ـ1ـ عن يحيى بن أبى راشد عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما ]أنَّهُ سَمِعَ
رسولَ اللّهَ # يَقُولُ: مَنْ حَالَتْ شَفَاعَتُهُ دُونَ حَدٍّ مِنْ حُدُودِ
اللّهِ تَعالَى، فَقَدْ ضَادَّ اللّهَ عَزَّ وَجَلَّ، وَمَنْ خَاصَمَ في
بَاطِلٍ وَهُوَ يَعْلَمُ لَمْ يَزَلْ في سَخَطِ اللّهِ تَعالى حَتَّى يَنْزعَ،
وَمَنْ قَالَ في مُؤمِنٍ مَالَيْسَ فِيهِ أسْكَنَهُ اللّهُ رَدْغَةَ
الخَبَالِ)ـ1( حَتَّى يَخْرُجَ مِمَّا قال: وَمَنْ أعَانَ عَلى خُصُومَةٍ
بِظُلْمٍ، فقَدْ بَاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّهِ تَعالى[. أخرجه أبو
داود.»الرَّدْغَةُ«: بسكون الدال وتحريكها بعدها غين معجمة: الطين والوحل
الكثير .
)ـ1( جاء في الحديث: أن الخبال عصارة أهل الناء. والخبال في أصل: الفساد، ومعنى
أنه يخرج مما قال أن يتحلل من ذلك المسلم الذي قال فيه القول.
1. (1649)-
Yahya İbnu Ebî Râşid'in İbnu Ömer'den naklettiğine göre, İbnu Ömer (radıyallâhu
anhümâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işitmiştir:
"Kim şefaat ederek, Allah'ın haddlerinden birinin tatbik edilmesine mani
olursa Aziz ve Celil olan Allah'a muhalefet etmiş olur. Kim bilerek bâtıl
bir dâvayı kazanmaya çalışırsa ondan vazgeçinceye kadar Allah kendisine
buğzeder. Kim mü'mine onda olmayan bir kötülüğü nisbet ederse, bundan tevbe
edinceye kadar cehennemliklerin vücudlarından çıkan irinlerden hâsıl olan
çirkefin içine iskan eder. Kim haksız bir dâvaya yardımcı olursa, Allah'ın
gazabını kazanmış olarak döner." [Ebû Dâvud, Akdiye 14, (3597, 3598).]
AÇIKLAMA:
1-
Hadis, şefaat yaparak, nüfuzunu kullanarak, baskı yaparak vs. hangi suretle
olursa olsun haddlerden birinin infazına mani olmanın büyük günah olduğunu
ifade ediyor. Çünkü Allah'a muhalefet etmek büyük günahtır. İslâm dini her
hususta hatta ta'zire giren suçlarda bile şefaatte bulunmayı hoş karşılamış,
fakat hududa giren cürümlerde bunu haram addetmiştir (1628. hadise ve
açıklamasına bakılsın).
2- Kişinin bâtıl dâvayı bilmesi, kendisinin
haksız olduğunu veya karşı tarafın haklı olduğunu bilmesidir. Şu halde
açılan bir dâvada haksız olduğu halde, haklı mı haksız mı durumunu bilmeyen
veya şüphe üzerinde olan kimse bu tehdidin altına girmez. Öyle duyduğunu
anladığı veya karşı tarafın haklılığını bildiği dâvaları, mü'min kişi,
kazanma derdine düşmemelidir, tâkip etmemelidir.
ـ2ـ وعن الزبير بن العوام رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّهُ لَقِىَ رَجًُ قَدْ
أخَذَ سَارِقاً يُرِيدُ أنْ يَذْهَبَ بِهِ إلى السُّلْطَانِ فَشَفَعَ لَهُ
الزُّبَيْرُ لِيُرْسِلَهُ، فقَالَ: َ حَتَّى أبْلُغَ بِهِ إلى السُّلْطَانِ،
فقَالَ الزُّبَيْرُ: إنَّمَا الشَّفَاعَةُ قَبْلَ أنْ يُبَلَّغَ السُّلْطَانُ،
فَإذَا بُلِّغَ السُّلْطَانُ لُعِنَ الشَّافِعُ وَالمُشَفَّعُ[. أخرخه مالك .
2. (1650)-
Zübeyr İbnu'l-Avvâm (radıyallâhu anh)'ın anlattığına göre, hırsızı yakalayıp
sultana götürmekte olan bir adama rastlar. Zübeyr adamı salıvermesi için
lehinde şefaatte bulunur. Adam:
"Hayır, sultana ulaştırıncaya kadar onu
salmam" der. Zübeyr (radıyallâhu anh) şu açıklamayı yapar:
"Şefaat, sultana ulaşmadan önce caizdir.
Sultana ulaştı mı, ondan sonra şefaat yapan da, şefaati kabul eden de
mel'undur." [Muvatta, Hudud 29, (2, 835).]
AÇIKLAMA:
Hududa giren suçlar, sultana veya ona bedel
hüküm verecek olan kimseye intikal ettikten sonra affetmek, şefaat etmek
mümkün değildir. Bu paralelde yapılacak işlerin daha önceden yapılması
gerekir. Bunun Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan bir örneğini müteakip
rivâyette göreceğiz.
Dârakutnî'nin Hz. Zübeyr (radıyallâhu anh)'den
kaydına göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
اِشْفَعُوا مَالَمْ يَصِلْ إِلَى الْوَالِى فَإِذَا وَصَلَ إِلَى الْوَالِى
فَعَفَا فََ عَفَا اللّهُ عَنْهُ
"Mücrimlere şefaatinizi suçlu valinin önüne
çıkmazdan önce yapın. Dâva valiye vardıktan sonra şefaatte bulunsanız, o da
affetse Allah valiyi affetmez" buyurmuştur.
İbnu Abdilberr der ki: "Ben bunun aksini
bilmiyorum. Günahkârlar lehine şefaat, dâva sultana ulaşmazdan önce
güzeldir, hoştur, ama ona ulaştı mı cezayı vermesi üzerine borçtur."
ـ3ـ وعن صفوان بن أمية رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّهُ تَوَسَّدَ رِدَاءَهُ في
المَسْجِدِ، وَنَامَ فَجَاءَهُ سَارِقٌ فَأخَذَ رِدَاءَهُ، فَأَخَذَ صَفْوَانُ
السَّارِقَ، فَجَاءَ بِهِ إلى رَسولِ اللّهِ # فَأَمَرَ بِهِ أنْ تُقْطَعَ
يَدُهُ، فقَالَ صَفْوَانُ: إنِّى لَمْ أُرِدْ هذَا يَارسُولَ اللّهِ، هُوَ
عَلَيْهِ صَدَقَةٌ، فقَالَ رسولُ اللّهِ #: فَهََّ قَبْلَ أنْ تَأتِيَنِى
بِهِ[. أخرجه ا‘ربعة إ الترمذى .
3. (1651)-
Saffan İbnu Ümeyye (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Mescide uyumak üzere
ridasını yastık yaparak uzanmıştı. Uyurken bir hırsız gelip ridasını aldı.
Ama Saffan (uyanarak) hırsızı yakaladı, doğru Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e götürdü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) derhal elinin
kesilmesini emretti. Saffan:
"Ey Allah'ın Resûlü, ben bunu istememiştim,
ridam ona sadaka olsun!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Onu bana getirmezden önce niye yapmadın?"
diyerek, teklifi reddetti." [Ebû Dâvud, Hudud 14, (4394); Nesâî, Sârik 4,
(8, 68); Muvatta, Hudud 28, (2, 834).]
ـ4ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: ]قَالَ رسول اللّه #: ادْرَءُوا
الحُدُودَ عَنِ المُسْلِمِينَ مَا اسْتَطَعْتُمْ، فَإنْ كَانَ لَهُ مَخْرَجٌ
فَخَلُّوا سَبِيلَهُ، فإنَّ ا“مَامَ إنْ يُخْطِئ في الْعَفْوِ خَيْرٌ مِنْ أنْ
يُخْطِئَ في الْعُقُوبَةِ[. أخرجه الترمذى.و‘بى داود عنها: ]أنَّ رسول اللّهِ #
كانَ يقُولُ: أقِيلُوا ذَوِى الهَيْئَاتِ)ـ1( عَثَراتِهِمْ إَّ الحُدُودَ[.
______________
)ـ1( هم أصحاب المروءات. والخصال الحميدة الذين يعرفون بالشرّ فيزلّ أحدهم
الزلة.
4. (1652)-
Hz. Aişe anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Elinizden
geldikçe hadd cezalarını Müslümanlardan defedin. (Muteber) bir özrü varsa
hemen salıverin. Zîra imamın yanlışlıkla affetmesi yanlışlıkla ceza
vermesinden daha hayırlıdır." [Tirmizî, Hudud 2, (1424).]
Ebû Dâvud'da yine Hz. Aişe'den gelen bir
rivâyette: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "İtibarlı kimselerin
hudud dışındaki zellelerinden vazgeçin" buyurmuştur." [Ebû Dâvud, Hudud 4,
(4375).]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet mevkuf ve merfu olarak
gelmiştir. Haddlerin tatbikatında titiz olmayı, kesinlik kazanmadıkça,
sübutta şüphe bulundukça haddleri tatbik etme cihetine gitmemeyi
emretmektedir.Bir başka rivâyette de,
إِدْرَئُوا الْحُدُودَ بِالشُّبُهَاتِ
"Şüpheler sebebiyle hadd tatbikatını terkedin" denmektedir.
Şârih Muzhir der ki: "Hadis şunu demektedir:
Hadd cezalarını, imkânınız ölçüsünde imama ulaşmazdan önce defedin. Zîra
imam, hatâen aff cihetine giderse, hatâen hadd cezası vermesinden
hayırlıdır. Zîra imama hadd suçu geldi mi ceza vermesi vacibtir."
Tîbî der ki: "Bu hadisin mânası şu hadisin
mânasını te'yid eder:
تَعَافُوا الْحُدُودَ فِيمَا بَيْنَكُمْ فَمَا بَلَغَنِى مِنْ حَدٍّ فَقَدْ
وَجَبَ
"Haddleri kendi aranızda affedin, (affı bana
bırakmayın). Bana bir hadd intikal ederse onun infazı vâcib olur (af mümkün
değildir.)"
Bu hadislerde hitap bütün Müslümanlaradır.
Yani, dâva imama veya mahkemeye intikal etmeden hududun af, şefaat gibi
yollarla terkedilmesi, resmiyete intikal ettirilmemesi.
Resmiyete intikal edince, imama ve kadıya af
veya müsamaha terettüp etmez, bunlar şüphelerle hududu defetmeye
çalışırlar. Nitekim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), günahını itiraf
edenlere "Sende delilik var mı?" veya "Muhsan mısın?" diye sormuş. Mâiz
hakkında: "Onda delilik var mı?" "içmiş olmasın?" diye soruşturmuş,
haklarında haddi tatbik etmemeyi meşru kılacak bir şüphe kapısı, bir özür
aramıştır. Bütün bu örnekler, imamın haddleri şüphelere dayanarak
terketmekle vazifeli olduğuna bir tenbihtir, uyarıdır. (Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şüphe aramasıyla ilgili örnekler için 1605.
hadis görülebilir).
2- Ebû Dâvud'dan kaydedilen hadiste,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) itibarlı kimselerin -ki zevi'lhey'ât
diye geçer ve İmam Şâfiî bunu: "Kendisinden hile zuhur etmeyen" diye
açıklar- hudud dışındaki zellelerini cezalandırma cihetine gitmemeyi tavsiye
etmektedir. Zelle veya asre, ayak kayması, iradî olarak düşünülerek
yapılmayan hata mânasına gelir. Şu halde Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), mü'minlerin hata ve kusurlarının üzerine gidilmemesini umumî
olarak daha müsamahalı, bunları teşhir ve tecziyede daha dikkatli olunmasını
emretmiş olmaktadır. Burada hitap öncelikle ceza verecek olan makama,
imamadır.
Hattâbî der ki: "Hududa girmeyen suçların
cezasını takdir yetkisi imama aittir. Bu rivâyet imamların ta'zirde muhayyer
olduğunu göstermektedir, dilerse ceza takdir eder, dilerse terkeder. Ta'zir
de hadd gibi vâcib olsaydı, itibarlılarla itibarlı olmayanlar eşit
olurlardı."
ـ5ـ وعن ابن المسيب رضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ رَجًُ مِنْ أسْلَمَ يُقَالُ لَهُ
هَزَّالٌ شَكا رَجُ)ـ1( إلى رسول اللّهِ # بِالزِّنَا، وَذلِكَ قَبْلَ أنْ
يَنزِلَ: وَالَّذِينَ يَرْمُونَ المُحْصَنَاتِ. اŒيَةَ، فقَالَ النَّبىُّ # يَا
هَزَّالُ: لَوْ سَتَرَتْهُ بِرِدَائِكَ لكَانَ خَيْراً لَكَ[. أخرجه مالك، وأبو
داود .
5. (1653)-
İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: "Eslem kabilesinden Hezzâl denen
bir adam, bir başkasını Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a zinâ isnad
ederek şikâyet etti. Bu hâdise:
وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ
"Namuslu ve hür kadınlara (zinâ isnadıyla) iftira atan, sonra (bu babta)
dört şahit getirmeyen kimselerin her birine de seksen deynek vurun" (Nur 4)
âyetinin nüzûlündan önce idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama: "Ey
Hezzâl, onu ridân ile örtseydin, senin için daha hayırlı idi" dedi."
[Muvatta, Hudud 3, (2, 821); Ebû Dâvud, Hudud 6, (4377).]
AÇIKLAMA:
Bazı rivâyetlerde, Hezzâl'ın cariyesine
Mâiz'in muvâkaada bulunduğu, bunun üzerine, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e Mâiz'i şikâyet ettiği belirtilir. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) mübalağalı bir üslubla (ridanla Mâiz'i ______________)ـ1(
الرجل: هو ما عز بن مالك أسلمى.
örtseydin diyerek) Müslümanın setredilmesini,
hadd cezasına çarptırılması için isticâl gösterilmemesini tavsiye etmiş
bulunmaktadır. Ancak, daha önce açıklandığı üzere (1605. hadis) Mâiz, gelip
günahını itiraf edecek ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de recme
mahkum edecektir.
ـ6ـ وعن هانئ بن نيار رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ النَّبىَّ # يَقُولُ:
َ يُجْلَدُ فَوْقَ عَشْرَةِ أسْوَاطٍ إَّ في حَدٍّ مِنْ حُدُودِ اللّهِ
تَعالَى[. أخرجه الشيخان وأبو داود .
6. (1654)-
Hâni' İbnu Niyâr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Allah'ın haddlerinden bir hadd olmadıkça hiç kimse on
kırbaçtan fazla dayağa mahkum edilemez" buyurdu." [Buhârî, Hudud 42; Müslim,
Hudud 40, (1708); Ebû Dâvud, Hudud 39, (4491); İbnu Mâce, Hudud 32, (2601).]
AÇIKLAMA:
Bu, ulemânın çokca ihtilâf ettiği bir
hadistir. Haddler dışında ne miktar ceza verilebilir? Bu bahsin giriş
kısmında da belirttiğimiz gibi hadd dışında te'dib ve ta'zir cezaları da
var. Te'dib, terbiyevî maksadlara yönelik belli kayıt ve şartlar tahtında
anne, baba, koca veya hoca gibi büyüklerin sorumlulukları altındakilere
uyguladıkları cezalardır. Ta'zir ise miktarı imama veya hâkime bırakılan
haddlerin dışında kalan cezalardır. Şu halde, sadedinde olduğumuz hadis,
te'dib ve ta'zir suçlarının on darbeyi geçmemesini âmirdir.
Ancak ulemâ, başka rivâyet ve karineleri de
dikkate alarak farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İbnu Hacer bunların bir
kısmını Buhârî Şerhi'nde hülâsa eder. Biz de mevzuyu oradan yapacağımız bazı
iktibaslarla aydınlatacağız: Açıklamasına haddin tarifiyle başlayan şârih
der ki: "(Hadiste geçen) hadden murad, Şâri tarafından ne miktar dövüleceği
belirtilen cürümdür veya hususî dayaktır veya hususî ukubettir. Bu meselede
ittifak edilen suçlar: Zinânın aslı, hırsızlık, sarhoş edici şeyin içilmesi,
zinâ iftirası, katl, cana can kısas, organlarda kısas, irtidad edenin
öldürülmesi. Ancak son İki suçun (kısas ve mürtedin öldürülmesi) hadd
sayılıp sayılmayacağında ihtilâf edilmiştir."
İrtikab edenin cezayı hak ettiği bir kısım
cürümler vardır, bunlara verilecek cezaya hadd denir mi denmez mi ihtilâf
edilmiştir. Bunlar: Âriyet olarak alınan şeyi inkâr, livata
(homoseksüalite), hayvana temas, kadının erkek hayvanı üzerine çekmesi,
müsâhaka (tenasül organlarını birbirine değdirmek suretiyle tatmin), zaruret
olmadığı halde kan, meyte (lâşe) ve domuz eti yemek, sihir yapmak, içki
iftirasında bulunmak, tenbellikle namazı terketmek, Ramazan orucunu
mâzeretsiz yemek, zinâ yaptı diye ta'rizde (16) bulunmak.
Bazı âlimler, sadedinde olduğumuz hadiste
geçen hadden maksadın hakkullah olduğunu söylemiştir. İbnu Dakîki'l-Îd der
ki: "Bana ulaştı ki, bazı muasır âlimler bu mânayı şöyle takrir etmişlerdir:
"Haddi, zikredilen miktarı belli cezalara tahsis etmek fukâha tarafından
vaz'edilmiş ve benimsenmiş bir durumdur. Ancak şeriat örfünde, başlangıçta,
büyük küçük her mâhiyete hadd denmekte idi." İbnu Dâkîki'l-Îd bu görüşü
şöyle tenkid eder: "Burada zâhirden ayrılma var. Bu iş nakille mümkündür.
Asıl olan naklin yokluğudur." Devamla der ki: "Şâyet biz, hukukullaha giren
her bir hakta on adetden fazla vurmaya müsaade edersek bize kendisiyle
menetmeyi sağlayacağımız bir şey kalmaz. Zîra, sayıları belli olan haramlar
dışında kalan şeyler haram değildir. Ta'zir ise, haram olmayan şeyde meşru
olmaz. Öyle ise, (şeriatın belirlediği suçlar dışında kalan bir fiil için
haddler hakkında konan miktardan) daha fazla ceza vermenin bir mânası
kalmaz."
İbnu Hacer bu mütâlayı kaydettikten sonra der
ki: "İbnu Dakîki'l-Îd'in işaret ettiği muasırı, İbnu Teymiyye'dir. Mezkur
sözü, onun arkadaşı İbnu'l-Kayyim benimsemiş ve demiştir ki: "Burada
verilecek doğru cevap şudur: "Burada hududdan kastedilen şey, Allah'ın emir
ve nehiyleridir. Nitekim şu âyette kastedilen de budur:
وَمَنْ يَتَعَدَّحُدُودَاللّهِ فَاوُلئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
"...Bunlar Allah'ın hudududur (emirleri,
kanunları), kim bunlara uymazsa onlar zâlimdirler" (Bakara 229). Bir başka
âyette hududa uymayanlar için:
فَقَدْظَلَمَ نَفْسَهُ "...nefsine
zulmetmiştir" (Talâk 1) buyurulmuştur. Bir başka âyette de:
تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فََ تَقْرَبُوهَا
"Bunlar Allah'ın hudududur (yasakları), sakın
onlara yaklaşmayın" (Bakara 187) buyurulmuştur. Bir başka âyette:
وَمَنْ يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا
"Kim de Allah ve Resûlü'ne isyan eder
ve Allah'ın hududunu (sınırlarını) çiğneyip geçerse, onu içinde ebedî
kalacağı bir ateşe koyar" (Nisa 14) buyurulmuştur." Sonra İbnu'l-Kayyim:
"Ma'siyete girmeyen te'diblerde ondan fazla vurulmaz, babanın evlâdını
te'dibi gibi" der.
İbnu Hacer, bu iktibastan sonra kendi görüşünü
şöyle açıklar:
"Günah ameller (meâsi) bir kısım derecelere
ayrılabilir. Hakkında verilecek
---------------------
(16) Burada ta'rîz'den kastedilen şey, açık
bir iftira yâni kazf olmayıp zina ettiğini imâ eden, zihne bu mânayı ilham
eden ifâde tarzıdır. cezanın miktarı belirlenmiş olan suçlarda ceza
artırılamaz, bu asılda müstesna kılınmıştır. Hakkında ceza belirlenmemiş
olan suça gelince, eğer bu büyük bir suçsa, buna -tıpkı işaret edilen
âyetlerde olduğu üzere- "hadd" denmesi ve cezasının artırılması, müstesnaya
dâhil edilmesi caizdir. Eğer bu küçük bir suçsa, işte, artırma câiz değildir
sözüyle bu kastedilmiştir. Takiyuddin İbnu Dakîki'l-Îd'in mezkur
muasırından kaydettiği görüşü -şâyet kasdı bu idiyse- bertaraf eder.
İbnu Mâce ta'zirle ilgili olarak Ebû
Hüreyre'den şu rivâyeti kaydeder:
َ تَعْذِرُوا فَوْقَ عَشَرَةِ اَسْوَاطٍ
"On kamçıdan fazla ta'zir cezası vermeyin."
Selef, bu hadisin delâlet ettiği hükümde (medlulünde) ihtilâfa düşmüştür.
Leys, ve -meşhur kavlinde- Ahmed, İshak ve bazı Şafiîler bunun zâhirini
esas almıştır. Mâlik, Şâfiî ve Ebû Hanife'nin iki arkadaşı (İmam Muhammed ve
Ebû Yusuf): "On kamçıdan fazla ceza caizdir" demişlerdir. Ancak ziyade
edilebilecek miktarda tekrar ihtilafa düşmüşlerdir. Şâfiî: "En az
miktardaki hududa ulaşmamalıdır" demiştir. Ayrıca en az miktardaki hududdan
ne anlamalıdır, hür kimsenin hududunu mu kölenin hududunu mu? (Zîra köleye
tatbik edilen hadd, hüre takdir edilenin yarısıdır). Bu hususta iki kavl
var:
Bir kavle göre her ta'zir, kendi cinsinden bir
hadde göre tesbit edilir ve o haddin miktarını aşmaz.
Diğer bir görüşe göre: Bu imama kalmıştır,
dilediği miktarda takdir eder. Ebû Sevr bu görüştedir.
Bu hususta şu farklı görüşler rivâyet
edilmiştir:
* Hz. Ömer'in Ebû Musa (radıyallâhu
anhümâ)'ya: "Ta'zir cezasında yirmi kamçıdan fazla vurma" diye yazdığı
belirtilmiştir.
* Hz. Osman'a göre ta'zir otuz kamçıdır.
* Hz. Ömer'in kamçıyı 100'e çıkardığı da
mervîdir.
* İbnu Mes'ud, Mâlik, Ebû Sevr ve Atâ'dan,
"Ta'zir cezası, şuçu mükerrer işleyene verilmelidir, bir kere işleyene ne
hadd, ne ta'zir vardır" dediği rivâyet edilmiştir.
* Ebû Hanife ta'zirin kırk kamçıdan az
olmasına hükmetmiştir.
* İbnu Ebî Leylâ ve Ebû Yusuf: "Doksan beş
kamçıyı geçmemeli" demişlerdir.
* İmam Mâlik ve Ebû Yusuf'tan bir rivâyete
göre "seksen kamçıya ulaşmamalıdır."
Bu kaydedilenler, hadisle ilgili
söylenenlerden bir kısmıdır.
* Bazıları, hadiste kaydedilen tahdidin sopa
(celde) ile ilgili olduğunu söylemiştir. Meselâ, çubuk veya elle vurmada on
vuruştan fazla olabilir, ancak hududun en azını geçemez. Şafiîlerden İstahrî
böyle demiştir. İstahrî, bunu söylerken darb (vurma) lafzıyla gelen rivâyeti
görmediğini ortaya koymuştur.
* Bazıları, bu hadisin mensuh olduğunu
söylemiştir. Neshe, Ashâb' ın (bununla amel etmeme hususundaki) icmâı
delâlet eder. Bununla Tâbiin'den herhangi birinin amel etmiş olması da
reddedilmiştir. Fukahâdan Leys İbnu Sa'd'ın görüşü budur.
* Bazıları bu hadisin, kendisinden daha
kuvvetli olan bir şeye muhalefet ettiğini, bu şeyin te ta'zirin hududa
muhalif bir ceza olduğu hususundaki icma olduğunu söylemiştir. Bunlara göre,
sadedinde olduğumuz hadis ise ta'ziri on ve daha aşağısı ile sınırlamakta ve
böylece bir nevi hadd olmaktadır, halbuki ta'zirin miktarını, sayı yönüyle
değil, teşdid ve tahfif yönüyle takdir etme işinin imama bırakıldığı
hususunda da icma vardır. Zîra ta'zir, (insanları kötülükten) caydırmak için
meşru kılınmıştır: İnsan vardır sözden anlar vazgeçer, insan vardır şiddetli
dayak da fayda etmez. Bu sebeple herkese uygulanacak ta'zir durumuna göre
farklı olabilir.
Bu görüş de tenkid edilmiş ve: "Hadd cezası
ferde göre artmaz, eksilmez" denmiş, keza: "Tahfif ve teşhid müsellemdir
ancak, mezkur adede müracaat edilmekle birlikte ferdlerdeki cayma durumu
nazara alınmamaktadır. Nitekim hadd cezasının kötülükten caydıramadığı
insanlar var, buna rağmen (böylelerini illa da caydırmak için) hadd cezasına
ta'zir eklenmez. Şâyet her ferd ayrı ayrı nazara alınacak olursa haddin
artırılması veya suçluya haddle birlikte ta'zir cezasının da verilmesi
gerekir" denmiştir.
Kurtubî, Cumhur'un sadedinde olduğumuz hadisin
delalet ettiği mâna ile hükmettiğini söylemiştir. Ancak Nevevî bunun aksini
söylemiştir. Esas olan da Nevevî'nin sözüdür, çünkü, bu hadisle hükmeden
bir sahabe bilinmiyor. ed-Dâvudî bu hususta özürde bulunarak: "Bu hadis İmam
Mâlik'e ulaşmamıştır, o, cezanın, işlenen günaha uygun olması kanaatinde
idi, böyle bir görüş, hadisin ona ulaşması hâlinde onun (Mâlik'in) bundan
yüz çevirmeyeceğini gösterir, öyle ise, kendisine ulaşan kimsenin bu hadisle
amel etmesi gerekir" der.
ـ7ـ وعن حكيم بن حزام رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]نَهى رسولُ اللّهِ # أنْ
يُسْتَقَادَ في المَسْجِدِ، وَأنْ تُنْشَدَ فِيهِ ا‘شْعَارُ، وَأنْ تُقَامَ
فِيهِ الحُدُودَ[. أخرجه أبو داود.
7. (1655)-
Hakîm İbnu Hizâm (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) mescidde kısas infazını, şiir okunmasını ve haddlerin tatbik
edilmesini yasakladı." [Ebû Dâvud, Hudud 38, (4490).]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, ibâdetten başka -istirahat, hasta
ve yaralıların tedavisi, misafirlerin ağırlanması, hapis.. gibi birçok-
maksadla kullanılmış olan mescidde aslında meşru olan üç şeyin
yasaklandığını ifade ediyor:
1- Kısas infazı: Yani bir adamı haksız yere
öldüren kimsenin öldürülmesi, sakatlayan kimsenin sakatlanması... Bazı
şârihler bu yasağı, mescidin kanla kirleneceği sebebiyle izah ederler.
Maamafih: "Mescid bu maksadla inşa edilmemiştir" diyen de olmuştur.
2- Şiir inşadı: Bundan daha ziyade kötü
şiirlerin kastedildiği belirtilmiştir.
3- Hadd tatbiki: İnsanlara müteallik veya
Allah'a müteallik her çeşit hadd cezalarının icra ve infazı. Bu çeşit
infazlar mescidin hürmetini bozacağı gibi, kirlenmesine de sebep
olabilecektir. Aliyyu'l-Kârî ayrıca, mescidlerin zikrullah ve namaz için
bina edildiğini, hadd infazı için inşâ edilmediğini kaydeder.
ـ8ـ وعن أبى أمامة بن سهل بن حنيف عن بعض أصحاب رسول اللّه # من ا‘نصار قال:
]اشْتَكى رَجُلٌ مِنَ ا‘نصَارِ حَتَّى أُضْنِىَ، فَعَادَ جِلْدَةً عَلى عَظْمٍ،
فَدَخَلَتْ عَلَيْهِ جَارِيَةٌ لِبَعْضِهِمْ فَهَشَّ)ـ1( لََهَا فَوَقَعَ
عَلَيْهَا، فَدَخَلَ عَلَيْهِ رِجَالٌ مِنْ قَوْمِهِ يَعُودُونَهُ،
فَأخْبَرَهُمْ بِذلِكَ، وقَالَ: اسْتَفْتُوا لِى رسول اللّه # فإنِّى وَقَعْتُ
عَلَى جَارِيَةٍ دَخَلَتْ عَلَىَّ، فَذَكَرُوا ذلِكَ لِرَسُولِ اللّهِ #،
وَقَالُوا مَا رَأيْنَا بِأحَدٍ مِنَ الضُّرِّ مِثْلَ الَّذِى هُوَ بِهِ،
وَلَوْ حَمَلْنَاهُ إلَيْكَ لَتَفَسَّخَتْ عِظَامُهُ، مَاهُوَ إَّ جِلْدٌ عَلى
عَظْمٍ، فَأمَرَ رسولُ اللّه # أنْ يَأخُذُوا لَهُ مِائَةَ شِمْرَاخٍ)ـ2(
فَيَضْرِبُوهُ بِهَا ضَرْبَةً وَاحِدَةً[. أخرجه أبو داود والنسائى.
______________
)ـ1( أي ارتاح وخفَّ، وفي القاموس: الهشاشة والهشاش: ارتياح والخفة
والنشاط.)ـ2( الغصن من العثكال الذي يكون عليه التمر.
8. (1656)-
Ebû Ümâme İbnu Sehl İbni Huneyf, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
Ensârî bazı sahabelerinden naklen anlatıyor: "Ensâr' dan bir adam
hastalandı ve çöktü, öyleki bir kemik bir deriye döndü. Bir ara Ashab'dan
birine ait bir cariye hastanın yanına girmişti. Adam, ona müncezib oldu ve
temasta bulundu. Bu sırada, kavminden kendisine geçmiş olsun ziyaretine
gelenler oldu. Yaptığı işi onlara haber verdi ve:
"Benim için Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a sorun, ben yanıma giren bir cariyeye temasta bulundum" dedi.
Durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e anlattılar ve ilâveten:
"Hiç kimsede hastalığın bu derece şiddetlisini
de görmedik. Adamı sana getirmeye kalksak kemikleri kırılıp dağılacaktır,
bir kemik bir deriden başka bir şey değil!" dediler. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Yüz tane hurma çubuğu alın, (bunları tek bir
sopa halinde bağlayıp) adama bir kere vurun!" diye emretti." [Ebû Dâvud,
Hudud 34, (4472); Nesâî, Kudât 22, (8, 242); İbnu Mâce, Hudud, 18, (2574).]
AÇIKLAMA:
Yukarıdaki rivâyet, hadisin Ebû Dâvud'daki
vechidir. İbnu Mâce'nin rivâyeti, bunu mânen desteklemektedir. Hadisin
Nesâî'deki vechinde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın adama hastalığı
sebebiyle acıdığı, bu sebeple cezayı hafiflettiği belirtilir. Hadisin bir
vechinde, yüz tane ince dal (şimrâh) ihtivâ eden bir hurma dalı (=iskâl)
getirip onunla bir kere vurduğu belirtilir. İskâl diye hurma salkımını
taşıyan dala denir.
Hadis, hadd sırasında sopa darbesine
dayanamayacak olan hastaya, üzerinde yüz ince çubuk ihtiva eden bir hurma
salkımı veya buna benzer bir şey vurulabileceğine delil olmaktadır. Ancak bu
vuruşta, daldaki bütün çubukların suçluya değmesi şarttır. Maamafih değdiği
hususunda duyulacak itimad yeterlidir diyen de olmuştur.
Şevkânî, bu çeşit hilenin şer'an caiz olduğunu
söyler ve Kur'ân'dan şu âyeti delil gösterir:
وَخُذْ بِيدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِهِ وََتَحْنَثْ
"Eline bir demet sap al da onunla vur.
Yemininde durmazlık etme" (Sad 44). (17)İbnu'l-Hümâm der ki: "Bir hasta zinâ
yapar ve muhsan olduğu için de hak ettiği hadd recm ise hadd tatbik
edilir, çünkü zâten ölümü haketmiştir. Bu hâlde ______________(17) Ayet,
Hz. Eyyup'la ilgili. Tefsirlerde gelen açıklamaya göre, hastalığı sırasında,
bir gün çağırdığı zaman hanımı hizmetine geç gelmişti. İyileşince, yüz sopa
vuracağına yemin etti. Kadın ihlâs ve sadakatla hizmet etmekte olduğu için,
Eyyup Peygamber (aleyhisselam)'e, yüz ekin sapından yapacağı değnekle bir
kere vurması, böylece yeminini yerine getirmesi vahyedilmiştir. recmedilmesi
evlâdır. Ancak (muhsan değilse ve dolayısıyla ona terettüp eden) hadd celde
(dayak) ise, iyileşinceye kadar dövülmez. Zîra, bu durumda celde tatbik
edilmesi, onun helâkına sebep olabilir, adam ise buna müstehak değildir.
Eğer, iyileşme ümidi olmayan bir hasta ise, Hanefîlere ve Şâfiîlere göre,
yüz şimrâh (ince çubuk) ihtiva eden bir hurma dalı (iskâl) bir kere vurulur.
Her şimrâhın bedenine ulaşması şarttır. "Bu durumda, iskâlin (hurma dalının)
açık vaziyette olması gerekir" denmiştir.
ـ9ـ وعن عليّ رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّهِ #: مَنْ أصَابَ حَدّاً
فعُجِّلَ عُقُوبَتُهُ في الدُّنْيَا، فاللّهُ أعْدَلُ مِنْ أنْ يُثَنِّىَ
عَلَيْهِ الْعُقُوبَةَ في اŒخِرَةِ، وَمَنْ أصَابَ حَدّاً فَسَتَرَهُ اللّهُ
تَعالى عَلَيْهِ وَعَفَا عَنْهُ، فَاللّهُ أكْرَمُ مِنْ أنْ يَعُودَ في شَئٍ
قَدْ عَفَا عَنْهُ[. أخرجه الترمذى .
9. (1657)-
Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim bir hadd cürmü işler de, cezası dünyada verilirse,
Allah'ın adaleti kuluna âhirette ikinci sefer ceza vermeye müsaade etmez.
Kim de bir hadd cürmü işlemiş, Allah da onun günahını örtmüş ve affetmiş
ise, Allah'ın keremi affettiği şeyden dolayı ona dönüp ceza vermeye müsaade
etmez." [Tirmizî, İmân 11, (2628).]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, gizli işlenen bir günâhın
açıklanmamasına ve tevbe ile af talebinde bulunulmasına teşvik etmektedir.
Bu mânayı te'yid eden başka rivâyetleri de gözönüne alan İslâm uleması:
"Başkasına gizli kalan günahları örtmek açıklamaktan daha iyidir" demekte
müttefiktir.
2- İbnu Cerir der ki: "Bu hadiste (işlenen
cürme terettüp eden) haddin dünyada yerine getirilmesi, -mahdud (yani hadd
cezasını çeken kimse) tevbe etmese bile- günahına kefâret olur. Aksi hâlde
kebâir ehli, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in görüşü hilâfına ebedî cehennemlik
olur. Zîra dünyevî ceza, tevbe de etmek şartıyla günâha kefâret olsaydı, bu
hüküm âhirette de câri olur, dolayısıyla tevhid ehli için ateş cezası,
onları, -dünyada yapılmış bir tevbenin yokluğu sebebiyle- ebedî cehennemden
kurtaramazdı.
Nassların: "Muvahhidler, cehennemde ebedî
kalamazlar" şeklindeki açıklaması, belirtilen görüşü reddeder.
ـ10ـ وعنه رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ
ثََثَةٍ: عَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ، وَعَنِ الصَّبِىِّ حَتَّى
يَحْتَلِمَ، وَعَنِ المَجْنُونِ حَتَّى يَعْقِلَ[. أخرجه أبو داود
والترمذى.وزاد أبو داود في أخرى: ]وَعَنِ الخَرِفِ[.)ـ1(
)ـ1( الخرف: الذي فسد عقله لكبر سنه.
10. (1658)-
Yine Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: " Kalem üç kişiden kaldırılmıştır: Uyanıncaya
kadar uyuyandan, ihtilâm oluncaya kadar çocuktan, aklı erinceye kadar
mecnundan." [Ebû Dâvud, Hudud 16, (4398, 4403); Tirmizî, Hudud 7, (1423);
Nesâî, Talâk 21, (6, 156); Ebû Dâvud, diğer bir rivâyette şu ziyadeyi
kaydetmiştir: "...yaş sebebiyle aklı fesâda uğrayandan..."]
AÇIKLAMA:
Bu rivâyet, kişiye hukukî ehliyetin tanınması
ve bir kısım mükellefiyetlerin yüklenmesi gibi pek ciddi meselelerde atıfda
bulunulan mühim bir hadistir. Âlimler bu hadiste zikredilen "kalem" ve
"kalemin kaldırılması" gibi ibarelerin hem mecaz ve hem de hakikat
olabileceğini belirtmişlerdir. Mecaz olması durumunda bunlarla adem-i
teklif'in kinaye edildiğini belirtirler. Çünkü teklif, yazmayı gerektirir.
Nitekim âyet-i kerimede Müslümanların oruç mükellefiyeti:
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ "Size
oruç yazıldı" (Bakara 183) diye ifade edilmiştir. Yazı için, yazma âleti
olan kalem gerekli olduğuna göre, teklif için kalem lazımdır. Öyle ise
kalemin kaldırılması, teklifin kaldırılmasını ifade eder. Sonuç olarak bu üç
grup insandan teklifin yani sorumluluğun kaldırılmış olduğu kalemin
kaldırılmasıyla ifade edilmiş olmaktadır.
Kalemle hakikat murad edilmiş olması halinde,
o:
اَوَّلُ مَاخَلَقَ اللّهُ اَلْقَلَمُ فَقَالَ لَهُ اُكْتُبْ فَكَتَبَ مَا هُوَ
كَائِنٌ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامةِ
"Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Onu yaratınca, "Yaz!" diye emretti. O
da kıyamete kadar olup bitecekleri yazdı" hadisinde zikredilen kalemdir.
Kulların iyi ve kötü bütün fiillerini bu kalem hakikaten yazmıştır. Kezâ
taatlerin sevabını, kötülüklerin cezalarını da bu kalem eksiksiz yazmıştır.
Allah, işte bu kalemi yaratmış ve yazmasını emredip, kıyamete kadar cereyan
edecek şeyleri yazması için Levh-i Mahfuz'un üzerine koymuştur. O da bu emre
uyarak herşeyi yazıp tamamladı.
Çocuğun, mecnunun ve uyuyanın fiillerinden
dolayı onlara günah yoktur, kalem de günah yazmamaktadır, bununla onlara
teklif de yoktur. Allah, diğer şeyler arasında kalemin bunları yazmamasına
hükmetmiştir.
Hemen belirtelim ki, günümüzde çocuk
meselesini her yönüyle müstakillen ele alıp, binası, hâkimi, kanunu ve
usul-i muhakemesi ayrı çocuk mahkemeleri kuran Batı'da bile yakın zamana
kadar, çocuklar, işlediği suça göre, idam edilmeye varıncaya kadar,
büyüklerle aynı hukukî sorumluluğa tabi iken, Müslümanların tâ bidâyetten
beri bu hadise dayanarak çocukları, yaptıklarından sorumlu tutmamış olması
müstesna bir hususiyet, İslâm'a has bir orijinalitedir. Çocuğun sorumluluğa
geçiş hali, rivâyetin farklı vecihlerinde değişik kelimelerle ifade
edilmiştir:
حَتّى يَشُبَّ "...genç oluncaya
kadar",حَتَّى
يَكْبُرَ "...büyüyünceye kadar",
حَتَّى يَبْلُغَ "...büluğa erinceye
kadar."