küçük ve büyük çocukları olduğu
halde bir adamı vasi tayin
etse ve oğullardân birisi ölüp küçük
bir çocuk bıraksa, dedenin vasisi
hepsinin
vasisidir. Babasının taşınır malını satması caiz olduğu gibi çocuğun
taşınırını satması da
sahih olur.
Öğrenilsin.
Kardeşin,
annenin, amcanın ve diğer akrabaların
asilerine gelince: İsbicâbî şerhinde beyan
edildiğine
göre, kendisinden önce gelen biri yoksa borcu ve vasiyeti için ölünün malını satma
hakkına sahiptirler. Küçüklerin taşınmaz mallarını
ise satamazlar. Çünkü onların malı
korumaktan
başka bir hak ve görevleri yoktur. Bunların, ticaret
için bir şey satın almaya ve çocuğun
mûsîleri
cihetinden
maliki olduğu malda tasarrufa da haklar; yoktur. Çünkü onlar ona göre yabancıdırlar.
Herhalde
doğrusu: "Musilerinden başka cihetinden» olmalı idi. Gerekçe buna delalet etmektedir.
Ayrıca peşindeki: «Evet,
onların çocuk için zaruri olan yiyecek veya giyecek maddelerini
satınalmaya, yetimin mûsî cihetinden varis olduğu taşınır mallarım
satmaya hakları vardır.» sözü de
buna delalet
eder.
Evet, bu vasilerin çocuk için zaruri olan yiyecek
ve giyecek maddelerini satın almaya, yetimin musî
cihetinden
vâris olduğu taşınır mallarını satmaya
hakları vardır. Çünkü bu malı
korumadır. Zira
parayı korumak
malı korumaktan daha kolaydır.
Edebu'l-Evsiyâ ve başka kitaplar.
Camiu'l-Fusuleyn'de şöyle denilmektedir: «Bu konuda asıl
şudur: Vasilerin zayıf olanı hallerin
kuvvetlisinde, hallerin zayıfında vasîlerin
kuvvetlisi
babanın, dedenin ve hakimin vasisidir.
Hallerin
zayıfı da varislerin büyüklük halidir. Buna
göre, varislerin büyük olmaları halinde varis gaib iken
babanın vasisi
gibidir. Demekki anne (ve benzerleri)nin
vasisi, varisler büyük olupda hazır
olmadıklarında babanın vasisinin yapabileceği gibi, küçüğün taşınmaz malını satabilir.
Vasilerin zayıf
olanının hallerin zayıf olanındaki
hükmü nedir? Bak. Düşün.
«...Hacr bahsinde belirtilmiştir.» Me'zun bahsinde
deseydi daha iyi idi. T.
«Dedenin... çocuğun
taşınır ve taşınmaz mallarını satma hakkı yoktur.» Hâniyye'de şöyle
denilmektedir: «Ebû Hanife vasî ile. ölenin babasını ayrı mütâlaa etti. Ölünün vasîsi, borcu ödemek
ve vasîyeti
yerine getirmek için terikeyi
satabilir. Ölenin babası ise ölünün borcunu değil de,
sadece çocukların borcunu ödemek için terikeyi satabilir.»
Şemsu'l-Eimme el-Hulvanî şöyle demiştir:
«Bu, Hassaftan
öğrenilen bir faidedir. Muhammed ise, babayı, dedenln yerlne
kaim kılmıştır.
Hassâf'ın sözü
ile fetvâ verilir.»
Camiu'l-Fusuleyn de şunları görmekteyiz: «Dede taşınır
malları
alıp satabilir. Ama o, borç veya
vasiyet için terikeyi satarsa caiz olmaz. Babanın vasisi ise böyle değildir.»
«Vasi ise bunun aksinedir.» Yâni, Edebü'l-Evsıyâ'da belirtildiğine göre, babanın vasîsi. Bunun
zahirine göre
: Dedenin vasîsi de dede gibidir. Dolayısıyle buna evleviyetle
hakkı yoktur. Tahtâvî
şöyle der:
«Alacaklılar meselelerini
hâkime götürürler. O da, onlar için, alacakları kadarını satar.
Musâ leh'ler içinde hüküm aynıdır. Allah en iyisini bilir.
M E T İ N
Vasîlerin küçük olan varis lehine mutlak olarak, malda. büyük olan varis içinde ölünün malında
şahitlikleri batıldır. ölünün malından başkasında
büyük varis lehine şahitlikleri ise sahihtir. Çünkü
onda velâyetleri yoktur. Dolayısıyla töhmet söz konusu değildir. Bu; iki kişinin, başka iki adamın
ölüden bin
lira alacağı olduğuna, sonrakilerin de öncekiler için aynı
şekildeki şahitliğine benzer.
Her gurubun
öbür gurup için şu kadar lira vasiyet
edildiği tarzındaki şahitlikleri ise bunun
aksinedir. (kabul edilmez.)
Bu bölümdeki
vasiler, ikidir. Maksat; hakiminveya
yetimin velisinin tayin ettiği
vasilerdir.
(Mütercim).
Ebû Yûsuf,
borç konusunda da kabul edilmeyeceğini
söyler. öncekilerin köle, sonrakilerinde
malının üçte
biri veya mürset dirhemlerin
vasiyet olduğuna dair şahitlikleri de kabul edilmez. Çünkü
bu şahitlik
ortaklık meydana getirir. dolayısıyla batıldır.
i Z A H
Eğer başlığı «ve bundan başka» sözünü ilâve etse idi daha iyi olurdu. Çünkü bölümün
çoğu
vasilerin
şahitliğinden başka konudadır. T.
«Mutlak olarak ilh...» Yâni kendisine ister ölüden
intikaletmiş olsun ister olmasın. Çünkü vasinin,
küçüğün
malındaki tasarrufu, mal ister terikeden olsun ister olmasın
eşittir. Minah. Vasilerin
şahitlikleri kendileri hakkında şahitlik
yaptıkları şeyde tasarrufu isbat eder. (onun için kabul
edilmez.)
«Büyük olan varis için de ölünün malında ilh...» Çünkü onlar şahitlikleri ile malı
muhafaza, varisin
gaib olması
durumunda taşınır mallan satabilme ve varisin delirmesi halinde velâyetinin kendilerine
dönmesi vilâyetlerini isbat ederler. Gureru'l-Efkâr.
Bu izah İmam-ı
Azâm'a göredir. Sahibeyn'e göre ise her iki halde de yani ölünün bıraktığı malda da
başkasında da büyük
için şahitlikleri batıldır. Zeylaî.
«Ebû Yûsuf,
borç konusunda da kabul edilmeyeceğini
söyler.» Çünkü ölümlü borç terikeye
taalluk
etmiştir. Zirâ
ölümlü zimmet ortada kalmaz. işte bundan dolayı
alacaklılardan binsi hakkını
terikeden alırsa ona öbürüde ortak olur. Dolayısıyla borç hakkındaki
şahitlik şirketi isbat eder ve
töhmet
tahakkuk eder.
Ebu Hanife ile
İmam Muhammed'in delilleri de
şöyledir: Borç zimmette sabit olur. Borcun,
terikeden
tahsil edilebilmesi bunun semeresidir. Zimmet,
birçok hakka kabildir. Dolayısıyle
şirket olmaz.
Bunun için,
eğer bir adam alacaklılardan birinin alacağını karşılıksız olarak
ödese, öbürünün onda
ortaklık hakkı olmaz. Vasiyet ise böyle
değildir. Çünkü vasiyette hak, zimmette değil,
malın
kendisinde sabit olur. Dolayısıyle malın ikisi arasında ortak olacağı şüphesini doğurur.
Dürer.
Şeyh Kâsım,
Mecma hâşiyesinde şöyle der: «Nesefi ve Mahbûi Ebû Yûsuf'un görüşüne itimad
etmişlerdir.»
Makdisi: «Eğer Nesefi ile, Kenz sahibini
kastediyorsa. Kenz'deki İmam
Muhammed'in görüşüdür. O
da şahitliğin
sadece borçta kabul edileceğidir. Bu
gibi durumlarda eğer şahitler ma'ruf iseler fetvâ
esnasında İmam Muhammed'in görüşü ile, maruf değilseler EbÛ Yûsuf'un görüşü ile
amel edilmesi
gerekir.» der. T. Hamevi şerhinden.
«Çünkü bu
şahitlik, ortaklık meydana getirir.»
Yâni hakkında şahitlik yapılan
şeyde ortaklık. Çünkü
onun üçte biri
vasiyet mahallidir. Dolayısıyle,
aralarında müşterek olur. Mi'râc.
M E T i N
İki adam, iki kişi
için, köle ve benzeri bir malın
vasiyet olduğuna şahitlik etseler.
lehlerine şahitlik
edilenlerde, başka bir
malın şahitlere vasiyet edildiğine şahitlik etseler sahih
olur. Çünkü bunda
ortaklık da
töhmet de yoktur.
İki vasî,
ölünün, kendileri ile birlikte zeydi de vasi tayin ettlğine şahitlik etseler kabul edilmez.
Çünkü onlar
kendileri için, hakim yanlarına
üçüncü bir vasi tayin eder. Daha önce söylendiği üzere
o vasi
olmadan, tasarrufta bulunmaları mümkün
olmaz. Ancak Zeyd'de bunu iddia ederse
müstesna. Yâni
Zeyd kendisinin de öbürleri ile birlikte
vasi olduğunu iddia ederse, o zaman
şahitlikleri istihsanen kabul edilir. Çünkü hakimden
vasi tayini külfetini düşürmüşlerdir.
Aynı şekilde eğer ölünün iki oğlu babalarının bir
adamı terikeyi korumak suretiyle kendilerine
menfaat sağlaması için
vasi tayin ettiğine şahitlik etseler,
o adam da inkar etse bu şahitlik kabul
edilmez. Ama
adam da kabul ederse istihsanen kabul edilir.
Oğulların,
babalarının, Zeyd'in Küfe'deki alacaklarını tahsil etmeye vekil
ettiğine şahitlikleri mutlak
olarak kabul edilmez. Zeyd vekâleti iddia
etsin etmesin farketmez. Çünkü hakim, onların isteği ile
diri için
vekil tayin edemez. Bu, vasiyetin
aksinedir.
Azilden sonra
bile olsa ve hasım olmasa da vasinin ölünün lehine şahitliği kabul edilmez. aleyhine
olan şahitliği
kabul edilir. Mültekâ.
i Z A H
«Daha önce söylendiği
üzere...» Yâni vasilerden birisinin yalnız
başına tasarrufta bulunamayacağı
geçmişti.
«... Şahitlikeri istihsânen kabul edilir.» Kıyasa
göre. öncekinde olduğu gibi kabul
edilmemesi
gerekir.
«Çünkü
hakimden vasi tayini külfetini düşürmüşlerdir.»
Çünkü yanlarına üçüncü bir vasi eklemesi
gerekir. O da öbürleri ile birlikte hakimini
atadığı bir vasî olur. Bu. kişinin
vasî bırakmadan ölmesi
haline benzer.
Hakim o durumda da bir vasî tayin
eder. Bu daha evlâdır. Zeylaî.
Ben derim ki: Bu ifadenin zahirine göre üçüncü vasî için, ölünün vasisine değil, hakimin vasisine
ait hükümler caridir.
Şahitlik de tayinden başka bir konuda tesir etmez. Düşün. İki vasi arasındaki
fark ileride gelecektir.
«Oğulların,
babalarının zeydi... şahitlikleri mutlak olarak kabul edilmez.» Yâni
eğer. babalarının
sağlığında. kendisinin gıyabında, haklarını kabzetmesi için birisini vekil tayin ettiğine şahitlik
etseler, babanın borçluları da bunu inkar etseler
oğulların şahitlikleri kabul edilmez.
Şayet oğullar
böyle bir şahitlikte bulunmasalar da,
hakimden, falanı vasi tayin etmesini
isteseler ve
vaside buna
razı olsa hakimin onu vasi tayin etme
yetkisi vardır. Hatta tayin etmesi
evlâdır.
Babalarının
gaib olduğu hallerde. haklarını alması
için bir vekil tayin etmesini isteseler ve vekilde
bunu istese hakim
vekil tayin edemez. Şayet tayin
edecek olursa, oğulların şahitlikleri ile tayin
etmiş olur.
Babaları lehine şahitlik ettikleri için bu caiz olmaz.
Velvâliciyye.
«Azlden sonra bile olsa... kabul edilmez;» Aynı
şekilde yetimin lehine olan
şahitlikleride kabul
edilmez. Vekil bunun aksinedir. Çünkü onun azlden sonra.
husumetten önce müvekkili lehindeki
şahitliği
kabul edilir. Çünkü vasilik halefliktir. Bundan dolayı vasinin bilgisine
bağlı değildir. Hulâsa.
M E T İ N
Vasî vasiyeti
kendi malı ile yerine getirirse,
herhangi bir kayda tabi olmadan onu terikeden alır.
Fetvâ böyledir. Dürer. Vekil de (müvekkil için
satın aldığı malın) parasını kendi malından verirse
müvekkile rücû
eder. Aynı şekilde vasi kendi malından sarfederek,
çocuk için bir elbise veya onun
nafakası için bir şey alsa ve buna şahit tutarsa harcadığını alır.
Bezzâziye'de:
«Şahit tutması şart koşulmuştur. Çünkü
vasinin infak konusundaki sözü kabul edilir,
ama harcadığını geri alma konusundaki sözü şahit
tutmadan kabul edilmez» denilmektedir.
Ben derim ki: Kınye,
Hulâsa ve Hâniye'de ise şöyle denilmektedir:
«Ebeveyn'in aksine vasi şahit tutmadan da parayı geri alabilir.»
Bunu ifade
eden sözler gelecektir. Dikkatli ol.
İ Z A H
«Herhangi bir
kayda
tabi olmadan terikeden alır.» Minah'ta şöyle denilmektedir: «Bu vasi. eğer
ölünün varisi
ise onun terikesinden alır değilse alamaz,
denilmiştir.» Ayrıca; «Vasiyet kullar içinse
rücû eder.
Çünkü onun kullar tarafından isteyeni
vardır. Borcu ödemek gibidir. Ama Allah
için ise
rücû edemez» diyenlerde
olmuştur. Bir başka görüşe göre de vasi her halükârda rücû edebilir.
(verdiğini
alır.) Dürer'de ifade edildiğine göre
fetvâ böyledir. Bezzâziye'de de bunun
muhtar olduğu
söylenmiştir.
«... Buna şahit getirirse harcadığını alır.» Yâni geri
almak üzere sarfettiğine şahit getirirse. Bu :
musannıfın,
vekilin azli bahsinin baş tarafında üzerinde durduğudur.
«Harcadığını geri alma
konusundaki sözü şahit olmadan
kabul edilmez.» Vakfın
kayyımı da
böyledir. Çünkü bunlar kendilerinin yetimden ve vakıftan alacaklı olduklarını iddia
etmektedirler.
Mücerred bir
dava ile bunu hak edemezler. Edebü'l-Evsiyâ'da da böyledir.
«Ben derim ki ilh...» Şurunbulâliyye de, İmâdiyye'den hem buna uygun
hemde ters ifadeler
nakledilmiş sonra da şöyle denilmiştir: «Kayıtsız
olarak veya şahit tutmakla rücû
konusunda
imamlarımızın söyledikleri farklıdır. Araşatırılmalıdır.»
Ben derim ki: Edebü'l-Evsıya da araştırma
yapılmıştır. Orada Muhiften naklen :
«Vasinin rücu için
şahit
tutmadan, rücu edip edemiyeceği
konusunda âlimler ihtilaf halindedirler.» denilmektedir.
Edebü'l-Evsıya'da her iki görüşte Haniyye'den
ve birçok kitaptan nakledilmiştir. Haniye'deki ifadeler
çelişkilidir. Hulasadan, Şârihin yaptığı naklin aksine,
şahit tutmanın şart olduğunu nakletmiş
sonra
da Mültekâ'dan
naklen şöyle demiştir: «Küçük
çocuğun gaib malı olduğu halde vasi ona kendi
malından infak
etse, istihsana göre karşılıksız olarak infak etmiş sayılır. Ama malını sarfederken,
borç olarak
verdiğine veya geri almak üzere harcadığına şahit tutarsa
müstesna. (O zaman
harcadığını alır.) Çünkü vasinin rücû (geri alma) konusundaki sözü kabul edilmez. Bunun için şahit
göstermesi gerekir. Attabiyye'de, Allah'la
kendi arasında (dini yönden) niyet
kafidir denilmektedir.»
Muhit'te de
Muhammed'den naklen şöyle denilmiştir:
«Baba geri almaya niyet ederek parayı ödese
Allah'la kendi arasında (dinen) o parayı geri alabilir. Ama kanunen, şahit tutmadıkça rücu edemez»
Bunun benzeri
Mültekâ'da da vardır.
Yine Muhit'te:
Şöyle denilmektedir: «Baba fakir olan
küçük çocuğu için, yiyecek
ve giyecek gibi,
karşılamak zorunda olduğu bir şey
satın alsa, ister şahit tutsun ister tutmasın parasını isteyemez.
Çünkü bu
kendisinin vazifesidir. Ama, malı olan çocuğuna yiyecek almak
veya ev ve hizmetçi almak
gibi karşılamak zorunda olmadığı bir şey satın alsa; eğer
alırken parasını çocuğundan alacağına
şahit tutmuşsa
alabilir. Tutmamışsa alamaz. Ebu
Hanife'den : Ev ve benzeri şeylerde, çocuğun malı
varsa şahit
tutsa da tutmasada verdiğini alabileceği malı yoksa alamıyacağı rivâyet edilmiştir.»
Hâniyye'de
de şunları görüyoruz: «Birisi küçük
çocuğu için bir şey satın alsa ve ona
kefil olsa,
sonrada parayı
ödese kıyasen verdiğini alabilir. İstihsan'a
göre alamaz.»
Ben derim ki: Meselede
iki görüşün olduğu ortaya çıkmıştır. Birincisi baba ve vasinin şahit
tutmadan
rücûnun caiz olmayışı, ikincisi de: Şahit tutmanın
sadece babaya mahsus oluşu.
Çocuklarına
vasî olan anne de baba gibidir. Buna gerekçe olarak şunu
göstermişlerdir: Anne baba
çocuklarına olan şefkatlerinden dolayı genelde onlara, verdiklerine almak maksadıyla
değil
karşılıksız infak ederler. Yabancı olan vasi
ise böyle değildir. Dolayısıyla rücuda
şahit tutmaya
ihtiyacı yoktur. Biliyorsun ki birinci
görüş istihsan, ikincisi kıyastır.
Bunun gereği birincisinin tercih
edilmesidir. Musannıf, vekilin azli konusunda bu
yolu izlemiştir. Bunun tamamı
kanunî açıdandır.
AIIah Teâlâ en iyisini bilir. »
«Bunu ifade
eden sözler gelecektir.» Çeşitli meseleler bölümünün
sonunda ebeveynin rücû için
şahit tutmanın
şart olduğunu ifade eden hatta bunu
sarâhatle söyleyen cümleler gelecektir.
Gelecek olan, bizim Mültekâ'dan ikinci ,olarak naklettiğimizdir.
M E T İ N
Vasi kendi malından ölünün, şer'an sabit olan borcunu ödese onun kefenini
sarsa, yetimin öşür
veya haracını ödese parasını alır.
Eğer büyük varis kendi malından küçük varis
için yiyecek ve giyecek satın alsa parasını geri alır.
Şayet varis kendi malından ölüye kefen sarsa
veya borcunu ödese o da parasını alır. Bağışlamış
olmaz.
İ Z A H
«Vasi kendi malından ölünün şer'an sabit olan borcunu öderse ilh...»
Edebü'l-Evsıya'da Hâniye'ye
nisbet edilerek şöyle denilmektedir: «Varisin emri
olmadan öderse şahit tutması şattır. Nevazil'de
bu şart
koşulmamıştır. Muhtar olan budur.
Çünkü o vasi, vasiyyeti kendi malından yerine getirirse,
ölünün
malından alacağını söylemiştir. Vasiyet
konusundaki rivâyet. borç konusunda da
geçerlidir.
Çünkü o, vasiyetten önce gelir. Borcun ödenmesi, vasiyetin ifasından daha önemlidir.»
Bu ifade:
Minah ve Dürer'den nakledilen «borcun
ödenmesi gibidir» sözüne uygundur.
«Onun kefenini
sarsa...» Yâni kefeni mislini; Musannıf, bundan önceki
bölümde vasinin kefeni
misilden, sayı
itibariyle fazla sarması halinde fazlalığı
zamin olacağı, kıymet itibariyle fazla olması
halinde ise kendisi için
satın almış olacağı geçmişti.
Kendi akranlarına sarılan
ve sünnete uygun olan kefen.
(Mütercim)
«Yetimin öşür
ve haracını ödese..» Yânı arazisinin haracını. Bunun zahirinden anlaşıldığına
göre:
Vasi, şahit göstermeden yemini ile tasdik edilir. Bu konuda ihtilaf vardır. Edebu'l-Evsıyâ'da
zikredilmiıştir.
«Eğer büyük varis, kendi
malından küçük varis için yiyecek ve gîyecek satın alsa...» Haniyede de
böyledir. Hâniye'nin ibaresi aynen şöyledir: «Büyük varis: küçük varis için, kendi malından yiyecek
ve giyecek satın
alsa, karşılıksız almış olmaz. Onun
için ölünün malında ve terikeye rücû
hakkı
vardır.»
Ben diyorum ki: Daha önce geçtiği üzere.
vasinin infakında ihtilaf olduğu halde
burada şahit
göstermek şart koşulmadı. Halbuki aynı ihtilafın öncelikle burada da cari olması gerekir. Zira büyük
varisin, küçük
varise, kendi malından, ona yetecek
miktarda harcama yaptığı
takdirde sözünün
tasdik edilip edilemeyeceğinde ihtilaf vardır. Bunu
Zâhidî Hâvî'de anlatmış sonra da şöyle
demiştir:
«Fetvâ için
seçilecek olan. Muhitin vasaya
bahsindeki İbni Semâanın Muhammed'den naklettiği şu
hükümdür:
«Bir adam ölse ve geride biri büyük biri küçük iki oğul
ve bin dirhem para bıraksa, büyük
oğlan
küçük için kendisi gibilere sarfedilen şekilde beşyüz
dirhem harcasa : Vâsî olmadığı takdirde
karşılıksız vermiş olur. Şayet ortak olan mal yiyecek veya giyecek olsa ve büyüğü bunu küçüğüne
yedirse yada giydirse,
büyüğüne tazminat gerekmeyeceği uygun
görülmüştür.»
Câmîu'l-Fetvâ'da şöyle denilmektedir: «Şayet büyük
kardeş, küçük kardeşine terikedeki
hissesinden sarfetse:
Eğer yiyecekse zamin olmaz. Onun yanında kalıyorsa para olduğu takdirde
yine zamin
olmaz. Bunların dışındakilerde ise,
vasî değilse zamin olur.» Bunun
benzeri
Tatarhaniyye'de de vardır.
Musannıf,
Kerâhiyye ve istihsân bahsinin satış faslında takdim etti ki:
Kardeşin, amcanın, annenin
ve çocuğu yolda bulanın -kendi evlerinde ise- küçük için çok zorunlu şeyleri alıp satma hakları
vardır. Onun
icaresi ise sadece anne için caizdir.
Bunun benzeri
ifadeler Haniye'de de vardır. Bu durumda İmam
Muhammed'den rivayet edilen
hükmü,
çocuğun, ağabeyinin evinde olmaması haline
hamletmek mümkündür. Büyük kardeş
vasî
değilse
Haniye'deki ifade her halükârda müşkildir.
«Şayet varis kendi malından ölüye kefen sarsa
ilh...» Haniyye'de de böyledir.
Orada, varisin terikeye
rücû edeceği belirtilmiştir.
Ben derim ki
bu: Daha önce geçtiği üzere kefeni misli olduğu takdirdedir.
BİR UYARI
Bir kimse geride hiçbir mal bırakmadan ölse ve
kefeni varislerine borç olsa da varislerden hazır
olmayanın
hissesini ondan istemek üzere kendi malından sarsa, şayet hakimin izni olmadan
sarmışsa rücû hakkı yoktur. Havî
ez-Zâhidî.
Remlî,
Fusûleyn Haşiyesinde şöyle
demektedir: «Bundan anlaşılıyor
ki: Nasıl ki bir kadını
kocasından başka birisi
kocanın veya hakimin izni olmadan kefenlediğinde teberruen kefenlemiş
sayılırsa;
eğer babanın kefenlenmesi varislerin görevi olmasaydı o da yabancı gibi teberruen
sarmış olurdu.
Müftabih olan görüşün, kadın zengin bile
olsa kefenin kocasına ait oluşuna binaen
mutlak bir şekilde izinsiz olarak kadının kefenlenmesi müstesna tutulur.»
Yani ister
kefeni misli olsun ister daha fazla olsun aynıdır. Evli olan
kadından başkasına kefen
sarılması ise böyle değildir. Çünkü kefenil saran, fazlasında değil kefeni
misli ile varislere rücû
edebilir.
«Veya borcunu
ödese.. ilh...» Yâni şeran sabit olan borcunu. Ama borç şeran sabit
değilse, gaib
olana rücû edemez, şayet hazır olan bunu geri alabilir. Çünkü bu şeran sabit olmamıştır. Borç
veya
vedia
konusunda vâside aynıdır. Mehre gelince: Eğer
erkek kadınla zifafa girmişse, peşin verilmesi
adet haline gelen
mikdar kadına verilmez. (Çünkü ölen o mikdarı zifaftan önce vermiştir.) Bunun
mikdarında
varislerin sözü kabul edilir. Daha fazlasında ise söz
kadınındır. Şurunbulâliyye
İmâdiye'den
özetle. Bu sözün manası şu: Varisler peşin verilmesi âdet haline gelen
mikdarı darılan
kadına
verilmiş (olduğunu) iddia etseler
sözleri kabul edilir. Ama
daha fazlasının verilmiş olduğunu
iddia etseler, fazla olan kısım da kadının sözü
kabul edilir.
M E T İ N
Vasî kendi malından, ölünün kefenini verse sözü kabul edilir. Bunun, yukardaki «onun kefenini
sarsa» sözünden müstedrek olduğu söylenmiştir.
Vasî yetimin
malından bir şey satsa sonrada ondan,
sattığından daha fazlası ile istense, hakim
güvenilen ve basiret sahibi olanlara
müracaat eder. şayet onlardan ikisi malı değeri ile sattığını ve
değerinin o
kadar olduğunu haber verirlerse hakim fazla fiat verenlere iltifat etmez. Şayet müzayede
de daha
fazlaya satın alır, ve çarşıda daha
ucuza bulunursa: Bunun için vasinin satışı bozulmaz.
Aksine basiret sahiplerine müracaat eder. Şayet
bunlardan ikisi bir meblağ üzerinde
birleşirlerse;
İmam
Muhammed'e göre onların sözleri alınır. Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'a göre tezkiye de olduğu
gibi bir
kişinin sözü de yeterlidir. Vakfın kayyimi
de böyledir. Vakfın ürününü kiraya verse, sonra da
bir başkası gelip ücreti artırsa yukarıdaki gibi davranılır. Tamamı; Haniyye'ye nisbetle
Dürerde
vardır.
İ Z A H
«... Müstedrek
olduğu söylenmiştir.» Geçen meselenin rücûun aslında
bunun ise basiret
sahiplerinin
fiat konusunda vasiyi yalanladıkları takdirde, fiatın mikdarında olduğunun
farkedilebilmesi için «söylenmiştir» sözü ile ifade edilmiştir.
Bunu T. söylemiştir.
Ebedü't-Evsıyâ'da ise
Hulûsa'dan naklen şöyle
denilmektedir. «Eğer parayı kendi
malından öder ve
kefen, kefeni misli olursa tasdik edilir. Vecîz'de: Terikeden
de ödese ancak beyyin» ile tasdik edilir
denilmektedir.
«Terikeden ödese..» Her halde ibarede de
şartın cevabı düşmüştür. Sözün aslı şöyle
olmalıdır. Eğer
onu terikeden
ödese tasdik edilir. Bu imamlardan menkul ve maruf olan bilgilere
uygundur. Ama
şart edat
vaslıyle kabul edip de: «Terikeden de ödese.... şeklindeki anlayış
malum değildir ve
vecizin
ifadesini buna hamletmek uygun değildir. Benim anladığım bu. Yine de araştırılsın.
«Basiret sahiplerine ilh...» Yâni aklı erenlere. Hâniyye
ve başka eserlerde «görüş sahipleri»,
denilmektedir. Burada bu tabir daha münasiptir.
«... Değerinin
o kadar olduğunu ilh...» Bu, önceki kısmın tavzihidir. Ama
eğer aklı erenler, malın
kıymetinin
müşterinin aldığından daha fazla
olduğunu haber verirlerse satış
batıldır.
Edebü'l-Evsıyâ'da Cevâhir'den naklen şöyle
denilmektedir: «Vasî borçtan dolayı bir mal satsa ve
malın
kıymetinin satıldığı fiattan daha fazla
olduğu anlaşılsa satış batıldır, hakimin feshine ihtiyaç
yoktur. İkinci
defa değer fiatına satarsa bu satış sahihtir.» Şarih daha
önce satışın fası'd olduğunu
söylemişti. Bu iki görüşten biridir. Zira
fahiş bir aldanma ile olmuştur.
«Hakim artırana iltifat etmez.» Çünkü artırma : Malın
kıymetinin vasinin sattığından daha fazla
olduğu için
değil, ihtiyaçtan dolayı olabilir. Hatta eğer noksanlık aşırı ise satış caiz olmaz.
Edebü'l-Evsıyâ.
«Bunun için
vasinin satışı bozulmaz.» Yâni sadece bu artırma sebebiyle satışın bozulmasına
hükmedilmez.
Çünkü. asıl kıymetinin, vasinin
sattığı olması da muhtemeldir. Bu
yüzden : «Basiret
sahiplerine müracaat eder» demiştir.
Tahtavî şöyle der:
«Şayet; sonra sattığından daha fazlası
iIe istese veya
Müzâyede de daha fazlaya
satın alsa ve çarşıda da daha ucuza bulunsa, deseydi
daha kısa olurdu.»
EK:
Edebu'l-Evsıyâ da şöyle denilmektedir: «Baba küçük çocuğunun malını satsa
sonra da bunda fahiş
bir aldanma
olduğunu iddia etse davası dinlenmez. Hakim çocuğun adına bir kayyım
tayin eder.
Müşteri
aleyhine o dava eder. Bu: baba değeri
fiatını kabzettiğini ikrar ettiği veya ona senetle şahit
gösterdiği
takdirdedir. Ama değeri fiatını
kabzettiğini ikrar etmez ve ona şahit
göstermezse yahut
do «onu
sattım, aldanma olduğunu bilmiyorum» ya da «aldanma olduğunu biliyordum
ama bu
şekildeki satışın caiz olmadığını bilmiyordum» dese, daha sonra aldanma
iddiasında bulunabilir.
Yetim buluğa
erse ve baba veya vasinin satışında
fahiş aldanmanın olduğunu iddia etse, müşteri
ise bunu inkar
etse, müddet fiatların değişmeyeceği kadarsa hal hakem
kılınır. (Piyasanın durumu
esas alınır) Müddet fiatların değişmesini gerektirecek kadar geçmişse müşterinin sözü kabul edilir.
Her ikisi de iddiasını isbat için delil gösterse.
fazla olanı isbat edenin beyyinesi
üstün tutulur.»
M E T İ N
Vasînin çocuk için infakta bulunduğu yolundaki
iddiası beyyine olmadan kabul edilir. Eşbah'ta
belirtildiğine
göre şu on iki mesele ise bundan müstesnadır:
1 - Ölünün
borcunu ödediğini iddia etmesi,
2 - Ölünün
borcunu, terikeyi sattıktan sonra fakat parasını almadan kendi malından ödediğini iddia
etmesi,
3 - Yetimin
başka birinin malını telef edip onun tazminatını ödediğini iddia etmesi,
4 - Yetime
ticaret için verdiğini, onun da
borçlanıp yetim adına borçlarını ödediğini
iddia etmesi,
5 - Ekime elverişli olmayan bir vakitte, yetimin tarlasının haracını verdiğini iddia etmesi,
6 - Kaçan kölesini getirene ücret ödediğini iddia etmesi,
7 - Cinayet
işleyen kölesini, diyetini
ödeyerek kurtardığını iddia etmesi,
8 - Mahremi
olan akrabasına infak ettiğini iddia etmesi,
9 - ölen kölelerine infakı iddia etmesi,
10 - Çocuğun
kendisi, zimmetinde olandan veya
yetimin malının gaibliği halinde kendi
malından
infak ettiğini
iddia eder ve ona rücû istemesi
hali.
11 - Yetimi
bir kadınla evlendirip, mehrini kendi malından verdiğini iddia etse ve kadın da ölmüş
bulunsa,
12 - (Yetimin
malında) ticaret yapıp kâr etse sonra da kendisinin
mudârib olduğunu iddia etse.
Bu konuda asıl
şudur: Vasi kendisinin yapması gereken konulardaki iddiası tasdik edilir,
görevi
olmayan
konulardaki iddiası ise kabul edilmez.
İ Z A H
«Vasinin... sözü kabul edilir.» Eşbâh'ta şöyle
denilmektedir: «Vasinin yetime infak
konusunda iddia
ettiği söz şu
üç yer müstesna beyyinesiz kabul edilir: Yakın akrabasına infak,
tarlasının haracı ve
kaçan kölesini getirene verdiği ücret.» Özetle.
Eşbâh sahibi daha sonra şöyle der: «Hasılı, bazı meseleler hariç, iddia ettiği konudaki sözü kabul
edilir.»
Şarih : «İnfakta bulunduğu» sözünü söylemeseydi daha
münasib olurdu.
BİR UYARI
Zehire de
şöyle denilmiştir: «Vasinin, çocuğun nafakasını kısmaması gerekir. Aksine
israf etmeden
ona bolca
infak eder. Bu, çocuğun malının azlığına ve çokluğuna göre değişir. Malına bakar ve
durumuna uygun bir şekilde infak eder.»
Şeyhu'l-İslâm'ın, Asl şerhinde de şöyle denilmektedir: «Küçükler büyürse ve vasiyi: Sen bize
kârdan
yedirdin veya onu falan bağışladı diye itham etseler vasinin davasını
isbat için yemin etmesi
gerekir.
Ancak, genelde o müddet zarfında
kendileri kadar insana o kadarı yetecek bir mal iddia
etmeleri gibi,
zahir kendilerini (yetimleri)
tekzib ediyorsa müstesna.
(Vasinin yemin etmesi
gerekmez). Bu
hüküm, vasi nafakayı misl veya az bir fazlasını iddia ettiği takdirde
söz konusudur.
Çok fazlasını
iddia ederse, iddiasına muhtemel bir
izah getirmedikçe sözü kabul edilmez. fazlasını
zamin olur.
iddiasına, muhtemel bir izaha misal
şudur: Küçükler için yiyecek aldım
ama çalındı,
ikinci üçüncü
defa aldım telef oldu, derse yemini ile birlikte sözü kabul edilir. Çünkü o emindir»
Edebü'l-Evsiyâ'dan özetle.
«Ölünün
borcunu ödediğini iddia etse» müstesna olan on iki meseleye giriştir. Anlaşıldığına
göre,
bu meseleden maksat;
Eşbâh'da meseleleri serdetmeden önce zikrettiğidir. Eşbâh
sahibi,
Câmiu'l-Fusûleyn'e nisbetle şöyle der: «Vasî
hakimin emri olmadan borcu ödese veya yetim
büyüyünce
babasının borcunu inkar etse: Vasî
beyyine göstermezse verdiğini zamin olur. Zamin
oluş sebebini
-ki o da yabancıya vermektir- ikrar ettiği zaman, başka
b)r alacaklı çıksa ona da
hissesi öder ilh... Eğer bunu varis iddia eder, vasi de terikeden ödediğini söylerse tasdik
edilir.
«Ölünün
borcunu... kendi malından ödediğini iddia etse ilh...» Edebü'l-Evsiyâ'dan, Hâniye'de
şahit
göstermenin
şart koşulduğunu, Nevâzil de ise şart koşulmadığını nakletmiştik. «Terikeyi
sattıktan
sonra» demesinin faidesi ne acaba? Her halde bu
ittifakidir. Çünkü satmadan evvelde de
hüküm
aynıdır.
«Yetimin başka
bir malı telef edip ilh...» Eşbah'ta başkasının malı» şeklindedir.
Bu meselenin
tasavvuru
şöyledir: Vasî varise : «Sen falanın
malını küçüklüğünde telef ettin, ben de
senin malından
onu ödedim.» der. Varis ise
onu yalanlayıp, «ben birşey telef
etmedim» derse
yetimin sözü
kabul edilir. Vasî de zâmindir. Ancak iddiasına delil gösterirse müstesnâ.
Edebu'l-Evsiyâ'da da böyle denilmektedir.
«... Yetimin
tarlasının haracını verdiğini iddia etse...»
Vasî; yetimin babasının on sene
önce
öldüğünü ve o
zamandan beri haracı kendisinin
verdiğini iddia etse, yetim de «babam
öleli daha iki
sene oldu» dese hüküm yine aynıdır.
Alimler, husumet gününde tarlanın ekime elverişli olması halinde yemini ile birlikte vasinin
sözünün kabul
edileceğinde ittifak halindedirler. Yâni Tenviru'I-Ezhân'ın Tatarhaniyye'de
naklettiği
ibareden anlaşıldığına göre, vasî ile yetimin, yetimin
babasının öldüğü vakit konusunda
ittifak etmiş
olmaları şarttır. Ebussuûd.
«Husumet,
ziraata elverişli olması halinde» sözünün zahirinden anlaşıldığı
üzere; eğer tarla
husumet
gününde ziraata elverişli değilse beyyinenin
bulunması şarttır. Çünkü birincisine hal
şahittir,
ikincisine göre ise şahit değildir. Şarihin, «ekime elverişli olmayan bir vakitte» sözü,
«verdiğini..»
fiiline değil, mukaddef olan «iddia etse» fiiline bağlıdır. Yâni
«tarlanın haracını
ödediğini
iddia etse ilh...» şeklindedir. Aksi halde bu, yukarıda geçen
«vasinin, haracı ödediği
yolundaki sözü
tasdik edilir» şeklindeki sözlere zıt
düşer. Ama bu yukarıda geçen tafsilata
hamledilir. Dikkatli
ol.
«Kaçan kölesini getirene ücret ödediğini iddia
etse ilh.. » Bu, İmam Muhammed'in görüşüne
göredir. Ebû
Yûsuf'un görüşüne göre ise beyyine olmadan da sözü kabul edilir.
Velvâliciyye'de
sadece birinci görüş verilmiştir. Sadruşşehid de bu konuda bir ihtilaf nakletmemiştir.
Hulâsa'da ise
bu konuda
ihtilafın cari olduğu söylenir.
Vasî kaçan köleyi geri getirmesi için bir adam tuttuğunu söylese
Hâniye asıl ve başka eserlerde
belirtildiğine
göre ittifakla tasdik edilir.
Asl ve başka eserlerde şöyle denilmiştir. «Vasi, sana
rücû etmek için kendi malımdan ödedim, dese
ancak bir beyyine
ile tasdik edilir.» Bu Edebü'l-Evsıyâ da ifade edilmiştir.»
Ben derim ki; Bu ifadenin zahiri, İmam Muhammed'in görüşünün tercihine
delalet etmektedir.
«Cinayet işleyen kölesinin diyetini vererek
kurtardığını iddia etse ilh...»
Kâfî'de şöyle
denilmektedir: «Eğer vasiyetime; senin
gasbettiğin malı ödedim, cinayetinin diyetini
verdim veya
kölenin cinayetinin diyetini verdim
dese beyyine olmadan tasdik
edilmez.» Ebussuûd.
Bu ifadenin
zahirine göre : Yetim cinayeti ikrar
etse bile hüküm aynıdır. Düşün.
«Mahremi olan
akrabasına infak...» Haniye sahibi şöyle der: Vasî çocuğa
: «Hakim, şu kör olan
kardeşin için, senin malından her ay şu kadar dirhem nafakaya hükmetti. Ben on senedir bunu
öderim» dese. oğlu da inkar etse, ittifakla
vasinin sözü kabul edilmez. Hakimin
öyle hükmettiğine
ve hükmedilen
meblağı ödediğine delil getiremezse o malı zamin olur.
Şerhu'l-Mecma
da bu hükme gerekçe olarak,
bunun, yetimin zarurî ihtiyaçlarından
olmayışı
gösterilmiştir.
Vasînin yaptığı harcamalarda sözü, yetimin
zarûrî ihtiyaçlarında geçerlidir.
Yetimin
hanımının
nafakası farklı olsa gerek. Çünkü o, zarûrî ihtiyaçları cümlesindendir.
Konunun tamamı
Eşbâh'tadır.
«ölen kölelerin infakı...» Bu, İmam Muhammed'in
görüşüdür. Ebû Yûsuf'a göre, vasinin sözü kabul
edilir.
Kölelerin
hayatta olması halinde vasinin sözünün kabul
edileceğinde ittifak vardır. Ama kendisine
yemin ettirilip
ettirilmeyeceği konusu ihtilafIıdır. Bazılarına
göre; kendisinden bir hıyanet
görülmemişse yemin
ettirilmez. Biri, Bezzâziye'den
tafsilat nakletmiş ve şöyle demiştir: «Eğer böyle
bir işinin,
böyle köleleri olabilirse, vasinin
sözü kabul edilir. Aksi halde kabul edilmez.» Ebussuûd.
