SULH.. 2
Sulh'un
Tarifi 2
Sulh'un
Çeşitleri 2
Muameledeki Sulh. 3
Davacı ile
Davalı Arasındaki Sulh. 3
İnkârla
Beraber Olan Sulh. 3
İkrarla
Beraber Olan Sulh. 3
a. Mal Hususunda Yapılan Sulh. 3
Sulh-u Hatîta. 3
Sulh-u
Muaveze. 4
b. Borca Karşılık
Yapılan Sulh. 4
Borçta
Sulh-u Muaveze. 5
Davacı ile
Yabancı Arasında Sulh. 5
Sulh'un Rükün
ve Şartları 5
1. Akid Yapan İki Kişi 5
2. Siga. 6
3.
Kendisi İçin Sulh Yapılan
Mal 6
4. Üzerinde
Sulh Yapılan Mal 7
Müşterek
Haklar Üzerinde Sıkışıklık
ve Kalabalığa Sebep Olmak. 7
1. Ruşen, Sabat ve Mîzâb. 7
2. Sokağa Yeni
Bir Kapı Açmak. 8
3. Yola Ağaç
Dikmek veya Seki Yapmak. 8
4. Başkasının
Duvarının Üzerine Mertek Koymak. 8
Sulhu
İptal Eden Hususlar 9
Bâtıl
Olduktan Sonra Sulhun
Hükmü. 9
Lugatta sulh nizayı
kesmek, hasımların arasını bulmak ve onları ba -rıştırmak anlamına gelir.
Şer'î ıstılahta ise
sulh, nizayı kaldıran, barışı sağlayan bir akiddir. Sulh'un Meşruiyeti
Sulh, caiz ve
meşrudur. Bazen de mendub olur. Allah Teâlâ sulh'un bir hayır olduğunu şu
şekilde ifade etmektedir:
Sulh hep hayırdır.
(Nisa/128)
Bu ayet, sulh'un
meşruiyetinin delilidir. Çünkü hayır olan herşey, Allah'ın şeriatında meşru,
şerr olan herşey de yasaktır. Nitekim Allah Teâiâ şöyle buyurmaktadır:
Onların fısıldaşmalarının çoğunda
hayır yoktur;, ancak sadaka vermeyi veya bir mâruf işlemeyi veya
insanların arasını düzeltmeyi emreden başka. Kim bunu Allah'ın rızasını
arayarak yaparsa, yarın biz ona büyük bir ecir (mükâfat) vereceğiz. (Nisa/114)
Sulh'un meşruiyeti
hususunda Kur'an-ı Kerim'de bulunan diğer delilleri ileride zikredeceğiz.
Sünnet de sulh'un meşruiyetine delâlet etmektedir. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Haramı helâl,
helâli haram kılmadığı
müddetçe müslümanlar arasında
sulh caizdir.
Hadiste müslümanlar
lafzının özellikle zikredilmesinin sebebi, hi-tabda kastedilenler taglîben onlar olduğu içindir.
Ayrıca gayri müslimlerin tâbi
olmak durumunda bulunduğu hususlar müstesna, Allah Teâlâ'nın şeriatına uymakla
mükellef olanlar da onlardır..
Tüm müslümanların her
asırda sulh'un meşru olduğunda ittifak ettikleri sabittir. Nitekim Hz. Ömer
'Sulh edinceye kadar hasımları geri çeviriniz. Çünkü meselenin hükmen
fasledilmesi, kini miras bırakır'.
Hz. Ömer bu sözü,
sahabîlerden bir cemaate söylemiş ve onlardan
hiçbiri de buna itiraz etmemiştir.
Sulh'un meşru
olduğunda icma-ı ümmet vardır. Sulh'un
Hikmeti
İslâm; birlik,
beraberlik, kardeşlik, yardımlaşma, tefrikayı ve sebeplerini ortadan kaldırma
dinidir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Hepiniz birden
Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, tefrikaya düşmeyin... (Âlu îmran/103)
Allah'ın şeriatının,
insanlara, hak sahiplerine, haklarının verilmesini emrettiğini müşahede ediyoruz. Çünkü hak
sahibine hakkının verilmemesi -genellikle- husumete ve kavgaya sebep olur.
Bir de
aranızda mallarınızı bâtıl
sebeple yemeyin. İnsanların . mallarından bir kısmını bile
bile günah ile yemek için o malları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.
(Bakara/188)
Allah Teâlâ sulh ile
haksız yere bir nefsi öldürmeyi bir araya getirmiştir. Çünkü sulh'un olmaması,
genellikle ölüme neden olur.
Ey iman edenler!
Mallarınızı aranızda bâtıl (haksız ve gayr-ı meşru) bahanelerle yemeyin, kendi
rızanızla yaptığınız ticaret olursa başka. Ve nefislerinizi de öldürmeyin.
Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir. (Nisa/29)
Hz. Peygamber, buğzu
ve münazaayı menetmiş, bunların savaşa, -dolayısıyla insanları küfre döndürecek
bir savaşa- neden olacağını bildirerek şöyle buyurmuştur:
Birbirinize buğz ve
hased etmeyin. Sıla-yı rahmi kesmeyin. Ey Allah'ın kullan, kardeş olun!
Benden sonra küfre
dönüp bazınız bazınızın başını vurmasın.
Hz. Peygamber, halkı
aralarındaki sevgi ve muhabbet bağlarını kuvvetlendiren faktörlere teşvik
ederek ihtilaf ve ayrılıklardan sakındırmış, birbirlerine müsamahakâr
davranmaya, sıla-yı rahim yapmaya davet edip şöyle buyurmuştur:
Allah o kişiden razı
olsun ki sattığı zaman da müsamahakâr, aldığı zaman da müsamahakârdır. Borcunu
öderken de müsmahakâr, alacağını isterken de müsamahakârdır.
İnsanlar arasındaki
husumetleri kaldırıp sulh halinde yaşamalarını sağlamak, İslâm'ın hedeflerinin
başında geldiği için İslâm sulhu meşru kılarak insanları sulha teşvik etmiş ve
onu hayrın sebebi kılmıştır. Her zaman ve mekânda ümmet için sulhta hayır
vardır. Hz. Peygamber, iki
miislümanın arasını
bulup barıştırmak için yalan söymeye ruhsat vermiştir:
İnsanların arasını düzelten,
bunun için hayırlı söz söyleyen
ve hayırlı söz taşıyan kimse yalancı değildir.
İslâm'da sulhun birkaç
çeşidi vardır, hepsi de meşrudur;
1. İslâm
devletinin başka devlette yaptığı sulh
Eğer onlar barışa
meylederse sen de barışa yanaş, Allah'a tevekkül et.
(Enfal/6l)
Hudeybiye sulhu,
devletler arası bir sulhtur. Hz. Peygamber'in sîre-tinde bunun birçok misali
vardır.
2.
Müslümanlardan iki grup arasındaki sulh
Eğer mü'minlerden iki
grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarım düzeltin.
(Hucurat/9)
3. Kan-koca
arasındaki sulh
Kan-koca arasında bir
anlaşmazlık çıktığında aralarında sulh icra edilir.
Eğer bir kadm
kocasının aldmşsızhğmdan veya huysuzluğundan korkarsa, aralarında anlaşmaya
çalışmalarında üzerlerinde bir günah yoktur. (Nisa/128)
4. Malî olmayan işlerde münakaşa eden iki kişi
arasındaki sulh
Sehl b. Sa'd şöyle
rivayet ediyor: Küba halkı kavga edip birbirlerine taşlar attılar. Hâdiseyi
duyan Rasûlullah 'Haydi gidip onları barıştıralım' dedi.
5. Malî muamelelerdeki sulh
Fakihler sulh babı
sözüyle, bu kısım sulhu kasdederler. Sulhun diğer ' kısımları ise bablannın
arasında zikredilecektir.
Sulh bazen iki dava
sahibi arasındaki muamelede cereyan eder. Bazen de müddet ile yabancı arasında
cereyan eder. Her iki durumun da kendine mahsus hükümleri vardır:
Sulh bazen davacı ile
davalı arasında olur ki davalının hakkı ikrar etmesiyle gerçekleşir. Buna
ikrarla beraber olan sulh denir. Sulh bazen davalı, iddiayı inkâr ettiği haide
olur ki buna da inkârla beraber olan sulh denir. Şimdi ikrar ve inkârla beraber
olan sulhun hükümlerini izah edelim.
Bir kişi başka
birisinde 1000 dirhem alacağı olduğunu iddia eder de o kişi bunu inkâr'eder,
sonra da sulh yapılmasını isterse, böyle bir sulh caiz değildir. Böyle bir
sulhun üzerine, sulh hükümleri terettüb etmez. Sulhun hükümleri -Allah'ın
izniyle- ileride gelecektir.. Bu tür sulhun bâtıl olmasının sebebi, haramı
helâl, helâli haram kılmasıdır ki bu, yukarıda geçen hadîsle yasaklanmıştır. Zira
Hz. Peygamber'in 'Müslümanlar arasında sulh caizdir.
Ancak haramı helâl
helâli haram kılan
sulh bundan müstesnadır' buyurduğunu nakletmiştik.
Müddeî (davacı)
iddiasında yalancı olduğu halde sulh yapılırsa, bu sulh haram olur. Çünkü bu
sulh haramı helâl kılan bir sulhtur ve bu da yasaktır. Eğer davacı iddiasında
doğru oiduğu halde sulh yapılırsa, bu da haram olur, çünkü bu helâli haram
kılan bir sulh olur ki yasaklanmıştır.
İkrarla beraber olan
sulh, bir kişinin başkasında alacağı bir malı olduğunu iddia etmesi ve bu
hususta sulh yapmayı talep etmesidir. Böyle bir sulh caizdir, sulhun hükümleri
onun üzerine terettüb eder. Davacının alacağının bizzat mal olması veya alacak
olmasının ayrı ayrı hükümleri vardır:
Bazen malın bir kısmı
üzerine sulh yapılır ki buna sulh-u hatîta denir. Bazen de üzerinde sulh
yapılan mai davacının malından başka bir mal veya bir menfaat olur ki buna da
sulh-u muaveze denir.
İddia edilen hak bir
mal olursa, sulh da bu malın bir kısmı üzerine yapılırsa, meselâ iddia edilen
hak bir ev olursa, sulh da davacının evin yarısını alması üzerine yapılırsa,
davacı evin diğer yarısını davalıya hibe ' etmiş sayılır.
Sulhun bu şeklinin
hükümleri, hibenin hükümleriyle aynıdır. Çünkü burada hak
sahibi, kendi hakkından bir parçayı davalının üzerinden düşürmüştür.
İddia edilen ve
üzerinde sulh yapılan hak, bir mal olduğunda, davalı o malın bedeli olarak
davacıya başka bir mal vererek sulh yaparsa, bu caizdir. Meselâ iddia edilen
hak, bir ev olursa, davalı da eve karşılık bir otomobil vererek sulh yaparsa,
bu sulh caiz ve sahihtir. Bu tıpkı evin otomobil ile değiştirilmesi gibidir.
Böyle bir sulhta, alışveriş hükümleri geçerlidir. Bunlar da para veya şer'an
mal kabul edilen şeylerden olması gibi hükümlerdir. Burada da hıyar'ul-medis,
hıyar'uş-şart; ve hiyar'ul-ayb geçerlidir. Alışverişi ifsad eden şeyler bunu da
ifsad eder, alışverişte haram olan şeyler burada da haramdır. Bu şekilde
yapılan sulhun her çeşidine sulh-u muaveze denir. Çünkü hak sahibi hakkının
yerine başka birşeyi ivaz (bedel) olarak almaya razı olmuştur. Aldığı şeyin mal
veya menfaat olması bunu değiştirmez. Sulh, başka bir malın menfaati üzerine
olursa, meselâ iddia edilen hak, bir ev olursa, davalı da eve karşılık
otomobilini bir sene kullandırmak üzere sulh yaparsa, bu icar hakkı olur.
Burada icarın hükümleri cereyan eder. Eğer suih, iddia-edilen malın menfaati
üzerine yapılırsa, meselâ dava konusu olan evin, davalı tarafından on sene
kullanılması karşılığında sulh yapılıyorsa, bu âriyedir. Burada âriyenin
hükümleri geçerli olur.
Bir kişi başka bir
kişide 1000 dirhem alacağı olduğunu iddia eder, davalı da bunu kabul ederek
sulh yaparlarsa, bu, borca karşılık yapılan sulh olur. Bazen üzerinde sulh
yapılan miktar borcun bir kısmı olur ki buna sulh-u halita denir. Bazen de
üzerinde suih yapılan bir mülk veya bir menfaat olur ki buna da sulh-u muaveze
denir.
Sulh-u hatîta borçlu
olan kişinin borcunu itiraf etmesi ve borcun belli bir kısmından vazgeçilmesi
suretiyle yapıiân sulhtur. ıMeselâ davacı ile davalı 1000 dirhem borcun 500
dirheminin ödenmesi üzerine sulh yaparlarsa, bu sulh sahih olur.
Ka'b b. Mâlik'ten
rivayet edildiğine göre Abdullah b. Ebî Hadrad ile bir alacağı yüzünden
mescidde münakaşa ederler. Onların sesini duyan Rasûlullah odasının perdesini
aralayarak 'Ey Ka'b1 diye seslenir ve Ka'b 'Buyur ey Allah'ın Rasûlüî' deyince,
Hz. Peygamber, alacağının yansından vazgeçmesi için eliyle işaret eder.
Ka'b'ın 'Vazgeçtim ey Allah'ın Rasûlü1 demesi üzerine Hz. Peygamber, Abdullah'a
'Kalk geri kalan borcunu öde' der!
Sulh; ibra, hat, iskat
lafızlarıyla sahih olduğu gibi bu lafızlar olmadan da anlaşma yoluyla sulh
olur. Sulh, ibra ve benzeri lafızlarla olursa kabul şart değildir. Meselâ 'Ben
onu 500 dirhemden ibra ettim' denildiğinde 'Kabul ettim' denmesi şart değildir.
Fakat ibra'nın tahakkuk etmesi için şu şartların bulunması gerekir;
1. İbra eden kişi, ibra ettiği şey hususunda
teberru, yetkisine sahip olmalıdır.
Velisi çocuğun yerine
ibra edemez, çünkü çocuğun velîsi çocuğun malını teberru etmeye yetkili
değildir.
2. İbra edilenin miktarı belli olmalıdır.
Meselâ 'Seni alacağın
bir kısmından ibra ettim' demek yeterli olmaz. Ayrıca alacağın miktarı
bilinmeden 'Alacağın 1/4'inden ibra ettim1 demek de kafi değildir.
3- İbra,
bizzat mal olmayan alacaktan olmalıdır.
Alacak bir mal olur da
sulh onun üzerine yapılırsa, ibra lafzını kullanmak sahih olmaz.
4. Bir şart
ve zamana bağlı olmamalıdır.
Sulh lafzı
kullanıldığında -sulhun diğer çeşitlerinde olduğu gibi-kabul şarttır.
Meselâ '1000 dirhem yerine 500
dirhem üzerine sulh ediyorum' denildiğinde, karşıdaki kişinin 'Ben de kabul
ettim' demesi şarttır.
İbra Edilen Kişinin
Geriye Kalan Borcu
Ödememesi
Alacaklı olan kişi
borçluyu borcun bir kısmından ibra ettiği halde borçlu geriye kalan borcunu
ödemezse, borç eski haline döner mi? En sahih görüşe göre borç eski haline
dönmez. Alacaklının vazgeçtiği kısmı istemeye hakkı yoktur. Çünkü ibra etmek,
zimmetten iskat etmektir. Ayrıca fıkıhta 'Sakıt dönüş yapamaz' şeklinde bir
kaide vardır.
Bu nedenle alacaklı
olan kişiler kullandıkları lafızlara dikkat etmelidir, İbra ve ibra mânâsına
gelen gelen lafızlar kullanmamalıdırlar. Meselâ alacaklı olan kişinin borçluya
'Sendeki alacağımın şu kadarını müsamaha ettim' demesi, alacağından vazgeçmesi,
alacağını borçlunun üzerinden düşürmesi anlamına gelir. Bu tür lafızları kullanan
alacaklı, borçludan alacağını isteyemez. Borçlu olan kişinin İbra'yı kabul edip
etmemesi hükmü değiştirmez. Alacaklının ibra ve benzeri lafızları öfkeli veya
sevinçli halinde söylemesi de hükmü değiştirmez. Nitekim eşler bazen mehirden
kalan alacaklarını bu şekilde ibra ederler.
Bu, davacının davalıda
alacağı olduğunu iddia etmesi, davalının da bunu kabul ederek, borcu
karşılığında bir mal vererek sulh yapmasıdır. Meselâ davacı 'Falan kişide 1000
dirhem alacağım vardır' der, davalı da bunu itiraf eder ve buna karşılık bir
buzdolabı veya çamaşır makinesi vererek sulh yapar. Burada alışveriş hükümleri
geçerlidir. Eğer davalı davacıya, alacağına karşılık evinde bir sene
oturmasını teklif ederek sulh yapsaydı, burada da icare hükümleri geçerli
olurdu.
Davacı ile yabancı
arasındaki sulh şu şekildedir: Bir kişi başka birisinde alacağı olduğunu iddia
eder. Fakat davalıdan başka biri davacıya gelerek sulh yapar. Bu tür sulhun
birkaç şekli vardır ki bunlar yabancının davalıya yakınlık derecesine göre
değişir. Her şeklin de kendine mahsus hükümleri vardır. Bu hükümleri şöyle
sıralayabiliriz:
1.
Yabancının, davalının vekili olması.
Yabancı kişi davacıya
gelerek 'Ben davalının vekiliyim, seninle sulh yapmak için geldim. O senin
alacağını itiraf ediyor' derse, davalı da onun sulh konusundaki vekaletini
kabul ederse, sulh sahih olur. Davalı, o kişinin vekaletini kabul etmezse,
sulh- bâtıl olur.
2. Yabancının kendi adına sulh yapması.
Bu şu şekilde olur:
Yabancı davacıya gelerek 'Alacaklı olduğunu iddia ettiğin kişi borçlu olduğunu
kabul ediyor. Ben onun yerine şu kadar para vererek seninle sulh yapmak
istiyorum' der. Bu şekildeki sulh, fuzuli olan şeyin satışı gibidir; yani bu,
başkasının malını satmak veya bir malı sahibi olmayan kişiden almak gibidir. En
sahih görüşe göre malı satılan veya malın kendisine satıldığı kişi kabul
etmezse bu muamele bâtıldır.
3. Davalının inkâr etmesi, yabancının da onun
inkârını reddetmesi.
Bu durumda yabancı
kendi adına sulh yapmış sayılır ki bu,-gasbedi-len malı gasbedenden başkasına
satmak hükmündedir. Eğer satınalan kişi o malı gasıbdan alabilecek güçteyse
sulh sahih, alabilecek güçte değilse sulh bâtıldır.
4. Davalının İnkâr etmesi, yabancının da onun
inkârının bâtıl olduğunu reddetmemesi ve davacının da dava konusu olan
hakkından kendi adına vazgeçmesi.
Bu sulh bu durumda
bâtıldır. Çünkü bu sulh, kişinin kendisince mülkiyeti sabit olmamış bir malı
satın alması hükmündedir ki bu sahih olmaz.
Her akdin rükûnları
olduğu gibi sulh akdinin de rükûnları vardır, bunları şöyle sayabiliriz:
1. Akid
yapan iki kişi
2. Siga
3. Kendisi
için sulh yapılan mal
4. Üzerinde sulh yapılan mal
Bunlardan biri davacı,
diğeri davalıdır. Davacı ve davalıda birtakım şartların bulunması gerekir:
a. Mükellef
olmak
Davacı da davalı da
mükellef olmalıdır. Çocuğun yaptığı sulh -çocuk isterse mümeyyiz olsun- sahih
olmaz. Delinin yaptığı sulh da sahih. olmaz. Zira sulh bir akid, bir tasarruftur.
Çocuğun ve delinin tasarrufu ise şer'an muteber değildir. Nitekim
bunu daha önce de
birkaç yerde belirtmiştik.
b. Malda tasarrufa yetkili olmak . .
Ancak çocuğun babası,
dedesi veya vasisi çocuk adına sulh yapıyorsa, bu caizdir. Çünkü çocuğun
babası, dedesi ve vasisi, çocuk adına onun malında tasarruf etmek yetkisine
sahiptirler.
c. Sulhta açık bir zarar olmamalıdır
Yani sulh çocuk adına
çocuğun velîsi tarafından yapılıyorsa, -çocuk ister davacı ister davalı olsun-
çocuk için açık bir zarar olmamalıdır. Ancak çocuk davalı olursa, davacının da
iddia ettiği hak hususunda delili bulunursa, çocuğun velîsi de sulh yaparsa ve
bu sulh da çocuğun zararına olmakla beraber halk tarafından bu kadar zarar
kabul edilen türden-se, akid sahih olur. Çünkü sulh, muaveze hususundadır.
Çocuğun velîsi de tahammül edilebilen bir zarar ile sulh yapabilir. Fakat
davacının iddia ettiği hususta delili yoksa, üzerinde sulh yapılan mal da
tahammül edilebilen miktardan fazla ise sulh bâtıldır. Çünkü bu çocuğun malını
teberru etmek gibidir. Çocuğun malını teberru etmek de çocuk için açık bir zarardır.
Bu bakımdan çocuğun velîsi böyle bir mal üzerinde sulh yapamaz. Ancak velî kendi
şahsî malı üzerinde sulh yaparsa caiz olur. Çünkü bu, çocuğa zararlı değil,
faydalıdır. Ancak çocuğun velîsi davacı ise ve davalı da dava konusu olan malın
bir kısmını teklif edip, bir kısmını alırsa bakılır; eğer davacı olan velînin
karşı tarafa borcu olduğuna dair , delil
varsa, sulh yapması sahih değildir. Çünkü borçtan İskat teberrudur ve velî
çocuğun malından teberruda bulunamaz. Ancak delil yoksa ve dava konusu malın
değeri üzerinden veya az bir zararla sulh yapılırsa da sahihtir; zira bu, çocuğun
malıyla alışveriş yapmak gibidir ve velî bunu yapabilir. Fakat fahiş bir zararla sulh yaparsa, bu
sahih değildir, bu teberru olur. Oysa daha önce de söylendiği gibi velî teberru
yapamaz.
Siga, sulh yapan iki
kişinin icab ve kabulüdür. Meselâ davalının davacıya 'Borcum olan falan mal
yerine, filan malımı vererek seninle sulh yapıyorum' demesi, davacının da
'Kabul ediyorum' veya 'Razı oldum' veya sulh ve rıza mânâsına gelen -daha önce
zikrettiğimiz- lafızlar kullanması, icab ve kabuldür.
Kendisi için sulh
yapılan mal, davacının iddia ettiği ve davalıdan onun karşılığında bir mal veya
menfaat üzerinde sulh yapmak istediği maldır. Kendisi İçin sulh yapılan malda
birtakım şartların bulunması gerekir:
a. Kişinin
hakkı olmalıdır.
Bu bir mal olabildiği
gibi, kısas gibi mal olmayan bir hak da olabilir. Bir kişinin başka bir şahıs
üzerinde kısas hakkı olur da kısas hakkı yerine bir mal üzerinde sulh
yapılırsa, caiz olur. Üzerinde sulh yapılan şeyin, ev gibi mal olması veya 1000
dinar borç olması hükmü değiştirmez.
Borç üzerinde sulh
yapılmışsa, borcun borç ile satılmış olmaması için borcun sulh meclisinde
kabzedilmesi şarttır. Kısas ister nefisle, ister azalarla ilgili olsun onunla
sulh yapmak caizdir.
Enes'ten şöyle rivayet
ediliyor: "Rubeyy'in kızkardeşi Ümmü Harise, bir kişiyi yaraladı. Akabinde
ikisinin taraftarları Peygamber'in huzuruna varıp davalarını arzettiler.
Rasûlullah (s.) 'Kısası eda ediniz, kısası eda ediniz (ve onu hakkı olana teslim ediniz)!' buyurdu.
Bunun üzerine Ümmü Rabiyy 'Ey Allah'ın Rasûiü! Falan kadından kısas
talep edilir mi? Vallahi ondan kısas alınmaz' dedi. Rasûlullah-'Sübhanallah! Ey
Ümmü Rabiyy! Kısas Allah'ın yazılı kanunudur' dedi. Kadın yine 'Hayır vallahi,
o kadından ebediyyen kısas alınmaz' dedi. Kadın böyle demekte devam etti ve
nihayet yaralının velîleri diyeti kabul ettiler (de bu suretle kısas düştü)'.
Bunun üzerine Rasûlullah 'Allah'ın kullarından öyle kimseler vardır ki (bir
meselede) Allah üzerine yemin etse, Allah muhakkak onu yemininde doğru çıkarır'
buyurdu".
Eğer sulh, zina gibi
Allah'ın haklarından olan bir hususta yapılırsa, caiz olmaz. Meselâ zina yapan
bir kişinin, yaptığı zinanın karşılığı olarak cezadan kurtulmak için mal
vermesi caiz olmaz. Çünkü zina haddi, Allah'ın hakkıdır. Dolayısıyla Allah'ın
emrettiği cezadan başkası uygulanamaz.
Ebu Hüreyre ve Zeyd b.
Halid el-Cühenî'den şöyle rivayet edilmiştir: "Bir bedevi Rasûlullah'a
gelerek şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Rasûiü! Allah aşkına senden benim
için ancak Allah'ın Kitabı ile hükmetmeni istiyorum.
Hasmı olan ve daha
anlayışlı bulunan diğer şahıs da şöyle dedi:
- Evet, aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet ve
konuşmak için de bana izin ver.
- Konuş
- Oğlum,
hasmım olan şu zâtın yanında
hizmetçi bulunuyordu. Derken oğlum onun karısı ile zina etti. Bana da bu
zinadan dolayı oğluma recm cezası lazım geldiği söylendi. Ben de 100 koyun ile
bir cariyeyi fidye olarak vererek oğlumu kurtardım. Müteakiben meseleyi ilim
ehli kişilere sordum. Onlar 'Oğlunun cezası sadece 100 sopa ile 1 yıl sürgündür.
Hasmının zina eden karısına da recm lazım gelir' dediler.
- Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki
ben sizin aranızda muhakkak Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim: Cariye ile
koyunlar tekrar sana iade edilecektir. Oğluna da 100 değnek ile 1 yıl sürgün
cezası verilecektir. Ey Uneys! Haydi şu adamın karısının yanına git, eğer (zina
ettiğini) itiraf ederse onu recm et.
Uneys o kadının yanına
gitti, kadın da zina ettiğini itiraf etti. Müteakiben Rasûlullah (s.a) onun
recmedilmesini emretti ve emri yerine getirildi".
Diğer had cezaları da
zina haddine kıyas edilir. Zina ve hırsızlık gibi Allah'ın hakkının galip
olduğu tüm hadlerde sulh caiz olmaz. Aleyhinde şahitlik yapmaması için birisine
mal vererek sulh yapmak da caiz değildir. Çünkü şahitlik de Allah'ın hakkıdır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Şahitliği Allah için
(doğru) eda edin.
Oalâk/2) '
Ey iman edenler!
Adaleti ayakta tutanlar olun. Allah için şahit olun. (Nisa/135)
Allah'ın hakkı olan
hususlarda sulh yapmak bâtıldır. Allah'ın hakkına rağmen sulh yapıp
karşılığında mal alan kişinin o malı iade etmesi farzdır. Çünkü o malı haksız
yere almıştır ve o mal haram bir kazançtır. Allah'ın hakkına rağmen mal alarak
sulh yapan kişi bilindiği takdirde, kadı onun şahitliğini kabul etmez.
b. Sulh
yapanın hakkı olmalıdır.
Kişi hakkı
olmadığı halde sulh yaparsa
bu caiz olmaz. Ancak velayeti ve hacr'i altında bulunan bir
kişi için sulh yaparsa, maslahata binaen caiz olur. Boşanmış bir kadın,
çocuğunun boşandığı adama ait olduğunu iddia ederse, adam da bunu redderse,
fakat kadın para vererek çocuğun nesebini o adamın üzerine geçirmek üzere sulh
yaparsa, bu sulh bâtıl olur. Çünkü neseb kadının değil, çocuğun hakkıdır. Kadın
mal karşılığında neseb alamaz.
c. Sulh yapan kişinin sulh yapılan şeyde sabit
bir hakkı olmalıdır.
Meselâ şufa hakkına
sahip olan kişinin izni olmadan diğer ortağın hissesini başkasına satması
halinde, şufa hakkına sahip olan kişi, müşteriden onun ödediği para
karşılığında malı geri alabilir. Bu, Şufa bahsinde izah edilecektir. Fakat şufa
hakkına sahip olan kişi, belli bir mal üzerine sulh yaparak o malı müşteriden
alırsa, bu sulh bâtıl olur. Çünkü şeriat ona, müşterinin verdiği parayı ödemek
suretiyle malı alma hakkını vermiştir.
d. Kendisi için sulh yapılan mal belli
olmalıdır.
Kendisi için sulh
yapılan mal, taraflardan biri veya her ikisi tarafın-v dan bilinmezse, sulh
bâtıl olur. Çünkü burada zarar sözkonusudur. Bu nedenle de bu tür sulh, haramı
helâl kılan sulh kapsamına girer.
Üzerinde sulh yapılan
mal, davacının davalı üzerinde iddia ettiği haktan ötürü aldığı maldır. Bu
malda bulunması gereken şartlar şunlardır:
A. Şer'an mal kabul edilmelidir.
Şer'an mal kabul
edilemeyen şarap, domuz ve oyun (lehv) aletleri üzerine sulh yapılması sahih
olmaz. Zira sulh akdinde ivaz (bedel) mânâsı vardır. Bu bakımdan üzerinde sulh
yapılan mal, tıpkı satılan mal gibidir. Şer'an mal sayılmayan birşey ise
alışverişte bedel olmaz, alışverişte bedel olmayan birşey sulhda da bedel
olmaz. Üzerinde sulh yapılan malın seccade veya borç olan 1000 dinar veya bir
evde oturmak gibi bir menfaat olmasının sakıncası yoktur. Bunlar, alışverişte
bedel olarak kullanıldığı için sulhta da bedel olarak kullanılabilir. Bunun
birçok misalini zikretmiştik.
B. Sulh yapanın mülkü olmalıdır.
Üzerinde sulh yapılan
malın davalının mülkü olmadığı anlaşılırsa, meselâ hırsızlık malı veya
gasbedilmiş bir mal olduğu ortaya çıkarsa, sulh yapan kişi malı kabzetmiş olsa
bile sulh bâtıl olur. Çünkü davalının mülkü olmayan bir mal üzerinde sulh
yapılmıştır, oysa onun başkasının malı üzerine sulh yapma yetkisi yoktur.
C. Üzerinde
sulh yapılan mal, sulh yapan kişiler tarafından bilinmelidir..
Üzerinde sulh yapılan
malın belli olmaması, ihtilaf ve münazaaya sebep olur. Bu da akdin fasid
olmasına götürür.
Fakihlerin Sulh
bahsinde bir başlık açarak o başlık altında müşterek haklar hususunda müzakere
etmeleri âdettir. Burada hangi hususlarda sulh yapmanın caiz olduğunu, hangi
hususlarda caiz olmadığını izah ederler. Biz de burada-müşterek haklardan
bazılarını açıklamak istiyoruz:
Ruşen, yükselip
duvardan taşmış olan ağaçtır. Buna aynı zamanda kuşun kanadına benzetilerek
kanat ve şerefe ismi de verilmektedir.
Sabat, iki duvar
arasındaki yoldur. Mîzâb ise oluktur. . a. Bunlar insanların müşterek
kullandıkları yerlere yapılır.
Bunların hükümlerini
kısaca belirtelim: Yollar insanların gelip geçmekte müşterek olarak
kullandıkları yerlerdir. Bu nedenle yola pencere açmak, oluğun ağzını yaldan
tarafa vermek, insanların gelip geçmesini zorlaştıracak ağaç ve benzeri şeyleri
yola uzatmak, iki duvar arasına yol açmak gibi insanlara zarar verecek şeyler
yapmak caiz değildir. Çünkü buralar yalnız o kişiye ait değil, tüm insanların
müşterek kullandığı yerlerdir. Eğer yola. bu tür rahatsız edici şeyler
yapılırsa, idarecinin onları ortadan kaldırması vacibdir. Çünkü Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
islâm'da ne zarar
vermek, ne de zarara uğramak vardır.
İnsanların müşterek
kullandığı alanlara, insanları rahatsız edecek bir-şey yapılması halinde,
bunları ortadan kaldırma görevi idarecilere aittir. Çünkü halktan birinin bunu
yapması fitneye sebep olabilir. Ancak herkes bunların kaldırılması için
idarecilere başvurup şikayette bulunabilir. Eğer müşterek yola yapılan şeyler
gelip geçenlere zarar vermeyecek şekilde olur, yol da sadece' yayalara ait
olursa, uzun boylu kişilerin sırtında yükle geçmelerine engel olmayacak şekilde
yapılan şeyler yıkılmaz veya ortadan kaldırılmaz. Eğer yol sadece yayalara ait
değilse, o yoldan at, deve ve araba da geçiyorsa, yola açılan pencere veya iki
duvar üzerine yapılan gölgelik, deve üzerindeki hevdec'in değmeyeceği kadar
yüksek olmalıdır. Günümüzde ise yüklü araçların rahatça geçebilecekleri kadar
yüksek yapılmalıdır. Müşterek yerlere, bu tür şeylerin yapılmasının caiz
olduğunun delili şu hadîstir: Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, amcası
Abbas'ın mescid yolu üzerindeki evinin oluğunu elleriyle yükseltmiştir.
Hadîs mîzâb (oluk)
hususunda varid olmuş, diğerleri ise buna kıyas edilmiştir. Bu hususlarda sulh
yapmak devlet başkanına da, başkalarına da haramdır. Çünkü sözkonusu olan husus
(herkesin alıp verdiği) havadır. Hava ise mahal değildir, sadece araziye
tabiidir. Yine halka zarar veren bir iş karşılığında para da verilse caiz
değildir. Zarar vermediği takdirde ise, onu yapanın hakkıdır. İnsanların geçiş
hakkının olduğu yollarda geçenlerden ücret almak ise caiz değildir.
b. Çıkmaz
yola birşey yapmak
Eğer yol bir kişiye
aitse ve çıkmaz yol ise, bu tür şeyleri yapmasında sakınca yoktur. Ancak bir
grup arasında müşterek yola, diğerlerinin izni olmadan hiçbir şey yapılamaz.
Bunun üzerine suih yapmak da sahih olmaz, Yalnız evi çıkmaz sokağa bitişik
olan değil, kapısı çıkmaz sokağa açılan herkes o yola ortaktır. Ev sahibi,
sokağın başından evinin kapısına kadar ki yola ortaktır. Ondan sonraki ev
sahibi ise sokağın sonuna kadar ortaktır. Bu nedenle evinin kapısını geçen
kısımda kişinin hakkı yoktur. Dolayısıyla o kısımlarda yapılacak şeyler
hususunda o kişiden izin alınması gerekmez,
Açılacak kapı sokağın
baş tarafına daha yakınsa, sokağa ortak olan ev sahibinin eski kapısını kapatıp
yeni bir kapı açmaya hakkı vardır. Çünkü o kişi eski kapısını kapatıp yeni kapı
açmakla sokaktaki hakkının bir kısmından vazgeçmiş olmaktadır. Fakat yeni
kapıyı sokağın son tarafına doğru açmak isterse, o kısımda bulunan ev
sahiplerinden izin almak
zorundadır. İkinci bir
kapıyı açtıktan sonra
birinci kapıyı kapatmaması da
sokağa ortak olan kişilerin izin vermesiyle caiz olur. Eğer diğer ortaklar izin
vermezlerse, kapı kapatılır. Ancak sokakta müşterek olan bir mal
karşılığında onunla sulh yapılması sahih olur. Çünkü bu bir yerden ortaklaşa
yararlanmadır.
Yola ağaç dikmek, seki
yapmak veya binaya yola doğru uzanan bir payanda yapmak, -yol geniş olsa da,
gelip-geçenlere zarar vermese de, devlet başkanı izin vermiş olsa da-
haramdır. Çünkü bunların gelip geçenlere
zahmet vermesi mümkündür. Ayrıca zamanla
sekinin ve ağacın yeri kişilerin mülkü haline gelebilir. Bu bakımdan bunun
üzerine sulh yapmak caiz değildir. Ancak ağaç, tüm müslümanlara ait olmak üzere
dikilirse, bunun sakıncası yoktur.
Bazen bitişik duvar
başkasının mülkü olur. Bu durumda başkasının duvarına merteğin veya ağacın
başını koymak veya bir ucunu o duvara sokmak,
ancak sahibinin izniyle caiz olur.
Bu, İmam Şafii'nin yeni mezhebine göre böyledir. Duvar sahibi duvarına
ağaç konmasına veya sokulmasına izin vermezse, ona hiçbir şekilde baskı
yapılamaz. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kardeşinin rızası dışında,
hiçbir kişiye kardeşinin malı helâl olmaz.
İslâm'da ne zarar
vermek, ne de zarara uğramak vardır.
Fakat İmam Şafii'nin
eski mezhebine göre, duvar sahibi duvarına ağaç konmasına razı olmazsa, hâkim
cebren onu razı eder.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Sizden herhangi
biriniz komşusunu, kendi duvarına bir ağaç başı
koymaktan menetmesin.
Ravi dedi ki: (Ebu
Hüreyre bu hadîsi yanındakilere rivayet edince işitenler bunu uzak görüp
başlarını öne doğru eğmişlerdi). Sonra Ebu Hüreyre şöyle dedi: 'Ne oluyor ki
ben sizleri bu Sünnet'ten yüzçeviriyor görüyorum? Vallahi
ben evin duvarına
konacak hatıl başını,
sizin omuzlarınızın arasına koyarım'.
Duvarın sahibi,
komşusunun merteğini duvarının üzerine koymasına İzin verirse, bu, âriye
sayılır ve burada âriyenin hükümleri geçerli olur. Merteğin sahibi duvardan bir
defa istifade edebilir. Eğer merteğini oradan indirirse veya ağaç kendiliğinden
düşerse veya duvar yıkılır da ev sahibi onu tekrar yaparsa, merteği ikinci kez
o duvarın üzerine koyamaz. Çünkü bir defa izin vermek, bir defa koymayı
gerektirir. Eğer duvar sahibi para karşılığında duvarına ağaç konmasına razı
olursa, bu icare sayılır. Eğer ev sahibi 'Ben bu binayı sattım' veya 'Binanın
üzerindeki hakkı sattım' derse, en sahih görüşe göre bu akidde hem satış, hem
de icare kokusu vardır. Çünkü onunla bir menfaate hak kazanılmaktadır ki bu
icaredir, süreklilik arzetmesinden dolayı da bey'dir.
Sulhu iptal eden
şeylerin bazılarını zikretmiştik, bazılarını da burada zikredeceğiz:
1. Kısas için yapılan ikale ile iptal olur.
Sulh yapanlardan biri
diğerine sulhtan sonra 'Beni bu sulhtan affet' veya 'Ben bu akdi feshetmek
istiyorum' dese, diğeri de razı olsa sulh fes-holunur. Çünkü sulh, bir akiddir.
Burada bir malı, başka bir mal karşı-ğında vermek anlamı vardır. Alışverişte
olduğu gibi fesholabilir. Fakat kısas konusunda yapılan sulh fesholunmaz,,
çünkü kısas konusunda sulh yapmak, katilden kısası affetmek hususunda maktulün
velîsinin hakkını iskat etmektir. Daha önce ıskat edilen hakkın geri
alınamayacağını söylemiştik. Bu durumda davacı, katilden diyet isteyebilir.
Çünkü kısas, sulh nedeniyle düşmüştür.
2. Üzerinde sulh yapılan malın kusurlu olması
Üzerinde sulh yapılan
mal kusurlu olursa, o kusur da örfen malın değerini düşürüyorsa, kişi malı iade
etme hakkına sahiptir. Kişi malı iade ettiğinde sulh fesholur.
Sulh akdi bâtıl
olduktan sonra -eğer sulh inkâr nedeniyle olmuşsa-davacı, davasının aslına
döner. Daha önce inkârla beraber olan sulhun aslında bâtıl olduğunu
söylemiştik. Sulh ikrarla beraber olmuşsa davacı ile davalının ilk haline
döner. Çünkü sulhun bâtıl olması, hiç olmaması gibidir.