Rasûlullah (s.a.s)'in, Kur'ân, fıkıh ve hadis ilimlerinde
önde gelen ashâbından biri. Asıl adı Uveymir'dir. Hazrec kabilesine
mensuptur. Hicrî ikinci yılda müslüman oldu. Vâkıdî'nin naklettiğine göre,
Ebû'd-Derdâ ailesi içinde en son müslüman olandır. Onun örtüyle örttüğü bir
putu vardı. Kendisini İslâm'a dâvet eden dostu İbn Revâha bir gün putunu o
evde yokken parçaladı ve gitti. Ebû'd-Derdâ eve gelince önce çok kızmış,
sonra şöyle demiştir: "Eğer putta bir hüner olsaydı, kendini
koruyabilecekti. " Ve sonra Peygamber efendimize giderek müslüman oldu
(Hâkim, el-Müstedrek, III, 336).
Ebû'd-Derdâ önceleri ticaretle uğraşırken müslüman
olduktan sonra kendini tamamen zühd ve ibâdete vermiştir. Şam fakihi diye
meşhurdur. Kendisi bunu anlatırken şöyle der: "Peygamber efendimiz risâletle
geldikten sonra hem ticaret, hem ibadet yapmak istedim. Fakat ikisinin bir
arada olamayacağını anlayınca, ticareti bırakıp ibadete yöneldim."
İslâm'a girişinden önce meydana gelen Bedir gazasında
bulunmayan Ebû'd-Derdâ, Uhud'da büyük fedakârlık ve şecâat gösterdi. Bu
gazadan sonra Rasûlullah (s.a.s.)'in bütün gazalarında bulundu. Ebû'd-Derdâ'nın
kardeşliği Selmân-ı Fârisî'dir. Ebû'd-Derdâ, Rasûlullah'ın vefâtından sonra
Hz. Ömer'in ona ısrarla bir görev vermek istemesine rağmen o "Bana müsaade
et, gidip halka Rasûlullah'ın sünnetini öğreteyim, onlara namaz kıldırayım"
demiş, Hz. Ömer de ona müsaade etmişti. Hz. Ömer daha sonraları Şam'ı
ziyaretinde Şam valisi Yezid b. Ebî Süfyân, Amr b. el-As, Ebû Musa el-Eş'ari'yi
teftiş ettiğinde bu zatların kapılarının kilitli olduğunu, odalarının ipekle
kaplı bulunduğunu, huzurlarına girenlerin kim olduklarını sorduklarını,
müreffeh yaşadıklarını görmüş; Ebû'd-Derdâ'ya gittiğinde ise onun kapısında
kilit bulunmadığı, odasında ışık olmadığı, elbisesi hafif, soğuktan
muzdarip, gelenin selâmını alan, kim olduğunu sormadan içeri kabul eden,
altında bir keçe parçası bulunan bir durumda görmüştü. Hz. Ömer, Ebû'd-Derdâ'ya,
"Ben seni Medine'de hoş tutmadım mı?" deyince o, Rasûlullah'tan duyduğu şu
hadisi hatırlatmıştır: "Sizin dünyadan metâmız bir yolcunun azığı kadar
olsun " (Kenzü'l-Ummâl, I. 78). Kendisine misafirliğe gelen arkadaşları,
yatak yerine yerde yatıp da şikâyet ettiklerinde şöyle demiştir: "Bizim bir
başka evimiz var ki, hepimiz orada toplanacağız" (Sıfatü's-Safve, I, 263).
Hz. Ömer, Bedir'de bulunmamasına rağmen -çünkü o sırada
müslüman olmamıştı- Ebû'd-Derdâ'ya da Bedir gazası tahsisatı bağlamıştır.
Hz. Osman -veya Ömer- zamanında Ebû'd-Derdâ Şam kadılığına getirilmiş ve
hicretin 32. yılında vefât etmiştir.
Bütün ömrünü takvâ içinde geçiren Ebû'd-Derdâ'nın güzel
yüzlü, esmer, sakalını boyayan, başına takke geçirip üzerine sarık saran bir
zat olduğu zikredilmiştir.
Ebû'd-Derdâ fıkıh ve hadis ilimlerinde ileri gelenlerden
idi. Rasûlullah'tan bütün öğrendiklerini, bütün duyduklarını, anladıklarını
müslümanlara öğretmeye çalışmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemiş ve mescidde
her gün Kur'ân dersi vermiştir. Şam'da yüzlerce hâfız yetiştirmiştir.
Zevcesi Ümmü'd-Derdâ es-Suğrâ, Kur'ân kırâatinde sözü geçen tâbiîndendir.
Ebû'd-Derda'nın, tefsir ilminin gelişmesinde de emeği vardır. Rasûlullah'a
bir gün, "Onlar ki, iman ettiler ve takvâ üzere bulundular; onlara bu dünya
hayatında müjde vardır'' (Yunus, 10/64) âyet-i kerimesindeki "büşrâ''dan,
yani "müjde"den maksat nedir? diye sormuş, Rasûlullah da, "Bundan murad
sâlih rüyadır" buyurmuştur (Ebu Davûd ed-Tayâlîsî, Müsned, 131).
Ebû'd-Derdâ, Rasûlullah (s.a.s)'den birçok hadis rivâyet
etmiştir. Ondan hadis öğrenenler arasında Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ömer,
Abdullah b. Abbâs, Ümmi'd-Derdâ... gibi râviler bulunmaktadır. Tâbiin'in
meşhur zatlarından Saîd b. el-Müseyyeb, Alkame, Kays, Cübeyr b. Nadir, Zeyd
b. Vehb, Muhammed b. Sırın vb. onun talebeleridir. Ebû'd-Derdâ yetmiş dokuz
kadar hadis rivâyet etmiştir. Bunlardan en önemlileri şöyledir:
''Bir insan ilim kazanmak için bir yola girerse, Cenâb-ı
Hak ona cennete doğru bir yol açar. Melekler ilim peşinde koşanlardan hoşnut
oldukları için kanatlarını onun altına gererler. İlim sahipleri için
yerdekiler ve göktekiler mağfiret niyaz ederler... Peygamberlerin vârisleri
âlimlerdir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 128).
Bir gün Rasûlullah Cuma hutbesinde âyet okurken,
Ebû'd-Derdâ yanında bulunan Ubey b. Kâ'b'a, "Bu ayet ne zaman nâzil oldu?"
diye sormuş. Übey cevap vermemiş; hutbe bittikten sonra, "Cuma'nı şu boş
sözünle iptal ettin" demiştir. Ebû'd-Derdâ, Hz. Peygamber'e giderek onun bu
sözünü aktardığında Rasûlullah (s.a.s) şöyle demiştir:
"Übey doğru söyledi. İmam hutbede konuşurken sözünü
bitirinceye kadar sus ve onu dinle" (Müsned, V. 190).
"Rasûl-i Ekrem her hadis söyledikçe tebessüm ederdi."
"Kıyâmet günü insanın mizânında en ağır basan şey iyi
ahlâktır, yani güzel huydur."
"Size namazdan, oruçtan, sadakadan, faziletçe bir derece
yüksek birşey söyleyeyim mi? İnsanların arasını barıştırmak."
Ebû'd-Derdâ fıkıhta reyine başvurulan bir fakihti. Şam'da
bulunduğu sırada Kûfe'den ve başka yerlerden gelenler onun görüşlerine
başvururlardı. Zikir konusunda da hadisler rivâyet etmiştir:
"Her namazdan sonra otuz üç defa tesbih, otuz üç defa
tahmid, otuz üç defa tekbir getir" (Müsned, V, 1 96).
"Ezansız-namazsız köylerde oturma; böyle bir köyde
oturmaktansa şehirde kal" (Müsned, VI, 145).
Rasûlullah (s.a.s.)'in ashâbı arasındaki karşılıklı saygı
ve yardımlaşmayı İslâm ümmeti için bir örnek olarak ifade eden bir hadisi
Ebû'd-Derdâ zikretmiştir. Bu hadiste Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer arasındaki
bir münâkaşada Ömer'e haksızlık eden Ebû Bekir'in sonradan pişman olarak
Ömer'e gittiği; ancak Ömer'in onu affetmediği ve Ebû Bekir'in Rasûlullah'ın
huzuruna çıktığı; arkasından da Ömer'in huzura girdiği; bu esnada
Rasûlullah'ın Ebû Bekir'i dinledikten sonra Ömer'e dönüp itab etmesinden
korkan Ebû Bekir'in, münâkaşada kendisinin ileri gittiğini öne sürmesi
üzerine Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Allah beni size peygamber
göndermişti. Bunu size tebliğ ettiğimde hepiniz beni yalanlamıştınız da Ebû
Bekir inanmış, uğrumda canını, malını, fedâ etmişti. Şimdi ashâbım, siz
dostumu bu nisbetiyle ve bu husûsiyetiyle bana bırakırsınız değil mi?"
Ebû'd-Derdâ o günden sonra hiç kimsenin Ebû Bekir'i incitmediğini
nakletmektedir (Sahih-i Buhâri Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX,
333-334)
Ebû'd-Derdâ hastalandığı bir sırada arkadaşları yanına
gelerek "Ey Ebû'd-Derdâ, nerenden şikayetçisin?" demişler; Ebû'd-Derdâ,
"Günahlarımdan" diye cevap vermiş; "Canın birşey istemiyor mu?" sorusuna,
"Canım Cennet istiyor" demiş; "Sana bakmak için bir hekim çağırmayalım mı?"
diyen arkadaşlarına şöyle demiştir: "Esasında beni yatağa düşüren hekimdir"
(El-Hilye, I, 218; et-Tabakat, VII, 118). Hizâm b. Hakım, Ebû'd-Derdâ'nın
şöyle dediğini nakleder:
"Eğer öldükten sonra neler göreceğinizi bilseydiniz,
iştahla ne bir yemek yiyebilir, ne bir şey içebilir ve ne de gölgelenmek
için bir eve girebilirdiniz. Hep avlularda oturup göğsünüze vurur ve hâliniz
için ağlardınız. Vallahi isterdim ki ben kesilen ve meyvesi yenen bir ağaç
olaydım" (El-Hilye, I, 216).
"Bir saatlik düşünce ve tefekkür bir gece sabaha kadar
ibâdet etmekten iyidir" (et-Tabakat VII, 392) diyen Ebû'd-Derdâ sevinç ve
bollukta Allah'ı unutmaz; insanlara, konuşmayı nasıl öğreniyorlarsa,
konuşmamayı da öyle öğrenmelerini, gereken yerlerde susmanın büyük bir ilim
olduğunu, insanların cennete veya cehenneme dillerinin söylediklerinden
götürüldüklerini öğütlerdi.
Ebû Nuaym'dan Heysemî'nin Sâbit el-Bünânı'den
naklettiğine göre, Ebû'd-Derdâ Selmân el-Farisi'ye Leysoğulları kabilesinden
bir kız istemek üzere gitmiş, Selmân'ın üstünlüğünü anlatmıştı. Kızın
babası, kızını Selmân'a veremeyeceğini, fakat Ebu'd-Derdâ isterse ona
vereceğini söyleyince, Ebû'd-Derdâ o kızla evlenmiştir. Daha sonra bunu
Selmân'a utanarak naklettiğinde Selmân ona, "Senden çok ben utanmalıyım.
Zira Allah bu kızı sana nasib etmişken ben ona talib oldum" demiştir. İşte
ashâbın birbirlerine karşı olan olgun davranışları böyleydi.
İlim hakkında Ebû'd-Derdâ şöyle demiştir: "İlim ancak
arayıp öğrenmekle olur. İlim için sabah çıkıp akşam dönmenin cihad
olmadığını sanan kimsenin aklı eksiktir" (Câmi'ül-Beyani'l-İlim, I, 31, 32,
100).
Şamil İA