ـ1ـ عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قُلْتُ يَارسُولَ اللّهِ: نَرَى
الْجِهَادَ أفْضَلُ ا‘عْمَالِ أفََ نُجَاهِدُ؟ قَالَ: لَكِنَّ أفْضَلَ
الْجِهَادِ وَأجْمَلَهُ حَجٌّ مَبْرُورٌ ثُمَّ لُزُومُ الحضَرِ. قَالَتْ: فَ
أدَعُ الحَجَّ بَعْدَ إذْ سَمِعْتُ هذا[. أخرجه البخارى إ قوله »ثُمَّ لُزُومُ
الحضَرِ« والنسائى بطوله .
1. (1163)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, cihâdı
amellerin en faziletlisi görüyoruz, biz de cihâd etmiyelim mi?" Şu cevabı
verdi:
"Ancak, cihâdın en efdal ve en güzeli hacc-ı
mebrûrdur. Sonra şehirde kalmaktır." Hz. Aişe der ki: "Bunu işittikten sonra
haccı hiç bırakmadım." [Buhârî, Hacc 4, Cezâu's-Sayd 26, Cihâd 1; Nesâî,
Hacc 4, (5, 113). "Sonra şehirde kalmak" cümlesi Buhârî'de yok.]
AÇIKLAMA:
1- Buhârî'de olmadığı belirtilen cümle
Nesâî'de de mevcut değildir. Nesâî'deki rivayette Hz. Aişe (radıyallahu
anhâ), Hz. Peygamber'e şöyle der: "Ey Allah'ın Resûlü, seninle cihad etmek
üzere biz de sefere çıkmayalım mı? Zîra ben Kur'ân'da cihaddan efdal bir
amel göremiyorum." Resûlullah şu cevabı verir: "Hayır, ancak cihadın en
iyisi, en güzeli Kâbe'ye haccetmektir, hacc-ı mebrûrdur."
2- Hadiste haccın cihad olarak tavsifi, haccda
karşılaşılan meşakkatler sebebiyle bir nevi nefis mücadelesi
yapılmasındandır. Nitekim hadislerde nefisle yapılan mücadele de "cihad" ve
hatta "efdal" ve "ekber" yani "en faziletli", "en büyük cihad" olarak ifade
edilmiştir:
اَفْضَلُ الْجِهَادِ اَنْ يُجَاهِدَ الرَّ جُلُ نَفْسه وهواهُ
3- Hacca "cihad'ın en iyisi" denirken
muhatabın kadın olması da mühim bir husustur. Sözleri değerlendirirken
muhatap unsurunu da nazar-ı dikkate almak gerekir. Hattâ hadisin sonunda
gelen "sonra şehirde kalmak" tâbiri de bu açıdan değerlendirilmelidir.
"Şehir" olarak tercüme ettiğimiz hadar kelimesi köy, kasaba gibi yerleşilen,
sabit olunan yere ıtlak olunur. "Sonra evinde kalmak" şeklindeki bir tercüme
daha açık olabilirdi. Asla sadakat için şehir dedik. Ancak burada "şehir"in,
dilimizdeki şehir mânasına tam muvafık düşmediğini de bilmeliyiz. Bu cümle,
Kur'ân-ı Kerim'de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevce-i pâkleri
hakkında gelmiş olan:
وَقَرْنَ فِى بُيُوتِكُنَّ
"Evlerinizde oturun" (Ahzâb 33) âyetini hatırlatmaktadır.
4- Hacc-ı Mebrûr: "Menâsikine uygun olarak
yapılan ve hiçbir günahın karışmadığı hacc demektir. "Hacc-ı Mebrûr", Hacc-ı
Makbûl olarak da anlaşılmıştır. Mamafih iki anlayış da aynı mânaya te'vil
edilebilir: Hiçbir eksiğin, hiçbir günahın karışmadığı hacc makbuldür,
mebrurdur.
5- Hadiste bir incelik âlimlerin dikkatini
çekmiştir: Rivâyet, kadınların cihada katılmasını reddetmiyor, ancak haccın
onlar için daha sevablı bir cihad olduğunu ifade ediyor. Öyle ise sevabca az
da olsa onlara da cihad var demektir. Bu, hükmü çıkarmada, hadisin İbnu
Mâce'de gelen vechi daha açıktır:
قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ عَلى النِّسَاءِ جِهَادٌ؟ قَالَ: نَعَمْ جِهَادٌ َ
قِتَالَ فِيهِ: اَلْحَجُّ وَالْعُمْرَةُ
"Dedim ki: "Ey Allah'ın Resûlü, kadınlara da
cihad var mı?" Şu cevabı verdi: "Evet, içinde kıtâl olmayan bir cihâd var:
"Hacc ve umre..." İbnu Battâl der ki: "Hz. Aişe'nin Cemel Vak'ası'na katılıp
kıtâlde bulunması sebebiyle onun kadrini düşürmek isteyenler: "Evlerinizde
oturun" (Ahzâb 33) meâlindeki âyetle savaş kadınlara haram edildiği halde,
(âyetin emrine muhalefet ederek) savaşmıştır" derler. Halbuki bu hadis
böylelerinin iddiasını reddeder. Zîra Resûlullah, "cihadın efdali..."
tâbirini kullanmıştır. bu tâbir, kadınlara hacc dışında da cihad olduğuna,
ancak haccın o cihaddan efdal bir cihad olduğuna delâlet eder."
Böylece bu hadisten, kadınların evlerinde
kalmalarıyla ilgili emr-i Kur'ânî'nin vücub ifade etmediği anlaşılır.
ـ2ـ وعن سهْل بن سَعْد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: مَامِنْ
مُسْلِمٍ يُلَبِّى إّ لُبَّى مَا
عَنْ يَمِينِهِ وَشِمَالِهِ مِنْ حَجَرٍ اَوْ شَجَرٍ أوْ مَدَرٍ حَتَّى
تَنْقَطِعَ ا‘رْضُ مِنْ ههُنَا وَههُنَا[. أخرجه الترمذى .
2. (1164)-
Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Telbiyede bulunan hiç bir Müslüman yoktur ki, onun
sağında ve solunda bulunan taş, ağaç, sert toprak onunla birlikte telbiyede
bulunmasın, bu iştirak (sağ ve solunu göstererek) şu ve şu istikâmette arzın
son hududuna kadar devam eder." [Tirmizî, Hacc 14, (828).]
AÇIKLAMA:
Telbiye, hacc sırasında ihrama girildiği andan
itibaren bayramın birinci günü (Zilhicce'nin 10. günü) Cemre-i Akabe'de ilk
taşın atılmasına kadar yüksek sesle okunan şu duadır:
لَبَّيْكَ
اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ َ شَرِيكَ لَكَ لبَّيْكَ، إنَّ الْحَمْدَ وَالنِّعْمَةَ
لَكَ وَالْمُلْكَ َ شَرِيكَ لَكَ
"Buyur Allahım buyur! Davetine bütün
samimiyetimle icabet ettim! Buyur Allahım buyur! Senin eşin, ortağın yoktur.
Buyur Allah'ım buyur! Hamd senin, nimet senin, mülk senin. Bunların
hiçbirinde eşin, ortağın yoktur!"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) binbir
sıkıntıya katlanarak, pekçok müşkilleri hallederek mübârek beldelere
gelmekle Allah'ın emrine fiilen uymuş bulunan insanların icâbet hallerinin
kavlî ifadesi olan telbiyeyi, sözdeki samimiyete binaen hâsıl olan ihlâs
sebebiye, kişinin sağ ve solunda yer alan taş, ağaç, toprak bütün
mevcudatın, arzın nihâî hududuna varıncaya kadar tekrar edeceğini haber
vermektedir.
Bu hadisle haccın haşmetini, mânevî değerinin
de içtimâî ve siyâsî yönlerine muvazi şekilde müstesna bir azamet taşıdığını
anlamaktayız.
Ümmet-i merhumeye Rabbimizin lütfu ne kadar
büyük! Cenab-ı Hakk'tan, buna liyakatle de merzuk kılmasını diliyoruz.
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رسولُ اللّه #: تَابِعُوا
بَيْنَ الحَجِّ وَالْعُمْرَةِ فإنَّهُمَا يَنْفِيَانِ الذُّنُوبَ كَمَا يَنْفِى
الْكِيرُ خَبَثَ الحَدِيدِ[. أخرجه النسائى .
3. (1165)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Haccla umrenin arasını birleştirin. Zîra bunlar
günahı, tıpkı körüğün demirdeki pislikleri temizlemesi gibi temizler."
[Nesâî, Menâsik 6, (5, 115); İbnu Mâce, Menâsik 3, (2886).]
AÇIKLAMA:
1- Burada, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), haccla umreyi ard arda yapmayı tavsiye etmektedir. Yani hacc
yapılınca peşinden umre de yapılmalıdır. Umre yapıldı mı, ardından hacc
yapılmalıdır.
Münâvî, haccla umrenin yan yana zikrinden,
umrenin de hacc gibi vâcib olduğu hükmünün çıkarıldığını,
Muhibbu't-Taberî'den naklen kaydeder. Yani "Nasıl ki Kur'ân-ı Kerim'in,
فصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ
ayetinde "tetâbu" tâbiri, kefaret halinde, ard arda iki ay oruç tutmayı
vacib kılmıştır, öyle ise umre ile haccın da ard arda olması gerekir"
denmiştir. Böylece araya fâsıla girmeden her ikisinin de peş peşe yapılması
gerekir.
Ancak şu mâna da çıkarılmıştır: "Araya fasıla
girse bile, biri yapıldıktan sonra diğeri de mutlaka yapıldı mı, hadisteki
tetâbu (birbirini tâkip) emri yerine gelir, zîra Arap dili açısından bu mâna
da sahihtir."
2- Hadisin Nesâî'deki aslında hacc ve umrenin
"fakirlik" ve "günahı" temizleyeceği ifade edilir. Kitabımızdaki metinde
"fakirlik" kelimesi düşmüş durumda. Tabiî ki, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) sadaka ve zekâtın mala bereket ve ziyâde getirdiğini ifade
ettiği gibi, hacc ve umre için yapılacak harcamaların fakirlik getireceği
korkusunu kırmak için, bu yoldaki maddî fedakârlıkların sâdece mânevî değil,
maddî berekete de sebep olacağını ifade etmiş olmaktadır.
3- Mânevî kazanç, körüğün demirdeki -bir
rivayette altın ve gümüş de zikredilir- pisliği temizlediği şekilde hacc ve
umrenin günahları temizleyeceği şeklinde ifade edilmiştir. Buradaki teşbih
hakikaten dikkat çekicidir. Körük demirdeki pisliği basit bir üfürme ile
değil, ciddi bir yakma ile temizlemektedir. Hacc ibâdetinde, gerçekten nefsi
alev alev yakan, temizleyen çeşitli ateşler, sıkıntılar var: Maldan
harcamalar, açlık, susuzluk, yorgunluk, uykusuzluk, yolculuğun muhtemel
olduğu çeşitli tehlikelerin göze alınması ve aşılması, vatandan, eşdosttan,
işten ayrılık, alışkanlıkların terki vs. vs. Ve bunlar 1500 senelik ağır
şartların hüküm sürdüğü asırlar için düşünülürse, ne derece yakıcı bir körük
alevi olduğu ve bunların hepsine sırf Allah rızası için sabırla katlanmış
olan ihlâslı bir hacıyı tertemiz ettiği daha kolay anlaşılır. Mü'min bütün
bu alevlerde kendisini bir şey için yakıyor: "Rabbinin emrini yerine
getirerek rızasını kazanmak." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kulun bu
fedakârlığına karşı Rabbi Teâlâ'nın mukabil muamelesini -müteakip hadiste
görüleceği üzere- "Hacc-ı Mebrûr'un karşılığı cennetten başka bir şey
olamaz" diyerek ifade etmektedir. Yani, hacc ve umre, körüğün demiri
temizlediği gibi, mü'mini günahlardan temizlemekle kalmaz, fazlasını da
kazandırır: Cennet!..
ـ4ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: الْعُمْرَةُ
إلى الْعُمْرَةِ كَفَّارَةٌ لِمَا بَيْنَهُمَا، وَالحجُّ المَبْرُورُ لَيْسَ
لَهُ جَزَاءٌ إَّ الجَنَّةَ[. أخرجه الستة إ أبا داود .
4. (1166)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir umre, diğer umreye arada işlenenler için kefarettir. Hacc-ı
Mebrûr'un karşılığı cennetten başka bir şey olamaz!" [Buharî, Umre 1;
Müslim, Hacc 437, (1349); Tirmizî, Hacc 90, (933); Nesâî, Menâsik 3, (5,
112), 5, (5, 115); İbnu Mâce, Menâsik 3, (2887); Muvatta, Hacc 65, (2,
346).]
AÇIKLAMA:
1- İbnu Abdi'l-Berr, hadiste umrenin kefaret
olacağı belirtilen günahların küçük günahlar olduğunu söylemiş, büyük
günahlara da şamil olacağını söyleyenlere şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak,
hadis mutlak geldiği için bazı âlimler "Büyüklere de şâmil olabilir"
demiştir.
2- Bazı âlimler, "Büyük günahlardan ictinab,
küçükleri affettirdiğine göre, umrenin küçüklerin affına vesile olması ne
demektir." diye bir işkal ileri sürmüştür. Buna: "Umrenin kefâret olması
zamanla mukayyeddir, büyük günahtan ictinabın kefâret olması mukayyed değil,
âmmdır, kulun bütün ömrünü içine alır, öyle ise bu açıdan ikisi farklıdır"
diye açıklama sunulmuştur.
3- Bu hadis, çokca umre yapmanın müstehab
olduğuna delil teşkil etmektedir, zîra buna teşvik var. Halbuki Mâlikîler,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın seneden seneye yapmış olmasını delil
kılarak "Yılda birden fazla umre yapmak mekruhtur" demişlerdir. "Ayda birden
fazla umre yapmak mekruhtur" diyen de olmuştur. Ancak: "Mendub olan
fiillerde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ameli şart değildir.
Nitekim, bir çok müstehab ve mendub işi, ümmete zorluk olmasın diye, zaman
zaman terketmiştir..." diye cevap verilmiştir. Ulemâ hacc elbisesi giymeyen
bir kimse için, senenin her gününde umre yapabileceğinde ittifak etmiştir.
Sadece Hanefîler, -daha önce temas ettiğimiz üzere- arafe ve kurban günleri
ile eyyâm-ı teşrikde mekruh addetmişlerdir. Ahmed İbnu Hanbel'den yapılan
bir rivayete göre: "Kişi umre yaptı mı traş olması veya saçlarını kasretmesi
(kısaltması) vacibtir, öyle ise, her umrede bunu yapacağına göre ikinci bir
umre için, saçın büyümesi ve dolayısıyla on gün geçmesi gerekir" demiştir.
4- Hadiste geçen "Bir umre, diğer umreye"
tâbiri ile "Bir umre diğer bir umre ile birlikte..." şeklinde anlaşılmıştır.
Yani mâna: "Bir umreden sonra bir umre daha yapılırsa, bu ikisi arasında
işlenmiş olan (günah)lara kefaret olur" diye anlaşılmıştır. Böylece,
müteakip bir umre daha yapılmasının gereği daha iyi anlaşılır.
5- Sadedinde olduğumuz hadisten, hacc
farizasını yapmazdan önce de umre yapılabileceği hükmü çıkarılmıştır.
ـ5ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسولُ اللّه #: مَنْ طَافَ
بِالْبَيْتِ خَمْسِينَ مَرَّةً خَرَجَ مِنْ ذُنُوبِهِ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ
أمُّهُ[. أخرجه الترمذى.والمراد بذلك خمسون طوافا كام دون ا‘شواط .
5. (1167)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Beyt'i (Kâbe-i Muazzama'yı) kim elli defa tavaf
ederse, günahlarından çıkar ve tıpkı annesinden doğduğu gündeki gibi olur."
[Tirmizî, Hacc 41, (866).]
Buradaki tavaftan maksad, şavtlar olmayıp,
elli tam tavaftır.
AÇIKLAMA:
Bu hadis Kâbe'yi elli defa tavaf etmedeki
sevabın büyüklüğünü ifade etmektedir. Ancak buradaki "tavaf"tan maksad
nedir? Yani tavaf, lügat olarak, bir şeyin etrafında dönmek demektir. Öyle
ise, hadis, Kâbe'nin etrafında elli kere dönmeyi mi ifade etmektedir? Yoksa,
hacc ıstılahı olarak, yedi şavttan (şavt, Kâbe'nin etrafında yapılan bir
ziyaret devridir) ibaret olan bir tavaf mıdır?
İki mâna üzerinde de durulmuştur.
Muhibbu't-Taberî'nin bazı âlimlerden kaydına
göre buradaki bir "tavaf"tan kastedilen şey bir şavttır. Ancak kendisi bu
görüşü reddederek: "Burada elli tane "yedi" kastedilmektedir" der.
Taberânî'nin Mu'cemu'l-Evsat'ında gelen bir açıklamaya göre demiştir ki:
"Elli tavaftan maksad, bunun bir anda peş peşe yapılması demek değildir.
Burada istenen, kişinin defter-i hanesinde, (her biri yedi şavt olan) elli
tavafın bulunmasıdır. Bunu bir ömür içinde de tamamlamış olsa fark etmez."
ـ6ـ وعن أم سلمة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قال رسولُ اللّه #: مَنْ أهَلَّ
بِحَجَّةٍ أوْ عُمْرَةٍ مِنَ المَسْجِدِ ا‘قْصَى إلى المَسْجِدِ الحَرَامِ
غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأخَّرَ أوْ وَجَبَتْ لَهُ
الجَنَّةُ، شك الراوى أيتهما قال[. أخرجه أبو داود .
6. (1168)-
Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Kim, hacc veya umre için Mescid-i Aksa'dan
Mescid-i Haram'a (kadar) ihrâma girerse, geçmiş ve gelecek bütün günahları
affedilir veya cennet kendisine vâcib olur." -Râvi, Resûlullah'ın hangisini
dediği hususunda şekke düştü-" [Ebu Dâvud, Menâsik 9, (1741)ş İbnu Mâce,
Menâsik 49, (3001-3002).]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste ihrâma girme mahalli ne kadar
uzak kılınırsa o kadar sevab olacağına işaret edilmektedir. Zîra, umre veya
hacc için, Kudüs'te ihrâma girilmesi halinde geçmiş ve gelecek günahların
affedileceği ifade edilmiştir. Halbuki normal mîkat (ihrama girme)
mahallerinin Mekke'ye yakınlığı Kudüs'e nazaran çok fazladır.
Hattabî, şu açıklamayı sunar: "Hadiste, mîkat
mahallinden önce, çok uzaklarda ihrama girmeye cevaz ve teşvik vardır.
Nitekim birçok sahâbe böyle yapmıştır. Ancak, Hz. Ömer (radıyallahu anh),
Basra'da ihrâma girmiş olan İmrân İbnu Husayn'ı bu davranışı sebebiyle
takbih etmiştir. Hasan Basrî, Atâ İbnu Ebî Rebâh, Mâlik İbnu Enes de uzakta
ihrama girmeyi kerih bulurlar. Ahmed İbnu Hanbel de: "Uygun olanı
mîkatlarda ihrama girmektir" der. İshak İbnu Râhûye de böyle söylemiştir.
Ben derim ki: Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in bunu mekruh addetmesi, ümmete
şefkati sebebiyledir. Zîra mesafe uzadıkça, ihramlıya, ihramda iken
yapılması bir kısım cezayı gerektiren âfetlerin ârız olma ihtimali artar.
Hal böyle olunca, en selâmetli davranış en kısa ihram mesafesinde ihrama
girmektir."
ـ7ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّ رسول اللّه # قالَ ‘مْرَأةٍ
منَ ا‘نْصَارِ يُقَالُ لَهَا أمُّ سِنَانٍ: مَا مَنَعَكَ أنْ تَكُونِى حَجَجْتِ
مَعَنَا؟ قَالَتْ: نَاضِحَانِ كانَا ‘بِى فَنٍ )زوجها( حَجَّ هُوَ وَابْنُهُ
عَلى أحَدِهِمَا وَكانَ اŒخَرُ يَسْقى أرْضاً لَنَا. قالَ: فُعُمْرَةٌ في
رَمَضَانَ تَقْضِى حَجَّةً، أوْ حَجَّةً مَعِى. فإذَا جَاءَ رَمَضَانُ
فاعْتَمِرِى فإنَّ عُمْرَة فِيهِ تَعْدِلُ حَجَّةً[. أخرجه الشيخان إلى قوله:
معى، والنسائى بتمامه.»النَّاضِحُ« البعير الذى يسقى عليه .
7. (1169)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), Ensâr'dan Ümmü Sinân adındaki bir kadına:
"Bizimle haccetmekten seni ne alıkoydu?" diye
sordu. Kadın:
"Ebû fülânın (kocasını kasteder) sadece iki
sulama devesi var. Biriyle o ve oğlu haca gitti. Öbürü (ile de ben kaldım)
arâzimizi suluyor(um)" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Öyleyse Ramazan'da (yapacağın) umre,
(kaçırdığın) bir haccın veya benimle (yapmış olacağın) bir haccın
kazasıdır. Ramazan gelince umre yap. Zîra Ramazan'daki bir umre hacca muâdil
olur." [Buhârî, Umre 4, Cezâu's-Sayd 26; Müslim, Hacc 222; Nisâî, Sıyâm 6,
(4, 130).]
AÇIKLAMA:
1- İbnu Hacer, Buhârî'nin "Ramazan'da Umre"
adlı babında, hadisi muhtelif vecihleri içerisinde tahlil ederek, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisiyle hacca katılmayış sebebini sormuş
olduğu iki ayrı kadın olabileceği ihtimalini belirtir. Bunlardan biri Ümmü
Ma'kıl el-Esediyye, diğeri Ümmü Sinan el-Ensâriyye'dir. Bunların hikâyeleri
de hadislerde farklıdır. Hatta, bazı rivayetlerde Ümmü Sinân değil, Ümmü
Süleym ismi mezkurdur.
2- İsmi mübhem kılınan koca, bâzı rivayetlerde
Ebu Sinân diye tesmiye edilmiştir. Bu durumdan, kadının oğlunun isminin
Sinân olduğu anlaşılmaktadır.
3- İbnu Huzeyme der ki: "Bu hadise göre, bir
şey diğer bir şeye bazı yönleriyle benzerlik arzederse, biri diğerine
benzetilerek ona muadil kılınabilir. Zîra, aslında "umre" ile ne farz olan
ne de nezredilmiş olan "hacc" ifa edilemez." İbnu Battâl da şunu
söylemiştir: "Bu hadiste, kişinin nâfile olarak yapmaya azmettiği haccın
tatavvu bir hacc olduğuna delil vardır. Zîra, "umre"nin hiç bir surette
"farz olan hacc"ın yerini tutmayacağı hususunda icma-ı ümmet vardır." Ancak,
İbnu'l-Münir, İbnu Battâl'ı tenkid ederek der ki: "Buradaki mezkûr hacc,
Vedâ Haccı'dır. Vedâ Haccı, İslâm'da farz olarak eda edilen ilk haccdır.
Zîra, daha evvel Hz.Ebu Bekir'in emîrliği altında ifâ edilen hacc bir inzar
idi. Hal böyle olunca, hadiste zikri geçen kadının daha önce farz olan hacc
borcunu eda etmiş bulunması müstahildir (yani akla aykırıdır)."
İbnu Hacer de İbnu'l-Münir'i reddederek şöyle
der: "Onun söylediği, herkesce benimsenmiş (müsellem) bir görüş değildir.
Zîra, kadının Ebû Bekir (radıyallahu anh)'le birlikte haccederek, bu haccla
farzdan kurtulmuş olmasına bir mâni yoktur. Üstelik İbnu'l-Münir, iddiasını,
haccın hicrî onuncu yılda farz kılındığı ihtimâline dayandırmaktadır. Bu
ihtimali esas alması, haccın bidayetten beri farz olduğu
söylenerek şahsî görüşüne karşı ileri sürülecek tenkitlerden kurtulmak
içindir." İbnu Hacer, İbnu Huzeyme'nin görüşü hususunda, İbnu Battâl'ın
yaptığı tarzda bir tahlile gerek olmadığını belirtir. Ve şöyle bir neticeye
varır: Ramazan'da yapılacak umre sevab itibariyle hacca muâdil olur, bu
yönüyle haccla müştereklik arzeder. Ancak farz olan haccın borçtan düşmesi
hususunda umre, haccın yerine geçmez, bu husus icmâ ile sabittir.
Tirmizî'nin bir kaydına göre, sadedinde olduğumuz hadiste umre ile hacc
arasında kurulmuş olan irtibatı İshâk İbnu Râhuye, İhlâs sûresinin Kur'ân-ı
Kerim'in üçte birine muâdil olduğunu beyan eden hadisteki İhlâsla, Kur'ân
arasındaki irtibata benzetmiştir.
İbnu'l-Arabî demişti ki: "Bu umre hadisi
sahihdir. Rabbimizin bir lütfu ve nimeti olarak umre, ona Ramazan'ın da
inzimamıyla (hâsıl olan sevâb itibâriyle) hacc derecesine ulaşmaktadır."
İbnu'l-Cevzî de şu yorumu yapmıştır: "Bu hadisten öğreniyoruz ki, amelin
sevabı, ona zamanın şerefi de ilave edilince ziyadeleşmekte ve artmaktadır,
tıpkı huzur-u kalb ve hulus-i niyetle de arttığı gibi."
ـ8ـ وعن أبى بكر بن عبدالرحمن قال: ]جَاءَتِ امْرأةٌ إلى رسولِ اللّه #
فقَالَتْ: إنِّى كُنْتُ تَجَهَّزْتُ لِلْحَجِّ فَاعْتَرَضَ لِى. فقَالَ:
اعْتَمِرِى في رَمَضَانَ فإنَّ عُمْرَةً فِيهِ كَحَجَّةٍ[. أخرجه مالك وأبو
داود .
8. (1170)-
Ebu Bekr İbnu Abdirrahmân anlatıyor: "Bir kadın Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek:
"Ben haccetmek için hazırlık yapmıştım. Bana
(bir mâni) ârız oldu ne yapayım?"
"Ramazan'da umre yap, zira o ayda umre tıpkı
hacc gibidir" buyurdu." [Muvatta, Hacc 66, (1, 347); Ebu Dâvud, Hacc 79,
Tirmizî, Hacc 95, (939); Nesâî, Sıyâm 6, (4, 130); İbnu Mâce, Hacc (Menâsik)
45, (2991-2995).]
AÇIKLAMA:
Burada ismi belirtilmeyen kadının, Ebû
Dâvud'un rivayetinde Ümmü Ma'kıl olduğu anlaşılmaktadır. Ârız olan mâni, bir
rivayette kocasına ve kenisine gelen hastalıktır. Kocası ölmüş, kendisi
sıhhate kavuşmuştur. Tek develeri de kocası Ebu Ma'kıl tarafından Allah
yolunda vakfedilmiştir.
Abdurrezzak'ın rivayetinde kadın, hacc
hazırlığı yaptığını ancak devesini kaybettiğini söyler.
Zürkânî: "Deveyi bulmuş, sonra da hastalanmış
veya hastalıktan kurtulmuş, bu sefer de deveyi kaybetmiş olabilir" diyerek,
iki rivayeti te'lif eder.
Hülâsa Resûlullah kadına: "Ramazan'da umre
yap, bu, (sevapça nafile olan) hacca eşittir" diyerek cevap verir.
Âlimler: "Hayırlı ameller, onun işlendiği
vakitlere göre birbirlerinden üstün olur, bazı vakitlerde yapılan, diğer
vakitlerde yapılana nazaran daha faziletlidir. Ramazan ayı, hayırlı
amellerin katlanması açısından diğerlerinden üstündür, bu onun faziletinin
büyüklüğüne delildir. Hac, içerisindeki meşakkatin ve amelin fazlalığı
sebebiyle umreden üstündür" diyerek hadisin anlaşılması için açıklama
yapmışlardır.
ـ9ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قال رسولُ اللّه #: مَا عَمِلَ
آدَمِىٌّ عَمًَ يَوْمَ النَّحْرِ أحَبَّ إلى اللّهِ تَعالى مِنْ إهْرَاقِهِ
الدِّمَاءَ، إنَّهَا لَتَأتِى يَوْمَ الْقِيَامَةِ بُقُرُونِهَا وَأشْعَارِهَا
وأظَْفِهَا، وَإنَّ الدَّمَ لَيَقَعُ مِنَ اللّهِ تَعالى بِمَكَانٍ قَبْلَ أنْ
يَقَعَ في ا‘رْضِ فَطِيبُوا بِهَا نَفْساً[. أخرجه الترمذى.وزاد رزين: وَإنَّ
لِصَاحِبِ ا‘ضْحِيَةِ بِكُلِّ شَعْرَةٍ حَسَنَةً .
9. (1171)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hiç bir kul, kurban günü, Allah indinde kan akıtmaktan daha
sevimli bir iş yapamaz. Zîra, kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzlarıyla,
kıllarıyla, sınnaklarıyla
gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce Allah indinde yüce bir mevkiye
ulaşır. Öyle ise, onu gönül hoşluğu ile ifâ edin." [Tirmizî, Edâhî 1,
(1493); İbnu Mâce, Edâhî 3, (3126).]
Rezîn şunu ilave etmiştir: "Kurban sahibine,
hayvanın her bir tüyü için sevap vardır."
AÇIKLAMA:
Bu hadis, kurban bayramı gününde yapılabilecek
en kıymetli, en makbul ibâdetin kurban kesmek olduğunu belirtmektedir.
Aliyyü'l-Kârî'nin belirttiği üzere hadiste, kurbanın boynuz, kıl, sınnak
gibi işe yaramaz gibi gözüken kısımlarının bile kıyamet günü ortaya
çıkacağının zikri, kurbandan hâsıl olacak sevâbın büyüklüğünü
belirtmektedir. Kesilen kurban eksiksiz olarak kıyamet günü geleceğine, yani
her bir parçasından sevap hâsıl olacağına göre, onun, imkân nisbetinde
eksiksiz ve mükemmel olması ve gönül hoşluğu ile, sevinerek kesilmesi
gerekir.
Kanın yere düşmeden indallah bir mevkiye
ulaşması, Allah'ın kurban ibadetinden râzı olacağını, kurbanın indallah
makbul bir ibadet bulunduğunu ifade eder.
Öyle ise kulun, böylesine kıymetli bir
ibadeti, istemeyerek, cimrice düşüncelerle değil, gönül hoşluğu ile,
sevinçle yapması, kurban emrini yerine getirmek hususunda iştiyak ve
heyecan duyması, bayram yapması gerekir. Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm)
bu noktaya irşad buyurmaktadır. Rezîn'in ilâvesinden, imkân nisbetinde büyük
hayvan kesmenin daha sevaplı olduğu anlaşılmaktadır.
ـ10ـ وعن أبى بكر الصديق رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سُئِلَ رسول اللّه #
______________(32)
أىُّ الحَجِّ أفْضَلُ؟ قَالَ: الْعَجُّ وَالثَّجُّ[. أخرجه الترمذى.»الْعَجُّ«
رفع الصوت بالتلبية.»والثَّجُّ« إراقة دماء الهدى والضحايا .
10. (1172)-
Ebu Bekri's-Sıddîk (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a: "Hangi hacc daha efdaldir?" diye sorulmuştu."
Yüksek sesle telbiye getirilip, kurban
kesilerek yapılan hacc!" diye cevap verdi." [Tirmizî, Hacc 14, (827),
Tefsir, Âl-i İmrân (3001).]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, hacc
nasıl yapılırsa en efdal olacağı sorulmuştur. Resûlullah da yüksek sesle
mümkün mertebe çok sayıda telbiye çekilen ve kurban kesilen hacc! diye cevap
verir. Telbiyelerin imkân nisbetinde çokluğu, hacc esnasında vaktin boş
geçmediğine, en sevablı zikirle doldurulduğuna delildir. Telbiyenin azlığı
ise, zikrin azlığına -ve daha fenası- mâlayânî ve günaha bâis konuşmalarla
hacc müddetinin heder edildiğine delil olur. Telbiyenin yüksek sesle olması,
hacc âdâbına uymaktır. Elbette âdâbına uyarak yüksek sesle okunan
telbiyeler, âdâbın terkiyle alçak sesle okunandan efdaldir. Kan akıtılmasına
gelince, haccda kurban kesmek mutlak bir vecibe değildir. Hacc-ı ifradda
olduğu üzere kurban kesmeden de haccı eksiksiz eda etmek mümkündür. Hacc-ı
kıran veya hacc-ı temetuda kesilen kurban, şükrân kurbanıdır. İmkânsızlık
halinde bunun da on gün oruçla telâfi imkânı mevcuttur.
Hanefî mezhebine göre en efdal hacc da mezkur
kurbanın vâcib olduğu hacc-ı kıran'dır.
Şu halde Resûlullah, bu kurbanın îfa edileceği
haccın efdaliyetini belirtmektedir.
Hadisin, yine Tirmizî'nin Tefsir bölümünde
kaydedilmiş olan diğer bir vechinde şu ziyade var:
"Başka bir adam kalkarak:
"Ey Allah'ın Resûlü, buna yol nedir?" diye
sordu ve şu cevabı aldı:
"Azık ve binek."
ـ11ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: جِهَادُ
الصَّغِيرِ وَالْكَبِيرِ وَالضَّعِيفِ وَالْمَرْأةِ: الحَجُّ وَالْعُمْرَةُ[.
أخرجه النسائى .
11. (1173)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Küçüğün, büyüğün, zayıfın, kadının cihadı hacc ve
umredir." [Nesâî, Hacc 4, (5, 114); İbnu Mâce, Menâsik 8, (2902).]
AÇIKLAMA:
Hacc ve umrenin cihada benzetilmesi, daha önce
(1169 numaralı hadisin izahında) belirttiğimiz gibi bu iki amelde mevcut
meşakkat ve zahmetler sebebiyledir. Cihad da meşakkat ve zahmet yönü ağır
basan bir ibadettir. İnsan nefsi, her üç amelle de aynı terbiyeleri
alabilecektir. Bu sebeple, sevap yönüyle bunların aralarında benzerlik,
yakınlık ve hattâ -şartlara göre- ayniyet olduğu Resûl-i Ekrem tarafından
bildirilmektedir. Öyleyse cihada muktedir olamayan -söz gelimi çocuk, kadın
veya yaşlı birisi- hacc veya umreyi yaparak aynı sevabı kazanabilecektir.