AMELDE İTİDAL
ـ1ـ عن أنس رضِىَ اللّهُ
عنهُ قال: ]جاء ثََثَةُ رَهْطٍ إلى بِيُوتِ أزْوَاجِ رَسُولِ اللّهِ #
يَسْأَلُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ فَلَمّا أُخْبِرُوا كَأنّهُمْ تَقَالّوهَا،
قَالوا: أين نَحْنُ مِنْ رَسُولِ اللّهِ # وقَدْ غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدّمَ مِنْ
ذَنْبِهِ وَمَا تَأخّرَ؟ قال: أَحَدهُمْ أمّا أنَا فَأصَلِّى الليلَ أبداً.
وَقالَ اŒخرُ: وَأنَا أصُومُ الدّهْرَ وَ َأُفْطِرُ. وَقَالَ اŒخَرُ: وَأنَا
أعْتَزلُ النّسَاءَ وََ أتَزَوجَ أبداً. فَجَاءَ رَسُولُ اللّهِ # إلَيْهِمْ
فقَال: أنْتُمُ الَّذِينَ قُلْتُمْ كَذَا وَكَذَا، أما وَاللّهِ إنّى
‘خْشَاكُمْ للّهِ وأتْقَاكُمْ لهُ، ولَكِنِّى أصُومُ وأُفْطِرُ وأُصَلِّى
وأرقَدُ وأتَزَوّجُ النّسَاءَ، فَمَنْ رغِبَ عَنْ سُنَّتِى فَلَيْسَ مِنِّى[.
أخرجه الشيخان والنسائى.
1. (70)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in zevce-i pâklerinin hâne-i saâdetlerine bir gurub erkek gelerek
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın (evdeki) ibadetinden sordular.
Kendilerine sordukları husus açıklanınca sanki bunu az bularak: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kim, biz kimiz? Allah O'nun geçmiş ve gelecek bütün
günahlarını affetmiştir (bu sebeple O'na az ibadet de yeter) dediler.
İçlerinden biri:
"Ben artık hayatım boyunca her gece namaz
kılacağım" dedi. İkincisi:
"Ben de hayatım boyunca hep oruç tutacağım,
hiç bir gün terketmeyeceğim"dedi. Üçüncüsü de:
"Kadınları ebediyen terkedip, onlara hiç temas
etmeyeceğim" dedi. (Bilâhere durumdan haberdar olan) Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) onları bularak:
"Sizler böyle böyle söylemişsiniz. Halbuki
Allah'a yemin olsun Allah'tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade
kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazan oruç tutar, bazan yerim; namaz
kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de olurum. (Benim sünnetim budur),
kim sünnetimi beğenmezse benden değildir"
buyurdu.
AÇIKLAMALAR:
1-
İbnu Hacer'in kaydına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın âhiretle
ilgili korkutucu bir va'z ve nasihatından sonra, ashabtan Hz. Ebu Bekir, Hz.
Ömer, Hz. Ali, İbnu Mes'ud, Ebu Zerr, Salim Mevlâ Ebî Huzeyfe, el-Mikdâd,
Selmân, Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs, Ma'kıl İbnu Mukarrin (Radıyallahu anhüm
ecmaîn), Osman İbnu Maz'un (radıyallahu anh)'un evinde toplanırlar.
Âhiretlerini kurtarmak için almaları gereken tedbirleri konuşurlar ve:
"Gündüzleri hep oruç tutmak, geceleri namaz kılmak, yatakta yatmamak, et
yememek, kadınlara temas etmemek" ve kendilerini iğdiş etmek hususlarında
ittifakla karar alırlar.
İbnu Hacer'in açıkladığı üzere, bu mübâlağadan
maksad, mağfiret edildiklerine dair, -Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
hakkında âyette (Feth: 48/2) geldiği gibi- garantiye sahip olmayınca, çokca
ibadet yapmakla mağfireti garantilemektir, çünkü dünyadan el-etek çekip
kendilerini tam olarak ibadetlere verdikleri takdirde mağfirete
uğrayacaklarına inanmışlardı.
Yani, onlara göre, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) az ibadet yapmaktaydı. Çokca, yeterince ibadet
yapmayışının sebebi, Allah'ın geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiş
olduğuna dair âyetle müjdelenmiş olması idi.
Halbuki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
hakkında böyle bir düşünce birçok yönden yanlıştı. Çünkü O'nun ubudiyetine,
tevbe ve istiğfarına bir başkasının yetişmesi mümkün değildi. Nitekim "Senin
geçmiş, gelecek günahlarının affedildiğini sana Allah müjdelemiştir, hâlâ
niye kendini helak edercesine ibadet yapıyorsun? şeklinde vâki bir suale:
"Allah'a çok şükreden bir kul olmıyayım mı?" cevabını vermiş, böylece:
*
İbadet, sadece mağfiret olmak için yapılmaz!
*
İbadet, kulluğun gereği olarak yapılır! dersini vermişti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"(Mağfirete uğramış olsam bile) içinizde Allah'tan en çok korkanınız benim"
diyerek bir diğer yanılgılarını tashih etmiştir. Yani "Allah'ın mağfiretine
mazhar oldum diye kulluk edebime noksanlık getirecek olan, ibadet ve
istiğfarımdan azaltma yapmadım, bu davranış yanlıştır, hakkımda böyle
düşünmeniz de yanlıştır" dersini vermiştir.
Görüldüğü üzere, Allah'tan korku ve ittika;
ibadette ifratı gerektiren, dünyevî vazifelerini terketmeyi icab ettiren bir
husus değildir. Böyle bir takva anlayışını İsâmiyet kabul etmiyor. Çünkü
beşer fıtratı mübalağa ve şiddeti devam ettiremez, usanır, yorulur ve
terkeder. Ama vasat olan devam eder, amellerin hayırlı olanı da devamlı
olanıdır.
2-
Hadiste geçen: "Kim sünnetimi beğenmezse benden değildir" ibaresi,
kendi kanaaatimize göre daha üstün bir dindarlık, farklı bir ibadet hayatı
çıkaramıyacağımızı ifade eder. Bu sözde, ayrıca, bekar kalarak kendini
ibadete veren ruhbanları da reddetme mânası vardır. Bundandır ki İslâm'da
ruhbanlık ve ruhban sınıfı yoktur. Bütün Müslümanlar yaşı, cinsiyeti,
mesleği, mevkii, ünvanı... ne olursa olsun kullukta eşittir, mükellef olduğu
kulluk vazifelerinde eşittir. Fazlasını yapmak isteyen de "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in sünnetinde gelen âdab çerçevesinde yapabilir.
Aksi halde "Kim sünnetimi beğenmezse benden değildir" hitabına maruz
kalır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yolu
el-Hanefiyyetu's-semha'dır, yani kolaylık ve genişliğe dayanan Hz.
İbrâhim'in yoludur. Bu sebeple oruç tutmaya güç kazanmak için yemek; gece
kalkmaya tâkat getirmek için uyumak; şehveti kırmak, nefsinin iffetini
sağlamak ve nesli çoğaltmak için de evlenmek esastır.
"Benden değildir"
sözü, "benim dinimden değildir" demektir. Kişi makbul bir te'ville bu
davranışa girdiği takdirde, bu ifade onun dinden çıkmasını gerektirmez ise
de kendi yaptığı ibadeti daha üstün görmek gibi bir inanca saplanmış ise bu
durumda "Benden değildir" sözü küfre atan bir itikadı dile getirmiş olur.
Bazı Hükümler:
İbnu Hacer, hadisten şu hükümlerin
çıkarıldığını belirtir:
1)
Evliliğin fazileti belirtilmiş ve ona teşvik edilmiştir.
2)
Büyüklerin fiillerini, onlardan örnek alıp hayatımızda tatbik etmek için
araştırmak, öğrenmek gerekir.
3)
Kendilerinden sorulmazsa hanımlarından sorup öğrenilebilir.
4)
Bir kimse iyi bir amel yapmaya azmettiği vakit bunu izhar etmek durumunda
kalır da riyadan emin olabilirse bu yasak değildir.
5)
Mükellef olanlara dinî hükümler bildirilmelidir.
6)
Müctehidlerden şüphenin izâle edilmesi gerekir.
7)
Mübah ameller, niyete göre müstehab veya mekruh sayılabilir.
8)
Helâl olan normal yiyecek ve giyecekleri kendine haram ederek sert elbise ve
kuru ekmek yemeye azmedenleri bu işten yasaklamak gerekir.
Taberî tarafından ifade edilen sonuncu hükme
Kadı Iyaz itiraz ederek der ki: Bu meselede selef ihtilaf etmiştir. Bazısı
Taberî'nin görüşünü iltizam ederken, bir kısmı da aksini iddia etmiş ve şu
mealdeki âyeti hüccet göstermiştir: "İnkâr edenler ateşe sunuldukları
gün, onlara: "Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan her şeyi
harcadınız, onların zevkini sürdünüz, ama bugün, yeryüzünde haksız yere
büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı bir azab
göreceksiniz" (Ahkâf: 46/20). Kadı Iyâz ilave eder: "Doğru olan şudur:
Bu âyet, küffâr hakkında nâzil olmuştur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
her iki halle de amel etti."
ـ2ـ وعن عائشة رضِىَ
اللّهُ عنها قالتْ: ]صَنَع رَسُولُ اللّهِ # شَيئاً ترخَصُ فِيهِ فَتَنزهَ عنهُ
قَوْمٌ فَبلغَهُ ذلك فخطبَ فَحَمِدَاللّهَ وأثْنى عَلَيْهِ. ثم قال: ما بَالُ
أقوام يتنزّهُونَ عن الشئِ أصنَعُهُ؟ فَواللّهِ إنِّى ‘عْلمُهُمْ بِاللّهِ
وأشدُّهمْ لَهُ خشْيَةً[. أخرجه الشيخان .
2. (71)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm), ruhsat ifade eden bir amelde bulunmuştu. Bazılarının bundan
kaçındıklarını işitti. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
hutbe okudu: Âdeti vechile Cenâb-ı Hakk'a hamd ve senâda bulunduktan sonra
şöyle buyurdu:
"Allah için söyleyin, bazıları benim yaptığım
şeyi beğenmeyip, kaçınıyorlarmış, doğru mudur bu? Allah'a yeminle
söylüyorum, ben Allah'ı onlardan çok daha iyi biliyorum. Allah'tan duyduğum
korku da onların duyduklarından çok daha fazladır."
AÇIKLAMA:
Bu hadisi de önceki hadisle beraber mütâlaa
etmek gerek. Çünkü her ikisinde de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
sünnetini beğenmeme, dinî tatbikatta verdiği ruhsatı uygun bulmayıp kendi
hevalarına göre aşırı dindarlığa teşebbüs söz konusudur. Böyle bir
düşüncenin, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinî meselede bile
beğenmemek gibi son derece yanlış neticelere götüreceğine önceki hadisin
açıklamalarında kısaca parmak bastık.
Burada, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
bu tavır karşısındaki aksülamelinin âni, sert ve müsâmahasız olduğunu
belirtmek isteriz. Nitekim, yukarıdaki hadisin Müslim'de gelen 128 numaralı
vechinde, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in fevkalâde öfkelendiği
belirtilir:"...Bu durum Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kulağına
geldi. Haber üzerine öylesine kızdı ki, öfkesi mübârek yüzlerinden belli
oldu. Sonra şöyle buyurdular:
"Bazı kimselere ne oluyor ki, bana ruhsat
verilen şeyden yüz çeviriyorlar! Vallahi ben, onlar arasında Allah'ı en iyi
bilen ve bu sebeple de Allah'tan en çok korkan kimseyim".
Müteâkip rivayetler de esas itibariyle benzer
durumlarla ilgilidir.
ـ3ـ وعنها رضىَ اللّهُ
عنها قالت: ] بَعَثَ رسُولُ اللّهِ # إلى عُثْمَانَ بنِ مَظْعُونٍ أرَغْبَةً عن
سنتِى؟ فَقَالَ: َ وَاللّهِ يَا رَسُولَ اللّهِ ولكنّ سنّتَكَ أطلبُ. فَقَالَ
النَّبِىّ #: فإنّى أنامُ وأصلى وأصُومُ وأفطرُ وأنكحُ النّساءَ، فاتقِ اللّهَ
يا عُثْمَانَ، فإنّ ‘هلَكَ عَلَيْكَ حقاً، وإن لضيفكَ عليكَ حقّا، وإنّ
لِنفسِكَ عليكَ حقّاً فصمْ وأفطرْ وصلّ ونمْ[. أخرجه أبو داود.وزاد رزين رحمه
اللّه تعالى ]وَكَانَ حلفَ أن يَقُومَ الليلَ كلّهُ ويصُومَ النّهارَ وَ
ينْكِحُ النساءَ فسَألَ عن يمينهِ فنزَلَ يُؤخذُكُمْ اللّهُ باللّغْوِ فِي
أيْمَانِكُمْ ويُروى أنه نوى ذلكَ ولم يعزمْ[. وهو أصحّ .
3. (72)-
Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Osman İbnu Maz'ûn'u çağırtarak
"Sen sünnetimi beğenmiyor musun?"
diye sordu.
"Hayır, ey Allah'ın Resûlu dedi, kasem olsun
hayır! Aksine, aradığım şey senin sünnetindir!" Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Bil ki, ben, hem uyurum, hem namaz kılarım;
oruç da tutarım, kadınlarla evlenirim de, Ey Osman, Allah'tan kork, zira
ehlinin senin üzerinde hakkı var, misafirin senin üzerinde hakkı var,
nefsinin senin üzerinde hakkı var. Öyle ise bâzan oruç tut, bâzan ye. Namaz
da kıl, uykunu da al"
Rezîn merhum, şunu ilâve ediyor: Osman
(radıyallahu anh) bütün gece namaz kılmak, gündüzleri de hep oruç tutmak,
kadınlarla da hiç nikah yapmamak üzere yemîn etmişti. Osman Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a yemininden sordu. Bunun üzerine meali şu olan
âyet nâzil oldu: "Allah sizi rastgele yeminlerinizden (lağv) dolayı
değil, fakat kalplerinizin kasdettiği yeminden dolayı sorumlu tutar"
(Bakara: 2/225).
AÇIKLAMA:
70 numaralı hadisin açıklamasında belirtildiği
üzere, ömür boyu gündüzleri oruç, geceleri de namazla geçirmeye
azmedenlerden biri de Osman İbnu Maz'un idi. Yukarıdaki rivayette tasrih
edilmemiş ise de muhtemelen o kararı müteakip başlayan tatbikat üzerine bu
çağırma hâdisesi vukua gelmiş olmalıdır. Müteâkiben kaydedilen Abdullah İbnu
Amr'la ilgili rivayette de görüleceği üzere Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) ibadet mevzuunda itidâli tavsiye etmekte, oruç olsun, gece namazı
olsun ve hatta sadaka olsun, her çeşit nafile ibadetlerde itidali tavsiye
etmekte, bunların taalluk edeceği diğer haklara da dikkat çekmektedir.
Nafile ibadetlerde ifrata kaçmak bu hakların edasında ihmale, imkânsızlığa
sebep olabilir. Hakkın eda edilmemesi ise zulümdür. "Allah ise zâlimleri
sevmez" (Âl-i İmrân: 3/57, 140), Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
bu fırsatlarda şu hakları hatırlatmıştır:
*
Nefsin hakkı.
*
Misafirin hakkı.
*
Zevcenin hakkı.
*
Evladın hakkı (Bu husus, Abdullah İbnu Amr'la ilgili müteakip rivayetin bazı
vechinde zikredilir).
*
Gözün hakkı,
*
Cesedin (beden) hakkı.
Hattabî, "üzerinde zevcenin hakkı var"
irşadıyla ilgili olarak: "Kişi nefsini eritir ve bîtap düşürürse kuvvetleri
zayıflar, ehlinin hakkını yerine getiremez" der. Zevcenin hakkı cima, nafaka
ve sohbet gibi iyi muâmelelerdir.
Yine Hattâbî, "misafirin hakkı var" nebevî
irşadıyla ilgili olarak da şunları söyler: "Bu ifadede şu hükme delil
mevcuttur: Nafile oruç tutan bir kimse misafir ağırlayacak olursa, orucunu
açıp, misafiriyle yemek yemesi müstahabtır. Böylece misafirine daha münasib
bir davranışta bulunmuş olur. Onunla yemesi, aradaki samimiyet ve iyi
duyguları artırır. Bu ise, misafirine yapacağı ikramlardan biridir. Nitekim
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "Kim Allah ve kıyamet gününe
inanıyorsa misafirine ikram etsin" buyuruyor.
Evladın hakkı, onların maişet ve
terbiyeleridir. Terbiyenin içinde dinî ta'lim ve meslek öğretimi dâhildir.
Göz ve bedenin "hakk"ı, Buhârî'nin bazı
rivayetlerinde "haz" kelimesiyle ifade edilmiştir. Müslim'in rivayetinde
(Abdullah İbnu Amr'a hitâben): "(Sen hergün gece namaz, gündüz oruçla
meşgul olursan) gözünün feri kaçar, nefsin bîtab düşer" buyrulur.
Âlimler cismin hakkı deyince onun sıhhatli ve güçlü olmasını anlarlar. Şu
halde oruçla onun sıhhati bozulmamalıdır.
İslâm âlimleri, bu hakların, bazı durumlarında
istihbab ifade ettiği halde bazı durum ve şartlarda vücub ifâde edeceğini ve
itaba vesile olacağını bilhassa belirtirler. Şu halde, bu hususlarda ifrat
-her defasında olmasa bile- bazı hallerde, sâhibini, âyet-i kerîmede
Allah'ın sevmediği tasrih edilmiş bulunan zâlimler grubuna dâhil edebilir.
ـ4ـ وعن عبداللّه بن
عمرو بن العاصِ رضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا. قال: ]أخبرَ رَسُولُ اللّهِ # أنِّى
أقُولُ: وَاللّهِ ‘صُومنّ النهارَ و‘قومنّ الليلَ ما عشتُ. فقالَ: أنتَ الَّذى
تقولُ ذلكَ؟ فقلتُ لهُ: قَدْ قُلتُهُ بأبى أنتَ وأمِّى يا رَسُولَ اللّه. قال:
فإنّكَ تسْتطيعُ ذلكَ، فصمْ وأفطِرْ وقمْ ونمْ، وصمْ من الشهْرِ ثثةَ أيامٍ،
فإنَّ الحسنةَ بعشرِ أمثالها، وذلكَ مثلُ صِيَامِ الدهرِ. قلتُ: فإنِّى أُطيقُ
أفضَلَ منْ ذلك. قال: فصمْ يوماً وأفطرْ يومينِ. قلتُ: فإنِّى أطيقُ أفضلَ من
ذلكَ. قال: فصمْ يوماً وَاَفْطِرْ يَوْماً فذلك صومُ داودَ عليهِ السّمُ، وهوَ
أعدلُ الصيامِ، أو أفضلُ الصيامِ. قلتُ: فإنِّى أطيقُ أفضلَ من ذلكَ. قالَ:
أفضلَ من ذلكَ[. أخرجه الخمسة إّ الترمذى.وفي أخرى ]ألَمْ أُخْبَرْ أنّكَ
تَصُومُ الدّهْرَ، وتَقْرأُ القرآنَ كلَّ لَيْلَةٍ؟ قلتُ: بَلَى يا نبىَّ
اللّهِ ولمْ أُرِدْ إّ الخيْرَ، وفِىهِ قال لى: واقْرأِ القرآنَ في كلِّ شهرٍ.
قلتُ: إنِّى أطيقُ أفضَلَ منْ ذلكَ. قال: فاقرأْهُ في كلِّ عشرٍ. قلتُ إنِّى
أُطيقُ أفضلَ من ذلكَ. قال: فاقرأْهُ في كلِّ سبعِ ليالٍ و تزِدْ على ذلك، وقال
لى رسُولُ اللّهِ #: إنّكَ تَدْرى لعلّكَ يطولُ بِكَ عُمْرٌ. قال: فشَدَّدْتُ
فشُدِّدَ علَىَّ، فلمّا كبرتُ وَددتُ أنِّى قبلتُ رخصةَ رسوُلِ اللّهِ #[.وفي
أخرى نحوه، وفيهِ ]فإذا فعَلْتَ ذلكَ هجمَتْ لَهُ العيْنُ ونَفَهتْ لهُ النفسُ،
صامَ منْ صَامَ ا‘بد[ .
وَفِيهِ ]فَصُمْ صَومَ
داودَ علَيْهِ السّم: كَانَ يَصُومُ يَوْماً ويُفْطِرُ يوْماً، وََ يَغِرُّ
إذَا َقَى[.وفي أخرى ]قَالَ: أحَبُّ الصِّيَامِ إلى اللّهِ تعالى صِيَامُ
دَاودَ عَلَيْهِ السّم، وَأحبُّ الصّةِ إلى اللّهِ تعالى صَةُ داودَ: كَانَ
يَنامُ نِصْفَ اللّيلِ وَيَقُومُ ثُلثُهُ وَيَنَامُ سُدسَهُ، وَكَانَ يَصُومُ
يَوْماً ويُفْطِرُ يوْماً[ .
4. (73)-
Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e benim "Hayatta kaldığım müddetçe vallahi
gündüzleri oruç tutacağım geceleri de namaz kılacağım" dediğim haber
verilmiş. Beni çağırtarak,:
"Sen böyle böyle söylemişsin doğru mu?"
dedi.
"Annem babam sana feda olsun, evet böyle
söyledim ey Allah'ın Resûlü" dedim.
"İyi ama, dedi, sen buna güç yetiremezsin,
bazan oruç tut, bazan ye; gece kalk, uyu da. Ayda üç gün tut (bu yeter),
zira hayırlı işleri Allah on misliyle kabul ederek ücret veriyor. Bu üç gün,
aynen yıl orucu yerine geçer"
buyurdu. Ben:
"Söylediğinizden daha fazlasına güç yetiririm"
dedim.
"Öyleyse, dedi, bir gün oruç tut, iki gün ye"
Ben tekrar
"Bundan başkasına da güç yetiririm" dedim.
"Öyleyse, dedi, bir gün tut, bir gün ye. Bu
Hz. Dâvud aleyhisselam'ın orucudur. Bu en kıymetli oruçtur
-veya en efdal oruçtur.-" Ben yine:
"Ben bundan daha fazlasına güç yetiririm"
dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bundan efdali yoktur"
buyurdu.
Bir başka rivayette şöyle gelmiştir:
"Bana haber verildiğine göre sen yıl boyu
orucu tutuyor, her gece de "Kur'an'ı (hatmen) okuyormuşsun, doğru mu?"
dedi. Ben:
"Evet ey Allah'ın Resûlü, doğrudur, ancak
bunda maksadım sadece hayırdır" dedim." Rivayette konuşma şöyle devam eder:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
"- Kur'ân'ı ayda bir kere oku"
dedi. Ben:
"- Daha fazlasına da güç getirebilirim" dedim.
"- Öyleyse her on günde bir kere oku"
dedi. Ben tekrar:"
- Bundan fazlasına da güç getirebilirim"
dedim."
- Öyleyse,
buyurdu, her yedi gecede bir kere oku, daha aşağı düşme" dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana şunu da söyledi:"
- Bilmezsin, belki uzun bir ömrün olur
(yaşlılığında ahdi yerine getiremezsin)".
Abdullah der ki: Ben nefsime şiddetli
davrandıkça, (bundan vazgeçmem için) bana da şiddet gösterildi.
İhtiyarladığım zaman, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın tanıdığı
ruhsatı kabul etmiş olmayı temenni ettim."
Bir başka rivayet de buna benzer, ancak şu
ziyade var:
"Bunu yaparsan gözün (uykusuzluktan) ferini
kaybeder, nefsin de yorulur. Devamlı tutulan oruç, oruç sayılmaz."
Rivayette: "Dâvud aleyhisselamın orucunu
tut: O, bir gün tutar bir gün yerdi. Düşmanla karşılaşınca da gücü kuvveti
yerinde olduğu için kaçmazdı" ziyadesi de var.
Bir başka rivayette: "Allah'a en hoş gelen
oruç, Hz. Dâvud (aleyhisselam)'un orucudur. Allah'a en hoş gelen namaz da
keza Hz. Dâvud (aleyhisselam)'un namazıdır: O, gecenin yarısını uyur, üçte
birini kalkar, altıda birini uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün yerdi"
buyrulmuştur.
AÇIKLAMALAR:
Önceki hadisle, bu hadis muhteva olarak tam
bir mutâbakat arzederler. Sadece hadisenin sâhibi farklıdır: Öncekinde Osman
İbnu Maz'un, burda ise, Abdullah İbnu Amr. Binaenaleyh önceki hadis
vesilesiyle kaydedilen açıklamaları burada tekrar etmiyeceğiz. Ancak burada
ilâvesi gereken birkaç nokta var:
1-
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) farklı şartlara göre uygun gelecek bütün
nâfile oruç şekillerini burada Abdullah İbnu Amr'a tavsiye şeklinde ifade
etmiştir:
a)
Bazan yeyip bazan tutmak.
b)
Ayda üç gün tutmak (ayın 13, 14 ve 15. günleri).
c)
Bir gün oruç tutmak, iki gün yemek.
d)
Bir gün oruç tutmak, bir gün yemek (Savm-ı Dâvud).
Hadisin burada yer almayan vecihlerinde
haftada iki gün, üç gün gibi başka şekiller de var.
2-
Hadiste geçen efdal "daha faziletli" demektir. Ayda üç gün tutanla on gün
tutan bir olmaz. Üç gün tutan, -hayır ameller on katıyla mükâfatlanacağı
için- yıl orucu tutmuş gibi olur, bu doğru ancak ayda altı gün oruç tutan,
sene içerisinde iki yıllık orucun sevabını alır. Ancak âlimler, "üzerindeki
hukukun zâyi edilmemesi şartı"nı koşarlar. Şu halde, önceki hadisin (71
numaralı) açıklamasında kaydedilen hakları zâyi etmeden ayda üç gün
tutulacak nâfile orucun bazı hakları zayi ettirecek altı günlük nafileden
daha hayırlı olacağı anlaşılır.
3-
Hadislerde savmu'd-dehr diye geçen, halkımızın ise yıl orucu dediği, bütün
yıl boyu tutulan orucun durumuna gelince, bu hususta İslâm uleması farklı
görüşler ileri sürmüşlerdir.
a)
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "Yıl orucu tutan oruç tutmuş
değildir" sözünü, bazı âlimler hakikate hamlederler. Böyle birisi
bayramlarda ve teşrîk günlerinde de tutacağından, sevap değil günah kazanmış
olur, dolayısıyla orucunun hayrını görmez demiştir.
b)
Buradaki yasak, üzerindeki hakları, oruç sebebiyle yerine getiremeycek
olanlara mahsustur, şartları hukukun zâyiine meydan vermeyecek olanlara
yasak yoktur, diyen de olmuştur.
c)
Hadiste geçen "Devamlı tutulan oruç, oruç sayılmaz" ifadesi
"..başkaları gibi oruç zahmetini duymaz" mânasında haberdir, bu orucu
terketmeye dâvet değildir" diye te'vil eden de olmuştur.
Dolayısıyla bütün yıl oruç tutmanın câiz olup
olmayacağı hususunda görüşler farklıdır, Zâhirîler "câiz değil" der. Cumhur,
"Bayram ve teşrîk günleri tutulmamak kaydıyla câizdir" der. Şâfiî hazretleri
(rahimehullah) bu görüştedir ve bunun müstehab olduğuna kânidir. Nitekim
İbnu Mace'nin bir rivayetinde Hz. Nuh'un bayramlar dışında yılın her günü
oruç tuttuğu belirtilmiştir. Keza, bazı rivayetler Abdullah İbnu Ömer, Hz.
Aişe, Ebu Talha ve Ebu Ümâme (radıyallahu anhüm ecmaîn) gibi Ashab'ın
büyüklerinden bazılarının yıl orucu tuttuklarını belirtir.
Not:
Hadislerde geçen ve daha zahir bir yasaklama
ile ifade edilen savm-ı visal, üst üste hiç iftar etmeden birkaç gün aç
kalmaktır. Yıl orucu, akşamları iftar ederek -haram ve mekruh günler
dışında- her gün tutulan oruçtur.
4- Bu
hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kur'ân okuma âdabını da
öğretmektedir. İlk verdiği rakamı vasat şartlardaki Müslümanın, hatim
müddeti olarak anlayabiliriz: 30 gün. Yani günde yirmi sayfalık bir cüzün
okunması. Daha kısa zamanlarda da hatim inilebilir. Ancak anlama ve
tefekküre mukârin bir okuma ağır ağır icra edilen okumadır. Demek ki bu bir
ay olmaktadır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) daha kısa
müddet içerisinde hatme müsâde ediyorsa da, haftada karar kılıp daha çabuk
okunmasına ruhsat vermiyor.
5-
Son olarak gece kalkışının nasıl olması gerektiğine dikkat çekip Hz. Dâvud
(aleyhissalâtu vesselâm)'un geceyi nasıl ihya ettiğini belirtiyor.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in gecelerini bu şekilde ihya
buyurduğunu yeri gelince teferruatlı olarak belirteceğiz inşaallah.
ـ5ـ وعن عائشة رضِىَ
اللّه عنها قالت: ]كَانَ لِرَسُولِ اللّهِ # حَصِيرٌ يَحتجزُهُ في الليلِ
فيصَلِّى فيهِ، ويبسطهُ في النهارِ فيجلسُ عليهِ، فجعلَ النّاسُ يثوبونَ اليهِ
يصلون بصتِهِ حتّى كثروا قأقبلَ عليهم فقالَ: يا أيها النّاسُ خذوا من ا‘عمالِ
ما تُطيقُونَ فإنّ اللّهَ تعالى يَمَلُّ حتّى تَمَلُّوا، وإنّ أحبَّ ا‘عمالِ
إلى اللّهِ تعالى مَا دَامَ وإنّ قلَّ، وَكانَ آلُ محمدٍ # إذَا عَملُوا عمً
أثبَتُوهُ[. أخرجه الستة.وفي رواية للبخارى عن أبى هريرة رضى اللّهُ عنهُ:
]سَدِّدُوا، وَقَارِبُوا، واغدُوا، وروحُوا، وشيئاً من الدُّلْجَةِ، والقصدَ
القصدَ تبلغُوا، واعلمُوا أنهُ لنْ يُدخلَ أحدَكُمْ عملُهُ الجنةَ. قالوا: وَ
أنتَ يا رسولَ اللّهِ؟ قالَ وَ أنَا إ أن يَتَغَمَّدَنِىَ اللّهُ تعالى بمغفرةٍ
ورحمةٍ[.وفي أخرى للبخارى والنسائى: ]إنّ هذا الدِّينَ يُسْرٌ، ولنْ يشادَّ
الدِّىنَ أحدٌ إ غَلَبَهُ[ »يحتجزُهُ« بالزاى يجعله كالحجزة.
5. (74)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) şunu anlatır: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in bir hasırı vardı, geceleri perde yapıp gerisinde namaz kılardı,
gündüzleri de yayıp üzerine otururdu. Halk da Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın yanına dönüp (gelip) aynen onun gibi namaz kılmaya başladılar.
Sayı gittikçe arttı. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
onlara yönelerek şunu söyledi: "Ey insanlar, takat getireceğiniz işleri
yapın. Zira siz (dua etmekten) usanmadıkça Allah da sevap yazmaktan usanmaz.
Allah'a en hoş gelen amel, az da olsa devamlı olanıdır." Ravi der ki:
Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in ailesi bir iş yapınca onu sâbit kılardı
(artık terketmez devamlı yapardı).
Buhârî'nin Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den
yaptığı bir rivayette:
"Orta yolu tutun, güzele yakın olanı arayın,
sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir miktar da gecenin son kısmında yürüyün
(ibadet edin), ağır ağır hedefe varabilirsiniz. Unutmayın ki sizden hiç
kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır"
buyurdu.
"Sen de mi (amelinle cennete gidemiyeceksin)
ey Allah'ın Resûlü?" dediler
"Evet, ben de, dedi, Allah affı ve rahmeti ile
muâmele etmezse ben de!"
Buhârî ve Nesâî'de gelen bir başka rivayette:
"Bu din kolaylıktır. Kimse (aşırı gayretle) dini geçmeye çalışmasın,
(başa çıkamaz, yine de yapamadığı eksiklikleri kalır ve) galibiyet dinde
kalır" buyrulmuştur.
AÇIKLAMA:
1- Bu
hadis, esas itibariyle ibadette itidale sevketmek maksadıyla rivayet
edilmiştir. Ancak Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in meskeni ile de
alakalı kıymetli bilgiler vermektedir. Görüldüğü üzere, sergi yönüyle son
derece basit bir meskende ikâmet etmektedir. Yaygı olarak halı kilim yok,
sadece hasır var. Hasır üstelik, geceleyin bir başka gaye ile de
kullanılmaktadır: Bölme perdesi. Bilindiği üzere Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) meskende israf tavsiye etmemiştir. Her zevcesi için
bir hücre yaptırmıştır. Hücreler 10x10 zira ebadında genişçedir. İhtiyaç
zuhur etmesi halinde mezkur hasırla hücre ikiye bölünebilmekte, böylece
mahremiyet te'min edilmektedir.
2-
Hadiste Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in nafile namazlarına da
cemaatin uymaya başladığı anlaşılmaktadır. Ancak Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) müdâhale ederek, buna devam edemiyeceklerini hatırlatıyor. Allah
indinde makbul olan ise amellerin devamlı, istikrarlı olanıdır. Dikkat
edilirse burada belli bir miktar değil, prensip üzerinde durulmaktadır:
Şartlarımızın devama imkân vereceği miktar. Amelin az veya çok olması pek
mühim değil, mühim olan devamlı olmasıdır. Bizce bunun mânası programlı
olmak, metodlu olmak, işlerimizi aklımızla düzenlemek demektir. Hayatta
başarının sırrı böylesi bir ruh disiplini kazanmaktadır. Bu devamlı akan bir
çeşmeye sahip olmaktır. Çeşme suyu az bile olsa, kocaman, devâsa bir
havuzdan daha zengindir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in aile
efradıyla birlikte devamlı iş yapma alışkanlığını kazanmış olduğu
belirtilmiştir: "Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in ailesi bir iş yapınca
onu sâbit kılardı" ifadesinin mânası budur. Meselâ Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın günlük bir programa göre hareket ettiği, belli saatlerde, belli
işleri belli müddet içerisinde yaptığı bilinmektedir: Hergün sabah
namazından sonra Ashâbla sohbet, sonra ailelerini ziyaret, ikindi vaktinden
sonra âilelerini ziyaret ve sohbet, günün belli saatlerinde ziyarete
gitmezler, ziyaret kabulleri, kimseyi kabul etmediği saatler vs. Bu söylenen
hususların tavizsiz uygulandığı rivayetlerde belirtilmiştir.
3-
Buhârî'de geldiği belirtilerek kaydedilen rivayet bir başka ehemmiyet
arzetmektedir: "Orta yolu tutmak, güzele yakın olanı aramak." Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) burada daha ziyade vasatı hedef olarak
göstermektedir. Çünkü en iyinin hududu yok, ekmelin aranması, sonu gelmeyen
vesveselerin içinde boğulmaya müncer olabilir. İbnu'l-Münir şöyle der: "Bu
hadis, Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in hak peygamber olduğunu
gösteren bir delildir. Çünkü bizden öncekilerin gördüğü gibi biz de
görüyoruz ki, dinde müşkülpesend olan herkes yarı yolda kesilmiş kalmıştır".
İbnu Hacer şöyle devam eder: "Aslında bu hadisin maksadı, ibadetle ekmeli
aramayı yasaklamak değildir. Zira bu övülmüş olan davranışlardandır.
Bilakis, usanmaya sebep olacak ifrâtı yahut efdali terketmeye veya farzı
vaktinde yapmaya mani olacak nâfile ibadetlerdeki mübalağayı
yasaklamaktadır. Sözgelimi bütün gece nafile namaz kılarak uyanık kalan
birisi, gecenin sonuna doğru uykusu ağır basınca biraz kestirmek için yatar,
fakat uyanamadığı için sabahı cemaatle kılamaz veya efdal vaktini kaçırır
yahutta güneşin doğmasına kadar uyanamayarak farz vaktini kaçırır ve kazaya
bırakır. Nitekim Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde gelen bir rivayette
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir: "Siz mübâlağa ile
dinde hedefe ulaşamazsınız, dini en iyi tatbik şekliniz kolaylıktır."
İbnu Hacer devamla şunları ilâve eder: "Bu
irşadlardan şu anlaşılıyor: Şer'î ruhstaları esas almak icâb etmektedir.
Çünkü, ruhsat mevkiinde azimeti esas almak müşkilpesentliktir. Şöyle ki,
suyu kullanamayacak durumda olan bir kimse, teyemmüm ruhsatıyla amel
etmeyerek teyemmümü terkedip suyu kullanır, ancak arkasından pekçok zarara
mâruz kalır."
Hadiste "Orta yolu tutun" diye tercüme
ettiğimiz ifadenin aslı "sidâd"dır, lütgatcilere göre, "amelde vasat"
davranmak demektir. Yani ifrat ve tefrite gitmeden doğruyu takip etmektir.
Bu da: "En mükemmeli yapmaya gücünüz yetmiyorsa "ona yakın olanla yetinin"
demektir.
4-
Son kısmında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yolculara hitap etme
üslubuyla, hangi vakitlerde yürümeleri gerekeceğini bildiriyor. Ancak,
âlimler, her insan dünyada bir misafir olması sebebiyle bu hadisten, ibadet
edilecek en uygun saatlerin belirtildiğini anlamışlardır. Akşam ve sabah
vakti ile geceden bir miktar, insanın en uyanık olduğu, huşu ve huzurla,
âzamî nisbette tefeyyüz ederek ibadet yapacağı vakitlerdir, derler. "Ağır
ağır..." diye yaptığımız tercümenin aslı elkasd elkasd'dır: "orta yol, orta
yol" veya "vasat vasat", "teenni ile teenni ile" gibi muhtelif şekillerde
anlaşılabilecek bir kelimedir.
Hülasa bütün bu ifadeler ibadette ve hatta her
işte bir müddet sonra usanca, tamamen bırakmaya sebep olacak ifrata
gitmeden, şevkle devam edecek "az"la iktifayı tavsiye etmektedir.
5-
İbadette ifratın gereksizliğinde mü'minleri ikna için Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın kullandığı sonuncu bürhana gelince, bu hepsinden
daha tatminkâr olmaktadır: "Cennete götürecek olan şey amelleriniz değil,
Allah'ın mağfiretidir."
İslâm'ın bânisi olması sebebiyle kıyamete
kadar gelip geçecek milyarlarca insanın "Sebep olan yapan gibidir prensibi
icabı mânevî kazançlarının bir misli her an sevap defterini dolduran Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i bu kadar kazanç kurtaramazsa geri kalan
hangi insanın kazancı, ameli onu kurtarabilir? Evet cennet öylesine yüce bir
nimettir ki beşerî kazançla elde etmek, satın almak mümkün değildir. Cenâb-ı
Hakk, kullarından dilediğine, bir ihsan, bir mahz-ı lütuf olarak verecektir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ameli,
cennet için değil, Allah'ın rızasını kazanmak için yapmaya teşvik
etmektedir.
İbadetlerimize bu gaye, bu ruh girdi mi, ifrat
ve tefrît ihtimali asgariye düşer. Zira, tekrarla ifade edilmiştir ki,
Allah'ı râzı edecek olan amel çok olanı değil, rızasına uygun olanıdır.
Bu telakki, amelin gereğini hafife almaya ve
hatta terketmeye sevketmez. Çünkü, Allah'ın rızası da amele bağlı. Bu
telakki, Allah'ın ve Resûlünün emirlerini, onların gösterdiği doğrultuda
yapmaya sevkeder. İşte bu doğrultuda gitmek istersek ifrat ve tefrite yer
vermeyeceğiz. Çok amele güvenerek Allah'ın cennetinden emin olmak
düşüncesine saplanmıyacağız veya günahların çokluğundan ye'se düşüp
rahmetten ümidi kesmeyeceğiz. Elden geldikçe, istenen doğrultuda amel edip,
neticeden ümid etmek; işte istenen orta yol budur.
Bu hususu, babta kaydedilen son hadis daha da
açıklığa kavuşturur: "Amel çokluğu ile dinin istediklerini yerine
getireceğinizi sanarak boşa kendinizi zora koymayın. Amelle buna ulaşılamaz.
Mutlaka eksiği kalır ve ye'se düşersiniz." Nitekim hadiste: "Mü'minin
niyeti amelinden hayırlıdır" denmiştir.
ـ6ـ وعن أنس رضِىَ
اللّهُ عنهُ قال: قال رَسُولُ اللّهِ #: ]يسِّرُوا وَ تُعَسِّرُوا
وَبَشِِّرُوا[. وفي رواية ]وَسَكِّنُوا وََتُنَفِّرُوا[. أخرجه الشيخان .
6. (75)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurdu: "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın ve müjdeleyin." Bir
rivayette de: "...Isındırın, nefret ettirmeyin..." buyrulmuştur.
ـ7ـ وعن سهل بن أبى
أمامة رضِىَ اللّهُ عنهُ ]أنّهُ دَخَلَ هُوَ وَأبُوهُ على أنس رضِىَ اللّهُ
تعالى عنهُ فاذا هوَ يصَلِّى صةً خفيفةً كأنّها صةُ مسافرٍ فَلمّا سلَّمَ قال:
يرحمك اللّهُ. أرأيتَ: هذهِ الصةُ المكتوبةُ أو شئٌ تنفلتَهُ؟ قالَ إنّها
لَلْمكتوبةُ، وإنّها لَصَةُ رسُولِ اللّهِ
#، ما أخطأتُ إّ شيئاً
سهوتُ عنهُ. ثمّ قال: إنّ رسُولَ اللّهِ # قال: َ تشَدّدُوا عَلَى أنفُسِكُمْ
فيُشَدَّدَ عليكمْ، فإنّ قوماً شددوا على أنفسهم فشُدِّدَ عليهم فتِلكَ
بقاياهمْ في الصوامعِ والديارِ. رهبانيةً ابتدعوها ما كتبناها عليهم[. أخرجه
أبو داود .
7. (76)-
Sehl İbnu Ebî Ümâme (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, Sehl ve babası
beraberce Hz. Enes (radıyallahu anh)'in yanına girerler. Enes'i yolcu namazı
kılıyormuşcasına çok hafif bir namaz kılıyor bulurlar. Selam verip namazdan
çıkınca: "Allah sana mağfiret buyursun bu kıldığın namaz farz mı yoksa
nafile miydi? dedik. "Farz namazdı. Bu (eksiksiz). Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in namaz tarzıdır. Bilerek hiç bir değişiklik de
yapmadım" dedi ve ilave etti: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu
ki:
"(Yıl orucu, her gece teheccüt, kadınları terk
gibi kararlarla) kendinize zorluk çıkarmayın, zorluğa uğrarsınız. Zira
(geçmişte) bir kavim (bir kısım zahmetli işlere azmederek) kendisini zora
attı. Allah da zorluklarını artırdı.
Manastır ve kiliselerdekiler bunların
bekâyasıdır. "Onlar, üzerlerine, bizim farz kılmadığımız, fakat, güya
Allah'ın rızasını kazanmak için kendilerinin koydukları ruhbaniyete bile
gereği gibi riâyet etmediler" (Hadîd: 57/ 27)
AÇIKLAMA:
Burada, dinin tatbikatında, usanç verici,
bıktırıcı zorluğa yer verilmemesi gerektiğini ifade eden önceki hadisleri
te'yid eden sahâbenin tatbikatıyla ilgili bir örnek bulmaktayız.
Burada Hz. Enes (radıyallahu anh)'in namazın
sıhhatini ihlâl edecek, bütünlüğüne eksiklik getirecek bazı sünnetlerini
veya tesbihatını terketmiş olduğu zanedilmemelidir. Bilakis bütün âdabına,
sünnetlerine riayet etmiş, ancak yeterli miktarla iktifa etmiştir. Meselâ
kısa sûreler okumuştur, tâdili erkâna riâyetle birlikte rüku ve sücudda üçer
kere tesbihatta bulunmuş, uzatmamıştır.
Bu vak'a Hz. Enes'in vâliliği zamanında
cereyan etmiştir. Bu durumda namazı cemaate kıldırmıştır. Zaten imamlara
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şu tavsiyesi mevcuttur: "Biriniz
halka namaz kıldıracak olursanız, hafif kıldırın (namazı) kısa kesin,
uzatmayın)". Şu halde Hz. Enes (radıyallahu anh) bu emr-i nebevîye uygun
bir namaz kıldırmıştır, herhangi bir eksikliğe yer vermesi kesinlikle söz
konusu değildir.
Ebu Ümâme'nin "Bu namaz farz mı, nafile mi?"
sualine gelince, bunu muhtemelen namazı hafif tutmayı emreden hadisi o anda
hatırlayamadığı için veya bu emrin, daha başka bir namaz için verilmiş
bulunduğu kanaatinde olmasından dolayıdır.
İbnu'l-Kayyım, hadiste gelen muhalefete dikkat
çekerek bunun senetteki zaaftan ileri gelebileceğini belirtir. "Eğer hadis
sahihse, hadisteki tahfifi bazı nafîlelere tahsîs gerekir, der. Sabahın,
akşamın, yatsının sünnetleri, tahiyyetü'l-mescid gibi." Bunlar dışında Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sabahın sünnetîni, sefer namazını kısa
kıldırdığını, çocuk ağlaması işittiği zaman namazı kısa kıldırdığını
belirten İbnu'l-Kayyım, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bazı
kereler de uzun kıldırdığını, umumiyetle de vasat tuttuğunu söyler, sonra
ilâve eder: "Hz. Enes (radıyallahu anh)'in reddettiği husus, ihtiyaç duyduğu
zaman bile tahfîfe yer vermeyip kendini zora sokan kimsedir, böylesinin
davranışıdır" der ve ilâve eder: "Şurası muhakkak ki bütün namazları kısa
tutmak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünnetine ve yoluna aykırıdır"
der.
ـ8ـ وعن أنس رضِىَ
اللّهُ عنهُ قال: ]دخَلَ رسُولُ اللّهِ # المسجدَ فإذا حبلٌ ممدودٌ بينَ
السَّاريتينِ فقالَ ما هذا؟ قالُوا: حبلٌ لزينبَ فإذا فترتْ تعلقت به. فقال َ
حُلُّوهُ لِيصلِّ أحدُكم نشاطهُ فإذا فترَ فليقعدْ[. أخرجه البخارى وأبو داود
والنسائى .
8. (77)-
Enes (radıyallahu anh) buyurdu ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
mescide girmişti ki, iki direk arasına gerilmiş bir ip gördü.
"Bu da ne?"
diye sordu. Bu, Zeyneb (radıyallahu anh)'in ipidir, namaz kılarken uykusu
gelince buna takılıyor (ip onun düşmesini önlüyor)" dediler. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayır (olmaz öyle şey) çözün ipi. Şevkiniz
varken namaz kılın, uykunuz gelince de yatın"
emretti.
ـ9ـ وعن عائشة رَضِىَ
اللّهُ عنها قالت: ]دَخَلَ عليَّ رَسُولُ اللّهِ # وعنْدِى امرأةٌ مِنْ بَنِى
أسَدٍ. فقالَ: مَنْ هذه؟ قلتُ: فُنَةٌ تَنَامُ اللّيلَ. فقالَ مهْ: عَلَيْكُمْ
منْ ا‘عْمَالِ مَا تُطِيقُونَ فإنّ اللّهَ تَعالَى َيَمَلُّ حتّى تَمَلُّوا،
وَكَانَ أحبُّ الدِّينِ إلَيْهِ مَا دَامَ عَلَيْهِ صاحِبهُ[. أخرجه الثثة
والنسائى .
9. (78)-
Hz. Aişe (radıyalahu anhâ) diyor ki: "Yanımda Benî Esed kabilesinden bir
kadın vardı. Bu sırada Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) içeri girdi
ve:
"Bu kimdir?"
buyurdu.
"Falancadır, geceleri hiç uyumaz, (ibadet
yapar)" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sus, yeter! Size, tâkat getirebileceğiniz
amel yaraşır. Siz (ibadet yapmaktan) usanmadıkça, Allah da (sevab vermekten)
usanmaz. Allah'a en hoş gelen dinî amel, kişinin devamlı olarak yaptığı
ameldir" buyurdu.
AÇIKLAMA:
Hadisin Müslim'deki bir vechinde bu hanımın
Havlâ bintu Tüveyt olduğu tasrih edilir. Bu hanım muhacirlerdendir ve
dindarlığı ile tanınmış birisidir. Bazı rivayetler, yukarıdaki gibi, isim
tasrih etmeksizin "bir kadın" diyerek meseleyi anlatırlar. İki ayrı hadise
olabilir. Tek olması akla daha yakın gözüküyor.
Her hal u kârda, ibadette teşeddüd ve
aşırılığı reddeden bir rivayettir. Gece boyunca namaz kılmak, makbul
addedilmemiştir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in "Sus yeter"
demesi anlatılandan memnuniyetsizliğini göstermektedir. Alimlerden bazıları
dışında çoğunluk, gece boyu ibadeti mekruh addetmişlerdir. İmam Mâlik de
mekruh addedenlerdendir, ancak bir kere "sabah namazına zarar vermemek
şartıyla câiz addettiği de rivayet edilir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın gece
boyu ibadeti hoş karşılamaması, devamlı yapılamayacağı ve bir müddet sonra
usanma ve bıkmaya sebep olacağı içindir.
Esasen "Geceyi örtü, uykuyu dinlenme ve
gündüzü maişet için kazanma vesilesi kıldık" meâlindeki âyetle tesbit
edilen umumî prensiplere de ters düştüğü için bütün gecelerin hep ibadete
tahsisi hikmete ve fıtrata da uygun düşmüyor. Binaenaleyh, sabah namazının
tehlikeye düşmesi mevzubahis olmasa bile bu umumî prensibe aykırılığı
sebebiyle bütün gecelerin ibadete tahsisini tasvib etmemek gerekir.
ـ10ـ وعن أبى هريرة
رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رَسُولُ اللّهِ #: ]إنّ لكلِّ شئٍ شِرَّةً، ولكلِّ
شِرَّةٍ فترةٌ، فإنْ صاحِبُها سدّد وقاربَ فارجُوهُ، وإن أُشِيرَ إلَيْهِ
با‘صَابِعِ فَ تَعُدُّوهُ[. أخرجه الترمذى وصححه »الشرَّة« النشاط والرغبة .
10. (79)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdu ki:
"Her şeyin bir şevki vardır. Her şevkin de
bittiği bir zaman vardır. (Yapacağı işe karşı bu şevki) duyan kişi işini
yaparken mutedil hareket eder ve bu itidali devam ettirirse, muvaffak
olacağını ümid edin, (çünkü bu şekilde takibine devam edebilir). Şayet
(aşırılığa düşerek dikkat çekmiş ve) parmakla gösterilecek hâle gelmişse ona
itibar edip (sâlihlerden) saymayın"
AÇIKLAMA:
Hadis vâzıh olmakla birlikte, daha iyi
anlaşılması için Tîbî'nin şu izahını da kaydediyoruz: "Zahirî amellerin ve
bâtınî ahlakın her birinde ifrât ve tefrit olmak üzere iki aşırı taraf
vardır. Güzel olanı, ikisinin ortası olan itidaldir. Birinin itidal üzere
gittiğini görürsem muvaffak olacağı kanaati bende hâsıl olur. Bunun hakkında
mutlaka başaracaktır diye kesin hükme gitmeyin, zira gaybı ancak Allah
bilir. Birini, parmakla gösterilecek şekilde aşırı bir yola girmiş
görürseniz onun hakkında da zarara uğrayacak diye kesip atmayın, çünkü gizli
olanları Allah bilir."
ـ11ـ وعن أبى جُحيفة
رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]آخى رسُولُ اللّهِ # بَيْنَ سَلمَانَ وأبى الدرداء
رَضِىَ اللّهُ عنهمَا فزارَ سلمانُ أبا الدرداءِ فرأى أمَّ الدرداءِ متبذِّلةِ
فقال: ما شأنُكِ؟ قالت أخوك أبو الدرداء ليس له حاجةٌ في الدنيا. فَجَاءهُ أبو
الدرداء: فَصَنَع لهُ طعاماً وَقَالَ لَهُ كلْ، فقالَ إنّى صائمٌ. فقالَ سلمانٌ
ما أنا بآكلٍ حتّى تأكلَ فأكلَ فلمّا كَانَ الليلُ ذهبَ أبو الدرداء يقومُ.
فقال: نم فنامَ. ثمّ ذَهَبَ ليَقُومَ، فقال: نمْ فنَامَ. فلَمّا كَانَ مِنْ
آخِرِ اللّيْلِ قَالَ سَلْمَانُ قُمْ ا Œ نَ، فصلَّيا. فَقَال لَهُ سَلْمَان:
إنّ لرَبّكَ
علَيْكَ حقّاً، وإن
لنفسِكَ عَلَيْكَ حقّاً، و‘هلكَ علَيْكَ حقّاً. فأعطِ كلَّ ذِى حقٍّ حقَّهُ
فذكرَ ذلِكَ لِرَسُولِ اللّهِ # فقالَ صدَقَ سلمان[. أخرجه البخارى
والترمذى.وزاد الترمذى رحمه اللّه ]ولضيفكَ عليْكَ حقّاً[ .
11. (80)-
Ebu Cuheyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Selman'la Ebu'd-Derda (radıyallahu anhüma)'yı kardeşlemişti. Selman bir
defasında Ebu'd-Derdâ'yı ziyaret etti. Evde, Ebu'd-Derdâ'nın hanımını düşük
bir kıyafet içinde buldu.
"Bu halin ne?" diye sordu, kadın:
"Kardeşiniz, Ebu'd-Derdâ'nın dünya ile alakası
kalmadı" diye açıkladı.
Ebu'd-Derda geldi ve Selman (radıyallahu
anh)'a yemek getirerek:
"Buyur, ye!" dedi ve ilave etti: "Ben
orucum!". Selman:
"Hayır sen yemezsen ben de yemem" dedi.
Beraber yediler. Akşam olunca Ebu'd-Derdâ (Selman'dan gece namazı için
müsaade istediyse de, Selman:
"Uyu" dedi. Beraber uyudular. Bir müddet sonra
Ebu'd-Derda namaza kalkmak istedi. Selman tekrar:
"Uyu!" dedi. Uyudular. Gecenin sonuna doğru
Selman
"Şimdi kalk!" dedi. Kalkıp beraber namaz
kıldılar. Sonra Selman şu nasihatta bulundu:
"Senin üzerinde Rabbinin hakkı var, nefsinin
hakkı var, ehlinin de hakkı var. Her hak sâhibine hakkını ver." Ertesi gün
Ebu'd-Derdâ, durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e anlattı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
"Selman doğru söylemiş"
buyurdu.
AÇIKLAMA:
1-
Hadiste geçen kardeşleme, "muâhat" diye bilinen meşhur vak'adır. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye hicret edince muhacirleri, Medine'de
barındırmak, onlara himaye imkânı bulmak maksadıyla Medîneliler'le
kardeşlemiş idi. Mekke'den gelen her bir muhâcir Medîne yerlilerinin biriyle
kardeş ilan ediliyordu. Bu kardeşlik bidayette, birbirlerine vâris olacak
kadar hukukî bağları beraberinde getirmişti. Medineli Ensar, maddî
imkânlarının tamamını Mekkeli kardeşiyle -kan kardeşi imiş gibi-
paylaşıyordu. İki odası varsa birini kardeşine veriyordu. Keza tarla, elde
edilen mahsulat, ticaret hep ortak idi. Hatta iki hanımı olan birini
boşayarak kardeşine nikahlıyordu. Bir kısmı daha da ileri giderek birçok
menfaatlerde kardeşini kendisine tercîh ediyordu. Bu duruma îsâr hasleti
denilmiştir. Ensar, (radıyallahu anh) bu halleriyle Cenab-ı Hakk (celle
celaluhu)'ı râzı etmiş, kendilerini medh u sena eden âyetlerin inmesine
medar olmuş ve İslâm'ın kökleşmesindeki bu eşsiz hizmetleri sebebiyle
kıyamete kadar gelecek bütün mü'minlerin gönüllerinde gerçek bir sevgi,
takdir ve hayranlık tahtı kurmuşlardır, (Radıyallahu anhüm ecmaîn). Ensâr-ı
Kirâm'ı medh'eden âyetlerden biri:
"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve
gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip
gelenleri severler. Onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik
hissetmezler. Kendileri zarûret içinde bulunsalar bile, onları kendilerinden
önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar
saâdete erenlerdir" (Haşr: 59/9).
2-
Hadiste kardeşlerin birbirini ziyaret etmeleri, ziyâret sırasında kalıp
geceyi geçirmelerinin müstehap olduğu da görülmektedir.
3-
İhtiyaç hâlinde yabancı sayılan bir kadına hitabetmenin câiz olduğuna dair
bir örnek mevcuttur. Üstelik sual, bunu soran kimseyi ilgilendirmiyor, ancak
bir maslahat söz konusudur.
4- Bu
rivayetten, kişinin Müslüman kardeşine hayrı, gerçeği duyurması, gaflet
ettiği hususlarda uyarmasının gereği anlaşılıyor. Hatası üzerine bırakılması
câiz değildir.
5-
Gece kalkışını, gecenin sonunda yapmak efdaldir. Yani önce uykuyu alıp
istirahat yaptıktan sonra sabah vaktine yakın kalkmak.
6-
Kadının kocası için süslenmesinin câiz olduğu da hadiste görülen
hususlardandır.
7-
Koca üzerinde kadının haklarından biri, kocasının kendisine iyi muâmelede
bulunması, alaka göstermesidir.
8-
Misafir olduğu vakit nâfile orucu açmanın câiz olduğu ve belki müstehab
olduğu da bu hadiste görülmektedir.
9-
Gelen bir haberi kaynağından veya daha iyi bilen kimseden tahkîk etmenin
câiz olduğu da anlaşılmaktadır.
ـ12ـ وعن حَنظلةَ بنِ
الربيعِ ا‘َسَدِى كاتب رسُولِ اللّهِ #، ورضِىَ عَنْهُ قالَ ]لَقَينِى أبو بكرٍ
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فقال: كَيفَ أنتَ؟ فقلت: نافق حنظلةُ. فقال: سبحانَ
اللّهِ ماتَقُولُ؟ فقلت: نَكونُ عندَ النبىّ # يُذَكّرُنا بالنارِ والجنة كأنّا
رأىَ عينٍ، فإذا خرجنا من عندِهِ عافسْنَا ا‘زواجَ وَا‘ودَ والضيعاتِ ونسينا
كثيراً. قَالَ وَاللّهِ إنّى ‘جدُ مثلَ هذا، فانطلقا إلى رسولِ للّهِ # وذكرا
لهُ ذلكَ. فقال: والذى نفسى بيدهِ لوْ تَدوموُنَ على ما تَكُونُونَ عِنْدِى وفي
الذكرْ لصافحتكُم المئكةُ على فُرُشِكُمْ وفي طرقِكمْ، ولكنْ يا حنظلةُ ساعةً
وساعةً ثَثَ مراتٍ[. أخرجه مسلم والترمذى »المعافسة« المعالجة والممارسة
والمعبة .
12. (81)-
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kâtibi Hanzala İbnu'r-Rebî
el-Esedî (radıyallahu anh) anlatıyor:
Birgün Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'la
karşılaştık. Bana:
"- Nasılsın?" diye sordu.
"- Hanzala münafık oldu" dedim.
"- Sübhanallah, sen neler söylüyorsun?" diye
şaşırdı. Ben açıkladım:
"- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
huzurunda olduğumuz sırada bize cennet ve cehennemden söz edilir, sanki
gözlerimizle görmüş gibi oluruz. Oradan ayrılıp çoluk çocuğumuza, bağ
bahçemize karışınca çoklukla unutup gidiyoruz". Hz. Ebu Bekir (radıyallahu
anh) de:
"- Allah'a yemin olsun ben de aynı şeyi
hissediyorum" dedi. Beraberce Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
gittik ve bu durumu açtık. Bize:
"- Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı
Zülcelâl'e kasem olsun siz, benim yanımdaki hâli dışarda da devam ettirip
(cennet ve cehennemi) hatırlama işini koruyabilseniz melekler sizinle
yataklarınızda, yollarda müsafaha ederdi. Fakat ey Hanzala, bazan öyle bazan
böyle olması normaldir (münâfıklık değildir)"
dedi ve (son cümleyi üç kere tekrarladı."
AÇIKLAMA:
Bu hadiste Hz. Hanzala birçok Müslümanın zaman
zaman düştüğü vesveseli hâli dile getirmiştir: İnsanoğlu Kur'ân okur, namaz
kılar, âlim bir zâtın sohbetini dinler, bu anlarda mânevî hazlardan
hissemend olur, tefekkür eder, melekiyet yönü kesafet kazanır,
düşüncelerinde uhrevî meseleler ön plana geçer. Zaman olur aynı insan çoluk
çocuğun meseleleri, beşerî münasebetler, geçim mücadelesi vs. dünyevî
meselelere dalar, önceki ahvâlden uzaklaşır. Bu hâlde iken, kaybettiği
önceki hâleti düşününce "ben bozuldum", "kalbim fesada uğradı" gibi karamsar
düşüncelere düşer. Yukarıdaki rivayet, Hz. Hanzala (radıyallahu anh)'nın
böyle bir durumunu "münâfık mı oldum?" endişesiyle dile getirdiğini
göstermektedir. Durumunu Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'e anlatınca aynı
endişeler onda da birden şuur hâline çıkıverir. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a uğramazdan önce Ashabtan başkalarına rastlayıp, endişelerini
açmış olsalardı onların da aynı endişe ve hissiyata ortak olacaklarını
söyleyebiliriz.
Ancak, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu
durumun insan için normal sayılması gerektiğini, bunun münafıklık olmadığını
ifade ediyor: Eğer, diyor, siz bizim meclisimizden uzakta iken de
meclisimizdeki ahvâli devam ettirebilseniz, en mükemmel hâl üzeresiniz
demektir. Beşerî mânialara rağmen böyle olabilen bir kimse meleklerin
kendisiyle her yerde, her vakitte teberrük edip, saygı arzettiğini
görebilir.
Kâri, "Bazan öyle bazan böyle" tâbirini: "Kişi
bazı kere huzur bazı kere de fütur hâlinde olmasıyla münafık olmaz. Huzur
halinde iken Rabbinizin hukukunu eda edersiniz, fütur zamanında ise kendi
hazlarınızı yerine getirirsiniz" diye yorumlar. Ayrıca ilâve eder ki: Bu
ifade, ibadete karşı usançtan kişinin muhafazası için başka çeşit
meşguliyetlere bir ruhsattır. Böyle olunca şu mâna hasıl olur: "Ey Hanzala!
Bu ulvî hâl üzerine devam herkesin tâkat getiremeyeceği bir meşakkattir. Bu
sebeple onunla mükellef kılınamazlar. Öyle ise kişiye, nefsini mezkur hâle
zorlaması gerekmez. Dolayısıyla ey Hanzala, sen doğru yoldasın, senin hâlin
nifak değildir. Bu düşünceyi terket, çünkü bu, şeytanın hak yolunda
gidenlere nüfuz ederek onları şaşırtıp gidişatlarını değiştirdiği açık
kapılardan biridir..."
ـ13ـ وعن مالك أنهُ
بلغهُ أن عائشة رَضِىَ اللّهُ عنها: ]كانتْ تُرسل إلى أهلها بعدَ العَتَمَةِ
تَقُولُ: أَ تَريحُونَ الكُتَّابَ.[
13. (82)-
İmam Mâlik'in kaydettiğine göre Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) yatsıdan sonra ailesine birini yollayarak: "(Boş sözleri
keserek) yazıcı melekleri rahatlatmak istemez misiniz?" diye haber
gönderdi."
AÇIKLAMA:
Rivayet, mâlayânî ve günah olacak sözlerden
sol taraftaki meleklerin rahatsız olduğunu ifade etmektedir. Çünkü soldaki
melekler, insanoğlunun iyi olmayan fiillerini yazmaktan memnun olmamakta;
rahatsız olmaktadır. Sağdaki meleklerin hayır fiilleri yazmaktan memnun
olmaları sebebiyle, erken yatarak onları istirâhata kavuşturmak diye bir
mâna zihne gelmemelidir.
ـ14ـ وعن ابن عباس رضِىَ
اللّهُ عنهما. قال: ]أُخبِرَ النبِىُّ # عن موةٍ لهُ تَقُومُ اللّيل وتصومُ
النهارَ فقال: لكلِّ عاملٍ شِرَّةٌ، ولكلِّ شرةٍ فترةٌ، فمنْ صارتْ فترتُهُ إلى
سنتى فقد اهتدَى، ومن أخطأ فقدْ ضلَّ[ .
14. (83)-
İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e azadlı bir cariyenin geceleri namaz, gündüzleri de oruçla
geçirdiği haber verilince şöyle buyurur:
"Her çalışanda bir şevk mevcuttur, her şevkin
de bir sonu vardır. Kimin şevkinin sonu sünnetimde kalırsa doğru yoldadır.
Kim de hata eder (sünnetimin hâricinde kalır) ise o da sapıtmıştır."
ـ15ـ وعن أبى هريرة
رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رَسُولُ اللّهِ #: ]خَيْرُ ا‘مُورِ أوْسَاطُها[.
أخرجهما رزين .
15. (84)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurdu:
"İşlerin en hayırlısı orta ve itidal üzere
olanıdır"
Ebu Dâvud, Salât: 317 (1369).
Dilimizde ceset kelimesi daha çok ölünün maddi vücudu için
kullanılır ise de hadîste bazan cism bazan da cesed kelimeleri
gelmiştir. Dilimizdeki beden kelimesi daha uygun gözüküyor.
Buhârî, İman: 16, Ezân: 81, Rikâk: 18; Müslim, Salât: 283, (782);
Muvatta, Salâtu'l-Leyl: 4, (1, 118); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl: 1 (3,
218); Ebu Dâvud, Salât: 317, (1368).