«Çocuğun
kendisine... infâk ettiğini...» Bu konu üzerinde daha evvel
durmuştuk. «Zimmetinde olan
dan» sözü Eşbâh'ta mevcut değildir. Şarih, bununla ve bundan sonraki kısımla, yetimin
malından
harcaması halinde nafakayı mislinde tasdik edileceğine
işaret etmiştir. Nitekim bunu Asl
şerhinden
takdim ettik.
«Yetimin malının gaibliği halinde» sözünden. malın mevcut olması durumunda,
öncelikle kabul edilmeyeceği anlaşılır.
Edebu't-Evsıyâ'da şöyle denilmektedir: «Vasinin
çocuğun kendisine, köle ve hayvanlarına ve
benzeri
şeylere infakı konusundaki sözü; iddia ettiği nafaka o müddet içersinde kendi
durumunda
olanlara sarfedilebilecek mikdarda ise kabul edilir. Çünkü vasî hakim veya
vasî makamına kaimdir.
«... Kadın da
ölmüş olsa ilh...» Bundan anlaşılıyor
ki, eğer kadın hayatta olsa veya ölü
olsa bile
yetim evliliği
ikrar etse, vasî harcadığını yetimden
ister. Düşün.
«On ikincisi ilh...» Tahâvî şerhinde şöyle denilmektedir: «Vasî veya baba yetimin
malında ticaret
yapsa kâr etse, sonrada ben müdâribtim dese;
tasarruf esnasında, kendisinin müdarebe yoluyla
tasarrufta
bulunduğuna şahit tutmamışsa kârdan bir şey alamaz. Bu kanunen böyledir.
Dinen ise;
tasarruf
anında şahit tutmamışsa bile şart koştuğu
kân alabilir. Edebu'l-Evsıyâ.
Bu devirde,
vasinin yetimin malını mudarebe yoluyla
alamıyacağını daha önce söylemiştik.
«...Gereken konulardaki iddiası tasdik edilir»
Yâni zahiri hal onu tekzib etmiyorsa,
yemini ile kabul
edilir.
Hamevi ve Biri, Velvâliciyye'nin Sulh bahsinden naklen. T.
M E T i N
Hâkim yedi yerde vasî tayin
eder.
Bu yerler Eşbâh'ta açıklanmıştır.
ölünün alacağının veya borcunun bulunması, vasiyetin yerine
getirilmesi
bunlardandır.
Zevahir'de
bunlara şu iki yerde ilâve edilmiştir:
1 - Baba küçük çocuğunun malını satın alsa ve onu ayıplı bulsa, hakım babanın malı iade etmesi
için çocuğa bir
vasi tayin eder.
2 - Babası
gaybeti münkatıa ile gaib olup,
çocuğun bir hakkının isbatına ihtiyaç
duyulması halinde
vasi tayin eder. Aksi halde tayin edemez. Zevâhir
sahibi bunları Mecmeu'l-Fetavâ ya nisbet etmiştir.
İ Z A H
«Bu yerler Eşbâh'ta
açıklanmıştır.» Yâni Kitabu'l-Kazâ'da açıklanmıştır.
Şarih, bunlardan üç
tanesini zikretmiştir. Eşbah'ta zikredilen diğer meseleler şunlardır:
- ölünün,
küçük çocuğu olduğu zaman,
- Mûrisinden
bir şey satın alıp da, onun ölümünden sonra
bir ayıp sebebiyle geri vermek istediğinde.
- Küçüğün
babası müsrif, saçıp savuran biri olursa
malını korumak için vasî tayin eder.
Son madde için
Eşbâh'ta şöyle denilmektedir: «Velvâliciyye'nin Kısmet bahsinde
hâkimin vasî tayin
edeceği diğer bir yer daha var. Oraya müracaat
edilsin.»
Velvâliciyye'de işaret
edilen şudur: ölü; çocuk, iki gaib ve iki hazır arasında ortak bir
mal bıraksa,
hazır olanlardan
birisi kendi hissesini satsa, satın alanda taksim
istese, hakim gaib olan iki
ortağın
ve küçüğün yerine bir vekil tayin eder.
«Ölünün,
olacağının veya borcunun bulunması ilh...»
Yâni alacağı isbat ve kabz, borcu da ödemeye
hasım olması için.
«... Malı iade etmesi için» Bundan anlaşılıyor ki, genel manada değil. sadece ayıplı
malı iade için bir
vasî tayin eder. Çünkü başka konularda velâyet babaya aittir. İleride, hâkimin tayin ettiği vasinin
tahsis kabul edeceği ileride
gelecektir.
Daha önce geçtiği üzere gaybeti münkatına, kendisine kafilelerin
ulaşmadığı bir memlekette
olmasıdır.
EK:
Hamevî ve başkaları
hakimin vasi tayin edebilmesi konusunda bazı meseleler daha ilâve
etmişlerdir.
Bu meseleler şunlardır:
- Bir şahıs alacak iddiasında
bulunsa, varisler de büyük ölüp, ölenin memleketinden, kâfilelerin
gidip
gelmediği uzaklıktaki bir memlekette olsalar hakim vasi tayin eder.
- Vâris. «borcu ödemem, terikeyi de satmam.Ancak
terikeyi alacaklıya teslim
ederim» derse, hakim,
terikeyi
satacak birisini tayin eder.
- Satılan malda
hak iddia edilse ve alınsa, müşteri de satan varis
bırakmadan ölmüş olduğu halde,
parasını geri almak istese,
hakim, müşterinin kendisine rücû edebilmesi için vasî tayin eder.
- Köle diye satılan kişinin hür olduğu anlaşılsa
ve satıcısı hiçbir mal varis ve vasî
bırakmadan
ölmüş olsa : Hakim müşterinin kendisine, onun da
ölüye satana rücû etmesi için bir vasî tayin eder.
- Davalı
durumunda olan şahıs. kör, lâl ve sağır
olsa ve kendisinin velisi bulunmasa
hakim vasi
tayin eder.
- Vekil bir mal satın alsa
ve ölse. müvekkil malı kendisindeki bir ayıp sebebiyle geri verebilir. Vekilin
varisi veya vasisi reddedebilir de denilmiştir.
Ebu'l-Leys'in müvekkil reddeder. Bir rivayete göre de
ayıplı malı red için hakim vasi tayin eder.
- Vasî, küçük çocuğun malını satsa ve ölse, mütâlebe
hakkı vasinin varislerine veya vasinin
vasisinedir. Ama bunlar yoksa hakim bir vasî atar.
- Borç alan kişi,
borcunu ödemek için mal getirse, alacaklı ise gizlense hâkim : borçlunun talebi
üzerine alacağı kabzetmesi için bir kayyım tayin eder.
- Birisi
borçluyu ertesi gün getirmediği takdirde
borcu ödeyeceğine kefil olsa, ertesi
gün de alacaklı
kaybolsa,
hakim alacaklı için bir vekil tayin
eder ve borçluyu ona teslim eder.
- Vasi kaybolsa
ve birisi gelip ölüden alacağı olduğunu iddia etse hakim ölünün
yerine hasım olmak
üzere birisini tayin
eder. özetle.
Ben derim ki; Bunlara vasî bahsinin başında geçen şu meseleler de ilave
edilir:
Eğer ölü bir
çocuğu veya başkasının kölesini veya
kafiri yada fasığı vasi seçse, hâkim
bunları
başka birisi ile değiştirir.
Ölü iki kişiyi
vasi tayin etse ve bunlardan birisi, yerine
birisini bırakmadan ölse, hakim
hayatta
kalanın yanına
birisini daha tayin eder.
Vasî vesâyeti
yerine getirmekden aciz duruma düşerse
hakim yerine başkasını getirir.
- Baba oğlunun
malını kendisi için satın alsa;
hakim çocuk adına parayı teslim alıp babaya
teslim
edecek bir vekil tayin etmedikçe borcunu
ödemiş olamaz.
- Vasî, ölü aleyhine alacak iddiasında bulunan kişiyi tasdik etse sahih olmaz. Aksine, davacının
hakkını elde edebilmesi için, vasinin yerine başka birini tayın eder. Nitekim bunu daha önce
Velvâliciyye'den naklen zikretmiştik.
- Kâfir olan
bir delinin karısı müslüman olsa ve delinin anne veya
babası olmasa, hâkim bu karı
kocanın arasını ayırması için deliye bir vasî tayin eder. Bu meselede, Kafirin nikahı
bahsinde
geçmişti.
- Kaybolup da yeri bilinmeyenin adına vasi tayin eder.
- Vasi, ölüden
alacağı olduğunu iddia ederse, hakim
ölenin yerine, iddia edilen mikdarında
bir vasi
tayin eder. Bu da önceki vasiyi vesayetten
çıkarmaz. Hindiye'de belirtildiğine göre fetvâ böyledir.
Bunlarla, hakimin vasi tayin edebileceği yerler yirmi yediye vardı. Araştırma sınırlamayı ortadan
kaldırıyor.
M E T İ N
Sekiz yer
hariç, hakiminvasisi ölünün vasisi
gibidir.Busekiz yer şunlardır:
1 - Hakimin
vasisi kendisi için satın alamaz,
2 - Lehine şahitliği kabul edilmeyenlere satamaz,
3 - Hakimin
yeni bir izni olmadan kabzedemez,
4 - Çocuğu
herhangi bir iş için kiraya
veremez.
5 - Ölümü
anında başkasını vasi tayin
edemez,
6 - Hakim kendisini bir konuya tahsis ederse o işe mahsus olur,
7 - Bazı tasarruflardan
nehyederse, nehyi sahih olur,
8 - Adil bile olsa hakim kendisini azledebilir. Bütün bu meselelerde ölünün vasisi bunun aksinedir.
İ Z A H
«Sekiz yer
hariç ilh...» Bunlara, az sonra söyleyeceğimiz dokuzuncu ve
şu onuncu meselede ilâve
edilir: Hâkim, vasisi için ücret tayin ederse caizdir. ölünün vasisine ise sahih olan görüşe göre
ücret tayin
edilemez. Bu, Kınye'den naklen geçmiş.
biz de o konuda söyleyeceğimizi söylemiştik.
«Hâkimin
vasisi kendisi için satın alamaz.» Yâni yetimin malını satın alamaz ve ona kendi malını
satamaz. Babanın vasisi ise yetim için açık bir menfaat olması şartıyla yetimin
malını satın alabilir,
ona satabilir.
Nitekim daha
önce bu metnen geçmişti. Şayet, hakimin vasisi, hakimden satın alır veya ona satarsa
caiz olur. Hamevî Bezzâye'den naklen.
«Lehine şahitliği... satamaz.» Çünkü bunda töhmet vardır. Şarih sadece satışı zikretti.
Zâhire göre
satın alış da aynıdır. T.
«... Kabzedemez.» Hakim, yetimin, gayri menkulü haksız
yere elinde olan başkası ile hasımlaşması
için bir vasi
tayin etse, husumet için vasi tayin ederken kabze izin vermemişse, kabz için
yeniden
müsade etmedikçe vasi gayri
menkulü kabzedemez. Çünkü o. vekil
gibidir. Fetvâ, Züfer'in
husumete vekil
olanın kabza malik olmayacağı
tarzındaki görüşüne göredir.
Ölünün vasisi
ise izin olmadan da kabza yetkilidir.
Çünkü baba onu kendisine halef yapmıştır.
Halefliği
devam ettikçe görüşü de devam eder.
Baba hakikaten baki olduğunda hakimin onun
malında tasarrufa hakkı yoktur. Hassafın dediği gibi, hükmen bakî olduğunda da tasarrufta
bulunamaz. Bu.
ölünün vasisinin, hakimin azli ile azlolunmuş sayılmayacağının kesin bir
ifadesidir.
Bîrî şöyle
der: «Kâdî ifade etti ki, hakim, ölünün vasisine terikenin mikdarını soramaz, terike
konusunda
onunla konuşamaz. Hâkimin vasisi ise bunun aksinedir. Tamamı oradadır.»
Ebussuûd
haşiyesinden
özetle.
Birinin
söylediği, zikredilen sekiz meseleye
ilavedir. «Çocuğu her hangi bir iş için
kiraya veremez.»
Eşbâh'ta bu
Kınye'ye nisbet edilmiştir.
Ben derim ki; Daha önce söylediğimiz, kendisi için aslen vesayet hakkı olmayan
kişi -ki o yetimin
yanında kaldığı yakın akrabasıdır- nin
çocuğu kiraya verebilmesi bu ifade karşısında
müşkil
görünmektedir.
Düşün. Çocuğu bir sanata teslim etmesi bundan müstesnâ tutulmalıdır.
Edebü'l-Evsıyâ'da şöyle denilmektedir: «Vasî az
bir aldanma ile de olsa, yetimin
kendisini taşınmaz
mallarını ve
diğer mallarını kiraya
verebilir, dokuması, veya kan alıcı
değilse. sorumluluğunu
taşıyan
kişinin yetimi dokumacı veya
kan alıcıya teslim etmesi caiz değildir. Çünkü o bununla
ayıplanır.» Tamamı oradadır.
«Ölümü anında
başkasını vâsî tayin edemez.» Eşbâh'ta şöyle denilmektedir: «Hakimin vasisi
ölürken yerine
başka bir vasi tayin ederse ikincisi
vasi olmaz. Ölünün vasisi ise bunun
aksinedir.
Tetimme de de
böyledir.»
Eşbâh sahibi daha sonra Haniyye'den şunu nakletmiştir:
«Vasî ister hakimin ister ölünün
vasisi
olsun başkasını vasi tayin edebilir.» Bunun
benzeri, Muhit sahibinden naklen
Kınye'de de vardır. Bu
farklı
görüşlerin uyuşturulması gelecek.
«Hakim kendisini bir konuya tahsis ederse, o ise mahsus
olur.» Çünkü hakimin onu vasi tayin
etmesi bir
hükümdür. Hükümde tahsis kabul eder. Babanın vasisi ise tahsis
kabul etmez. Onun
yerine kaim olduğu için her sahada vasi olur. Bîrî Bezzâziye'den naklen.
Ben derim ki: Gerekçe
olarak şu da söylenebilir. «Çünkü hakimin
vasisi vekil gibidir, tahsis kabul
eder. Babanın
vasisi ise bunun aksinedir.
Tatarhâniyye'nin hıyel bahsinde şöyle denilmektedir:
«Birisi Kûfe'deki malları için
birisini, Şam'daki
malları için başkasını,
Basra'daki malları için de bir başkasını vasi tayin etse, İmam'ı-Azâm'a göre
hepsi bütün
mallarında vasidir. Vasiyet; bir
çeşit, bir yer ve bir zamanla tahsis
kabul etmez. Ebû
Yûsuf'a göre
her biri kendisinin vâsî olduğu yerlerde vasidirler. İmam Muhammed'in görüşü
ise
değişkendir.
Bu meselede çâre: Vasiyet ederken,
başkalarında değil, sadece Kûfe'deki mallarıma
vasidir,
demesidir.
İmam Hulvâni
tahsise genel izin üzerine varid olan
hacr gözüyle bakmıştır. Bir kimse
kölesine genel
bir izinle ticarete
izin verse sonrada onu bazı sâhalarda hacretse sahih olmaz.
Yine Hulvânî bu
konuya birde şu yönden bakar: Alimler, vasisini
insanlara olan borçlarında yetkili
kılıp, insanlardan
alacaklarına yetkili kılmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğa göre
bu sahih değildir.
Bu çarede bir
şüphe nevi vardır. Özetle.
Hâniye'deki şu
ifadeler, Hulvânî'nin bakışını
te'yid etmektedir: Bir kimse; «falanı borçlarımı
ödemesi için vasi seçtim başka birisini vasi tayin ettim,» dese, her ikisi de her konuda
vasidir.
Yine bunu
ulemanın mutlak manada söyledikleri:
«ölünün vasisi tahsis kabul etmez» sözüde teyid
etmektedir.
Bu, birden fazla da olsa tahsis kabul
etmiyeceğini ifade etmektedir.
Yine Hâniye'de, İbn. Fazl'dan' naklen şöyle denilmiştir: «Bir kimse, birisini
oğluna, başka birini de
kızına yahut
da birisini hazır olan mallarına başka birisini
de gaib olan mallarına vasi tayin etse
eğer
vasilerden her birinin öbürüne ait işlerde
vasi olmayacağını şart koşmuşsa bütün âlimlere
göre koştuğu
şart geçerlidir. Böyle bir şart
koşmamışsa meselede ihtilaf vardır. Fetvâ Ebû
Hanife'nin
görüşüne göredir.»
Herhalde
Hâniye de önce söylenilmiş olanlar, Hulvânî'nin sözüne mebnîdir. Düşün.
Ben derim ki; Şuna dikkat
etmek gerekir: Bir kimse bir adamı malının üçte birini
hayır yollarına
sarfetmesi için vasi seçse, o çocukları ve
terikesi üzerine de genel vasi olmuş
olur. Bu konuda
başka birini daha vasi tayin etse, muftabih olan İmamı
Azâm'ın görüşüne göre; vasilerden birinin
tek başına
yapacakları tasarruf geçersizdir. Zamanımızda insanlar bundan
gafildirler.
Hâniye'de bu nassen ele alınmış ve şöyle denilmiştir: «Bir adamı borcu
üzerine, başka birine de
kölesini azad etmesi veya vasiyetini infaz etmesi için vasi tayin etse, İmamı Azam'a göre
her ikisi
her konuda
vasidir. Sahibeyne göre ise her biri
tayin edildiği sahada vasidir, öbürü ona müdahale
edemez.»
«Onu bazı tasarruflardan men etse ilh...» Bu vesâyetin tahsis kabul edip etmeyeceği konusuna
racidir. Eşbâh.
«Adil bile olsa hakim kendisini azledebilir.» Bu, sekizinci meseledir. Şarih, vasi bahsinin baş
tarafında
bunu, hakimin maslahat görmesi hali ile
kayıtlamıştı. Oraya müracaat et.
M E T İ N
Hızâne'de: «Eğer vasiyet umumi ise, hakimin vasisinin
vasisi, hâkimin vasisi gibidir.»
denilmektedir. Bununla. farklı görüşlerin arasında uyuşma sağlanmış olur. Fetâva's-Sugrâ'da da
şöyle denilmiştir. «Kişinin hastalığı
esnasındaki teberruu; varislerin icâzeti olmadığı takdirde
malının üçte
birinde geçerlidir. Menfaatı teberrû ise böyle
değildir. O tamamında nafizdir.» Meselâ
malını
değerinden daha aza kiraya verse
sahihtir. Çünkü icâre malikin ölümüyle batıl olur.
Dolayısıyla
varislere bir zarar yoktur. Sağlığında da varislerin
hakkı yoktur.
İmâdiye de ise
menfaatın bağışlanmasının da malın üçte birinde geçerli olduğu söylenmektedir. Her
halde konu ile
ilgili iki rivayet
olsa gerek.
i Z A H
«Hakimin
vasisinin vasisi ilh...» Yâni hakimin tayin
etmiş olduğu vasi ölürken yerine başka
birini
vasi seçse, şayet
kendi vasiliği umumi ise caizdir. İkincisi de birincisi gibi olur.
«Bununla...
uyuşma sağlanmış gibi olur.» Daha önce
geçen «ölümü esnasında yerine vasi tayin
edemez» sözü, vesayetin
hususi olduğuna hamledilerek rivayetler
uyuşturulur. Aynı şekilde,
Haniyye
ve Kınye'den naklettiklerimiz de, vasiyetin umumi oluşuna
hamledilir. Böylece ibareler
arasında bir çelişki
kalmaz. Anla.
«Mesela malını değerinden daha aza kiraya verse ilh...»
Bu, Fetâvâ's -Suğrâ'nın sözü değildir.
Bu
meseleyi Zeylaî gasb bahsinde «yabancı birisine ariyet verse...» diye tasvir etmiştir. Eşbâh'ta şöyle
denilir: «Nassan belirtilmiştir ki: Eğer
(hasta, malını) değerinden daha aşağıya kiraya verse
tamamından geçerli
olur. Ariyet olarak vermek câiz olunca, kiraya vermek haydi haydi caiz olur.
Evinde oturma
hakkını veya kölesinin hizmetini vasiyetde böyledir. Üçte
birden muteber olan. ev ve
kölenin kendileridir.
Hizmet ve oturma hakkı değil. Nitekim yerinde geçti.
«Çünkü icare malikin ölümüyle batıl olur.» Bu. Şerhu'l-Vehbaniye ve Eşbah'ta da,
Tarsûsî'nin: «Bu
mesele kaideye aykırıdır
Çünkü aslolan menfaatların ayn
(mai) lar makamına kaim oluşudur.»
sözüne cevab
olarak zikredilmiştir. Satış ise
malın üçte birinde muteberdir.
Ben derim ki: Benim anladığıma göre sadece ikinci cevabla yetinmek
daha»iyi olur. O da meselede
iki rivâyetin oluşudur. Çünkü evin oturma hakkı ve
kölenin hizmetini vasiyette menfaat. ölümden
sonra da kaldığı halde üçte birden itibar edilmez.
Bu da, İcârenin batıl oluşunun; vasiyetin,
malın
tümünden
itibar ediliş sebebi olduğu izlenimini yermektedir.
Ama bildiğin gibi böyle değildir. Düşün.
(1) Üstadımız
bu konuyu şöyle ele aldı: Tarsûsî'nin
maksadı; menfaatı teberruun malın tamamında
geçerli oluşu rivayetinin
illetini istemektir. Buna göre. ikinci cevabın
faydası olmaz. ....Çünkü
menfaat
ilh.... sözünü yine üsdadımız şöyle reddetmiştir: Cevabın esası «Zarar
yoktur» özleridir.
Evdeki oturma
hakkım vasiyette, varisler için zarar söz konusu değildir. Menfaatı
malm
tamamından
itibar etsek bile böyledir. Çünkü
zarar da, malın kendisinin elden çıkması şarttır.
Bunun tevzihi:
Menfaatların mallara tabi olacağı,
kaide gereğidir. Oturma hakkı niçin eve tabi
olmuyor?! Şayet
evin kendisini vasiyet etse onun, terikenin üçte birinden çıkıp çıkmadığına
bakıyorlar.
Oturma hakkını vasiyet ettiğinde buna bakmıyorlar.
Aym şekilde hasta iken evini
değerinden aşağı ikramla
satsa ikrâm edilen mikdarın malın üçte birinden çıkıp
çıkmamasına
bakıyorlar,
ama kirada ikram etse bakmıyorlar.
Cevap: Mâlik
kendi milkinde tasarrufta bulunduğunda tasarrufu geçerlidir. Çünkü malike kendi
milkinde hacr konamaz. Ancak âlimler, bazı tasarrufları varislere zarurü buldular ve onlara hacr
koydular. Dolayısıyle hacr zarurete binaen
sabit oldu. Zaruretle sabit olan genellendirilmez. Hususi
olan peşinden
çekemez. Bu prensibin vasfı, zarar gerekçesi
ile gerekçelendirilmiştir.
Dolayısı ile
hüküm bu
gerekçeye uyar. Bir mesele de aynı illet bulunduğunda asla uyması
gerekir. Bulunmazsa
gerekmez. Evin oturma hakkmı vasiyette: Kendisinin terikenin üçte birinden
çıktığı farzedildikten
sonra zarar
yoktur. İcâre meselesinde ise hiç zarar verme yoktur. Çünkü
ölümle batıl olur.
«Varislere zarar verme yoktur.» Yâni ölümden sonra.
Çünkü icâre batıl olunca menfaatler onların
mülkü olur.
«Sağlığında
varislerin hakkı yoktur.» Kiracının,
mal sahibi ölmeden önce sağladığı menfaatın
varislere
zarar yoktur. Bununla; «Meselâ değeri
yüz lira olan bir malı kırk liraya
kiraya verse ve
hastalığı uzasa ve kiracı icare müddeti içerisin de
menfaati alsa ve bu malın üçte birinden fazla olsa
varislere
zarar verir.» şeklinde varid olacak bir itiraz da reddedilmiş olmaktadır. Anla.
Bîrî şerhinde
Muhit'in müzâraa bahsınden naklen şöyle denilmektedir: «Alacaklıların ve varislerin
hakkı, kendilerinde İrsin (miras olmanın) cereyan ettiği mallara mütealiktir. O
mallarda, ayn lardır.
Menfaat ve mal
olmayan şeylerde miras ahkamı cârî
olmaz. Dolayısıyle bunlarda alacaklı
ye
varislerin
hakkı yoktur. Çünkü miras hükmü; ölü
tarafından varis ve olacaklılara ölüm
ile intikal
edebilmesi için ancak
iki ayrı zamanda kalan mallarda caridir. Menfaat ise iki ayrı zamanda baki
kalmaz.»
Bîrî, bu hasra
kiranın menfaatlar cümlesinden olduğunu söyleyerek
itirazda bulunmuştur. Çünkü
can karşılığında olan kısası affetmek mal
gibidir. Onun için hastanın -malının tamamına denkte
olsa- katili affetmesi caizdir.
Ben derim ki: «Bu garib bir şey. Çünkü bu, hasr teyid
etmektedir. ona engel değildir.
Düşün,»
«İmâdiye ise
menfaatın bağışlanmasının da malın üçte birinde geçerli olduğu söylenmektedir.»
Hastalık esnasında köle azadı konusunda Kuhistânî'den
naklen belirttiğimlz gibi bunun
benzeri,
Netf'te de
vardır. Yine orada Vehbaniyye'den
birinci görüşün tercih edildiğini nakletmiştik.
M E T İ N
Vasî yetimin
bir malını satsa ve müşteride müflis
olsa üç gün mühlet verilir. Bu müddet
zarfında
öderse ne ala. Aksi
halde feshedilir. Müşteri malı kabzettiği halde satın aldığını
inkar ederse vasi
mahkemeye
müracaat eder.
Hakim'de: «Eğer aranızda
bir alışveriş olmuşsa onu feshettim» der.
Vasî
vasiyetini kabul etse sonra da
kendisini azletmek istese bu ancak
hakimin yanında caiz olur.
İ Z A H
«Üç gün mühlet
verilir.» Edebü'l-Evsıyâ da belirtildiğine göre hakim mühlet
verir. Müşterinin
kaçmasından korkarsa bir kefil mi ister
yoksa parayı ödemezse o anda mı fesheder
araştır.
«... Malı kabzettiği halde ilh...» Zahire göre. kabzetmediğinde de böyledir.
Çünkü maksat akdi
fesihtir. T.
«Hakim... der.» Yâni müşteriye yemin teklif edip, o da
yemin ettikten sonra. Necmüddin el-Hâsî
şöyle der:
«Her ne kadar bu tehlikeye
mâruz isede, bu gibi feshler caizdir. Ancak,
hakim tarafından
feshedilir.
Çünkü eğer vasî, müşteri alış verişi inkar ettikten sonra husûmetl terketmeye kalksa bu,
ikale hükmünde bir fesh olur. Dolayısıyla hakiki
ikale de olduğu gibi mebî vasî
tarafından ödenir.
Ama hakim fesh ederse mebî
vasînin borcu olmaz. ölünün mülküne
rücû eder. Çünkü hakimin
velâyeti tam ve şumullüdür. Bunun benzeri Hârılye'de
de vardır. Edebu'l-Evsıyâ.
BİR UYARI
Yetimin malını
zengin birisi bir, müflis birisi de bin beşyüz liraya satın almak
istese, vasî zengine
satar. Telef olacağı endişesi ile, müflise
iltifat etmez. Hâniye ve başka
kitaplarda böyle denilmiştir.
Edebu'l-Evsıyâ.
«...Ancak hakimin
yanında caiz olur. Vasî bahsinin baş
tarafında naklettiğimiz üzere. Bezzâziye de
bunun, hakimin
tayin ettiği vasîde olduğu zikredilmiştir.
ölünün vasisine gelince, metinde geçtiği
gibi kendisi
tarafından kandırılmış olmaması
için. kabul ettikten sonra mûsî gıyabında
reddetmesi
caiz olmaz.
Bezzâziye'de
izahtan naklen şöyle denilmektedir:
«Vasî, kendisini azletmek isterse, ancak hakimin
huzurunda
azledebilir. Çünkü o vasiliği ifayı
kabul etmiştir. Bundan, ancak mûsînin
veya onun
yerini tutacak
birisinin huzurunda dönebilir. O da yetimin malında tasarrufa yetkili
olan kişidir.
Vasî,
(vasiliği bırakmak için) hakimin huzuruna varınca: Şayet
tasarrufa muktedir, güvenilir birisi
ise çıkarmaz. Çünkü o vasiliği kabul etmiştir. devamında yetime bir zarar
yoktur. Ama eğer onun
acizliğini ve
meşguliyetinin çokluğunu bilirse vasilikten
çıkarır. Çünkü çıkarmaması halinde yetim
zarar görür.
Azledilmedikten sonra yetimin işlerini mühimsemiyeceği için
maksat hasıl olmaz.»
Eşbâh'ta da : «Yeterli olan adil vasî, kendisini azledemez.
Buna çare iki şeydir... ilh...»
denilmektedir. Bunu daha önce takdim etmiştik oraya başvur.
M E T İ N
Vasî. yetim
büluğa erdikten sonra malını kendisine teslim etse ve yetim; vaside
terikeden az ve çok
hiç birşey
kalmadığını söylese sonra da vasinin elindeki
bir malın terikeden olduğunu iddia etse ve
delil gösterse davası dinlenir.
İ Z A H
«... Dâvâsı
dinlenir.» Hâniye'de bu meseleden sonra
şöyle denilmektedir: «Aynı şekilde, şayet varis
babasının terikesinden
insanlardaki tüm alacaklarını aldığını ikrar etse
sonra da bir adamdan
alacağı olduğunu iddia etse iddiası dinlenir.» Şurunbulâliyye'de bu
hükme gerekçe olarak şöyle
denilir: Çünkü
buna mani bir durum yoktur. Zira belli
birini, belirli veya belirsiz bir borçtan ibra söz
konusu
değildir. Bu mücerred bir ikrardan ibaretti. İbrayı gerektirmez. Dolayısıyla
davasına mani
değildir. Bu,
Eşbâh sahibine karışık geldi de umumi berâetten ve onun davaya
mani olmaktan
müstesna
olduğunu zannetti.» Özetle.
Ben derîm ki: Bu. Edebu'l-Evsıyâ'da Mültekâ ve başka
eserlerden nakledilen, «vasinin yanında az
ve çok hiç bir
şey kalmadı, hepsini aldı...» şeklindeki
ifadeye ters düşmez. Çünkü o muayyen
birisi
için ikrardır. İkrar da, ibrar eden aleyhine delildir. Bu mesele sulh bahsinin
başlarında geçti. Şarih
orada : «Benim hakkım kalmadı, sözünü,
kabzettiğim şeyden manasına hamledildiği
için tenakuz
yoktur. Ayn olan alacaktan ibra batıldır.»
demişti. Sözün tamamı oradadır.
M E T İ N
Vasî (yetimin
malından) ihtiyacı kadar yiyebilir, bine bilir. Allah (c.c.) «Fakir olan iyilikle yesin»
buyurmuştur. Eğer çocuk ehil ise, (çocuğa)
Kur'an ve edeb öğretmek için vasî
harcama yapabilir.
Aksi halde, namazda vacip olan kıraatı öğretecek kadar harcama yapar.
Müctebâ.
Yine
Müctebâ'da şöyle denilir: «Hakim vasî
için bir müsrif tayin etse, vasî o olmadan tasarrufta
bulunamaz.
Müşrifin ise (vasî olmadan) tasarrufta
bulunabileceği söylenir.
Müşrif: Vasî'nin tasarruflarını kontrolla görevli olan kişidir.
(Mütercim).
İ Z A H
«Vasi ihtiyacı
kadarını yiyebilir.»
Daha önce Hâniye'den naklen, muhtaç
olduğu zaman, çalıştığının
karşılığını istihsanen alabileceğini söylemiştik.
Edebu'l-Evsıyâ'da şöyle denilir: «Kıyasa göre yiyememesi
gerekir. Yetimlerin mallarını zulmen
yiyenler.. ilh... Âyetinin umumu buna
delalet eder. Fakih : her halde, fakır olan kavli şerifi bu
âyetle
neshedilmiştir. der.»
Ben derim ki: Sanki o.
ikinci görüşe meylediyor. O görüş İmamı Azâm'ın
görüşüdür.
Kınye'de Ebû Zer'den naklen şöyle denilir: «Bu
sahihtir. Çünkü o, vasiyetlerde muteberri (karşılıksız
çalışan) olarak iş yapmak üzere meşrû kılınmıştır. Damanı gerektirmez.»
İsbîcâbî, şerhinde :
«Kendisi için belli bir ücret
takdir edilmişse o kadarını yiyebilir»
denilmektedir.
«...İnfak eder.» Muhtârâtü'n-Nevâzil'de de böyle
denilmiştir.
Hulâsa ve
başka eserlerde de şöyle deniliyor:
*Eğer çocuk ehilse câiz olur ve vasî ecrini alır.
Değilse, namazda okuyabileceği kadar bir şeyi öğretmeyi üslenir.» Bu
eserlerde, «vacib olan
okumak» kaydı
konulmamıştır. Düşün.
Kınye'de şöyle denilmektedir: «Vasi yetim kız ve yetim erkeğin dünürleri
ile aralarında vaki olan hal
için (evliliği
sona erdirmek için kadının verdiği para) yaptığı harcamayı; mütad ziyafetler,
mahud
hediyeler, mecbur
olmasa bile bayramlarda verdiği hediyeler, sünnet merasiminde çocuğun hısım
akrabasına ve komşulara israfa varmamak şartıyla çektiği ziyafet, çocuğun
mürebbisine ve
yanındaki çocuklara çektiği
ziyafet ve bayramlarda çektiğı ziyafet
için yaptığı harcamaları zamin
olmaz. Bazıları,
mürebbisine ve bayramlarda çektiği ziyafeti zamin olacağını
söyler.» Özetle.
Muğrib de:
«Ebû Zeyd'den nakledildiğine göre
edep: İnsanı her türlü faziletlere yücelten güzel
eğitimdir.»
denilmektedir.
«Vasî için bir müşrif tayin etse... ilh...» Bu konu üzerinde daha önce konuşmuştuk.
M E T İ N
Müctebâ'da
şöyle denilir: «Baba küçük çocuğunu ariyet
olarak verebilir. Bunda ittifak
vardır.
Çocuğun malını
ise çoğunluğa göre veremez.
Vasî olmadığında baba vasînin yapabileceği herşeyi yapabilir. Dede ise yapamaz.»
Baba, kendisi ise çocuğu arasında ortak olan malı
taksim edebilir. Dede ve vasî buna malik
değildirler.
Baba ve dede
iki küçük çocuklarından birisinin malını öbürüne satabilirler.
Vasî ise satamaz.
İ Z A H
«Baba küçük çocuğunu âriyet olarak verebilir.» İsbîcâbî'nin Tahâvî şerhinde şöyle
denilmektedir:
«Baba ve vasî
çocuğun malını âriyet olarak verebilirler.»
İmâduddin,
Fusulünde: «Bu cidden öğrenilecek şeylerdendir.» der. Tecniste de
Nevâzil'den naklen
: «Babanın
buna hakkı yoktur. Çünkü bu onun
malında ticaret yapılanın tabilerinden değildir.»
denilmektedir.
Zehîre sahibi şöyle
der: «Baba küçük çocuğunu âriyet olarak verebilir. Bazı âlimlere
göre malını da
verebilir. Bu
istihsana göredir. Çoğunluğa göre ise veremez bu da kıyasın gereğidir.»
Muhît
sahibinin Fevâldin'de şöyle denilmiştir: «Baba
: Hocaya hizmet veya sanat öğretmek için
çocuğunu
âriyet verebilir. Başka bir şey için vermesi caiz olmaz.» Edebu'l-Evsıyâ.
«Vasî... yapabilir,
dede ise yapamaz.» Ben derim ki: Mücteba'nın ibaresi şu şekildedir: «Bir adam
ölse ve geride
çocukları ve babası kalsa, vasîsi de olmasa, baba vasînin
malik olduğu şeylere
maliktir; Vasîyetlerini yerine getirir,
borçlarını ödemek için taşınır ve taşınmaz mallarını satabilir.
Dedenin ise
buna hakkı yoktur ilh...» Ben kendi
nüshamda böyle gördüm. Düşün.
Müctebâ sahibi:
«Dedenin buna hakkı yoktur.» sözü ile, bölümün başında Haniye'den
naklettiğimiz
şu sözlere işaret etmiştir: «ölünün vasisi, ölünün borcunu ödemek için terikeyi satabilir, dede
satamaz.»
Şayet şarih :
«Baba. vasinin malik olamadığı şeylere
maliktir.» deseydi daha güzel ve açık
olurdu.
Daha sonraki meseleler
de bunun birer fer'i olurdu. Çünkü
onlar kendisinde babanın vasiye
muhalif
olduğu yerlerdir. Eşbâh'ta, Farâiz bahsinin
sonunda bunlardan onbir tanesi zikredilmiştir. Hamevî
hâşiyesinde ve
başka yerlerde bunlara on yedi
tane daha eklenmiştir. Oraya müracaat et.
Bu meselelerde. «baba»
dan maksat, çocuğun babasıdır, ölünün babası değil.
«...Vasî buna malik değildir.» Vasî kendisi ile çocuk
arasında ortak olan malı, İmamı Azâm'a
göre,
ortaklıkta açık bir menfaat varsa taksim edemez.
Muhammed'e göre ise her halükârda taksim
edemez. Zahire. Bu konuda esas şudur: Taksimde mübâdele
ve ifraz manası olduğu için,
vasîlerden
terikeden bir şeyi satmaya malik
olan, onu taksime de maliktir. Satmaya malik olmayan
taksimede malik değildir. Vasî ikî çocuktan birisinin malını öbürüne satamaz dolayısıyle bunu
taksim de edemez. Çünkü bu durumda o hem alan hem veren olur ki, o caiz değildir. Aynı şekilde,
iki vasiden
birisi, öbürüne satma hakkına sahip değildir. Dolayısıyle
taksime de malik değildirler.
Baba ise bunun
aksinedir. O çocuklarının malını taksim edebilir.
Vasînin iki küçüğün mallarını taksim edebilmesi için çare
şudur:Çocuklardan birisinin
hissesini
satar ve
müşteri ile taksim eder. Sonrada ondan sattığını aynı fiata geri alır. Şayet varisler içersinde
büyükler olsa ve vasi onların hisselerini
verse ve ayırmadan küçüklerin hissesini hep birden ifraz
etse caiz olur. Çünkü taksim küçükler arasında değil,
büyüklerle küçükler arasında cereyan etmiştir.
Aynı şekilde eğer vasî, terikeyi üçte birisi kendisine vasîyet edilenle bölüşse ve üçte ikisini
küçükler için alıkoysa caiz olur. Bu meselenin tamamı EdebuI-Evsıyâ'nın Kısmet
bahsindedir.
Ancak, yukarıda
geçen «Aynı şekilde iki vasiden birisi öbürüne satamaz...»
sözü ile ilgili olarak
Tahtâvî şöyle der:
«Vasînin yabancı birisi için
değeri fiatıyla veya az bir aldanma ile alıp satması
caizdir.
Yetimlerden her birisi de öbürüne
yabancıdır.»
Bunun
benzerini daha önce takdim etmiştik.
M E T İ N
Baba veya dede küçük çocuğun malını yabancı birisine
değeri fiatına satarlarsa kötü fikirli
değillerse caiz olur. Ama kötü fikirli iseler, taşınmazı satmaları caiz olmaz. Taşınır mallar
konusunda ise
iki rivayet vardır.
Adam küçük çocuğu için elbise veya yiyecek satın
olsa ve parasını çocuktan alacağına şahit
tutsa,
çocuğun malı
varsa parayı alabilir. Yoksa alamaz.
Çünkü çocuğun malı olmadığı takdirde bunları
almak babanın vazifesidir. Aynı şekilde çocuk için bir ev veya köle satın alsa, çocuğun ister malı
olsun ister
olmasın rücû edebilir. Ama
eğer çocuktan parayı alacağına şahit tutmamışsa rücû
edemez.
Ebu Yûsuf'tan
böyle rivayet edilmiştir ve güzel bir şeydir, öğrenilmesi gerekir.
İ Z A H
«Baba veya dede... satsa ilh...» Bu mesele «onun malında ticaret yapamaz» sözünden az önce İbni
Kemâl'den naklen geçmişti. Şu varki, dedenin satışı
ancak, çocuğun nafakası ve borcu gibi bir şey
için olması halinde caiz olur. Ama ölünün
borçlan veya vasiyetlerin ifası için olursa caiz olmaz.
Nitekim daha
önce geçmişti. Gafil olma.
«Kötü fikirli
değillerse...» Zâhire göre, âlimler vasî konusunda bu tafsilata
girmemişlerdir. Çünkü
ölü veya hakim vasilik için ancak yetimin işim iyi idare edebilecek salih
kişileri seçer. T.
Ben derim ki: Alimler
açıkça belirtmişlerdir ki, vasînin
hükmü, görüşü yerinde olmayan babanın
hükmü gibidir.
Dolayısıyle tafsile ihtiyaç
yok. Anla.
«...Satmaları caiz olmaz.» Ancak. daha öncede geçtiği üzere iki kat fiatına satarsa
müstesna.
«Taşınır mallar konusunda iki rivayet var.»
Fetvâ'nın, caiz olmayışı tarzında olduğunu belirtmiştik.
«Çocuğu için
elbise ve yiyecek satın olsa..» Konunun başında, bu mesele
ile ilgili geniş bilgi
vermiştik.
«Çünkü...
bunları almak babanın vazifesidir.» Yâni yiyecek
ve elbîse. Bundan maksat nafaka ve
giyecektir.
«Aynı
şekilde». Yâni satın alırken, rücû edeceğine şahit tutmuşsa
evin veya kölenin kıymetini
ister.
«Rücû demez.» Çünkü vazifesi değildir. «Bu güzeldir.» Bunu söyleyen Mücteba sahibidir. Allah en
iyisini bilir.
|