ـ1ـ عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ رسولَ اللّه # وَأبَا بَكْرٍ وَعُمَرَ
وَأُرَاهُ قَالَ وَعُثْمَانَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُم كانُوا يَقْرَءُونَ مَالِكِ
يَوْمِ الدِّينِ بِا‘لفِ[. أخرجه أبو داود والترمذى.وزاد أبو داود: وَأوَّلُ
مَنْ قَرَأ مَلِكِ مروان .
1. (923)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm), Hz.Ebu Bekir, Hz. Ömer -ve öyle zannediyorum Osman da demişti- (radıyallahu
anhüm ecmain) Fâtiha sûresinin dördüncü âyetinde geçen,
مَالِكِ kelimesini
مَلِكِ diye değil, elifli olarak
مَالِكِ diye okuyorlardı." [Tirmizî,
Kırâ'at 1, (2929); Ebû Davud, Huruf 1, (4000).]
AÇIKLAMA:
Tirmizî'de tâlik olarak, Ebu Dâvud'da ise
müsned olarak kaydedilen bir ziyade Mâlik
مَالِكِ 'i Melik
مَلِكِ şeklinde elifsiz olarak ilk
okuyanın Mervan olduğu belirtilir. Şârihler -Begavî'den naklen- şu bilgiyi
kaydederler: "Asım, el Kisâî ve Yakub bunu Mâlik
مَالِك diye, diğer Kurrâ ise Melik
مَلِكِdiye okumuşlardır. Bir kısım
âlimler her iki okuyuşun mânaca bir olduklarını söylemiştir."
İmâdu'd-Din İbnu Kesir de Tefsir'inde şu
bilgiyi verir: "Kurrâ'lardan bazıları
مَلِك يوْمِ الدّينِ diye okudu; bir
kısmı da
مَالِك diye okudu. Her ikisi de
sahih ve mütevatir kıraattir, kıraat-ı seb'a'ya dâhildir. Lâm'ı kesra ve
sükun üzere okuyan da olmuştur. Keza
مَلِيك şeklinde de okunmuştur. Nâfi,
kef'in kesresini işbâ edip (uzatıp)
مَلِكِى يوْم الدين diye okumuştur. Bu
okunuşlardan birini tercih eden, mana yönüyle her ikisini de kabul etmiştir.
Her iki okuyuş da sahihtir, güzeldir."
ـ2ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّه #: قالَ اللّهُ
عزّ وَجَلّ لَبَنِى إسْرَائِىلَ: ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُوا
حِطَّةٌ تُغْفَرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ. يعنى بالتاء المثناة فوق[ .
2. (924)-
Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Zülcelâl
Hazretleri Benî İsrail'e şöyle emretti: "Şu kasabaya kapısından secde ederek
girin ve hıtta (20) deyin de günahınız affedilsin" yani
تغفر şeklinde" (Bakara 58). [Ebu
Davud, Huruf 1, (4006).]
AÇIKLAMA:
Burada, âyette geçen
تُغْفَر kelimesinin imlâsı ve
dolayısıyla okunuşu hakkında farklı bir rivayet görülmektedir. Bu okuyuş
İbnu Âmir kıratine uygundur. Nâfi aynı kelimeyi
يُغْفر diye okumuş, İbnu Kesir, Ebu
Amr, Âsım, Hamza ve Kisâî ise
نَغْفِرُ diye okumuşlardır. Mâna,
sonuncu şekilde "...affedelim" olur, öncekilerde "...affedilsin" idi.
ـ3ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْه. ]أنَّ النَّبىَّ # قرَأ: وَاتَّخِذُوا مِنْ
مَقَامِ إبْرَاهِيمَ مُصَلّى: بكسر الخاء[ .
3. (925)-
Hz.Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor,
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Siz de İbrahim'in makamından bir
namazgâh edinin" (Bakara, 125) meâlindeki âyette geçen
وَاتَّخِذُوا kelimesini "hı" harfi
kesreli olacak şekilde
وَاتَّخِذُوا diye okudu." [Ebu Dâvud,
Huruf 1, (3969); Müslim, Hac 147, (1218).]
AÇIKLAMA:
Bu kesreli okunuş, İbnu Kesir, Ebu Amr, Âsım,
Hamza ve Kisâî kıraatine uygundur. Nâfi, İbnu Amir ise
وَاتَّخَذُوا diye hı'yı fethalı
okurlar. Birinci okuyuşta
emir sigası sözkonusudur, ikinci okunuş ise mâzi fiildir ve haberdir. Mâna
farklılığı, üzerinde durmaya değmeyecek kadar azdır.
Tirmizî ve Ebu Dâvud'da bu rivayet Hz. Enes'in
rivâyeti olarak gelmektedir. Teysîr, İbnu Abbas rivâyeti göstermekte
hatalıdır.kitapta burası yok.
ـ4ـ
وعن زيد بن ثابت رَضِىَ اللّهُ عَنْه. ]أنّ رسولَ اللّه #: كانَ يَقْرَأُ
غَيْرَ أولى الضّرَرِ بنصب الراء[. أخرج الثثة أبو داود .
4. (926)-
Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Nisâ sûresinin 95. âyetinde geçen
غيْر اولى الضرر والمجاهدون
ibaresindeki
غير kelimesini
غََيْرَ şeklinde yâni re'yi üstün
olarak okumuştur." [Ebu Davud, Huruf 1, 3975.]
AÇIKLAMA:
Bu şekilde okunuş, Nâfî, İbnu Âmir, Kisâî vs.
bazılarının okuyuşuna uygundur. Ancak İbnu Kesir, Ebu Amr ve Hamza bunu
غَيْرُ diye ref'le okumuşlardır. Şâz
bir rivayette de
غَيْرِ diye gelmiştir.
غَيْرُolunca âyette geçen
قاعدون (evde kalanlar) kelimesine
sıfat olur. Âyetin mânâsı: "Müminlerden, özür sahibi olmaksızın (evlerinde)
oturanlarla Allah yolunda mallarıyla , canlarıyla savaşanlar bir olmaz",
غَيْرَ olunca, âyette geçen
قاعدون (evde kalanlar) kelimesine hal
veya istisna olur. Bu durumda âyetin mânâsı: "Mü'minlerden, özür sahibi
olmadığı halde evde oturanlarla -veya özür sahibi olanlar hâriç, evde
oturanlarla- Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olmaz..."
şeklinde olur. Görüldüğü üzere mânada fark olmuyor.
ـ5ـ وعن معاذ بن جبل رَضِىَ اللّهُ عَنْه. ]أنَّ النَّبىَّ # كانَ يَقْرَأ هَلْ
تَسْتَطِيعُ رَبَّكَ[. أخرجه الترمذى .
5. (927)-
Hz. Muâz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) "O vakit havariler: "Ey Meryemoğlu İsa, Rabbin bizim üstümüze
gökten bir sofra indirebilir mi?.." (Maide 112) meâlindeki âyeti,
هل تَسْتَطِيعُ رَبَّك diye okuyordu."
[Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2931).]
AÇIKLAMA:
Yukarıda, âyetten kaydedilen ibârenin
belirtilen şekilde okunuşu Kisâî'nin kıraatidir. Bu şekli ile ayet,
"...Rabbinden (sofra indirmesini) isteyebilir misin?" mânâsına gelir. Diğer
kurralar âyeti şöyle okumuşlardır:
هَلْ يَسْتَطِيعُ رَبُّكَ
"...Rabbin (bize sofra indirmeye) muktedir
midir?.."
ـ6ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما ]أنَّ النَّبىَّ #: كَانَ يَقْرَأ
وَالعَيْنُ بِالْعَيْنِ بالرفع في ا‘ولى[. أخرجه أبو داود والترمذى .
6. (928)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
kısas âyetinde geçen والعين
بالعين ibaresini
وَالعَيْنُ بِالْعَيْن diye birinci
kelimeyi ötüreli okurdu." [Tirmizî, Kırâ'at 1, (2930); Ebu Davud, Huruf 1,
(3976, 3977).]
AÇIKLAMA:
Bağavî'nin açıklamasına göre, Kisâî
العَيْن kelimesini ve âyette ondan
sonra sayılan uzuvları hep ref okumuştur.
İbnu Kesîr, İbnu Âmir, Ebu Câfer ve Amr
sadece
والجروح kelimesini merfu okumuştur.
Diğer kurrâlar ise hepsini
النفس kelimesinde olduğu gibi nasb
okumuşlardır. Âyetin tamamı şöyle:
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ
بِالْعَيْنِ وَاَنْفَ بِاَنْفِ وَا‘ذُنَ بِا‘ُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ
وَالجُرُوحَ قِصَاصٌ
"Orada onlara cana can, göze göz, buruna
burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılıklı ödeşme (kısas)
yazdık" (Mâide 45).
Kisâî'yi,
العين kelimesi ile ondan sonraki
gelenleri merfu okumaya götüren husus, kelimenin önündeki vav'ı, âmil'e
iştirak'a değil, sonraki cümlelerin atfına hamletmiş olmasıdır.
كَتَبْنَا لهم "onlar için yazdık"
ibaresini, "onlara söyledik ki" şeklinde te'vil edip, cümleleri teker teker
sayınca, Kisâî'nin kıraatindeki mânâ, diğerlerinin nasb üzere okumalarındaki
mânâya kavuşur, fark kalmaz. Böylece
الجُروحُ kelimesini merfu
okuyanların nokta-i nazarları da anlaşılmış olur."
ـ7ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ رسول اللّهِ #: كانَ يَقْرَأ
قُلْ بِفَضْلِ اللّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذلِِكَ فَلْتَفْرَحُوا بِالتاء[.
أخرجه أبوداود .
7. (929)-
Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), Yunus sûresinde geçen, "De ki: "Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve
rahmetiyledir. Buna sevinsinler..." (58. âyet) meâlindeki,
قُلْ بِفَضْلِ اللّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ
مِمَّا يَجْمَعُونَ
âyetinin
فليفرحوا kelimesini
فَلْتَفْرَحُوا şeklinde "te" ile
okurdu." [Ebu Davud, Huruf 1, (3981).]
AÇIKLAMA:
Bu okuyuş Katâde, Ebû Âliye gibi bazılarına
aittir. Hafs kıraatında
فليفرحوا هو خير مما يجمعون
şeklindedir.
فليفرحوا ve
يجمعون kelimelerinde "ye" harflerinin
"te" olması zamirleri değiştirir. Hafs kıraatında mânâ yukarıdaki meâlde
görüldüğü üzere, "...sevinsinler... topladıklarından" iken, Ebû Âliye
kıraatında "...sevininiz...topladığınızdan" olur. Mânâ netice itibariyle
aynı kalmaktadır.
ـ8ـ وعن أسماء بنت يزيد وأم سلمة رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. ]أنَّ رسول اللّه #
كانَ يَقْرَأ إنَّهُ عَمِلَ غَيْرَ صَالِحٍ[. أخرجه أبو داود والترمذى .
8. (930)-
Esma Bintu Yezid ve Ümmü Seleme (radıyallahu anhümâ)' nin anlattıklarına
göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hud sûresinde geçen
إنَّهُ عملٌ غَيْرُ صَالحٍ âyetini
şöyle okumuşur:
إنَّهُ عَمِلَ غَيْرَصَالِحٍ [Tirmizî,
Kırâ'ât 1, (2932); Ebu Davud, Huruf 1, (3982, 3983).]
AÇIKLAMA:
Âyet, Hz. Nuh'un oğlunu tavsif eder: "(Allah:
"Ey Nuh! O senin âilenden sayılmaz); çünkü kötü bir iş işlemiştir..." (Hud
46). Bu âyeti İbnu Kesir, Nâfi, Ebu Amr ve İbnu Âmir
عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ şeklinde
okumuşlardır. Kisâî ise
عَمِلَ غَيْرُ صَالِح şeklinde
okumuştur. Mâna değişmez.
ـ9ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه. ]أنَّهُ قَرَأ هِيْتَ لَكَ؛ و: بَلْ
عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ يعنى بالنصب[. أخرجه البخارى وأبو داود .
9. (931)-
İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh)'dan anlatıldığına göre, Yusuf sûresinde geçen
"gelsene" mânasındaki
هَيْتَ لَكَ ibaresini
هِيتَ لَكَ diye okumuş. Kezâ Saffât
sûresinde geçen
بل عجبْت ويسخرون âyetini de
بل عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ diye nasb
hâlinde okumuştur. [Buhârî, Tefsir, Yusuf 4; Ebu Davud, Huruf 1, (4005).
AÇIKLAMA:
Yukarıdaki rivayetin muhtelif vecihleri
mevcuttur. Birine göre, Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'a: "Halk
Yusuf sûresindeki 23. âyeti
هِيتُ لَكَ diye okuyorlar, (sen ne
dersin?)" diye soru vâki olmuştur. Bu soru üzerine İbnu Mes'ud: "Ben bana
öğretilen şekilde okuyorum, bu daha hoşuma gidiyor, âyet şöyle:
وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ demiştir.
Rivâyette, ayrıca Saffât sûresinin 12. âyetini
okuyuşu da belirtilmiştir. Çünkü
عجبت kelimesindeki "te" harfinin iki
okunuşu var: İbnu Kesir, Nâfi, Asım, Ebu Amr, İbnu Âmir
عَجِبْتَ şeklinde fetha ile okurken;
Hz. Ali, İbnu Mes'ud, Ebu Abdirrahman es-Sülemî, İkrime, Katâde, en-Nehâî,
A'mes, İbnu Ebî Leylâ, Kisâî, vs. bir çoğu da merfu olarak
عَجِبْتُ şeklinde okumuşlardır. İbnu
Mes'ud (radıyallahu anh)'un da
عَجِبْتُ diye okuyanlar arasında ismi
zikredilir. Bu durumda Teysir'in nasb olarak göstermesi bir hatadır.
ـ10ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْه. ]أنَّ رسول اللّه # قَرَأ قَدْ
بَلَّغْتَ مِنْ لَدُنِّى عُذْراً مُثَقّلَةً[ .
10. (932)-
Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) Kehf sûresinin 76. âyetini
بَلَغْتَ مِنْ لَدُنِّى عُذْراً
şeklinde, (yani
لَدُنّىِ kelimesindeki "nun"u)
şeddeli olarak okudu." [Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2934); Ebû Dâvud, Huruf 1,
(3985, 3986).]
AÇIKLAMA:
Bağâvî'nin belirttiğine göre, Ebu Câfer, Nâfi
ve Ebu Bekr
مِنْ لَدُنِى şeklinde "nun"u
şeddesiz okumuşlardır. Diğer kurrâlar
مِنْ لَدُنِّى şeklinde "nun"u şeddeli
okumuşlardır. Hz. Übey şeddeli demiştir.
ـ11ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ رسولَ اللّهِ #: قَرَأ في عَيْنٍ
حَمِيئةٍ[ أخرجهما أبو داود والترمذى .
11. (933)-
Hz. Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), Kehf sûresinin 86. ayetinde geçen
فى عين حمئة ibaresindeki
حمئة kelimesini
حمئة şeklinde, hafif olarak
okumuştur." [Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2935); Ebu Davud, Huruf 1, (2976).]
AÇIKLAMA:
Ebu Davud'un rivayetinde İbnu Abbas şöyle der:
"Übey, bana bunun okunuşunu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisine
öğrettiği şekilde öğretti."
Tirmizî der ki: "Sahih olanı, bunun, İbnu
Abbas'ın kendi kıraatı diye rivâyet edilmiş olanıdır. Zîra, rivâyet
edildiğine göre, İbnu Abbâs ile Amr İbnu'l-As (radıyallahu anhümâ), bu
âyetin okunuşunda ihtilâfa düştüler ve bu yüzden Ka'bu'l-Ahbâr'a müracaat
ettiler. Eğer İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) da, Hz. Peygamber'den bir
rivâyet olsaydı onunla yetinir, Ka'b'a muhtaç olmazdı."
حمئة 'nin okunuşuna gelince, İbnu
Abbas bunu
حمئة şeklinde okumuştur. İbnu Âmir,
Hamza, Kisâî, Ebu Bekr (an Âsım)
حامية diye okumuşlardır. Amr, Ali,
İbnu Mes'ud, Zübeyr, Muâviye, Ebu Abdirrahman, Hasan, İkrime, Nehâî, Katâde,
Ebû Ca'fer, Şeybe, A'meş hemze koymazlar.
Zeccâc der ki: "Kim
حمئة okursa "kara balçıklı bir su
kaynağı" anlar, kim de
حامية okursa "hârre (sıcak)" anlar:
Nitekim su kaynağı, sıcak ve balçıklı olabilir."
İmâduddin İbnu Kesîr, tefsirinde her iki
okuyuşla ortaya çıkan mânânın birbirine muvafık düştüğünü belirtir ve
gerekli açıklamayı yapar.
ـ12ـ وعن عمران بن الحصين رَضِىَ اللّهُ عَنْهما ]أنَّ رسولَ اللّه #: قَرَأ
وترى النَّاسَ سَكَارَى وَمَا هُمْ بِسَكَارَى[. أخرجه الترمذى .
12. (934)
İmrân İbnu'l-Husayn (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Hacc sûresinin ikinci âyetini şöyle okudu:
وَترَى الناسَ سُكارَى وَمَاهُمْ بِسُكارَى
[Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2942).]
AÇIKLAMA:
İmrân (radıyallahu anh)'ın rivayet ettiği
yukarıdaki kıraat Cumhur'un kıraatıdır. Bu âyetin bir de
وترى الناس سُكْرَى وَمَاهُمْ بِسُكْرَى
şeklinde İbnu Mes'ud'dan rivayet edilen
okunuşu vardır. Hamza ve Kisâî kıraatleri bu okunuşu benimsemişlerdir. Ferra
bu okuyuşun helkâ (helâk olmuşlar) ve cerhâ (yaralılar) örneğinde bir cemi
şekli olduğunu belirtir.
ـ13ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. قالَتْ: ]قَرَأ عَلَيْنَا رسول اللّه #
سُورةٌ أنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا، يعنى محففة الراء[. أخرجه أبو داود .
13. (935)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) validemiz, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın Nur sûresinin 1. âyetini, kendilerine
سُورَةٌ انْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا
şeklinde -yani
فرضناهاkelimesinde şedde olmaksızın-
okuduğunu söylemiştir. [Ebu Davud, Huruf 1, (4008).]
AÇIKLAMA:
Bu âyeti, kurrânın ekseriyeti rivayette
görüldüğü şekilde şeddesiz olarak
فرضْناها diye okumuştur: İbnu Mes'ud,
Ebu Abdirrahman es-Sülemî, Hasan, İkrime, Dahlâk, Zührî, Nâfî, İbnu Âmir,
Asım, Hamza, Kisâî... vs.
Ancak İbnu Kesîr ve Ebû Amr da
فرّضناها diye şeddeli okumuşlardır.
Zeccâc der ki: "Şeddeli okuyunca iki durum
sözkonusudur:
1- Çokluk ifade eder, yani; "Biz bu sûrede
pekçok farzlar kıldık."
2- "Biz bu sûredeki helâl ve haram nev'inden
bulunan şeyleri açıkladık."
Şeddesiz okuyunca mânâ şöyle olur: "Bu sûrede
farzedilenlerle amel etmeye sizi mecbur kıldık."
Zeccâc'dan başkası da şöyle demiştir: "Şeddeli
okuyunca: "Bu sûredeki farzları tafsil edip (açıkladık)", şeddesiz okuyunca:
"Bu sûrede bulunanları farz kıldık" manası anlaşılır."
ـ14ـ وعنها رَضِىَ اللّهُ عَنْها ]أنّها كَانَتْ تَقْرَأ: إذْ تَلِقُونَهُ
بِألْسِنَتِكُمْ، وتقول: الولْقُ الكذبُ[. أخرجه البخارى .
14. (936)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin, Nur sûresinin 15. âyetini şöyle okuduğu
إذْ تَلِقُونَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ ve
تَلِقُونَ kelimesinin kizb (yalan)
mânasını taşıyan
اَلْوَلْق masdarından geldiğini
"söylediği" rivayet edilmiştir. [Buhârî, Tefsir, Nur 8; Meğâzî 33.]
AÇIKLAMA:
Âyette geçen
تلقونه kelimesi Cumhur'un kıraatinde
تَلَقَّوْنَهُ şeklindedir. Sâdece
Übey İbnu Ka'b, Hz. Aişe (radıyallahu anhümâ), Mücâhid ve Ebû Hayve'nin
kıraatlerinde
تَلِقُونَهُ şeklindedir.
ـ15ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. ]أنَّهُ قَرَأ عَلى رسولِ اللّهِ #
مِنْ ضِعْفٍ: فقالَ مِنْ ضُعْفٍ[. أخرجه أبو داود والترمذى .
15. (937)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den yapılan rivayete göre Rum sûresinin 54.
ayetinde geçen
من ضعف kelimesini Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e
منْ ضِعْفٍ diye okumuş, ancak
Resûlullah, kendisine, "
مِنْ ضُعْفٍ olacak" demiştir. [Ebu
Dâvud, Huruf 1, (3938, 3979); Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2937).]
AÇIKLAMA:
Bu âyet, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle geçer:
اللّه
الَّذي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثمّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمّ
جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةً
"Sizi güçsüz olarak yaratan, güçsüzlükten
sonra kuvvetli kılan, sonra da kuvvetliliğin ardından güçsüz ve ihtiyar
yapan Allah'tır."
Âyette geçen
من بعد ضعف ، من ضعف ve
ضعفا kelimelerinin okunuşlarında
ihtilâf edilmiştir. Kurrâdan Asım ve Hamza her üçünde de dad harfini fetha
okumuşlardır:
ضَعف şeklinde Hafs'ın okuyuşunda
ihtilâf edilmiştir. Ubeyd ve Amr onun Âsım'a muhalif olarak her üçünü de
damme okuduğunu rivâyet ederler. Başka rivayetlerde ise fetha okuduğu
belirtilmiştir. Hülasa Hafs'tan hem fetha ve hem de damme sahih
rivayetlerle sübût bulmuştur:
ضعف Geri kalan kurrâ ise üçünü de
damme
ضُعف okumuştur.
Her ikisi de "zayıf olmak" mânasında
mastardır, mâna yönünden fark mevzubahis değildir.
ـ16ـ وعن يعلى بن أمية رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رسول اللّه #
يَقْرَأ عَلى المِنْبَرِ وَنَادَوْا يَا مَالِكُ. قَالَ أبو داود يعنى ب
ترخِيمٍ. قال سفيان في قراءة عبداللّهِ. ونَادَوْا يَا مَالٍ مُرَخّماً[. أخرجه
ا‘ربعة إ النسائى .
16. (938)-
Ya'lâ İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Zuhrûf sûresinin 77.
âyetini) Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) minberde hutbe verirken
وَنَادَوْايَا مَالِكُ şeklinde
okurken işittim."
Ebu Davud der ki: "Yani (mâlik kelimesinde
kısaltma) terhim olmaksızın."
Süfyân dedi ki: "Abdullah'ın kıraatında (mâlik
kelimesi şöyle) kısaltmalı olarak gelmiştir:
وَنَادَوْا يَا مالِ [Buhârî, Tefsir,
Zuhruf 1, Bed'u'l-Halk 6, 10; Müslim, Cum'a 49, (871); Ebu Dâvud, Huruf 1,
(3992); Tirmizî, Salât 365, (508).]
AÇIKLAMA:
Zuhrûf sûresinin 77. âyeti şöyledir:
وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ قَالَ اِنَّكُمْ
مَاكِثُونَ "Cehennemde (suçlular) şöyle
seslenirler: "Ey nöbetçi (mâlik)! Rabbin hiç değilse canımızı alsın."
Nöbetçi: "Siz böyle kalacaksınız" der" (Zuhruf 77).
Yukarıdaki rivayette görüldüğü üzere, âyette
geçen mâlik
مالك kelimesi bâzı kıraatlarda
kısaltmaya uğramış ve sondaki "ke" harfi düşmüş ve
مَالِ olarak okunmuştur. Böyle
okuyanlar arasında Hz. Ali, İbnu Ya'mur, A'meş, Abdullah İbnu Mes'ud, Süfyan
İbnu Üyeyne zikredilir.
İbnu Hacer, cehennemdekilerin terhimle meşgul
olmaya vakitleri yok diyen seleften birine şu lâtif cevabın verildiğini
kaydeder: "Cehennemlikler öylesine perişan ve zayıf haldedirler ki
kelimeleri kesik kesik telaffuz ederler: Mâlik deyinceye kadar Mâli der
bırakırlar."
ـ17ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]أقْرَأنِى رسولُ اللّه #: إنِّى
أنَا الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ[ .
17. (939)-
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) (Zâriyat sûresinin 58. âyetini bana şöyle okuttu:
إنِّى أنَا الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
"Şüphesiz ben, güç ve kuvvet sahibi, rızık
vericiyim." [Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2941); Ebû Dâvud, Hurûf 1, (3993).]
AÇIKLAMA:
Yukarıdaki âyetin Cumhur'ca benimsenmiş olan
kıraatı şöyledir:
إنَّ
اللّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
Burada, İbnu Mes'ud'un kıraatına göre mâna
aynı kalsa da lafzî farklılık var. Bunun meâl-i münifi şöyledir: "Şüphesiz
rızık veren, o pek çetin kuvvet sahibi Allah'ın kendisidir." Önceki
kıraatta, Cenab-ı Hakk kendisini böyle tanıtmaktadır. Dikkat çekilecek bir
diğer husus, A'meş'in
المتين kelimesiniاَلْقُوَّةِ
kelimesine sıfat yaparak mecrur okumuş
olmasıdır. Halbuki Cumhur'un -ve de İbnu Mes'ud'un- kıraatlarında
المتين kelimesi
ذُوص ya sıfattır ve harekesi
reftir:
المتين şeklinde.
ـ18ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كانَ رسولُ اللّه # يَقْرَأ
فَرُوحٌ وَرَيْحَانُ[. أخرجهما أبو داود والترمذى، وصحح ا‘ول .
18. (940)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Vâkıa sûresinin 89. âyetini şöyle okurdu:
فَرُوحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةٌ نَعِيمٍ
[Tirmizî, Kırâ'ât, 1, (2939); Ebu Davud, Hurûf
1, (3991).]
AÇIKLAMA:
Bu ayette geçen
فروح kelimesini Cumhur
فَرَوْحٌ diye okumuş olduğu halde,
rivayette görüldüğü üzere Hz. Aişe
فَرُوح diye okuyup re'yi merfu
kılmıştır. Ebu Bekr, Ebu Zerrîn, Hasan, İkrime, İbnu Ya'mur, Katâde, Ruveys
ani'l-Ya'kub ve İbnu Ebî Süreyc ani'l-Kisâî re'yi ötüreli olarak
okumuşlardır:
فَرُوحٌ şeklinde.
ـ19ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَرَأتُ على النَّبىِّ #
مُذَّكِرٍ فَرَدَّهَا عَلىَّ مُدَّكِرٍ بِالدَّالِ الْمُهْمَلةِ[. أخرجه الخمسة
إ النسائى .
19. (941)-
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, (Kamer sûresinin 15. âyetinde
geçen)
مدِّكر kelimesini Hz.Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e
مُذكر diye okumuştum, düzeltip
مُدَّكِر diye okumamı söyledi."
[Buhârî, Tefsir, İkterebeti's-Sâ'a 3; Müslim, Müsâfirin 280, (823); Tirmizî,
Kırâ'at 1, (2938); Ebû Dâvud, Huruf 1, (3994).]
AÇIKLAMA:
Buradaki ihtilâf bir telaffuz ihtilâfıdır.
Kelimenin aslı
ذَكَرَ 'dir. Buradan ifti'âl babına
geçip
اِذْتَكَرَ 'nin ism-i fâili elde
edilince
مُذْتَكِر 'e ulaşılıyor. Bunun
telaffuzunu kolaylaştırmak arzusuyla idgama başvurulunca, "t" harfi ona en
yakın olan "d" harfine kalbedilir. Böylece
مُذْدَكِر kelimesi ortaya çıkar.
Dal ve zâl harflerinin telâffuz yerlerinin yakınlığı sebebiyle ikisini aynı
cinse çevirmek düşünülünce iki ihtimâl ortaya çıkıyor: Her ikisi de ya dal
olarak, ya da zâl, yani ya
مُذّكَر yahut da
مُدَّكِّر denecek.
Arapça'da bu çeşit durumlara sıkça
rastlanabilir. Şu halde, âyette zikredilen kelimenin okunuş ihtilâfı bu
durumdan kaynaklanıyor. Mânâya müessir değildir. Bu rivayete göre, Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'a
مُدَّكِّر şeklinde okumasını
söylemiştir.
ـ20ـ وعن ابن شهاب: ]أنَّ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْه كانَ يَقْرَأ إذَا
نُودِىَ لِلصََّةِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ فَامْضُوا إلى ذِكْر اللّهِ[. أخرجه
مالك .
20. (942)-
İbnu Şihâb anlatıyor: "Cum'a sûresinin 9. âyetini Hz. Ömer'in şu şekilde
okuduğunu söylemiştir:
إذَا نُودِىَ لِلصََّةِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ فَامْضُوا إلى ذِكْرِ اللّهِ
[Muvatta, Cum'a 5, (1, 106).]
AÇIKLAMA:
Rivâyetin, Muvatta'daki aslına göre İmam
Mâlik, İbnu Şihâb'tan,
يا
ايُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذا نُودِىَ لِلصََّةِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ
فَاسْعَوْا اِلى ذِكْرِ اللّهِ
(meâlen): "Ey iman edenler! Cuma günü, namaz
için ezan okununca, Allah'ı zikretmeye koşun" (Cum'a 9) âyeti hakkında
sorunca İbnu Şihâb, Hz. Ömer'in ayeti yukarıda kaydettiğimiz şekilde, yeni
فَاسْعَوْا kelimesi yerine
فامضُوا kelimesini koyarak okuduğunu
söylemiştir.
Muvatta'da gelen açıklamaya göre, İmam Mâlik,
sa'y
سعى kelimesinin Kur'ân-ı Kerim'de hep
amel ve fiil (iş) mânasında kullanıldığı kanaatindedir, gelmek (ikdâm) veya
acele etmek (iştidâd) mânasında kullanmamıştır. Bu rivâyeti İmam Mâlik'in,
sa'y'dan "koşma"yı anlayanlara karşı delil olarak kullandığı
anlaşılmaktadır.Nitekim
فَامْضُوا gidin, gelin mânasını
ifade eder. Übey İbnu Ka'b ve İbnu Mes'ud'un da Hz. Ömer gibi okuduğu
rivayetlerde vardır. Hattâ İbnu Mes'ud'un şöyle söylediği belirtilir: "Şayet
ben
فَاسْعَوْا diye okuyacak olsam öyle
koşar, öyle koşardım ki, sırtımdaki ridâm düşerdi."
İbnu Abdilberr bu rivayetten hareketle: "Hz.
Osman'ın tertibindeki Mushaf'a girmeyen şeyle, tefsirde ihticâc etmeye delil
var, her ne kadar "Kitabullah için âhad'ın nakliyle ortaya çıkan sünen
gibidir" denmemiş bile olsa" der.
Ebu'l-Velid el-Bâci de şunu söylemiştir:
"Mushaf'a girmeyen kıraatlar, usul ulemâsından bir cemaat nezdinde âhad
rivayetler durumundadır, müsned olsa da olmasa da hüküm aynıdır." Ancak
diğer bir kısım âlimler: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a isnad
edilenler âhad rivâyet sayılsalar da isnad edilmeyenler kârînin şahsî sözü
kabul edilir, çünkü bunu tefsir maksadıyla söylemiş olma ihtimali
mevcuttur" demiştir.
Ebû Bekr İbnu't-Tîb daha açık konuşmuştur:
"Onlarla kıraat câiz olmadığı gibi muhtevasıyla (şu veya bu maksadla) amel
de câiz olmaz."
Daha önce 922 numaralı hadiste de bu konuda
açıklama geçti.
ـ21ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسول اللّه # قال لَهُ: إنَّ
اللّهَ اَمَرَنِى أنْ أقْرَأ عَلَيْكَ الْقُرآنَ، فَقَرأ عَلَيْهِ: لَمْ يَكُنِ
الَّذِينَ كَفَرُوا، وَقَرَأ فِيهَا: إنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللّهِ
الحَنِيْفِيَّةُ المُسْلِمَةُ َ اليَهُودِيَّةُ وََ الْمَجُوسِيَّةُ، وَمَنْ
يَفْعَلْ خَيْراً فَلَنْ يُكْفَرَهُ، وَقَرَأ عَلَيْهِ: لَوْ أنَّ بْنِ آدَمُ
وَادِياً مِنْ مَالٍ َبْتَغى إلَيْهِ ثَانياً، وَلَوْ أنَّ لَهُ ثَانياً بْتَغى
إلَيْهِ ثَالثاً، وََ يَمْ‘ُ جَوْفَ ابن آدَمَ إَّ التُّرَابُ، وَيَتُوبُ
اللّهُ عَلى مَنْ تَابَ. أخرجه الترمذى وصححه .
21. (943)-
Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kendisine: "Allah, sana Kur'ân okumanı emretti"
demiş ve Lem yekunillezîne keferû'yu ve bu sûreden olmak üzere şunu
okumuştur: "Allah indindeki din muvahhid İslâm dinidir, ne Hıristiyanlık, ne
Yahudilik ne de Mecûsilik değildir. Kim bir hayır yaparsa asla zâyî
olmayacak."
Übey İbnu Ka'b: "Bana şunu da okudu" dedi:
"Ademoğlunun bir vâdi dolu malı olsa ikincisini de arar. İkincisiyi de elde
etse üçüncüsünü arar. Ademoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah
tevbe edenleri affeder." [Tirmizî, Menâkıb (3894).]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis Tirmizî'nin teferrüd ettiği
rivâyetlerden biridir. Tirmizî rivâyeti hasensahih olarak vasıflar. Hadis,
Übey İbnu Ka'b'ın faziletiyle ilgili babta kaydedilmiştir. Übey (radıyallahu
anh) Ashab içerisinde Kur'ân-ı Kerim'i en iyi okuyanların başında gelir. Hz.
Ömer
عَلِىُّ أقْضَانَا وَاُبَىُّ أقْرَؤُنَا
buyurmuştur: "Ali İbnu Ebi Tâlib kadılığı
(hüküm verme işini) en iyi becerenimizdir, Übey de Kur'ân'ı en iyi
okuyanımız."
Übey İbnu Ka'b'ın bu yönünü Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) da takdir buyurmuş, kıraatla ilgili meselelerde
Übey'e müracaat edilmesini tavsiye etmiştir. Bu rivayet, kıraat hususunda
Übey (radıyallahu anh)'in bazı eksikliklerinin giderilmesi için ilahî bir
irşadla bizzat Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ilgilendiğini
göstermektedir. Yani Übey'in kıraat sahasında parlaması, otorite olması
tesadüfi bir durum olmayıp, şuurlu, sistemli bir terbiye, terbiye-i nebevî
sonucudur. Ne var ki bu nebevî alâkaya liyakati hak ettirecek fıtrî
kabiliyet ve alâkası var idi. Nitekim, Übey hazretleri, Resûlullah'ın
sağlığında Kur'ân'ı cem'eden (baştan sona ezberleyen) mahdud kişilerden
biri idi.
Hadisin bir başka vechinde, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Allah sana Kur'ân okumanı emretti" deyince
Übey hazretleri: "Allah beni andı mı?" demiş, "Evet!" cevabını alınca: "(Ben
buna lâyık mıyım? veya ben bu nimetin şükrünü ödeyebilir miyim?" diye veya
sevincinden) ağlamıştır.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Übey
İbnu Ka'b'a okuduğu sûre 98. sûre olan Beyyine sûresidir. Ancak, Hz. Übey'in
"sûreden" diyerek, rivayet metninde kaydettiği kısım sûrede mevcut
değildir. Öyle bir metin Kur'ân'ın herhangi bir sûresinde de mevcut
değildir. Ebu Bekir İbnu'l-Arabî, burada zikri geçen ibârelerin lafzı
neshedilen ve fakat mânası sahih ve bâki kalan metinlerden olduğunu
belirtir. Bilindiği üzere, nesh mevzuu İslâm alimleri arasında münâkaşalı
bir konudur. Neshin vak'a olarak varlığında ittifak edilmiş olmakla
birlikte, "miktarı" ve "hangi ayetlerin mensuh olduğu" hususlarında ihtilâf
edilmiştir.
Bu konuda benimsenen görüşlerden biri de,
"Bazı ibârelerin, hükmen bâki olmakla birlikte lâfzen neshedilip Kur'ân'dan
çıkarıldığı" dır. Meselenin münakaşasına burada girecek değiliz. Ancak şu
kadarını söyleyebiliriz. Bu mevzu, sahih senetlerle gelen rivayetlerden
hareketle en yetkili ulemânın ulaştığı bir neticedir. Vak'a, bizzat
Resûlullah'ın sağlığında cereyan etmiştir. Lâfzen neshin varlığını söylemek
Kur'ân'dan eksiltme yapıldığını iddia mânasına gelmez. Böyle bir bahsin
münâkaşasına imkân veren âyet ve hadislerin mâkul bir izahı ve te'lifi olur.
Kur'ân-ı Kerim, muhtevâ itibariyle, elimizdeki bugünkü şeklini Resûlullah'ın
sağlığında binlerce sahabinin huzurunda almış ve mütevatiren gelmiştir.
Nâsihmensuhla ilgili meseleler, Hz.Ömer ve İbnu Abbas, Übey İbnu Ka'b gibi
Kur'ân-ı Kerim hususunda en yetkili ashabtan, sahih tariklerle gelmiştir.
Nesh'i bazı mugâlatalarla inkâr edenler bu rivayetleri nasıl izah edecekler?
İslâm uleması bunu mâkul bir izahla halletmiştir.
Hıtta: (Dileğimiz, kusurlarımızın) dökülmesi mânâsına gelir