Sa'd b. Ebî Vakkas Malik b. Vuheyb b. Abdi Menaf b.
Zühre. Babası Malik b. Vuheyb'dir. Malik'in künyesi Ebî Vakkas olup, Sa'd bu
künyeye nisbetle İbn Ebî Vakkas olarak çağrılırdı. Rasûlüllah (s.a.s)'in
annesi Zuhreoğullarından olduğu için, anne tarafından da nesebi Rasûlüllah
(s.a.s) ile birleşmektedir. Sa'd'ın annesi Hamene binti Süfyan b. Ümeyye'dir.
Sa'd (r.a), ilk iman edenlerden biridir. Kendisinden yapılan rivayetlere
göre o İslâmı üçüncü kabul eden kimsedir. Ancak, Hz. Hatice, Hz. Ebu Bekr,
Hz. Ali ve Zeyd b. Harise'den sonra müslüman olmuşsa beşinci müslüman olmuş
oluyor. Sa'd (r.a), müslüman olduğu gün henüz namazın farz kılınmamış
olduğunu ve o zaman on yedi yaşında bulunduğunu söylemektedir (İbn Sa'd,
Tabakâtül-Kübrâ, Beyrut (t.y), III, 139).
Sa'd (r.a) İslâma girişine sebep olan olayı şöyle
anlatır: "Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiç bir şeyi göremediğim
karanlık bir yerde gördüm. Bu arada ay doğdu ve ben onun aydınlığına tabi
oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymuş olduğuna bakıyordum. Onlar, Zeyd b.
Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir'di. Onlara ne kadar zamandan beri
burada olduklarını sorduğumda, onlar; "Bir saat kadardır" dediler.
Araştırdığımda öğrendim ki, Rasûlüllah (s.a.s) gizlice İslâm'a davette
bulunmaktadır. Ona Ecyad tepesi taraflarında rastladım. İkindi namazını
kılıyordu. Orada İslâmı kabul ettim. Benden önce bu kimselerden başkası imân
etmemişti" (İbnül-Esir, Üsdül-Ğâbe, II, 368).
Sa'd'ın müslüman olduğunu öğrenen annesi, buna çok
üzülmüş ve oğlunu atalarının dinine döndürebilmek için çareler aramaya
başlamıştı. Sa'd'a, eğer girdiği dinden dönmezse, yemeyip içmeyeceğine dair
yemin etmişti. Sa'd, annesine, bunu yapmamasını, çünkü dininden
dönmeyeceğini söyledi. Yeminini uygulamaya koyan annesi, bir zaman sonra
açlık ve susuzluktan bayılmıştı. Ayıldığında Sa'd ona; "Senin bin tane canın
olsa ve bunları bir bir versen, ben yine de dinimden dönmeyeceğim" demişti.
Onun kararlılığını gören annesi yemininden vazgeçmişti (Üsdül-Ğabe, aynı
yer). Sa'd (r.a) annesine çok düşkündü ve ona bir zarar gelmesini asla kabul
edemezdi. Ancak imanla alakalı bir konuda Rabbine isyan edip başkalarının
heva ve heveslerine de tabi olamazdı. Sa'd (r.a) ve benzerlerinin
karşılaşacağı bu gibi durumları çözümlemek ve iman edenleri rahatlatmak için
Allah Teâlâ şu âyet-i kerimeyi göndermişti: "Bununla beraber eğer, hakkında
bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşmak için seninle uğraşırlarsa,
o zaman onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlara iyi davran..." (Lokman, 31
/ 15).
Sa'd (r.a), Medine'ye hicrete kadar Mekke'de kalmıştır.
Dolayısıyla müşrikler tarafından uğradıkları bütün saldırı ve işkencelere
diğer müslümanlarla birlikte Mekke dönemi boyunca muhatab olduğu
muhakkaktır. Mekke'de müslümanlar, Mekke zorbalarının saldırılarından emin
olmak için ibadetlerini gizli ve tenha yerlerde ifa ediyorlardı. Bir gün
Sa'd (r.a) arkadaşlarıyla birlikte ibadet ederlerken müşriklerden bir grup
onlara sataşarak İslâmla alay etmişler ve onlara saldırmışlardı. Sa'd eline
geçirdiği bir deve sırt kemiğini alıp müşriklere karşılık vermiş ve onlardan
birini yaralayarak kanlar içerisinde bırakmıştı. İşte İslâm'da Allah için
ilk akıtılan kan budur (Üsdü'l-Ğâbe, II, 367).
Sa'd (r.a) kardeşi Ümeyr (r.a) ile Medine'ye hicret
ettiği zaman, kan davası yüzünden Mekke'den kaçıp buraya yerleşmiş olan
diğer kardeşleri Utbe'nin evinde kalmaya başlamışlardı. Muahat olayında
Rasûlüllah (s.a.s), Sa'd'ı Mus'ab b. Umeyr ile kardeş ilân etmişti. Başka
bir rivayete göre de kardeş ilân edildiği kimse Sa'd b. Mu'az'dır (İbn Sa'd,
a.g.e., III, 139-140).
Medine'ye hicretle birlikte İslâm devlet olmuş ve kendini
tehdit eden güçlere karşı askerî faaliyetler başlamıştı. Bu çerçevede Mekke
kervanlarına yönelik askerî birlikler (seriyye) sevkediliyordu. İlk seriyye,
Hicretin yedinci ayında Mekke kervanının yolunu kesmek için otuz kişiden
oluşan Hz. Hamza komutasındaki seriyyedir. Sa'd (r.a)'da bu ilk askerî
birliğe katılanlardandır (İbn Sad, aynı yer) Bir ay sonra Ubeyde b. Haris
komutasında gönderilen seriyye Kureyş kervanıyla karşılaştığında ilk oku Sad
b. Ebi Vakkas (r.a) atarak çatışmayı başlatmıştı. Mekke'de Allah yolunda ilk
kan akıtan kimse olma şerefi Sa'd (r.a)'a ait olduğu gibi, yine Allah
yolunda ilk ok atma şerefi de böylece ona nasip olmuştur. Sa'd (r.a) şöyle
demektedir: "Araplardan Allah yolunda ilk ok atan kimse benim" (İbn Sa'd,
aynı yer).
Aynı yılın Zilkade ayında Rasûlüllah (s.a.s), Sa'd b. Ebi
Vakkas'ı yirmi kişilik bir askerî birliğe komutan tayin ederek el-Harrar
mevkiine göndermişti. Bu seriyyenin gayesi de Mekkelilere ait kervanı
vurmaktı. Ancak kervan bir gün önceden bu yerden hareket etmiş olduğu için,
bir çatışma çıkmamıştı. Rasûlüllah (s.a.s), sadece seriyyeler göndermekle
yetinmiyor, bizzat ordusunun başına geçerek seferler düzenliyordu. Bunlardan
biri olan ve II. Hicrî yılın Rebiu'l-Evvel ayında gerçekleştirilen Buvat
gazvesinde, ordu sancağını Sa'd taşımaktaydı (Taberi, Tarih, Beyrut 1967,
II, 407). Peşinden tehlikeli bir görevle Mekke ile Taif arasındaki Nahle
mevkiine keşif maksadıyla gönderilen Abdullah b. Cahş seriyyesine katılan
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'ın bütün cihad faaliyetlerine aktif bir şekilde
iştirak ettiği görülmektedir.
Bedir savaşında müşrik süvari birliğinin komutanı olan
Sa'id b. el-As'ı öldürüp kılıcını Rasûlüllah (s.a.s)'e getirmişti. O,
Zülkife adındaki bu kılıcı ganimetlerin dağıtılışında Sa'd'a vermişti.
Uhud savaşında, müşriklerin üstünlüğü ele geçirdiği ve
müslümanların paniğe kapılarak dağıldığı esnada Rasûlüllah (s.a.s)'in
yanından ayrılmayıp gövdelerini siper ederek onu korumaya çalışan bir kaç
kişiden birisi Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a) idi. O, cesaretinden hiç bir şey
kaybetmeden ok atmaya devam ediyordu. Sa'd (r.a) ok atmakta mahirdi ve
hedefini şaşırmıyordu. Rasûlüllah (s.a.s) ona ok veriyor ve şöyle diyordu:
"At Sa'd Anam babam sana feda olsun " (Müslim, Fezâilü's-Sahabe, 5; İbn
Sa'd, a.g.e., III,141; İbnül-Esîr, el-Kâmil,)i't-Tarih, Beyrut 1979, II,
155). Rasûlüllah (s.a.s), övgü, rıza ve hoşnutluğu ifade eden bu kelimeleri,
ana ve babasını bir arada zikrederek başka hiç kimse için kullanmamıştır
(İbn Sa'd, aynı yer).
Sa'd (r.a)'ın Uhud günü gördüğü hizmet ve gösterdiği
kahramanlık gerçekten çok büyüktü. Onun bu günde tek başına bin ok attığı
rivayet edilmektedir (Üsdül-Ğâbe, II, 367).
O, Hendek, Hudeybiye, Hayber, Mekke'nin fethi ve diğer
gazvelerin tamamına katılmıştır (İbn Sa'd, a.g.e., 111, 142).
Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir
(r.a)'a bey'at eden Sa'd (r.a), Hz. Ömer döneminde aktif olarak devlet
idaresinde görevler almıştır. Bu dönemde onun en önemli görevlerinden
birisi, asrın emperyalist süper güçlerinden birisi olan İran imparatorluğunu
çökerten Kadisiye ordusunun kumandanlığıdır.
Bizansa yönelik askerî faaliyetler sürerken, İran
topraklarına da seferler yapılıyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a) döneminde
İranlıların elinde olan Irak'ın büyük bir bölümü fethedilmişti. Hz. Ömer
(r.a) iş başına geçtiği zaman İran'a karşı kapsamlı ve netice alıcı bir
askerî sefer düzenlenmesi için çalışmalara başladı. Yapılan istişareler
sonucunda Sa'd b. Ebî Vakkas'ın hazırlanan orduya komutan tayin edilmesi
kararlaştırıldı. Havâzin kabilelerinden zekât toplamak için bu bölgede
bulunan Sa'd, Medine'ye çağrılarak ordu ona teslim edildi. Sa'd ordusuyla
Irak'a doğru yürüyüşe geçerek Kadisiye mevkiinde kârargah kurdu. İran şahı,
müslümanlara karşı savaşmak üzere ünlü komutanı Rüstem'i görevlendirmişti.
Yapılan savaşı müslümanlar kazanmış ve İran toprakları İslâm tebliğine
açılmıştı. Sa'd hasta olduğu için bizzat savaşa iştirak edememiş ve yüksekçe
bir yerden, savaştın orduyu idare etmişti. Kadisiye ıaleri İslâm ordularının
kazandığı en parlak ve kesin zaferlerden biri olarak tarihe geçmiştir.
Daha sonra Sa'd (r.a), Celula'ya yönelmiş ve burasını
fethetmişti (H 16). Celula'nın fethi bölgede büyük bir ihtida hareketini de
peşinden getirmişti. Daha sonra İran imparatorluk merkezi olan Medâin iki
aylık bir kuşatmadan sonra düşmüş, büyük meblağlarda ganimet ele geçmiş ve
Kisra III. Yezducerd buradan Hulvan'a kaçmıştı. Sa'd b. Ebi Vakkas, bir ordu
göndererek sulh yoluyla burayı fethetmişti. Yezducerd ise İsfahan bölgesine
kaçarak orada tutunmaya çalışmıştır.
Sa'd (r.a), Medâin'e yerleşerek, fethedilen toprakların
idarî yapısını oluşturmaya çalıştı. Medâin'in havası, askerlerin sıhhatini
olumsuz yönde etkilediği için, Hz. Ömer (r.a)'ın onayı alınarak yerleşime ve
ordunun askerî stratejisine uygun bir konumda olan Küfe, ordugâh şehir
haline getirildi. Sa'd bölge valisi olarak Kûfe'de üç buçuk yıl kalmıştır.
O, tekrar toparlanıp kaybettikleri yerleri geri almak için hazırlıklara
girişen İranlıların hareketlerini takip ediyor ve gerekli askerî önlemleri
almaya çalışıyordu. Ancak tam bu sıralarda Kûfe'de bir topluluk, Hz. Sa'd'ı
ganimetleri adil dağıtmadığı ve gaza işlerinde gevşek davrandığı yolunda
iddialarla Hz. Ömer (r.a)'a şikayet etti. Ayrıca onun namaz kıldırış tarzını
da beğenmiyorlardı. Hz. Ömer (r.a) meseleyi inceletmiş; yapılan şikayetlerin
asılsız olduğunu anlamış olmakla birlikte, maslahatı gözeterek onu geri
çağırmıştı (Asr-ı Saadet, I, 432 vd.).
