KURBANINVACİB OLUŞU VE SEBEPLERİ
Kurban,
kelime olarak
قرب kökünden mastardır, yaklaşmak
mânasına gelir. Dinî bir ıstılah olarak Allah Teâlâ'yı râzı ederek
yakınlığını kazanmak için kesilen hayvana kurban denir.
İnançtan dolayı kurbanda bulunmak, hemen hemen
bütün dinlerde vardır. Tarih boyunca her millet, inancına göre nazarında
kıymetli olan bir şeyi, uluhiyet adına kurban etmeyi müesseseleştirmiştir.
Kur'ân-ı Kerim, kurban müessesesinin Hz. Âdem (aleyhisselam)'in çocuklarıyla
birlikte başladığını haber verir:
"Onlara Âdem'in iki oğlunun gerçek olan
haberini oku: Hani onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban takdim
etmişlerdi ve ikisinden birininki kabul olunmuş, öbürününki kabul
olunmamıştı..." (Maide 27).
Böylece âyet, ulûhiyete yaklaşmak maksadıyla
kurban sunma ibâdetinin insanlıkla birlikte başladığını gösterir.
Âyette kabul edildiği belirtilen kurban
Hâbil'e aitti ve bir koçtu. Kabul edilmeyen de Kâbil'e aitti ve ekindi.
Şu halde, kurban deyince bunun mutlaka bir
hayvan olması gerekmez, başka şey de kurban olabilir. Nitekim, ne zaman
başladığı kesin olarak bilinmese de, insanın kurban edilmesi de târihin
yaygın vakalarından biridir. Kur'ân-ı Kerim Hz. İbrahim (aleyhisselam)'le
ilgili olarak buna da yer verir. Hz. İbrahim'e rüyasında, ilk olan oğlu
İsmâil'i kurban etmesi emredilir (Saffat 102). Bazı rivayetlerde on üç
yaşında olduğu belirtilen çocuğu kurban etme hazırlığı yapılır ve kesileceği
sırada çocuğa bedel kesilmek üzere koç indirilir.
Bu âyet insan kurbanı meselesinde mânidardır.
Zîra insanlık tarihinde pek yaygın olan bu geleneğin İlâhî bir menşe'den
kaynaklanmış olabileceğini ifade eder. Bunu söylemeye sevkeden husus, büyük
müfessir Fahreddin Râzî hazretlerinin de kaydettiği üzere İslâm ulemâsının,
"meşru olmayan bir şeyin peygamberlere rüyasında da olsa emredilmeyeceği"ni
prensip olarak kabûl etmiş olmalarıdır. Bu
prensipten hareketle, daha önce meşru olan bir
prensibin Hz. İbrahim'den sonra neshedildiği söylenebilir.
Arapça'da Kurban kelimesinden ziyâde Udhiye
kelimesi kullanılır, cem'i edâhîdir. Kurban kesilen güne yevmü'l-edhâ denir.
Kurbanın dindeki hükmü hususunda âlimler
ihtilaf eder. Bir kısmı vâcib demiş ise de diğer bir kısmı buna karşı
çıkmıştır. İbnu Hazm "Sahâbeden hiçbirisi buna vâcib dememiştir" der. Cumhur
da "Kurban vâcib değildir" demiştir. Ancak dinin teşriatından olduğu da
kesindir. Cumhur, "Kifaye bir sünnet-i müekkededir" der. Şafiî hazretleri de
bu görüştedir.
Ebu Hanife hazretleri: "Zengin olan mukime
vacibtir" diye hükmeder. İmam Mâlik "mukim" kaydı koymadan vâcib hükmüne
varır. Hanefîlerden Ebu Yusuf, Mâlikîlerden Eşheb vâcib hükmüne muhalefet
ederek Cumhur'un görüşüne katılırlar.
Ahmed İbnu Hanbel: "Gücü olanın terketmesi
mekruhtur" der ve vücûbuna hükmeder.
İmam Muhammed: "Terkine ruhsat olmayan
sünnettir" der.
Tahâvî: "Biz de bu görüşteyiz, âsârda vâcib
olduğunu te'yid eden bir delil yok" der.
