ـ1ـ عن عائشة رَضِىَ
اللّهُ عَنْها قالت: ]قلتُ يا رسُولَ اللّهِ أَ تَبْنِى لَكَ بِمِنىً بيتاً
يُظِلُّكَ مِنَ الشَّمْسِ؟ فقَالَ: َ. إنَّمَا هُوَ مَنَاخٌ لِمَنْ سَبَقَ
إلَيْهِ[. أخرجه أبو داود والترمذى .
1. (1570)-
Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, Mina'da, seni
güneşe karşı gölgeleyecek bir bina yapmayalım mı?" demiştim, bana:
"Hayır! dedi. Orası oraya gelenlere develerini
ıhdırma yeridir!" [Ebu Dâvud, Menâsik 90, (2019); Tirmizî, Hacc 51, (881);
İbnu Mâce, Menâsik 52, (3006, 3007).]
AÇIKLAMA:
Hadiste , Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin
Mina'da güneşe karşı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ikâmet etmesi
için bir bina yapılmasını teklif ettiği görülmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bunu reddeder. Tîbî hadisi şöyle açıklar: Mânası şudur. "Hz.Aişe:
"Oturman için sana bir bina yapmamıza izin ver" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bundan menetti ve sebebini de açıkladı. Buna göre, Mina, kurban
taşlama, traş gibi hacc menâsikinin edâ edileceği yerdir. Bu menâsike herkes
müştereken iştirak eder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) orada bir bina
yapacak olsaydı, herkes ona uyarak pekçok binalar yapardı. Bu ise, oranın
daralmasına ve hacılara sıkıntı vermesine sebep olurdu. Caddeler ve
sokaklarda oturulacak yerler de böyledir (kimsenin oraları daraltmaya hakkı
yoktur). Ebu Hanife'ye göre Harem bölgesi vakfedilmiş arâzidir. Zîra
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'yi zorla fethetmiştir ve Harem
bölgesini vakfetmiştir. Kimsenin oradan mülk edinmesi câiz değildir.
ـ2ـ وعن أبى واقِدٍ
اللَّيْثِىِّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ النَّبىَّ # يقولُ
‘زْوَاجِهِ في حَجَّةِ الْوَدَاعِ: هذِهِ ثُمَّ ظُهُورُ الحُصْرِ[. أخرجه أبو
داود .
»الحُصْر« جمع حَصير،
والمراد تخرجْنَ من بيوتكن بعد هذِه الحجة .
2. (1571)-
Ebu Vâkid el-Leysî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı dinledim. Veda haccında zevcelerine şöyle demiştir:
"Size bu (farzınız!) bundan sonra hasırların
arkaları!" [Ebu Dâvud, Menâsik 1, (1722).]
AÇIKLAMA:
1-
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, bu hadisle Veda haccı sırasında,
zevcelerine: "Bu haccınızla farz olan borcunuzu ödemiş oldunuz. Bundan sonra
artık ikinci sefer hacca gelmeniz vacib değildir, sizlere evlerinizde
oturmak gereklidir" demek istediği belirtilmiştir.
2- Bu
hadisten, haccın bir kere farz olduğu hükmü de çıkarılmıştır. Nitekim Ebu
Dâvud, hadisi, bu yönü sebebiyle hacc bahsinin, Haccın Farziyeti adını
taşıyan ilk babında kaydetmiştir.
3-
Hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevcelerine, Veda haccından
sonra hacc yapmalarının câiz olmadığına da delil addedilmiştir. Nitekim bir
başka hadiste:
اَفْضَلُ الْجِهَادِ وَاَجْمَلُهُ حَجٌّ مَبْرُورٌ ثُمَّ لُزُومُ
الْحُصُرِ "(Kadınlar için)
cihâdın en faziletli ve en güzeli hacc-ı mebrur, sonra da hasırlardan
ayrılmamaktır" buyurulmuştur. Bu da kadınların evlerinden ayrılmamalarını
teşri eder.
