KIRAD (MUDÂRABA) 2
Kırad'ın
Tarifi 2
Mudâraba
Şirketinin Meşruiyeti 2
Mudâraba
Akdinin Meşruiyetinin Hikmet ve
Sebebi 3
Mudâraba
(Kırad) Akdinin Hükmü. 3
1. Siga. 3
2. Akid Yapan
İki Kişi 3
3. Sermaye. 3
Mudâraba
Akdinin Şartları 4
Mal Sahibi
ile Çalışanın Kârdaki Payları Belli
Olmalıdır. 4
Mudâraba Akdinde
Çalışan Kişinin Mal
Hususundaki Durumu. 4
Mudâraba Akdinde
Zarar Mal Sahibine Aittir 5
Çalışan Kişinin Yapması Gereken Şeyler 5
Çalışan
Kişi, Kârdan Payına
Düşen Miktarı Ne
Zaman Mülk Edinir? 5
Mudâraba
Akdinin Sona Ermesi 6
Sermaye
Sahibi ile Çalışan Kişinin İhtilaf Etmesi 6
Kırad kelimesi, kesmek
anlamına gelen karz kökünden türemiştir. Bu akde idrab denilmesinin sebebi, mal
sahibinin, sağlayacağı kârın bir bölümü karşılığında ticaret yapması için
malının bir kısmını kesip işçiye vermesi, işçinin de sağladığı kârın bir
bölümünü kesip mal sahibine vermesidir. Bu akde aynı zamanda mudâraba da
denir.
Mudâraba kelimesi
lugatta eşit olmak anlamına gelir, çünkü burada mal sahibi ile çalışan kişi
kârda eşittirler. Mudâraba kelimesi, sefere çıkma anlamına gelen darb
mastarından türemiştir. Çünkü ticaret genellikle sefere çıkmayı gerektirir.
Zira malı getirmek, pazarlamak, kâr elde etmek için çoğunlukla sefere çıkılır.
Fakihlerin ıstılahında bu şu anlama gelir: Mal sahibi malının bir kısmını
ticaret yapmak amacıyla işçiye verir, elde edilen kâra ortak olurlar. Bu
nedenle buna şirket denilmiştir.
Şirketin bu çeşidi
caiz ve meşrudur. Sünnet ve İcma bunun meşruiyetine delâlet etmektedir.
Abdullah b. Abbas,
babası Abbas b. Abdulmuttalib'ten şöyle rivayet ediyor: "Abbas, mudâraba
yoluyla mal verdiğinde çalışan kişiye şunları şart koşuyordu: 'Bu mal ile deniz
yolculuğuna çıkmayacaksın, sel tehlikesi olan bir vadiye inmeyeceksin,
hastalıklı hiçbir hayvanı satın almayacaksın. Eğer bu şartlara riayet etmezsen
zamin olursun'. Abbas'ın böyle şartlar koşması Hz. Peygamberin kulağına gitti.
Hz.' Peygamber bu şartları geçerli kabul etti".
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Üç şey vardır ki
onlarda bereket vardır: Bir zamana kadar mal satmak, mudâraba
(kırad) muamelesi yapmak,
evde yemek için buğdayı arpaya
katmak.
Her ne kadar bu
hadîslerin senedlerinde zayıflık varsa da, bunlar bir araya geldiklerinde
kuvvet bulurlar ve delil getirmeye elverişli olurlar. Hele ashabın fiilleri ve
icması bunları destekliyorsa!
Zeyd, babası Eslem'den
şöyle rivayet ediyor: "Ömer b. Hattab'ın oğullan Abdullah ve Ubeydullah
bir ordu ile Irak seferine çıktılar. Dönüşlerinde Basra valisi Ebu Musa
el-Eş'arî'ye uğradılar. Ebu Musa el-Eş'arî onları çok iyi karşıladı ve dedi ki:
- Elimden size faydalı
olacak bir iş gelse mutlaka yapardım. Sonra da şöyle devam elti:
- Evet
burada hazineye ait
biraz mal var.
Ben onu emir'ul-mü'minîn'e (halifeye) göndermek istiyorum.
O malı size borç olarak vereyim, onunla Irak'tan biraz mal alır, Medine'de
satarsınız, ana parayı halifeye teslim edersiniz. Elde ettiğiniz kâr da ikinize
ait olur.
Onlar kabul ettiler.
Ebu Musa el-Eş'arî onlara malı verdi ve Ömer b. Hattab'a malı onlardan almasını
yazdı. Abdullah ve Ubeydullah Medine'ye gelince aldıkları malı sattılar ve kâr
sağladılar. Ana parayı Hz. Ömer'e verdiklerinde, Hz. Ömer onlara şöyle sordu:
- Bütün ordu sizin gibi borç aldı mı?
- Hayır!
- Demek sadece siz borç aldınız? Öyleyse hem
malı, hem de kârı teslim ediniz.
Bunun üzerine Abdullah
sustu. Ubeydullah ise şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin emîriî
Bu kâr sana ait değil,
çünkü bu mal eksilseydi veya helak olsaydı, onu biz
ödeyecektik.
Hz. Ömer tekrar
'Ödeyin' dediğinde, Abdullah yine sustu, Ubeydullah ise aynı şekilde karşı
çıktı. Bunun üzerine mecliste bulunanlardan biri şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin emîri! O malı kırad (mudâraba)
yapsanız (nasıl olur)?
- Onu kırad (mudâraba)
yaptım.
Böylece ana malı ve
kârın yarısını aldı. Kârın diğer
yarısını da Abdullah ile Ubeydullah aldılar".
Alâ b. Abdurrahman
babası tarikiyle dedesinden şöylev rivayet etmiştir: 'Osman b. Affan, Alâ b.
Abdurrahman'ın dedesine kârı aralarında ortak
olmak üzere çalıştırmak
için kırad (mudâraba)
olarak mal (sermaye) verdi'.
Hakîm b. Hizam birine
mudâraba. yoluyla mal verdiğinde ona 'Malımla hastalıklı hayvanlar
almayacaksın, malımı, sel basması muhtemel olan bir vadiye indirmeyeceksin,
malımla deniz yolculuğuna çıkmayacaksın. Bunlardan birini yaptığında malıma
zamin olacaksın' diye şart koşuyordu.
Rivayet edilen bu
eser'ler, ashab arasında kırad (mudâraba) muamelesi yapıldığına delâlet eder.
Onlar bu muameleyi biliyorlar, yapıldığını görüyorlar ve kendileri de
yapıyorlardı. Hiç kimsenin bu muameleye karşı çıktığı rivayet edilmemiştir. Böylece mudâraba akdinin meşru olduğu hususunda icma olmuştur.
Şirketin meşruiyetinin
hikmetinin malın artması, toplumun bireyleri arasında yardımlaşmanın tahakkuk
etmesi, güç ve imkânların birleştirilerek tekamülün sağlanması olduğunu
söylemiştik. Böylece malı olduğu halde onu çalıştıramayan kişi, çalıştıracak
bir kişiye verir; her iki taraf da bundan kazanç elde eder.
Bu mânâ genel olarak
tüm şirket çeşitlerinde olmakla beraber, en iyi şekilde mudâraba akdinde
tahakkuk eder. Çünkü burada çoğunlukla malı olmayan kişinin mal kazanma imkânı
vardır. Bu bakımdan insanlar arasında yardımlaşma ve birbirinden yararlanmanın
tahakkuk etmesi için mudâraba akdine ihtiyaç vardır.
Ayrıca burada genel
bir maslahat da bulunmaktadır, böylece insanlar birbirlerini çalıştırabilir. Nitekim
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Birbirlerine iş
gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıl dık. (Zuhruf/3
Mudâraba (kırad) akdi,
caiz olan akidlerdendir; yani akid yapanlardan biri isLediği zaman bu akdi
feshedebilir. Çalışan kişinin malda tasarruf edip etmemesi meseleyi
değiştirmez. Ancak akid, çalışmaya başlanmadan önce feshedilirse, çalışanın
sermayede tasarruf etme yetkisi olmaz. Çünkü bu tasarruf, sahibinin izni
olmadan malda tasarruf etmektir.
Çalışmaya başladıktan
sonra akid feshedilirse, çalışan kişi alıp-satmayı durdurmalı, eşyaları paraya
çevirmeli, şirketin alacaklarını toplamalıdır. Sonra hesap yapmalı, sermayeyi
sahibine teslim ettikten sonra, kârı -anlaştıkları şekilde- paylaşmalıdır.
Mudâraba Akdinin
Rükûnlan Mudâraba akdinin üç rüknü vardır:
1. Siga
2. Akid yapan iki kişi
3. Sermaye
Siga, icab ve kabul
demektir. Bu da akde razı olmaya delâlet eden lafızlarla olur. Meselâ sermaye
sahibinin 'Sana bu malı mudâraba yoluyla verdim' veya 'Mudâraba yoluyla
seninle muamele yaptım' veya 'Şu paralan al, ticaret yap. Elde edilen kâra
ortağız' veya 'Elde edilen kârın 2/3'si bana, 1/3'i sana aittir' veya 'Elde
edilen kârın 2/3'si sana, 1/3'i bana aittir' demesi icab'tır. Çalışacak kişinin
de 'Kabul ettim' veya 'razı oldum' gibi rızasına delâlet eden bir lafız
kullanması kabul'dür.
Siga'nm kesinlik ifade
etmesi şarttır. Eğer siga bir şarta bağlanırsa sahih olmaz. Meselâ 'Ramazan
ayı geldiğinde bu malı sana mudâraba yoluyla verdim1 gibi lafızlar sahih olmaz.
Ayrıca icab ve kabul
-örfen- peşpeşe olmalıdır. îcab ive kabul arasında uzun bir sessizlik veya
akidle ilgisi olmayan bir konuşma olursa akid sahih olmaz.
Bunlar sermaye sahibi
ile çalışan kişidir. Bunların her ikisinde de vekâlet verme ve vekil olma
ehliyeti bulunmalıdır. Çünkü mal sahibi vekalet veren, çalışan da vekil
gibidir. Zira çalışan kişi mal sahibinin malında onun izniyle tasarruf
etmektedir. Akid yapanlardan biri sefihliğinden ötürü hacr altında ise akid
sahih olmaz. Çalışacak kişinin gözleri kör ise, akid yapma yetkisine sahip
olamaz. Çünkü ticaret yapma hususunda başkasına vekil olma yetkisine sahip
değildir. Ancak mal sahibinin kör olması akde zarar vermez. Çünkü kör olan
kişi, başkasını vekil tutabilir.
Sermayede şu şartların
bulunması gerekir:
a. Sermaye, para olmalıdır.
Ticarî eşyalar sermaye
olmaz. Çünkü burada aldatma sözkonusudui, zira sermaye ve kâr meçhuldür. Ticarî
eşyaların kıymeti günden güne değişir; satış günündeki kıymeti, geri verme
günündeki kıymetini tutmaz.
Mudâraba (kırad)
akdinde asıl, aldatmanın varlığıdır. Zira burada çalışma zabt u rabt altına
alınamaz, kâr edilip edilmeyeceği bilinemez. Fakat buna rağmen halkın mudâraba
akdine olan ihtiyacı nedeniyle, caiz kılınmıştır. Nitekim bunu daha önce de
belirtmiştik. Ancak bu aldatmaya ikinci bir aldatma eklenemez. Bu nedenle de
her halükârda geçerli olan ve ticarette kolay kullanılan bir maddenin sermaye
olması gerekir ki bu da paradır.
b. Sermaye olarak verilen paranın miktarı belli
olmalıdır.
Bu bakımdan -kârın
meçhul olmaması için- miktarı belli olmayan bir para karşılığında mudâraba akdi
yapmak sahih olmaz.
c. Sermaye olacak para hazır olmalıdır.
Zimmette olan para
karşılığında mudâraba akdi yapmak sahih olmaz. Ancak akid meclisinde ortaya
konulup miktarı belli olursa mesele değişir. Çalışan kişinin üzerinde bulunan
borç karşılığında da mudâraba akdi yapmak sahih olmaz. Ancak çalışan kişi aynı
mecliste borcunu para olarak getirip ortaya koyarsa akid sahih olur,
d. Sermayenin çalışan kişiye teslim edilmesi
gerekir.
Sermaye sahibinin,
paranın bir kısmının kendinde bulunmasını, çalışan kişinin yaptığı her
tasarrufun parasını kendisinden istemesini, çalışanın yaptığı her tasarruf
için kendisine başvurmasını şart koşması sahih değildir. Çünkü bazen ihtiyaç
sırasında sermaye sahibini bulmak, ona başvurmak mümkün olmaz. Burada çalışan
kişiye zorluk ve zarar verme sözkonusudur.
1. Mudâraba
akdi mutlak ve kayıtsız olmalıdır.
Meselâ sermaye sahibi,
çalışan kişinin muayyen birşey almasını şart koşmamahdır. Eğer sermaye sahibi,
çalışana 'Şu seccadeyi alacaksın' veya 'Zeyd'in buğdayını alacaksın' veya 'Şu
köyün buğdayını alacaksın' veya 'Amr ile alışveriş yapacaksın' veya 'Ender
bulunan mallan ahp-satacaksın' gibi şartlar koşarsa, akid bâtıl olur.
Mudâraba akdinde bir
müddet tayin etmek şart değildir. Eğer müddet tayin edilir de o müddet
içerisinde alışveriş yapılamaz; kâr elde edilemezse akid fesholur. Fakat
satmalına hususunda müddet tayin edilir de satma hususunda müddet tayin
edilmezse, akid fesholmaz. Çünkü satma ve kâr etme yolu açıktır.
2. Sermaye
sahibi ile çalışan kişi kâra ortak olmalıdır.
Kârın, mal sahibi ile
çalışan arasında ortak olması -mal sahibinin malının artışını, çalışanın da
emeğinin karşılığını alması için- şarttır. Mal sahibi malından, çalışan da
emeğinden ötürü kârdan pay alır. Eğer kârın yalnız birine ait olması şart
koşulursa, akid fasid olur. Çünkü bu şart, ak-din gereğine aykırıdır.
Kârın tamamının
çalışana ait olması şart koşulursa, akid yine fasid olur; kârın tümü mal
sahibine ait olur, çalışana ise ücret-i misil verilir. Çünkü kâr hususunda
tamahkârlık yapmıştır. Kârın tamamının sermaye sahibine ait olması şart
koşulursa, akid fasid olur, çalışan hiçbir şey alamaz. Çünkü mal sahibi için
teberruan çalışmış sayılır.
Mal sahibi ile çalışan
kişinin kârdan ne kadar pay alacaklarının belli olması -meselâ 1/4 veya % 50
gibi- şarttır. Tarafların kârdan ne kadar pay alacakları belli olmazsa, akid
sahih olmaz. Çünkü bu akdin amacı kârdır, akid kâr üzerine yapılmaktadır.
Akdin üzerine
yapıldığı şeyin meçhul olması, o akdin fasid olmasını gerektirir; Tıpkı satılan
malın meçhul olmasının alışveriş akdini fasid ettiği gibi. Yine taraflardan
biri için kârdan 1000 dirhem, daha fazla veya daha az bir miktar tayin
edilirse, akid yine fasid olur. Çünkü kârın tamamı ancak 1000 dirhem olabilir.
Bu durumda kendisi
için kârdan 1000 dirhem tayin edilen kişi kârın tümünü alır, böylece kârda
ortaklık tahakkuk etmemiş olur ve şirket de olmaz. Yapılan tasarruf mudâraba
olmadığı için akid fasid olur. Bu durumda kârın tamamı sermaye sahibine ait
olur, çalışan kişiye de ücret-i misil verilir.
Çalışan kişi için
kârdan belli bir maaş -1000 lira gibi- tayin edilirse, yine akid sahih olmaz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi kârın tayin edilen maaştan fazla olması
mümkündür.
Bu duruma göre
günümüzde halkın yaptığı tasarrufların çoğunun fasid olduğu ortaya çıkar.
Çünkü günümüzde sermaye sahipleri çalışanlara belli bir maaş vermekte ve kârdan
da sene sonunda belli bir miktar vermektedirler. Yine kârın iki tarafa mahsus
olması gerekir; yani mal sahibi ile âmil'in kârın bir kısmını üçüncü kişilere
şart koşmaları sahih değildir. Ancak üçüncü kişilerin çalışan tarafla birlikte
çalışacaklarına dair şart koymaları halinde, mal sahibi ile çalışanlar arasında
mukavele akdi yapılır.
3. Çalışan
kişi tasarruflarında ve çalışmasında müstâkil olmalıdır.
Mal sahibi, çalışma ve
tasarrufta ortak olmayı şart koşarsa, mudâraba akdi sahih olmaz. Çünkü bu şart,
malın sahibinin elinde kalmasını gerektirir. Daha Önce malın tamamının
çalışanın elinde olmasının şart olduğunu söylemiştik. Ancak çalışan kişi
kendiliğinden mal sahibinden yardım isterse, bu caizdir. Zira çalışan kişinin
mal sahibinden yardım istemesi, malın çalışanın elinden çıktığı anlamına
gelmez.
Mudâraba akdinde,
çalışan kişi elindeki malı emanet olarak almış sayılır. Eğer o mal çalışanın
kusuru olmaksızın telef olursa, çalışan zamin olmaz. Fakat mal hususunda eli,
tazminat eli olan kişi böyle değildir. Onun elinde bulunan mal telef olduğunda
-bunda kusuru olmasa bile-telef olan malı ödemek zorundadır. Çalışan kişi,
yetkisi dışında olan bir tasarruf yaparsa, bu saldırganlık sayılır. Bunu biraz
sonra izah edeceğiz.
Mudârib'in eli, emanet
eli olduğuna göre zarar mal sahibine ait olur. Çalışan kişi bu zarara ortak
olmaz. Çünkü zarar, malın telef olması hükmündedir. Mudârib ise bir kusur
işlemedikçe telef olan mala zamin olmaz.
Mudârib'in
Yapmaması Gereken Hususlar Mudârib'in yapmaması gereken
hususları şöyle sıralayabiliriz:
1. Kendisine teslim edilen sermayeden fazla mal
almamalıdır.
Mudârib, ancak
kendisine teslim edilen sermaye ve ondan sağladığı kâr miktarında mal alabilir.
Çünkü mal sahibi, sermaye ve sermayenin kârı dışında onun mal almasına razı
değildir.
2. Mudârib, kendisine teslim edilen sermayeyi
-sahibinin izni olmadan- beraberine alarak sefere çıkamaz.
Çünkü seferde mal
genellikle tehlikeye düşer. Mal sahibinin izni olursa malı sefere götürebilir.
Eğer mal sahibi bu hususta mutlak olarak izin vermişse, tüccarların gitmesi
âdet olan emin beldelere gidebilir.
3. Mudârib, borca mal satamaz.
Fakat mal sahibi borca
satmasına izin verirse, borca satabilir. Aksi takdirde borca satamaz. Çünkü borca
satılan malın telef olma ihtimali vardır.
4. Mudârib, başka birisiyle mudâraba akdi
yapamaz.
En sahih görüşe göre,
mudârib'in başka birisiyle mudâraba akdi yapması -mal sahibi izin verse dahi-
caiz değildir. Çünkü mudâraba akdi iki kişiyle yapılır; bunlardan biri sermaye
sahibi, diğeri de emek sahibidir. Mudârib'in başka biriyle mudâraba akdi
yapması ise, malı olmayan iki kişinin
mudâraba akdi yapmasıdır.
Bu durumda yapılan
ikinci akid bâtıldır. Böyle bir
akid yapılır da ikinci işçi, birinci işçinin kendisine verdiği malda tasarruf
ederse, mal sahibinden ücret-i misil alır. Ona verilen malın kârı ise'sadece
mal sahibine ait olur. Birinci işçi, ikinci işçinin sağladığı kârdan hiçbir pay
alamaz. Çünkü birinci işçinin o kârda hiçbir emeği yoktur.
5. Mudârib, memleketinde bulunduğu sürece
nafakasını mudâraba malından karşılayamaz.
Bu, örfe uygun
olmadığı gibi, bazen kârın tümü nafakaya gidebilir. Bu durumda mal sahibine
kârdan hiçbir şey kalmaz. Bu ise akdin şartlarına ters düşer. Kârın tümü nafakaya
gitmese bile, kârın muayyen bir bölümü nafaka için ayrılsa dahi akde ters
düşer.
Daha önce
zikrettiğimiz nedenden -yani kârın tamamının nafakaya gitme ihtimalinin
bulunmasından- ötürü, çalışan kişinin seferde de mudâraba malını kendi nafakası
için sarfedemeyeceği en zahir görüştür. Ancak sefer sebebiyle normal
nafakasının üzerindeki masrafları -mutedil bir harcama yaptığı takdirde- kârdan
alabileceği söylenmiştir.
.Hanefî âlimieri şöyle
demişlerdir: 'Çalışan kişi sefere çıktığında nafakasını mudâraba malından
alır. Çünkü o sefere çıkmakla kendini tamamen bu işe hasretmiştir. Bu nedenle
nafakasını mudâraba malından alması caizdir'.
Biz, ihtiyaç böyle
gerektirdiğinde Hanefîlerin bu görüşüyle amel etmekte herhangibir sakınca
görmüyoruz. Ancak akidde, bu şart koşulma-malıdır. Çünkü böyle bir şartın
koşulması akdi ifsad eder.
Çalışan kişi, mudâraba
akdinin gereklerini yerine getirmelidir. Bunlar tüccarlar arasında âdet olmuş
şeylerdir.
Örfen yapılması
gereken şeyleri yerine getirmek üzere kiralanan kişinin ücreti, mal sahibinin
özel matından, yani mudâraba malı haricindeki diğer malından
olmalıdır. Mal sahibi,
ücretin mudâraba malından olmasını şart koşarsa akid sahih
olmaz. Çünkü bu şart akdin gereğine aykırıdır. Akdin gereği ise, mal sahibi
olmayanın çalışmasıdır ve örfen yapılması
gerekli olmayan işleri
yapmamasıdır. Ancak mudârabe malından icar edilebilir; zira bu
hem ticaret gereğidir, hem de maslahat icabıdır. Örf onu çalışmak hususunda
-kendisinin istemesi müstesna-zorlamaz. Eğer kendisi teberruan çalışırsa,
mudâraba malından ücret-i misil alması caiz değildir. Çünkü kendisini icar
etmesi gayr-ı sahih bir fiildir.
Sermaye olarak verilen
mudâraba malında akidden sonra bir eksiklik olursa, bu eksikliği kim karşılar?
Buna şöyle cevap
verebiliriz: Eğer eksiklik, âmil'in malda tasarruf etmesinden önce meydana
gelmişse, en sahih görüşe göre bu eksiklik sermayeden düşülür; bu eksikliği
mal sahibi yüklenir. Çünkü mudâraba akdi ancak tasarrufla kesinleşir.
Eksikliğin tasarruftan
sonra meydana gelmesi halinde bunun sebebine bakılır: Eğer fiyatların düşmesi
veya hayvanların hastalanması veya meyvelerin bozulması eksikliğe sebep
olmuşsa, bu eksiklik kârdan düşülür. Çünkü örf bu şekilde oluşmuştur. Ayrıca
kârın, malın şemsiyesi, koruyucusu olduğunu belirtmiştik.
Eksiklik, yangın, sel
ve benzerleri gibi semavî bir afet nedeniyle veya gasp, hırsızlık nedeniyle
meydana gelmişse, -en sahih kavle göre- bu eksiklik kâr üzerine eklenir.
1. Mudâraba akdi, fesihle sona erer.
Mudâraba akdinin caiz
akidlerden olduğunu; mal sahibi veya işçiden herhangi birinin istediği zaman
akdi feshedebileceğini söylemiştik. Tarafların hazır bulunup bulunmamaları,
onlardan biri akdi feshederken diğerinin razı olup olmaması hükmü değiştirmez.
Bu bakımdan taraflardan biri veya her ikisi birden akdi feshederse, fesih
tarihinden itibaren akid sona erer. Birinin feshettiğini diğeri bilmese dahi
mesele değişmez.
Meselâ mal sahibi 'Ben
bu akdi feshettim' veya 'Ben bu akdi iptal ettim' derse akid fesholur. Çalışan
kişi de 'Bundan sonra tasarruf yapmam' veya 'Şu andan itibaren tasarruf yapmam'
der veya benzeri bir lafız kullanırsa akid fesholur. Fesihten sonra âmil, o
para ile hiçbir şey satın alamaz. Fesihten haberi olmadan birşey satın alırsa,
onu satamaz. Yanında bulunan diğer, mallan ise, açık bir kâr görüyorsa
satabilir. O mallan satıp paraya çevirmesi -eğer mal sahibi istiyorsa-
çalışanın görevidir. Ayrıca alacakları toplamak da onun görevidir.
2. Akid yapan kişilerden biri ölürse, akid sona
erer.
Akdin sahih olmasının
şartlarından birinin de akid yapan kişilerin vekil tutma ehliyetlerinin
bulunması olduğunu söylemiştik. Ölümle vekalet iptal olur. Sermaye sahibi
ölürse, âmil elinde bulunan malları paraya çevirmek için satabilir, bu hususta
sermaye sahibinin varislerinden izin alması gerekmez. Çünkü mal sahibi
tarafından verilen izin hâla geçerlidir. Ayrıca kârın belli olması için
malların satılması gerekir.
Çalışan kişi ölürse,
onun varisleri ancak mal sahibinin izniyle malı paraya çevirebilirler. Çünkü
sermaye sahibi, onların malda tasarruf etmesine izin vermemiştir.
3. Akid yapan
kişilerden biri delirirse
veya sürekli baygınlık geçirirse, akid sona erer. Bayılma
olayı bir zaman sonra ortadan kalksa bile^akid fesholur. İki taraftan biri akdi
devam ettirmek istese dahi bu sahih değildir ve böyle bir mâni akdi bozar.
Deliren veya sürekli baygınlık geçiren sermaye sahibi olursa, âmil malı paraya
çevirir. Deliren veya sürekli baygınlık geçiren âmil olursa, onun velîsi -mal
sahibinin izniyle- malı paraya çevirir.
4. Mudâraba malının helak olmasıyla, akid sona
erer.
Çünkü üzerine akid
yapılan o maldır. O mal helak olduğunda akdin mânâsı kalmaz. Malın yangın, sel
gibi semavî bir afetle veya taraflardan birinin telef etmesiyle helak olması
hükmü değiştirmez. Ancak malı, mal
sahibi telef ederse,
âmil'in hakkım ödemesi gerekir. Malı
âmil telef ederse, hakkını da almamışsa akid sona erer, bedel âmilden alınmışsa
akid devam eder.
Malı başkası telef
ederse veya bedelini alırlarsa akid yine devam eder. Bu durumda -kâr yoksa-
bedeli mal sahibi talep eder, kâr varsa hem mal sahibi, hem de âmil talep
edebilir. Çünkü onlar kâr ve bedelde
ortaktırlar.
1. Sermaye sahibi ile âmil'in kâr hususunda
ihtilaf etmesi ,
Meselâ âmil 'Kâr
etmedim' veya 'Ben şu kadar kâr ettim' derse, yeminle beraber âmil'in sözüne
itibar edilir; zira aslolan, malın yokluğudur. Ancak önce muayyen bir miktar
kâr ettiğini, sonra da hesapta bir yanlışlık olduğunu söylerse, kabul edilmez.
Çünkü bu itirafı, hakkı inkâr etmek anlamına gelir.
2. Sermaye sahibi ile âmil'in,
alınan bir mal hususunda ihtilaf etmeleri
Meselâ mal sahibi,
alınan bir mal için 'Sen bunu şirket için satın aldın' derse, âmil de 'Ben bunu
kendim için aldım' derse veya mal sahibi 'Sen bu malı kendin için aldın' derse,
âmil de 'Ben bu malı şirket için aldım' derse, yeminle beraber âmil'in sözüne
itibar edilir. Çünkü âmil emindir. Fakat âmil mudâraba malıyla birşey alır da
'Bunu kendim için aldım' derse, kabul edilmez. Satıh alınan rnal mudâraba
şirketine ait olur.
3. Sermaye sahibi ile âmil'in, sermayenin cinsi
veya miktarında ihtilaf etmeleri
Âmil ile sermaye
sahibi sermayenin cinsi veya miktarında ihtilaf ederlerse, yeminle beraber
âmil'in sözüne itibar edilir. Çünkü âmil asıldır, fazla paranın ona verilmesi
de asıldır.
4. Sermaye sahibi ile âmil'in, mudâraba malının
telef olması hususunda ihtilaf etmeleri
Sermaye sahibi ile
âmil, sermayenin telef olması hususunda ihtilaf ederlerse, meselâ mal sahibi
'Âmil'in kusuru nedeniyle telef olmuştur' derse, âmil de 'Hayır, benim kusurum
yoktur' derse, yeminle beraber âmil'in sözüne itibar edilir.
5. Sermaye sahibi ile âmil'in, sermayenin geri
verilip verilmediğinde ihtilaf etmeleri
Meselâ âmil 'Ben
sermayeyi mal sahibine teslim ettim' dese, mal sahibi de 'Hayır, teslim
etmedi' dese, yine yeminle beraber âmil'in sözüne İtibar edilir. Çünkü âmil
emindir.
6. Sermaye
sahibi ile âmil'in, malın mudâraba için mi, borç olarak mı verildiği hususunda
ihtilaf etmeleri
Meselâ mal sahibi mal
telef olduktan sonra 'O malı borç olarak verdim' dese, âmil de 'Hayır,
mudâraba ortaklığı için verdi' dese, yeminle beraber mal sahibinin sözüne
itibar edilir. Çünkü âmil, malı aldığını itiraf ederek malın tazminatının sakıt
olduğunu iddia etmektedir. Aslolan ise malın tazminatının sakıt olmamasıdır.
Amil 'Mudâraba malı'
olduğunu iddia etse, mal sahibi de 'Mudâraba malı değildir, ben seni vekil
tuttum' dese, yeminle beraber mal sahibinin sözüne itibar edilir. Çünkü mal
sahibi, kendi kasıt ve niyetini herkesten daha iyi bilir. Bu durumda âmil'e
ücret misil verilir. Çünkü âmil ücrete müstahak olmadığını itiraf etmiştir.
7. Sermaye
sahibi ile âmil'in, kârdan alacakları hisseleri hususunda ihtilaf etmeleri
Sermaye sahibi ile
âmil, kârdaki hisselerinin kaçta kaç olduğu hususunda ihtilaf ederlerse,
ikisinin de yemin etmesi gerekir. Çünkü akdin sahih olduğu hususunda ve akdin
ivazında ittifak etmişlerdir. Tarafların herbiri, aynı zamanda hem davacı hem
davalıdır.
Bu bakımdan ikisi de
kendisinin doğru, diğerinin yanlış söylediğini hususunda yemin eder. İkisi de
yemin ettikten sonra kârın tümü mal sahibinin olur, çünkü kâr mülkün
artmasıdır. Âmil ise çalışmasına karşılık ücret-i misil alır, çünkü onun
emeğini geri döndürmek mümkün değildir. Bu nedenle emeğinin kıymetini geri
döndürür ki o da ücret-i misildir.