Kurbanın vâcib olduğunu söyleyenleri te'yid
eden en kavî delil Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)'nin rivayet ettiği şu
hadistir: مَنْ
وَجَدَ سَعَةً فَلَمْ يُضَحِّ فََ يَقْرَبَنَّ مُصََّنَا
"Kurban kesecek güçte olup da, kesmeyen
namazgâhımıza yaklaşmasın."
Bu hadisteki vaîdin üslûbundaki şiddet,
Hanefîler'i, kurbanın vacib olduğu hükmüne sevketmiştir. Hatta Ebu Hanife
(rahimehullah)'nin "farz" dediği de rivayetler arasındadır. Vacib diyenlerin
dayandığı başka hadisler de var.el-Hidâye'de Hanefî görüş şöyle
özetlenmiştir: Kurban hür, mukim, zengin her Müslüman'a kurban gününde kendi
nâmına ve küçük çocuğu namına vacibtir. Vâcib hükmü, Ebu Hanife ile
ashabından İmam Muhammed, Züfer, Hasan ve bir rivayete göre Ebu Yusuf'un
içtihadlarıyla sübût bulmuştur. Ebu Yusuf'un "sünnet" demiş olduğunu da
belirttik.
Son olarak şunu da belirtelim: Araplarda
kurbanın birçok çeşitleri var ve her biri bir başka kelime ile ifâde
edilmektedir. Mesela; -bir kısmı önümüzdeki hadislerde geleceği üzere-
fara', atîre, akîka, udhiye, hedy hep ayrı ayrı kurban çeşitleridir. İslâm
dini bir kısmını yasaklamış, bir kısmını bazı kayıtlarla serbest bırakmış ve
hattâ vâcib kılmıştır. Bazıları hakkındaki hüküm ihtilâflıdır. Dilimizde
hepsi kurban kelimesiyle kayıtlanarak ifade edilir.
Udhiye Ve Hedy:
İslâm devrinde intikal eden kurban çeşitlerinden iki tanesini biraz
açıklamakta gerek var. Zîra, önümüzdeki bahislerde gelecek hadisler bunlarla
ilgili ve dolayısıyla bu tâbirler sıkca geçecek. İyice bilinmediği takdirde
iltibaslar olabilir.
Udhiye:
Kurban bayramında, zengin, mukim ve hür olan
Müslümanlar tarafından kesilmesi gereken kurbandır. Bunun kendine mahsus
teferruatı vardır.
Hedy:
Haccda kesilen kurbandır. Kâbe-i Muazzama veya
Harem için hediye edilen kurbanlık hayvana hedy denir. Dilimizdeki hediye
kelimesi de aynı kökten gelir.
Esasen hacılar müsafir sayıldıkları için
onlara udhiye kesmek vâcib değildir, dilerlerse nâfile olarak keserler.
Temettu veya kıran haccı yapanlar, bir yıl içerisindeki iki ayrı ibadeti
yapmış olmanın şükrü olarak bir kurban keserler. Haccda kesilmesi vacib olan
bu şükür kurbanı hedy sınıfına girer. Umre yapanlar veya hacc-ı ifrad
yapanlar nâfile olarak kurban kesmek isterlerse bu da hedy sınıfına grer.
Ayrıca, hacc menasikinden vaciblerin terki veya vacib olan sıranın bozulması
gibi durumlarda hacca giren "eksiklik"lerin telâfisi için bazı ceza
kurbanları vardır. Şu halde bu ceza kurbanları da hedy sınıfına girer.
Hedy kurbanlarının Harem dahilinde kesilmesi
vâcibtir. Udhiyeler her yerde kesilebilir.
ـ1ـ عن مِخْنَفِ بن سليم
رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّه # يَقُولُ: يَا أيُّهَا
النَّاسُ إنَّ على كُلِّ أهْلِ بَيْتٍ في كُلِّ عَامٍ أُضْحِيَة وَعَتِيرَةً.
هَلْ تَدْرُونَ مَا الْعَتِيرَةُ؟ هِىَ الَّتِى تُسَمُّونَهَا الرَّجَبِيَّةَ[.
أخرجه أصحاب السنن.»وَالمَرادُ بالعتيرة« هنا شاة تذبح في رجب .
1. (1471)-
Mihnef İbnu Süleym (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı işittim şöyle buyurmuştu: "Ey insanlar, her aile sâhibine her
sene bir kurbanlık, bir de atîre borç olmuştur. Atîre'nin ne olduğunu
biliyor musunuz? O, recebiye dediğiniz şeydir." [Tirmizî, Edâhi 18, (1518);
Ebu Dâvud, Dahâya 1, (2788); Nesâî, Akîka 6, (7, 167-168); İbnu Mace,
Menâsik 2, (3125).]
AÇIKLAMA:
1- Bu
hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Arafat vakfesi sırasında
yaptığı konuşmalardan biridir. Mina'da kurban kesmesi gereken hacılara, bu
mevzuda bilgi vermiş olmaktadır.
2- Atîre, Receb ayında kesilen kurbanın
adıdır.
3- Kurban kesmenin vâcib olduğuna hükmeden
ulemâ bu hadisle istidlâl etmiştir. Ancak kurbanın vâcib olmadığına
hükmedenler "siganın vücûb ifade etmede sarih olmadığını" ileri sürerek bu
istidlâli reddederler.
4- Bu hadiste atîre denen Receb ayında kesilen
kurbanın da gerekli olduğu ifade edilmektedir. Ancak kurbanın vacib olduğuna
hükmeden âlimler atîrenin vacib olmadığını söylerler.
Hatta
َ فَرَعَ وَعَتِيرَةَ
فِى اْ“ِسَم "İlk doğan yavruyu kurban
etmek, atîre kurbanı kesmek İslâm'da yoktur" gibi câhiliye devri kurban
çeşitlerini yasaklayan rivâyetleri de nazar-ı dikkate alan âlimlerden
bazıları kerâhetine de hükmetmişlerdir. Buharî'nin bir rivayetinde,
وَكَانُوا
يَذْبَحُونَهُ لِطَوَاغِيَتِهِمْ
ziyâdesiyle, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)' ın, bu kurbanlar putlar
adına kesildiği için, yasak koyduğu anlaşılmaktadır.
İmam Şâfiî, Allah adına olduğu takdirde
cahiliye devrindeki isimler altında kurban kesilebileceğine, câiz olduğuna
hükmederek, sadedinde olduğumuz hadis gibi cevaz ifâde edenlerle, yukarıda
kaydettiğimiz rivayette olduğu gibi yasaklayanları te'lif eder.
ـ2ـ وعن ابن عمرو بن
العاص رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُما قال: ]قال رسولَ اللّه #: أُمِرْتُ بِيَوْمِ
ا‘ضْحَى عِيداً جَعَلَهُ اللّهُ تَعالى لهذِهِ ا‘مَّةِ. فقَالَ لَهُ رَجُلٌ:
يارسولَ اللّهِ أرَأيْتَ إنْ لَْ أجِدْ إَّ مَنيحَةً أُنْثَى أفأضَحِّى بِهَا؟
قالَ: َ. وَلكِنْ تَأخُذُ مِنْ شَعَرِكَ وأظْفَارِكَ وَتَقُصُّ شَارِبَكَ
وَتَحْلِقُ عَانَتَكَ، فذلِكَ تَمامُ أُضْحِيّتِكَ عِنْدَ اللّهِ تَعالى[.
أخرجه أبو داود والنسائى
2. (1472)-
Abdullah İbnu Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Kurban gününü bayram olarak kutlamakla
emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır" buyurmuştu. Bir adam
kendisine:
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben iâreten verilmiş bir
hayvandan başka bir şeye sahip değilsem, onu kesebilir miyim?" diye sordu.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayır, dedi, ancak saçını, tırnaklarını
kısaltır, bıyıklarından alır, etek traşını olursun. Bu da sana Allah indinde
bir kurban yerine geçer." [Ebu Dâvud, Edâhî, 1 (2789); Nesâî, Dahâya 2, (7,
213).]
ـ3ـ وعن نافع ]أنَّ
ابْنَ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُما لَمْ يَكُنْ يُضَحِّى عَمَّا في بَطْنِ
المَرأةِ[. أخرجه مالك .
3. (1473)-
Nâfi' (rahimehullah) anlatıyor: "(Ailenin her ferdi için kurban kesmek
gerektiği görüşünde olan) Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), anne
karnındaki çocuk adına kurban kesmezdi." [Muvatta, Dehâyâ 13, (2, 487).]
AÇIKLAMA:
1-
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kurban gününün, İslâm ümmetine Cenab-ı
Hakk tarafından bayram kılındığını haber vermektedir. Her Müslüman bu
bayrama imkânı nisbetinde katılacaktır. İmkânı olan kurban kesecektir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, imkânı
olmayan, elinde sütünden ve yününden istifâde etmek üzere iâreten verilmiş
bir dişi hayvandan başka bir şeyi bulunmayan kimsenin sorusu üzerine verdiği
cevaptan anlıyoruz ki, bayrama katılmak için imkânları zorlamaya gerek
yoktur. Bayram günü saç traşı olmak, uzamış olan bıyıkları, tırnakları
kesmek, gerekiyorsa etek traşı da olup bedenen temizlenmek, yeni, temiz
elbiseler giyinmek gibi, bayram gününün hürmetine uygun bir ahvâle bürünmek
de, mânevî kazanç yönünden kurban kesmiş kadar Allah nazarında makbul
olacağını belirtiyor.
2- Hadiste geçen menîha, bir kimsenin bir
başkasına, sütünden ve yününden istifade etmesi için belli bir süre ile
âriyet olarak bıraktığı bir hayvandır; deve, keçi, koyun olabilir. Bu
temlik değildir, âriyettir, bir müddet sonra eski sâhibine iâde edilecektir.
Bunun kurban edilmesi, imkânı zorlamanın ötesinde, emânete ihânet mânasını
da taşır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buna müsâade etmiyor.
3- İslâmî bayram nasıl kutlanmalı?
Makina insanın hayatına girdikçe, insanın
yaptığı işleri makinalar yapmaya başladıkça, insanın boş zamanı artmıştır.
Günümüzde makina, geçmiş devirlerde olduğu gibi sadece insan adalelerinin
yerini almakla kalmamış bizzat beynin de yerini almıştır. Otomasyon denen bu
yeni hâdise, iktisadî hayatı, iş hayatını, çalışma ve istirahat sistemini
buna bağlı olarak beşerî, içtimâî münâsebetleri allak bullak etmiştir ve
bilgisayar dediğimiz bu yeni teknik geliştikçe tesirini daha da
artıracaktır.
Mevzumuz açısından, meselenin bizi
ilgilendiren bir yönü var: Gittikçe artan bu boş vakitleri nasıl
değerlendirelim? Günümüzde, boş vaktin değerlendirilmesi problemine çözüm
olarak eğlence gösterilmektedir. Piknik, gezi, müzik... bütün çeşitleriyle
eğlence. Bu çözüm, başka problemler getirmede, içki, kumar, uyuşturucu,
sefahat, serseriyâne bir hayat, cinayet.. gibi başka problemler
getirmektedir. Bir başka ifâde ile atâlet ve aylaklık, pek çok kötülüklerin
yeşerdiği fidelik rolünü oynamaktadır.
Öyle ise Müslüman olarak bizler, boş vaktin
değerlendirilmesi meselesinde Kur'ân ve hadis ne gibi çözümler getirmişler,
neler teklif etmişler, bunu bilmek, araştırmak zorundayız. İşte böyle bir
ihtiyacı duyduğumuz anda, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın haftalık
bayramımız olan cuma gününün, yıllık bayramlarımız olan Ramazan ve Kurban
bayramlarının nasıl geçirilmesini, ne şekilde kutlanmasını tavsiye ettiğini
bilmemizde fayda var. Mezkûr günlerin geçirilmesinde vaz'edilen prensipleri
yakaladık mı, bunlar dışında karşımıza çıkacak bütün boş vakitlere aynı
prensipleri uygulayıp, aynı ölçüler çerçevesinde değerlendirebiliriz.
Şu halde cuma ve bayramlarla ilgili
prensipleri, bütün boş vakitlerin geçirilmesinde muhtaç olunan bir rehber
olarak görebiliriz.