Hemen belirtelim ki, bu hükme iki nokta-i
nazardan itiraz edilmiştir:
a) Her şeyden önce, hadisin bu mânada sarih ve
yasak koymada vâzıh olmadığı söylenmiş, ayrıca Buhârî'nin Hz. Aişe'den
kaydettiği bir başka hadis gösterilmiştir. Hadiste Hz. Aişe, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Ey Allah'ın Resûlü, sizlerle biz de gazveye
çıkıp cihad etmeyelim mi?" diye sorar. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın cevabı şudur:
لَكِنْ
اَحْسَنُ الْجِهَادِ وَاَجْمَلُهُ الْحَجُّ حَجّ مَبْرُورٌ
"Ancak cihadın en iyisi ve en güzeli haccdır,
Hacc-ı mebrurdur"
Hz. Aişe der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'tan bunu işittikten sonra haccı hiç bırakmadım." İbnu Mâce'deki
rivayette, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin sorusuna Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı vermiştir:
نَعَمْ جِهَادٌ َ
قِتَالَ فِيهِ: اَلْحَجُّ وَالْعُمْرَةُ
"Evet var, içinde kıtal olmayan bir cihad var:
Hacc ve umre."
Ümmü Atiyye'den gelen bir rivayet de
kadınların cihada katıldığını, hastaları tedavi ettiklerini te'yid eder. Şu
halde Hz. Aişe, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hacc için yaptığı bu
teşviklerden tekrar tekrar hacca gitmenin kendileri hakkında da mübah olduğu
hükmünü çıkarmış olmalıdır. Tıpkı erkeklere tekrar tekrar cihada gitmek
mübah olduğu gibi...
Hz. Ömer (radıyallahu anh), bu meselede
tevakkuf ederek, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevcelerine hacc
izni vermemiş ise de, Hz. Aişe'nin delilindeki kuvveti sonradan görmüş
olmalı ki, hilâfetinin sonunda hacc izni vermiştir. Hz. Ömer'den sonra Hz.
Osman (radıyallahu anhümâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevcelerini hacca götürmüştür.
Beyhakî der ki: "Hz. Aişe'nin bu hadisinde,
Ebû Vâkid'in hadisinde kastedilen murad haccın bir kereye mahsus vacib
olduğunu beyandır, erkekler gibi onların da fazla yapmasında bir vebal
yoktur. Keza bu hadiste, evde kalmaları için gelen emrin vücub ifade eden
bir emir olmadığına da delil vardır."
3- Ebu Vâkid'in hadisindeki asıl gâye Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in zevcelerini Veda haccından sonra
haccdan menetmek değil, haccı terketmelerine cevazdır. Zîra, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)' tan sonra haccetmeleri fiilen sâbittir. Buhârî'den
gelen bir rivayet, Hz. Ömer'in yaptığı son hacc sırasında onlara da izin
verdiğini, beraberlerinde Hz. Osman ve Hz. Abdurrahman (radıyallahu
anhümâ)'ı gönderdiğini belirtir. İbnu Sa'd'dan gelen bir rivayette Ümmü
Ma'bed, bu hacc heyetine Kadîd'de konaklama ânında rastladığını, yanlarına
gittiğinde onları sekiz kadın olarak gördüğünü belirtir. Keza İbnu Sa'd'ın
kaydettiği bir rivayette Ebu İshâk es-Sebiî, Mugîre İbnu Şu'be'nin (Kûfe
valiliği) zamanında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in zevcelerini
"üzerinde taylasan örtülü hevdecler
içerisinde hacc yaparken gördüğünü" beyan eder ki bu hicrî 50. yıllara
rastlar.
İbnu Sa'd'ın, Hz. Aişe'den kaydettiği bir
başka rivayetine göre, Ümmühâtu'lmü'minîn, Hz. Osman'a hacc için müracaat
ederler. O: "Ben de hacca gideceğim, sizin haccınızı ben yaptırayım" der.
Vefat etmiş bulunan Zeyneb (radıyallahu anhâ) ile Sevde (radıyallahu anhâ)
hariç, hep beraber hacca giderler. Sevde vâlidemiz, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'tan sonra vefat edinceye kadar evinden ayrılmamayı
tercih etmiştir.
Ebu Hüreyre'nin -İbnu Sa'd'daki- bir rivayeti
de Hz. Zeyneb ve Hz. Sevde dışında diğer Zevcât-ı Tâhirât (radıyallahu
anhünne)'ın hacc yaptıklarını; o ikisinin: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'tan sonra bizi binek taşımayacak" diyerek evlerinden
ayrılmadıklarını belirtir.
İbnu Sa'd'ın kaydettiği bir rivayette Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ):
مَنَعَنَا عُمَرُ
الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ حَتّى إذَا كَانَ آخِرُ عَامٍ فَأذِنَ لَنَا
"Hz. Ömer (radıyallahu anh) hacc ve umre
yapmayı bize yasaklamıştı, son senesinde izin verdi" der.
Şu halde Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın vefatından sonra Ümmühâtu'lmü'minîn'in hacc yaptıklarını te'yid
eden rivayetler mevcuttur.
ـ3ـ وعن إبراهيم عن أبيه
عن جده: ]أنَّ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ أذِنَ ‘زْوَاجِ النَّبىِّ # في آخر
حَجَّةِ حَجَّهَا، يَعْنِى في الحَجِّ، وَبَعَثَ مَعَهُنَّ عَبْدَالرَّحْمنِ بن
عَوْفٍ وَعُثْمَانَ بنَ عَفَّانَ[. أخرجه البخارى.وقال البرقانى: هو إبراهيم بن
عبدالرحمن بن عوف. قال: الحميدى في هذا نظر.قلت: لعله إبراهيم بن عبدالرحمن بن
عبداللّه بن أبى ربيعة المخزومى، واللّه أعلم .
3. (1572)-
İbrahim (rahimehullah) babası tarikiyle dedesinden rivayet ediyor:
"Hz. Ömer (radıyallahu anh), yatığı en son
haccında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevcelerine izin verdi.
Onlarla birlikte Abdurrahman İbnu Avf ve Osman İbnu Affân (radıyallahu
anhümâ)'ı gönderdi." [Buhârî, Cezâu's-Sayd 26.]
Berkânî der ki: "(Hadisi rivayet eden)
İbrahim'den maksad: İbrahim İbnu Abdirrahman İbni Avf'tır."
Humeydî ise: "Bu açıklama isabetli gözükmüyor.
Derim ki: O, İbrahim İbnu Abdirrahman İbni Abdillah İbni Ebî Rebîa
el-Mahzûmî'dir." Doğruyu Allah bilir.
AÇIKLAMA:
Önceki hadiste yapıldı.
ـ4ـ وعن ابن عمر رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما قال: ]سُئِلَ رسولُ اللّه # عن الحاجِّ قال: الشَّعِثُ
التَّفِلُ. قِيلَ وَأىُّ الحَجِّ أفْضَلُ؟ قال: الْعَجُّ والثَّجُّ. قِيلَ
وَمَا السَّبِيلُ؟ قال: الزَّادُ وَالرَّاحِلَةُ[. أخرجه الترمذى.»الشَّعِثُ«
البعيد الْعَهْدِ بِتَسْرِيحِ شعره وغسله .
»والتفلُ« التارك
للطِّيب واستعماله.»والْعَجُّ« رَفْعُ الصَّوْتِ بالتَّلْبِيَةِ.»وَالثَّجُّ«
سَيََنُ الدَّمِ من الْهَدْىِ .
4. (1573)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a:
"Gerçek hacı kimdir?" diye soruldu da şu cevabı verdi:
"Saçını düzenleyip yıkamayı ve koku sürünmeyi
çoktan terketmiş kimsedir.."
Kendisine tekrar:
"Hangi hacc efdaldir?" diye sorulunca:
"Yüksek sesle telbiye getirilen ve kurban
kesilen" dedi."
(Haccla ilgili âyette geçen) sebil nedir?"
diye soruldu.
"Zâd (nafaka) ve râhile (binek)dir" cevabını
verdi." [Tirmizî, Tefsir, Âl-i İmrân, (3001); İbnu Mâce, Menâsik 6, (2896).]
AÇIKLAMA:
1-
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hacıyı tarif ederken mümtaz iki
vasfını söylüyor: Saçların karışıklığı ve koku sürünmekten uzaklık. Bunlar,
ihramlının riayet etmesi gereken başlıca yasaklar arasında yer alır.
2- Haccı tarif ederken telbiye ve kurbanı
zikretmesi haccın başlangıcı ile sonucunu hatırlatma olmaktadır.Böylece bu
ikisi arasında mevcut olan vâcib, nâfile nev'inden herşeyin kastedildiğine
hükmetmiştir.
3- Son olarak Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e haccın farziyetini beyan eden:
مَنِ اسْتَطَاعَ
اِلَيْهِ سَبِي "Ona bir yol
bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyt'i hacc (ve ziyaret) etmesi Allah'ın
insanlar üzerindeki bir hakkıdır..." (Âl-i İmrân 97) âyetinde geçen
"sebil"den soruluyor.
Sebil, kelime olarak "yol" demektir. Yol
bulmak, muktedir olmak, imkan bulmak gibi farklı kelimelerle karşılamak
mümkün. Hattâ burada "sebil"i imkân olarak anlamak daha uygundur.
Öyleyse Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
haccı farz kılan imkân'ı iki şeyle izah etmiştir:
1- Zâd, yani nafaka. Bu sadece hacının gidiş
dönüş yol sırasındaki maddî ihtiyaçlarını ihtivâ etmez. Bakmakla yükümlü
olduğu kimselerin kendi yolculuğu sırasındaki her çeşit maddî imkânlarını
da ihtiva eder. Ancak bunun miktarı, hacının hayat seviyesine göre
hesaplanırsa da vasat duruma göre hesaplanması uygun görülmüştür.
2- Râhile, binek demek ise de, yol arkadaşı,
yol emniyeti gibi hususlar bu maddeye dolaylı olarak da olsa dâhil
edilebilir.
ـ5ـ وعن أبى هريرة
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رَجًُ قَالَ يَا رسُولَ اللّه: عَلَىَّ حَجَّةُ
ا“سَْمِ، وَعَلىَّ دَيْنٌ. قالَ: اقض دينَك[. أخرجه رزين .
5. (1574)-
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bana hacc farz oldu.
Borcum da var (önce hangisini ödeyeyim?)" diye sordu.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Önce borcunu öde!" dedi." [Rezîn ilâvesidir.]
ـ6ـ وعن ثَمَامَة قال:
]حجَّ أنَسٌ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ عَلى رَحْلٍ وَلَمْ يَكُنْ شَحِيحاً،
وَحَدَّثَ أنَّ النَّبىَّ # حَجًّ عَلى رَحْلٍ وَكَانَتْ زَامِلَتَهُ[. أخرجه
البخارى.»عَلى رَحْلٍ« أى قتب في في مَحْملِ ونحوه .
6. (1575)-
Sümâme (rahimehumullah) anlatıyor:
"Hz.Enes (radıyallahu anh), cimri olmadığı
halde havıdlı bir devenin üzerinde haccını yaptı." (Hz. Enes (radıyallahu
anh): "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da yol eşyasını yüklediği havıdlı
bir deve üzerinde hacc yaptı" demiştir. [Buhârî, Hacc 3 (Muallak senetsiz
olarak kaydetmiş.)]
AÇIKLAMA:
Hadiste ifade edilmek istenen husus, Hz. Enes
(radıyallahu anh)'in yokluk veya cimrilik sebebiyle değil, tevâzu
düşüncesiyle, sünnete uyma endişesiyle yük devesi üzerinde hacc yaptığıdır.
Rahl, devenin üzerine vurulan semerdir. Daha hususî tâbiriyle havıd.
Hz. Enes (radıyallahu anh), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın mal ve evlâd bolluğuna kavuşması için hususî
duâsına mazhar olmuş, bu sebeple zenginler arasında yer almıştı. Ancak
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünnetine ittibaen hiçbir konforu
haiz olmayan havıdlı deveye binmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın da aynı şekilde havıdlı deveye bindiğini belirten Enes
(radıyallahu anh), ilâve eder: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
bineği, eşyalarını da taşıyordu." Araplar yük taşıyan deveye zâmile derler.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bindiği deve hem râhile (binek), hem
de zâmile imiş.
Şurası açıkça anlaşılıyor ki, imkân sahipleri
yüklerini zâmileye yükletirler, kendileri râhileye binerlerdi. Bu bir konfor
ve rahatlıktır. Konforun daha ilerisi râhilenin üstünde gölge için, rahatsız
edici dış şartlardan korunmak için mahmil denen hususî hücreler mevcuttur.
İmkân sahipleri onlar içerisinde seyahatini, haccını sürdürür.
Şu halde sadedinde olduğumuz rivayet Hz.
Enes'in ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hacc sırasında bu çeşit
konfora yer vermediğini belirtmektedir.
İbnu Hacer, hadisi açıklarken şu bilgiyi
dermeyân eder: "Halk, haccını yaparken, azıklarını yükledikleri develere
binerdi. Azık vs. yüklenmemiş bir binek üzerinde ilk hacc yapan Osman İbnu
Affân (radıyallahu anh)'dır."
ـ7ـ وعن عبيد بن جُريج
قال: ]قُلْتُ بنِ عُمرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: رَأيْتُكَ تَصْنَعُ أرْبَعاً
لَمْ أرَ أحَداً مِنْ أصْحَابِكَ يَصْنَعُهَا. قالَ: مَا هِيَ يَا ابنَ جُريج؟
قالَ: رَأيْتُكَ َ تَمَسُّ مِنَ ا‘رْكَانِ إَّ الْيَمَانِيَّيْنِ، وَرَأيْتُكَ
تَلْبَسُ النِّعَالَ السِّبْتِيَّةَ، ورَأيْتُكَ تَصْبُغُ بِالصُّفْرَةِ،
وَرَأيْتُكَ إذَا كُنْتَ بِمَكَّةَ أهَلَّ النَّاسُ إذَا رَأوُا الْهَِلَ
وَلَمْ تُهِلَّ حَتَّى يَكُونَ يَوْمُ التَّرْوِيَةِ. فقَالَ: أمَّا ا‘رْكَانُ
فَإنِّى لَمْ أرَ رسولَ اللّهِ # يَمَسُّ إَّ اليَمَانِيَّيْنِ. وَأمَّا
النِّعَالُ السِّبْتِيَّةُ فإنِّى رَأيْتُ رسولَ اللّه # يَلْبَسُ النِّعَالَ
الَّتِى لَيْسَ فِيهَا شَعَرٌ وَيَتَوَصَّأُ فِيهَا.
فَأنَا أحِبُّ أنْ
ألْبَسَهَا. وَأمَّا الصُّفْرَةُ فَإنِّى رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # يَصْبُغُ
بِهَا فَأنَا أحِبُّ أنْ أصْبُغَ بِهَا. وَأمَّا ا“هَْلُ فَإنِّى لَمْ أرَ
رسولَ اللّهِ # يُهِلُّ حَتَّى تَنْبَعِثَ بِهِ رَاحِلَتُهُ[. أخرجه الثثة وأبو
داود.»النِّعَالُ« السبتية التي شعر عليها كأن شعرها قد سُبت: أى حُلِقَ عنها
.
7. (1576)-
Ubeyd İbnu Cüreyc anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e:
"Seni dört şey yaparken görüyorum. Bunları
arkadaşlarından bir başkasının yaptığını görmedim" dedim. Bana:
"Ey İbnu Cüreyc, onlar nedir?" diye sordu. Ben
de saydım: "Sen Kâ be'nin rükünlerinden sadece iki Yemanî rükne (rükn-i
Yemânî ve rükn-i Hacer) temasta bulunuyor, diğerlerine temas etmiyorsun.
Keza senin tüysüz deriden ma'mul nalın giydiğini görüyorum. Keza senin (saç
ve sakalını) sarıya boyadığını görüyorum. Keza seni Mekke'de gördüm, herkes
(Zilhicce) hilâlini görünce ihrama girdikleri halde sen terviye günü (8
Zilhicce) ihrama girdin!" Bana şu açıklamayı yaptı:"
Rükünlere temasa gelince; ben Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)' ın, sadece iki rükne temas ettiğini gördüm. Tüyü
yolunmuş nalına gelince; ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
nalınlarında hiç tüy görmedim. Ayakları onların içinde iken abdest alırdı.
Ben onu giymeyi seviyorum. Sarıya gelince; ben Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın onunla boyandığını gördüm. Ben onunla boyanmayı seviyorum.
İhrama girmeye gelince, ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın devesi,
onu yola koyuncaya kadar telbiye çektiğini görmedim." [Buhârî, Vüdû' 30;
Müslim, Hacc 25, (1187); Muvatta, Hacc 31, (1, 333); Ebu Dâvud, Menâsik 21,
(1772).]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet Buharî'de abdestle ilgili
bahiste yer alır ve abdeste müteallik bazı teferruata yer verilir. Bu
meseleye Kitabu't-Tahâret'te "Mest üzerine meshetmek" babının 11. hadisinde
yer vereceğiz.
2- İki Yemânî rükünden maksad (1340. hadiste
açıklandığı üzere) Hacerü'l-Esved'in bulunduğu rükn ile ondan bir evvelki
rükndür. Asıl rükn-i Yemânî, Hacer rüknünden öncekidir, Yemen cihetine
baktığı için bu isim verilmiştir. Tağlib tarikiyle ikisine birden Rükn-i
Yemânân denmiştir. Bu iki köşe, Hz. İbrahim (aleyhisselam)'in attığı
temellere oturduğu için Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın her ikisini
de istilâm ettiği bâzı rivayetlerde gelmiştir.
3- Tüysüz deri diye tercüme ettiğimiz
Septiyye, debağlalanarak tüyleri dökülmüş sığır derisidir. Araplar o zaman
ayakkabılarını, tüyleri dökülmemiş derilerden yaparlardı. Taif gibi
sanayinin ilerlediği yerlerde deri işlenir, tüyü alınır, yumuşatılır ve
sonra ayakkabı yapılırdı. Bu çeşit ayakkabılar pahalı olduğu için herkes
giyemezdi.
4- Sarıya boyama meselesine, şârihler elbise
de olabilir, saç da olabilir demişlerdir. Her iki hususa şümûlünü ifade
eden delil mevcuttur. Ashab ve Tabiin'den saçlarını ve elbiselerini sarıya
boyayanlar olmuştur. Âlimler bu hususta bâzı ihtilâfa düşmüşlerdir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın da elbise ve sarığını sarıya boyadığı
rivayetlerde gelmiştir.
5- İhram meselesi: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm), Veda haccında, Mekke'ye gelince, beraberinde
kurbanlığı olmayanlara Hacc-ı temettuyu emretmiş, ihramdan çıkan Ashab,
terviye günü (8 Zilhicce) Mina'ya hareket edeceği zaman yeniden hacc için
ihrama girmişti. İşte Hz. İbnu Ömer Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın o
tatbikatını esas almış, devesine binip Mina'ya yönelir yönelmez telbiye
getirmeyi âdet edinmiştir.
8- Zilhicce'ye terviye denmesi, Mina'da su
bulunmadığı için, Mina'ya gideceklerin çokça su içmeleri ve su tedariki
yapmalarından dolayıdır. Terviye, bol bol su içmek mânasına gelir. Ancak
terviye bir de düşünmek mânasındadır. Rivayete göre Hz. İbrahim
(aleyhisselam) oğlu İsmail'i kesmesi için rüyasında emir alınca ertesi günü,
bu şeytanî mi, Rahmânî mi diye düşünmüş, bu sebeple o gün, terviye adını
almıştır. Ancak ertesi akşam aynı rüyayı tekrar görünce, Rahmanî olduğunu
anlamış, bu sebeple ertesi güne de arefe denmiştir.