Hudud kelimesi hadd'in cem'idir. Hadd, lügat
olarak, sınır, iki şeyi birbirinden ayıran perde, bir şeyin son ucu gibi
mânalara gelir. Dinî ıstılah olarak, dinin belirlediği bazı ağır cürümlere
takdir edilen cezalara hadd denmiştr. Râğıb, Müfredât'ında: "Hudud'la,
cürmün kendisi de kastedilir" der ve şu âyeti misal gösterir:
تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ
وََ تَقْرَبُوهَا
"...Bu (hükümler) Allah'ın sınırlarıdır. Sakın
onlara yaklaşmayın" (Bakara 187). Kur'ân-ı Kerim, hakkında takdir edilen bir
hüküm bulunan fiillere de hudud kelimesini kullanmıştır.
وَتِلْكَ حُدُودُ
اللّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّهِ فَقدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ
"Bunlar Allah'ın hudududur. Kim Allah hududunu
(çiğneyip) aşarsa muhakkak ki kendisine yazık etmiş olur" (Talâk 1). Bu
âyetler, helâl ile haramı ayırdıkları için bunlara hudud denmiş olmaktadır.
Bazı âyetler, fiilin yapılmasını zecrederken, bâzıları da fiile ziyade ve
noksanda bulunmayı zecreder.
Hadd cezasını tam kavrayabilmek için onu,
İslâm dininin derpiş ettiği cezalar arasındaki hiyerarşik yerine koymamız
gerekir. İslâm başlıca dört çeşit ceza vaz'etmiştir: En ağırından başlamak
üzere:
1- Hadd cezaları: (Zinâ, iftira, içki,
hırsızlık, yol kesme ve irtidâd için takdir edilen cezalar.)
2- Kısas ve diyet cezaları: Şahıs aleyhine
işlenen cürümlerin cezalarıdır.
3- Ta'zir cezaları: Az sonra genişçe
açıklanacağı üzere, bunlar dinin yasakladığı fiilleri işleyenlere uygulanan
cezalardır. Miktarı âyet ve hadislerle tesbit edilmemiş, devlet reisine
bırakılmıştır. Şartlara, devirlere göre artar, eksilir, mahiyeti farklı
kılınabilir.
4- Te'dib: Terbiyevî maksadlara yönelik, baba,
hoca, efendi gibi büyüklerin selâhiyetine bırakılan cezalardır.
Had cezâları, bizzat Allah tarafından
konulmuştur. Tesbit ve tayini insanlara bırakılmamıştır. İbn-i Âbidin gibi
bazı hukukçular, "Allah'ın hakkı olarak konulup takdir edildiğini"
belirtirler. Bunlar, insanlar tarafından artırılıp eksiltilemezler,
affedilemezler, bir başka cezaya tebdil edilemezler.
Hadd ve kısas cezaları, dinin gerçekleştirmeye
korumaya çalıştığı temel hedeflere taarruz mahiyetindeki suçların cezasıdır.
Bilindiği üzere dinin gayesi beştir:
1- Dini muhafaza,
2- Nefsi muhafaza,
3- Aklı muhafaza,
4- Nesli muhafaza,
5- Malı muhafaza.
Öyleyse hadd ve kısasdiyet cezalarını bu
açıdan değerlendirecek olursak, her birinin, dinin bu ana gayelerinden bir
veya ikisini korumaya yönelik olduğu görülür.
Hemen ifade etmek isteriz, kısas ve diyet
cezaları da Kur'ân-ı Kerim tarafından tesbit edilmiş olmaları sebebiyle
birçok vasıflarıyla hadd cezalarına benzerlik arzederler.
İslâm uleması hudud'a irtidâd, zinâ, kazf
(iftira), şürbü'lhamr (içki içmek, sarhoş etmese bile) ve hırsızlığı dahil
etmede müttefiktir. Ancak, âriyet, malın inkârı, hamr dışındaki içkilerden
çoğu sarhoş eden şeylerden içmenin, zinâ dışındaki bir suçla kazf (iftira)
etmenin, kazf ve livâta ithamını -ki kendisiyle nikahı caiz olan biriyle
bile olsa- ta'riz (kinaye) yoluyla yapmak, hayvana temâs, kadının insanla
temas kuran maymun gibi hayvanla ciması, sihir yapmak, tenbellikle namazın
terki, Ramazan'da meşru bir özür olmadan oruç yemek gibi fiillerin hudud
sayılması ihtilâflıdır. Bunlar, uğrunda mukâtele edilmesi caiz olan suçların
dışında kalır. Sözgelimi bir kavm zekât borcunu ödemediği taktirde onlara
karşı harp ilan edilir.
Hadid yâni demir kelimesinin de hudud
kelimesiyle aynı kökten geldiğine dikkat çeken İbnu Hacer merhum,
إنَّ
الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذِينَ
مِنْ قَبْلِهِمْ
"Allah ve peygamberine muhalefet (mümânaat)
etmekte olanlar, muhakkak ki, kendilerinden evvelkilerin uğratıldıkları
zillet gibi zillete giriftar edilmişlerdir.." (Mücâdile 5) âyetinde hudud
kelimesiyle aynı kökten gelen
يُحَادّونََ
kelimesinin mümânaat etmek, yani karşı koyup
engel çıkarmak mânasına geldiğine, burada mukatele'ye (savaşa) işaret etmek
için hadid kelimesinin kullanılmış olma ihtimaline parmak basar.
Şu halde hudud'a giren fiili işlemede Allah ve
Resûlü'ne karşı bir savaş, bir engelleme olduğu gibi, bu fiillere, Kur'ân-ı
Kerim'in takdir ettiği cezaları vermek de onlara karşı bir savaş, onların
cemiyete sirayetini önlemek, engellemek mânasında bir tedbir olmaktadır.