İslam'ın Engellilere Bakışı
Gönderen Kadir Hatipoglu - Aralık 01 2022 02:00:00

İSLAM'IN ENGELLİLERE BAKIŞI

            "Engelli" kavramı; zihin, ruh, beden ve uzuvlarda bulunan bir ârıza ve hastalık sebebiyle hayatını sürdürmede, işlerini görmede ve topluma uyum sağlamada sıkıntısı bulunan kimseleri ifade eder. İster sağlıklı ister engelli olsun her insan, Allah'ın yer yüzünde yarattığı en kıymetli ve en değerli varlıktır.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ

“Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin, 95/4),

وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ

“Allah size şekil verdi ve şeklinizi en güzel yaptı” (Teğâbün, 64/3) ve

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلاً مَّا تَشْكُرُونَ

“Sonra insanı şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrâk organları yarattı” (Secde, 32/9) anlamındaki âyetler, Allah’ın insanları en güzel ve en mükemmel biçimde yarattığını ifade etmektedir.

Yüce Allah, insanları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri, dilleri, nesepleri, fizyolojik yapıları, engelli veya sağlıklı oluşları açısından değerlendirmez. Onları  îman, sâlih amel, güzel ahlâk, ibadet ve itâatleri veya inkâr, şirk, nifâk, isyan ve kötü davranışları, takva veya zulüm sahibi olup olmamaları açısından değerlendirir.

إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ 

"Allah katında en üstün olanınız en muttakî olanınızdır" (Hucûrât, 49/12) anlamındaki âyet ile

ان الله لا ينظر الى صوركم  و اموالكم و لكن ينظر الى قلوبكم و اعمالكم 

"Allah sizin sûretlerinize ve servetlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize (îman veya inkâr halinize) ve amellerinize bakar"[1] anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir. Kur'ân ve hadislerde engellilere bu bağlamda yer verilmektedir.

 Kur'ân-ı Kerim ve Engelliler:

Kur'ân’da görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engelliler ile hastalıklardan söz edilmektedir. Konu ile ilgili âyetlerin büyük çoğunluğu mecâzi anlamdadır. Fiziksel anlamda engellilik ve hastalık ile ilgili âyetlerin sayısı oldukça azdır. 

Abese suresinde özelde amaların genelde ise bütün özürlülerin haklarına vurgu yapılarak onlara gerekli ilginin gösterilmesi hususunda şöyle buyrulmaktadır:

عَبَسَ وَتَوَلَّى {1} أَن جَاءهُ الْأَعْمَى {2} وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى {3} أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنفَعَهُ الذِّكْرَى {4} أَمَّا مَنِ اسْتَغْنَى {5} فَأَنتَ لَهُ تَصَدَّى {6} وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّى {7} وَأَمَّا مَن جَاءكَ يَسْعَى {8} وَهُوَ يَخْشَى {9} فَأَنتَ عَنْهُ تَلَهَّى{10}كَلَّا إِنَّهَا تَذْكِرَةٌ {11} فَمَن شَاء ذَكَرَهُ {12}

“Kendisine o â’mâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü, yüz çevirdi. (Ey Peygamberim!) Ne bilirsin belki o â’ma temizlenip arınacak; yahut öğüt alacak da  bu öğüt kendisine fayda verecek, kendisini muhtaç hissetmeyene gelince sen ona yöneliyor, onun sesine kulak veriyorsun, (istemiyorsa) onun temizlenmesinden sana ne, ama sana Allah’a derin bir saygı ile korku içinde koşarak geleni bırakıp ondan gaflet ediyorsun; hayır böyle yapma, çünkü bu (Kur'ân sûreleri) bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır.” (Abese 80/1-12)

Bu ayetin  nüzul sebebi olarak şu olay anlatılır:Peygamber efendimiz (a.s.), Mekke’nin zengin ve ileri gelenlerinden Ebu Cehil (Amr ibn Hişâm), Ümeyye ibn Ebî Halef, Abbâs İbn  Abdülmuttalib ve Utbe ibn Ebî Rebî’a ile özel bir görüşme yapar, bunları İslam’a davet eder. İslam’ın güçlenmesi açısından bu kimselerin Müslüman olmalarını çok arzu eder. Peygamberimiz Ümeyye ibn Halef ile konuşurken Fihr oğullarından Abdullah ibn Ümmi Mektum adında görme özürlü biri gelir ve Peygamberimizden kendisine Kur’ân’dan bir âyet okumasını ister. ‘Ey Allah’ın Peygamberi! Allah’ın sana öğrettiklerinden bana öğret’ der. Peygamberimiz (a.s.), sözünün kesilmesinden hoşlanmaz, yüzünü ekşitir, ondan yüz çevirir ve diğerlerine döner. Peygamberimiz sözünü bitirip kalkacağı sırada vahiy gelir, Abese suresinin konu ile ilgili âyetleri iner.

Peygamber efendimiz (a.s.), bu olaydan sonra Abdullah ibn Ümmi Mektum’a ikram etmiş, onunla konuşmuş, hatırını ve bir ihtiyacının olup olmadığını sorarak onunla ilgilenmiş zaman zaman ona:“Ey kendisinden dolayı Rabbimin beni hakkında eleştirdiği zat, merhaba!” diye hitab etmiştir[2].

Kur'ân'da körlük, sağırlık ve dilsizlik ile ilgili âyetlerin büyük çoğunluğu mecazi anlamdadır.

Mecâzî anlamda körlük; gözlerin varlıkları görememesi değil, insanın gerçekleri görememesi yani "kalp körlüğü”dür. Mecâzî anlamda sağırlık; Allah ve peygamberin çağrısını duymazlıktan gelmek, ilâhî gerçeklere kulak tıkamaktır. Mecâzî anlamda dilsizlik; gerçekleri konuşmamak, hak sözü söylememektir.

Yüce Allah, kalbi, aklı ve zihni, gözleri, kulakları ve dilleri sadece eşyayı değil aynı zamanda gerçekleri anlasın, görsün, duysun ve konuşsun diye yaratmıştır.

وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئاً وَجَعَلَ لَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَالأَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

“Allah sizi annelerinizin karınlarından hiçbir şey bilmezken çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi” (Nahl, 16/78).

Hastalar

Kur'ân’da bedensel ve zihinsel hastalıklar; dînî ruhsat bildirme, tedavi olma, Allah’a dua etme, Allah’ın hastalıklara şifa vermesi ve insanın nankörlüğünü beyan etme bağlamında geçmektedir.

Dînî ruhsat bildirme bağlamında.

Dinimiz kişileri ancak güçlerinin yettiği şeylerden sorumlu tutar.[3] Dolayısıyla özürlü, engelli ve hasta olanlar ibadetleri güçleri nispetinde yerine getirirler. Mesela namazı ayakta kılmaya gücü yetmeyen bir yere yaslanarak, buna da gücü yetmeyen oturarak, buna da gücü yetmeyen sırt üstü ve yanı üzerine yatarak ima ile kılar. Hasta kimseler hastalığı süresince oruç tutmaz, iyileşince kaza yapar. Tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanmış ise imkanı varsa fidye verir.[4] Abdest uzuvlarından birinde yara ve sargı bulunan kimse yarayı yıkamak zarar veriyorsa sadece meshetmekle yetinir. Görme özürlü, kendisini Cuma namazına götürecek kimse yoksa Cuma namazı yerine evinde öğle namazını kılar. Aklî melekesini yitiren kimse dîni görevlerden sorumlu değildir.[5] Bedensel engeli bulunan veya sağlığı yerinde olmayan kimse hac görevini yerine getirmekle yükümlü değildir. Çünkü hac, ancak gücü yetenlere, imkanı olanlara farzdır.[6] Hasta ve bedensel engeli olanlar, ekonomik imkanları varsa yerlerine vekil gönderebilirler.

Sabırlı olma bağlamında

Bakara suresinin 177. âyetinde

وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَـئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

"Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!" ayette  muttakî ve sâdık insanların nitelikleri arasında felç, bunama, kanser  ve benzeri bedensel ve zihinsel hastalıklara, zarar ve sıkıntılara[7] karşı sabırlı olanlar da zikredilmektedir.

Allah, musibetler karşısında insanların sabırlı olmalarını istemektedir. Biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle imtihan edeceğini bildirdiği âyetin sonunda

 وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ {155} الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ

Sabredenleri müjdele. Onlar, başlarına bir musibet gelince  ‘biz şüphesiz (ki her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz derler(Bakara, 2/155-156) buyurmaktadır. Böylece Allah, hem insanların musibet ile karşılaşabileceklerini, hem de musibetler karşısında insanların nasıl tavır takınmaları gerektiğini bildirmektedir.

