İmanın Tadı
Gönderen Kadir Hatipoglu - Şubat 18 2021 07:00:00

                                                       Vaaz Resimleri: w.jpg

Yaratılan her şeyin bir gâyesi, bir hikmeti ve bir sebebi vardır. Kâinat’ta hiçbir varlık başıboş, mânâsız ve amaçsız değildir. Kâinat, baştanbaşa bir hikmet manzumesi olarak yaratılmıştır. Kâinat içerisinde yeryüzü ve yeryüzünde ‘Allah’ın halîfesi’ pâyesine mazhar kılınan insan, bu hikmet manzumesinin yalnızca bir parçasını fakat önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu parçayı oluşturan insanın yaratılış gayesini de Allah’u Teâlâ   

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.[1]Buyurmaktadır.  Kullukta ancak imanla mümkündür.

İman bir şeyin doğruluğunu kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmektir. Mü’min ise bu iki fiili gerçekleştirmiş kişidir. İslam literatüründe ise iman “Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, resullerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğuna” inanmaktır, mü’min ise bu esaslara iman edendir.

Kur’an-ı Kerim’de يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا Ey iman edenler!” nidasıyla Allah Teâlâ’ya en çok muhatab olan varlıklardır iman edenler. Bu şekil hitabın fazlalığından da anlaşıldığına göre dinin temeli, mihenk taşıdır iman. Dinin olmazsa olmazıdır. Yolun başlangıcıdır, aynı zamanda haritasıdır da... Düşüncenin şekillenmiş, kendisine bir rota çizmiş şeklidir. İlk nefesdir... Hayatın gayesidir iman. Çünkü insan inançlarıyla vardır. Onu mahlûkatın içinde değerli kılan da budur. O bilgi sahibi olur, düşünür, karar verir, inanır ve inandığı doğrultuda hayatını sürdürür.

Allah Teala katında da insanı üstün ve hayırlı kılan,

اَللهُ وَلِىُّ الَّذِينَ اَمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ

 “Allah iman edenlerin yardımcısıdır. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır”[2] ayet-i celilisindeki lütfa mazhar eyleyen imandır. Ve şöyle belirtilir müminlerin özellikleri

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ اَمَنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فِى سَبِيلِ اللهِ اُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ

“Müminler ancak o kimselerdir ki Allah’a, peygamberlerine iman ettikten sonra şüpheye düşmemişler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda mücâhede etmişlerdir. İşte bunlar (imanlarında) sadık olanların ta kendileridir.”[3].

 

Şüphesiz ki inanılan şey kişi için hayat tarzı demektir. Ayette belirtilen özellikleri ve daha birçok özelliği içinde barındırır bu tarz. Mü’min kişinin hem kendi şahsı ve hem de dini adına yapması gerekenler vardır. İman-ı kamil’e ulaşması, hayatını yaratıcısının istekleri istikametinde tanzim etmesi ve bu sayede ebedi sürura vasıl olabilmesi için yapması gerekenler. İman esasları dışında, amentümüzde belirtilen esasların haricinde yapılması gerekenler. İmanın tadına ulaşmak için yapmamız gereken ödevler.

Enes İbni Malik (ra)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

ثثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ بِهنَّ طَعْمَ ا“يمانِ: منْ كَانَ اللّهُ ورسولُه أحبَّ إليه مما سواهُما، وَمَنْ أحبَّ عبداً  يحبُّهُ إّ للّهِ، وََمَنْ يَكْرَهُ أن يُعودَ في الكفرِ بعدَ إذْ أنقَذََهُ اللّهُ تَعالَى منه كَمَا يكرَهُ أن يُلْقَى في النار

"Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar: Allah ve Resûlünü bu ikisi dışında kalan herşeyden ve herkesten daha çok sevmek, bir kulu sırf Allah rızası için sevmek, Allah, imansızlıktan kurtarıp İslâm'ı nasib ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak." [4] Buyurarak bizlere yol gösteriyor Hz. Peygamber (s.a).

 Peki nasıl olur Allah ve Resul’ünü her şeyden çok sevmek. Tabiî ki Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in sesine kulak vermekle. Yüce kelamı okumakla, anlamakla ve onu hayatımıza tatbik etmekle. Aişe (r.a) validemizin tabiri ile “Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmakla”. Resululah’ın sünnetine sımsıkı sarılmakla. Asr-ı Saadette onunla yan yana olduğumuzu hissetmekle. Bizim için “üsve-i hasene” olduğunu bilerek onu günlük hayatımızın her anına misafir etmekle. “Acaba Resulullah olsa ne yapardı? Resulullah şimdi yanımda olsa ben ne yapardım?” diyerek kendimizi imtihana tabi tutmakla. Ve , Onu Şu rivayette olduğu gibi sevmekle.

وَعَنْ عَبْدِاللّهِ بْنِ هشَامٍ قَالَ: كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ , وَهُوَ آخِذٌ بِيَدِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فقَالَ عُمَرُ: يَا رَسُولَ اللّهِ ‘نْتَ أَحَبُّ إلىَّ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ إَّ نَفْسِى، فقَالَ ,: َ، وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ حَتّى أكُونَ أحَبَّ إلَيْكَ مِنْ نَفْسِكَ. فَقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: فإنَّهُ انَ ‘نْتَ أحَبُّ إلىّ مِنْ نَفْسِى. فقَالَ: اَنَ يَا عُمَرُ.

 

Abdullah İbnu Hişâm (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik. O sırada, Aleyhissalâtu vesselâm, Ömer (radıyallahu anh)'ın elinden tutmuştu. Hz. Ömer:

"Ey Allah'ın Resûlü! Sen bana, nefsim hâriç herşeyden daha sevgilisin!" dedi. Resûlullah hemen şu cevabı verdi:

"Hayır! Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, ben sana nefsinden de sevgili olmadıkça (imanın eksiktir)!"

Hz. Ömer (radıyallahu anh):

"Şimdi, sen bana nefsimden de sevgilisin!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:

"İşte şimdi (kâmil imâna erdin) ey Ömer!" buyurdular."[5]

أفْضَلُ ا‘عْمَال الحُبُّ في اللّهِ، وَالْبُغْضُ في اللّهِ

Hz. Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  buyurdular ki: "Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir[6]

Nefsi duygu ve düşünceleri ile değil Allah için, Allah rızasına nâil olabilmek uğrunda sevgi ve nefret kavramlarının içini doldurmak da kişiye imanın tadını tattıran bir ameldir. İslam toplumunu diğer toplumlardan ayıran dinamiklerin başında sevgi - kulluk ve ihlas temelleri üzerine kurulmuş olması gelir. Sevgiye dayanmayan kulluğun ve kulluğu hedeflemeyen ihlasın/samimiyetin değeri tartışmalıdır. Ancak sevilerek yapılan işler insana kolay ve zevkli gelir. Ortaya çıkabilecek güçlükler daha kolay aşılabilir. Sevgi, insanı Allah’a ulaştıran köprüler kurar, cennetin yolları sevgiyle döşenir. Sevgisizlik ise cehennemi dünyada başlatır.

İbni Kayyım el-Cevziyye’ye göre, “kalbin azığı, ruhun gıdası, gözün nuru olan sevgiden mahrum olanlar ölüler sınıfından sayılırlar.”

Hz. Peygamber de sevmenin duygudan ziyade davranışa dönük tarafına işaret eder. Sevgide ve nefrette “Allah için” olmak kaydı, ilişkileri kişisel zeminden çekerek aşkın ve ilkesel bir nitelik kazandırır.

Allah için sevmek, sevdiğinden hiçbir menfaat ummadan sadece Allah onun sevilmesinden hoşnut olacağı için birini sevmektir ki, sevginin bu derecesine ulaşabilenlerin, kıyamet gününde Allah’ın arşında özel olarak ağırlanacakları ve kıyametin hiçbir sıkıntısını yaşamayacakları vaat edilen yedi sınıf insandan biri olacağı bildirilmiştir.

Allah için sevmek insana sorumluluk yükler; kişiye sevdiğini Allah adına, Allah’ın koyduğu sınırlar içinde denetleme sorumluluğunu… Allah için sevmenin belirtisi, doğru yolda olduğu için, doğru yolda olduğu sürece dostunu desteklemek, Hak’tan uzaklaştığında hiçbir korkuya kapılmadan yanlışın önüne dikilebilmektir.

Birbirini Allah için seven insanlardan oluşan bir toplumda menfaate dayalı, küçük hesaplardan beslenen kin ve düşmanlık görülmez. Sevgi bağları güçlenir, Allah’ın rahmet ve bağışlaması o toplumu kuşatır. Karşılaşabilecekleri her türlü tehlikeye karşı onları sağlam bir bünye haline getirir.

 

Ve tabiî ki imanın, mümin oluşun kadr ü kıymetini bilmek, onu muhafaza etme gayreti içinde bulunmak ve iman nimetinden dolayı Rahman’a daima bir şükür halinde bulunmak da insanı imanda zirve noktaya götüren merdivenin basamaklarından biridir. Bir hadiste Hz. Mu'âz İbnu Cebel (radıyallâhu anh) anlatıyor:

قال رسولُ اللّه: يَقُولُ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ: المُتَحَابُّونَ في جََلِي لَهُمْ مَنَابِرُ مِنْ نُورٍ يَغْبِطُهُمُ النَّبِيُّونَ وَالشُّهَدَاءُ

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  buyurdular ki:

"Allah Teâlâ hazretleri buyuruyor ki: "Benim celâlim adına birbirlerini sevenler var ya! Onlar için nurdan öyle minberler vardır ki, peygamberler ve şehitler bile onlara gıpta ederler.[7]

 

قال: يَقُولُ اللّهُ تَبَارَكَ وَتَعالى: وَجَبَتْ مَحَبَّتِي لِلْمُتَحَابِّينَ فِيَّ، وَلِلْمُتَجَالِسِينَ فِيَّ، وَلِلمُتَزَاوِرِينَ فِيَّ، وَلِلْمُتَبَاذِلِينَ فِيَّ

Ebû İdrîs el-Havlanî, Mu'âz İbnu Cebel (radıyallâhu anh)'den naklediyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri şöyle hükmetti: "Benim rızam için birbirlerini sevenlere, benim için bir araya gelenlere, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim için birbirlerine harcayanlara sevgim vacip olmuştur."[8]

لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”[9]

Nebî (s.a) bu niyette olmayanın gerçek manada iman etmiş olmayacağını çok net şekilde belirtmiş. İnsanoğlunu “îsâr” ehli olmaya davet etmiş. Paylaşmaya, yardımlaşmaya, kıskançlık tohumlarını ebediyen yok etmeye, ruh birliğine, gönül birliğine ve bu sayede olgun bir mü’min olmaya çağırmış. Susuzluktan ölmek üzereyken kendisine uzatılan suyu “kardeşim benden daha muhtaç suya” diyecek olgunluğu hedef göstermiş.

Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker’i her hâl ü kârda îfâ etmek... İslam dininin otokontrol mekanizması olan bu amel kişi ve toplumun dini yaşayışında, dini öğelere bağlı kalınmasında, dinin saf, arı ve duru kalmasında, yeni nesillerin dine ve kültüre yabancılaşmamasında büyük önemi hâizdir. Nebiyy-i Zîşan Efendimiz bu mekanizmayı şu şekilde tesis etmiştir;

مَنْ رأى مِنْكُمْ مُنْكراً فلْيُغيرْهُ بيدِه، فإن لم يستطعْ فبلسانهِ، فإن لم يستطعْ فبقَلْبِهِ، وذلك أضْعَفُ ا“يمانِ

 “Biriniz herhangi bir kötülük gördüğünde onu eliyle (gücüyle) düzeltsin. Şayet buna gücü yetmezse diliyle müdahale etsin. Bunu da başaramazsa kalbiyle buğzetsin ki bu da imanın en zayıf şeklidir.”[10] Şüphesiz ki İslam toplumunu asırlar boyunca ayakta tutan ve gelişimini sağlayan, toplumun birçok ferdinin bu kıymetli ameliyyeyi yerine getirme gayreti içinde olmasıydı. Hatta bu amel sadece islam toplumuna hâs kılınmamıştır.

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ

 “Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız”[11] ayeti buna işaret etmektedir. Yani bir mü’min dünyanın gidişatından da sorumludur. Daha aydınlık yarınlara bir ışık da o tutmalıdır.

Namaza mutlak surette devam etmek... Adeta İslamla bütünleşmiş, onun mümessili olmuştur namaz. Kişinin dininin alametidir o.

بَيْنَ الرَّجُلِ وَبَيْنَ الشِّرْكِ تَرْكُ الصَّةِ

 “İman ile küfür arasında namazın terki vardır” [12] hadisi bunu perçinlemektedir. Namaz mü’minin hayat düzenini ikâme eder. Bütün kötülüklerden alıkoyar, bütün iyiliklerin kapısını açar. Dinin direğidir namaz.

Komşuya eziyet etmemek, misafire ikramda bulunmak, hayır söylemek ya da susmak...

قال رسُولُ اللّهِ: مَنْ كَانَ يُؤمِنُ بِاللّهِ وَالْيوْمِ اخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ، وَمَنْ كَانَ يُؤمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اخِرِ فَلْيُحْسِنْ إلى جَارِهِ، وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْراً أوْ لِيَسْكُتْ

 "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim Allah'a ve âhirete inanıyorsa misafirine ikrâm etsin. Kim Allah'a ve âhirete inanıyorsa komşusuna ihsanda (iyilikte) bulunsun. Kim Allah'a ve âhirete inanıyorsa hayır söylesin veya sükût etsin."[13]. Başka bir hadis-i şerifte Resulullah (s.a) şöyle buyuruyor

إذا رأيتمُ الرجلَ يعتادُ المسجدَ فاشهدُوا لهُ بِا“يمَانِ، فإنّ اللّهَ تعالى يقُولُ: إنما يَعْمُرُ مَساجِدَ اللّهِ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اخِرِ

"Bir kimsenin mescide alâkasını görürseniz, onun mü'min olduğuna şehâdet edin, zira Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe inananlar imar ederler" (Tevbe: 9/18).[14]

Ahlakı güzelleştirmek ve ailesine karşı yumuşak davranmak...

قال رسولُ اللّه: أكْمَلُ المُؤمِنِينَ إيمَاناً أحْسَنُهُمْ خُلُقاً، وَخِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ ‘هْلِهِ

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır."[15]

قالَ رسولُ اللّهِ  مَا مِنْ شئ أثْقَلُ في مِيزَانِ المُؤمِنِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ خُلُقٍ حَسَنٍ، وَإنَّ اللّهَ تَعالى ليُبْغِضُ الفَاحِشَ الْبَذِئَ

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâla hazretleri, çirkin düşük söz (ve davranış) sahiplerine buğzeder."[16]

خَيرُكُمْ خَيرُكُمْ ‘هلِهِ، وأنَا خيرُكُم ‘هلِى،

 "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sizin en hayırlınız, ailesine karşı hayırlı olandır. Ben aileme karşı hepinizden daha hayırlıyım.”[17]

Peygamber Efendimiz iman-amel münasebeti noktasında birçok tavsiyede bulunmuştur. İmanın altmış küsür şubesi olduğuna dair rivayet malumdur. Zikrettiğimiz bütün ameller insanın bu şubelerden hangisine dahil olacağını belirleyecek olan nebevî tavsiyelerdir.

Elbette “La ilahe illallah” kelime-i tevhidini söyleyen cennete girmeye hak kazanacaktır. Fakat bu girişin mahiyeti mutlak surette farklılık arzedecektir. Sadece cennete giriş değil, mü’min olarak dünya hayatındaki yaşayışlar da bu farklılıktan nasibini alacaktır.

Bizim için “üsve-i hasene” Peygamber Efendimizdir. Hiç şüphe yok ki iman noktasında da en güzel örnek bizim için O’dur. O ve Ashab-ı Güzin. Mekkeli müşrikler Efendimize geri çevrilemeyecek şeyler teklif ettiklerinde ona “Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz gene de davamdan vazgeçmem” dedirten, Ebu Bekir (r.a)’e isra ve miraç olayını bildirdiklerinde “O söylemişse doğrudur” dedirten imanın tadıdır.

Resululllah’ın sevgili ashabını imanları üzere sabit kılan, ve onlara insani ilişkilerde gıbta ile bakılacak olan örnekleri insanlık tarihine sunduran, Allah Resulünün her sözünü her fiilini büyük bir titizlikle uygulattırmaya çalıştıran imanın gerçek tadını almış olmalarıdır.

Bizim de o gerçek tadı alıp, sahabe hayatı yaşamamız, ikinci bir asr-ı saadeti insanlık tarihine sunmamamız için hiçbir sebep mevcut değil. Resululah’ın o tada ulaşmamız için tavsiyeleri, öğretileri hemen yanı başımızda. Bizlere gereken sadece buna niyet etmek. Niyet etmek ve bu niyetimizi gayretimizle tezyin etmek.

Allah hepimizi imanın gerçek tadını alan ve bu tadı hayatı boyunca unutmayan ve bu sayede sahabe hayatı yaşayan mü’minlerden eylesin. Amin!...

 

 

 

Bu vaaz Altınoluk dergisi 2006 - Şubat, Sayı: 240, Sayfa: 047 deki Sezai Engin’in İmanın Tadı

Adlı makalesine ilaveler yapılarak hazırlanmıştır.

 

                                                                                          Kadir HATİPOĞLU

                                                                                           www.islamdahayat.com


 

[1] Zâriyât 51/ 56

[2] Bakara 2/257

[3] Hucurât 49/ 15

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/246-247.

[5] Buhârî, Fedailu'l-Ashab 6, İsti'zân 27, Eymân 3

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/140.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/139.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/139.

[9] Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72

[10] Nesâî, İman 17

[11] Al-i İmran 3/110

[12] Müslim, Îman: 134

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/210.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/251

[15] [Tirmizî, Radâ 11, (1162);

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/343.

[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/515.



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler