ـ1ـ عن عبدالرحمن بن
معاذ قال: ]خَطَبَنَا رسولُ اللّهِ # وَنَحْنُ بِمنىً فَفُتِحَتْ أسْمَاعُنَا
حَتَّى كُنَّا نَسْمَعُ مَا يَقُولُ وَنَحْنُ في مَنَازِلِنَا فَطَفِقَ
يُعَلِّمُهُمْ مَنَاسِكَهُمْ حَتَّى بَلَغَ الجمَارَ فَوَضَع إصْبَعَيْهِ
السَّبَّابَتَيْنِ ثُمَّ قالَ بِحَصَى الخَذْفِ ثُمَّ أمَرَ المُهَاجِرينَ
فَنَزَلُوا في مُقَدَّمِ المَسْجِدِ، وَأمَرَ ا‘نْصَارَ أنْ يَنْزِلُوا مِنْ
وَرَاءِ المَسْجِدِ. قالَ: ثُمَّ نَزَلَ النَّاسُ بَعْدَ ذلِكَ[. أخرجه أبو
داود والنسائى .
1. (1559)-
Abdurrahman İbnu Muâz (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Mina'da iken
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize hitab etti. Kulaklarımız öylesine
açıldı ki, sanki her ne söylese bulunduğumuz yerden (rahat) işitiyorduk. Bir
ara, halka menâsikini öğretmeye başladı. Böylece taşlama yerine kadar geldi.
(Konuşurken) şehâdet ve orta parmağını (kulaklarına) koymuştu. (Atılacak
taşların nohut büyüklüğündeki) fırlatma taşı olduğunu söyledi. Muhacirler'e
emrederek Mescid'in ön kısmında konaklamalarını, Ensar'a da Mescid'in arka
kısmında konaklamalarını söyledi."
Râvi der ki: "İşte bundan sonradır ki herkes
(bineklerinden inip) yerleşti." [Ebu Dâvud, Menâsik 70, (1951); Nesâî, Hacc
189, (5, 249).]
ـ2ـ وعن رافع بن عمرو
المُزنى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # يَخْطُبُ النَّاسَ
بِمنىً حِينَ ارْتَفَعَ الضُّحَى عَلى بَغْلَةٍ شَهْبَاءَ، وَعَليُّ رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ يُعَبِّرُ عَنْهُ وَالنَّاسُ بَيْنَ قَائِِمٍ وَقَاعِدٍ[. أخرجه
أبو داود .
2. (1560)-
Râfi' İbnu Amr el-Müzenî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı Mina'da halka hitab ederken gördüm. Vakit kaba
kuşluktu ve Efendimiz, boz bir dişi katırın üzerindeydi. Hz. Ali
(radıyallahu anh) de, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sözlerini rahat
işitebileceği bir mesafede durup, eksiltip artırmadan halka tekrar ediyordu.
Halkın kimisi ayakta idi, kimisi de oturuyordu." [Ebu Dâvud, Menâsik 73,
(1956).]
AÇIKLAMA:
1-
İki rivayet, Mina'da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın verdiği hutbe
hakkında bilgi vermektedir:
1) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kuşluk
vakti hitab etmiştir.
2) Taşlama mahallinde hitab etmiştir,
3) Hitabetini bir binek üzerinde yapmıştır.
4) Mina'da belli başlı grupların yerlerini
ayrı ayrı ta'yin etmiş, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu
ta'yininden sonra hacılar yerleşmişlerdir.
5) Hacı kâfilesi, kendi sesini işitemeyecek
kadar kalabalık olduğu için -Mirkat'ta kaydedilen rakama göre 130 bin kadar-
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerini tekrar ederek uzaktakilere
ulaştıracak aracılar kullanmıştır. Hz. Ali bunlardan biridir.
6) Hutbe dinlerken halk serbesttir: İsteyen
oturarar, isteyen ayakta dinlemektedir.
7) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
atılacak taşların büyüklüğüne varıncaya kadar haccla ilgili teferruat
üzerinde durmuş, halka ta'lim etmiştir.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sesinin
daha kuvvetli çıkması, herkes tarafından daha iyi işitilmesi için ellerini
kulakları hizasına kaldırıp ikişer parmağını kulaklarının üzerine koyduğu
belirtiliyor. Mamafih rivayet metninde "kulak" kelimesi geçmez ise de bazı
Ebû Dâvud nüshalarında mevcuttur. Bilal-i Habeşî'nin de öyle yaptığı
rivayetlerde mevcuttur. Nitekim zamanımızda da müezzinler ezan okurken bu
sünnete uymaktadırlar.
3- Birinci rivayette, hâdisenin cereyan
sırasıyla tasvir edilmeyip, takdim ve te'hirlerle, hatıra gelen hususların
kesintiler halinde zikredildiği şârihlerce belirtilmiştir. Meselâ elini
kulaklarına koyma meselesi daha önce ifade edilebilirdi. Azimabâdî bazı
farklı yorumlara dikkat çeker. Mesela "(Atılacak taşların nohut
büyüklüğündeki) fırlatma taşı olduğunu söyledi" şeklinde yaptığımız
tercümenin aslında geçen
ثم قال
(sonra söyledi) ibaresindeki söyledi
قال
nin atmaktan istiare olduğunu,
رَمَى
(attı) şeklinde anlamak gerektiğini kaydeder.
Yani teklif edilen mâna şudur: "Sonra fıtlatma taşını attı." Halbuki
قال
yi
رَمَى
ile te'vil tekellüflüdür. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu haccda menâsiki ta'lim buyurduğubizzat
hadiste ifade edilmektedir. Öyle ise
قال بِحَصَى الْحَذْفِ
ibaresini "fırlatma taşı (yani parmak
uçlarıyla fırlatılan bakla veya nohut büyüklüğünde çakıl) atacaksınız dedi"
şeklinde talimî bir mânada anlamak daha muvafık düşmektedir. Mamafih öbür
anlama da vak'aya ters gelmez, ibareye uzak düşer,
قال
'yi
رَمَى
ya haml tekellüftür, tabiî değildir.
4- Son olarak bir noktayı daha belirtelim:
Âlimler, hacc sırasında hutbe verilmesi gereken yerler ve vakitleri
hususunda ihtilaf ederler:
Hanefî ve Mâlikî ulemâsı, yevm-i nahrde hutbe
olmayacağı kanaatindedir. Bu kaydedilen rivayetlerde haber verilen
konuşmalar, râviler tarafından hutbe kelimesiyle ifade edilmiş olsa da
aslında bunlar hutbe değil, umumî tavsiyeler mâhiyetinde konuşmalardır,
haccın şiarı mânasını taşıyan hutbe değildir. Hattâ bunlar yevm-i nahrde
hutbenin meşru olmayacağını bile söylemişlerdir. Bunlara göre, haccda a)
Zilhicce'nin 7'sinde, b) Arefe günü (Zilhicce'nin 9'u), c) Yevm-i nahrin
ikinci günü (Zilhicce'nin 11. günü) hutbeler mevcuttur.
Bu açıklamaya muvâfakat eden Şâfiî hazretleri
-bir itirazda bulunarak- yevm-i nahrin ikinci günü yerine "üçüncü günü" der
ve dördüncü bir hutbe ilâve eder: "yevm-i nahrdeki hutbe..." Der ki: "Halkın
o gün, yapacağı menâsiki bilmesi için bu hutbeye ihtiyacı vardır, çünkü o
gün taşlama, kurban, traş, tavaf gibi menâsik mevcut." Bu hükme giderken
sadedinde olduğumuz hadislerle istidlâl eder.
Yukarıda temas edildiği üzere, Tahâvî, mezkur
hutbenin haccla doğrudan ilgisi olmayan, umumî tavsiyeler olduğunu
söyleyerek buna hutbe denemeyeceğini belirtmiş ve Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in bunları haccı aydınlatmak kasdıyla söylemiş
olduğu hükmünü çıkarmıştır. İbnu'l-Kassâr: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), söylemiş bulunduğu şeyleri, uzak diyarlardan gelen kimselere
tebliğ etmek için o davranışa yer vermiştir. Bunu görenler de, O'nun hutbe
verdiğini zannetmişlerdir. Şâfiî'nin, ihramdan çıkmayı sağlayacak amellerin
öğretilmesine insanların ihtiyaç duyduğuna dair sözü kesin bir gerçeğe
parmak basmaz, zîra, o hususları imamın Mekke'de veya Arafat'ta öğretmesi
de mümkündür" demiştir.
Bu mütâlaalara şöyle cevap verilmiştir: "Yevm-i
nahrde verildiği belirtilen hutbelerle ilgili rivayetler, o hutbede
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yevm-i nahrin tâzimine, Zilhicce'nin
onunun tâzimine, haram belde'nin tazimine tenbihte bulunduğu, Sahâbe'nin de
bu konuşmaya hutbe demekte tereddüt göstermediği ortada iken, başkasının
te'viline itibâr edilmez. Bir kısım gerekli bilgilerin arefe günü
verilebileceğine dair söylenene gelince, bu da tatminkâr değildir. Zîra,
nahr günündeki hutbeyi inkâr edenler, Arafat'a hareketten sonraki günlerde
yapılacak olan bütün amelleri, terviye (8 Zilhicce) günü öğretmek mümkün
olduğu halde, nahrin ertesi (ikinci) günündeki hutbeyi meşru görmektedirler.
Öyle ise, madem ki, her günün, -diğerinde bulunmayan- kendine has menâsiki
var, şu halde sebeplerin değişmesine tâbi olarak, her günün ibadetlerini
yeniden öğretmek meşrudur ve gereklidir. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın nahr günündeki hutbesinde ihramdan çıkmaya müncer menâsikten
söz etmediğine dair Tahâvî'nin iddiasını, Amr İbnu'l-As (radıyallahu anh)'dan
Buhârî'nin kaydettiği bir rivayet reddeder. Çünkü orada Amr İbnu'l-Âs, yevm-i
nahrde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hutbesine şâhid olduğunu,
cemaatten bazılarının menâsikten bir kısmını diğerine takdimle ilgili sual
sorup cevap aldığını belirtir" (1461 numaralı hadise bakın).