Enes b. Mâlik’in Hz. Peygamber’den naklettiği kutsi bir hadise göre Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

إِذَا أَخَذْتُ كَرِيمَتَيْ عَبْدِي فِي الدُّنْيَا لَمْ يَكُنْ لَهُ جَزَاءٌ عِنْدِي إِلَّا الْجَنَّةَ

Ben kulumu –iki gözünü kastederek- iki sevgilisiyle imtihan ettiğimde o buna sabrederse, iki göze bedel olarak ona cenneti veririm”[8]

مَنْ أَذْهَبْتُ حَبِيبَتَيْهِ فَصَبَرَ وَاحْتَسَبَ لَمْ أَرْضَ لَهُ ثَوَابًا دُونَ الْجَنَّةِ

“Kimin iki sevgilisi (gözünü) alır da, buna sabreder ve ecrini Allah’tan umarsa, sevap olarak cennetten başka bir şeye razı olmam”.[9]

İnsanın hastalık, sakatlık, bedensel veya ruhsal bir sıkıntıya düşmesi sabırlı ve metanetli olabilmesi, inkâr ve isyana dalmaması şartıyla kendisi için bir bağışlanmasına ve âhirette derece kazanmasına sebep olur.

مَا يُصِيبُ الْمُسْلِمَ مِنْ نَصَبٍ وَلَا وَصَبٍ وَلَا هَمٍّ وَلَا حُزْنٍ وَلَا أَذًى وَلَا غَمٍّ حَتَّى الشَّوْكَةِ يُشَاكُهَا إِلَّا كَفَّرَ اللَّهُ بِهَا مِنْ خَطَايَاهُ

"Mümin kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü hatta küçük bir tasa hali isabet edecek olsa, bunlar müminin bir bölüm günahlarına kefâret olur[10]

إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا سَبَقَتْ لَهُ مِنْ اللَّهِ مَنْزِلَةٌ لَمْ يَبْلُغْهَا بِعَمَلِهِ ابْتَلَاهُ اللَّهُ فِي جَسَدِهِ أَوْ فِي مَالِهِ أَوْ فِي وَلَدِهِ قَالَ أَبُو دَاوُد زَادَ ابْنُ نُفَيْلٍ ثُمَّ صَبَّرَهُ عَلَى ذَلِكَ ثُمَّ اتَّفَقَا حَتَّى يُبْلِغَهُ الْمَنْزِلَةَ الَّتِي سَبَقَتْ لَهُ مِنْ اللَّهِ تَعَالَى

 “Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musibet verir, sonra ona sabretme gücü ihsan eder ve böylece onu Allah’ın kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaştırır[11] anlamındaki hadisler bu gerçeği ifade etmektedir.

Sabır, Allah’a isyan etmemek, bir imtihan geçirdiğinin bilincinde olmak, hata ve kusurlarını gözden geçirebilmek, olayları metanetle karşılayabilmektir.

Sabretmek; hastalanınca tedavi olmamak, bir musibete maruz kalınca tedbir almamak,  maddî ve manevî sıkıntılardan kurtulmak için çarelere baş vurmamak anlamında değildir.

Tedâvî bağlamında.

تَدَاوَوْا فَإِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لَمْ يَضَعْ دَاءً إِلَّا وَضَعَ لَهُ دَوَاءً غَيْرَ دَاءٍ وَاحِدٍ الْهَرَمُ

"Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz. Zira yüce Allah hiçbir hastalık yaratmamıştır ki, şifasını da birlikte yaratmış olmasın”[12] anlamındaki hadis sağlığın korunması ve tedavi olunmasını öngörmektedir.

Eyyub peygamberin  bedenine, malına ve ev halkına bela isabet etmiş ve 18 yıl sıkıntılı günler geçirmiştir.[13] Eyyub (a.s), hastalığının ve sıkıntısının iyileşmesi için Allah'a dua etmiş, (Enbiya, 83-84; Sad, 41-42) Allah'ın emri üzerine ayağını yere vurmuş çıkan sudan içip yıkanmış iç ve dış bütün hastalıkları iyileşmiş ve sıkıntıları gitmiştir. Yüce Allah Yakup peygamberi örnek vererek bedensel ve zihinsel her türlü hastalıktan kurtulmak için tedavi yollarına başvurulması gerektiğini, şifayı verenin Allah olduğunu bilmemizi istemektedir.[14]

Eyyup peygamber gibi diğer Peygamberler de musibetlere maruz kalmışlardır.[15] Mesela Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.), Taif’te taşlanmış, ayakları kan revan içerisinde kalmış, Uhud savaşında dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştır. Hz. Âişe, Peygamberimizden daha şiddetli acı çeken birisini görmediğini söylemiştir.[16]  Müminlerin başlarına gelen musibetlere sabretmeleri durumunda, bu tavırları onların sevap kazanmalarına, günahlarının bağışlanmasına ve manevi derecelerinin artmasına sebep olur.

