İslamda Vakıf Müessesi Ve Fonksiyonları
Gönderen Kadir Hatipoglu - Mayıs 13 2021 01:00:00

İslamda Vakıf Müessesi Ve Fonksiyonları          Vaaz Resimleri: w.jpg

İnsanlar maddi-manevi bütün birikimlerini paylaşmak suretiyle toplumu oluşturmuşlardır. Birlik ve beraberlik, yardımlaşma duygusunun tezahürüdür. Bizi biz yapan değerlerin başında yardımlaşmak gelmektedir ki; yardımlaşmanın sonucu olan paylaşmak ister maddi ister manevi, insani bir gerekliliktir.

Elbette ki bu dünya hayatından hepimiz ayrılacağız. Öyleyse bu dünyadan ayrılırken arkamızdan hayırlarla bizi anacak insanlar bırakmak, yapmış olduğumuz söz ve davranışlarımızla razı olunacak bir hayatı tamamlamak elbette kendi yararımızadır. Bu sebeple paylaşımcı bir insan olmak, bizde bulunan maddi veya manevi birikimleri olmayanlara aktarmaya çalışmak ve bunların neticesinde amellerimizin salih olması için çabalamak sadece dünyamız için değil ahiretimiz içinde gerekliliktir. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde amelin insan için ne kadar değerli olduğunu şöyle vurgulamaktadır.

يتْبعُ الميْتَ ثلاثَةٌ: أهلُهُ ومالُه وعمَلُه، فيرْجِع اثنانِ ويبْقَى واحِدٌ: يرجعُ أهلُهُ ومالُهُ، ويبقَى عملُهُ

“Ölüyü (kabre kadar) üç şey takip eder: Çoluk-çocuğu, malı ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Çoluk-çocuğu ve malı döner, ameli (kendisiyle) kalır.”[1]

Dünya hayatında insanlar, hayvanlar, bitkiler ve bütün yaratılmış varlıklar için hayır sahibi olmamız gerekmektedir. Çünkü ölüm bize ulaştıktan sonra amel defterimiz kapanmamakta yapmış olduğumuz hayır ve hasenatın sevabı, arkamızdan bırakmış olduğumuz hayırlı evlatların yaptıkları iyi şeylerin sevabı ve bıraktığımız hayırlı bir ilim neticesinde o ilimden istifade edildiği müddetçe o ilmin sevabı bizlere ulaşmaktadır. Sevgili Peygamberimizden (s.a.s) bizlere aktarılan bir hadiste şöyle buyrulmaktadır.

إذا ماتَ ابْنُ آدَم انْقَطَع عَملُهُ إلاَّ مِنْ ثَلاثٍ : صَدقَةٍ جارية، أوْ عِلمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ ، أوْ وَلدٍ صالحٍ يدْعُو لَه

"İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat."[2]

İnsanoğlunun ölümünden sonra sevap defterinin kapanmayacağı sadaka-i cariyelerden biriside vakıftır. İslam Dininin müntesiplerinden istediği iyilikte ve hayırda yarışma ilkesinin tezahürü olarak karşımıza çıkan vakıflar, tarih boyunca Müslüman toplumlarda birlik ve beraberliği kuvvetleştirmede, sosyal yapıyı sağlamlaştırmada, insanlar arasında bulunan mal farklılığı sebebiyle ortaya çıkabilecek dengesizliği gidermede en etkin faktör olmuştur. Vakıf kavramı aslında kelime olarak Kur’an-ı Kerim’de zikredilmemekle beraber Kur’an ve sünnet bütünlüğünden ortaya çıkmış kavramdır. Çünkü Kur’an-ı Kerim bizleri hep hayra teşvik etmektedir. Bu hususla ilgili birkaç ayeti sizlerle paylaşmak isterim.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّا أَخْرَجْنَا لَكُم مِّنَ الأَرْضِ

“Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın en güzel olanlarından yapın."[3]

Bir diğer ayette ise hayır ve hasenatta bulananların mükâfatının ne olduğu şöyle bildirilmektedir:

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَناًّ وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

 “Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir."[4]

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir."[5]

مَّن يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُن لَّهُ نَصِيبٌ مِّنْهَا وَمَن يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُن لَّهُ كِفْلٌ مِّنْهَا وَكَانَ اللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقِيتاً

“Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir."[6]

Bir başka ayette ise mallarını hayra sarf edenler için şöyle bir benzetme yapılmaktadır.

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْب۪يتاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

“Allah'ın rızasını aramak, kendilerini veya kendilerinden bir kısmını Allah yolunda sabit kılmak için mallarını Allah yolunda harcayanların hâli ise, bir tepedeki güzel bir bahçenin hâline benzer ki, ona kuvvetli bir sağanak düşmüş de yemişlerini iki kat vermiştir. Böyle bir bahçeye yağmur düşmese bile mutlaka bir çisenti vardır. Allah, yaptıklarınızı görür.”[7]

Rabbimizin bu konudaki buyruklarını zikrettikten sonra Kur’an-ı Kerim’in tefsiri konumundaki Hadis-i Şerifleri de sizlerle paylaşalım.

Sevgili Peygamberimiz bizleri Müslüman kardeşimizin ihtiyacını gidermeye yönlendirmektedir. Bir hadiste şöyle buyurmaktadır.

المسلمُ أَخــو المسلم لا  يَظلِمُه ولا يُسْلِمُهُ . ومَنْ كَانَ فِي حاجةِ أَخِيهِ كانَ اللَّهُ فِي حاجتِهِ، ومنْ فَرَّجَ عنْ مُسلمٍ كُرْبةً فَرَّجَ اللَّهُ عنه بها كُرْبةً من كُرَبِ يومَ القيامةِ ، ومن سَتَرَ مُسْلماً سَتَرَهُ اللَّهُ يَومَ الْقِيامَةِ

            “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir Müslüman’ın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter."[8]

Hayır ve iyilik sadece insanlara yönelik değildir. Hayvanlara yapılacak iyilikler Yüce Yaratanın razı olmasına sebep olmaktadır. Sevgili Peygamberimizin bu hususla ilgili bir hadisini sizlerle paylaşmak isterim.

Ebu Hureyre (r.a.)’dan dan aktarılan bir hadiste şöyle buyrulmaktadır.

بَيْنمَا رَجُلٌ يَمْشِي بطَريقٍ اشْتَدَّ علَيْهِ الْعَطشُ ، فَوجد بِئراً فَنزَلَ فيها فَشَربَ ، ثُمَّ خرج فإِذا كلْبٌ يلهثُ يَأْكُلُ الثَّرَى مِنَ الْعَطَشِ ، فقال الرَّجُلُ : لَقَدْ بلَغَ هَذَا الْكَلْبُ مِنَ العطشِ مِثْلَ الَّذِي كَانَ قَدْ بَلَغَ مِنِّي ، فَنَزَلَ الْبِئْرَ فَملأَ خُفَّه مَاءً ثُمَّ أَمْسَكَه بِفيهِ ، حتَّى رقِيَ فَسَقَى الْكَلْبَ ، فَشَكَرَ اللَّهُ لَه فَغَفَرَ لَه. قَالُوا: يا رسولَ اللَّه إِنَّ لَنَا في الْبَهَائِم أَجْراً ؟ فَقَالَ: في كُلِّ كَبِدٍ رَطْبةٍ أَجْرٌ

“Vaktiyle bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu ve içine indi; su alıp dışarı çıktı. Bir de ne görsün, bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyordu. Adam kendi kendine “bu köpek de tıpkı benim gibi pek susamış” deyip hemen kuyuya indi, mestini su ile doldurdu ve mesti ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Onun bu hareketinden Allah Teâlâ hoşnut oldu ve adamı bağışladı.”

Sahabiler:

- Ey Allah’ın Resulü! Bizim için hayvanlardan dolayı da sevap var mı? Dediler. Resûl-i Ekrem:

– “Her canlı sebebiyle sevap vardır” buyurdu."[9]

Bir diğer hadiste ise insanlara rahatsızlık verici şeyleri yollardan kaldırılması vesilesi ile insanların Allah’ın rızasına nail olacakları bildirilmektedir. Hadis-i Şerif şöyledir.

بيْنَما رجُلٌ يمْشِي بِطريقٍ وجد غُصْن شَوْكٍ علَى الطَّرِيقِ ، فأخَّرُه فشَكَر اللَّهُ لَهُ ، فغَفر لَهُ

“Bir adam yolda yürürken yol üzerinde bir diken dalı buldu ve onu yoldan uzaklaştırdı. Bu sebeple Allah ondan hoşnut oldu ve onu bağışladı."[10]

Vakıf; sözlükte tasarruftan alıkoymak ve bağlamak demektir. Kımıldatmamak ve bağışlamak  demektirFıkıh literatüründe Vakfın çeşitli tarifleri vardır. Bu tariflerde vakıf şöyle izah edilmektedir. Vakıf; mülkü hükmünde kalmak üzere  ayn’ı hapsetmek ve menfaatini bir hayır yoluna tasadduk etmektir. Bir diğer tarifte ise vakıf; kendisi ile irtifa (yararlanma) mümkün olan bir malın rakabesinde (aynında) vakfedeninde başkasının da  tasarruflarına son verip aynı baki kaldığı halde Allah’a yakınlık maksadıyla gelirini mübah ve var olan bir harcama yerine hapsetmek (alıkoymak) dır.

İbn Ömer’den rivayet edilen bir hadiste Vakfın delili ortaya çıkmaktadır. “Hz. Ömer’e (r.a.) bir gün Hayber arazisinden bir parça isabet eder. Hz Ömer Peygamber Efendimize, Ey Allah’ın Rasulü “Hayber’den bana bir arazi isabet etti. Benim şimdiye kadar ondan daha nefis bir mal elime geçmiş değil. Bana ne yapmamı emredersin” diye sorar. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurur:

فَاحْبِسْ أَصْلَهَا وَسَبِّلِ الثَّمَرَةَ

“Aslını vakfet. Mahsulünü de sadaka olarak dağıt.”[11] Hz. Ömer’de o araziyi tasadduk etti. Satılmaması, hibe edilmemesi, miras bırakılmaması şartını koştu ve gelirinin fakirlere, akrabalara, kölelere, misafirlere ve yolculara harcanmasını istedi. Onun mütevelliliğini üzerine alan kimsenin maruf ölçüler içerisinde yemesinde ve başkasına yedirmesinde, kendisi ondan mal edinmemek şartı ile vebal olmayacaktır.”

Yukarıda aktardığımız Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle, Hz. Ömer’e atfedilen olay ile ilgili çıkan hadiste ve aktardığımız diğer hadisler de incelendiğinde vakfın meşruluğu ortaya çıkmış olmaktadır. Nitekim Ashaptan Cabir (r.a.) şöyle söylemiştir. “Resulullah (s.a.s.)’ın ashabı arasında gücü yetip de vakıf yapmayan hiçbir kimse kalmadı.” Vakıf sebebiyle insan dünyada insanlara iyilik yapmakta, ahirette ise sevap elde etmektedir.

Vakıflar İslam Diniyle daha farklı bir boyut kazanmıştır. İslam dininin bütün insanlığa yayılmasıyla beraber İslam tarihinin bütün dönemlerinde, insanlığa yardımı teşvik eden ayet ve hadislere uyan Müslümanlar insanların ihtiyaçlarını gidermek için birçok farklı vakıf kurmuşlardır. Kurulan vakıfların birçok konuda ihtiyaçları giderecek mahiyetleri olmuştur.

Osmanlıda Vakıf

 Dört Halife devrinde başlayan ve Emeviler devrinde gelişen fetihlerden sonra Müslümanların büyük bir iktisadî refaha kavuştukları biliniyor. Bu durum Abbasiler devrinde de gelişerek devam etti. Müslümanların zenginliği, yukarıda kısaca temas ettiği­miz İslâm'ın yardım anlayışı ile birleşince vakıflarda büyük bir artış görüldü. Yüz binlerce insanın yararlandığı ve hemen her alanda hizmet veren vakıflar ortaya çıktı. Bu gelişmelere paralel olarak İslâm hukukçularının vakıf konusu ile yakından ilgilen­meleri, vakıf hukukunun ortaya çıkmasına sebep oldu. Böylece daha hicrî 3. yüzyıl gibi erken bir devirde Ebubekir Ahmed b. Amr el-Hassaf (Ö. 261)'ın Ahkâm-u'l-Evkaf ı gibi vakıflarla ilgili müstakil eserler yazılmaya başlandı. Ayrıca vakıf konusu hukuk kitaplarında ayrı bir bahis olarak incelendi. Zamanla İslâm dünyasında vakıflarla ilgili yüzlerce eser ortaya çıktı.

            Bütün bunlara rağmen vakıflardaki asıl büyük gelişme Selçuklular ve Osmanlılar devrinde yaşandı. Bu devirde yardımlar insanları aşarak hayvanlara kadar götürüldü. Çok ve çeşitli hizmet alanları düşünülerek binlerce vakıf kuruldu. Bu cümleden olarak camiler, mescitler, namazgâhlar, mektepler, medreseler, kütüphaneler, tekkeler, zaviyeler, darülacezeler, hastahane ve imaretler, kervansaraylar, hanlar, hamamlar, çeşme ve sebiller, suyolları, yollar, köprüler, deniz fenerleri, limanlar, kale ve istihkâmlar, spor saha ve tesisleri, mesireler gibi vakıf müesseseleri yapıldı. Bu sayılanların dışında dul kadınlar ve kimsesiz çocuklar için bakımevleri açmak, öksüz çocuklara süt anne tutmak, bayramlarda çocukları sevindirmek için top atmak, halkın alışverişte kandırılmaması için çarşı ve pazar yerlerine ölçü ve tartı aletleri koymak, evlâtlıkların, köle ve cariyelerin sahipleri tarafından ezilip hırpalanmamaları için kırdıkları eşyayı tazmin etmek, yoksul kızlara çeyiz hazırlamak ve düğünlerini yapmak, hapishanelerdeki mahkumlara çeşitli yardımlarda bulunmak, çalışamayan yaşlı ve sakat meslek ve sanat erbabı için yardım fonları kurmak, halka faydalı olan kitapları yazdırmak ve parasız dağıtmak, kışın et fiyatlarının artmaması için tedbirler almak, hatim, mevlid, aşır, Buhari okutmak, yemek yedirmek, fukaraya odun, kömür almak, halka sıcak günlerde soğuk su ve şerbet dağıtmak, bunları soğutmak için kar temin etmek, çocuklar için mesire yerleri (oyun bahçeleri) yapmak, çocuklara kitap almak, yetimlere aylık bağlamak, askeri donatmak, donanmaya yardım etmek, kışın geçit vermez dağ başlarına, vadilere sığınak yapmak, yollarda halkı rahatsız eden, üstelik sağlığa zararlı olan pislik ve balgam gibi şeylerin üstünü külle kapatmak, kış aylarında kuşları, hasta ve garip leylekleri beslemek ve tedavi etmek, sahipsiz kedi ve köpekleri doyurmak.., gibi son derece değişik konularda kurulan vakıflara rastlamak da mümkün olmaktadır.

            Kanuni devrinin ünlü tarihçisi ve devlet adamı Lütfi Paşa, Asaf-Nâme adındaki eserinde, ideal bir devlet adamının gelirlerinin üçte birini harcamasını, üçte birini tasarruf etmesini, üçte birini de hayır işlerine yatırması gerektiğini yazmaktadır. 18. yüzyılda İstanbul'da bulunan ve Türk toplum hayatını çok yakından tanıyan tarihçi d'Ohsson, Türk insanının hayırseverliğinin nedenini İslam dininde görerek şöyle demiştir: "Kur'an, Türkleri dünyanın bütün milletlerinin en hayır ve insan severi haline getirmiştir." D'Ohsson'dan sonra Türkiye'ye gelen yabancıların da benzer düşüncelere sahip olmaları, uzun yüzyıllar boyunca bu yardımseverlik anlayışında bir değişikliğin olmadığını göstermektedir.

            Vakfın 18. yüzyıl Türk toplum hayatındaki etkilerini belirlemek için yapılan bir araştırmada, bu yüzyılda vakıf gelirlerinin neredeyse devlet gelirlerinin yansına eşit olduğu ortaya konulmuştur. Bu gelirlerin %37,75'i din alanına, %28,16'sı eğitim ve Öğretime, % 10,5 Ti sosyal hizmetlere, %6,50'si askerî harcamalara ayrılmıştı.

Vakıfların Fonksiyonları

            Vakıf eserleri dini,ilmi,sıhhi,kültürel,ekonomik ve sosyal alanda büyük hizmetler sundu.Vakıflar devletin üzerinde yük olmamış,belki onun yükünü yüklenmiştir.Vakıflar dini, tarihi bağların kuvvetlenmesine sebep olmaktadır.Vakıfların en büyük hizmetlerinden biri de eğitim ve sağlık alanındaki teşviklerinde görülür.

Bunlardan bazıları;

*Çeşme,sebil,sarnıç,havuz,kuyu,hamam,su kemeri,köprü,okul,cami,çarşı,kütüphane,medrese,kabristan,hanlar,öğrenci yurtları,spor kompleksleri yıllarca insanlara hizmet sundu.

* Darüşşifalar, hastaneler ücretsiz hizmet verdiler.Gureba (Garipler),Etfal (Çocuklar) hastanesi idi.

* Darülacezelerde,henüz dünyayı tanımamış bebeklerden tutun da,iki büklüm ihtiyarlara, felçlilere ve âmâlara kadar her sınıftan insan barındırılırdı.

* Çevre vakfı,park,bahçe,piknik alanı,ormanlar ve kabristandaki bitkilerin gübre,budama gibi bakımlarını üstlenmişti.

*Kimsesiz olup ölenler,vakıf tarafından defnedilirdi.

*Bir kısım vakıflar,genç kızların çeyiz ve evlenme masraflarını görürdü.

* Yolcuları rahatlatma,yolda kalmışı yerine ulaştırma görevi üstlenen vakıflar mevcuttu.

* Yoksulapara,yiyecek,yakacak temin eden, karın doyuran,babası ölmüş yetimleri bağrına basan,kocası ölmüş dullara sahip çıkan,sakatları himâye eden vakıflar vardı.

* Tazminat,nafaka ve benzeri suçlardan cezaevine düşenlerin borçları ödenir,tahliyeleri sağlanırdı.

*Evlâtlık ve hizmetçilerin kırdıkları kap kacak fondan ödenerek,insan onuru korunurdu.

* Bayramlarda çocukları giydiren,sevindiren fonlar mevcuttu.

* Sınır güvenliği için kaleler yaptıran ve giderini karşılayan fonlar mevcuttu.

* İslâm âleminin iki kutsal şehri Mekke ve Medine için vakıf kurulmuştu.Buradaki hizmetlerin yürütülmesi gaye edinilmişti.

* Bizimle beraber dünyamızı paylaşan hayvanlar da unutulmadı.Câmi duvarlarına yapılan kuş evlerini izleriz.Koca Sinan yaptığı bir çeşmeye uzun bir yalak denilebilecek bir yer ilâve ederek, hayvanların su içmesini sağlamış, çeşmenin arkasındaki araziyi de otlamaları için vakfetmiştir.

            Sivas’ta, Bursa’da, diğer şehirlerde ciğerciler sopalarına taktıkları ciğerlerle,sokak hayvanlarını doyururlardı.Türklerin oturduğu yerlerde hayvanlar bakımlı,gürbüz,gayr-i müslimlerin oturduğu mahallelerde hayvanlar cılızdı. Hayvanların kış aylarında aç kalmamaları için tedbirler alınır,tedavileri baytarlarca ücretsiz yapılırdı.

Vakıf alanları sadece bu saymış olduğumuz alanlarla sınırlı değildir. Devlet hizmetinin tamamlayıcısı mahiyetinde her türlü vakıf hizmet etmektedir. Önemli olan vakfın meşru olması, vakıf mallarının meşru bir şekilde kullanılması, vakıf mallarından elde edilecek olanların meşru yerlere harcanmasıdır.

Günümüze kadar gelmiş olan İslami motiflerin en güzellerinin bulunduğu tarihi eserler hep vakıflar aracılığı ile yapılmış ve günümüze aktarılmıştır. Ayrıca kültürümüzün aktarılmasında en önemli faktör yine vakıflar olmuştur. Bu sebeple geçmişten aldığımız vakıf mirasını en güzel şekilde geleceğe taşımak hepimizin boynunun borcudur.

Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin vakfetmiş olduğu şeylerle ilgili beyanını aktarmak suretiyle ecdadımızın vakfa ne kadar değer verdiğini beraberce anlayalım:

" Ben ki İstanbul fatihi abd-i aciz Fatih Sultan Mehmed bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul'un Taşlık mevkiinde kain ve malumu'l-hudud olan 136 bap dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim.

Şöyleki: Bu gayr-ı menkulatımdan elde olunacak nemalarla İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim... Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasb eyledim. Bunlar ki ayın belli günlerinde İstanbul'a çıkalar, bila istisna her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifası şifayap olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darülaceze'ye kaldıralar, orada salah bulduralar."

Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şehit ve şühedanın kavimleri ve medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizatihi kendüleri gelemeyenlerin yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle...

Bitmez tükenmez bilmeyen bir hayır mı yapmak istiyoruz. Ölüm gelip çatıp dünya hayatını sonlandırdıktan sonra amel defterimizin kapanmamasını mı arzu ediyoruz. Rabbimizin ve bizimle beraber yaşayan ve bizden sonra gelecek neslin bizden razı olmasını mı istiyoruz. Elimizde bulunan imkânları vakfetmekle imkânı olmayan insanlara, sahipsiz hayvanlara, doğal hayatın korunmasına netice itibariyle bütün varlıkların istifadesine sunalım. Camiler, okullar, hastaneler, sebiller, yollar, köprüler, aşevleri sizlerin vakfettikleriyle bugüne geldi. Bu günden sonrada yine sizlerin vakıflarıyla bu hizmetler ayakta duracaktır.

Sonuç itibariyle Vakıf; Rabbimizin rızası için elimizde bulunan imkânı başkalarına miras kalmamak üzere yaratılanların istifadesine sunmaktır. Bu istifade neticesinde maddi ve manevi ihtiyaçlar karşılanacak, birlik ve beraberlik en güzel şekilde sağlanmış olacak, ibadethaneler ayakta kalacak, okullarımız kalkınacak, ilim yuvaları büyüyecek, âlimler yetişecek, açlar doyacak, hastane sıkıntısı çekenlerin sıkıntısı hafifleyecek, susuzlar su bulacak. Kim neye muhtaç ise muhtaçlığı vakıf aracılığı ile dindirebilir. Bu sebeple siz kıymetli cemaatimizi günümüze kadar gelen vakıfları korumaya, onları vakfedilme gerekçesine uygun bir şekilde kullanmaya, vakıf mallarına zarar gelecek her türlü yanlış davranıştan kaçınmaya davet ediyoruz. Sizleri Rabbimizin fermanı olan hayırda yarışmaya davet ediyoruz.

Yüce Rabbim kendi rızasına uygun bir şekilde hayat geçirmeyi cümlemize nasip etsin. Vakıf bırakmış olanlara rahmet etsin. Vakıf mallarını en doğru bir şekilde kullanma imkânı bizlere sunsun. İhtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını giderecek vakıflar bırakmayı bizlere nasip etsin.[12]


 

[1] Buhârî, Rikak 42

[2] Müslim, Vasiyyet 14

[3] Bakara, 2/267

[4] Bakara, 2/262

[5] Al-i İmran, 3/92

[6] Nisa, 4/85

[7] Bakara, 2/265

[8] Riyazü’s-Salihin, Hadis No:246

[9] Riyazü’s-Salihin, Tercüme ve Şerh, Erkam Yay. c.1. s.463, Hadis No: 128

[10] Riyazü’s-Salihin, Tercüme ve Şerh, Erkam Yay. c.1. s.466, Hadis No: 129

[11] Müslim, Vasiyyet, 15.

[12] Vakıf ile ilgili daha fazla fıkhi bilgil için bkz. İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Prof. Dr. VehbeZuhayli, Feza yay. c. 10, s.243-314 Ayrıca bkz. İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesi, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Osav Yay.



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler