Dinin meşrû kabul ettiği bir akde
dayanmaksızın irâde ve ihtiyar ile yapılan haram bir mücâmâttır, yani
çiftleşme. Bu cürmü işleyen erkeğe zâni, kadına da zâniye denir. Zinâ
cürmünü kendi ihtiyar ve irâdesiyle yapmayan erkeğe fakihler, mezniyyün bih,
kadına da mezniye veya mezniyyün bihâ demişlerdir.
Bir zinâ cürmünün haddi gerektirmes için, bazı
şartlar aranır. Buna göre fiil:
* Dar-ı İslâm'da cereyan etmelidir.
* Fâil, mükellef (yani hukukî ehliyete sahip)
olmalıdır.
* Mef'ûl, hâl-i hazırda veya daha önce
müştehat
bulunan berhayat bir kadın olmalıdır.
* Bu kadın erkeğin cariyesi veya nikahlısı
olmadığı gibi, arada kölelik ve nikahlılık ihtimali de bulunmamalıdır.
* Zinâ fiili şeriatın şart kıldığı bürhanlarla
sübût bulmalı, kesinlik kazanmalıdır.
Bu sayılan şartlardan biri eksik olursa zinâ
cürmü kesinlik kazanmaz, dolayısıyla hadd-i zinâ tatbik edilmez.
Bu şartların içtimâî olması sebebiyle erkek
hakkında kesinlik kazanan hadd-i zinâ, nefsini rıza ile teslim eden kadına
da tatbik edilir.
Mükellef olmayan bir kimse, bir kadınla gayr-ı
meşrû surette mukârenette bulunacak olsa, ona hadd-i zinâ tatbik edilmez.
Keza erkek ve kadın mükreh olarak yani zor altında mücâmaat edecek olsa
onlara da hadd tatbik edilmez. Her ikisi de mükellef olduğu halde, biri
mükreh diğeri muhtar olarak mücâmaatta bulunsalar mükreh olana hadd tatbik
edilmez.
Hadd-i Zinâ: Bu, yukarıda belirtilen şartların
tahakkuk etmesiyle kesinlik kazanan zinâ cürmü sebebiyle bunu irtikab eden
şahsa terettüp eden ukûbettir. Bu ukûbet (ceza) iki şekilde tecellî eder:
1- Recm (taşlayarak öldürme)
2- Celde (usul-ü dairesinde dayak).
Recm cezası muhsan ve muhsane olanlara tatbik
edilir.
Şu yedi vasfı bulunan kimse muhsandır: Akıl,
bülûğ, hürriyet, İslâm, sahih bir nikâhla evlenmiş olmak, zevcesinin de bu
vasıfları taşıması, bu vasıfları taşıdıktan sonra aralarında mukârenetin
vukû bulması.
Öyle ise mesela evlilik muamelelerini eksiksiz
tamamlayan bir kimse henüz gerdek yapmamışsa muhsan değildir. Sözgelimi,
böyle birisi zevcesi ile gerdekten önce, zinâ cürmünü işlese kendisine recm
tatbik edilmez. Diğer şartlar da böyle. Bir tanesinin eksik olması, kişiden
muhsan vasfını kaldırır, recm tatbikini düşürür. Gerdeğe girer, fakat sonra
"temas olmadı" diye iddia ederse, hükümde ihtilaf edilmiştir. İbnu'l-Münzir,
fâsid nikâh ve şüphe durumunda kişinin muhsan sayılmayacağında ulemânın icma
ettiğini söyler.
Mücâmaat (birleşme): Fakihler, cinsî
mukârenete "zinâ" diyebilmek için erkekle kadın arasındaki birleşmede bazı
vasıflar aramışlardır. Bu noktayı da gözönüne alınca, zinâ şöyle tavsif
edilmiştir: Mükellef ve Müslüman bir kimsenin, nikâh veya kölelik
sebeplerinden biriyle mukârenete şer'an mezun olmayan bir insana ön veya
arka cihetinden bilâ şüphe taammüden vatiyde bulunmasıdır. İşte bu fiil
haddi gerekli kılar.
Vatiy, haşefenin -haşefe mevcut değilse o
miktarın- ön veya arka uzuvdan birinde tegayyüb etmesidir.
Vatiy, bazan, haşefenin haşefeye duhûlü (girmesi) şeklinde de tarif
edilmiştir. Fakihler, duhûl sırasında, lezzete mâni olmayacak hafif bir hâil
(perde) bulunsa da buna vatiy demişlerdir. Keza, bu duhûlün zinâyı müstelzim
vatiy sayılması için inzal vukûunu, meni gelmesini şart koşmamışlardır.
Bu tarife göre, haşefenin duhûlü vukua
gelmeyen mukârenetler vatiy sayılmaz. Istılahât-ı Fıkhiyye Kamusu'nda şu
açıklama sunulur: "Müsâhaka: Tenâsül uzuvlarının biribirine temas
ettirilmesi, aralarında nikâh veya mülk-i rakabe ile câriyelik bulunmayan
kimseler hakkında haramdır. Maahâzâ bu, zinâ değildir. Çünkü bunda îlâc
(idhâl) yoktur. Bunu irtikab eden kadınlar veya erkekler hâkimin içtihâdına
göre te'dib edilirler. Nefsini sabiye veya behîmeye teslim eden bir kadın da
bu te'dibe müstahak olur. Bu faziha, ya mükellef şahsın ikrarıyla veya iki
adlin şehâdetiyle sabit olur."
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما قال: سَمِعْتُ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ يَخْطُبُ
وَيَقُولُ: ]إنَّ اللّهَ تَعالى بَعَثَ مُحَمّداً # بِالْحَقِّ، وَأنْزَلَ
عَلَيْهِ الْكِتَابَ، فَكَانَ مِمَّا أنْزَلَ عَلَيْهِ آيََةَ الرَّجْمِ،
فَقََرَأنَاهَا وَوَعَيْنَاهَا، وَرَجَمَ رسول اللّهِ # ورَجَمْنَا بَعْدَهُ،
وَأخْشى إنْ طَالَ بِالنَّاسِ زمَنٌ أنْ يَقولَ قَائلٌ مَا نَجِدُ الرَّجْمَ في
كِتَابِ اللّهِ تَعَالى فَيَضِلُّوا بِتَرْكِ فَرِيضَةٍ أنْزَلَهَا اللّهُ
تَعالى في كِتَابِهِ، فإنَّ الرَّجْمَ في كِتَابِ اللّهِ حَقٌّ عَلى مَنْ زَنى
إذَا أحْصَنَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ قَامَتِ الْبَيِّنَةُ، أوْ كَانَ
حَمْلٌ، أوِ اعْتِرَافٌ وَاللّهِ لَوَْ أنْ يَقُولَ النَّاسُ: زَادَ في كِتَابِ
اللّهِ تَعالى لَكَتَبْتُهَا[. أخرجه الستة .
1. (1589)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i
hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:
"Allah Teâla hazretleri Muhammed
(aleyhissalâtu vesselâm)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi.
Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve
ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm
cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi
taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da
recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında
indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm,
kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya
itiraf yoluyla- sübût bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken
Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar:
"Ömer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm
âyetini (Kitabullah'a) yazardım." [Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19,
Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzî 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691);
Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud,
Hudud 23, (4418).]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, hadis kaynaklarında farklı
vecihlerle rivayet edilmiştir. Muvatta'nın bir rivayeti daha açıktır:
"Hz. Ömer (radıyallahu anh) haccdan çıkınca
Medine'ye geldi. (Orada halka hitaben şunları söyledi: "Ey insanlar! Sizlere
bir kısım sünnetler ve farzlar teşrî edildi. Size çok açık bir din
bırakıldı. Recm âyeti hususunda kendinizi sakın tehlikeye atmayın. İçinizden
biri: "Biz Allah'ın kitabında iki haddi
bulamıyoruz" diyebilir. Şurası muhakkak ki Resûlullah da, biz de (zinâ
edenlere) recm uyguladık. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin
ederim, insanlar "Ömer Kitabullah'a (onda olmayan şeyi) ilavede
bulundu"demiyecek olsalar, (Kur'ân'ın sonuna) şu âyeti elimle yazardım:
اَلشَّيخُ
وَالشَّيْخَةُ إِذَا زَنَيَا فَارْجُمُو هُمَا اَلْبَتَّةَ
"Yaşlı bir erkek ve yaşlı bir kadın zinâ
edecek olurlarsa onları mutlaka recmedin."
