Dünya Sevgisi
Gönderen Kadir Hatipoglu - Eylül 25 2015 10:16:58

مَنْ كَانَ يُريدُ حَرْثَ الْاخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فى حَرْثِه وَمَنْ كَانَ يُريدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه مِنْهَا وَمَالَهُ فِى الْاخِرَةِ مِنْ نَصيبٍ

Şura/20- Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.

Dünya Bir Gölgeliktir

HADİSDünya ile benim ne alâkam var. Ben, dünyada bir ağaç altında gölgelenip de bırakıp giden bir yolcu gibiyim.”

Dünya nedir? İnsan fâni ve geçici olan şeylere karşı nasıl bir durum ayarlaması yapmalıdır? Hem insan, bu dünyaya niçin gelmiştir ve nereye gitmektedir? İşte felsefenin en birinci mevzuları ve haklarında asırlardır söz söylenen mevzular.. görüldüğü gibi, Allah Rasûlü tarafından çok veciz bir ifadeyle vuzuha kavuşturulmakta. Başkalarının kitaplık çapta eserlerle, kesin ve net bir şekilde ortaya koyamadığı bu ve benzeri mese-leler, Allah Rasûlünü! Evet, bütün insanlık, O’nun ifadelerindeki vecizliğe hayrandır...

DÜNYA HAYATI GEÇİCİDİR:

اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيوةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِه نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَاْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ حَتّى اِذَا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَا اَتيهَا اَمْرُنَا لَيْلًا اَوْ نَهَارًا فَجَعَلْنَاهَا حَصيدًا كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِ كَذلِكَ نُفَصِّلُ الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

Yunus/24- Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile, insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluvermiştir. Düşünen bir kavim için âyetlerimizi işte böyle açıklarız.

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيوةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِه نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَشيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ وَكَانَ اللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ مُقْتَدِرًا

Kehf/45- Ey Muhammed! Sen onlara dünya hayatının misalini ver. Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgarlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedirdir.

اللّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ وَفَرِحُوا بِالْحَيوةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيوةُ الدُّنْيَا فِى الْاخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ

Ra'd/26. Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de, daraltır da. Onlar ise dünya hayatı ile ferahlanmaktalar. Oysa dünya hayatı ahiret hayatının yanında bir yol azığından ibarettir.

* Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Biz (hacc sırasında) Zülhuleyfe'de Resülullah aleyhissalâtu vesselam ile beraberdik. O, birden şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsüyle karşılaştı. Bunun üzerine:     "Şu lâşenin, sahibine ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz? Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında, bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha değersizdir. Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyen tek damla su içirmezdi" buyurdular."  

Dünyalıklar insanı Allah'ı anmaktan alıkoymamalı

Mev’izelerde bir menkibe anlatılır: Bir çilehânede dervişler günlerini ibadetle geçiriyorlar. Ölmeyecek kadar yeyip-içmek, elden geldiğince sadece ibadet ü tâatte bulunup dışarıya çıkmamak orada bir prensiptir. El-ayak, göz-kulak, dil-dudak, tamamen ibadetle meşgul edilir. Uyku da azaltır; ihtiyaç defedilecek kadar uyunur. Zaten çok yeyip içmeyince de az uyumaya alışılır. İşte böyle bir çilehâne ehlinden birisinin içine (nar) arzusu düşüyor. Bir türlü kafasından atamıyor. Aslında nar sevilecek bir meyvedir; fakat öyle, gönül bağlanan haneyi terkettirecek kadar olmasa gerek.. Tam kapıyı açıp dışarı çıkıyor, bir de bakıyor ki kapının önünde yara-bere içinde yatan birisi var. Yara-bere içinde ama hâlinden çok memnun, çok müteşekkir, “Elhamdülillah Yâ Rabbi” diyor yatan adam. Bizimki “Yâhu bu hâlinle böyle içten hamd ü senâ da ne?” deyince “Allah’a hamdolsun” diyor. “Hiçbir zaman rummân arzusuyla Rahmân’ı terkedip O’nun huzurundan ayrılmadım.” Derviş bunu duyunca kendine geliyor ve tekrar çilehâneye dönüyor.

Kaç defa rummân arzusu bizi arkasından koşturmuştur. Kâmil olmak kolay değil. Allah potansiyel insan yaratmıştır ve hakikî insan olmayı kulun iradesine, , gayretine ve azmine bağlamıştır. Azimsiz insanlar, sabırsız kullar o hedefe ulaşamazlar.[1]

ALLAH RESULÜNÜN DÜNYA HAYATI

Allah Resûlü, zâhidlerin en zâhidiydi. Allah’tan öyle korkardı ki, sanki kalbi duracak gibi olurdu.. o kadar hassas, o kadar duyarlı idi ki; gözyaşlarının akmadığı ve ürpermediği zaman çok azdı.

zühd; dünya ona verilse sevinmeme, bütün dünya elinden gitse üzülmeme halidir. Bu hal, Allah Resûlü’nde doruk noktadadır. Bütün dünya O’nun olsaydı, her halde bir arpa tanesi bulmuş kadar sevinmezdi. Bütün dünya, bir anda elinden gitseydi, yine bir arpa tanesi kaybetmiş kadar üzülmezdi. O, dünyayı kalben bu şekilde terketmişti. Ancak bu terk, hiçbir zaman kesben de dünyayı terketmek değildir. Zira, kazanç yollarının en mantıkîsini ve en güzelini bize gösteren, yine Hz. Muhammed Aleyhisselâm’dır. O’nun kesben dünyayı terk etmesi veya insanları buna teşvik etmesi düşünülemez.

Dünyayı terk, kalben olmalıdır. Buna en güzel delil de yine Allah Resûlü’nün kurduğu İslâm Site Devleti’nin, kısa zamanda dünyanın en zengin ve en güçlü devletlerinden biri hâline gelmesidir.

Allah Resûlü, peygamberliğin aydınlık iklimine adımını attığı andan, dünya bütün debdebe ve ihtişamıyla O’nun ayağının önüne serildiği âna kadar hiç tavrını değiştirmedi. Hatta O, dünyaya geldiği anda sahip olduğu mal varlığına, vefat ederken sahip değildi. Çünkü neyi var, neyi yoksa hep dağıtmış ve infâk etmişti. Bakın geriye bıraktıkları, sadece birkaç keçi ve bir de hanımlarının içinde bulundukları küçük odalar. Onlar da yine millete ait sayılırdı ki, analarımız vefat edince, hepsi de mescide dahil edilmişti. Oraya giden herkesin de bilebileceği gibi, bu hücreler mescidin bir köşesine sıkışacak kadar dar bir yer işgal ediyordu.

Hasır Üzerinde Yatması

Hz. Ömer (ra), bir gün Allah Resûlü’nün huzuruna girdi. Efendimiz yattığı hasırın üzerindeydi ve yüzünün bir tarafına, hasır iz yapmıştı. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü’nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Hz. Ömer (ra), bu manzara karşısında ağladı. Allah Resûlü niçin ağladığını sorunca da Ömer (ra): “Ya Resûlallah! Şu anda kisralar, krallar saraylarında kuş tüyünden yataklarında yatarken, (kâinat, yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan) Sen, sadece kuru bir hasır üstünde yatıyorsun ve o hasır, Senin yüzünde iz bırakıyor. Gördüklerim beni ağlattı.” cevabını verir. Bunun üzerine Allah Resûlü, Ömer (ra)’e şu karşılıkta bulunur: “İstemez misin, Ya Ömer! Dünya onların, âhiret de bizim olsun.”435

İnsan Bir Yolcudur

Tirmizi İbn-i Ömer’den rivayet ediyor : “Dünyada garip gibi yaşa. Veya bir yolcu gibi ol. Kendini (ölmeden önce) kabir ehlinden say!”

İnsan bir yolcudur. Ruhlar âleminden başlayan yolculuğu, anne karnına, dünyaya, çocukluk dönemine, gençlik çağına, yaşlılık hengamına, kabir ve derken cennet veya cehenneme kadar devam eden bir yolculuktur. Ama acaba insan, bu yolculuğunun ne derece farkındadır?

İnsan kendini kabir ehlinden saymadıkdan sonra, yani eskilerin; “Ölmeden evvel ölünüz”  diye anlatmaya çalıştıkları husûsu, fiil ve yaşantıya dökmedikden sonra, şeytanın hile ve desiselerinden bütünüyle korunması, kurtulması mümkün değildir. Evet, insan nefsaniyet, cismaniyet itibariyle ölmelidir ki, vicdan ve ruh itibariyle dirilmiş olsun. Zaten her şeyi cesede bağlayanlar, cesedlerinin altında kalıp ezilmiş olan zavallılar değil mi?

DÜNYA ZEVKİ, AHİRET NİMETLERİNDEN YEMEKTİR

“Dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcayıp tükettiniz; onların zevkini sürdünüz” âyetinin mazmûnunca, dünyada tadılan meşrû-gayr-ı meşrû her nimet ve lezzet, ahiretin lezzet ve nimetlerinden bir şeyler noksanlaştırır. Yalnız, burada dikkat isteyen bir nokta vardır ki, o da şudur: “Lezzetten eksilme, muâheze olunmak “sorguya çekilmek” demek değildir. İnsan, meşrû dairede aldığı lezzetlerden Âhiret’te muâhezeye tabi tutulmaz; fakat, burada tattığı lezzet ve faydalandığı nimetler ölçüsünce, Ahiret’teki mükâfat ve tadacağı lezzetlerden eksilme olur.[2]

DÜNYA’NIN GERÇEK YÜZÜ

Bazıları, dünyayı biraz para biraz da âfiyetten ibaret sayarlar. Bu, herşeyi maddeye dönüp, dünyayı bildiğine, gördüğüne bağlayanlar için doğru olsa da, hakikate uyanmış ma’nâ insanları için aldanmışlıktan başka bir şey değildir.

Bugün dünyayı bozmaya çalışanlar, onun intizamını koruyanlardan hem daha çok hem de daha nüfuzlu görünüyorlar. Kuvvet dengesine te’sir edecek ma'nevî bir güç olmazsa, hâlihazırdaki durumla kısa zaman içinde,büyük mesafelerin alınacağı söylenemez.[3]

DÜNYA-AHİRET DENGESİ

Dünya ve ahiret tek bir hakikatin iki ayrı yüzüdür. Bunları birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Öyleyse bütün davranışlarımız bu dengeye uygun olarak ayarlanmalıdır. Yani dünya mutlaka ahiret yörüngesine oturtulmalıdır. Bunu başaramayanlar dengeyi kaybederler. Dengesi kaybolmuş insanlardan da dengeli davranış beklenemez![4]

HADİS...* Sehl İbnu Sa'd es-Sâidî radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resülü! Bana öyle bir amel gösterin ki, ben onu yaptığım taktirde Allah beni sevsin, halk da beni sevsin" dedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Dünyaya rağbet gösterme, Allah seni sevsin, insanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!" buyurdular."  

DÜNYA VE BİZ

Bizim dünya ile alâkamız, her yerde izzet-i İslâmiye’yi göstermek, temsil etmeye çalıştığımız elmas misali hakikatleri başkalarına da anlatmak, o aydınlık yolu onlara tanıtmak düşüncesine matuftur. İşte, bizim gözümüzün bir kenarıyla bazen dünyaya bir “nigâh-ı âşina” kılmamızın hakiki sebeplerinden bazılarıdır bunlar. Evet biz, bu düşüncelerle Kasas sûresinde ferman edilen “Dünyadan da nasibini unutma” beyanıyla tam mutabakat içindeyiz. Zira o âyet-i kerimede Kur’ân, “Ahiret yurdunu ara” derken “ibtiğa” fiilini kullanıyor ki, bu “bütün benliğinle ahirete yönel ve ahirete ahiret kadar değer ver” demektir. Bundan da anlaşıldığı üzere, ahiret için bütün imkânlar seferber edilmeli, dünya için de “nasibi unutmama” esasına bağlı kalınmalıdır.[5]

DÜNYA- UKBA MUVAZENESİ

Dünya, ahiretin tarlası hükmündedir ve ahireti kazanma adına insana bahşedilmiş yegane fırsattır. Bundan dolayıdır ki, dünya ile ahiret arasında sıkı bir irtibat vardır. Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’inde “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu gözet. Dünyadan da nasibini unutma; Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et, yeryüzünde bozgunculuk isteme, çünkü Allah bozguncuları sevmez!” (Kasas/77) buyurarak, dünya ve ukba hayatımız adına bize önemli ölçüler vermektedir. Ayette Allah’ın lütfetmiş olduğu nimetlerin, ahireti kazanma yolunda kullanılması ve bunun yanında, “dünyadan da nasibini unutma” ifadesiyle, dünyanın kesben terk edilmemesi üzerinde durularak insanlara, dünyada aziz ve şerefli olarak yaşama imkanlarını araştırmaları gerektiği mesajı verilmektedir.[6]

TEFSİR…

اِعْلَمُوا اَنَّمَا الْحَيوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِى الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهيجُ فَتَريهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِى الْاخِرَةِ عَذَابٌ شَديدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَاالْحَيوةُ الدُّنْيَا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

Hadid/20. Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.

Dünya hayatı, yani ahiret kazancı için sarfedilmeyen, sonsuzluk âleminin nimetlerini elde etmeye vasıta kılınmayan o dünya hayatı sırf çocukları aldatan ve yorgunluktan başka bir meyvası olmayan şu hallerden ibarettir:

 Bir oyundur, heves edilir. Uğraşılır, boğuşulur.

Bir eğlencedir. İnsanı faydalı olan işinden, gücünden, vazifesinden alıkoyan ve vaktini öldürmekten başka bir işe yaramayan eğlencelerdir. 

Bir süstür, herhangi bir şeref bahşetmeyen, aldatan giyimler, kuşamlar, ciciler biciler kabilinden sadece bir gösteriştir.  

Bir övünmedir, ben senden üstünüm, ben falanın oğluyum gibi bir övünüştür. Bu övünüş kişinin kendisinden başka şeylere güveniş övünmesidir. 

  Mal ve evlatta bir çokluk yarışı, bir gururdur. İşte sırf dünya için yaşayanlara hayat, bunlardan ibarettir.   

Saydıklarımıza meyledenlere azap azab haber verilmiştir.  Bir de Allah'tan bir mağfiret, bütün günahları örten, zahmetleri unutturan ve mahiyetini tasvir imkanı olmayan bir mağfiret bir bağışlama vardır"

Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlar.." (Beyyine, 98/8) âyeti gereğince hem kendisinden razı olunmuş hem de kendisi razı olmuş olmak ve o ebedi hoşnutluk, bütün mutlulukların en büyüğü, bütün safâların (şenliklerin) en yücesidir. Bu ise, dünya hayatını gaye edinmeyip ahiret için  çalışan müminlere vaad edilmiştir

DÜNYA HAYATI İNSANA ASLİ GÖREVİNİ UNUTTURMAMALI

رِجَالٌ لَاتُلْهيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّهِ وَاِقَامِ الصَّلوةِ وَايتَاءِ الزَّكوةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فيهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُ

Nur/ 37- Birtakım insanlar (Allahı tesbih ederler) ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden  korkarlar.

* Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Muhacirlerin fakirleri, Allah'ın, zenginleri kendilerinden (mali ibadetler yönüyle) daha üstün kıldığı hususunda dert yandılar. Aleyhissalâtu vesselâm onlara: "Ey fakirler cemaati! Ben sizi, fakir muhacirlerin, cennete zenginlerinden, (dünya ölçüleriyle beşyüz yıl olan) yarım gün önce gireceklerini müjdelemeyeyim mi?" buyurdular."     Bu hadisi rivayet eden Musa rahimehullah şu ayeti okudu:  "Ve şüphesiz, senin Rabbin katındaki bir gün sizin saymakta olduğunuz bin yıl gibidir" (Hacc 47).  

PARANIN(DÜNYANIN) KÖLESİ OLMAMAK

Hazreti Osman, kölesi ile bir yerden geçiyordu. Bir ağacın altında herkesten uzak vaziyette yatan Ebu Zerri Gıffari hazretlerini gördü. Ebu Zerr, eshabın maddeten en fakirlerinden biri idi. Hz. Osman yanındaki kölesine bir kese altın verdi:

“Git bunu şu ağacın altında yatan adama ver. Eğer dediğimi yaparsan seni azad edeceğim” dedi. Hz. Osman’ın bu müjdesine sevinen köle, mutlaka parayı verebileceği ümidiyle uyuyan adamın yanına varıp uyanmasını bekledi. Bir müddet sonra Ebu Zerr Hazretleri uyanmıştı. Köle:

“Al bu keseyi... “ diye rica ettiyse de Ebu Zerr, kabul etmiyordu. Köle ısrar ederek:

“Eğer bu altınları alırsan kölelikten kurtulacağım. Sen benim azad olmamı istemez misin?” diye söylediğinde O:

senin kölelikten kurtulmanı ben de isterim ama, ben onu alırsam sen hür olacaksın, ben köle olacağım. Sen benim köle olmamı ister misin? Diyerek parayı almayı kabul etmedi.

DÜNYADABİR KAÇ DAKİKA TAHTA ÇIKMA

Halife Harun Reşid’in kardeşi Behlül Dane hazretleri bir gün kardeşinin tahtına geçip oturmuştu. Birkaç dakika oturmadan hemen sarayın hizmetçileri görürler. Behlül Dane hazretlerini tahtan indirdikleri gibi bir de temiz bir dayak atarlar. Behlül ağlamaya da başlamıştı. O anda saraya Harun Reşid gelerek Behlül’ün niye ağladığını sordu. Oradakiler Behlül’ün büyük ve affedilmez bir hata ettiğini, tahta çıkıp oturduğunu, kendilerinin de tahttan indirip dövdüklerini söylediler. Ağabeyinin ağlamasına üzülen Harun Reşit:

“Behlül böyle hatalardan dolayı dövülür mü?” deyip özür diledi. Behlül Dane hazretleri kardeşine:

“Kardeşim ben beni dövdüler diye ağlamıyorum. Ben birkaç dakika tahta çıkmakla bu kadar dayak yedim, yarın senin durumun ne olur, ne kadar dayak yiyeceksin diye düşünüyor ve onun için ağlıyorum” dedi. Bu sözler Harun Reşid’in gözlerini yaşarttı...

“O halde söyle nasıl hareket edersem kurtulurum” dedi. Hazret şu tavsiyede bulundu:

“Adaletle hükmet, kimseyi incitme, millet senden memnun olup sana dua etsinler. Ancak o zaman kurtulursun.

DÜNYAYI KESBEN DEĞİL KALBEN TERK ETMEK

İnsan dünyaya çalışmalı, muvaffakiyetin şartlarını yerine getirmeli, fakat asla ona kalbini bağlamamalıdır.

Bilindiği gibi insan, ineğin sütünü sağar, etinden istifade eder, fakat onu odasının baş köşesine bağlamaz. İneğin yeri oda değil ahırdır.

Öyle de , insan dünyadan istifade eder, para kazanır, mal mülk sahibi olur. Bunlar dünya hayatı için gereklidir, fakat insan bunları vesile olarak bilmemeli, gaye yapmamalıdır. İnsan parasını kalbine değil, kasasına koymalı. Keza, sarayını gönlüne değil arsasına kurmalıdır

DÜNYA VE HÂLİ

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنينَ وَالْقَنَاطيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذلِكَ مَتَاعُ الْحَيوةِ الدُّنْياَ وَاللّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَابِ

Al-İ İmran/ 14- İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.

DÜNYALIĞI SEVMEK

Allah-u Teâlâ sana mal verir; sen de Allah'ı unutur malla uğraşırsan, o malı sana kara bir per­de yapar: Dünyayı âhireti göremez olursun. Yalnız malı bilirsin. Çok kere de malı alır, seni değiştirir.. Fakir eder, zelil eder.. Çünkü sen asıl nimeti vere­ni unuttun; nimetle meşgul oldun.

Eğer o mal mülk seni meşgul etmez de ibadetin­le uğraşırsan, sana bir hediye olarak verilmiş olur; bir tanesi bile eksilmez.. Mal sana hizmetçi olur; sen de Yaradana ibadet edersin.. Böylece dünyada rahat, güzel geçinirsin. Âhirette ise sıddıklar, şe­hitler, salihlerle beraber olursun.[7]

DÜNYALIK ELDE ETMENİN SONU YOKTUR

Hz. İsa (a.s.) bir gün seyahat ederken, dağda bir ihtiyara tesadüf eder ki, ihtiyar güneşin sıcağında ibadet ve taat ediyor. Hz. İsa (a.s.):

Ey ihtiyar, güneşten, kardan ve yağmurdan korunacak derecede bir şey yapıp da içinde ibadet etsen olmaz mı?

Ya Nebiyallah, peygamberlerden duydum ki, dünyada 700 yıldan fazla ömür sürülmezmiş. O sebeple o kadar ömrü dünya tamirine sarf etmeyi uygun görmediğim için bu hali seçtim.

Ey ihtiyar, sana bundan daha tuhaf bir şey haber vereyim. Ahir zamanda bir kavim gelecek ve ekserisinin ömürleri 100 yıla varmayacak. Böyle olduğu halde  1000 yıllık ömür tedariki ederek, çok yüksek binalar, köşkler, bağ ve bahçeler ve nice mülkler bina edecekler.

“Ya İsa, eğer o zamana ulaşsaydım, Allahu Teala hakkı için o kadar ömrü bir secdede geçirirdim” der ve yanında bulunan bir mağaradaki tuhaf şeyleri göstermek üzere Hz. İsa (a.s.) ‘ı oraya davet eder. Beraberce mağaraya girerler ki, yüksek bir taht üzerinde bir meyyit ve başı ucunda bir mermer direk vardır. Direğin üzerinde ise şunlar yazılıdır:

Ben filan padişahım.(bir rivayette Şeddad imiş) 1000 yıl ömür sürdüm. 1000 şehir bina ettim ve 1000 tane bakire kız aldım. 1000 tane padişahla muharebe edip, askerlerini helak ederek memleketlerini ellerinden aldım. Fakat neticede bu hale geldim. Ey akıllı ve alim olanlar benden ibret alın.

Hz. İsa(a.s.), bunu görünce hayrette kalır ve yoluna devam eder.[8]

DÜNYA BİR YOLDUR

Ebu’d Derda (r. A. )’dan rivayete göre: Süleyman (a.s.)’ın bir oğlu ölmüş, Süleyman (as) buna çok üzülmüştü.

İki melek, insan suretinde davacı olarak Süleyman peygamberin yanına geldiler. Meleklerden biri:- “Bu adam davarı ile benim ekinimi çiğnedi, bundan davacıyım,” dedi. Diğeri:

- “Ben koyun sürüsü ile yolda gidiyordum. Yolum, tarlaya uğradı. Yani bu adam yolu tarlasına katmış, mecburdum geçmeye”, dedi. Süleyman (as):

-“Yolun gelip geçene ait olduğunu bilmiyor mu idin? Neden yolu ektin?”dedi. davacı melek:

- “O halde sen de, dünyanın bir ahiret yolu olduğunu bilmiyor musun? Elbette gelen bu yoldan geçecek. Oğlunun ölümüne neden bu kadar üzülüyorsun?” dedi

Süleyman (as) bu sözlerden ikaz olarak, Allah’a iltica etti. Sabretmeye başladı.[9]

DÜNYAYI NASIL BULDUN?

Rivayete göre, Cebrail (as), Nuh (as)’a:

- “Ey peygamberlerin en uzun ömürlüsü, dünyayı nasıl buldun?” diye sormuş. Nuh (as) da:

- “Birinden girip diğerinden çıktığım iki kapılı bir han gibi buldum” demiştir.[10]

DÜNYA AHİRETE HAZIRLIKTIR:

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَايَجْزى وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه شَيًْا اِنَّ وَعْدَ اللّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيوةُ الدُّنْياَ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّهِ الْغَرُورُ

Lokman/33- Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah'ın affına güvendirerek aldatmasın.

DÜNYADA ÖLÜMDEN BAŞKASI YALAN

Kayseri-Kuşadası seferinde Konya yakınlarında kaza yapan araçta yanan 48 kişiyi hatırlıyoruz..

Otobüsün metal kısımları bile yanıp kavrulurken "Dünyada ölümden başkası yalan" yazılı bir kağıt parçasının yanmaması tam bir ibret-i âlemdi.

Şencan Komşucu adlı genç bir kız da, o alev topu otobüste yanmaktan kurtulmuştu. Fakat? Şencan Komşucu, Kayseri eşrafından Faruk Çarşıbaşı adlı hayırseverden burs alıyordu. Şencan'a, resmi bazı aksaklıkların olduğu ifade edilip resmi daireler kapalı olduğu için "Burs işini pazartesi hallede­lim" denildi. Şencan, ailesine iki gün daha geç gideceği için üzülmesine rağmen "geç olsun da güç olmasın" düşüncesiyle pazartesi görüşmek üzere vedalaşıp otobüs rezervasyonunu da iptal ettirdi.

Ve Şencan, kaderin garip tecellisi olarak otobüse bin­mekten kılpayı kurtuldu.

Alev otobüse binmekten son anda vazgeçip hayatı kurtu­lan Şencan, memleketinden döndükten sonra okula gitmek için otobüs durağına geldiğinde otobüsün hareket ettiğini görür. Aceleyle otobüsün ön kapısına yetişir ama otobüs hareket halindedir. otobüs şoförü hareket edince bir anda aracın tekerlekleri altında kalarak ezilir.

Feci bir şekilde yaralanan Şencan, alelacele Tıp Fakül­tesi Hastanesi1 ne kaldırılır, fakat bütün müdahalelere rağmen kurtulamaz.

Evet, ecel Şencan11 yanan otobüste değil de başka bir otobüste yakalamıştır.[11]

ŞU PARANIN İNSANOĞLUNA ETTİKLERİ

"Bütün bahtsızlıklar yokluktan değil, çokluktan gelir." (Tolstoy)

Bediüzzaman Hazretleri, dünya hayatı üzerine bir değerlendirmede bulunurken haram bir yolla bir maksadına ulaş­maya çalışan kişinin çoğu zaman maksadının aksiyle ceza göreceğini; o işten ne lezzet ne de necat, hiçbir şey elde ede­meyeceğini söylüyor, işte Bediüzzaman Hazretlerinin sözleri­ni tasdik eden ibretlik bir hadise:

Oktay Güdük, 773 milyar lira gibi büyük bir para kaza­nınca bir anda Türkiye gündeminin ilk sırasına oturan bir Loto oyuncusu...

GÜNAH TOHUMLARININ DÜNYADA MAHSÜL VERMESİ

Şeyh Hamid-i Veli, diğer adıyla Somuncu Baha'nın bir talebesi tarlasını ikiye bölmüş, yrısını kendi için, ya­nsını da şeyhi adına eklemektedir.

Ne var ki, kendi hissesine düşen kısımda bolca mah­sul var, ama şeyhine ait kısımda hiç mi, hiç mahsul yok!. Tarla bomboş, otlar istila etmiş şeyhin hissesini..

İşte bu durumu şaşkınlık içinde seyrederken şeyhi çıkagelir.

Merakla sorar:

Benim hisseme düşen kısım hangisidir?

Talebe mahcub ve müteessir.. Utancından şeyhin tarlasını değil de kendi hissesini göstererek der ki:

— Efendimiz, işte şu mahsûlü bol olan kısımdır si­zinki!                            

Somuncu Baba bakar, çevre kuru, sadece kendininki bol mahsûlde. Sevinmek yerine düşünceye dalar. Neden sonra derin bir teessür nefesi alır ve der ki:

Bu bol mahsûl, bizim hayrımıza alâmet değil­dir. Belki günah tohumlarımızın dünyada mahsûl ver­mesine işarettir. Nasibimizi dünyada almışa benzeriz, âhiretimize birşey kalmamış gibidir..

Bu açıdan bir nefis muhasebesine ne dersiniz?

İşi yolunda, kazancı yerinde olanlar! Bu rahatlık ve bolluğun yükleyeceği mükellefiyetler, mesuliyetler yok mu? Bunları yerine getirip getirmediğimiz konusunun bizleri düşündürmesi gerekmez mi? Kısmetimizi dünyada alıyoruz, âhiretimize birşey kalmıyor mu acaba, diye bir endişe bizi de titretmeli değil mi?[12]

ESKİ ÇORAPLAR BİLE...

İslâmiyet'te, insanın vasiyetini yazıp her an ölecekmiş gibi ahirete hazırlıklı bulunması tav­siye ediliyor.

Bir zamanlar çok zengin bir adam, şöyle bir vasiyette bulunmuş: "Ben ölüp yıkanınca, şu eski çoraplarımı ayağıma geçirin. Ben, mutlaka bunlarla gömülmek istiyorum. Göreyim sizi bakalım, bu çok önemli vasiyetimi yerine getirebilecek misiniz?"

Vakti saati gelince her ölümlü gibi o zengin de vefat eder. Cenazesi yıkandıktan sonra, oğullan İki eski çorabı alıp getirirler ve "Ho­cam, babamızın vasiyeti var, şu eski çorapları, babamızın ayaklarına giydireceğiz." derler. Ce­nazeyi yıkayan hocaefendi, bu istekleri kabul etmez. Israrlarını da reddeder. Bu sefer müftü­ye çıkarlar. O da, "Dinimizde böyle bir şey ol­maz." diyerek kesip atar.

Onlar da ister istemez, babalarının bu önemli vasiyetinden vazgeçmek zorunda kalır­lar. Cenazeyi kabre defnedip evlerine dönünce komşularından birisi, elinde bir mektupla gelir ve "Babanız, vefatından önce bana böyle bir mektup vermiş." ve "Bunu oğullarım benim cenazemi gömüp eve dönünce kendilerine ve­rirsin, demişti." der. Oğullar, merakla babaları­nın mektubunu açar ve ahiretten gelen bir me­saj gibi okumaya başlarlar: "Evlâtlarım, işte gördünüz ki o kadar zenginliğime rağmen dünyadan, bir çift eski çorabımı bile kabrime götüremedim. Kefenin cebi yok.

Aklınızı başı­nıza alın... Ne yapacaksanız hayatta iken ahirete göndermeniz gerekenleri ihmal etmeden gönderin. Aldanmakta fayda yok..[13]

DÜNYÂ

Burada hiç kimse durucu değil,

Hepimiz dünyâdan göçmeye geldik.

Kör olan bu işi görücü değil,

İyiyi kötüden seçmeye geldik.

 

Niceler düştüler dünyâ ağına,

Vuruldular bahçesine bağına,

Anlarlar varınca son durağına,

Bizler bu bahçeyi ekmeye geldik...[14]


 


islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler