Görüldüğü gibi buluntu mallar haram
edilmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), muâhid'in yani kendisine
tanınan belli bir müddet için İslâm memleketinde bulunan yabancının
yitirdiği malı zikrederek hükmü beyan ediyor. Yâni, şârihlerin belirttiği
üzere, bir yabancının (seyyah, tüccar vs.) yitirdiği mal haram olursa, bir
mü'minin yitirdiği mal evleviyetle haram olacaktır. Ancak sâhibi, müstağni
olarak yani o mala ihtiyacı bulunmadığı için ihtiyacı olanlar alsın diye
bırakmışsa o malı almak haram değildir. Malın yitik mi, metruk mu olduğu her
halde anlaşılabilir. Sokakta bulunan bir cüzdan her halde metruk değildir,
ama irice bir eşya metruk olabilir. Örfe göre ayrım zor olmaz.
Hadiste yer verilen üçüncü bir mesele, misâfir
ağırlamakla ilgili. Hadiste geçen ikram'dan murat, ağırlanması, misafirin
ihtiyaçlarının görülmesidir.
Hadis'in mânası, zahirde, misafire ikram
etmeyi vâcib bir vazife göstermekte, ikram edilmediği takdirde, misâfirin,
ihtiyaç miktarınca almasını helâl kılmaktadır. Ancak, ulema burada ihtilaf
etmiştir.
1-
Bazıları 16 ve 17 numarada kaydettiğimiz bedevî ile ilgili hadise dayanarak,
orada zikri geçen İslâm'ın şartları dışında vecibe olmadığnı söyleyerek
misafire ikram dini bir vecibe değildir demiştir.
2-
Ahmed İbnu Hanbel'e göre, hadis vücub ifade eden bir üslubla vârid olmuştur.
Ancak mendub olduğunu söyleyen ekseriyet, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın: "Müslüman'ın malı gönül hoşluğuyla olmadıkça helâl
olmaz..." hadisine ve "Mallarınızı aranızda bâtıl yolda yemeyin..."
(Bakara: 2/118) mealindeki âyete dayanarak bu hadisin muzdar olanlarla
ilgili olduğunu söylemişlerdir. Çünkü muzdarın ağırlanması icma ile sâbit
bir vecibedir.
3-
Bazı âlimler: "Bu, İslâm'ın başlangıcıyla ilgili bir emirdir, çünkü, gazveye
çıkan askeri birlikleri, uğradıkları yerlerin ağırlaması, ihtiyaçlarını
görmeleri, onlara vecîbe kılınmıştı. Ancak sonradan İslâm güçlenip, halka
karşı da şefkat ve merhamet galebe çalınca vücub neshedildi, cevaz bâki
kaldı" demişlerdir.
Ancak bazı âlimler, devlet reisi, zımmîlerin
yaşadığı bir bölgeye ve bilhassa kır bölgesine giden vazifelilerin orada
ağırlanmasına hükmetti ise ora halkının onları ağırlaması gerektiği,
ağırlamadıkları takdirde ihtiyaç miktarınca -ama fazla değil-, zorla veya
gizlice alabileceklerini ifâde etmişlerdir. Yine bu da normal şartlarda
değil, anormal şartlarda, mecburî durumlarda olduğu belirtilir. Mirkat'ta
Aliyyu'l-Karî, başka teferruat da zikreder.
ـ5ـ وعن أبى موسى
عبداللّه بن قيس ا‘شعرى رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]إنّ مثلَ
مابعثنى اللّهُ بهِ منَ الهُدَى والعلمِ كَمثل غيثٍ أصاب أرضاً فكانتْ منهَا
طائفةٌ طيّبَةٌ قَبِلتِ المَاءَ فأنْبَتَتِ الكَ‘َ والعُشْبَ الكَثِيرَ،
وَكَانَ مِنْهَا أجادبُ أمسكتِ المَاءَ فنفعَ اللّهُ تعالَى بِهَا النّاسَ
فَشَرِبُوا مِنْهَا وَسَقَوْا وزَرعُوا، وَأصَابَ طَائفةً مَنْهَا أخرى إنّمَا
هىَ قِيعَانٌ تمْسكُ ماءً وَ تنبتُ ك‘ً، فَذَلكَ مثلُ منْ فَقُهَ فى دينِ
اللّهِ تعالى، ونفعهُ ما بعثنِى اللّهُ تعالى بهِ فعلمَ وعلّمَ، ومثلُ مَنْ
يَرْفَعْ بذلكَ رأساً ولمْ يَقبلْ هُدَى اللّهِ الَّذِى أُرْسِلْتُ بِهِ[ .
5. (57)-
Ebu Mûsa Abdullah İbnu Kays el-Eş'arî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"Allah'ın benimle gönderdiği ilim ve hidâyetin
misali, bir araziye düşen yağmur gibidir. (Bilindiği üzere), bazı araziler
var, tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol bitki ve ot yetiştirir. Bir
kısım arazi var, münbit değildir, ot bitirmez, ama suyu tutar. Onun tuttuğu
su ile Cenab-ı Hakk insanları yararlandırır: Bu sudan kendileri içerler,
hayvanlarını sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye daha isabet eder
ki, bu ne su tutar ne ot bitirir. Bu temsilin biri Allah'ın dininde ilim
sâhibi kılınana delalet eder, böylesini Allah benimle göndermiş olduğu
hidâyetten yararlandırır; yani hem öğrenir, hem öğretir. Temsilden biri de,
buna iltifat etmeyen Allah'ın benimle gönderdiği hidâyeti hiç kabul etmeyen
kimseye delalet eder"
AÇIKLAMA:
Kurtubî başta olmak üzere bir kısım ulema şu
açıklamayı sunarlar: Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), getirdiği dini,
insanlara ihtiyaçları anında gelen yağmura benzetmiştir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) gelmezden öne, insanların hâli, susamış, suya
muhtaç kimseler gibi idi. O (aleyhissalâtu vesselâm)'nun getirdiği nura
şiddetle muhtaç idiler. Yağmur indiği, ölü araziyi hayata kavuşturduğu gibi,
din ilimleri de ölmüş kalpleri diriltir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Kur'ân'ın
muhataplarını da yağmurun düştüğü çeşitli evsaftaki topraklara benzetmiştir.
Bir kısmı bilir, amel eder ve öğretir de. Bunları suyu emen münbit toprağa
benzetmiştir: Hem kendisi istifade eder, hem de bitirdiği bitkilerle
başkalarının da istifadesini sağlar. Bir kısım muhataplar vardır, devrinin
ilmini câmidir, ancak bildikleriyle amel etmez, veya öğrendiği ilimleri
kendisi idrak etmeksizin başkasına öğretir. Bu kimse, tuttuğu su ile halkın
faydalanmasını sağlayan toprak gibidir. Buna Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şu hadisleriyle işaret buyurmuşlardır: "Allah, sözlerimi işitip
de işittiği şekilde edâ eden (öğreten) kimsenin yüzünü (kıyamet günü) taze
kılsın..."
Bazı muhataplar ne ilim dinler, ne onunla amel
eder, ne de başkasına nakleder. Bunlar suyu tutmayan veya başkasına zararlı
kılan kaygan toprağa benzer.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) verdiği
misâlde ilk iki övülen grubu, faydalı olmada müştereklik arzettikleri için
birleştirmiştir. Üçüncü mezmum grubu ise, hiçbir fayda sağlamadığı için
öbürlerinden ayrı mütâlaa etmiştir."
ـ6ـ وَعنهُ رضِىَ اللّهُ
عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]إنّ مثلِى ومِثَلَ مَا بَعَثَنِى اللّهُ بِهِ
كَمثلِ رجلٍ أتَى قومَهُ فقالَ: إنِّى رأيتُ الجيشَ بعينىَّ، وأنَا النذيرُ
العُريانُ فالنجاءَ: فأطاعهُ طائفةٌ من قومِهِ فأدْلَجُوا وانطلقوا على مَهلهمْ
فنجوْا، وكذَّبتْ طائفةٌ منهم فأصبحُوا مكانهم فصبحهمُ الْجَيشُ فأهلكهم
واجتاحهمْ، فذلكَ مثلَ من أطاعَنِى واتبعَ ما جِئتُ بهِ، ومثلُ مَنْ عَصَانِى
وكذّبَ بِمَا جِئْتُ بِهِ مِنَ الحقِّ[. أخرجهما الشيخان .
6. (58)-
Yine aynı sahâbe (Ebu Musa) (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"Benim misalimle Cenab-ı Hakk'ın benimle
göndermiş bulunduğu şeyin misâli şu adamın misali gibidir: "Bir adam kendi
kavmine gelip: "Ben gözlerimle düşman ordusunu gördüm, tehlikeyi haber
veriyorum, tedbir alın!" der. Kavminden bir kısmı tavsiyesine uyup,
geceleyin, telaşa düşmeden oradan uzaklaşır. Bir kısmı da bu haberciyi
yalanlar ve yerinden ayrılmaz. Ancak sabahleyin ordu onları yakalar ve imha
eder. İşte bu temsil bana itaat edip getirdiklerime uyanlarla, bana isyan
edip Cenab-ı Hakk'tan getirdiklerimi tekzip edip yalanlayanları
göstermektedir."
ـ7ـ وعن أبى هريرة رضِىَ
اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]إنِّمَا مثلِى ومثلُكُمْ كمثلِ رجلٍ
استَوْقَدَ ناراً فَلمّا أضاءتْ ما حَوْلَهُ جعلَ الفَراشُ وهذِهِ الدوابُّ
التى تقعُ في النَّارِ تقعُ فِيهَا فجعلَ ينزعُهنّ ويغْلِبْنَهُ فيقتحمنَ فبهَا
فأنا آخذُ بحُجزِكمْ عنِ النارِ، وأنتمْ تقْتَحِمُونَ فِيهَا[. أخرجه الشيخان
والترمذى، واللفظ للبخارى .
7. (59)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Benim misâlimle sizin misâliniz, şu temsile
benzer: Bir adam var ateş yakmış. Ateş etrafı aydınlatınca, pervaneler (gece
kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini
atmaya başlarlar. Adamcağız onları kurtarmaya (mâni olmaya) çalışır. Ancak
hayvanlar galebe çalarak çoklukla ateşe atılırlar. Ben (tıpkı o adam gibi)
ateşe düşmememiz için belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe ateşe
koşuyorsunuz"
ـ8ـ وعن ابنِ مسعودٍ
رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]إنّ أحسنَ الحديث كابُ اللّهِ، وَأحسنَ الهَدْىِ
هَدْىُ محمّدٍ #، وشرَّ ا‘مُورِ محدَثاتُها، وإنّ ماتُوعدُونَ Œتٍ وَمَا
أنْتُمْ بِمِعْجِزِينَ[. أخرجه البخارى .
8. (60)-
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Muhakkak ki, en güzel söz Allah'ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed
(aleyhissalâtu vesselâm)'in yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak
sonradan çıkarılanıdır. Size vâdedilen mutlaka yerine gelecektir. Siz
Allah'ı aciz bırakamazsınız"
AÇIKLAMA:
Bu hadis, zâhirde İbnu Mes'ud (radıyallahu
anh)'un sözü gibi görünmekte yâni mevkuf hadis olduğunu hükmetmeye
sevkedecek bir üslubta ise de İbnu Hacer'in belirttiği üzere hadis merfudur.
Çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şemâiline giren bir vasfını
bildirmektedir.
Hadiste medarı bahsedilen bid'a ile ilgili
açıklamayı daha önce yaptığımız için (Bak. 35. hadis) burada tekrar
etmeyeceğiz.
ـ9ـ وعن عائشة رضِىَ
اللّهُ عنها قالت: قال رسولُ اللّهِ #: ]مَنْ أحدثَ في أمْرِنَا هذَا مَا
لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ[. أخرجه الشيخان وأبو داود.وفي رواية ]مَنْ عَمِلَ
عَمً لَيسَ عَلَيْهِ أمْرُنَا فَهُوَ ردٌّ[ .
9. (61)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) validemiz anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kim şu dine uymayan bir şey
uyduracak olursa, bu, merduddur kabul edilemez"
Bir rivayette de şöyle denmektedir: "Bizim
sünnetimize uymayan bir amel işleyenin yaptığı amel de merduddur."
ـ10ـ وعن أبى ذرٍّ رضِىَ
اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]مَنْ فَارقَ الجَمَاعةَ شِبْراً فقدْ
خَلَعَ رِبْقَةَ ا“سْمِ من عُنقِِهِ[. أخرجه أبو داود .
10. (62)-
Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurdular:
"Kim cemaat'(imiz)den bir karış uzaklaşırsa
(kendini dine bağlayan) İslâm bağını boynundan çıkarıp atmış olur"
ـ11ـ وعن علي رضِىَ
اللّهُ عنهُ قال: ]اِقْضُوا كَمَا كُنْتُمْ تَقْضُونَ فإنِّى أكرهُ الخِفَ حتّى
تَكُونَ النَّاسُ جَمَاعةً أو أموتَ كَمَا مَاتَ أصْحَابِى[. وَكَانَ ابنُ
سيرينَ رحمهُ اللّهُ تعالى يَرى عامةَ مايروونَ عن علي رضِىَ اللّهُ عنهُ
كذباً. أخرجه البخارى .
11. (63)-
Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Daha önce hükmettiğiniz şekilde
hükmedin. Zira ben (kargaşaya, nizâya götürecek) muhalefeti sevmem, tâ ki
halk tek bir cemaat teşkil etsinler veya arkadaşlarımın öldüğü gibi ben de
öleyim."
İbnu Sîrîn merhum, Hz. Ali (radıyallahu
anh)'den yapılan rivayetlerin çoğunun uydurma ve yalan olduğu görüşünde
idi."
AÇIKLAMA:
Hz. Ali bu sözü Irak ahalisine söylemiştir.
Daha önce Hz. Ömer gibi ümmü'lveledin (efendisinden hamile kalıp çocuk
doğuran köle kadın) satılamayacağı kanaatinde olan Hz. Ali (radıyallahu anh)
Irak'a gelip, aksine kanaat izhar edince Ubeyde kendisine: "Sizin ve Hz.
Ömer'in cemaate uyan (eski görüşünüz, bana, tefrikaya kaçan (bugünkü şahsî
görüşünüzden daha hoştur" der. Bu itiraz üzerine Hz. Ali (radıyallahu anh)
yukarıdaki sözünü söyler.
İbnu Sîrîn'le alakalı ithamın mahiyetine
gelince: Hz. Ali'den Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'e muhalefet ettiğine dair
rivayetlerin Râfıza ve Şia'dan kaynaklandığını söylemiştir. Ahkâma müteallik
rivayetler bu sözün dışındadır, sîkalardan alınmıştır.
ـ12ـ وعن أنس رضِىَ
اللّهُ عنهُ قال: ]مَا أعرفُ شيئاً ممّا كَانَ على عهدِ رسُولِ اللّهِ #، قيلَ
الصةُ؟ قال أليْسَ صَنَعْتُمْ مَا صَنَعْتُمْ فِيهَا[ أخرجه البخارى والترمذى .
12. (64)-
Enes (radıyallahu anh) şöyle der: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
devrinde mevcut olan şeylerden (kelime-i şehadet dışında) hiçbirini artık
göremiyorum." Kendisine
"namazı da mı?" diye itiraz edilince:
"Namaza da ne yaptığınızı bilmiyor musunuz,
(öğleyi akşama yakın kılmadınız mı)?" cevabını verir.
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinin
özlem ve hasretiyle yanan Hz. Enes (radıyallahu anh) Emevî idarecilerinin
nâhoş tutumlarının da te'siriyle karamsar bir havaya düşerek, o mahz-ı nur
devrine nazaran pekçok şeyin değişikliğe uğradığını yukarıdaki sözleriyle
ağlayarak dile getirir. Fazla mübâlağa ettiğini göstermek maksadıyla "Nasıl
olur, işte namaz, olduğu gibi duruyor" derler. O, Haccâc'ın namaz
vakitlerinde yaptığı değişikliği îma ederek "Onda neler yaptığınızı bilmiyor
musunuz, öğleyi akşama yakın kılmıyor musunuz, bu Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) zamanında böyle mi idi?" cevabını verir.
ـ13ـ وعن أبى هريرة
رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]أنه دخلَ السوقَ فقالَ: أراكُمْ ههنَا وَمِيراثُ محمدٍ
# يُقسَمُ في المسجدِ، فذَهَبُوا وقالوا: مَا رأينَا شيئاً يُقسَمُ؟ رأيْنَا
قوماً يقرؤنَ القرآنَ. قالَ: فذلكمْ ميراثُ نبيكمْ #[.
13. (65)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den rivâyet edildiğine göre bir gün kendisi
çarşıya uğrar ve:
"Mescidde Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın mirası taksim edilirken ben sizleri burada görüyorum (Bu ne
biçim iş, siz de koşun) buyurur. Herkes mescide koşuşur, bir şey
göremeyince:
"Taksim edilen bir şey göremedik, sâdece
bazıları Kur'ân okuyordu" derler. O cevabı yapıştırır.
"İyi ya, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın mirası zaten bu değil mi?"
AÇIKLAMA:
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) mîzaç
itibariyle, şakacı, nüktedan bir zattır. Yukarıda görüldüğü üzere, Kur'ân-ı
Kerîm'in ehemmiyetine bir kısım kimselerin dikkatini çekmek maksadıyla yarı
şaka yarı ciddi bir davranışta, bir nüktede bulunmuştur. Bu çeşit
davranmaların yalan sayılmayacağı, câiz olacağı hükmü çıkarılır.
ـ14ـ وعن ابن مسعود
رضِىَ اللّهُ عنهُ أنه قال: مَنْ كَانَ مُسْتنّا فليستنّ بمن قَدْ مَاتَ فإنّ
الْحَيَّ يؤمَنُ عليْهِ الفتنةُ، أولئكَ أصحابُ محمدٍ # كَانُوا افضَلَ هذهِ
ا‘مةِ أبرّها قلُوباً، وأعمقها علماً، وأقلّها تكلفاً، اخْتارَهُمْ اللّهُ
تعالى لصحبة نبيهِ # و“قامةِ دينهِ، فاعرِفُوا لَهُمْ فَضْلَهُمْ واتّبِعُوهُمْ
عَلَى أثَرِهِمْ وَتَمَسّكُوا بِمَا اسْتطَعْتُمْ مِنْ أخْقِهِمْ وَسِيَرِهِمْ
فإنهُمْ كَانُوا عَلَى الهدَى المسْتقِيمِ .
14. (66)-
İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle
buyurmuştur: "Bir yol takip etmek isteyen, bu yolu, ölmüş olanların yolundan
seçsin. Zira hayatta onların fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Ashâbıdırlar. Onlar bu ümmetin en
efdalidir. Kalpçe en temizleri, ilimce en derînleri, amelce en ihlaslıları
yine onlardır. Allah, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sohbeti ve
dininin yerleşmesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü
idrak edin, onların yolundan gidin, elinizden geldikçe onların ahlâkını ve
yaşayış tarzlarını kendinize örnek kılın. Zira onlar en doğru yolda idiler."
ـ15ـ وعن ابن عباس رضِىَ
اللّهُ عنهُما قال: ]مَنْ تَعلّمَ كِتَابَ اللّهِ تعَالى ثمّ اتبَعَ مَا فيهِ
هَدَاهُ اللّهُ تَعالَى مِنَ الضّلَةِ في الدّنيَا ووقاهُ سوءَ الحِسَابِ في
اŒخِرَةِ[ .
15. (67)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur:
"Kim Allah'ın Kitabını öğrenir ve sonra da onda bulunanlara uyarsa, Allah
onu, dünyada dalâletten çıkarıp doğru yola sevkeder, âhirette de kötü
hesabtan korur."
AÇIKLAMA:
İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'ın "Allah'ın
Kitabı'na uyan dünyada sapıtmadığı gibi âhirette de kurtuluşa erer" deyip
sözüne delil olarak şu âyeti okuduğu da rivayet edilmiştir. "Kim
hidâyetime uyarsa ne sapıtır ne de hüsrâna uğrar" (Tahâ: 20/123).
ـ16ـ وعن عمرَ بن الخطاب
رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]تُرِكتُمْ علَى الواضِحةِ، ليلُهَا كَنَهارِهَا.
كُونُوا عَلى دين ا‘عرابِ والغلمانِ في الكُتَّابِ.[
16. (68)-
Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh)'dan rivayet edilir ki, şöyle
buyurmuştur: "Gecesi gündüz gibi olan çok aydınlık bir şeriat üzere
terkedildiniz. Çöldeki bedevîlerin ve mahalle mekteplerindeki çocukların
dini üzere olun. (Âyet ve hadisten öğretilenleri olduğu gibi takib edin,
kendinizden katıp karıştırmadan taklid edin.)
AÇIKLAMA:
Burada dinî tatbikatta, çöl bedevîsi ve
çocuklar gibi olmaktan maksad dinin zahiriyle amel etmektir. Bedevî ve
çocuğun ruhî yapılarında saflık esastır. Kendilerine verileni alırlar. Şu
halde dinî mevzularda selef-i sâlihin'den intikal eden farzlar, haramlar,
sünnetler ne ise onlarla iktifa etmek tavsiye edilmektedir. Müteşabihleri,
sapıkların sözlerini araştırmaya kalkmak kişiyi çıkmaza sokar. Nitekim merfu
rivayetlerde de buna benzer olarak "Size koca karıların dindarlığını
tavsiye ederim" hadisi rivayet edilmiştir.
ـ17ـ وعن عَليٍّ رَضِىَ
اللّهُ عنهُ قال: ]تُرِكْتُمْ على الجادّةِ، منهجٌ علَيْهِ أُمُّ الكِتَابِ[
أخرجَ هذه اŒثارَ الخمسةَ رزين رحمه اللّه تعالى .
17. (69)-
Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur: "Sizler geniş bir caddeye
bırakıldınız. Bu, üzerinde Ümmü'l-Kitap olan (yâni Allah'ın kesin hükümlü
âyetleriyle istikameti tesbit edilmiş) bir yoldur."
[Ashâb'ın büyüklerine ait son beş rivayeti
Rezîn merhum tahric etmiştir].
Buhârî, İ'tisam: 5, Büyü: 60, Sulh: 5; Müslim, Akdiye: 18 (1718);
Ebu Dâvud, Sünnet: 6, (4606); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme
ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/339.