İslâm'da Yetim
Gönderen Kadir Hatipoglu - Nisan 21 2021 01:00:00

                                   İslâm'da Yetim                                        Vaaz Resimleri: w.jpg

Aziz Müminler

Her ne kadar halk arasında annesini kaybetmiş olanlara "öksüz", babasını kaybetmiş olanlara "yetim" denilse de dinimizde ergenlik çağına gelmeden önce babasını kaybetmiş kız veya erkek çocuklara "yetim" denilmektedir. Tanımdan da anlaşıldığı kadarıyla yetimlik çocukluk devresiyle alakalı bir durumdur. Zira Peygamberimiz (s.a.v);

لا يُتْمَ بَعْدَ احْتِلامٍ ، وَلا صُمَاتَ يَوْمٍ إلى اللَّيْلِ

"Büluğ çağına ulaştıktan sonra yetimlik kalkar." (Ebû Dâvud ) buyurmaktadır.

İslâm'dan evvelki dinlerde, muhtaç olan bu insanlara karşı merhamet ve şefkat gösterilmesi, onlara yardım edilmesi, onların büyütülmesi hakkında pek az emir vardır. Tevrat'ta öşür ve zekâta müstahak olanlar arasında yetimlerin adı sadece iki yerde zikredilmektedir. 1

İncil'de ise bu konuyla ilgili bir hüküm veya açıklama yer almamaktadır.

İslâm öncesi Arap toplumunda ise özellikle savaşlar ve boşanma kolaylığı gibi sebeplerle dul ve yetimlerin sayısı oldukça fazlaydı. Câhiliye toplumunda yetimler horlanır ve haklarına riâyet edilmezdi. Hatta yetimlerin mallarından velîleri istediği gibi tasarruf etmekte, birçoğu yetimi babasının mirasından mahrum bırakmaktaydı.

Ancak İslâmiyet, yetimlerin himâye edilmesine ve onlara bakılmasına fevkalâde bir ehemmiyet vermiştir. Nitekim, sokakta kendi kendine veya çok zayıf bir ahlâk ile yetişecek insanlar, mutsuz bir hayat yaşayacakları gibi, cemiyetin başına pek çok mesele çıkararak içtimâî huzuru bozacaklardır. Bu sebeple dinimiz onların imkân nispetinde aile içerisinde barındırılmasını ve diğer çocuklara gösterilen müşfik bir ahlâka ve muâmeleye mazhar edilmelerini emreder. Himâye, bakım, terbiye ve malların korunmasına yönelik pek çok açıklamada bulunur.

Kur'ân-ı Kerim, Mekke'de nâzil olmaya başladığı ilk yıllardan itibaren yetim meselesini ele almıştır. Hatta ilk vahiylerde -Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e kendisinin de yetim olduğu hatırlatılarak- yetimlere iyi muâmele yapılması emredilir:

اَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَاَوَى

"Rabbin, bir yetim olduğunu bilip de seni barındırmadı mı? (…)

, فَاَمَّا الْيَتِيمَ فَلاَ تَقْهَرْ

O halde yetime gelince, ona sakın kahretme…" (Duhâ, 6-9)

Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîme ile; "Ben seni nasıl yetim bulup çeşitli vesilelerle koruyup muhafaza ettimse, sen de buna karşılık, diğer yetimlere sahip çık! Onların derdiyle ilgilen, sıkıntılarını hallet!.." demek istemiştir.

Yine Mekkî olan Fecr sûresinde;

كَلاَّ بَل لاَ تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ

"Siz yetime iyilik etmezseniz…" diye bu davranış kötülenirken, Mâûn Sûresi'nde yetime yapılan kötü muâmele bir nevî "dini inkâr" olarak tavsif edilir;

اَرَاَيْتَ الَّذِى يُكَذِّبُ بِالدِّينِ

"Ey Muhammed! Dini yalan sayanı gördün mü?

فَذَلِكَ الَّذِى يَدُعُّ الْيَتِيمَ

“İşte o tip kimseler yetimi itip kakarlar”

وَلاَ يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ

Yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur." (Mâûn, 1-3) buyurulmaktadır.

Yetime iyilik konusunda ısrar eden Mekkî âyetlerden bir diğerinde yetime yardım "zor geçidi aşmak" gibi fevkalâde hayırlı bir amel olarak zikredilir:

اَلَمْ نَجْعَلْ لَهُ عَيْنَيْنِ"Biz insanoğlu için iki göz, وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ bir dil ve iki dudak vermedik mi? وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ Biz ona eğri ve doğru, iki yolu da göstermedik mi? فَلاَ اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ Ama o, zor geçidi aşmaya girişmedi. وَمَآ اَدْرَيكَ مَا الْعَقَبَةُ O zor geçidin ne olduğunu sen bilir misin? فَكُّ رَقَبَةٍ  O geçit, bir köle ve esir âzad etmek, اَوْ اِطْعَامٌ فِى يَوْمٍ ذِى مَسْغَبَةٍ yahut açlık günündeيَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ  yakını olan bir yetimi, اَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ yahut toprağa serilmiş bir yoksulu doyurmaktır." (Beled, 8-16)

Mekke'de daha ziyâde yetime iyi muâmeleyi teşvik edici, kötü muâmeleden de nehyedici âyetler gelmesine mukâbil, Medine'de yetimlerin himâyesi husûsunda daha kesin emirler, daha müşahhas tedbirler ihtivâ eden âyetler gelmiştir. Bu âyetlerden bir kısmı, yetimlere maddî yardıma teşvik edicidir:

وَاعْلَمُوا اَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَىْءٍ  فَاَنَّ لِلَّهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِى الْقُرْبىَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ اِنْ كُنْتُمْ اَمَنْتُمْ بِاللهِ وَمَا اَنْزَلْنَا عَلَى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ  يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ وَاللهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

"Kulumuz Muhammed'e inanıyorsanız bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri 'ın, Peygamber'in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır." (Enfal, 41)

Nisâ sûresi 8. âyet-i kerime de ise;

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُولُوا الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفًا

"Miras taksiminde yakınlar, yetimler ve düşkünler bulunursa ondan onlara da verin, güzel söz söyleyin." buyurulmaktadır.

Âyetin emrini, bir kısım âlimler "nedb"e, yani bunun "nafile bir amel" olduğuna hükmederken, diğer bir kısmı da bunun "mutlaka yapılması gereken bir vâcip" olduğuna hükmetmiştir.

Bir defasında Ashâbdan bazıları, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e:

"-Hangi şeyi nafaka olarak verelim?" diye sorarlar. Bu soru üzerine gelen bir vahiy, nafaka olarak verilebilecek şeyleri değil, kimlere nafaka verileceğini belirtir:

يَسْئَلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلْ مَآ اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَاْلاَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللهَ بِهِ عَلِيمٌ

"Onlar hangi şeyi nafaka olarak vereceklerini sana sorarlar. De ki; "Maldan vereceğiniz şey ananın, babanın, akrabanın, yetimlerin, yoksulların, yol oğlunun (yolcunun) hakkıdır." (Bakara, 215)

Görüldüğü kadarıyla 1400 sene önce nâzil olan Kur'ân, himâyeye muhtaçların ve yetimlerin himâyesini devlet vazifelerinden biri hâline getirip, maîşetlerini neredeyse devlet hazinesine yüklemiştir.

Yetimlere iyi muâmele, himâye, maddî yardım hususlarında, Hazret-i Peygamberden de pek çok hadis vârid olmuştur:

عَنِ النَّبِيِّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: خَيْرُ بَيْتٍ فِي الْمُسْلِمِينَ بَيْتٌ فِيهِ يَتِيمٌ يُحْسَنُ إلَيْهِ. وَشَرُّبَيْتٍ فِي الْمُسْلِمِينَ بَيْتٌ فِيهِ يَتِيمٌ يُسَاءُ إلَيْهِ.فِي الزوائد

"Müslümanlar içinde en hayırlı ev, kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir." (İbn Mâce)

Demek ki, yetimi sadece barındırmak kâfî değildir, aynı zamanda ona iyi davranmak da gerekir. Bir taraftan yeme-içme, giyim-kuşam gibi ihtiyaçları karşılanan yetim; diğer taraftan maddî veya mânevî eziyete mâruz kalırsa, bu tür barınma onun için zulüm hâline dönüşebilir.

Bir başka hadîs-i şerifte de yetime yapılan iyiliğin karşılığında cennetin kazanılacağı şöyle dile getirilmektedir:

"Bir kimse, müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde,  Teâlâ onu mutlaka cennete koyar." (Tirmîzî)

Affedilmeyecek suç ifadesi, iki büyük günahı hatıra getirmektedir ki, bunlardan biri "'a şirk koşmak", yaniAllah 'tan başka bir ilahın varlığını kabul etmek, diğeri ise "kul hakkı"na girmektir.

Yine Rasulullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- yetimlerin maddî ve mânevî sıkıntılarına katlanarak onları güzel bir şekilde yetiştirenlerin cennette kendisine komşu olacağını haber vermektedir. Hadis-i şerifte:

قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ عَالَ ثََثَةً مِنَ ا‘يْتَامِ كَانَ كَمَنْ قَامَ لَيْلَهُ وَصَامَ نَهَارَهُ. وَغَدَا وَرَاحَ شَاهِراً سَيْفَهُ فِي سَبِيلِ اللّهِ. وَكُنْتُ أنَا وَهُوَ فِي الْجَنَّةِ أخَوَيْنِ كَهَاتَيْنِ أُخْتَانِ

"Kim üç yetimi yetiştirir, nafakasını temin ederse, sanki ömür boyu geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama yalın kılıç  yolunda cihad etmiş gibi sevap alır. Kezâ, ben ve o, şu iki parmak gibi cennette kardeş oluruz." buyurmuş ve ardından şehâdet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırmıştır." (İbn Mâce)

Cennete girebilmek, şüphesiz büyük saâdettir. Ama Rasûlullâh'a cennette komşu olabilmek bundan daha üstündür. Cenneti yaratan ve oradaki üstün mevkîleri bazı iyilikleri yapanlara ayıran Allah  Teâlâ, sevgili Rasûlüne komşu olma bahtiyarlığını, yetimleri koruyanlara lütfetmiştir.

Yetime sahip çıkanlar, toplumun bir açığını kapamış, bir yarasını sarmış; kısaca insan olmanın sorumluluğunu duymuş olurlar. Hayatın zorluklarının bir kimseyi ezmesine mâni olanlar, muhakkak hadis-i şeriflerin vaad ettiği hesapsız mükafatı kazanırlar:

"Bir kimse, sırf 'ın rızâsı için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır…" (İbn Hanbel)

Şu hâlde yüreğinden kopup gelen derin bir şefkat duygusuyla bir yetimi kucaklayıp bağrına basan, ona yalnızlığını ve yetimliğini unutturmaya çalışan bir kimse, ilâhî rahmet sağanağı altında yıkanmış ve günahlarından arınmış olmaktadır. Zira yetime gösterilecek iyi muamelenin dünya hayatında kalp huzuruyla yaşamak için önemli bir vesile olduğu unutulmamalıdır.

Peygamber Efendimiz, kalbinin katılığından şikâyet eden bir sahâbîye:

"Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan; fakiri doyur, yetimin başını okşa!.. (İbn Hanbel) tavsiyesinde bulunmuştur.

Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- söz ve tavsiyeleri yanında uygulamalarıyla da bizler için güzel bir örnek olmuştur. Mesela; Mescid-i Nebevî'nin inşâ edildiği arsa, Ensar'dan iki yetime aitti. Bu iki yetim arsayı mescid yapılması için hibe etmek istemişler, ancak Hazret-i. Peygamber bunu kabul etmemiş ve bedelini ödemiştir. (Buhârî)

Yine Rasulullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Mûte savaşında Cafer b. Ebî Tâlib'in şehâdetini duyunca, hemen onun evine koşmuş, gözyaşları içinde çocuklarını bağrına basıp koklamış, sonra da bu aileyle yakından ilgilenmiştir.

Yetimin istikbalinin de düşünülmesi gerekir ki, bu husus pek çok âyet ve hadiste zikredilmektedir. Bu âyetlerden birinde Hazret-i Mûsâ ile Hızır -aleyhimesselâm-, arkadaşlıkları esnasında bir kasabaya uğrarlar. Hazret-i Hızır yıkılmaya yüz tutan bir duvarı, kasabalıların kendilerine uyguladıkları kötü muâmeleye rağmen doğrultarak yıkılmasını önler. Hazret-i Mûsâ'nın bu davranış karşısında taaccüp ve suâli üzerine Hazret-i Hızır, mevzuumuz açısından ehemmiyet arz eden şu açıklamayı yapar;

وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلاَمَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِى الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحًا فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْرِى ذَلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْتَطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا

"…Duvar ise, şehirdeki iki yetim erkek çocuğa âitti. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimseydi. Rabbin onların ergenlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi…" (Kehf, 82)

Âyetten anlaşıldığı kadarıyla  Teâlâ yetimlerin ergenlik çağına gelinceye kadar mallarının muhafaza edilmesini istemiştir.

Muhterem kardeşlerim

İslâm'a göre, yetim malı yemek kesinlikle haramdır ve büyük günahlardan birisidir. Bu konuda açık ifadeleri bulunan bir çok âyet ve hadîs vardır. İşte bunlardan bazıları şunlardır. Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerîm'inde şöyle buyuruyor:

اِنَّ الَّذِينَ يَاْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْمًا اِنَّمَا يَاْكُلُونَ فِى بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيرًا

"Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar. Zaten onlar, çılgın aleve atılacaklardır" (Nisâ, 4/10);

وَلاَ تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ اِلاَّ بِالَّتِى هِىَ اَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ اَشُدَّهُ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللهِ اَوْفُوا ذَلِكُمْ وَصَّيكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

"Yetîmin malına yaklaşmayın, yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (onun malına) en güzel biçimde (yaklaşabilir, onu uygun tarzda sarfedebilirsiniz); ölçü ve tartıyı tam adâletle yapın..." (En'âm, 6/152).

وَعن أبي هُريْرة رضي اللَّه عَنْهُ عَن النَّبيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَالَ : اجْتَنِبُوا السَّبْعَ المُوبِقَاتِ ، قَالُوا : يا رَسُولَ اللَّه ومَا هُن ؟ قال

Peygamber Efendimizi ise, bir hadîslerinde şöyle buyurmuşlardır: "Siz. (fertlerin ve milletlerin mahvolmasına sebep olan) helâk edici yedi günahtan sakınınız!" Ashabı kirâm: "Yâ Rasûlüllah! Bunlar hangileridir?" diye sorunca, Peygamberimiz:

: الشِّرْك بِاللَّهِ ، وَالسِّحْرُ وَقَتْلُ النَّفْسِ التي حرَّمَ اللَّهُ إلاَّ بِالحقِّ ، وَأكْلُ الرِّبَا ، وَأكْلُ مال اليتِيمِ . والتَّولِّي يوْمَ الزَّحْفِ ، وقذفُ المُحْصنَاتٍ المُؤمِنَات الغافِلاتِ

"Âllah'a şirk (ortak koşmak), büyü yapmak, Allah Teâlâ'nın öldürülmesini haram kıldığı kimseyi öldürmek-haklı olarak öldürülen müstesna-; tefecilik; yetim malı yemek; düşman ile savaşırken kaçmak; evli ve hiç bir şeyden haberi olmayan namuslu bir kadına zinâ isnâd ve iftira etmektir" buyurmuşlardır (bkz. Riyâzü's-Sâlihîn Terc, III, 184).

Demek ki, yetim malı yemek, insanları ve toplumları mahvedici büyük günahlardan birisidir. Akıl ve mantık ölçüsünde düşünüldüğü takdirde de, yetim malı yemenin ne kadar kötü olduğu açık bir şekilde anlaşılabilir. Anası-babası ölmüş, küçük yaşta ve bakıma muhtaç bir vaziyette kalmış, henüz kendisine miras kalan malı çekip-çeviremeyecek durumda ve çaresiz bir yetimin malını yiyenlerin bu dünyada olmayacakları gibi, öbür dünyada da büyük cezaya çarptırılacakları âyetlerde ve hadîslerde açıklanmıştır.

Yetim malı yemek ne kadar kötü ve büyük günah ise, onları korumak da o derecede sevaptır ve hayırlı bir iştir. Onun için her insanın çevresinde bulunan yetim ve öksüzleri görüp gözetmesi ve kendi malına sahip olup, işletebilecek seviyeye gelinceye kadar onları koruması dînî ve aynı zamanda insânî bir görevidir

قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ عَالَ ثََثَةً مِنَ ا‘يْتَامِ كَانَ كَمَنْ قَامَ لَيْلَهُ وَصَامَ نَهَارَهُ. وَغَدَا وَرَاحَ شَاهِراً سَيْفَهُ فِي سَبِيلِ اللّهِ. وَكُنْتُ أنَا وَهُوَ فِي الْجَنَّةِ أخَوَيْنِ كَهَاتَيْنِ أُخْتَانِ.

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim üç yetimi yetiştirir, nafakasını temin ederse, sanki ömrü boyu geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama yalın kılıç Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap alır. Kıza, ben ve o, şu iki kardeş (parmak) gibi cennette kardeş oluruz" buyurdu şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırdı.

Kıymetli Müminler

Bir taraftan inmekte olan âyet-i kerimeler, diğer taraftan da Rasûlullâh'ın açıklamaları, Arapların tabiatlarını değiştirmiş; taştan daha katı olan yürekleri âciz ve kimsesiz yetimler karşısında âdetâ bir mum gibi eritmişti. Her sahâbînin evi birer yetimhâne oldu. Bütün yetimlere şefkat ve merhamet gösterildi. O derece ki, bu hususlarda birbirleriyle yarış ediyorlardı. Yetimleri barındırmak için herkes seferber olmuştu. Hatta Bedir yetimlerini almak için başta Hazret-i Fâtıma ve Hazret-i Âişe, Peygamber Efendimiz'e ısrar ediyorlardı.

Ashâb-ı kiramdan Abdullah b. Ömer -radıyallâhu anhümâ- herhangi bir yetim çocuk olmaksızın yemek yememeyi âdet edinmişti.

İşte sahâbîler, yalnız yetimlerin haklarını kendilerine vermekle, onları muhafaza etmekle kalmamış; onları her zaman korumayı ve himâyeyi bir görev bildiklerini tam mânâsıyla ispat etmişlerdir.

Cenâb-ı Hak, âyet, hadis ve sahâbe hayatlarından en güzel ibretleri alarak yetimlere iyi muâmele etmemizi hepimize nasip etsin. (Âmin)

 

Bu vaaz: Şebnem Dergisi nden  Kevser Atar ın  yazısına ilaveler yapılarak vaaz şekline getirilmiştir.

                                                                                                         

 



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler