ـ1ـ عن عبداللّه بن السائب قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّه # يقولُ في الطَّوَافِ
مَا بَينَ الرُّكْنَيْنِ: رَبَّنَا آتِنَا في الدُّنْيَا حَسَنَةً وفي اŒخِرَةِ
حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ[. أخرجه أبو داود .
1. (1393)-
Abdullah İbnu Sâib anlatıyor: "Safâ ile Merve arasındaki tavaf sırasında
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle dua ettiğini işittim:
"Rabbimiz bize dünyada hayır ver, ahirette de
hayır ver ve bizi ateş azabından koru." [Ebu Dâvud, Menâsik 52, (1892).]
AÇIKLAMA:
Bu dua Kur'ân'da gelen dualardandır (Bakara
201). Bu, câmî bir duadır. Zîra Allah'tan hem dünyada hem ahirette hasen
istenmektedir. Hasen güzel ve hayır mânalarına gelir. Yani istenen şey belli
muayyen bir hasen olmadığı için, bunun içerisine bütün hasenler, hayırlar,
iyi olan şeyler eksiksiz girer. Alimler "dünyadaki hasen"le ilim, amel,
âfiyet, af, rızk, temiz hayat, kanaat, sâlih evlat vs. akla gelebilecek
bütün hayırlı şeylerin kastedildiğini, "ahiretteki hasen"le de mağfiret,
cennet, yüksek dereceler, peygamberlere mürâfakat, rıza, rü'yet (Allah'ın
cemalini görmek), lika (Allah'a kavuşmak) vs. uhrevî füyûzâtın
kastedildiğini söylerler.
"Ateşin azabından korunma" talebiyle de
cehennemin yakması, dondurması, zehiri, açlığı, susuzluğu, pis kokusu,
darlığı, akrebleri, yılanları gibi nasslarda gelen her çeşit azabından
korunma taleb edilmiş olmaktadır.
Mü'min, duaların makbul olduğu o mübârek
yerlerde bu çeşit câmi dualarla dua etmeli, dünyevî, maddî, müşahhas, fânî
şeyleri taleb ederek vaktini heder etmemelidir.
ـ2ـ وعن نافع. ]أنَّهُ سَمِعَ ابنَ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُما يقولُ عَلى
الصَّفَا: اللَّهُمَّ إنَّكَ قُلْتَ ادْعُونِى اسْتَجِبْ لَكُمْ، وَإنَّكَ َ
تُخْلِفُ المِيعَادَ، وَإنِى أسألُكَ كَمَا هَدَيْتَنِى لِ“سَْمِ أنْ َ
تَنْزِعَهُ مِنِّى حَتَّى تَتَوَفَّانِى وَأنَا مُسْلِمٌ[. أخرجه مالك.وزاد
رزين: وَكَانَ يُكَبِّرُ ثََثَ تَكْبِيراَتٍ وَيقولُ: َ إلهَ إَّ اللّهُ
وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ لَهُ المُلْكُ وَلَهُ الحَمْدُ وَهُوَ عَلى كلِّ شَئٍ
قَدِيرٌ، يَصْنَعُ ذلِكَ سَبْعَ مَرَّاتٍ، وَيَصْنَعُ في المَرْوَةِ كَذلِكَ في
كلِّ شَوْطٍ .
2. (1394)-
Nâfi' (rahimehullah)'nin anlattığına göre, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'i
Safâ tepesi üzerinde şöyle dua ederken işitmiştir:
"Ey Allah'ım, Kitab-ı Mübîn'inde: "Bana dua
edin size icâbet edeyim!" (Gâfir 60) diyorsun, sen sözünden dönmezsin. Ben
şimdi senden istiyorum: Bana hidayet verip İslâm'ı nasib ettin, onu geri
alma. Son nefesimi Müslüman olarak vermemi nasib et" (Âmin). [Muvatta,Hacc
128, (1, 372-373).]
Ya Rabb, aynı duayı biz de yapıyoruz, kabûl
et!
Rezîn şunu ilâve etmiştir: "(İbnu Ömer), üç
kere tekbir getirir ve şöyle derdi: "Allah'tan başka ilâh yoktur, O tekdir,
O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, bütün hamdler O'na âittir, O her şeye
kâdirdir." Bunu da yedi kere tekrarlardı.
Merve'de de, her şavtta aynı şeyleri tekrar
ederdi. [Rezîn'in bu ilâvesi de Muvatta'nın aynı babındadır (127. hadis)
ـ3ـ وفي رواية لرزين: ]وَذلِكَ إحْدَى وَعِشْرُونَ مِنَ التَّكْبِيرِ وَسَبْعٌ
مِنَ التَّهْلِيلِ وَيَدْعُو فِيمَا بَينَ ذلِكَ يَسْألُ اللّهَ تعالى
وَيَهْبِطُ حَتَّى إذَا كانَ بِبَطْنِ المسِيلِ سَعَى حَتَّى يَظْهَرَ مِنْهُ
ثُمَّ يَمْشِى حَتَّى يأتِى عَلى المَرْوَةِ فَيَرْقى عَلَيْهَا فَيَصْنَعُ
مِثْلَ مَا صَنَعَ عَلى الصَّفَا يَصْنَعُ ذلِكَ سَبْعَ مَرَّاتٍ حَتَّى
يَفْرَغَ مِنْ سَعْيِهِ[.
3. (1395)-
Rezîn'in bir rivayetinde şöyle denir: "Bu yirmi bir tekbir, yedi tehlîl
eder. Bunlar arasında da dua eder, Allah'tan ister, sonra (tepeden inmeye
başlar), vadinin tabanına (şimdilerde Yeşil Sütunlara) varınca koşmaya
başlar, buradan çıkıncaya kadar koşar, Merve yamacına varınca normal
yürümeye devam eder. Tepeye, zirveye çıkar, orada durup, Safâ'da
yaptıklarını aynen tekrâr ederdi.
Bunu yedi kere tekrarlar ve böylece sa'yini
tamamlamış olurdu."
ـ4ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُ قال: ]كانَ رسولُ اللّه # إذَا وَقفَ عَلى
الصفا يكبرُ ثَثاً ويقولُ: َ إلَه إ اللّهُ وَحدهُ َ شَريكَ لهُ؛ لهُ الملكُ
ولهُ الحمدُ وهو على كلِّ شئٍ قَدِيرٌ، يصنعُ ذلِكَ ثث مرَّاتٍ وَيدْعُو ويصنع
عَلى المروة مثل ذلِكَ[ .
4. (1396)-
Hz.Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Safâ tepesinde durduğu zaman üç kere tekbir getirip sonra: Allah'tan başka
ilah yoktur. O tekdir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir,
O herşeye kadirdir" derdi. Ve bunu üç sefer tekrar eder, dua okurdu. Aynı
şeyi Merve tepesinde de yapardı." [Muvatta, Hacc 127, (1, 372); Müslim,
Hacc 147, (1218); Ebu Dâvud, Menâsik 57, (1908); İbnu Mâce, Menâsik 84,
(3074).]
ـ5ـ وعن ابن شهاب قال: ]كانَ ابنُ عمر رَضِىَ اللّهُ َعَنْهُما يُلَبِّى وهو
يطوف بالبيت[. أخرجهما مالك .
5. (1397)-
İbnu Şihâb anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), Beytullah’ı tavaf
ederken telbiye getirmezdi.”
[Muvatta, Hacc 47, (1, 338).]
AÇIKLAMA
Zürkanî, bu hususta şu açıklamayı sunar: “İbnu
Ömer (radıyallahu anhümâ)’in tavaf sırasında telbiye getirmemesi, bunun
meşrû olmamasındandır.
Bu sebeple oğlu Sâlim de tavafta telbiyeyi
mekruh addetmiştir. İbnu Uyeyne der ki: "Kendisine ihtida edilip
uyulanlardan Atâ İbnu's-Sâib hâriç hiç kimsenin Beytullah'ın etrafında
telbiye getirdiğini görmedim." Şâfiî hazretleri ve Ahmed İbnu Hanbel
sessizce telbiye getirmeyi câiz bulmuşlardır. Ancak Rebîa tavaf edince
telbiye getirirdi."
Hanefîlere göre, telbiye, Zilhicce'nin 10'uncu
günü (yâni bayramın birinci günü) şeytana ilk taşın atılmasına kadar devam
eder, o zaman bırakılır.