İmam Mâlik, burada geçen yaşlı erkek ve yaşlı
kadın tâbirlerini "dul erkek", "dul kadın" diye açıklar. Parantez içindeki
ziyadeler başka rivayetlerden alınarak dercedilmiştir.
Nesâî'de Übey İbnu Ka'b'dan kaydedilen
rivayette recm âyetinin Ahzâb sûresinde gelmiş olduğu belirtilir.
2- Neshle ilgili bahislerde geçtiği üzere,
recm âyeti tilâveti mensuh, hükmü bâki âyetlerdendir. 947 numaralı hadiste
de geçti.
3- İbnu Hacer: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in
korktuğu husus vukua gelmiştir. Zîra Haricîlerin büyük çoğunluğu ile bir
kısım Mu'tezile, recmi inkar ettiler" der.
4- Recm cezası Hz. Peygamber tarafından erkek
olan Mâîz İbnu Mâlik el-Eslemî (radıyallahu anh)'ye tatbik edilmiştir. Mâiz,
bizzat gelerek, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e zinâ yaptığını
itiraf etmiştir. Resûlullah, onu üç sefer reddeder. Mâiz dördüncü sefer
müracaat ederek zinâ yaptığını beyan edince, yakınlarına: "Bunun aklında bir
eksiklik var mıydı?" diye sorar. "Yoktu!" cevabını alınca recmedilmesini
emreder ve recmedilir
Kadın olarak da Gâmidiyye (radıyallahu anhâ)
recmedilmiştir. Bu da kendisi gelip Hz. Peygamber'e "Ey Allah'ın Resûlü,
beni temizle!" diye itirafta bulunmuş, Resûlullah onu: "Git!" diye geri
çevirmiş, ancak o, ertesi günü tekrar gelip hâmile olduğunu da belirtmiştir.
Resûlullah çocuğunu doğurmasını söylemiş, doğumdan sonra gelince "sütten
kesilinceye kadar" mühlet vermiş, çocuk sütten kesilince tekrar gelen
kadının recmedilmesini emretmiştir.
Gâmidiyye ile ilgili rivayette Hâlid İbnu
Velid'in attığı taşın kadında açtığı yaradan yüzüne kan sıçrayınca, Halid
(radıyallahu anh) kadına küfreder. Ancak Hz. Peygamber müdahele ederek:
"- Yapma! Ruhumu kudret elinde tutan Zât-ı
Zülcelâl'e yemin olsun, o öyle bir tevbede bulundu ki, öylesini alışveriş
sahtekârları yapsaydı affa uğrarlardı" buyurur. Kadının cenaze namazını
kıldırır ve defnedilir.
Keza, Yahudilerin mürâcaatı üzerine, Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapan bir Yahudi çiftine de recm
tatbik eder. Bunun tafsilatı 947. hadiste geçti.
5- Şarihler, "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in:
"İnsanlar: "Ömer Allah'ın Kitabına ilavede bulundu" demeyecek olsalar, recm
âyetini Kur'ân' ın sonuna yazardım" demesini, mübalağaya ve recmi tatbik
etmeye teşvike hamlederler. "Zîra, derler, âyetin lafzı neshedilse de mânası
bakidir. Hz. Ömer gibi, fıkhı, ilmi yüce bir şahsiyetin lafzı neshedilen bir
âyeti, Kur'ân-ı Kerim'e yazmaya kalkması düşünülemez."
Kur'ân-ı Kerim, Ashab'ın huzurunda, bugünkü
haliyle ihtilafsız olarak cem'edilmiştir. Recm âyetinin Kur'ân-ı Kerim'e
lafzen girmeyeceği hususunda icma vardır. Resûlullah'a gelen vahiylerden
bir kısmının lafzen, bir kısmının hükmen, bir kısmının hem lafzen ve hem de
hükmen neshedildiği Ashab'ca bilinen bir husustur. Bu durumu açıklayan
rivayetler gelmiş, ulema bunların değerlendirmesini yapmıştır. Daha önceki
bahislerde, Resûlullah'ın her Ramazan ayında, o zamana kadar inmiş olan
âyetleri önce Cebrâil (aleyhisselam)'e, sonra da halka okuyarak "arza"
yaptığını, Cebrâil'e okuyarak hatası, yanlışı varsa tashih ettirdiğini,
halka okumakla da onların hatalarını düzelttiğini, işte bu arzalarda, lafzı
neshedilen vahiylerin de Kur'ân-ı Kerim'den çıkarıldığını belirtmiştik.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ömrünün son Ramazan'ında arzayı iki
sefer yapmıştır. Buna arza-i âhire denir.
6- Zinâ eden kadın ve erkek muhsan olduğu
takdirde recm edilirler. Zinâ, itiraf veya beyyine ile sâbit olur.
İtiraf : Kişinin zinâ yaptığını kadıya gelip
beyan etmesidir.
Beyyine: Şehâdeti makbul dört erkeğin veya
sekiz kadının zinâya şahidlik yapmasıdır. Şahidlerin sayısı bu rakamdan
aşağı düşerse zinâ suçu sübût bulmaz. Âlimler bu hususlarda ittifak ederler.
Ancak itirafın sayısı ve şahidlerin sıfatları gibi bazı teferruatta ihtilâf
vaki olmuştur. Sözgelimi Hanefîlerle Hanbelîler itirafın dört ayrı mecliste
vaki olmasını şart koşarlar. İmam Mâlik ve Şâfiî'ye göre, kişinin zinâ
yaptığını bir kere ikrar etmesi kâfidir, suç sübût bulur.
7- Gebelik zinâya delil olur mu? Bu husus
ihtilaflıdır. Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e göre, gebelik zinâya delildir,
recme sebep olur. İmam Mâlik ve ashâbı da aynı kanaattedirler: "Kocası veya
efendisi bilinmeyen bir kadın gebe olur ve zinâya icbar edildiği de
bilinmezse, recmi gerekir. Ancak yabancı ise ve çocuğun kocasından veya
efendisinden olduğunu söylerse beyanına itibar edilir" demişlerdir.
İmam Âzam, Şâfiî ve ulemânın cumhuruna göre,
gebelik mutlak surette zinâya delil olmaz. Bu hususta, kadının kocası veya
efendisi olmuş olmamış, kadın yerli veya yabancı olmuş, zinâya mecbur
edildiğini söylemiş, söylememiş hüküm aynıdır. Beyyine olmadıkça veya
itirafta bulunmadıkça recmedilemez. Zîra şer'î hadler şüphe ile ortadan
kalkar ve sâkıt olur.
Haddle ilgili teferruat müteakip hadislerde
gelecek.
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما قال: ]قالَ اللّهُ تَعالى: وَالَّتِى يَأتِينَ الْفَاحِشَةَ
مِنْ نِسَائِكُمْ. اŒيةَ إلى قَوْلِهِ: سَبيً، فَذَكَرَ الرَّجُلَ بَعْدَ
المَرْأةِ، ثُمَّ جَمَعَهُمَا فقَالَ: وَاللَّذَانِ يَأتِيَانِهَا مِنْكُمْ،
اŒية، فَنَسخَ اللّهُ ذلِكَ بآيةِ الجَلْدِ، فقَالَ: الزَّانِيَة وَالزَّانِى
فَاجْلِدُوا وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ. ثُمَّ نَزَلَتْ آيَةُ
الرَّجْمِ في النُورِ، فكانَ اول لِلْبِكْرِ، ثُمَّ رَفَعَتْهُ آيَةُ الرَّجْمِ
مِن التَِّوَة، وَبَقِىَ الحُكْمُ بِهَا[. أخرجه أبو داود إلى قوله: مائة
جلدةٍ، وأخرج باقيه رزين .
2. (1590)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Allahu Teâlâ Kur'ân-ı
Kerim'inde: "Kadınlarınızdan fuhşu irtikâb edenlere karşı içinizden dört
şahid getirin. Eğer şehâdet ederlerse -onları ölüm alıp götürünceye, yahud
Allah onlara bir yol açıncaya kadar- kendilerini evlerde alıkoyun
(insanlarla ihtilattan menedin)" buyurdu. (Nisa 15). Cenab-ı Hakk, bu
âyette (zinâ meselesinde) önce kadını zikrettikten sonra, erkeği kadınla
birlikte ele alarak şöyle demiştir: "Sizlerden fuhşu irtikab edenlerin her
ikisini de (kınayarak) eziyete koşun. Eğer tevbe edip (nefislerini) ıslah
ederlerse artık onlara (eziyetten) vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çok
kabul eden, en çok esirgeyendir" (Nisa 16). Cenab-ı Hakk bu âyeti, celde
âyetiyle neshederek şöyle buyurdu: "Zinâ eden kadınla zinâ eden erkekten her
birine yüzer deynek vurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız
bunlara, Allah'ın dinini tatbik hususunda, acıyacağınız tutmasın.
Mü'minlerden bir zümre de bunların azabına (bu cezalarına) şahid olsun" (Nur
2). Sonra Nur sûresinde recm âyeti nâzil oldu. Önceki (celdeyi emreden)
vahiy bekâr (zâni) içindi. Sonra recm âyeti tilâvetten kaldırıldı, ancak
hükmü bâki kaldı." [Ebu Dâvud, Hudud 23, (4413). Bu rivayetin "...yüzer
deynek vurun" ibaresine kadar olan kısım Ebu Dâvud'a aittir, mütebakisini
Rezîn ilâve etmiştir.]
AÇIKLAMA:
Sahabe ve müctehid imamlar, muhsan olan
kimsenin dileyerek, hür iradesiyle zinâ yapması halinde recmedileceği
hususunda icma ederler. Haricîlerle bir kısım Mu'tezile -Kur'ân-ı Kerim'de
zikri yoktur gerekçesiyle- recmi reddederler. Recme hükmeden Ehl-i Sünnet
ve'l-Cemâat ulemâsı, bunu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ve
Ashab-ı Kirâm'ın tatbikatına dayandırırlar. Çünkü önceki hadiste
belirtildiği gibi onlar zamanında zânilere recm cezası tatbik edilmiştir.
Âyet-i kerimede zinâ eden kadınların evde
alıkonmasının emredilmiş olmasını âlimler dikkate alarak: "Çünkü kadınların
zinâya düşmelerinin sebebi, dışarı çıkmaları ve erkeklere karışmalarıdır,
evlerde alıkondukları takdirde zinâ yapmaya muktedir olamazlar" demişlerdir.
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) der ki: "Bu
âyet üzerine, kadın fuhuş irtikâb edecek olsa hapsedilirdi. Bu esnada ölen
ölür, yaşayan evde kalmaya devam ederdi. Bu hal Nûr sûresindeki "Zinâ eden
kadınla zinâ eden erkekten her birine yüzer deynek vurun.." meâlindeki âyet
(Nur 2) nazil oluncaya kadar devam etti. Böylece Cenab-ı Hakk onlara, önceki
âyette temas ettiği "yol"u (çareyi) göstermiş oldu. Bundan sonra, fuhuş
irtikab edene celde (dayak) tatbik edilip serbest bırakılıyordu."
Suyûtî der ki: "İslâm'ın ilk yıllarında, zinâ
işleyenlerin hapsedilmeleri emredildi. Sonra onlara, bekâr iseler yüz
deyneklik dayak ve bir yıllık sürgünle ve şayet muhsan iseler recm cezasıyla
yol açılmış oldu."
ـ3ـ وعن أبى هريرة
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ سَعْدَ بْنَ عُبَادَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قالَ
يَارَسُولَ اللّهِ: أرَأيْتَ لَوْ وَجَدْتُ مَعَ أمْرأتِى رَجًُ أُمْهِلُهُ
حَتَّى آتِىَ بَأرْبَعَةِ شُهَدَاءَ؟ فقَالَ #: نَعَمْ[. أخرجه مسلم، ومالك،
وأبو داود.وفي أخرى لمسلم، وأبى داود قال: ]أرأيْتَ رَجًُ وَجَدَ مََعَ
أمْرَأتِهِ رَجًُ أيَقْتُلُهُ؟ قَالَ رسول اللّه #: َ. قَالَ سَعْدٌ: بَلَى
وَالَّذِى أكْرَمَكَ بِالْحَقِّ إنْ كُنْتُ ‘عَاجِلُهُ بِالسَّيْفِ قَبْلَ
ذلِكَ، فقَالَ #: اسْمَعُوا إلى ما يَقُولُ سَيِّدُكُمْ[ .
3. (1591)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sa'd İbnu Ubâde (radıyallahu anh):
"Ey Allah'ın Resûlü, ne buyurursunuz, zevcemi bir erkekle yakalarsam dört
şahid getirmek için bekleyecek miyim?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"- Evet bekleyeceksin!" dedi." [Müslim, Liân
14, (1498); Muvatta,Hudud 7, (2, 823); Ebu Dâvud, Diyât 12, (4532, 4533).]
Müslim ve Ebû Dâvud'un bir diğer rivayetinde:
"Bir adam, karısının yanında bir yabancı yakalasa onu öldürebilir mi ne
dersiniz?" diye sorar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır!"
deyince, Sa'd: "Bilakis evet! Seni hak dinle şereflendiren Allah'a yemin
ederim, fırsatı yakalarsam ondan önce kılıncımı işletirim" der. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Efendinizin ne söylediğine bakın!" buyurur.
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, hadd cezasının tatbikinde şahidin
gerekli olduğunu belirtmektedir. Sa'd İbnu Ubâde (radıyallahu anh) zânilerin
cezalandırılması için dört şahidi şart koşan âyet-i kerime nazil olunca, Hz.
Peygamber'e: "Kişi karısıyla bir erkeği yakalayacak olsa onu öldürmeyecek
mi?" diye sorar. Resûlullah'ın "Hayır!" diye cevap vermesi üzerine: "Nasıl
hayır! Seni hak din ile şereflendiren Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun evet!"
diyerek reaksiyon gösterir. Ancak, Resûlullah'ın bazı açıklamaları sonucu
hatasını itiraf eder.
Bu hâdiseyle ilgili teferruatı 1664 numaralı
hadisten sonra yer vereceğimiz, "Cezayı Devlet Verir" adlı tahlilde
sunacağız.
Ancak şunu hemen belirtelim ki, İslâm dininin,
zinâ gibi insanların şeref ve hayatını ilgilendiren meselelerde işi ciddi
tutması, cürmün sübûtunu dört erkek şâhid getirmek gibi pek ağır şartlara
bağlaması, hele kocaya, karısıyla zinâ halinde yakaladığı erkeği öldürme
hakkı tanımayışı dinimizin yüce yönlerinden biridir. Bu hususlardaki
ruhsat, pek çok istismarlara, tecavüz bahanesine bağlanan haksız cinayetlere
kapı açardı.
2- Resûlullah'ın Sa'd için "Efendiniz" demesi,
Sa'd'ın Ensâr'ın şeflerinden biri olmasıdır. Malum olduğu üzere Ensar Evs ve
Hazrec diye iki büyük gruba ayrılıyordu. Burada adı geçen Sa'd İbnu Ubâde,
Hazrecîlerin reisi, Sa'd İbnu Muâz da Evsîlerin reisi idi (radıyallahu anhüm
ecmain). Tercüme-i hal kitaplarında Sa'd İbnu Ubâde'nin çok kıskanç bir
kimse olduğu belirtilir.
ـ4ـ وعن أبى هريرة، وزيد
بن خالد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قا: ]سُئِلَ رسول اللّهِ # عَن ا‘مةِ إذَا
زَنَتْ وَلَمْ تُحْصَنْ؟ قال: إنْ زَنَتْ فَاجْلِدُوهَا، ثُمَّ إنْ زَنَتْ
فَاجْلِدُوهَا، ثُمَّ إنْ زَنَتْ فَاجْلِدُوهَا، ثُمَّ بِيعُوهَا وَلَوْ
بِضَفِيرٍ[. أخرجه الستة إ النسائى، وقال مالك: »الضّفيرُ« الحبل.وفي رواية:
»فَيَجْلِدُهَا وََ يُثَرِّبْ عَلَيْهَا)ـ1(« .
4. (1592)-
Ebu Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid (radıyallahu anhümâ) şunu anlattılar:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a muhsan olmayan câriye zinâ yaparsa ne
gerekir? diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi:
"- Câriye zinâ yaparsa ona celde uygulayın,
yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde
uygulayın ve sonra onu (kıldan mamul âdi) bir ipe mukabil de olsa satın
gitsin." [Buhârî, Büyû 66, 110,17; Müslim, Hudud 30, (1703); Muvatta, Hudud
14, (826); Tirmizî, Hudud 13, (1440); Ebu Dâvud, Hudud 33, (4469, 4470,
4471).]
______________
)ـ1( التثريب: التعيير. أي يجمع عليها العقوبة بالجلد وبالتعيير، وقيل:
المراد يقنع بالتوبيخ دون الجلد.
Bir rivayette: "(Efendisi) ona celde tatbik
etsin, bir de ayıplamasın" denmiştir.
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, zinâ yapan köleyi, ayıbını beyan
etmek şartıyla satmanın caiz olduğunu belirtmektedir. İbnu Battal'a göre,
zinâ yapan cariyenin satılmasını emretmekten Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın maksadı, cariyenin yaptığı işi kötülemekte mübâlağadır. Keza,
hadiste zinâ işleyen câriyeye verilmesi gereken en uygun cezanın devamlı
satılması olduğu bildirilmiş olmaktadır. Artık o, kötü alışkanlığı
sebebiyle, halini düzeltinceye kadar hiçbir efendinin yanında sabit
tutulmamalıdır. Böylece, satışlar, onu bundan vazgeçirmeyi gaye edinen bir
uyarı da olmaktadır. Ayrıca yeni efendinin yanında iffet kazanacağı da
umulabilir: Ola ki müşterilerden biri onu evlendirir veya evlenir, keza
müessir bir irşadla veya korkutarak da iffetini korumasını sağlayabilir. Her
hâl u kârda efendi değiştirmesinin müsbet, terbiyevî bir yönü olduğu kabul
edilmiştir.
2- Burada câriyenin muhsane olmasından maksad
evli olması değildir. İffet ve hürriyet (yani efendisi tarafından zinâya
zorlanmamış) olmasıdır. Zîra kölenin zinâya mukabil cezası, evli de olsa
bekâr da olsa celdedir. Ancak celde deyince, âyet-i kerimede köleler için
takdir edilen celde anlaşılmalıdır. Zinâ sebebiyle köleye tatbik edilecek
ceza, hür kimseye tatbik edilecek cezanın yarısıdır (Nisa 25), elli sopa
vurulur. Ebu Hanife, İmam Mâlik, Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel'in görüşleri
böyledir. Köleler hakkında muhsan olmayı Kûfe ulemâsı ile İmam Mâlik
"Müslüman olmak" diye anlamışlardır.
3- Köle zinâyı tekrarladıkça her seferinde
hadd tatbik edilir. Ama, birkaç kere zinâ yaptığı ortaya çıksa hepsi için
bir hadd tatbik edilir.
4- İmam-ı Âzam ve bir kısım fukahâ, köle ve
câriyenin cezasını hâkimin vermesi gereğine hükmederken diğer üç mezhep
imamları (Ahmed, Şâfiî, Mâlik) sahiplerince verilmesine hükmederler.
5- Zinâ köle ve câriye için değerini düşüren
bir kusurdur. Ancak Hanefîler, âdet haline getirmemiş olmak kaydıyla köle
hakkında kusur saymazlar.
6- Seleften bazıları, "Köle ve cariye evli
değil iseler, zinâlar sebebiyle bunlara hadd tatbik edilemez" demişlerdir.
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ), Tâvus, Atâ, İbnu Cüreyc ve Ebû Ubeyd'in bu
görüşte olduğu belirtilmiştir. Onlara göre verilecek ceza "tedib" hududunda
kalmalıdır.
7- Köleye iki ceza birden verilmemelidir. Yani
hadd tatbik edilmeli, ayıplamada ileri gidilmemelidir.
ـ5ـ وعن أبى عبدالرحمن
السُّلَمِىِّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]خَطَبَ عَلِيٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ
فقَالَ: يَا أيُّهَا النَّاس أقِيمُوا الحُدُودَ عَلى أرِقّائِكُمْ مَنْ
أحْصَنَ مِنْهُمْ وَمَنْ لَمْ يُحْصِنْ، فإنْ أمةً للنَّبِى # زَنَتْ
فَأمَرَنِى أنْ أجْلِدَهَا، فأتَيْتُهَا فإذَا هِىَ حَدِيثَةُ عَهْدٍ بِنِفَاسٍ
فَخَشِيتُ إنْ أنَا جَلَدْتُهَا فَتَلْتُهَا، فذَكَرْتُ ذلِكَ للنَّبىِّ #
فقَالَ: أحْسَنْتَ أتْرُكْهَا حَتَّى تَتَماثَلَ[. أخرجه مسلم، وأبو داود
والترمذى .
5. (1593)-
Ebu Abdirrahmân es-Sülemî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.Ali (radıyallahu
anh) hutbede şöyle buyurdu: "Ey insanlar, kölelerinize -ister muhsan
olsunlar, ister olmasınlar- haddleri tatbik edin. Zîra, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in bir cariyesi zinâ yapmıştı, ona celde tatbik
etmemi emretti. (Dövmek üzere) yanına geldim. Yeni nifas olmuştu. Döversem
öldürürüm diye korktum. Durumu Resûlullah'a arzettim. Bana:
"- İyi yapmışsın, iyileşinceye kadar ona
dokunma" dedi." [Müslim, Hudud 34, (1075); Tirmizî, Hudud 13, (1441); Ebu
Dâvud, Hudud 34, (4473).]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Ali (radıyallahu anh) kölelerin, hadd
konusunda, ihmal edilmeyip, suç işledikleri takdirde onlara da tatbik
edilmesini hutbesinde halka hatırlatmıştır. Zinâ edenlere, muhsan olsa da
olmasa da hadd vurulmasını emreder. Halbuki önceki hadiste muhsan olmayan
cariyenin hükmü "hadd" olarak zikredilmişti. Arada bir teâruz gözükmekte ise
de hakikatte böyle bir durum yoktur. Çünkü, önceki hadis muhsan olmayanın
hükmünü "celde (dayak)" olarak tesbit ettiği gibi, bu da muhsan olanın
hükmünü celde olarak tesbit etmektedir. Kur'ân-ı Kerim: "Câriyeler muhsan
oldukları halde fuhuş irtikab ederlerse, onlara muhsan olan hür kadınlara
verilecek azabın yarısı vardır" (Nisa 25) buyurmaktadır. Âyeti değerlendiren
âlimler, recm cezasının yarısı olmayacağını gözönüne alarak, celdenin
yarısını anlarlar, dolayısıyla kölelere ceza, muhsan olsun olmasın, celdenin
yarısı terettüp etmektedir. Her iki rivayet de bunu ifade etmiş olmaktadır.
2- Hadd tatbikinde gözönüne alınacak mühim bir
prensip bu hadiste ifade edilmektedir: Hastalara, nifas olanlara, vs.
iyileşinceye kadar hadd tatbik edilmez.
ـ6ـ وعن أبى هريرة
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَضَى رسولُ اللّهِ # أنَّ عَلى الْعَبْدِ نِصْفَ
حَدِّ الحُرِّ في الْحَدِّ الَّذِى يَتَبَعّضُ كَزِنَا الْبِكْرِ، وَالْقَذْفِ
وَشُرْبِ الْخَمْرِ[ .
6. (1594)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) hür kimseye terettüp eden haddin bölünebilen çeşidinin yarısını
köleye hükmetti. Sözgelimi zinâ yapan bâkirenin haddi, iftira (gazf) haddi
ve şürbü'lhamr (içki) haddi böyledir. (Bunlar bölünebilen haddlerdir, köleye
hep yarısı tatbik edilir). [Rezîn ilavesidir.]
ـ7ـ وعن ابن عمر رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما: ]أنَّهُ أقَامَ حَدّاً عَلى بَعْضَ إمَائِهِ فَجَعَلَ
يَضْرِبُ رِجْلَيْهَا وَسَاقَيْهَا، فقَالَ لَهُ سَالِمٌ رَحِمَهُ اللّهُ:
أيْنَ قَوْلُ اللّهِ تَعالى: وََ تَأخُذْكُمْ بِهِمَا رَأفَةٌ في دِينِ اللّهِ.
فقَالَ: أتَرَانِِى أشْفََقْتُ عَلَيْهَا. إنَّ اللّهَ تَعالى لَمْ يَأمُرْنِى
أنْ أقْتُلَهَا[. أخرجهما رزين .
7. (1595)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) hazretlerinden rivayete göre: Câriyelerinden
birine hadd tatbik etmiş, bu maksadla ayaklarına ve bacaklarına vurmaya
başlamıştı. Bunu gören Sâlim (rahimehullah) kendisine:
"- (Sen niye böyle yapıyorsun?) Cenab-ı
Hakk'ın وََ
تَأْخُذُ كُمْ بِهِمَا رَ أْفَةٌ فِى دِينِ اللّهِ
"Bunlara Allah'ın dinini tatbik hususunda
acıyacağınız tutmasın..." (Nur 2) sözü nerede kaldı?" der. Abdullah İbnu
Ömer (radıyallahu anhümâ) de:
"- Beni ona şefkatli davranıyor mu buldun? Her
halde Cenab-ı Hakk onu öldürmemi emretmedi" cevabını verir. [Rezîn
ilavesidir.]
ـ8ـ وعن وائل بن حجر
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]خَرَجَتِ امْرَأَةٌ عَلى عَهْدِ رسُولِ اللّهِ #
تُرِيدُ الصََّةَ فَتَلَقَّاهَا رَجُلٌ فَتَجَلَّلَهَا فَقَضى: حَاجَتَهُ
مِنْهَا فَصَاحَتْ فَانْطَلَقَ، وَمَرَّ عَلَيْهَا رَجُلٌ، فقَالَتْ: إنَّ
ذلِكَ الرَّجُلَ فَعَلَ بِى كَذَا وَكَذَا، فَمَرَّتْ بِعِصَابَةٍ مِنَ
المُهَاجِرِينَ، فقَالَتْ: إنَّ ذَاكَ الرَّجُلَ فَعَلَ بِى كَذَا وَكذا،
فَانْطَلَقُوا فَأخَذُوا الرَّجُلَ الَّذِى ظَنَّتْ أنَّهُ وَقَعَ عَلَيْهَا
فَأتَوْهَا
بِهِ، فَقَالَتْ: نَعَمْ
هُوَ هَذَا، فَأتَوْا بِهِ النَّبىَّ #، فَلَمَّا أمَرَ بِهِ لِيُرْجَمَ قَامَ
صَاحِبُهَا الَّذِى وَقَعَ عَلَيْهَا، فقَالَ يَارسُولَ اللّهِ: أنَا
صَاحِبُهَا، فقالَ لَهَا: اذْهَبى فَقَدْ غَفَرَ اللّهُ لَكِ، وقالَ لِلرَّجُلِ
قَوًْ حَسَناً، وَأمَرَ بِالرَّجُلِ الَّذِى وَقَعَ عَلَيْهَا أنْ يُرْجَمَ
فَرُجِمَ، وَقَالَ: لََقَدْ تَابَ تَوْبَةً لَوْ تَابَهَا أهْلُ المَدِينَةِ
لَقُبِلَ مِنْهُمْ[.وزاد الترمذى: ]وَلَمْ يَذْكُرْ أنَّهُ جَعَلَ لَهَا
مَهْراً[. أخرجه أبو داود والترمذى .
8. (1596)-
Vâil İbnu Hucr İbni Rebîa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın
evinden çıkmıştı. Yolda ona bir erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını
giderdi. Kadın bağırdı, adam ise sıvıştı gitti.
(Çığlığı üzerine) kadına bir erkek uğramıştı.
Ona başından geçeni anlatıp, bir adam bana böyle böyle yaptı dedi. Sonra,
bir grup muhacire rastladı, başından geçeni onlara da anlatıp: "Bir adam
bana böyle yaptı!" dedi. Hep beraber yürüyüp, kadının kendisine tecavüz
ettiği kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın:
"- Evet bu odur?" dedi. Sonra adamı Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yanına götürdüler. Resûlullah adamın
recmedilmesini emrettiği sırada, kadına tecavüz etmiş olan kimse kalkıp:
"- Ey Allah'ın Resûlü, suçlu benim!" diye
itirafta bulundu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadına:
"- Git. Allah günahlarını affetti" dedi. Zan
altında kalmış olan kimseye de güzel sözler söyleyip (gönlünü aldı).
Mütecavizin recmedilmesini emretti ve recmedildi.
Sonra Resûlullah şunu söyledi:
"- Bu adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki,
böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul edilirdi."
Tirmizî, şu ziyadede bulunmuştur: "Vâil
(radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kadına mehir
takdir edip etmediğini zikretmedi." [Tirmizî, Hudud 22, (1452); Ebû Dâvud,
Hudud 7, (4379).]
AÇIKLAMA:
1- Şârihler burada bir müşkile dikkat
çekerler. Resûlullah, birinci şahsın recmedilmesine, ikrar veya beyyine
olmadan hükmetmiştir. Bu ise muhakeme usulüne aykırıdır. Recm için ya itiraf
veya dört erkek şâhidin şehâdeti şarttır. Burada bunlar mevcut değildir.
Dolayısıyla, kadının hadd-i kazf'a mahkum olması gerekirdi. Belki de, zanlı
getirildi, mesele daha tahkik safhasında iken gerçek suçlu itirafta bulundu.
Râvî vak'ayı zamanla unutup biraz değiştirerek bu şekilde anlatmış olabilir.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
günahını itiraf eden mütecavizi de itirafı sebebiyle övmüş olmakta, böyle
yapmakla ihlâslı ve indallah makbul bir tevbe yaptığını belirtmektedir.
Tevbesinin makbuliyetini ifade için: Medine halkına taksim edilse hepsinin
affına yetecek kadar sevaplıydı mânasına gelen bir ifade kullanmıştır.
Aliyyü'l-Kârî bu ifadenin gerçek bir mânaya
tekabül etmediğine, zîra tevbenin taksime ve bölünmeye kabil olmadığına
dikkat çektikten sonra, Mâiz İbnu Mâlik hakkında söylediğinde olduğu
şekilde bunu da mübalağaya hamletmek gerektiğini belirtir. Ancak
Aliyyü'l-Kârî'ye tamamen katılmak da zor görülüyor. Zîra sevabın miktarı
hadislerde ve hatta âyetlerde sayıyla yani miktarla ifade edilmiştir.
Miktara, sayıya giren şeylerin taksimi, cüzlere ayrılması makuldür,
mümkündür.
3- Hadisin sonunda Tirmizî'nin kaydettiği bir
ziyade var. Orada Tirmizî, râvinin -ki büyük ihtimalle Vâil kastedilmiş
olabilir- kadına Resûlullah'ın mehir takdir edip etmediğine dair bir zikirde
bulunmadığına dikkat çekiyor. Sebebi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
kadının bu gibi durumlarda mâruz kaldığı tecâvüzü maddî olarak telâfi eden
bir meblağ takdir ederdi, başka hadislerde bu husus gelmiştir. Buna binâen
Tirmizî eksikliğe dikkat çekmiştir.
ـ9ـ وعن ابن عباس رَضِىَ
اللّهُ عَنْهما قال: ]أُتِىَ عُمَرُ بِمَجْنُونَةٍ قَدْ زَنَتْ فَاسْتَشَارَ
فِيهَا أُنَاساً فَأمَرَ بِهَا أنْ تُرْجَمَ، فَمَرَّ بِهَا عَلِيٌّ رَضِىَ
اللّهُ عَنْه، فقََالَ: مَا شَأنُ هذِهِ؟ فقَالُوا: مَجْنُونَةُ بَنِى فَُنٍ
زَنَتْ،
فَأمَرَ بِهَا عُمَرُ
رَضِىَ اللّهُ عَنْه أنْ تُرْجَمَ، فقَالَ: ارْجِعُوا بِهَا، ثُمَّ أتَاهُ،
فقَالَ يَا أمِيرَ المُؤمِنِينَ. لَقَدْ عَلِمْتَ أنَّ رسولَ اللّهِ # قال:
رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثََثٍ، عَنِ الصَّبِىِّ حَتَّى يَبْلُغَ، وَعَنِ
النَّائِِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ، وَعَنِ المَعْتُوهِ حَتَّى يَبْرأ، وَإنَّ
هذِهِ مَعْتُوهَةُ بَنِى فَُنٍ، لَعَلَّ الَّذِى أتَاهَا أتَاهَا وَهِىَ في
بََئِهَا، فَخَلّى سَبِيلَها[. أخرجه أبو داود .
9. (1597)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer'e, zinâ yapmış olan
deli bir kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği hususunda) halkla
istişare ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali (radıyallahu anh)
uğradı. (Hazırlığı görünce):
"- Bunun hâli nedir?" diye sordu. Kendisine:
"Falanca kabileden deli bir kadındır, zinâ yapmıştır. Hz. Ömer (radıyallahu
anh), recmedilmesine hükmetmiştir" dediler. Hz. Ali (radıyallahu anh):
"- Kadını geri götürün!" dedi, sonra Hz.
Ömer'e uğrayıp:
"- Ey mü'minlerin emîri! Bilirsin ki,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ
ثََثٍ عَنِ الصَّبى حَتَّى يَبْلُغَ وَعَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ
وَعَنِ المَعْتُوهِ حَتَّى يَبْرَأَ
"Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık onlar
yaptıklarından sorumlu değildirler): Büluğa erinceye kadar çocuktan,
uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa buluncaya kadar bunamıştan." Bu bîçare
kadın falanca kabilenin bunağıdır. Ona tecavüz eden, muhakkak ki aklî
noksanlığı sırasında tecâvüz etmiştir" dedi." [Ebu Davud, Hudud 16, (4399,
4400, 4401, 4402).]
AÇIKLAMA:
1- İslâm fıkhında büyük bir ehemmiyet taşıyan
bu hadis, bütün fukahaca benimsenmiştir. Bu hadis, kişiyi fiilinden sorumlu
kılmada aklı ve irâdeyi vazgeçilmez bir şart kabul eder. Aklî kemâle ermeyen
çocuğun hukuka ehil olmaması, onlar hakkında himaye edici pek büyük bir
rahmet olmuştur. Çağlar boyu Avrupa dahi, bütün cemiyetlerde çocuklar
ezilirken, İslâm dünyasında hukukî ehliyetsizlik sebebiyle büluğ çağına
kadar sorumlu sayılmamış, mal ve can yönüyle velinin himayesine tevdi
edilmiştir.
İslâm âleminde çocuklar mahkemeye bile nadir
hallerde ve belli yaşlardan sonra celbedilirken, Batı'da, işlenen suç
sebebiyle büyüklerle aynı cezaya çarptırılarak gerekiyorsa idam bile
edilmiş, büyüklerle birlikte aynı hapishanelere atılmıştır. Bu durumun çocuk
fıtratına uygun gelmediğini Batı, ilk defa 19. asrın sonlarında anlamaya
başlamış, çocukların hukukî ehliyetsizliği, ayrı mahkemelerde muhakemesi,
apisten ziyade ıslah evlerine, koruyucu ailelerin yanına verilmesi gibi
fikir ve müesseseleri geliştirmiş ve bu paralelde bir hayli yol almıştır.
Oradan bize de "çocuk mahkemeleri" fikri gecikerek geçmiştir. (1661. hadiste
geniş bilgi vereceğiz.)
2- Âlimler, bu hadise dayanarak çocukların şer
fiillerinin yazılmadığını kabul ederken, başka hadislerden hareketle hayırlı
fiillerin yazıldığını, bu fiillerin, hem çocuğun terbiyecileri durumundaki
anne ve babasına ve hem de kendisine uhrevî faydalar sağlayacağını
belirtirler. Nitekim 1561. hadiste geçtiği üzere Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), "çocuğun haccının makbul olduğunu, ona hacc yaptıran annesine de
sevab geleceğini" beyan etmiştir. Keza bir başka hadiste "Çocuklara namazı
emredin" buyurulmuştur. Kısacası çocuklar hakkında hayır kaleminin yazmaya
başladığını gösteren rivayetler mevcuttur.
ـ10ـ وعن حبيب بن سالم
رَضِىَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ رَجًُ يُقَالُ لَهُ عَبْدُالرَّحْمنِ ابْنُ حُنَيْنٍ
وَقَعَ عَلى جَارِيَةِ امْرَأتِهِ، فَرُفِعَ إلى النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ
رَضِىَ اللّهُ عَنْه وَهُوَ أمِيرٌ عَلى الكُوفَةِ فقَالَ: ‘قْضِيَنَّ فِيكَ
بِقَضَاءِ قَضى بِهِ رسولُ اللّهِ # إنْ كَانَتْ أحَلَّتْهَا لَكَ جَلَدْتُكَ
مِائَةَ جَلْدَةٍ، وَإنْ لَمْ تَكُنْ أحَلَّتْهَا لَكَ رَجَمْتُكَ
بِالْحِجَارَةِ فَوَجَدَهُ قَدْ أحَلَّتْهَا لَهُ فَجَلَدَهُ مِائَةَ
جَلْدَةٍ[. أخرجه أصحاب السنن .
10. (1598)-
Habib İbnu Sâlim (rahimehullah) anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Huneyn denen
bir adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Kûfe emîri Nu'man
İbnu Beşir (radıyallahu anh)'e götürüldü.
"- Ben, dedi, hakkınızda, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın hükmüyle hükmedeceğim: Eğer zevcen, câriyeyi
sana helâl ederse, yüz deynek yiyeceksin, helâl etmezse recmedileceksin.."
Sonra (tahkik etti) karısının câriyeyi adama
helâl ettiğini görünce, emîr yüz deynek vurdu." [Tirmizî, Hudud 21, (1451);
Ebu Dâvud, Hudud 28, (4458, 4459); Nesâî, Nikâh 70, (6, 124); İbnu Mâce,
Hudud 8, (2551).]
AÇIKLAMA:
İbnu'l-Arabî, bu hadiste geçen hükümle ilgili
olarak şu açıklamayı yapar: "Bu eza hududa girmez: ta'zir ve te'dibe girer.
Çünkü ona tatbik edilmesi gereken hadd, celde değildir."
İbnu'l-Arabî'nin hükmünü şöyle
açıklayabiliriz: Muhsan olan kimsenin haddi celde değil recmdir. Adam evli
olduğuna göre muhsandır. Recme hükmedilmeyişinin sebebine gelince,
muhtemelen, kadının, câriyesini kocasına helâl kılmış olmasıdır. Aslında
ferclerin âriyeti caiz değilse de, bu âriyet, zayıf da olsa bir şüpheye
sebep olmakta, adama caiz olabileceği kanaatini vermektedir. Fakihler böyle
bir durumun, adam hakkında hafifletici bir özür sayılabileceğine
hükmederler. Hafifletici bir sebep, haddlerin düşmesine sebeptir.
Dolayısıyla, adamdan recm cezası düşmüş, Nu'man, te'dibî mahiyette olmak
üzere yüz sopaya hükmetmiştir.
Ancak şunu da belirtelim ki, zevcesinin
câriyesine temasta bulunan erkeğe verilecek hüküm fukaha arasında
ihtilâflıdır. Hz. Ali ve İbnu Ömer (radıyallahu anhüm) başta bir kısım
sahabe, recmedilmesi gereğine hükmetmiştir. İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
ise hadd olmayacağı, ta'zir edileceğine hükmetmiştir. Ahmed ve İshâk da
yukarıda kaydettiğimiz Nu'mân İbnu Beşir hadisiyle amel etmişlerdir.
ـ11ـ وعن سلمة بن المحبق
رَضِىَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قَضى في رَجُلٍ وَقَعَ عَلى
جَارِيَةِ امْرَأتِهِ، إنْ كانَ اسْتَكْرَهَهَا أنَّهَا حُرَّةٌ، وَعَلَيْهِ
لِسَيِّدَتِهَا مِثْلُهَا وإنْ كَانَتْ طَاوَعَتْهُ فَهِىَ لَهُ وَعَلَيْهِ
لِسَيِّدَتِهَا مِثْلُهَا[. أخرجه أبو داود والنسائى .
11. (1599)-
Seleme İbnu Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), hanımının câriyesine temas eden bir adam hakkında şöyle hükmetti:
"Eğer, adam câriyeyi zorladı ise, câriye hürdür, adam, câriyenin efendisine
(yani karısına) mislini borçlanmıştır, câriye rıza göstermişse, câriye
adamın olur, câriyenin efendisine, onun bir mislini borçlanır." [Ebu Dâvud,
Hudud 28, (4460, 4461); Nesâî, Nikâh 70, (7, 124); İbnu Mâce, Hudud 8,
(2553).]
AÇIKLAMA:
Bu hükmün, önceki hadiste ortaya çıkan hükme
hiç uymadığı açıktır. Orada hadde hükmedilirken, burada maddî ödemelerle
mesele halledilmektedir. Hattâbîder ki: "Ben bu hadisle amel edip, bu
şekilde fetva veren tek bir fakih bilmiyorum. Öyle ise, bu rivayetin mensuh
olması gerekir." Beyhakî de Sünen'inde benzer bir ifade ile: "Her tarafdaki
fakihlerin kendilerinden önceki Tâbiin gibi bu hadisle amel etmemekte icma
etmiş olmaları, -şayet sabitse- bu hadisin, hudud üzerine vârid olan ahbarla
neshedildiğine delil teşkil eder" der. Arkadan, Eş'as'ın şu sözünü
kaydeder:
بَلَغنِى اَنَّ هَذَا كَانَ قَبْلَ الْحُدُودِ
"Bana ulaştı ki, bu hadisin hükmü, hududla
ilgili ahkâmın vahyinden önce muteber idi."
ـ12ـ وعن البراء رَضِىَ
اللّهُ عَنْه قال: ]مَرَّ بِى خَالِى أبُو بُرْدَةَ بْنُ نِيَارٍ وَمَعَهُ
لِوَاءٌ فَقُلْتُ: أيْنَ تُرِيدُ؟ فقَالَ: أمَرَنِى رسولُ اللّه # إلَى رَجُلٍ
تَزَوَّجَ امْرَأةَ أبِيهِ أنْ آتِيَهُ بِرَأسِهِ[. أخرجه أصحاب السنن.
)اللِّوَاءُ( الراية .
12. (1600)-
Berâ İbnu'l-Âzib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Dayım Ebu Bürde İbnu Niyâr
-beraberinde bir bayrak olduğu halde- bana uğradı. Kendisine nereye
gideceğini sordum.
"- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bana
babasının hanımıyla evlenen bir adamın kellesini getirmemi (ve malına da el
koymamı) emretti, ona gidiyorum" diye cevap verdi." [Tirmizî, Ahkâm 25,
(1362); Ebu Dâvud, Hudud 27, (4456, 4457); Nesâî, Nikâh 58, (6,109-110);
İbnu Mâce, Hudud 35, (2607).]
AÇIKLAMA:
1- Hadis üzerine ihtilâf edilmiştir. Oldukça
farklı şekillerde rivayet edilmiştir. Mesela bir rivayet şöyledir: "Birgün
kaybolan devemi ararken, beraberlerinde bayrak olan bir grup süvari gördüm,
bir bedevînin evine girip boynunu vurdular. Adamın günahı nedir? diye
sorduğumda: "Babasının hanımıyla evlenmiş" dediler, hem de Nisa sûresini
okuduğu halde. Halbuki orada:
وََتَنكِحُوا مَا
نَكَحَ ابَاؤُكُمْ مِنَ النِّسَاءِ
"Babalarınızın evlenmiş olduğu kadınları nikâhlamayın" buyurulmuştur (Nisa
22)."
2- Ölen babalarından dul kalan veya babaları
tarafından boşanmış olan hanımlarla evlenmek cahiliye âdeti idi. Onlar bu
işi helâl addediyorlardı. Kur'ân-ı Kerim bunu kesinlikle haram kılmıştır.
Bunu bile bile, bir kimsenin babasının hanımıyla evlenmesi, haramı helâl
addetmesi irtidad sayılmış, bu sebeple de öldürülmüştür.
Bazı âlimler, bu hadise dayanarak: "İmamın, bu
meselede olduğu üzere, şeriatın kesin emirlerine muhalefet eden kimsenin
katlini emretmesi caizdir" demişlerdir.
Ancak, rivayetin, daha ziyade, irtidâda
hamledilmesi gerekmektedir. Yani, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
öldürülmesini emrettiği bu kimse, yaptığı işin haram kılındığını bilmekte
idi. Öyle ise onu irtikab etmesi, haramı helâl addetmesinden ileri
gelmiştir, bu ise küfrü mucib bir durumdur, mürted ise öldürülür.
Burada, İmam-ı Mâlik'in: "Katletmek de ta'zir
cezalarına dahildir" hükmüne örnek bulunmuştur.
Kezâ, bir günahı helâl addederek işleyen
kimsenin kanı döküldükten sonra malının müsâdere edilmesinin caiz olduğu
hükmü de bu rivayetten çıkarılmıştır.
ـ13ـ وعن ابن عباس
رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: مَنْ وَقَعَ عَلى ذَاتِ
مَحْرَمٍ، أوْ قَالَ. مَنْ نَكَحَ مَحْرَماً فَاقْتُلُوهُ[. أخرجه رزين .
13. (1601)-
Hz. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle emretti: "Kim, nikâhı haram olan bir akrabasına cinsî
temasta bulunursa -veya şöyle demişti; kim haram yakını ile evlenirse- onu
öldürün."
ـ14ـ وعن أنس رَضِىَ
اللّهُ عَنْه ]أنَّ رَجًُ كانَ يُتَّهَمُ بِأُمِّ وَلَدِ رسولِ اللّهِ فقَالَ
لِعَلِيٍّ رَضِىَ اللّهُ عَنْه: اذْهَبْ فَاضْرِبْ عُنُقَهُ، فَأتَاهُ فَإذَا
هُوَ في رَكِىٍّ)ـ1( يَتَبَرَّدُ، فقَالَ لَهُ: اخْرُجْ فَنَاوَلَهُ يَدَهُ
فَأخْرَجَهُ، فَإذَا هُوَ مَجْبُوبٌ لَيْسَ لَهُ ذَكَرٌ، فَكَفَّ عَنْهُ
وَأخْبَرَ بِهِ النَّبىَّ # فحَسَّنَ فِعْلَهُ[.زاد في رواية وقال: ]الشَّاهِدُ
يَرَى مَاَ يَرَى الْغَائِبُ[. أخرجه مسلم .
14. (1602)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ali (radıyallahu anh)' ye : "Git boynunu vur!"
diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp)
serinliyor buldu.
"Çık dışarı!" diyerek elinden tutup kuyunun
dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub (burulmuş) ve tenâsül organından
mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e haber verdi. Resûlullah, onu, davranışı sebebiyle
takdir etti."
Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Şahid, gâibin görmediğini görür" buyurdu".
[Müslim, Tevbe 59, (2771).]
AÇIKLAMA:
1- Ümmü veled, efendisinden çocuk doğuran
câriyedir. Bir kimse câriyesi ile temas sonucu çocuk sahibi olur ve onun
kendinden olduğunu ikrâr ederse, o câriyeye ümmü veled denir. Efendisi,
artık onu satamaz. Adam âzad etmeden vefat edecek olsa, câriye hür olur,
mirasçılarına kalmaz.
2- Mecbub, tenâsül uzvu kesilmiş erkektir.
3- Rivayette kastedilen ümmü veled, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın Mısırlı câriyesi Mâriye (radıyallahu anhâ)'dir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a İbrahim'i doğurmuştur.
4- Nevevî, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in "öldür" emrini, bir başka sebeple vermiş olma ihtimaline dikkat
çeker ve bâzı âlimlerin, ölümü gerektiren bir nifakı olabileceği ihtimali
üzerinde durduklarını belirtir. Kadı İyâz, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın gerçeği bilerek Hz. Ali'ye bu emri vermiş olabileceğini de
söyler. Yani, istemiştir ki, gerçek Hz. Ali'nin müşâhedesi ile ortaya çıksın
da câriyesi hakkındaki töhmet izâle olsun. Nitekim öyle olmuştur.
ـ15ـ وعن سهل بن سعد
رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَى النَّبىَّ # رَجُلٌ فَأقَرَّ عِنْدَهُ أنَّهُ
زَنَى بِامْرَأةٍ سَمَّاهَا لَهُ، فَبَعَثَ # إلى المَرْأةِ فَسَألَهَا عَنْ
ذلِكَ فَأنْكََرَتْ أنْ تَكُونَ زَنَتْ فَجَلَدَهُ الحَدَّ وَتَرَكَهَا[ .
15. (1603)-
Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek ismini de verdiği bir kadınla zinâ
yaptığını itiraf etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadına adam
göndererek meseleyi sordurdu. Kadın, zinâ ettiğini inkâr etti. Bunun
üzerine, adama hadd celdesi tatbik etti, kadına dokunmadı." [Ebu Dâvud,
Hudud 31, (4466).]
AÇIKLAMA:
1- Zinâ itirafında bulunan kimseye Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in celde uygulaması, o kimsenin muhsan
olmadığını, yani henüz bekâr olduğunu göstermektedir; değilse böyle bir
durumda hüküm celde olacak demek değildir. Kadının terkedilmiş olması,
itiraf etmemesi sebebiyledir. Adamın iddiasını tevsik edecek bir başka
beyyine de bulunmadığına göre, ona ceza vermek usul açısından mümkün
değildir.
ـ16ـ وعن ابن عباس
رَضِىَ اللّهُ عَنْهما ]أنَّ رَجًُ مِنْ بَكْرِ بْنِ لَيْثٍ أتَى النَّبىَّ #
فَأقَرَّ عِنْدَهُ أنَّهُ زَنَى بِامْرَأةٍ أرْبَعَ مَرَّاتٍ فَجَلَدَهُ
مِائَةَ جَلْدَةٍ وَكانَ بِكْراً ثُمَّ سَألَهُ الْبَيِّنَةَ عَلى المَرأةِ
فَقَالَتْ: كَذَبَ وَاللّهِ يَارسُولَ اللّهِ، فَجَلَدَهُ حَدَّ الْفِرْيَةِ
ثَمَانِينَ[. أخرجهما أبو داود .
16. (1604)-
İbnu Abbâs hazretleri (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bekr İbnu Leys
kabilesinden bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek, bir
kadınla (itiraf ederek) dört kere zinâ yaptığını söyledi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ona yüz sopa vurulmasına hükmetti. Zîra adam
bekârdı. Sonra, kadın aleyhine beyyine sordu. Kadın:
"- Ey Allah'ın Resûlü! Vallahi yalan söylüyor"
dedi. bunun üzerine, Resûlullah , adamı iftira (kazf) haddine, yani seksen
sopaya mahkum etti." [Ebu Dâvud, Hudud 31, (4467).]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisle önceki hadis arasında farklılık
mevcuttur. Zîra önceki hadiste, zinâ yaptığını itiraf eden kimseye
Resûlullah zinâ haddi tatbik ederken, bu ikinci rivayette hem zinâ ve hem
de kazf haddi tatbik etmiş olmaktadır.
2- Âlimler bu meselede ihtilâflı hükme
giderler. İmam Mâlik ve Şâfiî hazretleri Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh)'ın
rivayetini esas alarak: "Muayyen bir kadınla zinâ itirafında bulunan kimse,
kazf değil, zinâ ile cezalandırılır" demişlerdir.
Ebû Hanife ve Evzâî ise: "Sadece kazf haddine
mahkum edilir, zîra kadının inkârı (zinâ haddini kaldıran) bir şüphedir"
demişlerdir. Bu görüşe: "İyi ama, kadının inkârı, erkeğin itirafını iptal
etmez" diye cevap vermişlerdir.
İmam Muhammed, -İmam Şâfiî ve başka fakihten
de rivayet ederek- hem zinâ ve hem de kazf haddine mahkum edilmesi gereğini
söylemiştir. Bu görüşte olanlar, sadedinde olduğumuz İbnu Abbâs hadisini
delil gösterirler.
Şevkânî, İmam Muhammed'i te'yid eder ve "İki
ayrı nokta-i nazardan hadisin zâhiri bunu gösteriyor" der ve açıklar:
a) "Sehl hadisinin nihâî hükmüne göre, Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), o adama kazf haddi tatbik etmemiştir. Bu
durum, onunla kazfın düşeceği hususunda istidlâl etmeyi gerektirmez; çünkü,
bu kadının böyle bir talepte bulunmamış olmasından ileri gelme ihtimali
mevcuttur veya, İbnu Abbâs hadisinin hilâfına, onda kazf cezasını düşüren
bir sebebin bulunması da muhtemeldir, nitekim İbnu Abbâs hadisinde, adama
hadd-i kazf uygulanmıştır.
b) Kazf delillerinin zâhiri bunun âmm olduğunu
ifade eder. Öyle ise, bu âmm hükümden ancak kesin bir delil ile hariçte
kalınabilir. Halbuki aynı halde olan kimsenin kâzif (iftiracı) olduğunu Hz.
Peygamber tasdik etmiş, hadd-i kazfı uygulamıştır."