Sadedinde olduğumuz hadis, mü'minin rüyasını
peygamberliğin kırk altı cüzünden biri ilan etmektedir. Mevzuyu bir başka
babta tahlil eden İbnu Hacer, bu mesele üzerine muhtelif hadislerde gelen
farklı rakamları kaydeder. Buna göre, on kadar farklı hadisten her biri
değişik rakamlar vermektedir. En azına göre, rüya, peygamberliğin yirmi
altıda biridir, en çocuğuna göre de yetmiş altıda biridir. Arada kırkta,
kırk dörtte, kırk beşte, kırk altıda, kırk yedide, kırk dokuzda, ellide,
yetmişte bir rakamları geçmektedir. Hadisler sıhatçe farklıdır. İbnu Hacer,
"Mutlak olarak en sahihi birincisidir, onu "yetmişte bir" rivayeti takip
eder" der. Farklı görüşleri 15'e kadar çıkaranlara ayrıca dikkat çeker.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
vefatıyla, nübüvvetin de kesilmiş olması sebebiyle, rüyanın nübüvvetten bir
cüz sayılması meselenin izahı zorca bir mesele olduğuna dikkat çektikten
sonra İbnu Hacer şunu söyler: "Bu fikre cevap olarak dendi ki: "Rüya eğer
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den vâki olmuş ise, bu gerçekten
nübüvvetten bir parçadır. Şayet bir başkasından vâki olmuş ise mecâzen
nübüvvetten bir parçadır."
Hattabî demiştir ki: "Dendiğine göre, rüya,
nübüvvete uygun olarak gelir, ancak, bu onun devam eden cüz'ü demek
değildir."
Şöyle de denmiştir: "Bunun mânası: Rüya
nübüvvet ilminden bir cüzdür. Zîra nübüvvet kesilmiş olsa da ilmi bâkidir."
İbnu Battâl, nübüvvet kelimesinin lügat
mânasından hareket ederek der ki; "Nübüvvet, inbâ kelimesinden alınmadır, bu
da lügat olarak i'lâm (duyurmak) demektir. Bu mânâya göre, rüya, Allah'tan
gelen ve yalan bulunmayan sâdık bir haber olması ve nübüvvetin de Allah'tan
gelen ve kizbin câiz olmadığı haber olması haysiyetiyle rüya ile, nübüvvet
arasında -haberdeki doğruluk noktasından- benzerlik kurulmuştur."
Rüyanın peygamberlikten bir cüz olması
meselesini bazı âlimler de şöyle izah etmişlerdir: "Cenab-ı Hakk,
Peygamberine altı ay rüyada hitab etti. Bu altı aydan sonra, ömrü boyunca,
yirmi üç yıl uyanık halde hitab etti. Bu altı aylık müddet yirmi üç yıla
nisbet edilince kırk altıda bir eder.
İbnu Battâl bu izahı iki noktadan tutarsız
bulmuştur:
1- Hz. Peygamber'in bi'setten sonraki ömrünün
miktarı ihtilâflıdır.
2- "Rüya, nübüvvetin yetmiş cüzünden biridir"
diyen rivayet mânasız kalacaktır.
İbnu Hacer bu konuda ulemânın muhtelif tez ve
antitezlerini beyan ettikten sonra sayıların farklılığını şöyle bir izahla
çözmeye çalışır: "Sayılardaki farklılıklar, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in bu meseleyi beyan ettiği zamanların farklı olmasından ileri
gelir. Şöyle ki: Kendisine vahyin gelmesinden on üç senenin dolumunda,
"rüyanın peygamberliğin yirmi altı cüzünden bir cüz olduğunu söylemiş
olmalı, bu ise hicret zamanına rastlar. Yirmi yılın dolumunda kırkta bir;
yirmi iki yılın dolumunda kırk dörtte bir; ondan sonra kırk beşte bir; sonra
hayatının sonunda kırk altıda bir demiş olmalı. Kırktan sonraki rivayetler
ise zayıftır. Ellide biri diyen rivâyetin küsûratı ifade etmesi ihtimal
dahilindedir. Yetmişte bir diyen rivayet ise mübâlağa içindir, bunun
dışındakiler zâten sâbit değildir. Böylesi bir irtibatlamada teâruz mevcut
değildir..."
Bu mevzu üzerine İbnu Hacer, başka yorum ve
tahliller dahi kaydederse de, bu kadarla yetiniyoruz. Ancak Ebî Cemre'nin
yukarıda kaydedilen, buna yakın izahını hatırlatmada fayda var.
ـ2ـ وفي أخرى للستة إ النسائى عن أبى قتادة رَضِىَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُ
سَمِعَ رَسولَ اللّهِ # يَقُولُ: الرُّؤْيَا مِنَ اللّهِ، وَالحُلْمُ مِنَ
الشَّيْطَانِ؛ فَإذَا حَلَمَ أحَدُكُمُ الحُلْمَ يَكْرَهُهُ فَلْيَبْصُقْ عَنْ
يَسَارِهِ وَلْيَسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنْهُ فَلَنْ يَضُرَّهُ[.
2. (958)-
Ebu Katâde (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre: Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın şöyle söylediğini işitmiştir: "Rüya Allah'tandır. Hulm
(sıkıntılı rüya) şeytandandır. Öyle ise, sizden biri, hoşuna gitmeyen kötü
bir rüya (hulm) görecek olursa sol tarafına tükürsün ve ondan Allah'a
istiâze etsin (sığınsın). (Böyle yaparsa şeytan) kendisine asla zarar
edemiyecektir." [Buharî, Tıbb 39, Bed'ü'l-Halk 11, Ta'bir 3, 4, 10,14, 46;
Müslim, Rüya 5, (2262); Muvatta 1, (2, 957); Tirmizî, Rüya 4, (2288); Ebu
Dâvud, Edeb 96, (5021).]
AÇIKLAMA:
Bazı rivayetler, "Salih rüya Allah'tandır"
diye kayıtlı olarak geldiği halde burada sâlih, gayr-ı sâlih kaydı
yapılmaksızın, rüyanın Allah'tan olduğu belirtilmiştir. İslâmî temel
itikadımız esâsen budur. Yani her şeyin takdiri, yaratılması, hayır, şer
Allah'tandır. Rü'yanın betahsis Allah'a nisbet edilmesi "teşrif" yani
rüyanın ehemmiyetine dikkat çekmek içindir.
Hadis, Allah'a nisbet edilecek hayırlı
rüyalara hulm denilmeyeceğini göstermektedir. Keza, şeytana nisbet
edilenlere de rüya denilmeyecektir. Tabii ki bu, şer'î bir edeptir. Esas
itibariyle ve lügat olarak uykuda görülenlerin hepsine rüya denir. Daha önce
yedi çeşide ayrıldığını belirttiğimiz rüyalar bu rivayette ikiye irca
edilmiş olmaktadır. Şu halde korku, üzüntü veren, hoşlanılmayan rüyalar
bâtıldır ve şeytandan gelmektedir, bunlara toptan hulm denmektedir. Hulm,
Kur'ân-ı Kerim'de edğâs diye zikri geçen karmakarışık, mânâsız rüyalardan
başka bir şey değildir.
Sadedinde olduğumuz hadis, görülen rüya
karşısında mü'minin takınacağı edeb ve tavrı belirlemektedir: "Şeytânî,
hoşlanmadığınız bir rüya gördüğünüz zaman sol tarafa tükürün, istiaze ederek
şeytandan Allah'a sığının..." diyor. Yani euzubillahi mineşşeytânirracim
denecek. Bir başka hadiste, böyle bir rüya görenin "sol tarafına üç sefer
nefes etmesi
فلْيَتَنَفَّسْ عَنْ شِمَالِهِ ثَثَ مَرَّاتٍ
şer ve ezasından Allah'a sığınması" tavsiye
edilmiştir. Bu babta başka rivayetler de var. Bu çeşit rüyalar
anlatılmamalıdır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sâlih rüya
görüldüğü zaman ne yapılması gereğini de muhtelif rivayetlerde ta'lim
buyurmaktadır:
اِذَا
رَأى اَحَدُكُمْ رُؤْياً يُحِبُّهَا فَاِنَّمَا هِىَ مِنَ اللّهِ فَلْيَحْمِدِ
اللّهَ عَلَيْهَا وَلْيُحَدِّثْ بِهَا وَإذَا رَاى غَيْرَ ذَلِكَ مِمَّا
يَكْرَهُ فَإنَّمَا هِىَ مِنَ الشَّيْطَانِ فَلْيَسْتَعِذْ مِنْ شَرِّهَا وََ
يَذْكُرْهَا َحَدٍ فَإنَّهَا َ تَضُرُّهُ
"Sizden biri sevdiği bir rüya görünce, (bilsin
ki) bu Allah'tandır. Bunun için Allah'a hamdetsin, bunu başkasına anlatsın.
Hoşuna gitmeyen bir rüya görünce de (bilsin ki) bu şeytandandır, hemen
şerrinden Allah'a istiâzede bulunsun. Rüyayı kimseye de anlatmasın, zira
kendisine zarar verecek değildir."
Buharî'den kaydettiğimiz bu rivayet, hoşumuza
giden rüyaların başkasına anlatılmasını tavsiye etmekte ise de, başka
rivayetlerde rüyayı anlatacağımız kimseler hakkında bâzı kayıtlar
koymaktadır:
وََمُحَدِّثْ بِهَا اَِّ لَبِيباً اَوْ حَبِيباً
Yani "Bilgili veya sevgili" olmalıdır,
اَِّ عَلى عَالِمٍ اَوْ نَاصِحٍ yani
"Alim veya nasih (hayırhah)" olmalıdır. Vâdd (sizi seven), zire'y (isabetli,
faydalı görüş sahibi) gibi başka vasıflar da zikredilmişse de hepsi aynı
kapıya çıkar ve rüya anlatacağımız kimselerin akıllı, bilgili, hakkımızda
hayır düşünen, bizi seven bir kimse olmasına dikkat etmemiz gereği
anlaşılır.
Ebu Bekr İbnu'l-Arabî der ki: "Âlim olmalıdır,
zira o, rüyayı imkân nisbetinde hayra yoracaktır. Hayırhah (nâsih)
olmalıdır, çünkü o, faydalı olana ve kendisine yardımı dokunacak hususlara
irşâd ve teşvikte bulunacaktır. Bilgili (lebib), rüyayı anlayan demektir,
böyle birisi, rüyayı görenin ihtiyaç duyduğu hususu bilip onu öğretecek veya
sükut edecektir. Sevilen (habib) de, bir hayır görürse söyler, anlayamaz
veya şüpheye düşerse sükût eder..."
ـ3ـ وفي أخرى للبخارى قال: ]قال رَسولُ اللّهِ #: مَنْ رَآنِى في المَنَامِ
فقَدْ رَآنِى فَإنَّ الشَّيْطَانَ َ يَتَمَثَّلُ بِى[ .
3. (959)-
Buhârî'nin bir rivayetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurur: "Beni rüyada gören, gerçekten beni görmüştür, çünkü şeytan benim
suretime giremez." [Buharî, Tabir 2, 10; Müslim, Rüya 10; (2266); Muvatta,
Rüya 1, (2, 956).]
AÇIKLAMA:
Yukarıdaki hadisi Hz. Enes (radıyallahu anh)
rivayet etmiştir. Tîbî şöyle açıklamıştır. Beni rüyasında gören, beni
hakikatim üzere eksiksiz görmüştür, beni görüp görmediğinden şüpheye
düşülmemelidir. Rüya tamdır, hak bir rüyadır" demektir." Nitekim, yine
Buhârî'de gelen bir başka hadiste: "Rüyada beni gören hakkı (gerçeği)
görmüştür."
مَنْ رَآنِى فَقَدْ رَأى الحَقَّ
buyurmuştur.
Rüyada Resûlullah'ın görülmesi meselesi bazı
farklı yorumlara sebep olmuştur. Yani, her ne suretle görülürse görülsün bu
görülüş hak bir görme midir? Yoksa görmenin hak olması için Resûlullah'ı
bilinen evsafıyla görmek şart mıdır? Çünkü Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) her seferinde mâlum sıfatlarıyla, hüviyet-i asliyesi ile gözükmez.
Buharî'nin bazı nüshalarında İbnu Sîrîn'in şu kaydı yer alır:
اِذَا رَآهُ في صُورته Buna göre,
Resûlullah'ı bilinen evsafı çerçevesinde görürse bu rüya hak rüyadır.
Ancak ulemâ şu noktada müttefiktir: "Şeytan
Resûlullah'ın hüviyetine giremez." Cenâb-ı Hakk ona bu imkânı tanımamıştır.
Aksi takdirde, şeriata kizb karışma ihtimali mevzubahis olur, dine itimad
kalmazdı. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk, şeytanı, kişinin uyanık halinde,
Resûlullah'ın suretine girmekten men ettiği gibi, uyku halinde de o suretle
gözükmekten men etmiştir. Bu hususu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) açık
seçik beyan etmiştir.
Hal böyle olunca, Resûlullah'ın, her ne
suretle olursa olsun, rüyada görülmesine şeytanın dehâlet etmemesi gerekir.
Bu sebeple Nevevî şöyle der: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı gören
kişi mâlum evsafı üzere de görse, mâlum evsafının aksine de görse, gerçekten
Resûlullah'ı görmüştür."
Nevevî bu görüşünü, Kadı İyaz'ın: "Sağ iken
taşıdığı sureti ile gören gerçekten görmüş, bu sıfata uymayan şekilde gören
hakiki görmüş sayılmaz, te'vil gerekir" sözünü reddetmek için söylemiştir.
Bazıları daha açık bir ifade ile hadisten şunu
anlamışlardır: "Hadisin manası şudur: O (aleyhissalâtu vesselâm)'nu gören,
hayatta iken taşıdığı suret üzere görür. Bundan şu zaruri netice çıkar:
Resûlullah'ı aslî suretinin haricinde görenin rüyası edgâs'tır, (sadık rüya
değildir.)"
Ancak ulemâ çoğunlukla şu görüşü benimser: "Bu
hadisten maksad şudur: hangi hal üzere olursa olun Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in rüyada görülmesi bâtıl olamaz, bu rüya edgâs
değildir, esas itibariyle haktır. Görülen suret şeytandan değil
Allah'tandır."
ـ4ـ وفي أخرى ‘بى داود والترمذى عن أبى رزين العقيلى: ]رُؤْيَا الْمُؤمِنِ
جُزْءٌ مِنْ أَرْبَعِينَ جُزْءاً مِنَ النُّبُوَّةِ، وَهِىَ عَلى رِجْل طَائِرٍ
مَالَمْ يَتَحَدَّثْ بِهَا، فَإذَا تَحَدَّثَ بِهَا سَقَطَتْ[.
4. (960)-
Ebu Rezîn el-Ukeylî Lakît İbnu Amir İbni Sabire (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mü'minin rüyası,
nübüvvetin kırk cüzünden bir cüzdür. Bu rüya, anlatılmadığı müddetçe bir
kuşun ayağında (takılı vaziyette) durur. Anlatılacak olursa hemen düşer."
[Tirmizî, Rü'ya 6, (2279, 2280); Ebu Dâvud, Edeb 96, (5020).]
AÇIKLAMA:
1- Rüyanın peygamberlikten bir cüz olma
meselesini 957 numaralı hadiste açıkladık.
2- Rüyanın kuşun ayağında takılı olması, bir
teşbihtir; bununla, rüyanın anlatılmadığı müddetçe kesinleşmediği ifade
edilmektedir, tıpkı asılan, takılan bir şeyin havada durması, yerde
istikrarını bulmaması gibi. Öyle ise, rüyanın istikrar bulup, kesinlik
kazanması tâbir edilmesine bağlıdır. Tâbir edilince süratle düşüp istikrar
kazanır. Kuşun kendisi bir yerde sâbit durmazsa, onun ayağına takılan şey
hiç sâbit duramaz. Öyle ise rüya anlatılınca, hükmü, sahibinin üstüne hemen
düşer. Ebu Dâvud'un bir başka rivayeti şöyle: "Rüya, tâbir edilmedikçe bir
kuşun ayağı üstündedir, tâbir edilince hemen düşer." Bu rivâyet "anlatınca"
demiyor, "tâbir edince" diyor. Öyle ise, önceki hadiste geçen "anlatmak"tan
maksad, tâbirini medar-ı bahs etmek, konuşmaktır.
Hadisin Ebu Davud'daki aslı, Ebu Rezîn'in şu
sözüyle tamamlanır: "Zannederim (Resûlullah) şunu da demişti: "(Öyleyse)
rüyanı akıllı ve dostun olan kimseye anlat."
Rüyadaki hakikatın tahakkuku, onun
anlatılmasına, daha doğrusu tâbirine bağlı olunca, rüyanın rastgele
kimselere anlatılmamasının ehemmiyeti daha iyi anlaşılmış olur. Bu sebeple
Resûlullah, rüyanın tabiatı hakkında verdiği bilgiye uygun bir tavsiye ile
hadisini tamamlamış olmaktadır: "Rüyayı lebib ve habib olana, yani akıllı
dosta anlatın!"
ـ5ـ وفي أخرى للبخارى ومالك عن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]رُؤْيَا
المُؤْمِنِ جُزْءٌ مِنْ سِتَّةٍ وَأرْبَعِينَ جُزْءاً مِنَ النُّبُوَّةِ[ .
5. (961)-
Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Mü'minin rüyası, nübüvvetin kırk altı
cüzünden bir cüzdür." [Buharî, Ta'bir 4, Muvaatta 1, (2, 956).]
AÇIKLAMA:
Hadis, Muvatta'da Ebu Saîdi'l-Hudrî rivayeti
olarak değil, Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh) rivâyeti olarak, yakın
elfazla geçer. Rüyanın peygamberlikten cüz olması meselesini 957 numaralı
hadiste açıkladık.
ـ6ـ وللترمذى عن أبى سعيد أيضاً. ]أنَّ رسولَ اللّه # قال: أصْدَقُ الرُّؤْيَا
بِا‘سْحَارِ[ .
6. (962)-
Tirmizî'de Ebu Saîd'den şu rivayet kaydedilmiştir: "En sâdık rüya seher
vakitlerinde görülen rüyadır." [Tirmizî, Rü'ya 3, (2275).]
AÇIKLAMA:
Daha önce (957. hadis) belirttiğimiz üzere,
âlimler rüyanın sıdkı hususunda, onun görüldüğü mevsimin ehemmiyetine dikkat
çekerler. Bazı mevsimlerde insan tabiatının mutedil olması sebebiyle rüyayı
edğas (karışık ve mânasız) kılan psikolojik ve biyolojik amillerin daha az
tesirde bulunacağını belirtmişlerdir. Şu halde, günlük olarak da seher
vakitlerinin, diğer vakitlere nazaran biyolojik ve psikolojik yönden en
mutedil vakit olduğu söylenebilir: Uyku ile dinlenmiş olan sinir sistemi
daha sakindir, mide boşalmış, hazım yorgunluğu kalmamış, ruhen fikren
meşguliyet ve hassasiyet asgarî seviyeye inmiş vs. Şu halde mizac ve
kuvvelerin azamî derecede i'tidale kavuştuğu bir durumda görülecek rüyalar
hakikat olma şansına daha çok sahiptir. Bu durumu Resûlullah, "En sadık rüya
seherdekidir" diyerek ifâde buyurmuş olmaktadır.
Tîbî merhum, meselenin bir başka yönüne de
dikkat çeker: "Zira seher vakti meleklerin inme zamanıdır."
ـ7ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّه #: لَمْ يَبْقَ
بَعْدِى مِنَ النُّبُوَّةِ إَّ الْمُبَشِّرَاتُ. قَالُوا: وَمَا
الْمُبَشِّرَاتُ؟ قالَ: الرُّؤْيَا الصَّالِحَةُ[. أخرجه البخارى متص، ومالك عن
عطاء مرس.وزاد: يَرَاهَا الرَّجُلُ المُسْلِمُ أوْ تُرَى لَهُ .
7. (963)-
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle demişti: "Benden sonra, peygamberlikten sâdece mübeşşirat
(müjdeciler) kalacaktır!"
Yanındakiler sordu:
"- Mübeşşirât da nedir?"
"- Sâlih rüyadır!" diye cevap verdi."
Muvatta'nın rivayetinde şu ziyade var: "Sâlih
rüyayı sâlih kişi görür veya ona gösterilir." [Buharî, Tabir 5; Muvatta,
Rüya 3, (2, 957); Ebu Davud, Edeb 96, (5017).]
AÇIKLAMA:
Mübeşşirât kelime olarak mübeşşire'nin
cem'idir, bu ise büşrâ yani müjde (sevindirici haber) demektir. Ancak
hadiste bununla rüyayı sâliha kastedildiği Resûlullah tarafından
açıklanmıştır. Hadiste Resûlullah: "Bana has olan nübüvvetten sonra sadece
mübeşşirât kalacaktır, diğer nübüvvet hassaları benimle beraber ortadan
kalkacak" demek istemiştir. İbnu Abbas'tan gelen bir rivayete göre
Resûlullah bu sözü ölüm döşeğinde söylemiştir. Ancak hadisin bir çok vechi
mevcuttur. Bir vechi şöyledir:
إنَّ الرِّسَالَةَ وَالنُّبُوَّةَ قَدْ انْقَطَعَتْ، وََ نَبِىَّ وََ رَسُولَ
بَعْدِى وَلكِنْ بَقِيَتْ الْمُبَشِّرَاتُ. قَالُوا: وَمَا الْمُبَشِّرَاتُ؟
قَالَ: رُؤْيَا الْمُسْلِمِينَ جُزءٌ مِنْ اَجْزَاءِ النُّبُوَّةِ
"Risalet ve peygamberlik artık kesildi.
Benden sonra ne nebi ne de peygamber var. Ancak mübeşşirat devam edecek!"
Dediler ki: "Mübeşşirat nedir?" Dedi ki: "Müslümanların rüyası peygamerliğin
cüzlerinden bir cüzdür."
İbnu't-Tîn der ki: "Hadisin mânâsı şudur:
"Vahiy benim ölümümle kesilecektir. Kendisiyle, istikbalde olacak şeyleri
öğrenebileceğiniz tek kaynak kalıyor, o da rüyadır." Ancak bu söze, ilham
hatırlatılarak karşı çıkılmıştır, zîra ilham da istikbali öğrenme
kaynaklarından biridir.