Hz. Ömer (r.a), kendisinden sonra halife seçimini
gerçekleştirmek için altı kişilik bir şûra oluşturmuştu. Sa'd (r.a) da
bunlar arasındaydı. Hz. Ömer (r.a)'in vefatından sonra halife tayini için
müzakereler başladığı zaman Sa'd, Abdurrahman b. Avf lehine adaylıktan
çekildiğini açıklamıştır.
Hz. Osman (r.a), halife seçildiği zaman; Ömer (r.a)'in
vasiyetine uyarak Sa'd'ı Küfe valiliğine tayin etti. Ancak, bu seferki Küfe
valiliği de fazla sürmemiştir. O, hazineden borç olarak almış olduğu bir
miktar parayı geri ödemekte zorluk çekince, hazine emini Abdullah İbn Mes'ud
tarafından Halifeye şikayet edilmiş; bu şikayet üzerine Osman (r.a), onu
Küfe valiliğinden azletmişti. Bunun üzerine Sa'd (r.a) Medine yakınlarındaki
Akik vadisinde bulunan çiftliğindeki evine yerleşmiş ve ziraatle uğraşmaya
başlamıştır.
Sa'd (r.a), Hz. Osman (r.a)'ın şehid edilişiyle başlayan
fitne ve ihtilaflardan tamamen uzak kalmaya gayret etmiştir. O, müslümanlar
arasında kan dökülmesinden çok rahatsız oluyor ve taraflardan kendisine
gelen teklifleri geri çeviriyordu. O, ümmetin üzerinde anlaştığı bir halife
ortaya çıkıncaya kadar kendisine hiç bir şeyden bahsedilmemesini istemişti.
Sa'd (r.a), gruplar arasında verilen mücadelelerde kimin haklı kimin haksız
olduğunun açıklığa kavuşturulmasının mümkün olmadığını bildiği ve haksız
yere bir müslümanın kanını akıtmaktan çekindiği için böyle davranıyordu. O,
kendisine gelenlere şöyle diyordu: "Bana, iki gözü, dili ve iki dudağı olan
ve şu kâfirdir, şu mü'mindir diyen bir kılıç getirilinceye kadar asla
kimseyle savaşmam" (İbn Sa'd, a.g.e., III,143; Üsdül-Ğâbe, II, 368).
Sa'd (r.a), güçlü bir kişiliğe ve siyasî desteğe sahip
olduğu halde, riyaset çekişmelerinin içine girmekten ömrünün son günlerine
kadar kaçınmıştır. Oğlu Ömer ve kardeşinin oğlu Haşim gidip ona; "Yüz bin
kılış sahibi var ki, hepsi seni hilafet için en liyakatli adam tanıyor"
dediklerinde onun buna verdiği cevap şu olmuştu:
"Bu sizin yüz bin kılıcınızdan daha kuvvetli tek bir
kılıç, mü'mine çekilince onu kesmeyen, kâfire karşı sıyrılınca onu kesen
kılıçtır" (Asrı Saadet, I, 436). Onun bu anlamlı sözleri, müslümanların
birbirlerine zarar vermelerine karşı ne kadar hassas olduğunu ifade
etmektedir.
Sa'd (r.a), Hicrî 55 yılında ikâmet etmekte olduğu
Medine'nin dışındaki Akik vadisinde vefat etmiştir. Onun vefat tarihi
hakkında, 54 ila 58 tarihleri arasında değişen farklı rivâyetler
bulunmaktadır (Üsdül-Ğâbe, II, 369).
Sa'd (r.a)'ın cenazesi Medine'ye on mil kadar uzaklıkta
olan Akik vadisindeki evinden alınarak Medine'ye getirilmiş ve Mescid-i Nebi
de kılınan namazdan sonra, Bâkî mezarlığına defnedilmiştir (İbn Sa'd,
III,148). Cenaze namazını Emevilerin Medine valisi Mervan b. Hakem
kıldırmıştır. Rasûlüllah (s.a.s)'in zevceleri de namaza iştirak etmişlerdi
(Üsdül-Ğâbe, aynı yer).
Sa'd (r.a), vefat edeceğini anladığı zaman yünden mamül
cübbesini getirtmiş ve ölünce onunla kefenlenmesini vasiyet etmişti. Bunun
sebebi olarak, Bedir gününde müşriklerle karşılaştığı zaman onu giymekte
olduğunu ve bundan dolayı bu cübbesini çok sevdiğini söylemiştir
(Üsdül-Ğâbe, aynı' yer). İbnül Esir'in kaydettiği, Sa'd (r.a)'ın oğlu
Âmir'den nakledilen rivayete göre Sa'd (r.a) Muhacirlerden en son vefat eden
kimsedir (Üsdül-Ğâbe, aynı yer).
Sa'd (r.a), Ashabın seçkinlerinden biri olup sağlığında
Cennetle müjdelenen on kişi arasındadır. Yine tarihe şûrâ olayı olarak geçen
ve Hz. Osman (r.a)'ın halife seçilmesini gerçekleştiren Hz. Ömer (r.a)'ın
oluşturduğu altı kişilik şûrânın içinde bulunmaktaydı. O, ilk iman eden bir
kaç kişiden biri olarak Mekke döneminin sıkıntılarına Rasûlüllah (s.a.s)'in
yanından ayrılmayarak göğüs germişti. Kıyamete kadar devam edecek olan cihad
hareketi için, müslümanları taciz eden kâfirlere saldırarak ilk kanı akıtan
odur. Yine Medine döneminin başlarında kâfirlere karşı ilk oku atan kimse
olma şerefi de ona aittir. Sa'd (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in bütün
gazalarına, katılmış, Bedir'de büyük yararlılıklar göstermiştir. Allah
yolunda, İslâm dışı nizamları yok etmek için canını feda etmeye her zaman
hazır olduğunu pratik bir şekilde ortaya koymuştur. Uhud gününde müslümanlar
dağıldığı zaman Rasûlüllah (s.a.s)'i canlarını feda etme pahasına sonuna
kadar korumaya çalışan bir kaç kişiden biri de odur. O, müşriklerin
Rasûlüllah (s.a.s)'i öldürmek için yaptıkları hamleleri, attığı oklarla
sonuçsuz bırakmıştı. İşte Rasûlüllah (s.a.s) bu kritik anda onun gösterdiği
sebat ve yararlılıktan dolayı onu başka hiç bir kimseyi övmediği bir şekilde
"Ânam babam sana feda olsun, At" (Müslim, Fezailu's-Sahabe, 5) diyerek övmüş
ve bunu defalarca tekrarlamıştı. Ve yine onun için dua ederek şöyle demişti:
"Allahım! Sa'd dua ettiği zaman onun duasını kabul et ". Bu dua çerçevesinde
Sa'd (r.a)'ın yaptığı bütün dualar gerçekleşmekteydi (Üsdül-Ğâbe, II,
366-369; İbn Sa'd, III,139 vd.).
Sa'd (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'i korumak ve ona
gelebilecek zararları engellemek için sürekli gayret içerisinde
bulunmaktaydı. Aişe (r.an) şöyle anlatmaktadır: "Rasûlüllah (s.a.s)
Medine'ye gelişinde bir gece uyuyamadı ve; "Keşke ashabımdan Salih bir zat
bu gece beni korusa"dedi. Biz bu durumda iken dışarıdan bir silah hışırtısı
duyduk. Rasûlüllah (s.a.s); "Kim o?" dedi. Gelen zat; "Sa'd b. Ebi
Vakkas'ım" karşılığını verdi. Rasûlüllah (s.a.s), ona; "Neden buraya
geldin?" diye sorduğunda Sa'd, şöyle cevap verdi: "İçime Rasûlüllah (s.a.s)
hakkında bir korku düştü de onu korumak için geldim". Bunun üzerine
Rasûlüllah (s.a.s) ona dua etti ve sonra da uyudu" (Müslim,
Fedâilu's-Sahabe, 5). İşte Rasûlüllah (s.a.s)'in kendisi için duyduğu
endişeyi Allah Teâlâ bu seçkin insanın kalbine ilham etmiş ve onu Rasûlünü
korumak için harekete geçirmişti. Buradan, Sa'd (r.a)'in, İslâm davasını
yüceltmek ve düşman güçlerin ona karşı komplolarını engellemek için o kadar
büyük bir özveriyle çatıştığı açıkça anlaşılmaktadır. Onun Rasûlüllah
(s.a.s)'e karşı duyduğu sevginin sınırsızlığı, Uhud'da olduğu gibi daha
sonraları da onu kendi nefsini feda ederek korumaya sevketmiştir.
Sa'd (r.a), hakkında âyet nazil olan sahabilerden biri
olma şerefine de sahiptir. O, "Benim hakkımda dört âyet nazil olmuştur"
(Müslim, Fedailu's-Sahabe, 5) demektedir. Bu âyetlerden bir tanesi, Mekkeli
müşriklerin Rasûlüllah (s.a.s)'den yanındaki, ona iman etmiş güçsüz
kimseleri kovmasını istemeleri üzerine nazil olan, Allah rızasını dileyerek
akşam sabah ona dua eden kimseleri kovma" ayetidir (el-Enam, 6/52; Müslim,
Fedailu's-Sahabe, 5; diğer âyetler şunlardır: el-Enfal, 8/1; Lokman, 31/15;
el-Maide, 5/9).
Sa'd (r.a), devrin putperest-müşrik süper güçlerinden
biri olan İran İmparatorluğunu çökerten ve böylece İslâmın kitlelere tebliği
önündeki büyük engellerden birisini ortadan kaldıran İslâm tarihinin en
önemli savaşlarından biri olan Kadisiye savaşının komutanıydı. O, kendisine
verilen görevi hakkıyla yerine getirip, Kisranın saraylarını ve hazinelerini
ele geçirmiş ve yapılacak fetih hareketlerine yeni bir boyut kazandırmıştı.
Böyle güçlü bir askerî yeteneğe ve siyasî güce sahip olmasına rağmen; bu,
onun sade ve zahidâne yaşayışına hiç bir tesirde bulunamamıştı. Her zaman,
ümmetin gerçek temsilcileri olan idarecilerin verdiği görevleri hakkıyla
yerine getirmeye çalışmış, bu görevlerden azledildiği zaman kalbinde hiç bir
eziklik ve kırgınlık hissetmeden köşesine çekilmiştir. Şunu söylemek
mümkündür ki; Sa'd (r.a), İslâm binasının sağlam temeller üzerine
oturtulmasındaki temel taşlardan birisidir.
Sa'd (r.a)'dan çok sayıda hadis rivayet edilmiştir.
Ondan, İbn Ömer, İbn Abbas, Cabir b. Semure, Sâib b. Yezid, Aişe (r.a), Said
İbn Müseyyeb, Ebu Osman en-Nehdî, İbrahim b. Abdurrahman b. Avf, Kays b. Ebi
Hazm ve diğerleri hadis rivayet etmişlerdir. Ayrıca, Amir, Mus'ab, Muhammed,
İbrahim ve Aişe'de babaları olan Sa'd (r.a)'dan hadis rivayetinde
bulunmuşlardır (Üsdül-Ğâbe, II, 369). O hadis rivayeti konusunda çok itimat
edilenlerden birisidir. Rasûlüllah (s.a.s)'e atfedilen hadisler hakkında çok
titiz ve hassas davranan Hz. Ömer (r.a)'ın oğluna söylediği; "Oğlum, şa'd,
Rasûlûllah'dan bir rivayette bulundu mu, artık o meseleyi bir başkasına
sorma" sözü onun bu konudaki güvenilirliğini açıkça ortaya koymaktadır (Asrı
Saadet, I, 437-438). Sa'd (r.a), orta boylu, güçlü, büyük kafalı, sert elli
bir vücud yapısına sahip olup, sempatik bir kişiliği vardı (Asrı Saadet, I,
440; farklı bir rivayet için bk. Üsdü'l-Ğâbe, II, 368).
Sa'd (r.a), sekiz evlilik yapmış olup; bu evliliklerinde,
on yedisi kız, on yedisi de erkek olmak üzere otuz dört çocuğa sahip olmuştu
(Asr-ı Saadet, I, 441).
Ömer TELLİOĞLU