CİHAD HÜKÜMLERİ 2
Cihad'ın
Mânâsı 2
Cihad'ın
Çeşitleri 2
Cihad'ın
Övülmesi ve Faziletinin Beyanı 2
Cihad'ın
Hükmü. 3
Savaş ile
Cihad Arasındaki Fark. 3
Cihad ile Diğer Savaş Çeşitleri Arasındaki Fark. 3
Cihad'ın
Meşru Olacağı Zaman ve Tederrüc. 3
Cihad'ın
Meşruiyetinin Hikmeti 4
Cihad'ın
Vacib Olmasının Şartları 5
I.
Mücahidlere Taalluk Eden Şartlar 5
II. Cihad'm
Vacib Olması İçin Kâfirlerle İlgili Şartlar 6
Cihadm lügat mânâsı,
hedefe ulaşmak için vargücüyle çalışıp her şeyini seferber etmektir. Cihad'ın
şer'î ıstılahtaki mânâsı ise İslâmî bir toplum meydana getirmek, Allah'ın
kelimesini yüceltmek, Allah'ın şeriatını hâkim kılmak için bütün gücüyle
çalışmaktır.
Cihad'm tarifinden de
anlaşıldığı üzere cihad'ın birkaç çeşidi vardır:
1. Tâlim yoluyla yapılan cihad; yani İslâm'ı
yaymak, imanın yoluna çıkan fikrî şüpheleri ortadan kaldırmak, İslâm'ın
anlaşılması için gayret sarfetmek bir cihaddir.
2. Bir İslâm toplumu kurmak için mal sarfetmek
cihaddır.
3. Müslümanları müdafaa etmek bir cihaddır; yani
müslümanların birlik ve beraberliğini bozmak isteyen, müslümanları parçalayıp
perişan etmek isteyen kişilerle savaşmak cihaddır.
4. Müslümanların fethettiği ülkelerde İslâm'ın
hükümlerine karşı çıkanlara karşı hücuma geçmek cihaddır.
5. Umumi
seferberliğe katılmak bir cihaddır. Bu
da İslâm düşmanlarının müslüman memleketlerine saldırmaları halinde meydana gelen bir durumdur.
Cihad'ın tüm
çeşitlerini içine alan tarif şudur: Cihad, İslâm'ın- yeryüzünde yayılması,
Allah'ın kelimesinin en yüce olması için vargüçle Çalışmak demektir.
Kur'an-ı Kerim'in
birçok yerinde cihad emredilmekte, insanlar cihada teşvik edilmekte,
mücahidlerin faziletleri anlatılmakta, şehitlerin Allah katındaki yüce
derecelerinden bahsedilmektedir. Cihad'ın Önemi hakkında Hz. Peygamber'den de
birçok hadîs-i şerif rivayet edilmiştir. Bu hadîs-i şerifler de cihad'a teşvik
etmekte, onun faziletinden bahsetmektedir. Bu hadîs-i şerifler meseleyi daha
ayrıntılı bir şekilde beyan etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Sizinle savaşanlarla
Allah yolunda (O'nun rızası için) siz de sava şın. Fakat aşın gitmeyin
(yaşhhları, kadınları, çocukları öldürmeyin). Çünkü Allah aşırı gidenleri
sevmez.
(Bakara/190)
Ey iman edenler!
Kâfirlerden size yakın bulunananlarla savaşın. Onlar sizde şiddet (güç)
bulsunlar. Bilin ki Allah takva sahipleriyle beraberdir.
(Tevbe/123)
Doğrusu Allah
mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın
almıştır. (Mü'minler) Allah
yolunda savaşırlar. Binaenaleyh
öldürürler ve öldürülürler. (Savaşan mü'minler için olan bir va'd) Tevrat'ta,
İncil'de ve Kur'an'da (yazılı) O'nun (Allah'ın) üzerine hak bîr va'ddir. Acaba
Allah'tan daha çok ahdini yerine getiren kim vardır? Öyleyse O'nunla yaptığınız
bu alışverişten dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur. CTevbe/111)
Hafif ve ağır olmak
üzere (her iki şekilde de) savaşa katılın. Allah yolunda mallarınız ve
canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
Oevbe/41)
(Ey mü'minler!)
Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen birşey
sizin için daha hayırlı olabilirken, sevip-hoşlandığımz birşey ise dzin için şerr
olabilir. (Bunun hikmetini) Allah bilir, ama sizler bilmezsiniz. (Bakara/216)
Ey iman edenleri Size
ne oldu ki 'Allah yolunda topluca seferber olun' denildiğinde yere çakılıp
kaldınız? Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat ahiret
hayatının yanında dünya hayatının zevki pek azdır. Eğer (emrolunduğunz bu
savaşa) topluca çıkmazsamz, Allah sizi çok elim bir azaba uğratır ve yerinize
başka bir kavmi getirir. Sizler ise (savaşa çıkmamakla) O'na (Allah'a) bir
zarar veremezsiniz. Allah herşeye kadirdir.
Tevbe/38-39)
Allah yolunda
öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Aksine onlar diridirler.
Fakat sizler (onların
durumunu) idrak edemezsiniz. (Bakara/154)
Bu konudaki hadîs-i
şerifler de oldukça çoktur. Onlardan bazılarını zikredelim. Hz. Peygamber şöyle
buyuruyor:
İyi olsun, kötü olsun
her emîrle birlikte cihad size vacibdir.
Müşriklerle; mallarınızla, nefislerinizle ve dillerinizle savaşın.
Ey insanlar! Düşmanla
karşılaşmayı temenni etmeyiniz, Allah'tan afiyet isteyiniz. Fakat düşmanla
karşılaşıncada (harbin bütün şiddetlerine karşı) sabrediniz. İyi biliniz ki
cennet muhakkak surette kılıçların gölgeleri altındadır3
ş) a
kılıçların gölgeleri altındadır.
Sabahleyin veya
akşamleyin herhangibir zamanda Allah yolunda (cihad için) bir kere yürüyüş, hiç
şüphesiz dünyadan ve dünyadaki şeylerin hepsinden hayırlıdır.
Ölüp de Allah katında
büyük bir hayra malik olan hiçbir kulu, tekrar dünyaya dönmesi ve dünya ile
dünyadaki herşeyin kendisinin olması sevindirmez; yalnız şehid müstesnadır.
Çünkü o, şehid olmanın fazileti nedeniyle görmekte olduğu şeylerden dolayı
tekrar dünyaya dönmek ve dünyada bir defa daha öldürülmek onu sevindirir5
sevindirir.
Bu konuda daha birçok
hadîs vardır.
Yukarıda zikrettiğimiz
cihad'ın dört çeşidine göre cihad farz-ı kifa-yedir; yani düşmanlara karşı
savaşan müslümanlann gücü yeterliyse, diğer müslümanlar üzerinden cihad'ın
farziyeti düşer. Bilindiği üzere dinî hükümleri ikame etmek, dinde şüpheleri
bertaraf etmek, sıkıntı ve müşkilatları ortadan kaldırmak, emr-i bi'1-maruf ve
nehy-i an'il-münker yapmak, dinî ilimleri neşretmek farz-ı kifayedir. Ancak
cihad'm beşinci çeşidi -ki nefir-i amm denir- farz-ı ayn'dır; yani bir müslüman
memleketi istilaya uğradığı zaman bütün müslümanlann -gerekirse kadınların da-seferber
olmaları farz-ı ayn'dır.
Yukarıda
söylediklerimizden savaş ile cihad arasındaki fark açık bir şekilde ortaya
çıkmıştır. Savaş, cihad'ın çeşitli hallerinden bir hal veya cihad'ın
çeşitlerinden biridir. Buna binaen cihad, illa da savaş anlamına gelmez. Cihad
kelimesi, savaş mânâsına gelen harb kelimesinden -hem mefhum, hem de mânâ
bakımından- daha geneldir.
. Allah yolunda yapılan savaş ile diğer
savaşlar arasında büyük bir fark olduğunu yukarıda söylemiştik.
Kıtal-i Sâiİ
Saldırgan bir kişiye
karşı savaşmak, dünyevî bir düşmanlığa karşı koymak içindir; yani saldırganla
savaşmak; canı, malı veya namusu korumak içindir. Bu tür savaş, meşru olmakla
birlikte, Allah yolunda, Allah'ın dinini yüceltmek için yapılan bir savaş
değildir. İslâm'ı ve İslâm'ın muhafaza etmek maksadıyla geldiği maslahatları
korumak içindir.
Bağilerle savaş
Bağilerle savaş,
devlet içerisindeki başıbozukluğun sebeplerini ortadan kaldırmak, şerrin en
korkuncunu (dirliğin bozulmasını) önlemek, İslâm birliğinin asilerce
bozulmasına karşı koymak, İslâm devletinin dahilinde birliği ilan etmek
içindir. Bu aslında cihad kavramının mânâsı içine giren genel savunma
ile ilgilidir ki bu genel
savunma iîâ-yt kelimetullah
içindir, İslâm şeriatının yayılması, bu şeriatın bayraklarının yeryüzünde
dalgalanması içindir.
Allah yolunda yapılan
cihad ile saldırgana karşı yapılan savaş tek bir çeşitte birleşir mi?
Meselâ İslâm
düşmanları bir müslüman diyarına saldırsa, müslümanlar da topraklarını ve
dinlerini mufhafaza etmek için onlarla savaşsa, bu hem cihad, hem de saldırgana
karşı savaş sayılır.
Hz. Peygamber,
Peygamber olduğu andan itibaren Mekke'de 13 sene boyunca insanları İslâm'a
davet etti. Kendisine yapılan düşman lığa, düşmanlıkla karşılık vermedi.
Rasûlullah (s.a) Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra Allah Teâlâ cihadın
ilk merhalesini ona meşru kıldı. Cihadın ilk merhalesi, saldıranlara karşı koymak,
kendini müdafaa etmekti. Müdafaa harbinin meşruiyeti hakkında şu ayet-i kerime
nazil oldu:
Kendilerine savaş
açılan mü'minlere zulme uğramaları sebebiyle (düşmana karşı savaşmaları için)
izin verildi. Muhakkak ki Allah onlara zafer vermeye kadirdir.
(Hac/39)
Sizinle savaşanlarla
Allah yolunda (O'nun rızası için) siz de savaşın. Fakat aşırı gitmeyin (yaşlıları, kadınları,
çocukları öldürmeyin). Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez. (Bakara/190)
Daha sonra Allah
Teâlâ, müşriklerle savaşmayı Peygamberine meşru kıldı. Haram aylar dışında Hz.
Peygamber gerek gördüğü zaman müşriklerle savaşırdı. Bu hususta şu ayet-i
celile nazil oldu:
Haram aylar sona
erince (ahidlerinde duranların dışındaki) müşrikleri nerede bulursanız
öldürün. Onları yakalayın, onları hapsedin,her gözetleme yerinde oturup onları
gözetleyin. Eğer tevbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse yollarım serbest
bırakın. Muhakkak ki Allah çok affeden ve çok bağışlayandır.
OTevbe/5)
Bu hüküm, Hudeybiye
sulhundan sonra gelmiştir. Daha sonra Allah Teâlâ hiçbir zaman ve mekan ile
kayıtlamaksızın cihad'ı (savaşı) mutlak şekilde meşru kıldı. Bu hususta şu
ayet-i kerime nazil oldu:
Müşrikleri nerede
bulursanız öldürün. Onların sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) siz de onları
çıkarın. Fitne öldürmekten daha beterdir.
(Bakara/19D
Bu bakımdan cihad'ın
meşru kılınması, tıpkı şarabın haram kılınmasında olduğu gibi tedricen meşru
kılınarak tekâmül etmiştir. Cihad'ın meşru kılınması, Hz. Peygamber'in
Mekke'den Medine'ye hicret etmesinden sonra olmuştur.
.
Allah yolunda yapılan
savaş, Allah'ın dinini yüceltmek, yaymak için vargüçle çalışmaktan ibaret olan
cihadın bir dalıdır. Cihad'ın meşruiyetinin hikmeti, hem müslümanlar hem de
kâfirler açısındandır. Müslümanlarla ilgili olan hikmetine gelince, cihad
müslümanların imanlarının doğruluğunu ortaya çıkarır, kulluğun, ancak meşakkat
ve fedakârlıklarla meydana gelen hakiki mânâsını onlara tattırır. Böylece
müslümanlar canlarını ve mallarını Allah yolunda sarfederek kulluğun gerçek
mânâsını idrak ederler. Şu ayet-i cefile de buna delâlet etmektedir:
Yoksa Allah içinizden
cihad edenleri ve (zorluk zamanında) sabredenleri bilmeden siz cennete
gireceğinizi mi sanıyordunuz? Andol-sun ki siz ölümle karşılaşmadan önce, onu
temenni edip duruyordunuz. İşte (ölümün sebeplerini) gördüğünüz halde ona
bakıp duruyorsunuz.
(Âlu İmran/142-143)
Kâfirlere karşı
savaşmak suretiyle cihad etmenin hikmetine gelince, bu savaşta -aşağıda
zikredilen sebepler muvacehesinde- kâfirlere yönelik bir cebr, bir sıkıştırma
ve onları Allah'ın dininden isteyerek veya istemeyerek mükellef tutma
sözkonusudur.
1. Tüm insanların diktatörlerin boyunduruğu
altında ezilmekten kurtulup özgürlüğe kavuşmalarıdır.
Bir millet Allah'a
ibadet etmezse, o memlekette diktatörlerin, güçlülerin zayıf insanları ezmesi,
kul-köle etmesi kaçınılmaz olur. Fakat zayıfların kalplerine İman girdiği zaman
kuvvetli olduklarını hisseder, yalnız Allah Teâlâ karşısında zayıf ve sorumlu
olduklarının bilincine varırlar. Zarar ve zararın ancak Allah'a ait olduğunu,
Allah'tan başka hiç kimsenin kendilerine bir yarar veya zarar veremeyeceğini
idrak edip diktatör ve zâlimlere tâbi olmaktan kurtulurlar. Onları hiçbir tehdit
ve güç korkutamaz. Böylece toplumun her kesimi birbirine kenetlenir. Herkes
Allah'a kulluk gölgesinde birbirinin kardeşi olduğunu anlar. İşte cihad,
onların bu duruma gelmelerine en büyük vesile olur.
2. Cihad sayesinde insanlar yeryüzünün Allah'ın
olduğunu, orada ancak Allah'ın hükmünün geçerli olacağını idrak ederler.
İsteyerek Allah'ın
hükmüne giren bir kimse, rabbini razı eder, kendisi de mesut ve mutlu olur.
Allah'ın hükmüne girmek istemeyenler ise buna zorlanırlar. Bunun da tek yolu
cihaddır. Eğer biri. çıkar da 'İnsanlar dilediği dini seçme hürriyetine
sahiptirler, istedikleri hükümlerle hükmederler' iddiasında bulunursa, ona
şöyle denir: Yeryüzündeki devletlerin hangisi kendi halkından böyle bir mantığı
kabul eder? Halklarını kendi kafalarından çıkardıkları birtakım yasalarla sevk
u idare etmeye kalkıştıklarında halkın bu yasalara karşı gelmesine izin
veriyorlar mı? Halk onların bu yasalarına karşı gelsin de onlar buna seyirci
kalsınlar, hiç bu mümkün mü? Nitekim bu devletler, kendi çıkardıkları kanunlara
karşı gelen insanları cezalandırmıyorlar mı? Onların özgürlüklerini
kısıtlamıyorlar mı? Hatta onlardan, beşerî kanunlarına tâbi olmamakta ısrar
edenleri hâk ile yeksan etmiyorlar mı? Bütün bunlardan sonra insanları neden
âlemlerin rabbi olan Allah'ın kanunlarına uymaya zorlamak caiz olmasın?
3. Allah'ın kanun ve hükümlerinden yüz
çevirmenin neticesi olarak meydana gelen düşmanlık ve mücadeleler, cihad
sayesinde ortadan kalkar.
Cihad sayesinde beşerî
kanunların yerine ilahî kanunlar hâkim kılınır. Çünkü insanların, kendilerini
yoktan vareden Allah'ın kanunlarına uyması gerekir. Eğer insanlar beşerî
kanunlara itaat ederlerse, toplumda
ihtiraslar, ithamlar,
gruplaşmalar birbirini kovalar. Bunların neticesi olarak da bitmez-tükenmez
savaşlar meydana gelir. Bütün bu kötülüklerden kurtulmanın yolu, ilahî
kanunlara tâbi olmaktır. Bu da genellikle cihad sayesinde gerçekleşir. Şu
ayet-i celile buna delâlet etmektedir:
Fitne kalmayıp din
sadece Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer onlar (şirkten) vazgeçerlerse
(siz de onlara düşmanlıktan vazgeçin, onlar dinde kardeşiniz olmuştur. Bilin
ki) kesinlikle düşmanlık ancak (şirk peşinde koşan) zâlimlere karşıdır.
(Bakara/193)
Cihad'ın vacib olması
için, hem mücahidlerde, hem de müslüman-ların savaşacağı kâfirlerde birtakım
şartların bulunması gerekir.
Önce mücahidlerde
bulunması gereken şartlara bir göz atalım. Cihad, zikredilecek olan şu şartlara
sahip olan mücahidlere farz-ı kifaye olarak vacibdir:
1. Müslüman olmak.
Bir kâfirin üzerine
cihad vacib değildir; yani kâfir cihad etmediğinde 'Sen neden cihad etmedin?'
diyerek sorumlu tutulmaz. Çünkü cihad bir ibadettir. Kâfirin ibadet etmesi ise
sahih olmaz. Kâfir açısından cihadın durumu; oruç, namaz ve benzeri ibadetlerin
durumu gibidir.
2. Mükellef olmak.
Çocuklara ve delilere
cihad farz değildir. Hz. Peygamber'in 15 yaşından küçük olanları savaşa
katılmaktan menettiği sabit olmuştur.
Abdullah b. Ömer şöyle
rivayet ediyor: 'Uhud günü ben 14 yaşında bulunduğum halde Rasûlullah (s.a)
beni gözden geçirdi de bana (yaşça baliğ değildir diye savaş için) izin
vermedi. Sonra Hendek günü beni gözden geçirdi. O sırada ben 15 yaşında idim.
Bu defa bana (savaşa katılmak üzere) izin verdi'. '
3- Erkek
olmak.
Cihad, savaş için
güçsüz olmaları nedeniyle kadınlara vacib değildir. Ayrıca burada genişlik
sözkonusudur. Çünkü cihad, farz-ı kifayedir. Savaşa erkeklerin katılmaları
yeterlidir. Hiç kuşku yok ki erkekler kadınlardan daha çok savaşmaya
muktedirdirler.
Hz, Aişe şöyle rivayet
etmektedir: Ben Hz. Peygamber'e şöyle sordum:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Biz kadınlar savaşmayacak
mıyız, sizinle beraber cihada katılmayacak mıyız?
- Sizin için cihadın en güzeli hacc-ı
mebrur'dur,
Yine Hz. Aişe şöyle
rivayet ediyor: Ben Hz. Peygamber'e şöyle sordum:
- Ey Allah'ın Rasûlü!
Kadınların üzerine cihad var mıdır?
- Evet, vardır;
onların cihadı hac ve umredir.
4. Savaşacak
güç ve kudrete sahip olmak.
Savaşacak güç ve
kudrete sahip olmak hem bedenî, hem de malî gücü kapsar. Devlet savaşa
katılacak olan mücahidlerin bineklerini, silahlarını, yiyeceklerini veremezse,
mücahid bunları kendi malından karşılar. Eğer bunları karşılayacak malı yoksa
cihad ona vacib olmaz. Fakat bunları devlet karşılarsa cihad'a katılmak
vacibdir. Bu durumda cihad; âmâ, topal, hasta ve zayıflara vacib değildir.
Bunun delil şu ayet-i kerimedir:
Allah ve Rasûlü için
nasihat ettikleri takdirde zayıflara, hastalara ve harcayacak birşey
bulamayanlara (savaşa iştirak edemedikleri için) herhangibir günah yoktur.
Çünkü iyilik edenlerin (muaheze edilmek için) aleyhine bir yol yoktur. Allah
çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Kendilerine (savaşa katılmak üzere) binek
vermek için sana geldiklerinde 'Sizi bindirecek birşey bulamıyorum' dediğinde
harcayacak birşey bulamadıklarından dolayı gözyaşları dökerek dönen kimselere
de bir sorumluluk yoktur. (Tevbe/91-92)
5. Anne ve babanın rızasını almak.
Kişinin anne ve babası
cihad için izin vermezlerse, onlara muhalefet ederek cihada iştirak etmesi caiz
olmaz. Çünkü muhtaç olan anne ve babanın haklan her şeyden daha önce gelir;
zira onların haklarını yerine getirmek farz-ı ayn'dır. Cihad ise -zikrettiğimiz
durumlarda- farz-ı kifayedir.
Abdullah b. Amr'dan
şöyle rivayet edilmiştir: Bir kişi Peygamber'e gelerek cihada gitmek için izin
istedi. Rasûlullah (s.a) ona şöyle dedi:
- Anan-baban sağ mıdırlar?
- Evet, sağdırlar,
- Şu halde sen (önce) onların rızası hususunda
çalış.
Yine Abdullah b. Amr
şöyle rivayet ediyor: Bir kimse Allah'ın Peygamber'ine geldi ve şöyle dedi:
- Ben Allah'tan ecr istemek için hicret ve
cihad üzerine seninle beya ti aşacağım.
- Anan ve babandan sağ
olan var mı?
- Evet, ikisi de
sağdırlar.
- Böyleyken sen Allah'tan ecr mi istiyorsun?
- Evet!
- Öyle ise sen ananın ve babanın yanına dön ve
onlarla güzel sohbet ve ülfet eyle
Abdullah b. Amr şöyle
rivayet ediyor: Bir erkek RasûluUah'a gelerek şöyle dedi:
- Hicret için sana biata geldim. Annem ve
babamı ağlar olarak bırakıp geldim.
- Onlara dön, onları ağlattığın gibi onları güldür.
Borçlu olan, borcunu
ödeme zamanı geldiği ve ödemeye gücü yettiği halde borcunu ödemeyen kişi de
alacaklı izin vermediği takdirde cihada gidemez. Bu hükümler, farz-ı kifaye
olan cihad hususunda varid olmuştur.
Kâfirlere karşı
cihad'ın vacib olması için -kâfirlerle ilgili olarak- şu şartların bulunması
gerekir:
1. Savaşılacak
kâfirlerin zımmî veya ahidli veya anlaşmalı olmamaları gerekir.
Bunun delili şu ayeti
kertmelerdir:
3 Eğer müşriklerden biri sana sığınırsa, onu
himayene al ki Allah'ın kelâmını dinlesin. Sonra onu emniyette olacağı yere
ulaştır.
(Tevbe/6)
Bir kavmin (andlaşmayı
bozmak hususunda) ihanetinden çekinirsen onların yaptığı gibi sen de andlaşmayı
onlara at (andlaşmayı bozduğunu onlara bildir). Şüphesiz ki Allah hainleri
sevmez.
(Enfal/58)
İmam (devlet başkanı)
andlaşma yaptığı kâfirlerin hiyanet edeceğini sezmezse, andlaşmayı bozma
yetkisine sahip değildir; onlarla savaşması caiz değildir.
Zımmîler hakkında da
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Her kJim zimmet
ehlinden bir kişiyi öldürürse, cennetin kokusunu alamaz. Oysa cennetin kokusu
yetmiş yıllık mesafeden hissedilir.
Dikkat! Allah'ın ve
Rasûlü'nün ahd ü emanında- bulunan bir mu-ahadeli nefsi (şahsı) her kim
öldürürse, muhakkak surette Allah'ın ahdini bozmuş olur ve o kimse cennetin
kokusunu alamaz. Oysa cennetin kokusu yetmiş yıllık yoldan duyulur.
2. Savaşa başlamadan
önce kâfirleri İslâm'a davet etmek, İslâm hakkında şüpheleri varsa onları
gidermek ve böylece onların aleyhinde delilleri ikame etmek gerekir. Eğer
bunlardan sonra da küfürde ısrar ederlerse, onlarla savaşılır; zira Hz.
Peygamber dönemin krallarına, emirlerine elçiler ve mektuplar göndererek
onları İslâm'a davet etmiş, kendisinin Allah'ın
Rasûlü olduğunu tasdik etmeye
çağırmıştır. Hz. Peygamber'in böyle
yapması, onlara karşı savaş açmak için
bir mukaddime idi; zira onlara savaş açmadan önce bunun yapılması gerekliydi.
Hz. Peygamber-'in
Herakliyus'a yazdığı mektup şöyleydi:
- Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle,
Allah'ın Rasûlü Muhammed'-den Rum'un büyüğü Herakliyus'a!
Hidayet yoluna
uyanlara selâm olsun. İmdi (ey Rum milletinin büyüğü) ben seni İslâm davetine
çağırıyorum. Müslüman ol ki selamette bulunasm. Müslüman ol ki Allah senin
ecrini iki kat versin. Eğer bu davetimi kabul etmezsen, hristiyan çiftçilerin
günahı senin boynunadır.
Ey kitablılar! Bizimle
sizin aranızda müsavi ve müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına
ibadet etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı bırakıp da
birbirimizi rabler edinmeyelim. Eğer (bu davetten) yüz çevirirlerse siz de
onlara 'Şahit olun biz muhakkak müslümanlarız' deyin. (Âlu İmrah/64)1
Yukarıda zikrettiğimiz
iki şart yerine getirildiğinde, müslümanlarm halifesi, -İslâm davetinin
maslahatı için- uygun gördüğü takdirde kâfirlere savaş açabilir. Hatta
gerekirse kâfirlere haber vermeden de savaş açabilir.