Engellilerle Sosyal İlişkiler

            İslam, sosyal ilişkilere büyük önem vermektedir. Bu konuda sağlıklı ve engelli diye bir ayırım yapmaz. Ancak yardıma, ilgiye ve bakıma muhtaç insanlarla daha çok ilgilenmeyi teşvik eder. Peygamberimiz  görme engellilere karşı kötü davrananları, mesela, onların yoluna engel olanları kınamıştır.[17]

            Bilal-ı Habeşî ile birlikte Hz. Peygamber’in müezzinliğin de yapmış olan İbni Ümmi Mektum (İbn Sa’d, IV, 207) ama oluşu yanında evinin camiye uzaklığını ve kendisini camiye götürecek kimsen bulunmayışını da mazeret göstererek, namazı evinde kılabilmek için Hz. Peygamber’den müsaade istemişti. Resulullah ise “Sen namaz için ezan okunduğunu işitiyor musun?”diye sordu . O “Evet” dediğinde, Hz. Peygamber “O halde davete icabet et, cemaate gel” buyurdu[18] Bu haber cemaatle namazın ne derece önemli olduğuna vurgu yapmakla birlikte, Peygamberimiz’in â’ma bir zatı toplumdan tecrit etmeyerek onu cemaat içinde bulundurmaya teşvik ettiğini de göstermektedir. Bu yönüyle Hz. Peygamber’in günümüzdeki engellileri rehabilite etmeye yönelik bir faaliyet içerisinde olduğunu söyleyebiliriz

Hz. Hatîce validemiz, Peygamberimizi “güçsüzü yüklenen” (tahmîlü’l-kelle) kimse olarak tanıtmıştır. “el-kell”, kendi işini kendisi yapamayan, zayıf ve güçsüz olması hasebiyle insanlara muhtaç olan âciz kimse diye tarif edilmektedir. Bu kavram, her türlü engelliliği içine alır. Bu; Hz. Peygamber’in daha peygamberlik öncesinde zayıf, güçsüz ve âcizlere arka çıktığı, onların sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını giderme çabası içinde olduğunun beyanıdır.

Dinimiz, engellilerle ilgilenmeyi ve onlara yardımı teşvik etmekte ve bunu sevap bir davranış olarak görmektedir. Görme engelli bir kimseye yol göstermek, sağır ve dilsiz ile ilgilenmek[19] ve aracına binmeye çalışan bir engelliye yardımcı olmak sadakadır.[20]

Değerli Kardeşlerim!

Bu rivayetler, Peygamberimizin bırakın herhangi bir engellinin engeliyle tahkir edilmesini veya sakatlığıyla hitap edilmesini, engelsiz kimselerin dahi boyu veya rengi sebebiyle ayıplanmasına sessiz kalmadığını, aksine bu tür tavırlara sert bir şekilde karşı çıktığını ortaya koymaktadır.

Peygamberimiz engelli insanlara, onları onura edecek kelimelerle nitelemiş, onlara iltifat etmiştir. Görme özürlü bir sahâbîden söz ederken, ona “basîr” (basîretli, iyi gören) demiştir.[21]

Peygamberimiz bir gün ashabına “her gün” için sadaka verilmesi gereğinden söz eder. Sahabe, her gün için sadaka verecek imkanlarının olmadığını söyler. Bunun üzerine Peygamberimiz, sadakanın birçok çeşidinin olduğunu bildirir ve;

وَتَهْدِي الْأَعْمَى وَتُسْمِعُ الْأَصَمَّ وَالْأَبْكَمَ حَتَّى يَفْقَهَ وَتُدِلُّ الْمُسْتَدِلَّ عَلَى حَاجَةٍ لَهُ قَدْ عَلِمْتَ مَكَانَهَا وَتَسْعَى بِشِدَّةِ سَاقَيْكَ إِلَى اللَّهْفَانِ الْمُسْتَغِيثِ وَتَرْفَعُ بِشِدَّةِ ذِرَاعَيْكَ مَعَ الضَّعِيفِ كُلُّ ذَلِكَ مِنْ أَبْوَابِ الصَّدَقَةِ مِنْكَ عَلَى نَفْسِكَ

 “Görme özürlüye rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman, bir ihtiyacı konusunda senden yol göstermeni isteyen kimseye yol göstermen, yardım isteyen kimsenin yardımına koşuşturman, koluna girip güçsüze yardım etmen, bütün bunlar senin kendine yapacağın  sadaka çeşitlerindendir...” buyurur.[22]

Engellilere yapılacak bu tür yardımların sadaka olduğunu, diğer bir ifade ile Allah’a olan sadâkatin bir ifadesi olduğunu belirten Peygamberimiz, herhangi bir görme özürlüyü yoldan saptıranları, onu kasten yanlış yola yönlendirme sadakatsizliğini gösterenleri de lanetliler arasında saymıştır.[23]

Peygamberimiz,

مَنْ تَرَكَ مَالًا فَلِوَرَثَتِهِ وَمَنْ تَرَكَ كَلًّا فَإِلَيْنَا

Kim ölür de mal bırakırsa, malı veresesinindir. Kim bakıma muhtaç kimseler bırakırsa (kellen)  onun sorumluluğu bana aittir[24]  sözüyle Devletin, hasta, zayıf, engelli, yetim ve benzeri bakıma muhtaç kimseleri koruyup gözetmesi gerektiğine işaret etmiştir.

            Engellilere İş İmkanı Sağlanması

Peygamberimiz engellilere yeteneklerine göre kamu alanında görev vermiş, onları topluma kazandırmaya çalışmıştır. Engellileri başkalarına el açan bir dilenci ve toplumun üretken olmayan bir kesimi olarak görmemiştir. Aksine çeşitli hizmetlerde kendilerinden yararlanma cihetine gitmiştir. Örneğin, ortopedik özürlü (topal) Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak göndermiş, çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında yerine vekalet etmek üzere 13 defa görme özürlü Abdullah İbn Ummi Mektum’u vekil bırakmıştır. İbn Ümmi Mektum, cemaate namaz kıldırmış, Mekke ve Medine’de uzun yıllar müezzinlik yapmıştır. [25] Hz. Peygamber, kendisine Mekke’de ilk iman edenlerden biri olan bu ama zatı, Mus’âb b. Umeyr ile birlikte Medine’ye Kur’ân öğretmesi için göndermiştir. (Buhari, Menakibu’l-Ensar, 46)

Sahabeden görme özürlü İtbân b. Mâlik kendi kabilesine imamlık yapmıştır. Peygamberimiz bu uygulamalarıyla, engellilerin yeteneklerine uygun alanlarda istihdam edilerek onların üretici bireyler olmalarını, onları topluma kazandırma kişiliklerinin geliştirmelerini amaçladığını ve gelecek nesillere yol göstericilik yaptığını söyleyebiliriz.

-Rasûl-ü Ekrem (aleyhi ekmelüttehaya) Efendimiz’in pazarda dış görünümü itibariyle farklı olan bir Sahabiye arkadan sarılıp gözlerini kapatarak iltifatta bulunması…

-Cahiliye dönemi toplumu kız çocuklarını diri diri gömer, kadınlara kıymet vermeyip onları dışlardı; onların, işlerine yaramayan engelli kimseleri eleme gibi de bir ahlakları vardı. İnsanlığın İftihar Tablosu, bir peygamber tavrıyla toplumdaki o kötü âdetleri değiştirerek, onların yerine İslam’ın yüce ahlakını ikame etmek suretiyle, o derbeder, perişan, alabildiğine sergerden ve serseri toplumdan dünyayı idare edebilecek medeniyet muallimi insanlar çıkardı, Allah’ın izni ve inayetiyle.

-Yemenliler güzel sesleriyle Kur’an okurken, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, Ashabına pencerelerini açıp dinlemelerini işaret buyuruyor. Ubey ibn Ka’b, Allah Rasûlü’nden “Rabbim emretti, ‘Ubey Beyyien suresini sana okusun’ buyurdu” sözünü duyunca, “Adımı da andı mı ya Rasulallah?” diye soruyor. “Andı” cevabını alınca Hazreti Ubey hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Peygamber Efendimiz bu türlü beyan ve davranışlarıyla ehl-i maarife değer atfediyor ve iltifat edilecek mevzularda herkese rehberlik yapıyor.

-Ebu Musa el-Eş’ari de Yemenliydi ve Yemenliler Kureyş kast sistemine göre aşağılarda bulunan, yabancı, taşralı gözüyle bakılan kimselerdi. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, Ebu Musa el-Eş’ari’yi Yemen’e mübelliğ olarak göndererek ona iltifat etmişti. Peygamber Efendimiz bazı kimselere nasıl davranılması lazım geliyorsa, o davranışı ortaya koymak suretiyle diğer insanların gözlerini açıyor, rehberlik yapıyor; dışlanan kimseleri onure edip yüreklendiriyor; onlar da vazifelerini yerine getirirken arkalarında kimin olduğunu düşünerek daha dikkatli yaşıyorlardı.

-Bilal-i Habeşi teninin renginin, kıvırcık saçlarının, ‘şin’ harfini çıkaramamanın mahkumu idi; Arapça’yı çok iyi kullanan Arapların Bilal-i Habeşi (radıyallahu anh)’a bakışlarına rağmen Allah Rasulü onu baş müezzin tayin etti, orduyu sevk ederkenki komutlarını duyurma vazifesini ona verdi ve böylece bir insanı kölelik hadiminden alıp efendilik zirvesine çıkardı. O toplumda yaygın olan âleme hor bakma hastalığını tedavi etti; kusur görülebilecek yerleri görmeme, insanların güzel yanlarına ve Allah’la irtibatlarına bakma ahlakını yerleştirdi.

-Körler, sakatlar, aliller, topallar, kötürümler, bütün bunlar Allah Rasûlü’nden seviyelerine göre teveccüh ve iltifat görüyorlardı; Allah Rasûlü toplum içinde onların konumlarını vurgulamak suretiyle etrafındaki insanlara da onlara karşı saygı duygusunu aşılıyordu.



[1]Müslim, Birr, 34, III, 1987; İbn Mâce, Zühd, 9, II, 1388; Ahmed, II, 285.

[2] Razi, 16, 50

[3]Bakara, 2/286.

[4]Bakara, 2/184-185.

[5]Buhârî, Talâk, 11, VI, 168; Hudûd, 22,VII, 21; Ebû Dâvûd, Hudûd, 16, IV, 559; Tirmizî, Hudûd, 1, IV, 32; Nesâî, Talâk, 21, VI, 156; İbn Mâce, Talâk, 15. I, 658.

[6] Âl-i İmrân, 3/97.

[7] Beydâvî, I, 249. Hazin, I, 249. Nesefî. I, 249.

[8] Buharî Merdâ 7, VII. 4. Tirmizî, Zühd 57. IV. 602-603.

 [9] Tirmizî, Zühd 57. IV. 602-603. 

[10] Buhârî, Merda, 1. VII, 2. Müslim, Birr, 52ظ ٌٌٌظ 1993ز

[11] Ahmed, V, 272. Ebu Davud, Cenâiz, 1.  III, 470.

[12] Ebû Dâvud, Tıb, 1. IV, 193. Tirmizî, Tıb, 2, IV, 383;  İbn Mâce, Tıb, 1, II, 1137; Ahmed, l, IV, 278.

[13]Sâbûnî Muhammed Ali, Safvetü't-Tefâsîr, III, 60. Dâru'l-Kur'ani'l-Kerîm, Beyrut, 1981.

[14] bk. En’âm, 14. bk. وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ Yunus, 107. Zümer, 38. bk İsrâ, 67; Yasin, 23 Ahzâb, 17; bk. . Neml, 62.

[15]Tirmizi, Zühd, 56. IV, 601. İbn Mace, Fiten, 23, II, 1335.

[16] Buhârî, Merdâ, 2, VII, 2; Tirmizî, Zühd, 57, IV, 601.

[17] Ahmed, I, 217, 309.

[18] Müslim,  Mesacid, 255

[19] Ahmed, V, 169.

[20] Ahmed,, II, 350.

[21] Beyhakî, es-Sunenü'l-Kübrâ, X. 337. Daru’l-Kütübi'l-ılmiyye Beyrut, 1994.

[22] Ahmed, V. 168-169, 154.

[23] Ahmed, I. 217, 309, 317.

[24] Buharî, Ferâiz, 25, VIII. 11. Muslim, Ferâiz 17, II. 1238. Ahmed II. 356, 456; IV. 131-133.

[25]Nesâî, es-Sunen'ül-Kübra, V. 181. 8605. Thk. Aulgaffâr Suleyman el-Bendârî, Seyyid Kusrevî Hasen.Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye.Beyrut-1991, V. 181, No: 8605. Ahmed, III. 192

 



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler